Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Cerehatı Boşaltılmamış Anılar

@orenda

 

 

 

 

 

 

Sakinlik bir bedene yapılabilecek en güzel iyiliklerden biridir...

 

Stresten arınmış sakin bir vücut bir insanın sahip olabileceği en kıymetli hazinedir aslında. Ama bazılarımız, sakinlik kelimesinin yanından bile geçemiyordu artık.

 

Şifa kum torbasına attığı koordinesiz vuruşlar ve tekmelerden dolayı ne kadar istese de Duhan'ın değil kendi canını yakıyordu. Elini doğru açıyla yumruk yapıp vurmadığı için bilekleri, kum torbasının kendine gelişini kontrol etmeden attığı tekmeler yüzünden de kaval kemiği sızım sızım sızlıyordu.

 

"Sana güvenip dayı diyen ağzıma tüküreyim ben. Dayıymış, domuz demem gerekiyordu! "

 

Bir tekme daha ve bacak kasları dile gelip veryansın etmesi işten bile değildi. Sekiz gün önce yanında göz yaşı döküp, üzüldüğü adam ertesi gün güneşin bile doğmasını beklemeden yuvadan uçup gitmişti. Hırsı gözünü kör ettikçe sinirlerine ve bedenine eziyete devam ediyordu Şifa.

 

"Ben sormam mı bunun hesabını? İt gibi dolaş peşimde, geldiğinde bulabilecek misin beni domuz herif?"

 

Alparslan ise kapıda yarım saattir hem söylenen hem ter atan kızı izliyordu. Öyle sinirliydi ki varlığının farkına varması için ortamı ateşe vermesi bile gerekebilirdi.

 

"Ağzın bu kadar pis miydi senin? Bayağı küfürbaz çıktın peri. "

 

Şifa bir anda duyduğu sesle irkildi. O sırada atmaya çalıştığı side kick bir insana nasıl dönüş yapar,  tekmenin sahibi kendi ayağına nasıl dolanır ve kalçasının üzerine düşer öğrenmiş oldu. Kızgın bakışlarını sürekli bir yerlerden fırlayan adama dikti.

 

"Yine ne istiyorsun? " dedi hayıflanır bir ses tonuyla.

 

"Seni rahatsız mı ediyorum küçük? "

 

Şimdiye kadar rahatsız etmediyse bile kontrol edemediği sinirinin içine dalarak  oldukça rahatsız edilmişti Şifa. Yirmi üç yaşında, 1.68 boyunda bir kadına küçük, minik, ufaklık denilmemesi yazılı bir kural olmalıydı kesinlikle.

 

"Duhan'ın acil gitmesi gerekti, bunu sana daha kaç kere söylemem gerekiyor bilmiyorum ama ciddi bir sorunla uğraşıyor şu an. "

 

Şifa dümdüz, zerre duygu barındırmayan gözlerini, elleri crbinde, omzu pervaza yaslı adamda tuttu.

 

"O sorunun ne olduğunu öğrenmeden, mantıklı bir açıklama dinlemeden, geri kalan detaylar beni ilgilendirmez. Benim gözümde hala korkak bir domuz!"

 

"Bu kadar inatçı olmam ilerde bizi biraz zorlayacak gibi, hadi hayırlısı. "

 

"Zorlarsa beni zorlar, sana ne benden?"

 

"Hmm" diye bir ses çıkardı Alparslan. Düştüğü yerden kalkmamakta kararlı olan kıza doğru yürüyüp, bir süre daha tepeden baktı, sonra oda tam karşısına bacaklarını dolayarak oturdu.

 

"Bu soruna cevabı ilerde vereceğim, şimdi bir şey desem sinirlerimi siken bir laf edersin boşuna gerilmeyelim. "

 

Adamın söylediklerini hiç umursamıyormuş gibi boş bakışlar atmaya devam etti. İmalı konulmayı seven, poz kesmekten kaçınmayan bir serseriye çok bile yüz vermişti.

 

Alparslan başını sağa sola sallayarak gözlerini tavana dikti. Sabır diler bir hali vardı.

 

"Barboros, diplomatik bir kriz çıkarmış, toparlaması zaman alacak gibi. Türkiye'nin adı karışmadan durumu düzeltmeye çalışıyor. "

 

Şifa, duyduklarıyla kaşlarını kaldırmıştı. Ara ara bu ismi duyardı ama cümleler asla uzun olmazdı.

 

" Yine ne yapmış ki? Bir tanışamadım şu adamla, acayip merak ediyorum. "

 

"Tanışırsın yakında, Duhan getirecek yuvaya. "

 

"Ne yapmış söylesene. Sinir oluyorum, bu evdeki herkesin ağzından kerpetenle laf alınıyor resmen! "

 

Bu serzeniş oldukça keyiflendirmişti adamı. Birbirleriyle zaman geçirme fırsatı da bulmuş oldu böylece. Belli etmemek için dişlerini sıkıp dursa da karşısındaki kızın sürekli mesafeli davranışı sol gözünü seğirtiyordu artık.

 

"Kobalt madenlerinde zorla çalıştırılan çocukları ülke dışına kaçırmış. "

 

Şifa şimdi daha çok dikkatini vererek, ne yaptığını bilmeden öne doğru bedenini eğmişti. Alparslanın aradaki mesafenin azalmasından duyduğu keyif, fark etmeden Şifaya da yayılmaya başlamıltı. İkisinin arasındaki duygusal bağı hala kabullenemeyen bünyesi bariyer çekmesine bazen izin vermiyordu.

 

"Ne, nasıl yapmış? "

 

"Çocuklar yedi yaşından bile küçükmüş, para karşılığı, ailelerinden satın alınmışlar. Makinelerin giremediği küçük oyuklara çocukları sokuyormuş haysiyetsiz pezevenkler. Korunmak için hiç bir kıyafet de tedarik etmemişler. Bile bile ölüme gönderiliyorlarmış. Barboros'da -orada ne aradığını sakın sorma, söyleyemem- birkaç tanıdığının desteğiyle Kongo'dan Lagos'a kadar kara yoluyla geçirmeyi başarmış. Ordan yardımla gemiye saklamışlar."

 

"Aman Allah'ım, yakalanabilirdi! Kaç çocuk ki?"

 

"Barbaros yakalanmaz! Birer ay arayla toplam 283 çocuk kaçırmış."

 

"Çok fazla tek seferde de değil,  nasıl fark edilmeden yapmış, deli mi bu adam?"

 

Alparslanı daha da delirten bir detayda Şifanın parmak bastığı bu kısımdı. Dişlerinin gıcırtısı Şifaya kadar ulaştı.

 

"Fark edilmiş zaten ilk partide! Ama duyurmamışlar. Çocukların ara ara ortadan koybolmaları çok da alışılmadık bir şey değilmiş orospu çocukları için. "

 

Bu hiç mantıklı gelmediği için kaşlarını çattı Şifa.

