@orenda
|
Felaket karmaşık bir bölüm ama bu kitabın okuyucuları da asla sadelikten hoşlanacak kişiler değil. O yüzden hadi biraz karıştıralım ortalığı💙
Keyifli okumalar kuşlarım, yıldıza dokunmadan, en az bir yorum bırakmadan terk etmeyin bölümümüzü🥰
Şaşkınlık her yanlarını sarmıştı. Şifa biraz önce olanların gerçekliğini sorguluyordu. Ama asıl onu ürküten Alparslan'ın da aynı şaşkınlığı onunla paylaşıyor oluşuydu. Şifa karşısına çıkan her şey de bu eylemi gerçekleştirirdi zaten ya Alparslan'a ne oluyordu?
Alparslan böyle bir şeyle karşılaşacaklarını bilmiyor muydu yani? Biraz önce adamın gözlerinden kendini izlemişti, adamın parmaklarından tenine dokunmuştu, adamın soluğunda kendi kokusunu duyumsamıştı. Ama onlara kimse bunun böyle olacağını söylememişti ki!
"Ne! Ne oldu biraz önce?"
Alparslanın şaşkınlığı sesindeki titremeden bile belliydi. Alınları birbirlerine yaslanmış, sık soluklarla kendilerine gelmeye çalışıyorlardı. Beklenilmeyen, bilinmeyen, oldukça ürkütücüydü Şifa'nın beynine tamamen sahip olması.
Ama Şifa öyle emin bir iç güdüyle adım atmıştı ki Alparslanın zihnine nasıl yapıldığını söyleyemese de gerçek ikisinin arasında cayırcayır yanıyordu. Bir bebeğin doğduğu anda ki içgüdüsüyle annesinin memesine yapışması gibi refleksifti.
"Nasıl oldu bilmiyorum. Ama geceden beri bir şeyler çok farklı Alparslan. Az voltajlı bir elektrik çarpar gibi içimde, tarif edemeyeceğim yerlerimde. Gözlerine bakarken bile sana karışacak gibiyim. Zihnin beni çağırıyor. Beni içine çekiyorsun."
Alparslan başını alnından ayırmadan iki yana sallar gibi hareket ettirdi. İki eli, ensesini kavramış, Şifaya uzaklaşacak zerre alan tanımamıştı.
"Böyle değildi! Köprüydü! Tüm yazılan raporları yüzlerce kez okudum böyle değildi! Sen zihnimde dolaşırken hissettim. Böyle olmaması gerekiyordu."
"O zaman tahmin edilemeyen etkileri de var o bileşenlerin?"
Şifanın cümlesi buram buram soru kokuyordu. Alparslan azıcık geriye çekilip gözlerine bakabilmek içşn alan oluşturdu ama elleri hâlâ sıkı sıkı ensesini kavrıyordu.
"Bir sebebi olmalı! Birlikteliğimizle ilgili olabilir. Düşünmem lazım ama aklımı kullanamıyorum şu anda."
Şifanın derin derin aldığı nefeslere sakinleşmek için eşlik etti.
"Tamam! Sakinleşelim önce, Duhan'a soralım."
Alparslanın zift karası gözleri bir anda alevlendi.
"Hayır hayır! Asla, kimseye bunu söylemeyeceğiz Şifa. Ben bunun ne olduğunu çözene kadar söylemeyeceğiz!"
"Neden?"
Alparslan yine başını iki yana salladı. Sonra Şifanın dudaklarına dudaklarını sürterek konuşmaya başladı.
"Perim bana güveniyor musun?"
Şifa iç çekip, Alparslanın dudağının köşesine şefkatli bir öpücük bırakmıştı. Elleri sakinleştirmek ister gibi göğsünde dolaşıyordu.
"Bu nasıl soru? Kendimden çok, biliyorsun!"
"Bu, Birliğin hoşuna gitmez Şifa. Sen yaptın! Benim de yapabileceğim ihtimali hoşlarına gitmez. Tekrar uzaklaşamam anlıyor musun? Ölürüm! Olmaz! Alırlar seni benden. Bağ bile canlarını sıkarken ortak zihin kabul görmez."
