
Selam gençler. Şifa için güzel bir akşam. Keyfini çıkaralım hadi😘

İnsan çaresizliğin içerisinde çare bulamazsa delirirmiş. Delirmeme o kadar az kalmıştı ki. En karanlık geceme doğan bu ay bana umut olmuştu. İnancımı tazaleyip, soluksuz kalmış ciğerlerime nefes sızmıştı.
Binlerce kez saymam gerekse bile pes etmemek için bir nedenim vardı artık. 'Belki bilmediğim bir ihtimal' diyeceğim son dalımı sıkı sıkı tutacaktım.
Nefesimin daralmaya başlamasından bu oksijen tüpünün de ömrünün bittiğini anladım. Çok az bedenime dinlenme hakkı vermeliydim. Gözlerimde ki yanma, omurgamdaki sızı bedenimin çığlıklarını duymazdan gelmemi engelliyordu.
Çok yorgundum. O kadar yorgundum ki çare dileneceğim tek şey bedenimi benimle paylaşan devâmdı. Onun bir girdabı andıran dalgalanışları, ağrı hissettiğim her noktaya koşar gibi ilerleyip, ağrının etrafını sarışı tuhaf bir güç veriyordu.
Gözlerim yanmaya, zihnim bulanmaya başladığı an ensemde olan varlığı kendimi kaybetmemi önlüyordu.
Ellerimi cam masaya yaslayıp bir kaç saniye düşünme hakkı verdim kendime.
Bu işi tek başıma kotarabileceğimden de emin olamayışım korkutuyordu beni. Biraz dinlenip kafamda bir yol haritası oluşturmam gerekiyordu artık. Ama bunu kısa bir sürede yapmam da şarttı.
Alparslan'ı bulamıyorlardı. Koskaca Güneş, Alparslan'a ait tek bir iz bile bulamıyordu.
Tüm bitkinliğimle üzerimdekileri çıkardım. Daha önce gelip bir kaç saat uyuduğum odayı kullanıyordum. Sıcak bir duş alıp bedenimi yatağa sürükledim. Gözlerimi kapatsam bile düşünmeme engel olamıyordum.
Karnımda kıvrılan, kendince sarmal oluşturan Devâ'ma dokundum. Ona dokunmayı seviyordum, bir nabız gibi hissedilir oluşu tuhaf bir şekilde beni dizginliyor, sakinleştiriyordu.
Yavaşça kalbimin etrafını sarmaya başladı, parmaklarım da komut beklemeden onun peşinden tırmandı. Yetişkin bir bireye göre hızla göğsümü döven kalbim o günden sonra aynı ritmini korumuştu.
"Onu özlüyorum, hissediyorsun değil mi? Her özlemle kıvranışımda kalbimin etrafını sarmalıyorsun. Acıma mı sarılıyorsun kendince?"
Göğüs kafesimi okşayan dalgalanma güçlendi. Damarlarımdaki kan bile ona ayak uyduruyordu sanki.
"Bazen keşke konuşa bilsen diyorum, bana anlatmak istediğini anlayabilsem. Benim ona çok ihtiyacım var. Onunlayken hissettiklerimi tekrar hissetmeye çok ihtiyacım var. "
Öyle güzel bir can ortağıydı ki. Aklımı kaybettirecek bir acı vardı içimde ama bununla baş etmemi sağlayan birde devâm vardı. Kalbimi çatlatan acı yükseldiğinde hızla kalbime koşuşu bana sarılıyormuş gibi hissettiriyordu. O iyileştirmek, canlı tutmak için var olmuştu ve benim acıma şifa olmak için her an benimleydi.
Gözlerimin ne zaman daldığını fark etmemiştim. Tıklayan kapı sesiyle sıçrayarak uyandığımda derin bir uykunun kollarındaydım. Kapı aralandığında gözlerim yanar gibi bir acıyla aralandı.
Veronica elinde bir tepsiyle içeri girdi. Benimle beraber oda çok değişmişti bu süreçte. Makyajsız dolaşmayan kadın, yüzüne krem sürmez olmuştu resmen. Benim için endişesi, üzüntüsü öyle içten belliydi ki kelimelerine ihtiyaç duymuyordum.
"Bir şeyler yemelisin bebeğim, kaç saat oldu ağzına lokma girmedi. "
Kucağıma bıraktığı tepsiyi minnetle kabul ettim. O getirene kadar açlığımın farkında bile değildim.
"Sen olmasan, açlıktan öldüğümü bile fark etmeyeceğim kızıl. "
Yüzüne gerçek olduğunu düşünmem için uğraş verilmiş bir tebessüm oturttu.
"Benden daha zayıf ve fit olmak için boşuna bir çaba aslında. İmkansızı istiyorsun küçük sırtlan. Alparslan döndüğünde seksi görünme çabası mı bu?"
Ve bunun da aslında normalleşme süreci için verilen bir çaba olduğunu gördüğümü biliyordu. Ama asla pes etmiyordu. Gerçi Veronica bu huyuyla var olmuş bir kadın değil miydi? O pes etmeyi kabullenemezdi, kabullendiği an kaybolduğu an olacağını artık daha iyi idrak ediyordum. Dudağım kırık bir tebessümle kıvrıldı.
"Sende özlemişsin onu..."
Bir an duraksayan yüzü neden böyle bir şey söyledim diye asılı kaldı boşlukta.
"Sende özlemişsin işte. Köpek demiyorsun, kurtçuk diye de dalga geçmiyorsun. Sen de mi çok özledin Veronica?"
Ne ağır geldi ona bilmiyorum. Benim çaresizliğim mi yoksa Alparalanın yokluğuyla yok olacak ruhum mu? Belki de tam da dediğim gibi o da özlüyordu ama dile getirse daha çok üzülmemden korkuyordu. Boğazında bir şey takılmış gibi zorla yutkundu. Dudaklarını da birbirine sıkıca bastırıp açtı.
"Çünkü yüzüne karşı söylemiyorsam ne zevki var? Şimdi o yemeği bitir küçük sırtlan, güçlü kal. Eğer kurdun döndüğünde seni güzel görsün istiyorsan bedenini, aklını koru."
Ağır ağır başımı salladım. Doğruydu dediği. Kendime bakmak zorundaydım. İkimiz için sağlıklı olmam gerekiyordu.
Tabakta olan tüm yemeği bitirmemi öyle dikkatli izliyordu ki ona bunu yaptığım için bir kez daha nefret ettim kendimden. Ben iyi olsam Veronica da canlanacakmış gibi her ağzıma attığım lokmada gerçek bir tebessüm konuyordu dudaklarına.
Gözlerimi bir kaç saniye kapattım. Bunu yalnız yapamazdım. Belki o duysa şiddetle karşı çıkacağı bir şey için derin bir nefes aldım.
Güneş'in umutla beklediği sırrı bir İngiliz'e anlattım.
"Veronica! "
"Söyle bebeğim. "
Kucağımdaki tepsiyi yandaki komadinin üzerine bırakıp ona oldukça yaklaştım. Sanki biri bizi duyacakmış gibi sesimi kısmıştım.
"Günlüklerin şifresini buldum Veronica. "
Duyduklarıyla önce gözleri kısılmış, anladığında ise kocaman açılmıştı.
"Nasıl? "
"İlk sayfayı çözdüm. Ama bunu birilerine söyleyip söylememekte kararsızım. "
Kaşları çatıldı ilk ve ellerimi tuttu sıkıca. Tıpkı benim gibi sesini bir örtüyle gizledi, fısıltısı bana bile zor ulaştı.
"Neler oluyor? Çekincen ne Şifa? "
"Alparslan'la aramızda olan bağı biliyorsun değil mi? "
Sorduğum soruyu düşünür gibi kaşları çatılmıştı. Biraz tereddütle başını salladı.
"Zihinleriniz arasında bir köprüden bahsetti Duhan ama işleyişini nasıl olduğunu bilmiyorum. Biliyorsun bana anlatılmaz böyle şeyler."
Birlik kendi ilkeleri için anlatamazdı ama ben sığınabileceğim, annem yerine koyup göğsünde saklanabileceğim tek kadına sıkıca sarıldım.