 

"Nasıl önemsememişler? Ellerinden köleleri kaybolmuş, tutuşmaları lazım değil mi?"

 

"Sömürgeci şerefsizler oğlancılık yapıyorlarmış. Ara ara topladıkları çocukları kendileri zaten çıkarıyorlarmış oradan."

 

Duyduklarından sonra gözleri irice açıldı, yüzünü bir dehşet kapladı. "Allah'ım! " diye bir nida döküldü Şifanın dudaklarından. Duydukları korkunçluk ve iğrençliğin bile sınırlarını zorluyordu. Şifa bir çok rezilliğe alışkındı aslında. Ahlak bekçiliği, din alimliği yapan haysiyetsizlerin, kendine on yaşında ki çocukları eş diye aldıklarına tanık olmuştu. Siyasetin parmakla gösterilen, iyi aile babası bakanlarının grup seks videolarını bizzat kendi ifşa etmişti zamanında. Ama çocukları ahlaksızlıklarına bulaştıran bu şerefsizleri eline geçirse sadece parmaklarını kullanarak öldürebilirdi onları.

 

"Hepsini o cehennemden çıkarmış de lütfen."

 

"Cebelitarık'tan geçirmiş buraya kadar sıkıntı yok, Murcia da problem olmuş. Duhan sağ sağlim Monoko'ya teslim edilmeleri için uğraşıyor. Ülkeyle bağlantı kurulmaması için aracıları da susturacak ki kraliyet sinirlenip üzülmesin."

 

"Of ya, biz bir şeyler yapamaz mıyız? Çocuklar ne olacak şimdi?"

 

"Merak etme, koruyucu ailelere dağıtılacak hepsi. Barboros yaş tahtaya basmaz asla. Finansal olarak da iş sahibi olana kadar desteklenecekler."

 

"Onlar kurtuldu, geri de kalanlar ne olacak?"

 

Gözleri dolu dolu bakmıştı Alparslana. Hiç bir günahları yoktu onların. Yeterince beyaz olmamaları sürekli köle olarak kullanılmalarına, istismar edilmelerine, eziyet çekmelerine neden oluyordu.

 

"Başlarındakilerin basiretsizliğini, acizliğini hep masumlar öder. Dünyanın en verimli topraklarına sahipler ama milliyet duyguları yok. Birleşmek ne bilmiyorlar. Önlerine üç kuruş atınca anında her şeyden vazgeçebiliyorlar. Bu da onları en çok kullanılan olmaya itiyor, yapacak bir şey yok."

 

"Ne zaman dönerler biliyor musun?"

 

"Hayır, ülkeye dönene kadar Türk olduklarının anlaşılmasına izin vermezler. Haber almaya çalışmıyoruz biz de zaten, halleder onlar."

 

Boynundan siyah atletinin göğüs kısmına sızan terler iyiden iyiye rahatsız etmeye başlamıştı Şifayı. İşin tuhafı onun rahatsızlığını bilir gibi karşısındaki adam da sık sık boynunu izliyordu. İçine tuhaf bir his yayıldı. Ne olduğunu bile adlandıramazdı ama karnını ağrıtıyordu. Uzaklaşma isteği çok güçlendi. Bir anda ayaklanıp "Çok acıktım, üzerimi değiştirip mutfağa gideceğim" dedi.

 

Hızla merdivenlere yöneldi. Alparslan ardından öylece baktı. Şifanın gündeminin bu kadar hızlı değişmesine alışamayacak gibi hissetti. Dudağının kenarını ısıra ısıra çıkıp gittiği kapıya baktı. Rahatça izlemesine bile izin vermiyor! Sonra başını iki yana sallayıp yerden ağır hareketlerle kaldırdı kendini.  Madem acıkmıştı, hem ona hem kendine bir sandviç yapsa iyi olurdu.

 

Şifa sıcak bir duş alıp üzerini giyinmek için giyinme odasına girdi. Balıkçı yaka krem renkli ince bir triko ve koyu renk dar jeen pantolon giyerek çıktı. Saçlarını açık bıraktı, aksesuar olarak sadece küpe takmanın yeterli olacağını düşündü. Gerçekten çok aç hissediyordu kendini.

 

Mutfağa girdiğinde Alparslan'ın tezgahta bir şeylerle uğraştığını fark etti. Adamın sırtı kapıya dönüktü, tam olarak ne yaptığını da göremiyordu. Bunu neden yaptığını bile bilmeden onu biraz incelemek istedi. Bej renkli kargo bir pantolon ve dirseklerine kadar sıvanmış siyah  kazak, bir erkeğe bu kadar yakışmamalıydı. Uzun boyu, dik duruşu, her hareket ettiğinde sırtında ve kollarında dalgalanan kaslar her kadını dize getirecek türdendi. Şifa düşüncelerinin kaydığı yeri pek beğenmeyince adama doğru yaklaşmaya başladı.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

Alparslan, mutfak kapısında onu izleyen kızın ne zaman yanına geleceğini merak etmeye başlamıştı artık. Onun tarafından bu şekilde izlenmek ve incelenmek hoşuna da gitmişti açıkçası.

 

"Acıktım demedin mi? İkimize yiyecek bir şeyler ayarlıyorum."

 

"İlginçmiş."

 

"İlginç olan ne?"

 

"Sen de böyle şeyler yapacak bir tip yok da."

 

Alparslan kara, kavisli kaşlarını havaya kaldırmış, eğlenen bir bakış atmıştı Şifaya.

 

"Nasıl bir tipim varmış benim?"

 

"Aristokrat tarzı diyelim."

 

O çok daha farklı şeyler beklerken duyduğu benzetme küfür gibi bir rtki oluşturdu üzerinde.

 

"Yuh daha neler! Sokak çocuğuyum kızım ben, aristokrat ne? Burdan sonra anama bacıma söv istersen."

 

Şifa umursamaz bir tutumla omuzlarını silkti. Tekrar tezgahta, neler yaptığına göz atıp Alparslana baktı.

 

"Kızdırırsan sövebilirim, çekineceğimi düşünmüyorum."

 

Bu adamın mutfağı dolduran bir kahkaha atmasına neden olmuştu. Dalgacı bir ses tonu kullansa da adı gibi biliyordu, damarına basarsa dediğini yapmaktan çekinmeyecekti Şifa.

 

Hazırladıklarını mutfağın ortasında ki ada tezgaha bıraktı ve buzdolabına doğru adımladı. Eline aldığı meyve suyu ve ayran kutularını kıza gösterdi. Şifa "ayran" dedi.

 

Alparslan elindekileri bırakmadan Şifanın arkasında durdu bir süre. Burnunu  saçlarına yaklaştırdı, fısıltıyla "Bebek şampuanı kullanıyorsun" dedi.