Şifa, Alparslan'ı ondan uzaklaştıracakları ihtimaliyle boğuluyormuş gibi hissetti. Hâlâ tam olarak nedenini anlamıyordu, adamın aklından neler geçiyor düşünemiyordu bile. Ama onsuz kalması, olasılıklar arasında bile olamazdı. Bunu kabul edemezdi! Sanki biri hemen tam da şu an Alparslanı alacakmış gibi parmakları sıkıca gömleğini avuç içinde topladı.
"Tamam, sakinleşelim şimdi. Asla söylemem! Anlamasınlar yüzümüzden bir şeyler. Sakinleşelim! Uzaklaşmam ben senden, tamam düşünelim önce!"
Şifanın yatıştırıcı sesiyle Alparslan düştüğü paniğin yıldırıcı bataklığında çırpınmayı bıraktı. Altından kalkabilirlerdi. Uzaklaştırılmasının önüne beraber geçebilirlerdi. Mantıklı düşünmeliydi biran önce. Şifanın yüzünü kavrayıp şefkatli, naif öpücükler bırakmaya başladı. Dudaklarını, çenesini, burnunu santim santim buseledi.
"Sorun yok perim. Beraber düşüneceğiz, tüm ihtimalleri tartacağız. Biran önce günlükleri incelemeye başlamalısın Şifa. Orda saklı olabilir. Doktor gibi düşünmek zorundayız."
"Kliniğe gidileceğinden bahsedildi ama."
"Prag'daki klinik olacak. Doktorun tüm hayatı orda. Bir şeyler olmalı mutlaka!"
Şifa gözlerini etrafta dolaştırıp tekrar Alparslana baktı. Yüzü ne kadar sabit dursada karnını deşen panik korkusunu saklayamıyordu. Şifanın dudakları tebessümle kıvrıldı. Boyuna ulaşabilmek için biraz daha omuzlarına asılıp kirli sakallarını kokladı. Burnu sataşır gibi yanağında geziniyordu. Şifa dokundukça Alparslanın içinde yatışan panik daha çok teşvike neden oldu. Burnunun yanı sıra dudakları da sürtünerek ilerledi.
Alparslan için Şifayı kaybetme düşüncesi ne denli yoğun hissederek öğrenmişti işte. Bağ onları birbirine ilmeklerken en çok buna şükretti Şifa.
"Yanlarına dönelim Alparslan, dikkat çekiyoruz. Ve endişelenme lütfen. Bu dünya üzerinde hiç bir güç beni sensiz bırakamaz. Unuttun mu ben yeminli bir mürit değilim."
Alparslan Şifanın ferahlatma amaçlı sözlerinin büyüsüne kapıldı. Dudaklarının ona verdiği hisse sığınıp başını göğsüne sıkıca bastırdı.
"Kimse alamaz seni benden. Vermem! Evimize gidelim Şifa. Daha ayrıntılı konuşmamız gerekiyor, düşünemiyorum şu anda."
Geriye çekildiklerinde Alparslan elini kavramış, üstüne dudaklarını bastırmıştı hemen. Şifa tutulan elinden yönlendirip locaya doğru yürüttü. Şu an ihtiyaçları olan tek şey, kimsenin bir terslik olduğunu anlamadan geceyi bitirmeleriydi.
Alparslan'ın asla beklemediği bir soğukkanlılıkla sohbetlere katılmıştı genç kız. Kahkahalar atmış, Hakan'a ve Şahin'e bulaşmış, durumu sıfır riskle kontrol altında tutmuştu.
Duhan'ın arada kendine baktığını ve kaşlarını çattığını hissetsede hiç bakmamış, açık vermemişti. Her zamanki gibi davranmak çok zorluyordu onu. Kalbini sıkan ihtimaller, zehirli yılanlar gibi kulağına tıslıyordu. Saat gece yarısını çoktan geçtiğinde birbirleriyle göz göze geldiler.
"Çok yoruldum ben, kalkmayacak mıyız?"
Şifa sorusunu sorarak esnedi. Başını Veronica'nın omzuna koyup bir de beden diliyle uykusu olduğunu herkese sergilemiş oldu.
"Kızıl kelebek, bu kızdan 'clup girl' olmazmış anladığımıza göre hadi kalkalım. Ayakta uyuyacaksın yavru Dua."