"Veronica benim yardıma ihtiyacım var, benim Birliğe değil sadece bana inanıp, benim ardımı kollayacak bir anneye ihtiyacım var. "
Veronica sarılışıma sıkıca karşılık verdi. Son sözlerimde ise kaskatı kesilmişti bedeni. Sadece bedeni de değil nefesi bile duraksamıştı.
"Aman Tanrım... Birliğin hoşuna gitmeyecek bir şey çözdün. "
Kızılım ne kadar tesbit yapıyormuş gibi görünse de emin olduğu bir şeyi dile getirmişti.
"Bunu bilmiyorum ama buraya güvenmiyorum. O da güvenmediği için beni Kerime emanet etti. Birileri hâlâ ihanet ediyor olabilir. Alparslan böyle düşünüyorsa sebepsiz değildir Veronica. Sana ihtiyacım var. Sadece sana!"
Altın rengi gözleri günlerden sonra ilk kez o zaman parladı. Bana öyle güzel bakıyordu ki verdiğim karardan pişman olacaksam bile o anda tüm kaygılarımdan arındım.
"Ben sen varsın diye burdayım Şifa. Benim sadakatim de itaatim de sana. "
Elleri yüzümü avuçlarının içine aldı. Şefkatle yanaklarımı okşadı. Onun bana olan bağlılığı, korku da salıyordu ruhuma.
"Biliyorum Veronica ama seni ortak etmek, riske de dahil etmem demek. Sana zarar gelir mi emin olamıyorum."
Veronica beklediğimin aksine tereddütle değil büyük bir gülümsemeyle baktı bana.
"Riskli işlere bayılırım bebeğim, lütfen bana öyle bir şey söyle ki iyi olacağını bileyim artık. Gözümün önünde soluyorsun ve engel olamıyorum. "
Derin bir nefes aldım. Tam olarak hâlâ nasıl yapacağımı bilmesem de yarın bu işi sonlandıracaktım. Bir yanım hâlâ çok tedirgindi. Ellerimin boş dönmesinden ölesiye korkuyordum.
"Uyanıştan beri sesler var Veronica. Delirdiğimi düşünebilirsin ama yemin ederim burdalar."
Kafamı gösteren parmaklarıma baktı sonra emin olmak ister gibi gözlerimi taradı altın irisleri.
"Sesler?"
"Evet. Tüm zihnimi kaplıyor onun sesi. Annemin rahmindeyken bana fısıldadığı her şeyi duyuyormuşum gibi."
"Ne söylüyor o sesler sana Şifa?"
"Bağ kopunca, köprüyü yıkacak kadar koruyucuma güvenip güvenmediği mi sormuş ilk cümlesinde bana. "
Hâlâ ciddi olup olmadığıma emin olamayan o tedirginliği görüyordum bana bakan yüzünde. Aklımı oynattığımı düşünmesi yanlış değildi çünkü ben de buna emin olamıyordum çoğu zaman.
"Doktorun sesi?"
"Evet... Biliyorsun uyanıştan önce de yaşadım bunları ama o zaman vücudum kaldıramıyordu ve bayılıyordum. Şimdi öyle değil. Bir başka odadan bana sesleniyormuş gibi kolay ve anlaşılır bir hâl aldı."
Dişleri alt dudağına saplandı. İkilem yaşadığını görüyordum. İnanıp inanmamak arasında sıkışmıştı ve birden gözlerini sıkıca kapatıp açarak neyi seçtiğini anlayım diye dimdik baktı bana.
İnanıyordu...
"Lanet olsun! Kafayı yedirtecekler bana. Sen diyorsan sorgulamam, tamam! Lanet kadını duyuyorsun. Tamam bunu anlayabilirim sonuçta Duhanı ölüme bir adım kala çekip aldığını da gördüm. Ayrıca gözlerinde farklı farklı bir sürü renk var, kafanın içinde ses duyman en hafifi. Tamam iyiyim, peki bana anlatmaya çekindiğin kısım ne? "
"Veronica ben Alparslan'ın gözünden bakacak kadar zihnine sızabildiğimi fark ettim. Alparslan ise... "
Söylediğimle gözleri yuvasından düşecek gibi ayrılmış, dudakları şokla aralanmıştı.
"Tanrım bugün kafayı yiyemem, hızlı anlat şunu! "
Halini anlıyordum ama idrak için ona verecek fazla zamanım yoktu.
"Doğru kelimeleri arıyorum Veronica ve inan benim için de kolay değil. Alparslan ise benim kayıp olan zihnimdeki anılara girebildi. Henüz uyanış yaşanmadan beynimin kayıp parçalarındaki sesleri duyabildi."
"Nasıl? Uyanıştan önce... Ama nasıl?"
"İnan bilmiyorum, bunun böyle olması gerekip gerekmediğini o da bilmiyordu. Ama zihinlerimiz arasındaki kontrolü yönetebileceğimize inanıyordu."
"Şifa siz tam olarak ne yaşıyorsunuz? "
"Uyandığım andan itibaren bir ses diğer tüm fısıltıları bastırıyor. Köprüyü yıkıp yıkamayacağımı soruyor. Onu tamamen kendime katmayı göze alıp alamayacak kadar güven duygumu sorgulamış olmalı. Bu seçimi bana bıraktıysa Veronica? "
"Ama... Kahretsin hiç bir şey anlamıyorum. Sizin aranızdaki bağ birbirinizi hissetmenin dışında olamaz. Olsa? Of bana söylemezler ki. Ama nasıl duymam bunca yıl? Bağ yok mu şimdi? Uyanışla onu hissetmeyi bıraktın mı?"
Göğsümü sancılandıran soruyla dıraksadım. Bedenim alışık olduğu o ritmi aradı bir kaç saniye ve yokluğuyla yıkıldı. Her bir hücrem Alparslanın varlığı için çığlık atacak duruma gelmişti. Ben ona sadece bağlı değildim muhtaçtım da aynı zamanda.
"Evet... Gitti benden. Veronica uyanışla kopan bağı eğer istersem kopmayacak bir hâle getirebilirim. Alparslanla aramda kilit kırıldığında bir köprü oluştu. Ama uyanışla her şey değişti. Gerçek bir bağ ile bağlanabiliriz. İki farklı beden tek bir zihin..."
Anlaması için ona zaman verdim. Ne demek istediğimi çözecek kadar zekiydi. Ve saniye saniye irileşen gözleri de farkındalık sonucunda dehşete dönüştü.
"Siktir!!! Tek zihin? Bir birinizin düşüncelerini kontrol edebilirsiniz demek mi bu? Sen onun anılarını gördün, o senin zihninde dolaştı. Üstelik uyanıştan önce. Siz aman Tanrım! Hayır bu kadar güçlü olmaması gerekiyor, böyle olsa mutlaka bilirim. Birliğin bu kadar birbirinize dolanacağınızdan haberi yok!"
"Evet... Alparslan da bunu biliyordu?"
"Ne kadar ileri gidebilirsiniz?"
Hiç tereddüt etmeden cevap verdim.
"İstediğim an gördüğü, hissettiği her şeyi hissedebilirim. Düşüncelerine ortak olabilirim ve istersem değiştirebilirim."
Veronica ağır ağır başını salladı. Benden çok kendine mırıldanır gibi de asıl olanı fısıldadı.
"Ve bunun aynısını Alparslan da sana yapabilir... "
"Evet Veronica. Ceduceusta iki yılan onu ve beni temsil ediyormuş. Kılıç köprüymüş. Şimdi zihnimde sesi hiç susmuyor. Kılıcı ortadan kaldırıp kaldıramayacağımı sorgulayıp duruyor. "
Bir süre hiç bir şey söylemeden öylece yeri izledi. Bunun ne kadar ileri gideceğini düşünüyor olmalıydı. En önemlisi de Birlikle aramda kalırsa nasıl savaşması gerektiğini planlıyordu. Sonra sesli bir nefes aldığını duyduğumda başım tıpkı onunki gibi yerden kalktı.
"Kararını verdin mi? "
"Bunun ihtimali onu çok korkutmuştu. Birlik öğrenirse onu benden uzaklaştıracaklarını, ellerinin altında tutacaklarını düşünüp delirmişti. "
Veronica duruşunu dikleştirdi. Gözlerimden bir an bile çekmiyordu bakışlarını. İstemsizce en küçük zerresine kadar değişmiş olan gözlerime baktığında ne hissettiğini merak ettim.