 

Şifa engel olamadığı bir şekilde adama çekiliyordu. Bu aralarında olan, adlandıramadığı bağdan sebep mi yoksa Alparslanın sınır tanımaz yanı mı etkiliyor bilmiyordu. Arkasında sıcaklığını hissetmek, nefesinin saçlarına dokunması karnında kasılmalara neden oluyordu. Cevap verecek kadar güvenmiyordu sesine.

 

Alparslan da bir cevap beklemiyordu zaten. Olduğu yerden henüz ayrılmaya hazır değildi. Anın tadını hissetmek için tüm duyularını bir kaç sabtim uzağındaki kıza kilitledi.

 

"Teninle birleşince büyüleyici bir esans oluşmuş. Akla zararsın kızım sen..."

 

Şifa tırnaklarını avuç içlerine olabildiğine batırdı. Şu anda farklı bir duyguya odaklanmalıydı. Acı en keskini en koruyucu olanıydı onun için. Adamın dudaklarından dökülen bu pervasız cümleler ona çok şiddetli çarpıyordu, adam bunu anlamıyor muydu? Bilmediği dehlizlere neden itiyordu ki onu? Düpedüz benliğine saldırıyor, asla karşı koyabileceği bir hal bırakmıyordu Şifada. Üstelik kendi kokusunun farkında mıydı acaba? Baskın ton kahveyken orta notalarından gelen çikolata kokusu öyle sıcak, öyle bağımlılık yaratan bir etki bırakıyordu ki üzerinde, burnunu kokunun kaynağını bulup orada dolaştırmak, ciğerleri doyana kadar orada kalmak istiyordu.

 

Şifa silkelendi, kendine gelmeliydi. Bu tür hisler tehlikeliydi, bilinmeyen hep tehlikeli olurdu zaten! Şifa bu adamı bilmiyordu. Aklına sızabilecek kadar enteresan, yıllardır beraberlermiş gibi sınırsızlığı olan bu adama öylece kapılamazdı.  Söylediklerini hiç duymamış gibi elindeki ayrana uzandı hemen.

 

Adam kızın içinden kendi benliğine sızan karmaşayı yudum yudum içti. Aslında hak da veriyordu ona. Sabırsız yanı kabul görmek, yok sayılmamak istiyordu. Olacaktı, sadece biraz zamana ihtiyacı vardı...

 

Sessiz bir süre yiyeceklerini yediler. Alparslan "Duhan adına katılmamız gereken bir davet var" diye sessizliğe bir son verdi.

 

Şifa dönem dönem küçük de olan organizasyonlara katılıyor, ona verilen görevi yerine getirip mekanı terk ediyordu. Bu isteği yadırgamadı.

 

"Nasıl bir şeye katılıyoruz?"

 

"Kişiye özel teknoloji fuarı gibi düşün. Sınırlı sayıda misafir kabul ediyorlar ve hayata geçirmek istedikleri projelerini sunup, sponsor arıyorlar."

 

Şifa sağ omzuna doğru başını yatırdı ve adama bakmaya başladı. Bir şeyler düşündüğü ortadaydı.

 

"Tabi bu paravan, asıl amaçlarını söyle sen. "

 

Alparslan esefle başını salladı "Sen, bana eşlik et sadece, gerisini ben hallederim." Diye mırıldandı.

 

Şifa ise hiç hoşlanmadı süs bebeği niyetine taşınılacağını duymaktan. Kaşları çatılıp, karşısındaki adama kilitlendi yeşilleri.

 

"Yok öyle bir dünya, konu mankenliği tarzım değil! Ne olduğunu söyle yorma beni."

 

Alparslan tabiî ki böyle bir şeyi kabullenmeyeceğini biliyordu. Sadece şansını denemek istemişti.

 

"Birini kimseye belli etmeden alıp çıkmamız gerekiyor, sıfır sesle" diye bir uyarıda bulundu.

 

"Ayrıntıya ihtiyacım var."

 

"Sağlık sektöründe kullanılmak üzere üretilmiş bir cihaz tanıtılacak. Şimdiden zenginlikleri göz dolduran dört adamın ilgilerini üzerlerine çektiler. Cihaz tanıtıldığı kadar masum ve iyi niyet beslemiyor, tabi bu şekilde bir tanıtım yapılmıyor. Ama azıcık zekası olan ne amaçlarla kullanılabileceğini hesaplar. Mühendisini alıp çıkmamız lazım."

 

"Tanınıyor musun oradakilerden her hangi biri tarafından?"

 

Şifanın zihnindeki çarkların hareket etmeye başladığını çatılan kaşlarıyla bile anlayabiliyordu.

Alparslan, Şifanın planlama yapmaya, analize geçtiğini fark edince iç çekti. 8nu karıltırmak istemezdi aslında ama Duhan bile isteye ismini zikretmişti.

 

Sonra kara gözleri, düşünürken tezgahı izleyen yüzünü taradı. Şifa'nın kendine has bir programlama yeteneği vardı. Daha önce ona verilen görevlerin ayrıntılı raporlarını okumuştu. Kimsenin dikkat etmediği ayrıntıları irdeler, her ihtimali düşünüp adım atardı.

 

"Hepsi tarafından olmasa da Sicilya'da söz sahibi olan bir babanın oğlu da orada olacak, onun tarafından iyi tanınıyorum."

 

"O zaman seninle bağlantı kurmaları kolay olur. Peşine düşmeleri yada seçenekler arasında isminin olması ihtimalini elemeliyiz."

 

"Adamı alsak gerisi önemli değil. Benim aldığımı bilmemeleri çok da sikimde değil."

 

Şifa umursamazlığına dik dik baktı. Böyle kolayca bir mühendisi, öyle bir yerden çıkaramazlardı.

 

"O tür organizasyonlar üst düzey güvenlik gerektirir. Elimizi kolumuzu sallayarak adamla çıkamayız ama adamın kendi ayaklarıyla çıkıp gelmesini sağlayabiliz."

 

Yüzünde sinsi bir gülümseme oluşmuştu. Kafasında her şeyi yerli yerine oturttuğu ve yaşayacağı eğlence için heyecanlı yaramaz bir çocuk bakışı vardı.

 

Alparslan, bu haylaz parıltıların köpeği olabilirdi. Gözlerinin irisi, yeşilin her türlü tonunu muhafaza ediyordu kendinde. Katiyen maviden, sarıdan yada kahverenginden parçalara yer vermemişti. Göz bebeğinin siyahını hafif açık bir yeşil sararken daha geniş alanı zehir kadar koyu hareler ışıldatıyordu. İsimlendirmeye çalışsa, ne zümrüt yeşili denirdi bu renge ne de yosun yeşili. Dünya böyle güzel bir rengin böylesi bir tonunu kendinde muhafaza edemezdi kesinlikle. Bu olsa olsa cennetten kopup gözlerine saklanmış eşsiz bir serap olmalıydı.

 

"Bir planın var?"

 

Bu bir cümle gibi görünse de aslında soruydu.

 

"Sadece iki dakika adamla baş başa kalsam yeter. Beraber hiç görünmesem sıfır sıkıntı. Sonra kendi gelecek bize."