Hakan'ın kahkaha atarak sarf ettiği sözcüklerden sonra herkes ayaklanarak, toparlandı. Dışarı çıktıklarında kulaklarını uğuldatan müziğin kesilmesi ve temiz hava ilaç gibi gelmişti Şifa'ya. Arabalarına yerleştiklerinde Duhan'ın yanında iki dakika anca kalan Alparslan adımlarını aracına yönlendirdi. Yuvaya gelmeyeceklerini en azından birisine söylemeleri gerekiyordu.
Araç bilindik yolda hız sınırlarının bir tık üstünde seyrederken çıt bile çıkmıyordu. Anlaşılmış bir sessizlik hakimdi arabada. Yollar tükenip de sadece ikisine ait yuvaya vardıklarında Alpaslandan sesli bir nefes dışarı fırladı. Kendini kastığını iliklerine kadar hissediyordu zaten Şifa.
Eve giren Şifa üst kata çıkmaya başladı "Duş almam lazım" diyerek adamı beklemeden sıcak suyun altına attı kendini. Aslında Alparslan gibi tüm kaslarının gerildiğini sıcak suyun mayıştırıcı etkisiyle fark etti. Duştan çıkıp şort ve askılı ikilisini giydi. Saçlarını kurutacak hali yoktu.
Aşağı indiğinde en küçük bir ses duyamadı. Adımları mutfağa yönlendiğinde Alparslan'ın açtığı camın önünde sigara içtiğini gördü. Tiryaki değildi ama şu an her şeyin çözümü o daldaymış gibi sarılmıştı parmakları izmarite. Kahve makinesinde ikisi için filtre kahve hazırladı. Kupayı adama uzatana kadar Alparslan onun varlığını hissetmemişti. Bu olabilir bir şey değildi halbuki. Alparslan, duyuları kurt kadar keskin biriydi.
"Düşündüklerini benimle paylaşır mısın yoksa ben mi beyninden söküp alayım?"
Şifa bunu biraz eğlenen bir sesle söyledi. Aslında Birlikle olan ihtimali ilk anda Alparlsan dillendirmese hoşuna aşırı gidecek bir hadise yaşanmıştı.
Şifa, Alparslanın zihnini rahatlıkla gözetleyebilecek kadar ona karışmıştı.
"Milyonlarca olasılıkla karşı karşıyayız. Doktor tüm tanımlamalarda bağı köprü olarak anlatmış. Ama hiç bir detay aklıma gelmiyor birimizin zihnini, diğeri bu kadar kendine ait kılsın."
Şifa sıcak kahveden bir yudum aldı.
"Bu öğrenilirse ne olur Alparslan?"
Alparslan tam o anda duruşunu değiştirip, Şifanın her zerresini görebilecek şekilde sırtını pencereye yasladı.
"Sen yapabildiysen ben de yapabilir miyim? İşte bu ihtimal hiç birinin hoşuna gitmez peri. Orda yaşadığımız şey... Şifa ben senin zihnimde dolaşmanı hücrelerimde bile hissettim. Beni bir yere çekip götürsen sorgulamayacak kadar senindim. Ya bunun tam tersi de mümkünse? Seni kendi doğrularıma göre yönlendirme durumu doğar. Kurallara olan bağlılığım hiç bir zaman taktir edilmedi. Bu onları korkutur Şifa."
Şifa alt dudağını dişleriyle kıstırıp, söylenilen her şeyi tekrarladı içinden.
"Senin beni kontrol edemeyeceğin bir mesafe koymak isterler aramıza. Söylemek istediğin bu."
Şifa tırnaklarını avuç içlerine sapladı. Onun adamını ondan alırlardı. Kimse ne hissediyor sormaz, projeyi risk edecek tüm pürüzleri ortadan kaldırırlardı. Alparlsan Şifa için potansiyel bir kan bağışçısıydı. Koruyucu, yönlendiriciydi ama zihin ortakçısı olması kabul edilemez pürüzler doğururdu Birlik için. İkisini kontrol edebilecekleri ama Şifa ve Alparslanın bir birini yönetemeyeceği yeni bir düzen!
