Yeni Üyelik
26.
Bölüm

Çığlıkların Ardından Gelen Fısıltılar

@orenda

 

Ey ahali ben geldim! Ama nasıl geldim? Kaç tilkinin kuyruğunu bir birine düğüm yapıp da geldim. ŞİFA'da işleri kızıştıralım artık değil mi? Keyifli ve bol yorumlu okumalar canlarım😘

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Günün ağarmasıyla çıkıyordu bir çok şey saklandığı yerden. Şifa'nın da çok alışkın olmadığı bir duyguydu aslında utanç! Belki de şu ana kadar utanılacak şeylerle karşı karşıya kalmamış olması onu, bu duygunun karşısında zırhsız bırakıyordur.

 

Bilinci yerine gelse de ısrarla gözlerini kapatmaya çalışması bu nedendendi. Bedeninin hiç olmadık yerlerindeki sızılar da dün gece yaşanılan her şeyle alay ediyordu sanki.

 

Yanında varlığını, sıcaklığını en küçük parçacığına kadar hissettiği adamla nasıl bir tutum içerisine girmeliydi acaba?

 

"Kirpiklerin kıpırdıyor peri, o top ordan dönmez ben sana söyleyim."

 

Şifa hâlâ gözleri kapalı bir şekilde bıkkın bir nefes koyverdi. Tabiki uyuyormuş gibi davranması işe yaramayacaktı. Adamın mikro analiz eğitimlerini düşünmek bile istemiyordu. İstemsiz bir "off" çıktı dudaklarından.

 

"Peri yemin ediyorum kalkıp kahvaltı olaylarına girip, gözünü boyayacaktım ama şerefsiz dayın kaburgamı çatlatmış. Nefes alırken bile batıyor."

 

Şifa duyduklarıyla hemen oturur bir hâl almıştı. Endişeli gözleri, sol kolunu alnına kapatan ve gerçekten nefes alırken zorlandığını belli eden adamdaydı. Çıplak tenine doğru uzandı eli. Bir çatlak varsa parmaklarıyla anlayacakmış gibi bir arayışa girdi.

 

"İyi misin? Gerçekten çatlamış mı, ya kırıksa?"

 

"Çatlak bu nerde görsem tanırım. İngiliz leydilerinden daha çok korse kullanmam gerekti de tecrübemi konuşturuyorum."

 

Şifa morluk varmı diye iyice göğsünde dolaştırdı gözlerini. Bir yandan da hâlâ durumuyla dalga geçen adama ters bir bakış attı.

 

"Of Alparslan, ciddi ol bir kaç saniye. Ne yapmamız lazım şimdi? Doktoru buraya mı getirteyim yoksa ilk korseyle hareketlerini sabitleyip hastaneye mi gidelim?"

 

"Abartma be kızım, iki gün sabitlesem hareketleri yeter."

 

"Deli misin? Kontrol ettirseydik bari."

 

Alparslan tek gözünü açıp Şifaya sırıtarak baktı.

 

"Ooo peri hanım, kocanızı küçümsemelere doyamadınız. Hayır dün gece de kendimi yeterince ifade ettim sanıyordum."

 

Şifa acısını almak ister gibi okşadığı göğsüne elini çarptı. Alparslanadan gelen ah sesine ise zerre kadar kanmadı. Allah'ın cezası hep bunu yapıyordu. Dikkatleri başka yöne çekerek asıl konudan saptırıyordu. Ama hakikaten bunu başarıyordu da.

 

Alparslan, yavaşça yattığı yerden doğrulmuş ve nefeslenmişti. Dolaptaki çekmecelerinde işine yarayacak korsenin olduğunu hatırladı. Ayağa kalktığında eli göğsüne gitse de hızla çekip, çok da büyük olmayan dolaba yöneldi. Elini uzatıp, hala paketli olan korseyi çıkardı.

 

"Şifa yardım eder misin? Duruşumu düzeltip, sabitlesem sorun kalmaz."

 

Şifa hızla yataktan atlayıp adama yaklaşmıştı. Sessizce elinde ki siyah paketi alıp çıkardı. Adamın kolunun altından geçirip ilk omurgasının pozisyonunu ayarladı ve bantları yeterli sıkılıkta kapattı.

 

"Çok sıkmadım değil mi?"

 

"Sorun yok, şu an daha iyi hissediyorum."

 

Ona endişeyle bakan karısını rahatlatmak için yüzüne bir tebessüm kondurdu. Kendi t-şörtünün içinde kaybolmuştu. Hoşuna gitti. Elleri yüzünü kavrayıp, dudağının kenarındaki minik beni sevmeye başladı.

 

"Sen iyi misin perim?"

 

Sorunun ona yönelmesi hoşuna gitmese de adamının içini rahatlatmak istedi. Yavaşça kollarını adama dolayıp, gevşek bir sarılmayla iyi olduğunu ifade etti.

 

"Endişelenme, iyiyim tabi ki."

 

Alparslanın durgunca yüzünü süzen gözleri koyulup, kaşları çatışmaya başladı.

 

"Nasıl iyisin lan? Senin iyi olmaman lazımdı. Peri doğru söyle yeterli performansı sergileyemedim mi ben? Ulan Duhan, şerefsiz hep senin yüzünden."

 

Şifa ise asla böyle bir karşılık beklemiyordu. Gerçi Alparslan hiç beklentilerine doğru orantıyla cevap vermişti ama en azından bu konuda böyle pervasız olabileceği aklına bile gelmemişti.

 

"Ya Allah aşkına nasıl bir ahlaksızsın sen? Sus artık! Ben izin vermeden de konuşma."

 

O filmlerdeki ota boka kızarıp, utanan kızlar gibi olacaktı resmen. Kirpiklerini de titretip, dudağını ısırsaydı da tam olsaydı bari. Çenesini bir süre tutsa yeterdi, sadece kısa bir süre bile olsa olurdu yani.