"Kurt haklı Şifa. Bunu bilirlerse engel olmak isterler. Engel olamazlarsa o kılıcın aranızdan kalkmasına, ikinizden birini kontrol altında tutmak zorundalar. Onların ihtiyacı sensin, seni kontrol etme gücü olan tek kişiyi yakınında tutmazlar. Alparslana saygıları çok büyük ama güç korkutucudur. Birlik böyle bir gücü onun eline vererek her şeyi riske atmış olur."
"Veronica?"
Söyledikleri bir an içimde çok büyük bir korku oluşturdu. Kendince çok haklı oldukları gerçekleri bende biliyordum ama Alparslana kimseye güvenmediğim kadar güveniyordum da. Veronicaya bunu anlatmak için yeltendiğimde beni susturdu.
" Onlardan saklamak zorundayız, kurt bir hain olduğuna inanıyorsa vardır. O yüzden çok daha dikkatli olmalıyız."
Dudaklarından dökülen son cümlede üzerine atıldım kollarım sımsıkı sarmıştı bedenini. Saçlarından yayılan koku öyle iyi hissettirmişti ki o korkunç acıyla yüzleştiğim andan itibaren ilk kez ferahlamış hissettim. Beni yalnız bırakmayacaktı. Beni düştüğüm kuyuda, bir başıma çare aratmayacaktı.
"Veronica onsuz yaşayamıyorum, onu bulmam lazım. Onsuz nefes alamıyorum. "
Sırtımı okşayan elindeki ince titremeyi hissettim. Çok tedirgindi. Çok büyük bir şeye neden olabilirdi. En önemlisi bana yardım ettiği için onu artık aralarında istemeyebilirlerdi ama yine de benim için bunu yapacaktı.
"Korkma minik bebeğim. Ne yapman gerekiyorsa onu yapacaksın ve dünyanın sekizinci harikası olan bu kadın da kıçını kollayacak. Ayrıca kurt sinir bozucu bir iblis olabilir ama seni kullanarak Birliğe baş kaldıracak bir hain asla değil. "
"Kızıl... "
Sesimin düz çıkmasına ne kadar çabalasam da olmamıştı.
"Ne, neden öyle bakıyorsun? "
Ellerim hâlâ kollarını tutuyordu ve ben tekrar ona sığınma isteğiyle doldum. Bedenine sıkı sıkı sarıldığım da hiç beklemeden o da sarılmış bir eliyle de saçlarımı okşamıştı.
"Korkmaları gereken o değil kızıl. Korkmaları gereken benim! Veronica bende olan bu şey, bağımlılığım gibi."
Sözlerim bedeninin kasılmasına, öylece donup kalmasına neden olmuştu. Hiç sormadıkları, bana alan tanımak için ağızlarını açmadıkları devâm dan ilk kez bahsediyordum sonuçta.
Ama her zamanki Veronica olup kendini toparlamış ve beni rahatlatmaya devam etmişti. Bütün gece parmakları saçlarımı okşadı, yarı uyku yarı uyanık sabaha kavuştuğumuzda kan çanağına dönmüş gözleri hiç uyumadığını bas bas bağırıyordu.
"Hadi kendine çeki düzen ver, sağlam bir kahvaltı yapalım. Gökay Turan seninle görüşmek istiyor. O soğuk suratının nimetlerinden yararlan ve hiç açık verme. Alparslan'ı bulmak için çok az zamanın var. Uzun süre saklanamazsın. "
"Peki nasıl anlatacağız bu durumu? "
"Anlatmayacağız, köprünün varlığı bilindiği gibi duracak aranızda. Sormadığı hiç bir duruma açıklık getirmeye çalışma. Olur da sorarsa, sen kendini toparlayıp bedeninin yeni düzenine uyum sağlamada sorun yaşadığından onu hissetmediğini sandın. Paniklediğin için tüm hislerinin kontrolünü kaybettin. Mesafenizin bağı zayıflattığıyla ilgili bir şey söylemişti galiba Alparslan, Duhan'a. Aradaki mesafe yüzünden silik bir histi içindeki ama şimdi yoğunlaştığın için daha net ayrışım yapabiliyorsun."
"Bütün gece bunu mu düşündün? "
"Şifa önceliğimiz Alparslan'la olan o bağa geri kavuşman. Onu bulursak daha mantıklı bir gizleme politikası uygularız. Doktor da benim gibi düşünmüş ki sadece sana bu seçme hakkını tanımış. Üzerine düşündüğüm de fark ettim. Eğer Birliğin bilmesini isteseydi köprüden bahsettiği gibi birbiriniz üzerinde kontrol uygulayabileceğinizden de bahsederdi. Benim kafamı karıştıran neden bu şekilde ikinizi birbirinize bağlama çabasına girmiş. Bunu bulmalısın, belki de geri kalan sayfalarda buna dairde söylemleri vardır."
"Duhan, Alparslanla ilgili doktorun onlara rapor bırakmadığını söyledi. Ölmesi bile birliğin planı dahilinde değilmiş."
"Evet CUNTOS bilgileri kısıtlı. Biz hep senin için beşinci kan olarak gördük onu. Ama bu söylediklerin... Günlüklerde yazması lazım, mutlaka aranızdaki bağa dair bir şeyler olmalı."
"Bilmiyorum, harf çıkarmak çok zor. Beynim çok yoruluyor, ilmekler çok karmaşık doğru sayı olup olmadığını en az yüz kere sayarak teyit ediyorum. "
Veronica inançlı gözlerini yüzümden ayırmadan başını salladı.
"Ama sonuçta dili çözdün. Bizim için önemli olan bu. Çok fazla onlardan uzak duruyorsun, İsveç'te olan çıkışını, yaşadığın değişime bağlamak kolay oldu ama diğer üyeler çok da memnun olmadı bu durumdan. Gökay Turanın emriyle geri çekildiler. Seninle iletişime geçmek istiyorlar ve içindeki her ne ise senin kontrolünde form kazanıp kazanmadığına emin olmak istiyorlar. Gündemleri Alparslan ama ilk fırsatta Türkiye'ye geleceklerinden eminim. "
"Barbaros'la görüştün mü hiç? "
Üzgünce düştü omuzları.
"Hayır... Kimsenin haberi yok, bir kere cesaretimi toplayıp Gökay Turana sordum üzerime vazife olmayan konulardan uzak durmama dair nasihat dinledim. Yer yarıldı içine girdi sanki."
Bakışlarım ellerime inmişti, hiç haber yoktu işte. Benim gibi Veronica da kendi sevdiğinin yokluğuyla sınanıyordu. En azından bu durum birlik tarafından normal görünüyorsa iyi olduğundan eminlerdir diye içimi ferahlatmak istiyordum. Barbarosa da bir şey olmuş olsa tıpkı onun gibi arayışa girerlerdi.
Benim bitkin halime kıyamamış olacak ki ayaklanıp ellerini beline yasladı.
"Kalk bakalım, toparlan. Şimdi hiç olmadığın kadar güçlü olmak zorundasın."
Haklı olduğu için sesimi bile çıkaramadım. Banyoda işlerimi halledip, üzerimi değiştirdim. Saçlarımı sımsıkı topladıktan sonra Veronica'ya döndüm. Elinde birşey tutuyordu ve yüzünde Veronica'ya hiç yakışmayan bir mahcubiyet vardı.
"Minik tırtılım, gözlerin çok dikkat çekiyor. Burası çok kalabalık ve ben düşündüm ki. Çok dikkat çekiyorsun Şifa. Etrafındaki bakışlar da yormasın seni. "
Bana benden daha çok değer vermesi dudaklarımı ısırmama neden oldu. Fırlayıp çıkmak isteyen hıçkırığımı anca böyle zaptedebilmiştim.
"Doldurma gözlerini, üstelik bu gözleri serseri kurt görmeli herkesten önce. Sana deli divane aşıktı, artık köpek gibi çıldıracak peşinde. "
"Ya beğenmezse? O yeşil gözlerimi severdi, şimdi ben bile bakamıyorum. O nasıl bakacak? "
Bana uzun zamandır atmadığı o küçümseyen, yerici bakışlarını attı. Dudağını da kınar gibi bükünce nedensizce bir rahatlama doldu içime. Eskiye dair bir şey görmek iyi hissettirdi azıcık da olsa.