Asla! Asla buna izin vermezdi Şifa. Alparslan onun için sadece aşk değildi ki. Yaşama hevesiydi, umudun adıydı, hayal kurma isteğiydi. Bir anda gelmiş ve her şeyi yerle bir etmişti. Bir anda hayatına girmiş ve Şifanın kalbinde göz diktiği yeri sahiplenmişti. Alparslan kanına bu kadar karışmışken, onsuzluğun acısında kırk yedi gün kıvranmışken kabullenemezdi. Ölürdü!
Aşkla bedenlerinin iç içe girdiği anlar zihnine süzüldü. Kendini hiç hissetmediği kadar evde hissetmişti. Alparslanla bütünleştiği an yıllar sonra eve dönmek gibi bir mutluluk sarmıştı kalbinin etrafını. Teninde kaybolurken, zevkle kendinden geçerken bedeninin içinde hissettiği o girdap hayal değildi. O yoğunluk sanrı olamayacak kadar gerçekti.
"Olmaz! Ben bunu kabul edemem. Ben sensiz olamam. Olmaz! Bırakmam seni ben, hayır Alparslan."
Alparslan elindeki kahveyi camın kenarına bırakıp Şifayı sımsıkı kucakladı. Şifa'nın ona olan tutkusunu ,ilk kez bu kadar net hissetmesine sevinemiyordu bile. Ayrı bırakılmaları olasılıkların arasında olmamalıydı. Daha bir sıktı kollarını, biri çekip alır diye daha çok sarmaladı. Şifayı bir kere gördüğünde tutsak olmuşken onu yaşadıktan sonra ihtimaller öldürürdü onu.
Şifayı yaşamak...
Şefkatini, adının hakkını veren iyileştirici kelimelerini, parmaklarından akan devayı bırakmak artık imkansızdı!
"Böyle bir şey olmayacak. İster bencil desinler ister şerefsiz. Ben seni buldum almalarına izin vermem! Şu saatten sonra sadece ikimiz düşüneceğiz ve konuşacağız bazı şeyleri. Değişimler sürecektir, kimseye detay vermeden kendi aramızda fikir yürüteceğiz. Ne kadarını paylaşmamız gerekiyor sadece ikimiz karar vereceğiz."
"Nasıl olduğuyla ilgili bir fikrin var mı?"
Şifanın sorusunu o da fazlaca kafasında aneliz etmişti. Değişimin şiddetle baş gösterdiği yer bedenlerinin bir olmasını işaret ediyordu.
"Her şey onlar için akılla yönlendirildi. Aklı her şeyin önünde tuttular ama bizi ihtimallerin içine dahil etmediler."
"Anlamıyorum, ne demek bu?"
"Aşk! Aşk peri, hiç bunu düşünmediler. Aklımızla bağladılar ama kalbimizin çizdiği yolu, hesaplamaların arasına sokmadılar hiç. Bileşenlerin doktorun hesaplamalarından saptığı zamanlar olmuş. Her bileşen sonrası senin için hazırlanan dosyaları okudum. Bunu biz yapmış olmalıyız. İlk kilit kırılması bile iki yıl erken gerçekleşti. Bağı güçlendiren hisler bazı şeyleri tetikliyor olmalı. Sevişmemiz de buna dahil."
Alparslanın dudaklarından dökülen 'aşk' kelimesi buz gibi bir okyanusa fırlattı Şifayı. Aralarında konuşulmaya bile gerek görülmeyen bir gerçekti aşk. Vardı işte! Hiç ihtiyaç duymamışlardı dillendirip, isimlendirmeye. Ama somut bir hâl almayı başarmıştı aşk.
"Biz yaptık! Biz milyarlarca hesaplamaları, bileşenleri değiştirecek kadar güçlü bir şey yaptık."
Alparslan galaksideki tüm yıldızları kıskandıracak bir parıltıyla Şifanın yeşil gözlerine baktı.
"Aşık olduk!"
Sonrasında hiç konuşma ihtiyacı hissetmediler. Alparslan kucağına aldığı kızı yataklarına taşıdı. Belinden sarılıp sırtını, göğsüne yasladığı perisinin ensesine sayısız öpücük kondurdu. Sadece dinlenmeye, mantıklı ve doğru adımlar atmaya ihtiyaçları vardı. Aralarında gittikçe güçlenen bağın sınırını bilmiyorlardı, bu da ikisini potansiyel sorun haline dönüştürüyordu. 'Koruyucu' olması için eğitilen adamın, yıllardır beklenilen projeyi tek başına kontrol edebileceği düşüncesi dokuz üstte de kabul görmezdi.