 

"Ben kahvaltı hazırlayacağım, krem falan bir şeyler alırız sonra. Ve Alparslan ben izin vermeden o ağzını açma. Yemin ederim dayıma şükür edersin."

 

Hışımla odadan çıkan kızın ardından baktı Alparslan. Çok mutlu hissediyordu kendini. Hiç hissetmediği kadar mutlu. Kaburga işi iki güne tamamdı, o kendini biliyordu. Az nazlanırdı, bir iki 'ah' lardı, perisi de pervane olurdu önünde. Mis gibi plandı işte! Ama Şifanın da hiç sesini çıkarmadan böyle rahat hareket etmesi az da olsa egosunu zorlamıyor değildi.

 

"Şerefsiz bilerek kaburgama çalışmıştır. Karımızın sızılarına sızı bile ekleyemiyoruz hâle bak! Ulan Duhan!!!"

 

Aşağı indiğinde sucuklu yumurtanın kokusunu aldı. Karısı, kocasının kalbine giden yoldaki mideyi iyi tanıyordu anlaşılan. Menemen, börek ve sucuklu yumurta kahvaltıda en sevdiği üç şeydi.

 

"Ooo gelin hanım, neler görüyor gözlerim?"

 

Şifa tabakladıpı kahvaltılıkları masaya yerleştirirken eğlenceli bir bakış attı, eli göğsünde yanına dopru yürüyen adama.

 

"Ben sana konuşma demedim mi Alparslan?"

 

"Sesim seni tahrik mi ediyor?"

 

Sinirleri bozulmuş gibi bir kıkırdama doldurdu mutfağı. Aptal diye mırıldanmadan edemedi ama. Elinde sucuklu yumurtanın olduğu tavayı masaya bırakan Şifa, çaylar için geri dönmüştü.

 

Masaya oturunca bilinçsizce, tek şeker atıp karıştırdığı çayı adamın önüne bıraktı. Sanki her zaman yapıyormuş gibi bir doğallık hakimdi hareketlerine. Hâlâ bilinçsizce adamın önündeki tabağı alıp kahvaltılıklardan ekledi. Yumurtayı tavadan yemeyi sevdiğini bildiği için ondan koymadı.

 

Alparslan çayına, tabağına, önüne bırakılmış iki dilim ekmeğe baktıkça boğazına bir yumru oturuyordu. Annesi de böyleydi işte. Her gün yapılan bir eylemmiş gibi adamla ilgileniyordu Şifa. Küçük şeylerdi görmeyi bilmeden bakana, ama aslında büyük anlamlar barındırıyordu.

 

Tek şeker mesela 'seni izliyorum' demekti. Tavadan sıcak sıcak yenilen yumurta 'sen böyle seviyorsan, öyle olacak' diye belli etme şekliydi. Hepsini kendi elleriyle yapıyor oluşu 'sen bensin, benimlesin, benim sorumluluğumdasın' içerikli bir sahiplenmeydi. Alparslan buna hasret kalmıştı. Şu anı yaşayana kadar farkında değildi ama bir şey yapmadan, bedel ödemeden onunla ilgilenilmesi çok değerli hissettirmişti.

 

"Daha on beşinde anlamıştım ama ben."

 

Öylece ortaya söylenir gibi söylenmiş cümleyle Şifa elinde krem peynir sürdüğü ekmek diliminden başını kaldırıp soru sorar gibi baktı. Alparslan da şekeri bile karısı tarafından karıştırılmış, şu ana kadar içitiği en lezzetli çaydan bir yudum aldı.

 

"Zehirde senden deva da senden. O gözlerini gördüğüm gün anlamıştım."

 

Alparslanın hayran hayran kurduğu cğmleye tebessümle baktı. Bir şey diyecek olsa bile simsiyah, zift gibi gözler kendi içine öyle çekmişti ki söylenebilecek her şeyi unuttu.

 

Keyifle yapılan bir kahvaltı sonrası Şifa odaya girdiğinde gözünü alan kütüphaneye yaklaştı. Parmaklarının durduğu kitap hep onu sımsıcak sarardı. Sonra arkasını dönüp onu izleyen adama yaklaştı ve okuma koltuğuna yarı uzanır vaziyette hâl aldı ikiside. Elindeki kitap ince uzun parmaklar tarafından kapılmıştı bile.

 

"Hmm 'Göğe Bakma Durağı', hadi kabul et peri sen iflah olmaz bir romantiksin."

 

"Kitapları seçen sen olduğuna göre benden bir farkın yok ha kurtçuk."

 

Alparslan bakışlarını her zerresinde gezdirdiği kıza, yaklaşıp dudaklarına minicik bir öpücük kondurdu. Dudakları Şifanın dudakları üzerindeyken mırıldanmaya başladı.

 

Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin

Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat

Durma kendini hatırlat

Durma göğe bakalım

 

Adamın yavaşça kısılan sesiyle Şifa kapattığı gözlerini araladı. Sesi çok güzeldi, öyle güzeldi ki ağlamak istiyordu. Tüm şiirden seçtiği kısmın manasını kalbinin en derininden, kendinin olmayan ama tam da kendinin olan o nabız atışından anlıyordu. İçinde çok büyük bir tufan vardı, yüzündeki süt limana herkes kansa da Alparslan kanmazdı. Tuhaf hissediyordu Şifa. Bu duygu nasıl kontrol edilirdi ki? Çok aşık olunca insanlar çığlık atmadan, bağıra çağıra gülüp ağlamadan bu duyguyla nasıl başa çıkıyordu? Çünkü kendi çıkamıyordu. İçinde sıkışıp kalan bu yoğunluk onu korkutuyordu.