"Çok şapşalsın, dibi düşecek. Ayrıca o yeşil diye sevmiyordu, senin gözlerindi diye seviyordu. Her şeyde olduğu gibi aşkta da ayarsız bir köpek olduğu için çok hakimim ilişkinize. Oyalanma tak şu lensleri gidelim artık. "
Elindeki kutuyu alıp tekrar banyoya girdim. Veronica yeşil, güzel bir ton seçmişti. Eski halime çok benzeyen bir yeşildi. Sorgulamayı bırakıp lensleri taktım.
Hızlı bir kahvaltıdan sonra Gökay Turan'ın odasına çıkıp kapısını çaldım. İçeri girdiğimde bir konferans görüşmesi yaptığını gördüm. Geri çıkmayı planlarken eli ile beni içeri davet etmişti. Kısa sürede görüşmesini tamamlayıp gözlerime baktı. Bir süre beni incelese de lenslerin varlığını sorgulamaktan vazgeçmişti galiba.
"Nasıl hissediyorsun kızım? "
Soru çok cana yakın bir tınıda çıktı dudaklarından. Kendimi oldukça resmi bir görüşme için hazırlamışken o içten kızım kelimesi duraklamama neden oldu. Yüzümde dolaşan, tedirgin, belki de endişeli bakışlarda duraksadım bir süre. Sonra da onun samimiyetine inanarak hissettiğim gibi konuştum.
"Bilmiyorum... Hislerimi ayrıştıramıyorum, sadece bir kaosun ortasındayım."
Bana anlayışlı, merhametli, sıcak hissettiren bir yüzle baktı. Cevabını bildiğim hâlde yine de içimdeki soruyu dile getirdim.
"Ondan haber yok mu? "
Sesimin titrememesi için parmaklarımla etimi sıkmak zorunda kalmıştım. Adını ağzıma almak bile ağlamama neden olacak gibiydi artık. Çok yorgun bir kalbim vardı ve ben onunla baş edip güçlü duramıyordum. Yüzümden utanç dolu bakışlarını çekmesi cevaptı aslında.
"Elimizden geleni yapıyoruz ama yok! Dünyanın her bir yanına dağıldık tek bir iz yok. "
Konuşacak kelimeleri bile bulamayacak bir aciziyetin ortasına düşmek nedir biliyor musunuz? Ben artık zerresine kadar biliyorum.
"Şifa, günlüklere dair bir gelişme var mı? Hiç çıkmadan geceni gündüzünü orada geçiriyorsun. Bir şey bulabildin mi kızım? "
Başım önümde, yüzüne bakmadan ezberlediğim cümleleri fısıldadım.
"İhtimalleri daralttım, ama sonuca ulaşamadım. Denemem gereken bir kaç farklı kombinasyon daha var. Üzerine çalışıyorum."
Şu an için kimseye sırrımı vermeyi düşünmüyordum. O olmadan böyle büyük bir adım atmak istemiyordu mantığım.
"Bizim zehire acil ihtiyacımız var. Papa direkt birliğe ulaşmaya çalışıyor artık. Duhan'ın raporları beklediğimizden çok daha büyük bir etki oluşturdu üzerlerinde. Sınırsız çek sunuyorlar ve biz o çekle ilk olarak Doğu Türkistanı rahatlatmayı planlıyoruz. Vatikan'ı elimize almamız lazım biran önce Şifa."
"Anlıyorum, elimden geleni yapacağım. Veronica Barbarostan haber alamadığını söyledi, sizin de mi bilginiz yok?"
Bu durum ekstra canımı sıkıyordu. Her yer bu kadar karmaşıkken neredeydi bu adam?
Gökay Turan bir kaç saniye öylece gözümün içine baktı. Hiç bir mimik yoktu yüzünde. Ne düşündüğünü azıcık hissettirecek tek bir kas hareketi aradım ama elim boş kaldı.
"Barbarosun kendi vazifeleri var. Ulaşmak istemediği sürece biz onu aramayız. İyi olduğundan eminim, aksi olsa mutlaka haberim olurdu. Senin kendi dertlerin oldukça büyükken bunlar için de sıkıntıya girme kızım."
Bu kadar net konuştuğuna göre gerçekten Barbaros ile ilgili hiç endişesi yoktu. Belki de bu durum onun göreviyle doğru orantılı olduğundan sorgulanmıyordu. Bana daha fazlasını söylemeyeceği yüzünden belli olduğu için peşini bıraktım. Sonra asıl kafama takılan soru için derin bir nefes aldım.
"Size bir şey sormak istiyorum. "
"Tabi, seni dinliyorum. "
"Alparslan'ın tam olarak bu projede ki yeri ne? "
Yüzüme çok daha dikkatli bakmaya başlamıştı. Şu an aklına girip ne düşündüğünü görmek için neler vermezdim ki. İşaret parmağı masanın üzerinde bilinçsizce 'tık-tık' yapmasa gerildiğini hiç bir bakış anlayamazdı. Bir şey biliyordu ve bunu benden ustaca gizlemeye çalışıyordu.
"O senin korunman için yetiştirilmiş donanımlı bir asker. Aynı zamanda biliyorsun her ihtimali göz önünde bulundurmalıyız. Senin olası bir saldırıda yaralanmayacağın, kana ihtiyaç duymayacağın kesin değil. Bize bu kanı Alparslan sağlıyor."
"Bu kadar mı? Yani doktor onunla ilgili başka bir şey bırakmamış mı gerisinde?"
"Maalesef bildiklerimizin dışında bir şey bırakmadı."
Sözleri doğruydu ama eksik olduğu da gün gibi ortadaydı işte. Saklıyordu benden Alparslan'ın projeye dahil edilme sebebini. Belki de benim gibi o da Birliğe tüm bilgilerini vermiyordu. Sadece onayladım ve inanmış gibi yaptım.
Bir süre dışarda nefeslenmek için bekledim. Umuttaki hayat o kadar koordineli ilerliyordu ki kimse kendi sorumluluklarının dışında olanı sorgulamıyordu.
Tekrar günlüklerin yanına girdiğimde ise daha önce düşünmediğim bir şey aklıma balyoz gibi inmişti. Gözlerim çok daha dikkatli bir şekilde etrafta dolaştı.
Bura böyle korunuyorsa nasıl kamera sistemi aklıma gelmezdi. Görünürde belirgin bir cihaz yoktu ama iyi kamufle edilmediğini bilemezdim. Son günlerde burada yaptığım her hareketimi gözümün önüne getirmeye çalıştım. Sürekli kilim ve dokumalar arasında mekik dokumuş, bir sürü sayfayı yazıp karalamıştım. En son şifreyi çözdüğüm de ise kontrolsüz bir sevinç yaşamıştım. Ama bunu hareketlerime ne kadar yansıttım şu an hatırlayamıyordum.
Zuhur ben buradayken asla ayrılmıyordu bu da Gökay Turan'ın göz hapsinde olduğumun kanıtıydı. Beni bunun için mi yanına çağırmıştı yoksa? Dün Bağ hakkında emin olduktan sonra öylece yığılıp kalmıştım bir süre.
Kesinlikle beni kontrol için çağırdı yanına. Ben onda bir şeyler bulmaya çalışırken o beni deniyordu. Birliğe ne kadar sadığım öğrenmek için ağzımı arıyordu!
Kehretsin!!!
Çok açık vermiş olmalıyım. Aklımı kaçıracak gibi olduğum o anlarda kendimi ele verdiğime inanamıyorum.
Hareketlerime çeki düzen verip hâlâ arayışta olduğumu hissettirmeliydim. Sesimin kaydedilip edilmediği de bir muammaydı ama ben zaten sesli bir tepki vermemiştim. Doğru düşünmeli, doğru adım atmak zorundaydım. Eminim şu an beni izliyordu.
Biraz hayal kırıklığı içeren bir pes ediş, karalamalardan elde hiç bir şeyin olmadığını gösteren parçalayışlar ve hırsla tekrar bir arayış sergilemem gerekiyordu. Oyun oynamak benim için hiç zor olmamıştı bu zamana kadar. Onun da dediği gibi hislerimi katman katman saklayan bir yüzüm vardı çok şükür.