 

Alparslan'ın aklına gelen ihtimallerle sinirleri gerilmeye başlamıştı. İçinde hızlı bir ateş yandı. Öfke kendinden sızıp, Şifanın kıyılarını da zorlamaya başladı.

 

"Bu bir bal tuzağı değil, canımı sıkma benim! Ben de ciddi ciddi bir şey diyeceksin diye bekliyorum! Herifi baştan çıkarıp randevulaşacaksın, bende gavat gibi salonda salınarak yürüyeceğim! Gelmiyorsun sen otur oturduğun yerde!"

 

Bir başkası böyle bir şey dese buna çok pişman olurdu aslında. Ama nedensizce huysuz bir çocuk gibi öfkesini çok hızlı yansıtan adam beredeyse onu güldürecekti. Bir de karnındaki öfke kıvılcımları, kıskançlık esintileri eğlendiriyordu onu. Alparlan çok tuhaf bir adamdı. Tuhaflığını saklama çabasına girmiyor oluşu daha da tuhaf kılıyordu onu

 

"Yahu ne bal tuzağı, önce bir dinle. Ayrıca bende görüntüsüne tahammül edemediğim adamlarla fingirdeşecek mide yok. Sakin olursan sende seveceksin planımı. Elimde işimize yarayacak çok güzel bir ilaç var. Adamın yanından geçerken bile eline bulaştırsam yeter bana."

 

Şifanın uysal sesiyle ve sözleriyle durulup daha dikkatli baktı suyuna gitmek için masum masum konuşan kıza.

Alparslan biraz sakinleşmişti bu açıklamayla.

 

"Nasıl bir ilaçmış o?"

 

"Kısa süreli beynin kontrol merkezini yönetme imkanı veriyor bize. Derisinin gözeneklerinden girse yeterli, seksen beşinci saniyede beyninin yönetimini bana bırakacak. Telefonunu yönlendirme gibi düşün."

 

"Yönlendirmeyi nasıl yapacaksın?"

 

"Bu yüzden iki dakikaya ihtiyacım var kimsenin görmediği bir anda adama salonu terk etmesini ve vereceğim adreste beklemesini söyleyeceğim. Herkes yalnız ve oldukça dinç ortamdan ayrıldığını gördüğünde kimseyi sorumlu tutamazlar. Direk sponsorları veya projeyle ilgilenenleri suçlu görüp, onların peşine düşerler. Bizde biraz gezinir sonra çıkarız."

 

Böyle de açıklayınca oldukça mantıklı görünüyordu. Gözlerini kısıp, emin olmak istediği detayı tekrarladı.

 

"Herife yaklaşmayacaksın!"

 

"Nasıl ya? Kucağına atlamadan nasıl duracağım ben?"

 

Sesi Oldukça sinirli çıkmıştı Şifanın. Adamın onu inceden inceye uyarması hoşuna gitmemişti. Şifa, onunla flört etmeye çalışan erkeklerle aynı ortamda bulunmuştu zaman zaman ama hiç ilgisini çeken biriyle karşılaşmamıştı. Ona göre onunla flörtleşen erkekler ya çok uzun ya çok kısa olurdu. Çok güleni, aşırı somurtanı, parmaklarının üzeri kıllı olanı, bakışları irite edeni. Liste böyle uzar giderdi. Asla tam olarak ilgisini çeken biriyle tanışmamıştı, mutlaka rahatsız hissetmesine neden olan bir özellik bulurdu. Veronica buna kibirinin sebep olduğunu söylerdi. İçten içe kimseyi kendine layık görmüyorsun diye de güzelce lafları giydirirdi. Şifa da bazı zamanlar böyle düşünmüştü aslında. Ne istediğini bilmiyordu ama karşılaştıkları istediği değildi, bunu çok iyi biliyordu.

 

"Sen ne düşünüyorsun umurumda bile değil ama erkeklerle yakın temas da olmaktan pek de haz etmiyorum! Çok yaklaşmam gerektiğinde, muhtemelen çok acı çekiyor olurlar. O yüzden sende ayağını denk al bence, çok fazla etrafımda dolanmaya başladın! Canın yanmasın kurtçuk."

 

Yarısını yediği sandviçini tezgaha bırakıp hışımla mutfağı terk etmişti. Alparslan kızın sinirini de verdiği cevabı da keyifle izledi.

 

"Yanarken yakmayanı tüm cümle alem siksin ulan! " dedi zevk alırcasına. Şifanın yarısı kalmış sandviçini alıp yemeye devam etti.

 

Şifa ne kadar Alparslan'a sinirli görünse de içinde başını göstermeye utanan bir kısmı, kıskanılmaktan hoşlanmıştı. Belki de gerçekten Veronica haklıydı ve o kibirli bir kadındı. Kibirli kadınlar Alparslan forsunda bir adam tarafından kıskanılmaktan hoşlanırdı çünkü.

 

Bütün gün Veronica'yı hiç görmediğini fark etti o an. Odasında olabileceğini düşünüp oraya doğru adımladı. Kapısını tıklatıp sesini duyunca içeri girdi.

 

Veronica üzerinde beyaz bir sabahlık, yüzünde yeşil bir maske ile bilgisayar başında parmaklarını hızla hareket ettiriyordu.

 

"Bütün gün nerdesin, çıkmadın buradan?"

 

Veronica anlık bilgisayarından başını kaldırmış ama işine devam etmişti. Bu arada Şifaya takılmayı ihmal etmedi.

 

"Minnoş sırtlanım beni mi merak ettin sen?"

 

"Sana işim düştü diyelim."

 

Bu dikkatini çekti işte. Bilgisayarı kenara bırakıp, maske yüzünden hareketsiz kalan yüzünü Şifaya çevirdi.

 

"Ne gibi bir iş?"

 

"SERCQ22 'ye ihtiyacım var."

 

Bunu söylerken biraz mahcup hissetmişti aslında Şifa. Sadece ihtiyacı olduğunda kadının yanına geliyormuş gibi görünüyordu tamda şu anda. Aslında gerçekten Veronica'yı merak ediyordu, birkaç gündür  alışılmışın dışında davranıyordu. Eski pervasız patavatsızlıkları yoktu mesela. Onunla uğraşırken bile eskisi kadar eğlenerek değil de bir şeyleri geçiştirmek için yapılan zorlama şakalardı. Şifa yıllarını geçirdiği kadının her hareketini bilirdi ama bu halleri ona da farklı geliyordu.

 

Veronicanın dudakları aralanmıl, kaşları zorlada yukarı kalkmıştı.

 

"Beynimi ele geçirip bir şeyler yaptıracaksın ve üstelik suç aletini bile benim üzerimden sağlayacakson öyle mi?. Küfür etsen daha az hakarete uğramış gibi hissederim kendimi."

 

"Off Veronica, senin için istesem ruhun bile duymaz. Bize lazım, yorma beni halledebilir misin söyle sen."