 

"Benden saklanamazsın güzeller güzeli peri. İçindekileri, yüzündekileri, ruhundakileri istediğin her yere gizle benim olanı benden sakınamazsın."

 

Dudaklarına sğrtüne sürtüne edilmiş her kelime hissettiklerini elle tutulacak kadar yoğunlaştırmaya başladı içinde. Biraz daha sokulup Alparslanın boynuna öpücük kondurdu Şifa. Bu hayatta saklanmasını olanaksız kılan bir adamla evliydi. Bir kaç ay önce bu olanları biri söylese dinleme zahmetine bile girmezdi.

 

Ağzı aralanıp onu ne kadar çok sevdiğini söyleyecekken siren sesleri gibi sesler bir anda beyninin içine çarpmaya başladı.

 

O anda Şifa'ya çığlık attıracak, canından can koparacak bir acı saplandı. Bir anda ellerini başına bastırmış ve nefessiz kalmıştı. Sanki kafatasına, ucu sivri bir bıçak üstten giriyormuş gibi felaket bir acıydı. Zihninde şekillenip, duyularını saran kelimelerle ne yapacağını bilemedi. Ona ulaşmaya çalışan bir ses vardı gerilerde ama çınlama çok şiddetliydi. Kendi çığlığını da duyuyordu ama kontrol edemiyordu sanki.

 

"Kulağa giren çıkmaz minik mucize, beni duyacaksın!"

 

Alparslan şiddetli çığlıkla kendine sığınan ve saniyeler sonra bilinci kapanan kızla ne yapacağını şaşırdı. Gözlerinin sıkıca kapanıp bir anda ellerinin saçlarına yapışması, çığlıklarının odayı doldurması saniyeler içinde gerçekleşmişti. Ona seslenmeye çalışsa da ulaşamadığını görünce ayaklandı hemen. Soğukkanlı davranıp kızı koltuğa uzandırdı. Nabzını kontrol ettiğinde hızı onu ürkütmüştü.

Parti sonrası yaşadığı acizlikten sonra bu gibi bir olayla karşılaşırsa neler yapması gerektiğini Veronica'dan öğrenmişti.

 

Şifa'yı uzanır halde bırakıp merdivenleri üçer beşer indi ve buz dolabında enjeksiyonun bulunduğu küçük kutuyu aldı. Ampuldeki ilacı yeterli miktarda enjeksiyona çekip aynı hızla üst kata çıktı.

 

Sağ kolunu bir bezle sıkıştırıp turnike uyguladı ve damara sıvıyı enjekte etti. Nabzının sakinleşmesini, kaslarının yavaş yavaş gevşemesini izledi. Bu ona derin bir nefes aldırmıştı.

 

Şifa'nın kendine gelmesini beklemeliydi aslında ama durumu Duhan'a anlatma dürtüsü çok baskındı. Telefonu atıldığı yerden alıp adamın ismini tıkladı.

 

"Bu saatte rahatsız etme sebebin ne Alparslan?"

 

"Şifa'ya bir şey oldu!"

 

Duhan elindeki dosyayı bırakıp ayaklandı. Sandalyede asılı olan ceketi kaptığı gibi çıktı odasından.

 

"Ne oldu? Durum bilgisi ver!"

 

"Hiç bir şey yokken çığlık atmaya ve saçlarını kavramaya başladı. On saniye kadar sonra da bilincini kaybetti. Sesli uyaranlara tepki yok. İrislerde ışığa tepki yok. Sakinleştiriciyi vurdum, kasılmaları geçti. Nefes ve nabız kontrolünü yaptım, normal."

 

"Tamam! Nerdesiniz, geliyorum?"

 

"Yuvaya geç, oraya geleceğim. Arınmaya en son ne zaman girdi bu kız? Veronica niye kontrol etmiyor Duhan?"

 

"Hızlı ol kurt! Yuva da konuşuruz bunları."

 

Alparslan sakin hareket etmeye çalışsada büyük bir korku taşıyordu içinde. 'Bir şey olur mu?' Diye kendini yiyordu içten içe. Arada arkada uzanan kıza bakıp, hız sınırlarını zorlayarak yuvaya ulaştı. Kapılar açık bekletiliyordu.

 

Durdurduğu arabadan aynı hızla inip, hâlâ bilinci yerine gelmemiş kızı kucakladı. Uzun sürmüştü, niye ayılmamıştı ki?

 

Tüm ekibin onu beklediğini gördü. Veronica kucağındaki kıza yaklaşıp nabzını ve iris kontrolünü yaptı. Arınma odasına girdiklerinde sadece Veronica ve Alparslan vardı.

 

" Süreyi dört saat yapıyorum. Kırk üç saat önce zaten burda kaldı. Bununla ilgili bir komplikasyon değil. O uyanmadan da tam anlamıyla anlamayacağız neler olduğunu."

 

"Tamam! Şimdi çık dışarı. Hazneye koyup geleceğim. Konuşacağız!"

 

Veronica, adamın kulaklarından çıkan dumanı gördüğüne yemin edebilirdi. Hiç bulaşma zahmetine girmedi. Veronica akıllı kadındı. Nerede nasıl davranması gerektiğini bilir, sonra da onunla 'emir verir' gibi konuşan bu canlılara haddini bildirirdi!

 

Alparsla, Şifanın üzerindeki, kendine ait t-şörtü ve çamaşırlarını çıkardı. Mavi bir ışanla kaplanıp kızı yutacak haznenin içine yatırdı. Cam kapak kapandığında derin bir nefes alabilmişti.

Bir insanın en büyük gücü ve en korkulu zaafının aynı kişi olması nasıl bir ironiydi ama?

 

Salona girdiğinde, Umay dahil herkesin onu beklediğini gördü. Geçip oturdu ve hırsla ellerini saçlarına geçirip kendine gelmeye çalıştı.