Yeteri kadar piyesimi sergilediğim de oksijen tüpünü değiştirmek için dışarı çıktım. Tabiki Zuhur olması gereken yerde, asla hareket etmeden duruyordu. Biraz da onu yemlemek fazla mı olurdu acaba?
Kafamdaki kaskı çıkarıp attım. Dağılmış topuzumdan fırlayan saçlarımı hırsla karıştırıp sert bir tonda tüpü değiştirmesini söyledim. Birde alışık olmadığım lensler iyice kaşındırmaya başlamıştı gözlerimi. Bir anlık öfkeyle onları da çıkarıp, tüm hırsımı gözlerimden alır gibi ovuşturdum.
Benim bu tavrıma alışkın olmadığı için kaşları çok hafif yukarı kalkmıştı. Yüzümü karış karış merceğinden geçirdi. Sonra ben de utanç dolu bir mahcubiyetle başımı eğdim.
"Özür dilerim, öyle davranmak istemezdim. "
"İyi misin? "
Tek düze, tok sesiyle başım eğildiği şekilde yine ağırca kalktı. Derin bir nefes alarak kederli bir bakış yolladım karşımdaki adama.
"Değilim ama olacağım. Sadece yaklaştım sanmıştım."
Ağzı aralandı ama ne söyleyecekse vazgeçip geri kapandı.
Bu kadar detay ona yeterdi. En azından dün ki hareketlerim için bir açıklama niteliği taşıyordu. Daha fazla konuşmadan tekrar günlüklerin bulunduğu alana girdim. Daha kontrollü, aklım başımda adımlarla harfleri çözmeye devam ettim.
18.Bileşenin eksik dozu beş mesnevinin koruyucu ve bilge elinde saklı!
Çıkan cümleye bir süre daha baktım. Ben buradan ne anlayacaktım Allah aşkına? Üstelik 18.Bileşen, Alparslan'la aynı anda bana da verilmiş ve Güneş ensemize sembolünü yine aynı anda basmıştı. Koruyucu giysilerden elim Güneşin tenimde ki izine gitmese de vücudumdaki devâ aklımdan geçenleri duymuş gibi sızlayan damgamın altına doğru hızla hareket etti. Zaman zaman yaptığı gibi bir noktanın etrafında dönmek yerine dalgalanıyordu. Sızıyı dindirmek isteyen bir okşayış gibiydi bu.
'Beş mesnevinin eli... '
Adımlarım benden izinsiz 8.dokumanın önünde durdu. Hiç bir şekilde varlığına anlam veremediğim hamsa sembolüne baktım. Belirgin olan ipler gözü çarpıcı bir hale getiriyordu. İris kısmı belki de günlüklerdeki en koyu griye aitti.
Genelde dokunmama kuralına uyardım. Saklanma koşullarında mutlaka bir neden vardır diye camın üzerinden incelerdim bu dokumaları. İlk kez camı kaydırıp dokunacak kadar yaklaştım. Kilime oranla çok daha narin bir yapıda ilmeklenmişti ama ince bir kumaşa göre oldukça tok bir yapısı vardı. Göz, görülmek ister gibi bana bakıyordu sanki. İstemsiz bir hareketle kafamdaki kaskı çıkardım. Odanın buz gibi soğuğu bir anda yüzüme çarptı. Biraz daha yaklaştığımda saf beyazdan çok az bir koyulukta bir izin gözün etrafından geçtiğini fark ettim. Şu ana kadar anlamamam ona hiç bu kadar dikkatli bakmamamdan dolayıydı muhtemelen. Gözlerimi kısarak başımı sola yatırdığımda ilmeklerdr bir yanılsama gördğm sandım. Tekrar yakından baktığımda o silik şerit beş parmağın sıralandığı bir eli anımsatıyordu.
Bir an şok olmuş gibi kala kaldım. Havasızlıktan sızlayan ciğerlerim de feryat ediyordu. Ama gerçekten dokumaya üstten değil de eğilerek baktığımda hamsanın etrafını saran bir eli gördüğüme yemin edebilirdim.
Daha fazla direnemeyen vücudum kendini bir anda dışarı attı. Yüzümde soğuk yanıklarının olduğunu hissedebiliyordum. Zuhurun dikkatli bakışlarını önemsemeyecek kadar da kafam karışmıştı. Hızla üzerimi değiştirip, günlüklerin bulunduğu kattan ayrıldım.
Hamsa farklı kültürlerde neyi ifade ediyordu bilmiyorum. Ama kapsamlı bir araştırma yapmak için buradan biran önce çıkmam gerektiğini biliyorum.
Merdivenleri tırmandığımda buranın bir kütüphane olduğu gerçeği yüzüme çarptı. O kadar çok günlüklere takılmıştım ki eski, büyük kütüphaneye hiç dikkatli bakmamıştım.
Halk kütüphanelerindeki raf sistemiyle eski yeni binlerce kitap vardı. Peşimde kuyruk gibi gezinen Zuhur'u görmezden gelip rafların arasında dolanmaya başladım. Bir ansiklopedi, yada sembollerin mitolojik anlamları bile yol gösterebilirdi belki de bana.
Ceduceusu hep Tıbbın sembolü olarak nitelendirmiş, hastalığı ve sağlığı temsil ettiğini düşünmüştüm. Sadece neden asa değilde kılıç diye kafamda bir yere oturtamamıştım. Şimdi yılanlardan birinin beni diğerinin ise Alparslan'ı temsil ettiğine emindim. Kılıç zihinlerimiz arasındaki köprüydü ona çok dolanırsak yara alacağımızı, eğer sarmalamayı bırakırsak da birbirimize yaklaşamayacağımızı anlıyordum. Kılıcı ikimizin arasından tamamen kaldırdığımızda ise bizi ayıran hiç bir şey kalmayacaktı. Bu beni korkutmuyordu asla. Ben ona aklımla değil kalbimle güvenmeyi seçiyordum. Ve bir gün aklımın kontrolünü eline alır ve irademi kullanırsa yine bunu benim için yapacağına zerrelerime kadar inanıyordum.
Ben Alparslan'a CUNTOS isminin de sadece kan için verildiğine şu andan itibaren asla inanmıyordum. Doktor planlı bir intihar sergilemedi. Belki bir şey onu buna mecbur bıraktı. CUNTOS için planları tamamlanmadan ölmek zorunda kaldı. Ben bilinen, aydınlık taraftaydım ama CUNTOS doktorun ölümüyle karanlıkta kaldı.
Alparslan bu hikayede belki de benden bile daha derin bir anlam içeren bilmeceydi. Ama onu bulma isteğim bunların hiç biriyle alakalı değildi. Yalansızca itiraf edebiliyordum kendime. Ben onu, onsuzlukta oluk oluk kan akıtan kalbim için istiyordum. Çığlık çığlığa ona dokunmak isteyen ellerim için, başka her şeye bakarken katran karasına bulanan gözlerimin ızdırabı bitsin diye çabalıyordum.
Ben daha önce de böyle mi hissediyordum? Ben onu uyanıştan öncede bu kadar seviyor muydum? Yoksa kat kat perdenin altına saklanan duygularım, zihnim örtülerini fırlatınca mı her şey bu kadar berrak olmuştu?
Bulunduğumuz katta işime yarayan hiç bir kitaba rastlamayınca üst kata geçtim. Hatta internetin arama motorundan hamsaya ait ne kadar bilgi varsa tarattım. Yapay zekaya bile soracak kadar çaresizlik içindeydim.
Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama yanan ışıklar gecenin üzerimize çöktüğünü gösteriyordu. Zuhur'un sadece on beş dakika yanımdan ayrılması da dikkatimden kaçmamıştı. Adam sayemde tuvalete bile gidemeyecek bir eziyetin içindeydi.
Üst kattaki raflar ve kokunun yoğunluğu çok daha eski kitapların burada muhafaza edildiğini anlamamı sağladı. Tuhaf, naftalini andıran keskin bir koku vardı. Kitapların zarar görmemesi için ilaçlandığını fark ettim. Bir çok eser'in ilk basımlarını gördüğümde dilimi ısırma dürtümü engelleyemedim. Kütüphane kocaman bir serveti taşıyordu resmen.