 

"Biz derken tam olarak kim acaba?"

 

Şifa sorulan soru sanki çok absürtmüş gibi gözlerini devirdi. "Alparslan'la ben işte, yoruyorsun adamı" dedi.

 

Kadın ince sesini parlatan hoş bir kahkaha attı.

 

"Siz ne ara biz oldunuz minimal sırtlanım? Hiç de çaktırmıyorsun, ne ayıp oysaki ben senin en yakın arkadaşınım değil mi ama? " diyerek göz kırptı.

 

Şifa bir anda böyle tuhaf bir soruyla karşı karşıya kalacağını düşünmemişti. Aslında "Biz" derken öyle normalmiş gibi gelmişti ki bu rahatlığının kendide yeni farkına varıyordu. Gerçekten ne ara Alparslan'la aynı cümlede "Biz" olarak adlandırıyordu kendini? Ne ara bu adamla tek bir özneyi paylaşabiliyordu. Sinsi bir ürperti gezindi teninde, rahatsız edici, onu kıskaca alan bir dürtüydü bu. Alparslan'ın adından başka hiçbir şeyi bilmiyordu ama adamı içinde hissediyordu. Şu ana kadar neredeydi zerre fikri yoktu ama onları bağlayan güç sanki hep yanı başındaymış gibi benimsemesini sağlıyordu.

 

Bağ onu endişelendiriyordu. Mesela beynini delen tek kelimelik cümleleri onu yerle yeksan edebiliyordu. Bunu nasıl yapabildiğini henüz anlamamıştı. Acaba kendi de böyle bir şey yapabilir miydi? Ne kadar ileri gidebilirlerdi, sınırları nerde başlayıp nerde bitiyordu ?

 

Milyonlarca soru filizlendi ve bu soruları adama sorabileceği uygun anı nasıl yakalayacağını düşündü. Şu mühendisi kaldırdıkları andan sonra bunun için bol bol vakti olacaktı. Biri artık ona içinde nasıl başka birinin hislerini taşıyabiliyor açıklamalıydı. Görünen o ki bağın diğer sahibinden başka kimse bunu Şifaya vermezdi.

 

Kadının hala ondan bir cevap beklediğini gördüğünde kendi düşüncelerinde kaybolup Veronicanın varlığını bile unuttuğunu anladı. Geçiştirircesine ellerini salladı.

 

"Konumuz bu değil. Üstelik sadece bu konuda değil, birde elbise konusunda da senden yardım almam gerekiyor. Uygun bir kıyafet ayarlamalıyız, ama Allah'ını seversen kıçım başım donmasın sana güveniyorum."

 

Veronicanın altın rengi gözleri parladı. En sevdiği oyuncağa kavuşmuş kadar sevinçle olduğu yerden fırladı.

 

"Merak etme bebeğim, bir kuğu nasıl olurmuş onlara göstereceğiz. Gözleri gerçek bir kadın görsün zavallıcıkların. Kızılay dağıtmış gibi birbirinin aynı, yapma kadın görmekten iflahı üzülmüştür kart horozların."

 

Şifa gülümsedi, Veronikayı bekli de böyle diye çok seviyordu. Onu rahatsız hissettiren bir konu olduğunu hissettiği anda olay mahallinden anında uzaklaştırır, tamamen farklı bir eğlenceyle, ortamı değiştirirdi.

 

"İlaç işini ne yapacağız? Acil lazım."

 

"Hallederim ben takma sen kafana. Yarın akşamdan önce elimizde olur ama kendine değdirmeden nasıl bulaştıracaksın bunu düşünmeliyiz."

 

"Kıyafette eldiven detayı kullanabiliriz. Eldivenin altına silikon parmaklıklar da kullanırsam, bana değmeden  hallederim. Sadece tanışırken elimi sıksa tamamdır. Ama ondan sonra adamı bir yerde kıstırmam lazım komutları verebilmek için."

 

"Halledersin sen yeşil kasırgam. Şu elbise, Alparslan'ı azıcık delirtsin mi Şifa? N'olur nasıl tepki verecek? Kıskandıralım mı kara çocuğu hı?"

 

Şimdi gülse kesin dalga geçerdi. Gülmese, karşısındaki tip öyle komik görünüyordu ki yanak kaslarını kontrol etmek çok zorluyordu Şifayı.

 

"Eğlence arıyorsun değil mi kendine, neden kıskanacak ayrıca o beni? "

 

"Pek saf da sayılmazsın ama alıklık var biraz. İnanıyorum ben geçecek oda, az kaldı."

 

"Veronica yüz göz mü olacağız? İşimiz var diyorum sana, ne seçersen seç elbiseyi de karışmıyorum ben."

 

Veronica elinin tekini beline atmış, baştan aşağı Şifayı süzmüştü.

 

"Hmm...Bakalım kıskanacak mı deme şeklin bu sanırım. Neyse ki aşırı akıllıyım da alt metinleri çok hızlı geçse bile okuyabiliyorum. O iş bende. Toplantıdan zaten haberim vardı. Kokteyl havasında olacak şekerim. İnsanlar eğlenirken azıcık da işle ilgileniyormuş imajı çizme dertleri kodamanların. Yine milletin ağzına sıçacak neleri peşkeş çekecekler bakalım."

 

Şifa kaşlarını çatıp kadına baktı. Veronica böyle toplantı, eğlence adı altında türlü iğrençliklerin döndüğü çok ortama girmek zorunda kalmıştı. Orda bulunan herkesin mükemmel ötesi hayatları, iyilik timsali imajları neleri saklıyordu kendi karı ve kocaları bile bilmiyordu çoğunun.

 

"Şifa , Duhan bahsetmişti az çok. Senin dahil olacağını bilmiyordum ama. Öyle bir adamı çok fazla orda tutmazlar ve asla yalnız bırakmazlar. Sunumunu yapıp biran önce oradan çıkarmak isteyeceklerdir. Sen adamı kendi ayaklarıyla getirmeyi planlıyorsun ama olmaz o iş. Yalnız tuvalete gidemez o adam."

 

Şifa bu işi küçümsediğini kadınla konuşunca anladı. Veronica haklıydı, bu kadar önemli bir projenin mimarı tek başına elini kolunu sallaya sallaya oradan çıkamazdı. Ayrıntılı düşünmeli daha mantıklı hareket etmeliydiler. Alparslan'la bu konu hakkında daha derin bir konuşma yapsalar çok daha iyi olacağını düşündü.

 

Bütün gece planlarının her olasılığını değerlendirdiler. Adamı sessizce alamayacaklarını kabullendikten sonra daha farklı ihtimaller oluşturdular. Alparslan iki saat uyuduktan sonra yuvadan ayrıldı. En nefret ettiği prosedürlerden birini gerçekleştirmesi gerekiyordu şu anda. Birliğin en katı kurallarından biri beklide, gidilecek görev öncesi ve sonrası brifinglerdi. Görevin önemli yada basit olması bu durumda taviz vermelerine ne yazık ki olanak tanımıyordu. Duhan'ın burada olmaması da sıkıntı olmuştu. Alparslan saha adamıydı, bu tür düzenlemeler Duhan'ın halledeceği şeylerdi onun için.