Dokuz üs lideri de Alparslan'ı hakimiyet altına alma kararı çıkarır, ihtiyaç anında kullanımını sağlardı sadece. Alparslan için kullanılması, kanı, organları asla önemli değildi. O, Şifa'dan uzak kalma gerçeğiyle asla baş edemezdi. Tekrar her şeyini kaybedemezdi. Onbir yaşında ondan alınanların acısı dinmeden, yirmi dokuz yaşında yeni bir yıkımı sırtlanamazdı.
Asla aklından Şifa'yı kontrol etmeyi, zihnini kullanarak kendi istediği çizgide yönlendirmeyi düşünmezdi ama bunu dokuz üs liderine nasıl açıklardı? Kendini nasıl inandırırdı? Onların 'ihtimal' olan hiç bir şeyi tolere etmeyeceğini biliyordu. Bir ulusun istikbalini ihtimal ile riske atamazlardı.
Yuva'da bulunanlardan hâl ve hareketlerini saklayamazdı ama Güneş'e ait herkesden Şifa'ya olan asıl bağını saklama kararı aldı. Kimse Şifa'nın aslında Alparslan için ne ifade ettiğini anlamamalıydı.
Aşk belki bilinebilir, zararsız görünüp, üzerine gidilmezdi. Ama bağın gücü...
Şifa'nın sürekli sıçramaları ve Alparslan'ın bir damla uyumamasıyla sabahın ışıklarını doldurdular minik yuvalarına.
İkisi de kendi kabuklarına çekilmişti. Şifa aklını günlüklere takmıştı. Birliğe istediğini verirse onlara dokunmazlarmış gibi geliyordu.
Alparslan ise Umay'la konuşmayı, sezdirmeden neler hakkında bilgisi olduğunu anlamayı planlıyordu. Asla Sırbistan darbesinin tesadüf olmadığını biliyordu. Zamanlamanın bu kadar kilidin kırılmasına yakın oluşu dikkat çekmeyecek gibi değildi.
Kadın sır küpüydü aslında. Annesiyle ilgili bir çok şeyi sakladığına, Serdar'la arasında çok daha farklı bir bağlılık olduğuna emindi Alparslan. Somut hiç bir delili olmasada hissediyordu ve Alparslan bu güne kadar hislerinde asla yanılmamıştı.
Beraber yol üzerinde bir gözlemeciye uğradılar. Kahvaltı ve yuvaya geç gitme bahanesi olarak kullanılacak bir durumdu bu. Ama kaçınılmaz olarak yuva kapılarından girmişlerdi artık.
Malikanede kimse yoktu, çalışanlardan sadece Veronica'nın odasında olduğunu öğrendiler. Alparslan da Umut'a geçmesi gerektiğini söyleyip çıkmıştı.
Şifa, kızılın kapısını tıklattı. Normalinden farklı davranmayacak ve kimseyi olmadık bir düşünce içerisine sokmayacaktı.
"Kızıl yılanım ben geldim."
Veronica küskün bir bakış atarak tekrar saçlarını maşalamaya devam etti. Buklelerini belirginleştirip daha da dolgun bir görüntü oluşturmuştu.
"Ama yine niye küstük biz ya?"
"Kocişkon nasıl bıraktı seni? Evin yolunu nasıl bulabildin satış ve pazarlamadan sorumlu sırtlan?"
Şifa eğlenceli bir kıkırdamayla kaşlarını oynatarak Veronicaya yaklaştı.
"Aman Allah'ım resmen Alparslan'ı kıskanıyorsun. Şaka gibi ama kızıl kraliçe insani duygularını bize sunuyor."
"Şeytan diyor ki iki kırıt, Başkanı ayart, sürdür kurtçuğu bu diyarlardan. 'Kocamla fingirdeme keyfisi' temalı surat ifadeni 'yine yangınlar yine ben' olarak değiştir."
Şifa kaşlarını kaldırıp, özgüvenle planlarını anlatan kadına dudak büzdü.