Rafların arasında dolaşırken G3 bölümünde dikkatimi bir kitap çekti. Farklı zaman dilimlerinden derlenmiş hikayeler var. Elime alıp olduğum yere çöktüm. Sırtımı rafın sertliği rahatsız etse de şu an için hiç önemli değildi. Ceduceusa ait bir çok farklı mana yüklenmiş düzinelerce hikaye vardı. Bir çoğu da mitolojik alıntılardı.
Sayfalar ilerledikçe ceduceusun farklı mitleri beni daha çok içine çekti. Üzerine bir sürü efsane varken bir cümle oldukça dikkatimi çekmişti.
"Tıpkı yılanın doğası gibi. Zehir de şifa da ondadır... "
Defalarca bu cümlenin üstünde gitti geldi gözlerim. Neden bilmiyorum ama bir his beni hep aynı paragrafın başına taşıyordu.
Gün ağarana kadar çıkmadım oradan. Gözlerim kanayacak duruma gelse bile değmişti. İbrani'lerde, Araplar'da, Musevi ve Hristiyan kabileler de hamsa farklı farklı anlamları içeriyordu. Üzerine farklı ritüeller, inançlar, sorumluluklar yüklenen basit bir figürdü halbuki. Sadece bir inanış ortaktı.
Koruyucu ve saklayıcı oluşu...
İşte benin de zihnimdeki sesleri çıldırtan detay burasıydı. Koruyucu ve saklayıcı olan hamsa bana, benim koruyucumu hatırlatıyordu.
Rutini bozmadım. Ortak kullanılan yemek bölümünde beni ayakta tutacak kadar kahvaltı yaptım. Odamda duş alıp, temiz kıyafetler giydim. Veronica'nın saçlarımı tarayıp sımsıkı örmesini sûkunetle bekledim.
"Bana yardım etmen gerek. "
Lastik tokayı saçımın ucuna bağlayan parmakları duraksadı, sonra işine devam etti.
"Ne yapmamı istersen!"
"Günlüklerin yanına girdiğimde kamera sisteminin duraklatılması gerekiyor. İptal edilmemeli yada kayıt durmasın. Her hangi bir anda donsa, çok değil on beş dakika bana yeter."
"Ne planlıyorsun? "
"Camın altına dokunmam lazım. Sadece baktım ama hiç bir dokumaya el sürmedim. Ona dokunmak zorundayım. "
Bir süre ses gelmedi Veronicadan. Sesimdeki eminlikten belki de daha fazla niyetimi sorgulamadı.
"Bu konuda Şahin uzman, bize bir kaç dakika kazandıracaktır. "
Bu canımı sıktı ama. Şahin bir insanın sahip olabileceği en iyi dosttu, en güvenilir askerdi ve en temiz kalplilerden biriydi. Ama neticede birliğin adamıydı da.
"Veronica henüz kimseye bir şey söylemeyi düşünmüyorum. Şahin nedenini sorgulamayacak mı? "
Veronica ardımdan çekilip, yatağa oturmam için yönlendirdi beni. Tarakta kalmış bir kaç saç tutamını özenle topladı. Yüzünde o kadar keskin bir ifade vardı ki ensemde bir ürperti hissettim.
"Sen bana güven. Bana neden tilki diyorlar biliyor musun?"
"Kızıl saçlarından olmadığı kesin. "
Veronica hoş bir kahkaha attı. Ve bana küçümseyici bir bakış yolladı. Zekasıyla övünmek, güzelliğiyle övülmesi kadar zevk veriyordu ona.
Cebinden çıkardığı telefonu gözlerime bakarak tuşladı. Bir kaç çalıştan sonra ses yankılanmıştı dışarı.
"Şahin'ciğim senin faizli borcun günü geldi arabesk kekim."
"..."
"Soru sorma hakkını elinden alıyorum şekerim. Sana çağrı attığım an bildireceğim bölgedeki kameralar görüntüde donacak ama süre akışı devam edecek tamam mı? "
Gözlerimden bakışlarını çekmeden talimatlarını verişi çok havalıydı. İstemsizce keşke şu an Barbaros onu görse dedim. Olduğu yerden etrafına yaydığı o gücün aurası çok hoşuna gidecekti muhtemelen.
"..."
"Soru mu soruyoruz birbirimize artık! Ben sana soru sormamıştım Şahin'ciğim. Aynı nezaketi bekliyorum senden!"
Kaşları bir an çatılsa da kısa sürede düzelmiş, o ürperten bakışlar geri dönmüştü.
"İngilizlerin sevdiğim bir atasözü vardır Şahinciğim. Erken kalkan kuş solucanı kapar. Bugünkü solucan benim ama belki yarın senin avlamana müsaade ederim."
"..."
"Aynen öyle, birbirimizi kollamalıyız tatlım. Ayrıca senin karizmanın karşısında Hakan'ın bir hiç olduğunu söylemiş miydim? "
"..."
"Tabiki bunu onun yanında da söyleyeceğim. Çağrımı bekle Şahin! Unutmadan, hafızandan konuşmamızı ve eylemini sil canım. O zeka bize lazım, böyle gereksiz detaylarla belleğini doldurmayalım. "
Telefonu kapattığında sol gözünü kırparak tebessüm etti. Veronica'nın desteği çok iyi gelmişti bana. Hiç nedenini sorgulamadan yanımda oluşu nasıl kıymetliydi benim için. Benim ikinci annem,adı ilk kirlenip Birliğin tepkisini toplamayı zerre umursamıyordu. İlk gözden çıkarılacak olan kişi olduğunu biliyordu üstelik.
"Ne dedin ona?"
"Birbirimizin ardını kollamamız gerektiğini hatırlattım?"
"Gerçekten sır tutar mı? Onu çok seviyorum ama senin kadar tanımıyorum Veronica."
Şefkatle uzandı ellerime ve sıkıca kavradı.
"Biz birbirimize ihanet etmeyiz Şifa. Birliğe gerçekten çok bağlıyız, inan gözümü kırpmadan ölebilirim onlar için. Ama aynı zamanda Dua ve Serdarın geride bıraktığı, birbirine sığındıklarıyız. Birbirimizin sırtından vurmayız."
Bu söylediği göğsümde bir ağrıya neden oldu. Bazen içten içe neden kendilerine bir aile kurmadılar diye sorgulardım. Kurdukları aile hiç bir kan bağının yapamayacağı kadar güçlüydü, şu an o kadar net idrak ettim ki bunu. Bu zamana kadar fark edemeyişim utandırdı beni.
Zaman geçip akşam saatleri geldiğinde Zuhur'u atlatmamda Veronica yardım etti. Kıyafetleri hızla giyip içeri girmeden Veronica'ya çağrı bıraktım. En fazla iki dakikadan sonra karşı çağrısı gelince hızla içeri girdim. Hiç bir yere bakma gereksinimi duymadan 8.dokumanın bulunduğu kısma ilerledim.
Her dokuma düz bir masanın cam bölmesi arasında yer alsa da her biri birbirinden yine bir cam sayesinde ayrışmıştı. Öndeki çıkıntıyı geriye doğru sürüklediğimde kızak gibi geriye doğru kaymıştı cam. İstemsizce nefesimi tuttum. Eldivenli parmaklarım dokunsa da hissedemiyordu. Gözü çevreleyen iplerin üzerinde bir arayışa girdim.
"Neyi koruyup, saklıyorsun sen? "
Az bir zamanımın olması hızlı hareket etmeme neden oluyordu. Eli simgelediğini düşündüşüm ip, tahmin ettiğim gibi dokumanın bir parçası değildi. Sonradan iğne yardımıyla ince bir şerit gibi dokumanın üzerinden geçmişti. Çok fazla temas etmemeye özen göstererek ipin üzerinden parmağımla geçtim. Gözü çevreleyen bir eli anımsatıyordu gerçektende. Dokumayı dikkatle ters çevirdiğimde diğer yüzde, elin işaret parmağını oluşturan kısıma denk gelen minicik bir düğüm vardı.
Düğümü yakalayıp sadece bakmayı düşünüyordum aslında ama düğümü tutmamla ipin zincir gibi sökülmeye başlaması aynı anda gerçekleşti. Kalbim çok daha hızlı atmaya başladı. Uykudaki devâm sıçramış bir bebek gibi hızla boynumun altında hareketlenmeye başladı. Benim heyecanım onu da etkiliyordu.