 

"Çığlığı çok şiddetliydi, acısı çok yoğundu. Hissettiğim... Hissettiği şu ana kadar rastladığı bir şey değil. Ne olmuş olabilir fikri olan var mı?"

 

Veronica daha önce olduğu gibi geçmişte yaşadığı bir olayı hatırlayıp hatırlamadığını sorguluyordu içinde.

 

"Bir anı ve yine baş edemeyip kendini kaybetmesi olabilir mi?"

 

Alparslan başını olumsuzca sallayıp "Öyle değildi, bu acıyla gelen bir bilinç kaybı" dedi.

 

Duhan " Arınma seanslarını da ihmal etmemiş, o olasılıkta elendi" diye devam etti.

 

Her şey olması gerektiği seyirde giderken bunun sebebine dair hiç bir şey gelmiyordu akıllarına. Umay sessizce izlediği toplulukta bir kez daha gezdirdi gözlerini. Aklına bir şeyler geliyordu ama ne kadar doğru bir çıkarım olabilirdi ki? Bu durumu Birliğe rapor etmelilerdi.

 

"Bu kız yirmi üç yaşında değil mi?" Diye bir soru yöneltmişti herkese. Kimseden cevap beklemeden devam etti.

 

"13. Bileşen sonucundaki verileri hatırlıyor musunuz? Annemin verilerinin çok üstünde bir sayı vardı elimizde. Üstelik annem yirmi beş yaşında ilk mühürün kırılıp Cuntos'la bağının aktif olacağını yazmıştı raporlarına. İki yıl erken gerçekleşti mühürün kırılması."

 

Tüm başlar kadına dönüp ağzından çıkacakları bekliyorlardı. Beklenilenden erken gerçekleşmişti ama bedensel olarak hiç bir değişim gözlemlenmediği için bu durunu olağan üstü kabul etmemişlerdi.

 

Duhan" Ne demek istiyorsun, daha açık söyle?" diyerek sabırsız bir soluk çekti.

 

"Yani diyorum ki; ya annem bu konuda yanıldığı gibi kilit konusunda da yanıldıysa! Ya bize verilen tarihlerden daha erken gerçekleşecekse. Uyanış için beden hazırlığa geçmiş olabilir diyorum. Bu da arşcı bir deprem niteliği taşıyorsa..."

 

"Bunlar varsayımlar Umay, varsayım üzerinden ilerleyemeyiz. Şifa kendine gelince ayarlamaları yapacağım. Prag mı Marsilya'daki klinik mi kararı Birlik verecek."

 

"Duhan, annem ne sakladıysa onun hatıraları içine sakladı. Bir fetüs olması hiç önemli değildi biliyorsun değil mi? Bu kızın her bir hücresi onun elinde dokunarak bir ayara getirildi."

 

"Biliyorum Umay, o yüzden klinikte kontrol edilmesi gerekiyor. Ondan sonra Şifa'yla zaman geçirmeye başlarsın."

 

Umay tam bir şey söylecekcekken duraksadı. Gözleri Alparslana kaydı ve bir kaç saniye çatık kaşlarla adamı inceledi. Sonra ise elektrik mavisi gözleri duruldu. Dudağı kıvrıldı. Gerisin geri kalktığı yere oturup, bacak bacak üstüne attı.

 

"Burda patron sensin dostum, sen ne dersen o."

 

İkiliyi sessizce dinleyen Alparslan içten içe Umay'ın haklı olduğunu biliyordu. Şifa'yı bu hale, gün yüzüne çıkmak için sabırsızlanan anıları getiriyor olabilirdi.

 

"Duhan, Prag olması için elinden geleni yap. Şifa doktoru tanımadan onun gibi düşünemez. Ona yardımcı olacak her bilgide Prag'da olmalı."

 

Adam kafasını sallayıp üst kata adımladı, yapması gereken konferans görüşmeleri hâlâ onu bekliyordu.

Barbaros endişeden tırnaklarının kenarlarına eziyet eden kadının yanına yaklaştı. Koltuğun kol kısmına oturup, kadının eline uzandı. Parmaklarını eziyetten kurtarıp küçük öpücükler bırakmıştı.

 

"Endişelenme midillemist. Şifa bu sence ona kötü bir şey olabilir mi? Ya da biz buna izin verir miyiz?"

 

Bembeyaz teni endişeden iyice solgunlaşan kadın minnetle Barbarosa baktı. Beklediği destek buydu işte . Bir şey olma ihtimali çok korkutuyordu onu. Bedenini bir şekilde koruyabilirledi ama ya beyninin ona oynayacağı oyunlardan nasıl koruyacaklardı? Henüz bir fetüsken beynine işlenen bilgileri gömüldükleri yerden çekip çıkarırken, zarar görmesinden çok korkuyordu Veronica.

 

"Sen bu konu hakkında bir şey düşünüyor musun Barbaros?"

 

"Umay haklı bence! Beklenilenden önce gerçekleşiyor belirtiler, bu da bedenini savunmasız hale getiriyor. Ama bir açıdan da iyi daha erken içindekini kontrol edebilecek ve bu milyonlarca insana daha erken yardım edilecek demek."

 

"Bencilce ona bir şey olacak diye korkuyorum. Ama biliyorum başkaları için nerdeyse son umut kapısı Şifa."

 

Ortam sessizleşmişti, kimse konuşma taraftarı değildi. Hepsi zihninden olasılık hesaplaması yapıyordu. Saatler onlarla dalga geçer gibi çok yavaş ilerliyordu aksi gibi.