"Benim tatlı kızılım bunlar ne fena düşünceler öyle. Hem sen biriyle flört et, bende Barbaros'un çıkardığı sessiz savaşı izleyeyim."
Veronica maşaladığı bukleleri elleriyle dağıtıp, doğal bir görüntü oluşturdu.
"Hoşt! O nasıl karışabilir acaba bana?"
"Kızılım şimdi söylemek gibi olmasın ama verdin sen o yüzü bir kere. Şu yaşa gelmiş adam, ergen gibi kapında bekliyor gitme bence daha fazla üstüne."
Veronica kızıl saçlarının yürürken yeterince zıplayarak dans ettiğine emin olmak için odasında iki tur yürüdü. Bu arada Şifaya küçümseyici bakışlar atmayı kesmemişti.
"İyice ilişki uzmanı oldun başımıza Şifa Hanım. Söyle bakalım o kara zibidi alıp nereye götürüyor seni? Gerçi iyi götürüyor belli de mekanı da öğrenelim."
Şifa azıcık kızarmış gibi hissetti kendini. Yanakları ısınıyordu çünkü. Veronica'dan ilişkisiyle ilgili bir takım şeyleri saklama kararı almış olsa da biliyordu kızıl asla merak ettiklerini öğrenmeden bırakmazdı peşini.
"Bizim için küçük bir yuva yapmış. Oraya gittik."
Veronica iki eli belinde, karşısında kızarıp bozaran kızı baştan aşağı tekrar süzdü.
"Sinsi kara pislik. Burada istediği gibi at koşturamıyor tabi. Tanrım! Korunduk de bana, bu kadar genç ve güzelken olmaz! Korunduk de."
Elleriyle yüzünü kapatan Şifa, olduğu yerde zıplayıp çığlık atmıştı.
"Ya sen ne kadar fenasın ya? Ben burda sana çok hoş bir detayı anlatıyorum. İkimiz için yuva yapmış diyorum ettiğin lafa bak. Beni çileden çıkarma kızıl. Üçer beşer doğururum 'anne' dedirtmeden 'anneanneyi' öğrenirler. Bil bakalım kime böyle seslenirler?"
Veronica elini kalbine koymuş, gözlerini kocaman açmış sergilediği oyuna uygun bir dehşetle kıza bakıyordu.
"Şu endamım, mermer gibi pürüzsüz cildim, ateş kızılı saçlarım bunları mı duyacaktı? Ayrıca küçük kurtlarla evi dolduracaksan yemeklere müdahalede bulunayım. Kısırlaştırmam gereken bir hayvancık var malum evde."
Şifa geçip josephine koltuğa yayıldı. Saçlarının uçlarını inceleyerek bu durumun onu hiç rahatsız etmediği izlenimi yaratmayı planlıyordu.
"Tabi ki böyle bir şeyi denersin, ama başarılı olabilir misin bilemiyorum? Hem bu ara sıkılmaya çok müsait bir ruh halim var. Ayakkabı koleksiyonunla eğlenirim bende. Kocamdan uzak dur kızıl!"
Veronica ağzını açtı açtı kapattı. Hep bunu yapıyorlardı işte. Onu en hassas olduğu yerden vuruyorlar, hassas kalbini incitiyorlardı. Bir daha çenesini kapalı tutacak, planlarını açık etmeyecekti Veronica. İyi niyeti hep suistimal ediliyordu resmen.
"Çok memnun etti belli ki! Baksana performans düşürecek her şey seni bir şeytana dönüştürüyor."
Şifa haylaz bir sırıtmayla Veronicaya baktı. Tam ağzını açacakken Veronica elini öne doğru uzatmış sus der gibi bir hareket sergilemişti.
"Kapat çeneni! Asla duymak istemiyorum asla! Tanrım gerçekten bunları yaşamak zorunda mıyım?"
Bir süre Veronica'yla uğraştıktan sonra yeni bir programı denemek için aşağı indi Şifa. Şahin'in önerisiyle yeni bir yazılım düzenleyecek, başarılı olursa işlerine yarayacak her yasa dışı hackeri eliyle koymuş gibi bulacaktı. Şahinin it kapanı adını verdiği yazılım gittikçe büyüleyici bir şekil alıyordu. Darkweb için gerçekten bir kapan görevi üstlenecekti.
Saatlerdir kapalı alanda durmadan çalışması çift görmesine neden olmaya başlamıştı. Üzerinde hissettiği bakışlarla kafasını kapıya çevirdi. Umay, çok farklı bir şey görmüş gibi onu izliyordu. Bir süre sadece bakmakla yetinen kadın yavaş adımlarla yaklaşıp masaya zıplayarak oturdu.
Şifa iki kaşını da kaldırarak ne yapmaya çalıştığını anlamak istiyordu.
"Çalışırken izledim seni, çok hızlısın. Bir çok insanın saatlerini alacak hesaplamaları dakikalar içerisinde yapıp, sayısal verilere döküyorsun. Hiç fark etmeden çok uzun sürecek işleri kısa sürede hallediyorsun. Biraz önce sadece taslağını oluşturduğun yazılım için haftalarını harcar bir ekip."
Şifa durup dururken başlatılan muhabbetin, pek de Umaya yakışmayacak övgü içeren sözlerin maksadını anlamak için duruşunu düzeltti ve kadının gözlerinden bakışlarını ayırmadı.
"Ne demeye çalıştığını anlamıyorum ama?"
Umay iyice yaklaştı Şifaya. Sanki odada yalnız değillermiş gibi kulağına dayadı dudaklarını.
"Seni çözmem gerek küçük kız. Sana güvenmem gerek. Annemin sana fısıldadıklarını hatırlamanda yardımcı olmam için seni özümsemeliyim."
Sonra da işaret parmağını dudaklarına dayayarak susmasını istedi. Kelimelerde çok da bir şey yoktu ama o bakışlar bir çok kara kutunun sırrıydı. Umay doktorun kızı, dokuz üstten birinin başkanı olmanın çok daha ötesindeydi. O yirmi iki yıl önce ölen kadınla arasındaki en sağlam elçiydi...
***************
Duhan, Gökay Turan'la yaptığı görüşmeye Alparslan'ı da dahil ederek Prag'da bulunan kliniği ayarlamış oldu. Bileşenlerin 18. tamamlanınca ihtiyaç olacağını düşünmemişti. Ne büyük yanılgıydı ama.
Çalışma odasında son düzenlemeleri Barbaros'a aktarırken Hakan ve Şahin'in de bulunduğu bir görev için Barbaros'u lider seçti. Kendine yedi kişiden oluşan bir ekip kurup, şüphelendikleri bir durumu netliğe kavuşturmalarını istemişti. Bakü'de düzenlenecek politik bir zirvede devlet adına yer alacaktı Barbaros. İletişime geçmesi gereken üç önemli kişi vardı. Yeteri kadar zaman kazanırsa onlardan öğreneceği bilgiler ve oldukça gizli tutulan bir tarihle ülkeye geri dönecekti. Türk Hükümeti o tarihe ve katılımcı listesine ulaşırsa çok büyük bir pürüzü ortadan kaldırmış olacaktı. Güneş, tarihin hiç bir anında devletin ricasını kırmamıştı, kırmayacaktı. Ama bu ziyaret sadece Türk hükümetinin işine yarayacak detaylar için yapılmayacaktı. Güneş zamanı gelene kadar ne kadar koz varsa toplamak zorundaydı. Özellikle şüphelenilen bir durumu yerinde görerek, inceleyecekti.
Alparslan'dan gelen telefonla ikisi de çalışma odasından çıkarak aşağı indiler. Veronica salonda tabletiyle ilgilenirken Şifa ortalarda görünmüyordu.
"Şifa'yı çağırır mısın Veronica. Prag için yarın yola çıkılacak."
"Prag'da ki klinik demek. Keşke daha önce haber verseydin bana. Nasıl hazırlanacağım ben şimdi?"
"Sen gelmiyorsun Veronica. Umay, Alparslan, Şifa ve ben gidiyoruz. Sen Barbaros'la Bakü'ye uçacaksın. Detayları Barbaros anlatır sana. Elin boş dönme kızıl tilki!"