İp tamamen çekilip öylece elimde kalmıştı. Panik çok güçlüydü, verdiğim zararı nasıl açıklayacağımı düşünmek daha da çıkmazda hissettiriyordu beni.
Geri çevirdiğim dokumayla hamsa sembolünün tam ortasındaki gözün irisi dokumadan ayrılmıştı. Ama beni şoka sokan bu değildi. Gözlerimi yerinden fırlatan detay irisin altında don bir halde duran ampuldü.
Yirmi dört yaşımın bana öğrettiği en kesin bilgiye güvenerek söyleyebilirim ki bu ampulün on sekiz tanesiyle daha önce çok acılı bir şekilde tanışmıştım.
Ellerim titriyordu. O kadar şiddetliydi ki titreme ona bir kaç saniye uzanamadım.
Parmaklarımın arasında kırmaktan korkarak tuttuğum bu ampul eksik dozu tamamlayacak olan 18.Bileşendi. Hâlâ oksijen eksikliğim yoktu ama havasızlıktan boğuluyormuşum gibi inledim.
Şaşırmayı sonraya saklayıp dokumayı eski haline getirdim. Dokumadan ayrılmış olan irisi de eski yerine bıraktım. Benden başka bir kişi onlara yaklaşacak olsa irisin ayrıldığını hemen fark ederdi. Camı geri kaydırarak kapattım. Benden başka kimse girmiyordu buraya. Kameralar bu kadar yakını net çekemezdi. Bu konu da şansıma güvenmekten başka çarem kalmıyordu. En azından Alparslan'ı bulana kadar fark edilmese yeterdi.
Hızlı hareketlerle üzerimi çıkardım. Bölmedeyken ne kadar fark etmesem de üşüyordum orda. Odama geçtiğimde battaniyeme sarılma isteğim çok baskın oluyordu. Avucumun arasında sakladığım ampulle odama koştum. Bacaklarım bile heyecandan titrerken seri hareket etmek o kadar zordu ki.
Veronica beni bekliyordu.
Sağa sola yürüyüp, ellerini ovuştururken beni görmesiyle derin bir soluk alması aynı anda gerçekleşti.
"Veronica öyle bir şey buldum ki delireceksin. "
Parmaklarımın arasına kıstırdığım ampule bakarken hiç bir şey anlamadığını görebiliyordum. Ama zamanımız çok azdı, ampul çözülmeye başlamıştı ve benim biran önce tamamlanmamış olan bileşeni vücuduma zerk etmem gerekiyordu.
Çok büyük bir kumar oynadığımın farkındaydım. Belki de çok yanlış bir şey yapıyordum ama başka çarem kalmamıştı. Benim şu anda kendime bile faydam dokunmazken koskoca Birliğe yardım etmemi kimse bekleyemezdi benden.
Bağı tamamlayan dozu doktor günlüklerin içerisine bile isteye bıraktıysa bu kadarı sadece ben verirdim. Bana sorduğu gibi kılıcı ortadan kaldıracak, Alparslanla bağımızı kopmaz bir hale dönüştürecek eksik dozun kararı sadece bana ait olabilirdi. Üstelik aklımın derinliklerindeki bir ihtimal de Alparslan'ı biran önce bulmam gerektiğini söylüyordu.
"Elindeki ne?"
"18. bileşen eksik dozmuş Veronica. Bizi birbirimize asıl bağlayan bileşen bana olması gerektiği kadarıyla verilmemiş. Doktor onu hamsanın içine gizlemiş. Günlüklerin dilini çözersem, aklıma birini ortak etme insiyatifini bana bırakmış."
Tedirgince elimdeki ampule bakıyordu.
"Sen... Onu?"
"Veronica bileşeni tamamlamam gerekiyor ama bunu tek başıma yapamayacağımı biliyorsun. Onu en son bileşenin verildiği noktaya enjekte etmeliyiz. "
Söylediğimle gözleri irice açıldı, yüzünde kocaman bir korku vardı artık.
"Sen delirdin mi? Bunu nasıl yapalım?Şifa bileşenleri öylece aşı yapar gibi yapamayız. Onları... Sinir uçları bile önemli noktalara veriliyordu. Her biri farklı farklı noktalara vuruldu."
"Biliyorum, biliyorum! Ama başka çarem mi var? Çözülmek üzere. Donmuş halde muhafaza edildiğine göre uzun süre etkisini koruyamaz, hızlı olmalıyız. On sekizinci bileşenin verildiği nokta olduğundan eminim. Kilit de son bileşen sonrasında kırıldı. Veronica her anımda yanımdaydın. Bunu sen yapacaksın. "
Elimde bir bomba varmış gibi dehşetle ampule bakıyor, iki adımlık gel gitlerle odada dolaşıyordı. Ona kararlı bakan yüzümde küçük bir çatlak bulsa zorlayacaktı muhtemelen ama o yapmasa kendim yapacaktım ve Veronica bunu oldukça net görüyordu.
"Ben nasıl?"
Üzerine doğru iki adım attım. Ona nasıl bakıyordum ki bana ürkmüş bir ifadeyle karşılık veriyordu?
"Bileşenler sonrasındaki döküntülerimin pansumanlarını sen yapıyordun! Korumalardan biri elini kestiğinde dikişini sen attın! Duhanla bile bu konular hakkında şakalaşıyordun. Beni korumak için sadece saldırmayı öpretmediler sana! Bana bir şey olursa hemen mğdehale edecek kadar da eğittiler! Beni aptal yerine koyma sakın, hatırlamadığım tüm geçmişim artık benimle."
Bocalamış bir halde açılıp kapandı ağzı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Neden korktuğunu biliyordum ama gözümü ne kadar kararttığımı Veronica anlamalıydı.
"Benim kaybedecek bir şeyim kalmadı! O yok Veronica! Yok o!!! Sen yapmazsan ben yaparım!"
Ve sanırım ikna olması için bu yetmişti ona. Pes ederek omuzlarını düşürdü.
"Tanrım! Önce seni sonra kendimi öldürmek zorunda kalmam umarım. En son raporunu kontrol etmeliyim. Hangi sinir uçlarına giriş yapılmış bilmiyorum. "
"Acele et! "
"Duhan'ın güvenerek verdiği şifresini giriş için kullanacağım. Umarım sisteme girdiğim ona bildirim olarak gitmez."
"Gideceğini biliyorsun... "
"Onu o zaman düşüneceğim. Bilgisayarını ver. "
Benim yüzünden ne kadar çok kural ihlali yaptığını görüyordum ve vicdanım hiç rahat değildi. Ama delirmek üzereydim artık. Alparslanın yokluğunda çıldırmış gibiydim.
Birliğin raporlarına erişime Duhan'ın da girebildiğini bilmiyordum. Tüm hayatım boyunca hiç yapmadığım ihanetleri bir bir sıralıyordum resmen.
Veronica konsantre olmuş bir şekilde bilgisayarımı Duhan'ın kişisel bilgisayarına bağladı. Şifreyi de girdiğinde doğumumdan itibaren yapılmış olan tüm tahlillerim ortaya dökülmüş oldu. Arınmada geçirdiğim zaman, saatine kadar not düşülmüştü.
"Süre ayarı var. Üç dakika içinde otomatik olarak atacak bizi sistemden. Bileşen raporlarına dair bir yazı görebiliyor musun? "
"341 adlı dosyayı dene. Projedeki DNA sayısı değil mi? "
Cevap vermeden dosyaya girdi. Doğru tahmindi. Ama oldukça sıkıntılı bir durum vardı. Bileşen sonucu tutulan gözlem raporlarıydı bunlar. 18'e tıkladığında Güneş'in damgası vardı dosyanın içinde. Süre bitmek üzereyken Veronica ekrana tırnağının ucuyla vurmaya başladı. 'İşte buradasın' diye mırıldandığını duydum sadece.
"Hadi çabuk olmalıyız. "
Cümlesi bitmeden telefonu çalmaya başladı. Ekrana baktığında sıkıntıyla kapanan gözleri kimin aradığını tahmin etmeme yardımcı olmuştu. Duhan'a bildirim gitmişti. Bu sorunla sonra uğraşmaya karar verip odadan çıktık.