 

Şifa kendine gelmeye başladığında, vücudundaki ferahlık hissiyle rahatladı. Acı yoktu ve o acıyla tekrar karşılaşmayı kesinlikle istemiyordu. Haznenin kapağını kaydırıp odasına çıktı. Hemen duş alması ve uzun uzun düşünmesi gerekiyordu.

Duştan çıktığında Alparslan'ı yatağında uzanırken buldu. Adam doğrulmuş keskin bakışlarını kıza sabitlemişti. Şifa bir an ne yapacağını bilemese de giyinme odasına ilerleyip kıyafet aldı ve aynı sessizlikle banyoya döndü.

Dün geceden sonra oldukça gereksiz bir mahremiyet çabasıydı ama refleks olarak yapılmış bir eylemdi.

 

Alparslan'ın çok korktuğuna emindi. Veronica'nın kafayı yemelerine, Duhan'ın belli etmemek için kıvrandığı endişesine hazırladı kendini.

 

Tekrar Alparslan'ın yanına döndüğünde, oturan adamın kucağına yerleşmişti bile. Biraz şefkate ihtiyacı vardı. Nemli saçlarında gezen parmaklar ve alnına kondurulan sınırsız buse aradığı şefkatin misliyle fazlasıydı.

 

"Bir gün aklımı kaçıracağım senin yüzünden."

 

Parmakları yanağında dolaşıp, kokusunu içine çekti Şifa.

 

"İyiyim."

 

"Seni öyle görmek çok acizleştiriyor beni. Bir süre ne yapmam gerektiğini unutacak kadar kafayı yiyorum."

 

"Delirdiğimi düşüneceğin bir şey oldu Alparslan."

 

Alparslan yüzğne yaslı öylece duran alından uzaklaşıp, gözlerine baktı.

 

"Ne oldu Şifa, sana o kadar acı veren şey neydi?"

 

"Beynimin içinde bir ses duydum, ama senin gibi değildi. Senin kelimelerin zihnimde rüzgar etkisi bırakıyor ama bu çok acıtıcıydı ve kadın sesi gibiydi."

 

Alparslanın kaşları her duyduğu kelimeyle derince çatılmaya başladı.

 

"Doktor, hamileliği boyunca annenin karnında seninle konuşmuş biliyor musun? Annen 'saçmalıyorsun' dediğinde de senin her şeyi o muazzam beynine kaydettiğini söylemiş."

 

Şifa imkansızlığını düşündüğü cümlelerle başını iki yana salladı.

 

"Bunlar çok fantastik şeyler değil mi? Olabilir mi böyle bir şey?"

 

"Olamayacak bir şey yok perim. Sen 341 insan ırkının DNA larının tek bir sarmalda toplanmış halisin. 341 farklı hücre mutasyona uğratıldı, neler yapabileceğine dair hiç birimiz fikir bile yürütemeyiz."

 

"Kendimi ucube gibi hissediyorum. Ama aklıma şey geliyor."

 

"Ney geliyor?"

 

"Rüyalarımda gördüğüm şeyler beni harabeye götürdü Alparslan. Sanki benim adımlarım, benim korkularım ve amaçladığım sona ulaşma isteğim o harabeye yönlendirdi beni. Annemin beni dayıma verdiği, öldüğü yere."

 

Cümlesi biterken sesine hakim olan acı kısmıştı kelimelerin gücünü. Gerçekten de öyle olmuştu değil mi? Hiç gitmediği bir yere bilinçli gitmişti ve bu bir rüya gibi değilde bir anı gibiydi. Ya daha doğmamış bir bebekken başlamışlarsa onun zihnine bir şeyler gizlemeye?

 

"Çok fazla soru var biliyorum bebeğim. Ama biraz dinlen, bir şeyler yiyelim. Klinikte kontrol edilmen lazım. Sonra da günlükleri incelemeni isteyebilirler senden."

 

İşte asla diline değdirmediği diğer durum da buydu. Ondan istenilen şey imkansızın da ötesindeydi Şifaya göre.

 

"Kimsenin çözemediği günlükleri benim çözmemi bekleyecekler. Yapamayacağım hissi, çok ağır bir sorumluluk veriyo bana."

 

"Yapacaksın, beraber yapacağız Şifa. Ama şimdi bunları bir geçelim."

 

Alparslan sadece Şifanın görmesine izin verdiği o muzur sırıtışını yüzüne geçirip burnuna bir öpücük bıraktı.

 

" Kızım sen niye zifaf gecemizden sonra bayılıyorsun? Nasıl bir odunsun sen?"

 

Şifa tripli sesiyle söylediklerini ilk anlayamadı. Sonra bir cevap bekler gibi ona bakan Alparslanla sinirleri boşalmışcasına gülmeye başladı. Adamın derdi bu muydu yani? Ama bir yerde haklıydı, ne güzel şiir okutuyordu kurduna. Olur olmaz anları baltalamakta huy olmuştu galiba. Ya da çok heyecan onda tetikleyiciydi.

 

"Ne yaparsam beni affedersin kurdum? Nasıl gönlünü alsın bu kız?"

 

Alparslan gözleri kısılı, yanağını içten içe ısırarak istek listesini gözünden geçirmeye başladı.

 

"Bak şimdi böyle tatlı tatlı konuşup, yeşil gözlerini de gözüme gözüme sokuyorsun ben yatak moduna geçiyorum bilgin olsun."

 

"Pisliksin işte" diyerek koluna vurdu Şifa. Endişeli bakışlarınım çekilip, eğlenen parıltıların olmasını daha çok seviyordu zift karası gözlerinde. Pis ve serseriydi ama nasıl güzel bir serseriydi. İlaç gibiydi, sıkıntıdan çekip alan muhteşem bir zibidiydi.

 

Alparslan elinden tutup kaldırdığı perisiyle aşağıya inmeye başladı. Bu konu biraz tartışılıp, klinik yolculuğuna kadar rafa kaldırılmalıydı. Ziraa Şifa'dan ona yansıyan endişe ve korku hisleri çok rahatsız ediciydi.

 

Yemek sonrası sessizlik hâlâ devam ediyordu. Herkes gözlerinin kenarıyla Şifa'yı incelesede ağızlarını açıp bir şey söylemiyordu.

 

"Kulağa giren çıkmaz minik mucize, beni duyacaksın!"

 

Bir anda tüm dikkatleri üzerine çeken Şifa çok önemli bir ayrıntıyı inceliyormuş gibi kucağındaki yastığı tırmalıyordu.

 

"Bana acı veren, bilincimi kaybettiren cümle buydu. Bir kadın sesiydi ama emin olamıyorum sancının ardından duydum. Bu konuyla ilgili bir raporunuz var mı sevgili Güneş müritleri?"

 

Birbirlerini izlediler, bilimin sonsuz gücüne inansalarda nasıl bir uygulama anne karnında nefes alan canlının zihnine sözler bırakırdı.

 

"Annem yapmış olmalı! Dua'ya 'bir alzaymır hastasının kaybolan anılarının, saniyelik zihnine dolması gibi dolacak sırlarımız ona ' demişti. Karnını seviyordum, ama net olarak hatırlıyorum."

 

Şifa üzerine dikilen mavi gözlerden çekmedi bakışlarını. Çocuk gibi ürküyordu içi, dışarı yansıttığı bir buz kütlesi olsa da.

 

"Nasıl ulaşacağım ben zihnime fısıldananlara?"

 

Umay aradığı bir şry varmış gibi gözlerini bile kırpmadan Şifaya bakmayı sürdürdü.

 

"Umarım yanlış yönlendirmiyorumdur ama ben annemin kendi hafızasını bir şekilde sana aktardığını düşünüyorum."

 

Duyduklarını zihninde bir kez daha dillendirdi. Dehşetle açılmış gözleri yüzünden artık buz duruşu da bozulmuştu. Gerçekten bunu yapmalatının imkansız olduğunu bu insanlar nasıl sorgulamazdı?

 

"Bu imkansız!"

 

Umay katı gmrüntüsüne zıt düşecek bir şekilde kahkaha attı.

 

"İmkansız mı? Bundan yirmi yıl öncesine git ve şu anla kıyasla. Tedavileri, teknolojiyi, dünyanın işleyiş düzeyini. Hâlâ imkansız diye bir şeyin olmadığını anlamıyor musun? Dedem de annem de hayatlarını bu projeye yatırdı. Tüm ömürlerini milyarlarca ihtimali deneyerek geçirdiler. İmkansız diye bir şey yok küçük kız. İmkansızı hayata geçirecek doğru kişiyi bulmak diye bir şey var."

 

Kadının uzun konuşması gerçekten onu karma karışık etmişti. Şaşırmamalıydı aslında. Kanında uykuya yatmış bir sıvı insanları oldukları yaşa sabitleyen korkutucu bir güçtü.

 

Veronica daralan, çıkmaza sürüklenen küçüğüne kıyamadı. Ortamı renklendirip bu kasveti dağıtmak istiyordu. Kaçınılmaz olan bir gerçek vardı ama o gerçek yüzünden yaşanması gereken güzel günler çöpe atılmamalıydı.

 

"Bu işleri hani Duhan'a yıkıyorduk? Mendebur Duhan, sen yaşlanmıyorsun niye bizi strese sokup sebepsizce kırışmamıza müsade ediyorsun? Bencilsin işte!"

 

Kendine uzaylıya bakar gibi bakan ve konuşmak için ağzını açan adamı elini kaldırarak susturdu.

 

"Sus açıklama yapma bana. Suçlu olduğun konularda savunmanı dinleyemem. Ben atarımı yaptım, sen dayağını attın e şimdi biz neden bunların gizli saklı nikahı için bir eğlence yapmıyoruz?"

 

Hakan, Veronica'ya göz kırpıp ıslık çaldı.

 

"Kızım sen nasıl bir kraliçesi? Bu içi geçmişler kutlama nerden bilsin? Senle alemlere akalım mı? Geceleri yıkalım mı?"

 

Cümlesini bitirince kızıla attığı öpücük, suratına yediği yastıkla sahibine ulaşamadan iade edilmişti. Barbaros sinirli gözlerle adama bakıyordu. Zevzek zevzek konuşması tamamdı da o öpücük ne oluyordu öyle?

 

" O dudaklarını dikerim senin, ayar ver hareketlerine beni zıvanadan çıkarma."

 

Hakan büyük büyük açtığı gözlerini Barbaros'tan ayırmadan Şahin'i dürttü.

 

"Dikerim derken sikerim demeye getirdi fark ettin mi? Bu adam beni acayip tırsıtıyor, her an sotede ümüğüme çökecek gibi. Beni yalnız bırakma."

 

"Oğlum bulaşma diyorum kaşınıyorsun. Valla olayın içinde Barbaros varsa kusura bakma sana arka çıkmam. Sessiz, uysal bir psikopat bu herif."

 

Hakan esefle kınayan bakışlarını Şahin'den çekip tatlı tatlı sırıttı.

 

"Veronica bacım olarak ben seni destekliyorum. Barbaros'un izin verdiği ölçüde ama desteğim."

 

Şifa hallerine bakıp başını Alparslan'ın koluna yaslamış kahkahasını kamufle etmişti. Çok tatlıydılar, aşırı seviyordu kocaman çocukları. O kasvetli havasından arınsın diye yapılan her şey kendini çok değerli hissettiriyordu.

 

"O zaman saat erken, güzel bir mekanda eğlenebiliriz değil mi çocuklar? Hesaplar Duhan'danmış o çok zengin ya bonkör de aynı zamanda."