 

Şifa davet saati yaklaşırken hazırlıklarını tamamlamıştı. Veronica'nın onun için seçtiği elbiseyi fazla bulsa da elbise enfes bir parçaydı. Ekru rengi kıyafetin teninde bıraktığı hisse bayılmıştı. Kasıklarının bir parça altında başlayan yırtmaç sol bacağını tamamen ortaya seriyordu.Elbisede abartı olabilecek tek detay yırtmacıydı aslında ve tabiî ki eldivenleri. Bileklerinde kalan çok zarif bir parçaydı. Elbisenin aksine siyah, narin bir dantelden oluşuyordu.

 

Veronica saçlarıyla ve makyajıyla özel olarak ilgilenmişti. Elbisenin omuzlarında bir miktar açıklık olması ensesindeki damgayı kamufle etmelerini biraz zorlaştırmıştı. Ama insanlar kamuflaj için muhteşem ötesi ürünler yapıyorlardı. Böyle bir elbise toplanmış bir saçı ve zarif bir boynu hak ediyordu.

 

Eserini tamamlamış bir sanatçı edasıyla kızı izledi.

 

"Tanrım muhteşem bir yeteneğim ben" diyerek Şifayı süzmeye devam etti.

 

Şifa tuhaf bir şekilde utanmış hissetti kendini. O alışık değildi bu kadar sükseye. Tsbiki katıldığı davetlere özenle hazırlanırdı ama sürekli Veronicanın kulağına fısıldadığı şeylerden dolayı dikkati başka bir detaya takılıyordu. Beğenilip, beğenilmeyeceğini umursamamalıydı kesinlikle.

 

Geç kalacaklarını fark edince bir şey demeden kapıya yöneldi. Veronica hemen kolundan tutup çantayı uzattı.

 

"Adamın elini sıktıktan sonra eldivenlerden ve parmaklıklardan kurtul. Olmadık birine yanlış bir temas anında fark edilmenizi sağlar."

 

Şifa sadece başını onaylar şekilde sallayarak aşağıya yöneldi. Tam o sırada Alparslan da kol düğmelerini takarak Şifa'ya seslenmeyi planlıyordu.

 

Kendine doğru yaklaşan Şifayla olduğu yerde kaldı.

Adam kızı saç telinden, parmak uçlarına kadar yudum yudum içti. Her bir zerresini beynine nakşetti. Kızın, güzelliğinin farkındaydı ama güzelliğinin altını çizen detaylarla daha bir gözüne sokulmuştu. Zerre kadar ciğerlerini rahatlatmayan bir nefes aldı.

 

"Kör kuyularda ışıksız bırakacaksın beni anladım da birazcık insaflı olsaydın be peri. Ben gözünü sana diken sikikleri öldürmeden nasıl zaptedeyim kendimi? "

 

Gerçekten sınırı yoktu. Tamam belki bir iki iltifat duyabileceğini dğşünmüştü ama bu kadar da netlik fazla değil miydi?

Şifa heyecanını, utancını ve şaşkınlığını atlatıp nasıl cevap vereceğini düşünürken evi inleten bir kahkaha doldu her yana.

 

Veronika topuklarını çınlatarak ikiliye yaklaştı.

 

"Çok güzel olduğunu söylemeye çalışıyor tatlım. Ama katıksız bir vahşi olduğu için nezaket kelimeleriyle anlatamıyor, idare edeceksin artık. Sana da kısa çöpü çekmek düşmüş. "

 

Alparslan gözlerini kısıp üst dudağını dişlerinin arasına kıstırdı ve kızıl tilkiye baktı.

 

"Veronica muhteşem bir kadınsın sen. "

 

Bu sözlerle yüzündeki gülümseme daha da büyümüştü kadının. Alparslan araya girmesine fırsat vermeden devam etti.

 

"Ama seni görmediğim ve duymadığım zamanlarda. Neden muhteşemliğini muhafaza için odana gidip kapını kilitlemiyorsun?"

 

Normal bir insan bu sözlere alınabilirdi ama Veronica'yı normal olarak adlandırmak ona büyük bir saygısızlık olabilirdi.

 

Hiç tebessümünde bozulma olmadan adama bakıp "Neyse ki ben, beni görüp duyarken de ne kadar muhteşem olduğumu sana kanıtlayacağım CUNTOS cuk. Şanslı hergele seni. Hadi işinizi bitirin geçe kalmadan eve dönün çocuklarım. Merakta bırakmayın hassas kalbimi."

 

Çocuklarını gezmeye gönderen bir anne edasıyla sözlerini tamamlayıp yukarı salınarak çıkmaya başladı.

 

Alparslan "İflah olmaz bu kadın" bakışları atarak Şifa'ya döndü. Baştan aşağı tekrar süzdü. İnsafsız çok güzeldi! "Hadi geç kalıyoruz" diyerek eline uzandı. Her zaman yaptıkları bir şeymiş gibi rahatça parmaklarını kızın parmaklarına doladı.

Ellerini kavradığında karnına, yanında sessizce onu takip eden kızdan çok tatlı bir heyecan yayılmıştı. Onu bir şekilde etkiliyordu ve bunu an be an biliyor olmak aşırı keyfini yerine getiriyordu.

 

Arabadan indiklerinde Şifa ihtişamla ışıldayan binaya baktı. Güç gösterisi için ideal bir mekandı. Alparslan'ın bir kart çıkardığını gördü. Kart mat siyah renkli, üzerinde ne olduğunu anlayamadığı şekillerin bulunduğu bir yapıdaydı. Kredi kartından büyük olduğunu fark etti. Kapıdaki görevliye bir şey söyleme gereksinimi duymadan kartı uzattı. Görevli kartı elindeki tablete tutup tarattıktan sonra tok bir sesle "Hoş geldiniz Alparslan bey, hanımefendi" dedi.

 

Tekrar ellerini birleştirip içeri doğru adımlamıştı Alparslan. Şifa mekanın her bir detayını beynine kazıyordu. Alparslan'ın dediği gibi kalabalık olmayan bir topluluktu. Kendi elbisesinin fazla olduğunu düşünen Şifa, içerdeki kadınları görünce rahatladı. Öyle göz yorucu bir şıklık vardı ki sade bile kalmış olabileceğini düşündü.

 

Alparslanın onu kendine biraz daha yaklaştırmasıyla adımlarını hızlandırdı. Bir kaç bakışın onlara döndüğünü ve incelendiklerini hissetmişti. Bir kokteyl masasının yanında etrafı izlerlerken yanlarından geçen garsondan Alparslanın kırmızı şarap aldığını gördü. Garsonun kulağına bir şeyler fısıldadı ve tekrar Şifayı izlemeye başladı.