Umut karmaşık bir labirenti andırıyordu. Hangi yol, hangi binaya çıkıyor gerçi ezberleyecek zamanım hiç olmamıştı. Veronica'nın kolumdan tutarak yürümesine uyum sağladım. Saat gece on biri geçmişti ve sadece nöbet için bulunan askerler görünüyordu etrafta. Dikkat çekmek istemiyordum ama bu pek mümkün değildi.
Daha ne olduğunu anlayamadan Veronica bana döndü ve sağ ayağını kırarak yukarı kaldırdı. Kalın topuğuna hareket ettirip içinden küçük bir çakı çıkardı. Yapma dememe kalmadan kolunun üst tarafına uzun bir kesit attı. Dilim tutulmuştu.
Ne yaptığını soramadan ardını döndü ve aynı saniyede iki asker karşımıza dikildi.
"Görünmez kaza beyler, doktorla görüştüm. Labaratuvardaymış, dikiş için yanına gidiyoruz."
"Bize bilgi gelmedi. "
"Farkında mısın bilmiyorum ama kan kaybediyorum ve bana zaman kaybettiriyorsunuz. Başım dönmeye başladı. "
Oyununa uyum sağlamaya çalıştım.
"Çekilin önümüzden, bu yaptığınızı raporlayacağım! "
İki asker de bana bakıp geri adım atmışlardı. Benim adıma uyarı aldıklarını Zuhur söylemişti ve şu ara insanları kullanmak hobim gibi bir şey olmuştu.
Hızlı adımlarla laboratuvar binasına girdik.
"Sen ruh hastası, çok tehlikeli bir şeysin!"
"Evet evet biliyorum, çok hayransın bana. "
Mırıltıyla konuşup, peşinden sürüklemeye devam etti beni.
Oldukça soğuk bir odaya soktuğun da odanın içerisinin bir ameliyathane gibi düzenlendiğini gördüm.
Bir anda belimden tutup üzerimdeki kazağı çıkardı Veronica. Arkasını döndüğünde hala kan akan koluna hızla sargı bezi doladığını fark ettim. Canının yandığına emindim, ama yüzünde azıcık bile acı içeren bir görüntü yoktu.
"Serumu ver! Yüzün boşluğa gelecek şekilde yat sedyeye. Bunu yaptığıma inanamıyorum. "
Dediğini yaptım ve baş kısmında yuvarlak bir boşluk olan sedyeye yüzüm gelecek şekilde uzandım. Kalbim hızdan çatlayacak gibiydi. Yaptığımız şeyden azıcık bile emin değildim. Çok korkuyordum ama zamanımız yoktu.
Veronica'nın fısıltıyla dua ettiğini duymasam onun çok rahat olduğunu düşünecektim.
Öyle kendini kaptırmıştı ki Tanrı'yla her pazar kiliseye gideceğine dair pazarlık yaptığının farkında bile değildi.
Elinde gördüğüm gri intraketi görmek beni oldukça gerdi. Travma gibi bir şey olmuştu artık ruhumda. 17 bileşeni bedenimin farklı farklı yerlerine saplanan gri intraket aracılığıyla almıştım. 18.Bileşen istisnaydı. Diğerlerinin aksine canımı hiç yakmamıştı ve ensemdeki varlığını hissetmemiştim bile. Canımı yakan damgalanmaktı...
Enseme değen soğuk parmakları hissettim. Omurgamda baskı uygulayarak bir süre hareket etti. Tırnağının ucunu can yakacak kadar bir noktada sabitledi. Elindeki kanın kokusunu alabiliyordum. Enseme belirlediği noktaya yavaş yavaş giren iğnenin ılık ucunu hissettim. İstemsizce dişlerimi birbirine kenetlemiştim.
"Derin nefesler al, kaslarını serbest bırak. Olabildiğince de hareket etme. Direk enjekte edemem, felç geçirmeni bile sağlayabilir. Seruma karıştırıyorum. Kahretsin hazırlık sürecinde beslenme listen bile değişirken öylece veremem bu şeyi sana. "
"Tamam sorun değil Veronica. Endişelenme, bir şey olmayacak. "
Onu rahatlatmak için olabildiğince sakin konuşmaya çalışıyordum. Devâm delirmiş gibi bedenimin her yerindeydi sanki. Vücudumun her bir karışımda çıldırmış bir hızla dolaşıyordu.
"Umarım dediğin gibi olur, çünkü aksi olursa seni öldürürüm."
İntraketi bantlarla sabitleyip serumu bağladı. Her damlanın bedenime akışını hissettim. Her ihtimali zihnimde canlandırıp kendime eziyet ettim. Burnumdan sızıp yere damlayan kanı izledim. Her damlayı saydım. Uykum gelse de gözlerimi asla kapatmadım. Bir zaman sonra bedenimin ortakçısı sakinleşti. Yorgun bir hâlde ensemde toplanıp, uykuya çekildi. Onun ensemdeki sıcak varlığı biraz daha rahatlattı her bir kasımı.
Görüşümde puslanma başladı bir zaman sonra. Parmaklarım da hissettiğim uyuşukluktan Veronica'ya bahsetmedim. Sadece iki saat bilincimi açık tutup serumun bitmesi için zamanı saydım.
Veronica yan tarafımda bir yerde yere çöküp başını bacaklarıyla gizlemişti. Gözümün kenarıyla sadece bacaklarına dolanmış kollarını görebiliyordum. Dudaklarından bir an bile dua kelimeleri eksilmiyordu. Dudaklarım kıvrıldı istemsizce. Küçük bir çocuk gibi yapacağı iyilikleri ve artık yapmayacağına yemin ettiği günahlarını dinlemek ninni dinlemek gibi geliyordu.
Kan yeri boyamaya devam etti. Benim puslu gözlerim, puslu zihnim uyuştu.
Ne kadar süre geçtiğini bilmediğim bir anda bilincim kapanmaya çok yakındı.
Suyun altındaymış gibi bir hisle ayak seslerini duydum. Ensemde yine soğuk parmaklarını hissettim. Etimden çekip alınan iğnenin varlığını hissettim. Gücümü toparlasam kolunu soracaktım. Çok kanamıştı, keşke söyleyebilseydim.
Bedenimi sarmalayıp kaldırmaya çalıştığı o anda sadece 'arınma' diyebildi güçsüz dudaklarım. Gerisi ise çok dingin bir karanlıktı.
*****
Gözlerimi zorlayarak açtığımda kirpiklerim bir birine yapışmış gibiydi. Gözlerimin içinde bir avuç ateş varmış gibi yanıyordu. Yavaş yavaş bilincim yerine geldiğinde arınma odasında, fanusta olduğumu anladım. Veronica beni buraya nasıl getirmişti acaba?
Parmaklarımı hazneye okuttuktan sonra cam kapak kayarak açıldı. Gücümü toparlayıp doğrulduğumda sızıdan çığlık atacak kadar bir acı ensemde canlandı. Elim istemsizce damgamın üzerine gittiğinde parmaklarımın çok rahat hissettiği bir kabarıklıkla karşılaştım.
Sis zihnimden iyice dağıldığında ve görüşüm netleştiğinde elim hızla iki göğsümün arasını yarmak isteyen kalbime gitti.
Devâm en son onu hatırladığım gibi delirmişti ve sadece büyük bir girdapla kalbimin etrafında dolaşıyordu. Benden çıktığını bile fark edemediğim güçlü bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan.
Parmaklarım etime gömülür gibi daha bir kavradı bağrımı. Hızla atan kalbimin arasındaki o saklı hazinem tekrar eski yerindeydi. Gözümden kayan yaşa inat tekrar bir kahkaha daha doldurdu odayı. Kendi nabzımın bile değerini örten o ritim kaybettiğim yerde beni bekliyordu.
Üstünü örttüğüm o ihtimal yok olmuştu. Ya kaybettiysem tamamen onu dediğim o vahşet bitmişti. Kalbi atıyordu! Benden uzaktaydı ama ne önemi vardı ki onun kalbi benimkiyle beraber atıyordu. Elim bu kez de sanki onu okşar gibi sinemi okşadı.
"Bu sefer ben buldum seni... "
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 51.03k Okunma |
6.36k Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |