@orenda
|
Bizi bu yolda koruyup, kollayacak, aramızdaki bağ ile kuşatacak o kişinin hikayemize dahil olduğu yerdeyiz...
Hikayenin ikinci ana karakteri bu yola nasıl çıktı? Alparslan'ı bulmak Duhan için hiç kolay olmadı...
24.01.2006
Üç gün, üç koca gün hiç bişey yemeden, bir kaç damla suyla bu cehennemde dayanıklılığı test ediliyordu. Nedenini bilmediği bir adanmışlık ve sadakat isteniyordu ondan. Halbuki bıyıkları bile terlememiş, çelimsiz bir oğlan çocuğundan başka bişey değildi ki.
Umursadığı bir durum sayılmazdı esasında hâli. Bir şeylere dirayet göstermesi isteniyorsa ondan iyisini bulamazlardı. Kurumuş dudağı gülümser gibi kıvrıldı. Sahiden de ondan iyisini bulamamışlar mıydı?
Ama nefis güçlü bir düşmandı. Mesela buradan kurtulursa patlayana kadar doyuracaktı midesini. Evet şu an tam olarak bunun hayalini kuruyordu.
Eğer... Ölemiyorsanız bedeniniz yaşamanız için oldukça talepkar isteklerde bulunabiliyordu. Bu düşünce onu gülümsetti. Sonra bir anda kapılar açılmaya başladı, çıkan o iç gıcıklayan ses tüylerini ürpertmişti.
Başını kaldırıp geleni kontrol etti. Bu adamı tanıyordu! Onu hırsızlık yaparken yakalayan, gözlerine uzun uzun bakan ve uzun bir aradan sonra ilk kez ona tiksinmeden dokunan iri yarı bu adamı tanıyordu.
Önce onu doyurmuş, sonra maksadını çözemediği bakışlarla izlemişti. Polise verir korkusuyla sesini çıkarmadan saatlerce ayağını yere sürtüşünü, büyük bir sükunet ile seyretmişti.
"Beni almaya mı geldin?" dedi tarazlanmış, ergenliğin başladığını gösteren ne kalın ne ince sesiyle.
Uzun boyluydu adam. Kaç yaşında emin de değildi ama gençti. Hiç bir cevap vermeden karşısına geçip onun gibi sırtını duvara vererek oturdu ve başladı konuşmaya.
"Dört aydır bu kamptasın hiç sorgulamadın, verilen tüm cezalara ses çıkarmadın, kaçmaya, ağlamaya çalışmadanın. Neden?"
Küçük çocuk tıpkı adamın yaptığı gibi gözlerini dikti ve hiç kırpmadı. Ona ne deniliyorsa yapmasını tavsiye ettikten sonra gelen bu soru çok yersiz değil miydi?
"Koşulsuz itaat ve sonsuz sadakat istiyorum demiştin, istediğini veriyorum sana."
Adam aldığı cevabın on iki yaşında bir çocuktan beklenilmeyecek kadar olgunluk barındırmasına hayret etmişti. Yüzünde zerre kıpırdamayan mimikleri izin verse çocukta görürdü bunu. Bu seçimi yapmak hiç kolay olmamıştı ama artık emindi. O seçebileceği en iyi koruyucuydu.
O minik Şifa için biçilmiş kaftandı.
"Çok mu safsın yoksa çok mu akıllı. Böyle bir teslimiyet, hiç tsaımadığın birine fazla değil mi?"diye yineledi sorusunu.
Çocuk hiç düşünmeden kelimelerini akıl süzgeçinden geçirmeden cevapladı;
"Aylarca su yüzü görmeyen başıma dokundun biraz bile değişmedi yüzün. Benimle pis kokuma rağmen yemek yedin, yanımdan geçenler burnunu tıkar genelde. Polise teslim etmek yerine hiç korkmadan uyumamı sağladın. Baya olmuştu saatler süren uyku görmeyeli. Karşılığında istediğin sadakatim ve hizmetimse al o senin olsun."
"Çok çabuk büyümüşsün..."
Çocuğun solgun yüzü en azından biraz neşelenmişti. Eğer çok fazla insan ve çok fazla acıya şahit olmasaydı esmer yüzündeki bu sevimli ifadeden acıyı görmeyebilirdi.
"Sokaklar... Hızlı büyütür çocuklarını."
Bu cevap bir anlık adamın nefesini kesmişti, elini kaldırdı ve çocuğun omzuna koydu.
"Haklısın. Sokaklar bu konuda oldukça iyi iş çıkarıyormuş. Senden istediğimi bana gerçekten verecek misin?"
Kapkara bir galaksiyi andırıyordu koyu gözleri.
"Bende, benim işime yarayan bir şey yok. Madem sadakat ve itaat istiyorsun senin olabilir!"
Yanına geldiğinden beri ilk kez yüzünde bir ifade belirdi adamın. Verdiği karardan hiç pişmanlık duymayacağını ilk orda anladı.
" Artık sen de ben de tek bir amaç için yaşayacağız.Ya bu yolda yok olacağız yada tek bir nefes solmasın diye yok edeceğiz."
Bunu beklemiyordu işte. Çocuğun kafası karışmıştı "Tek bir nefes" diye kendi kendine mırıldandı.
Adam ayağa kalktı kapıdan çıkmadan önce son cümlelerini kurdu.
"Hazırla kendini küçük kurt! Bu kış çok ayazlı olacak. O yüzden, delice akan bir kana değil buz tutmuş damarlara ihtiyacım var. Kendi buzken ateşiyle kainatı yakan bir cellata ihtiyacım var..."
|
0% |