 

"Senin için alkolsüz bir şeyler getirmesini istedim şimdi gelir. "

 

"Aslında bende şarap alabilirdim" diye adama bakmaya başladı. Adamın nasıl tepki vereceğini merak ediyordu.

 

"Bunun olmayacağını ikimizde biliyoruz değil mi güzelim? "

 

"Neden, niye içemiyor muşum?"

 

"Şifa deneme bile. Sana alkolün nasıl bir reaksiyon göstereceğini saptayamayız. Bu riski alamam, daha eve döner dönmez arınmada bir gece geçirmen lazım. Fazlasıyla radyasyona maruz kalıyorsun şu an. Bu yeterince beynimi sikiyor daha çok canımı sıkma. "

 

Şifa izin vermeyeceğinin farkındaydı, sadece şansını denemek istemişti zaten. Çok da merak ettiği bir mevzu değildi alkollü içecekler. Gözlerini etrafta dolaştırırken "Hangisi? " diye fısıldadı. Alparslan, "Burada değiller, en son sunuma yakın giriş yapacaktır" diye cevapladı Şifayı.

 

Zaman ilerlerken Alparslan'ın sert çektiği bir solukla Şifa, baktığı yere doğru çevirdi bedenini. Üç adamdan hangisi olabileceğini düşünüyordu. Alparslan'a soru sorar gibi bakmasıyla "Ortada ki, genç olan "dedi. Bu Şifa'yı şaşırtmıştı. Nasıl bir adam olacağı üzerine düşünmemişti ama bu kadar genç ve yakışıklı olabileceği de aklına gelmemişti. Adam model olmak için doğmuş gibiydi.

 

Şifanın, adama dikilip kalan bakışları Alpaslan'ı oldukça öfkelendirmişti. Şifa bir anda içinde yer edinen öfkeyle adama döndü. Bu kendinin değil Alparslan'ın duygularıydı. Derin derin soluklanmaya başladı. İkisi de bir birine öyle bir bakıyordu ki şu anda sevişemeyeceklerine göre bir birlerini öldürmeleri daha olasıydı.

 

Alparslan dişlerini kıracak kadar sıktığını kasılan çenesiyle belli ediyordu.

"O gözlerini oyarım, bakmayacaksın! " diye tısladı. Kelimeler etini ısırıyormuş gibi bir etki bırakmıştı Şifada. Şaşkın da hissediyordu kendini. O maksatla bakmamıştı Şifa.

"Beklemiyordum, şaşırdım" diyebildi, suç işlemiş gibi hissediyordu. İçini kaplayan öfkenin dağılmaya başladığını hissetti.

 

"Nasıl yaptın? " diye fısıldamaya devam etti. Bu his paylaşımına aklı bir türlü ermiyordu.

 

"Keskin olan duygularımızı ayrıştırabiliyoruz. Ama ne boyutta bende yeni yeni öğreniyorum. "

 

Birbirlerine çok yakınlardı, konuştuklarının üçüncü bir kulağa ulaşmasını istemedikleri belliydi. Bir anda yanlarından gelen sesle ikisi de hızla uzaklaştı.

 

"Sinyor Cihandar , che piacere vederla"(Bay Cihandar, sizi görmek ne hoş)

 

Alparslan dişlerini gıcırdatarak biraz evvel ki yumuşak bakışlarını alevlendirdi. Nefretle ona seslenen adama bakmaya başlamıştı.

 

"Non sono d'accordo figlio di puttana!"(aynı fikirde değilim orospu çocuğu!)

 

Adam salonda birkaç başı kendine çevirecek kadar güçlü bir kahkaha attı.

 

"Non c'erono parolacce intorno a una donnacosi bela"(böyle güzel bir kadının yanında küfür hiç olmadı.)

 

Alparslan sakin olmaya çalışarak "Evveliyatını siktiğimin keşi" dedi.

 

Adam bir yılanın soğukluğunu andıran gözlerini Şifa'nın üzerinde dolaştırdı. Kadının güzelliği, gerçekten iç çektirecek kadar yakıcıydı.

 

"Bella signora" diyerek eline uzanmak için bir hamle yaptı. Şifa adamdan daha ağzını açtığı anda nefret etmişti. Mide bulantısı oluşturacak kadar kötü bir enerji yayılıyordu. Gördüğü buz mavisi gözler içini soğutmuştu.

 

Elini tutan adamın eldiveninin üstünü biraz aralayarak öpme girişiminde bulunmasıyla elini zarif bir çeviklikle adamdan kurtardı.

 

"Sinyor,noi done Turche non permettiamo a nessuno di baciarci le mani tranne i nostri uomini."(Beyefendi, biz Türk kadınları erkeğimiz dışında kimsenin elimizi öpmesine izin vermiyoruz)

 

Alparslan kızın aksanındaki o melodiye bayılmıştı. Sınırlarını da oldukça sert çekişi iç gıcıklayıcı bir etki bırakmıştı bedeninde. 'Türk ve erkeğim' derken ki vurgusu Alparslana olmadık şeyler hissettirmişti.

 

Adam biraz önce aşağılanmamış gibi tekrar bir kahkaha patlattı.

 

"Una dona solo per te. Selvaggia, bela, sbalorditiva."(tam senlik bir kadın.Vahşi,güzel,çarpıcı)

 

Alparslan biraz önce yağ gibi gevşeyen sinirlerinin harlandığını hissetti tekrar.

 

"Vaffanculo Alassondro"(siktir git Alassondro)

 

Adam yüzündeki gülümsemeyi hiç dağıtmamıştı. Konuşmaya da yeltenmeden geri geri üç adım atarak yanlarından uzaklaştı.

 

Şifa "Seni tanıyan Sicilya'lı mı?" dedi. Alparslan başını sallayıp "Uyuşturucu baronu pezevenk" demekle yetindi.

 

"İşine taş koydun sen de" diye bir çıkarımda bulundu Şifa.

 

Alparslan sadece bakmakla yetinmişti.

 

"İşimize konsantre olalım. Yavaş yavaş yaklaşıyoruz adama, ben işaret verince ilacı bulaştır parmağına."

 

Birkaç kişiyle kısa sohbetler, tanışmalar sonrasında hedefe yaklaşmışlardı. Alparslan, Şifanın belindeki elini sıkınca Şifa adama döndü olabildiğince yaklaştı elindeki portföy çanta aralarında kalmıştı. Alparslanın çenesine burnunu sürterek dikkatleri yüzlerinde tutmayı amaçlamıştı Şifa. Profesyonelliği göz ardı ettirecek kadar tehlikeli bir hamleydi. Alparslanın sert soluğu yüzüne çarptığında, onda da durumun çok iyi olmadığını anlayıp azıcık geri çekildi.

Sol elinin işaret parmağı iki bölmeli çantanın küçük bölmesine daldı. Mercimek kadar minik ilaç işaret ve baş parmağının arasına kıstırılarak ezilmiş sıvı forma dönüşmüştü. Gözlerini birbirlerinden ayırmadan bir adım geri çekildi Şifa. Alparslan ise kontrolünü geri kazandığında, hararetle bir şeyler fısıldayan üçlüye yöneldi.

 

Onları fark eden kısa boylu, yaşı ellilerinde olan adam diğerlerini uyarmak ister gibi biraz coşkulu bir sesle "Kimleri görüyorum? Duhan yok ama kurdu burada! Alparslan Cihandar, adın çok gelmeye başladı kulağımıza genç adam. " diyerek ikiliğinin dikkatini gelenlere yönlendirmişti.

 

"Merhaba Cengiz Bey, adımla bir derdim yok, her yerde istenildiği şekilde kullanılabilirler. Duhan selamlarını ve özürlerini iletmemi istedi."

 

"Onu da burada görmek isterdik aslında."

 

"Emin olun Duhan da çok isterdi ama bilirsiniz, bazı işler isteklerimizden daha önemli."

 

Adam biraz şiddetli kahkahayla karşılık verdi bu yoruma.

 

"Evet kazanmamız gereken daha çok para var sonuçta."

 

Alparslan sadece sırıtmakla yetindi bu cevaba. Genç mühendisin Şifa'ya dikilip kalmış bakışları, dikkatini toparlamasına engel oluyordu. Saplanıp kalmış gözler, içindeki hayvanı kızıştırıyordu. Şifa sadece sağ elini koluna dolayıp hafifçe sıkarak uyarmakla yetindi.

 

Daha sonra hiç de hoşlanmayarak "İş ortağım, Şifa'yla tanışın" diye sohbeti sürdürmeyi hedefledi. Onu sevgili olarak tanıştırmayı çok isterdi ama dikkatleri Şifanın üstüne kilitlemeye gerek yoktu. Beklenilenin aksine yaşlı adam elini uzatmayıp kafasıyla selam vermekle yetinmişti.

 

Genç mühendisin kaynayan kanı işlerini kolaylaştırmıştı aslında. Diğerlerinin geri duruşuna karşın, o öne doğru adımladı.

 

"Ne kadar hoş bir isim. Herkesin rahatlıkla taşıyamayacağı kadar asil" deyip elini uzattı. Şifa beklediği fırsatın ayağına gelmesiyle adamın elini tuttu. Olması gerekenden birkaç saniye daha uzun ve daha sıkı bir tutuştu bu. Gözleri ise bile isteye kendini süzen gözlere takıldı. Dikkatini yüzünde tutması daha sağlıklıydı. Şifa amacına ulaşmanın verdiği bir hazla çok güzel bir gülümseme bahşetti genç adama.

 

Tekrar Alparslan'a dönerek "Lavaboya gitmeliyim" dedi. Alparslan bu durumdan fazlasıyla rahatsızdı ama sabretmeliydi. Bu aşamada hırsına yenilmemek için dilini ısırmak zorunda kalmıştı. Başını onaylar şekilde salladı. Şifa ardını dönmeden önce genç mühendise yakıcı bir bakış atmıştı. Bu yeterli mesajı sahibine iletecek bir jestti.

 

Lavaboda eldivenlerden ve kalıplardan kurtulur kurtulmaz kapının açıldığını duydu. On beş saniye daha gerekiyordu.

 

Aynadan arkasındaki genç adama baktı yavaş yavaş bedenini döndürdü ve yaklaştı. Kısa bir lavabo kaçamağı için oldukça hazır olan adam, kadının sözsüz çağrısına hemen cevap vermişti. Zaman kaybetmemek için direk söze girdi.

 

"Sen gördüğüm en müthiş şeysin."

 

Şifa bu ses tonunu kaç farklı yerde kullandı acaba diye geçirdi içinden. İç çekip, başını iki yana salladı. Vakit tamamdı. Adamın irileşen göz bebeklerinden, duruşunun bozulmasından ilacın hedefe ulaştığını anladı. Adım adım yaklaşıp, dudaklarını adamın kulağına yaklaştırdı.

 

"Şimdi beni iyi dinle köle. Sana yollayacağım koda, elindeki projenin tüm bilgilerini yükleyip göndereceksin. Sonra da projenin varlığına dair tüm verileri, dökümanları ortadan kaldıracaksın. Bir iz bile kalmayacak ne bilgisayarında, nede kafanda! Tamamen unutacaksın" diye efsunlu bir sesle mırıldandı tüm isteklerini. Büyü gibiydi,  sihrin arkasından seslenen bir cadı edası vardı üzerinde.

 

Bir anda adamdan uzaklaştı ve kokteyl salonuna geçti. Herkes istediklerine ulaşmış olmanın zevkini yüzlerinde yaşıyordu. Alparslan'a doğru adımladı. Adam daha yarı yolda Şifayı yakalamıştı . Ellerini kenetleyip bir iki kişinin dans ettiği açıklığa doğru adımlamalarını sağladı.

 

Her hangi bir dans teklifi yok muydu yani? Görünen o ki yoktu.

Elleri olması gereken yerlere konuşlandığında müziğin ritmiyle ayakları uyumlu bir şekilde hareket etmeye başladı. Duruşlarındaki uyum daha önceden defalarca çalışmışlar gibi bir izlenim uyandırıyordu bakan gözlerde.

 

Yırtmaç sayesinde özgür kalan bacağın, Alparslanın bacağına sataşırcasına sürtünmesi, belindeki elin kor gibi yakması, bakışlarındaki vahşi karanlık çok güçlü bir girdaba girmelerine neden oluyordu. Alparslan bahsedip durduğu sokak çocukluğuna ters tam bir salon beyefendisi gibi oldukça ölçülü hareketlerle Şifayı yönlendiriyordu.

 

Müzik yavaşlayıp biterken Alparslan hafif geriye eğimlendirdi bedenini. Boynu oldukça açık bir görüntü oluşturmuştu. Ne yaptığını ble bilmeden ince, zarif boyna dudaklarını yasladı Alparslan.

 

Şifa başının döndüğünü hissediyordu. Bu öpücüğün getirdiği bir heyecan değildi, bu gözünün önünde canlanan renklerin silikleşip yerini alan  görüntünün etkisiydi.

 

Zihninde canlanan kareler öyle gerçekti ki hayal olmadığını ilk andan itibaren biliyordu. Onu görmüştü. Zamanını bilmediği bir anda, kollarındaki adamı görmüştü Şifa.

 

Alparslan'ın boynuna bıraktığı öpücüğün etkisini daha önce tatmıştı Şifa. Onun çok daha genç göründüğü bir anda, kan içindeki ellerine dokunmuştu bu dudaklar.

 

İnandığı her şey üzerine yemin ederdi Şifa. Tenini dağlayan bu dudaklar daha önce de tenini damgalayarak şimdiki gibi yakmıştı...

 

 

Loading...
0%