 

Her fırsatta kendine sataşması hem sinir bozucu hemde oldukça keyifliydi Duhan için.

 

"Bana ne kızım damat öder ne ödenecekse."

 

Alparslan kendinden damat olarak bahsedilmesinin verdiği bir keyifle Şifanın başının üstüne oldukça sert bir öpücük bıraktı.

 

"Sen yeterki iste dayıcım. Kaburgamı çatlatmanı bile unutur mekanı üstüne yaparım."

 

Hâlâ 'dayıcım' diyerek sinirlerini zıplatıyordu serseri. Dayak yese ne olurdu ki alışmıştı bir kere. Derisi kalınlaşmıştı adamın.

 

Veronica elinden tutup çekiştirdiği Şifayla üst kata çıktı. Giyinmeli, makyaj yapmalı, Barbaros'u çileden çıkaracak ne kadar durum varsa güncellemeliydi. Kadınsı dürtüleri adamı kıskandırmak için yanıp tutuşuyordu.

Şifa ve kendi için seçtiği elbiseler yatağın üzerinde yerini aldı.

Tarihin en hızlı hazırlanışı sonunda aşağı indiler. Topuk sesleri mermer zemini inletiyordu. Barbaros kızıl saçlarını kabartarak olduğundan daha da vahşi bir görünüme ulaşan kadınla yutkunmak zorunda kaldı. Canı oldukça sıkılacaktı bu gece belli olmuştu.

 

Şifa dudaklarını hoş bir kırmızıyla renklendirip bitirmişti makyajını. Eline aldığı küçük çantayla kapısını araladı. Eli kapıyı çalmak için kalkan adamla sağlam bir nefese ihtiyacı olduğunu fark etti.

Beyaz gömlek, bacaklarını saran siyah kot, spor bir saat ve deri bileklikle bu kadar seksi olmamalıydı bir erkek. Hem niye o düğmeler açıktı, kapatsa daha iyi olmaz mıydı?

 

 

Alparslan üstten aşağı iki tur süzüp bir ıslık çalmıştı tepki olarak. Sonra da göz kırptı soru sorar gibi.

 

"Peri! Hayır mı güzelim? Erken yaşta dul kalma peşindesin."

 

"Ne alakası var şimdi?"

 

"Kızım bu ne hal? İncecik üstündeki. Minicik, avuç içimde toplarım tüm kumaşı."

 

Şifa iki elini beline koyup öfkeyle göğüslerinin arasına bakan adama doğru iki adım attı.

 

"Kabasın Alparslan! Güzel olmuşsun desen ölürsün sanki."

 

"Yavrum, güzeller güzelim göğüslerin görünüyor lan! Bacakları hiç konuya dahil etmiyorum, kaos çıkarır namussuzlar."

 

Şifa hiç adamı takmadan elinden tutup adımlamaya başlamıştı bile, arkasında hâlâ mırıl mırıl söylenmesi biraz sinirini bozsa da önemsemedi.

 

Aşağı indiklerinde Barbaros'un yüzüde 'kuduruyorum kıskançlıktan' ezgilerine bürünmüştü. Etek boyunun kısa olup olmadığını sorma gafletine düştüğü bir anda Veronica tarafından, ayakkabısının topuğuyla gözüne açılacak bir delikle tehdit edilmişti.

 

Bir saati biraz geçen bir sürede ulaşmak istedikleri konuma vardılar. 'Süvari' yazısı çok dikkat çekiciydi. Bir mekana niye böyle bir ad verirdi ki insan?

 

İçeri girdiğinde lüksü buram buram sunan bir ortamla karşılaştı. Müzik felaket bir yoğunluktaydı, dans alanını sınırlandıran dört sütunun üzerindeki kadınlar dans ediyorlardı ve oldukça profesyoneldiler. Şifa böyle ortamların sigara kokusuyla dolu olacağını düşünüyordu ama yanılmıştı. Elit bir görünüm hakimdi. Localar, bar alanı, dans için ayrılan pist ve DJ kabini incelikle dekore edilmişti.

İstemsizce dans eden kadınlara kayıyordu gözleri. Nasıl o kadar esnek hareketler sergiliyorlardı ki?

 

"Ne oldu küçük karım, biraz fazla mı geldi?"

 

Kulağına fısıldayan adama yandan bir bakış atarak onlar için ayırılan locaya doğru adımladı. Duhan'lar oturmuştu bile. Alışkın olmaması ve yadırgaması normaldi bence.

 

"Hakan burası muhteşem, nasıl getirmezsin bizi şerefsiz. Bende striptiz bar açmıştır diye hiç sorgulamamıştı."

 

Veronica'nın cümleleriyle kaşlarını kaldırdı. Burası Hakan'ın mıydı yani? Ne kadar az şey biliyordu onlar hakkında.

 

"Kızım 'kontrole git, bana bilgi ver' dediğimde, ucuz mekanda fotoğrafım çekilir, camiaya rezil olurum demedin mi?"

 

"Ay ne bileyip yakışıklı süvarim böyle ateş gibi bir yer olduğunu. Varoştan bozma sandım."

 

Esefle kınayan bakışlarını çekmedi Hakan kadının üzerinden. Eğlence mekanlarının aranılan yüzü bir insana da böylesi yakıştırmalar hiç şık olmamıştı.

Umay elindeki içkilerle şak diye yerleşmişti Şahin ve Hakan'ın ortasına. Deri pantolon ve büstüyeri, siyah makyajı amazon bir hava vermişti ona.Omzunu Şahin'e vurarak adama iyice yaklaştı.

 

"Hâlâ küs müsün bana? Özür diledim ama. Ne kindar çıktın sende."

 

Şahin ters ters bakıp uzaklaşmak ister gibi kalçasını kaydırdı koltukta.

 

"Kızım sen ne çeşit bir manyaksın! Lan hadi girdin arşive, niye Başkan'a 'taciz etti beni' diyorsun? Macaristanı nasıl bıraktılar sana aklım almıyor!"

 

"Ya sen öyle paldır küldür beni çıkarırken mememi elliyorsun sandım."

 

"Ruh hastası, ellesem seni mi ellerim? Dinamit gibi kadınsın, nerde patlayacağın belli değil."

 

Umay sırıtıp, elindeki kadehi Şahine dopru kaldırdı.

 

"Hayatımda aldığım en cool iltifattı. Bomba gibiyim değil mi Şahin? Sende hiç fena değilsin yani. Sakallı erkeklerden hoşlanmazdım halbuki."

 

Kadının cilveli sesi ve oynaşan kaşlarına yan yan bakıp bir 'tövbe' çekti adam. Birde sakin doğasıyla övünürdü adam. İsmail YK'dan 'Allah Belanı Versin' dinlemekten bi hâl olmuştu.

 

Alparslan, piste kedi gibi bakan kızı sırıtarak izliyordu. Slow bir parçaydı ve minik karısının canı dans çekmişti demek. Teklif edemeyecek kadar kaba doğası, Şifayı elinden tutup peşine takmıştı bile.

Kendine olabildiğince yaklaştırıp, sarmaladığı kızla salınmaya başladılar. Pozisyonları dans kıstaslarından çok ayrı, sarılmanın çok ötesindeydi. Alparslan canına katmak istiyordu 'canını'.

 

"İyi misin güzel perim?"

 

Şifa nazlı nazlı tek omzunu silkti.

 

"Elbisemi övsen, azıcık nazlandırsan daha iyi olabilirdim ama şu an için çok keyifliyim."

 

"Yavrum zaten haddinden fazla güzelsin, bir de böyle giymişsin irade falan kalmıyor yemin ederim. "

 

Şifanın tatlı kıkırtısını duydu ilk. Sonra omuzlarına doğru asılıp, yanağını öpüşüne karizmatik bir gülümsemeyle karşılık verdi.

 

"Şifa..."

 

"Hmm..."

 

"Yavrum sanırım ben abazayım. Aklım fikrim seni eve götürüp sevişmekte."

 

Alparslanın açık sözlülüğüyle şaşırıp kalan Şifa gözlerini belertmişti. Sonrada adamın ensesindeki elini, küçük bir tokatla ağzına kapatmıştı.

 

"Ulan ne vuruyorsun? Durup dururken aklıma giresin tutar, hazırlıklı ol diye dedim."

 

"Valla yetti canıma! Ayarsızsın sen ya. Neden böylesin bi anlatsan ya."

 

"Bak mesela şimdi azarlıyorsun ya, nasıl seksisin. Şu sağıma soluma dokunan küçük ellerin var ya. Ben daha da iflah olmam peri haberin olsun."

 

Bu adamla baş edilemezdi kesinlikle. Ne dese daha çok utandırıp, pısırık bir hâl almasına neden oluyordu. Yüzüne baktığında düşündüğü her şey dile gelecekmiş gibi canlıydı üstelik.

 

Sessiz kalıp, başını omzuna yaslamaya devam etti. Şifa geceden beri hissettiği duyguyu Alparslan'la paylaşıp paylaşmama kararı veremiyordu.

 

Ona elektrik etkisi yaratan aralarındaki bağ sanki çok farklı bir boyuta ulaşmıştı. Emin olamıyordu ama istese adamın aklındaki her şeye ortak olacakmış gibi bir his vardı içinde.

 

"Bir şey denemek istiyorum, izin verir misin?"

 

Alparslan kaşını kaldırıp kıza derin derin baktı ve onu onaylayan bir mimik sergiledi.

 

"Şimdi bir şey düşünmeni istiyorum. Bir anı yada yapmayı planladığın bir olay olabilir."

 

Maksadını çözemese de denileni yapmaya programlı gibi başını salladı Alparslan ve istemsizce gözlerini kapattı. Ne yapmak istediğini tam olarak anlamış sayılmazdı ama merak ediyordu.

 

Şifa'da adama uyarak kapattığı gözleriyle bulunduğu dünyadan soyutladı kendini. Bir bulutu binek yapmış, elleriyle yüzünü kavradığı adamın zihnine doğru yol almıştı. Bir şeylere çarpar gibi hislerle, kara bir sisin ardından süzülüyordu sanki. Gözlerindeki perdeyi aralayan, kendi görüntüsünü inceledi. Alparslan'ın gözlerinden kendi suretini izlemek oldukça tuhaftı.

 

Şifa, uyurken tenini arşınlayan bakışları, saçlarını okşayan parmakları, benini seven dokunuşu ve boynuna yaklaşarak genzine dolan kendi kokusunu birebir yaşamışçasına bir netlikte yaşadı.

 

İkisi de aynı anda ve aynı şaşkınlıkla gözlerini açmıştı. İrice açılmış yeşil ve siyahlar çarpıştı. Biran evvel sadece saniyeler süren bu hissi adlandırmaya çalıştıkları yüzlerindeki karmaşadan belliydi. Hayal değildi. Dokunsa hissedeceği kadar gerçekti o an. Alparslanın gözlerinden kendini görmüştü. Anı dün geceye aitti. Şifanın uyuyup kaldığı bir anda Alparslanın onu seyrettiği zamandan bir kaç saniyeydi. Ama ordaydı işte. Alparslanın anıları Şifanın zihninin içindeydi.

 

"Aman Allahım" diye mırıldandı Şifa. Onlar sadece beyinleri arasında bir köprü var sanarken aslında ,birbirlerinin zihnini paylaştıklarını tam da şu an fark ediyorlardı...

 

 

Loading...
0%