Veronica çattığı kaşlarıyla iki adamı da incelemeye başladı. Gün aşırı görevi olmazdı onun. En az bir hafta öncesinden bilgilendirilirdi. Bu da beklenilmeyen, sürpriz bir durum demekti. Duhan ona birlikte kullanılan lakabı ile sesleniyorsa avlanmasını da istiyor demekti ayrıca. Oldukça meraklanmıştı ve galiba heyecanlanmıştı da. Barbaros'la beraber bir görevde yer almak hoş olacaktı.
Alparslan'ın yuvaya gelişiyle Veronica, Şifa'ya aşağı inmesi gerektiğini bildiren bir mesaj attı. Beklenilen herkes salonda tamamlandığında Duhan kısa bir özet geçmişti.
"Prag'da kapsamlı bir tarama olacak. Krizin nedenini ve duyunun anlamını çözebiliyorlar mı bakacaklar. Umay'da bizimle olacak. Doktorun orda bir evi var. Defalarca tarandı, bizim için işe yarar hiç bir detay yok ama belki sende çağrışım yapacak noktalar bırakmıştır. Şu ana kadar hiç bir değişiklik yapılmadı, nasıl bıraktıysa öyle duruyor her şey. Orda sadece bakma kızım, görmeye de çalış."
Şifa sadece başını sallayarak sıkıntılı bir nefes aldı. İçgüdülerine güvenmeyi ve belleğine işlenmiş görünmez satırlara dokunmayı oda çok istiyordu. Bir süre daha konuşulduktan sonra herkes odasına çekildi.
Alparslan banyodan gelen su sesiyle adımlarını oraya yönlendirdi. Ses çıkarmadan kıyafetlerinden kurtulup kabinin içerisindeki kızın yanına girdi. Su teni hafiften yakacak kadar sıcaktı. Elleri ve alnı fayansa yaslı sadece suyun altında bekleyen kıza kollarını dolayarak sarıldı.
Şifa çelişkilerin içerisinde boğuluyordu. Ama en çok kafasına Alparslan ve arasında yeni gelişen durumu takıyordu. Beline dolanan kollarla ne kadar daldığını, kendini dış dünyaya kapattığını fark etti. Sırtına yaslanan çıplak tenle başını geriye attı. İhtiyacı olan tek şey buydu. Sımsıkı sarmalayan bu kollardı.
"Bunu yapma! Kendini bu kadar daraltıp ikimizi de zora sokma bebeğim."
Şifa yüzüne vuran damlalar nedeniyle gözlerini kapatmış, Alparslandan ona akın akın yağan gücün tadını çıkarmaya başlamıştı.
"İstiyormuşum gibi sanki. Elimde değil. Ben korkuyorum Alparslan, hiç bilmediğim bir dünyanın içerisinde canlı kalmaya çalışıyormuş gibi hissediyorum. Üstelik daha çok yakın bir zamanda tutunduğum dalımdan beni ayırabileceklerini sen söyledin."
Alparslan dudaklarını ıslak boynunda dolaştırmaya başladı. Şifanın ürpertisi ve karnına yayılan heyecanıyla dudakları kıvrıldı.
" Öyle bir şey yok Şifa. Asabımı bozma benim. Beni senden kimse uzak tutamaz. Sadece karşı karşıya kalabiliriz diye önlem alıyorum. Gökay Turan dahil hiç bir birlik üyesinin yanında beklenilenden yakın davranmayacağım. Ne oluyoruz deyip trip atma işine girme, uyarıyorum."
"Akıllarına düşmesini istemiyorsun."
"Acaba mı demelerini istemiyorum. Senin de hissettiğini biliyorum Şifa. Bu şey neyse çok güçlü. Kendimi zorlasam içindeki pınara ulaşabilirmişim gibi geliyor. Bunu istemiyorum, sana senin izin verdiğinden fazla karışmayı, bilmeden zarar verecek ihtimallere dahil olmayı istemiyorum."
Şifa kollarının arasında dönerek yüzyüze gelmelerini sağladı. İyice yaklaşarak adem elmasına öpücük bıraktı adamının. Bunun ikisininde elinde olmayan bir güç olduğunu söylemek, şu anı bozmak istemiyordu. Dudaklarını yasladığı tenden çekip bu sefer parmaklarının üstüne yükselerek dudaklarına küçük öpücükler bıraktı. Alparslan bu yakınlığı bekliyormuş gibi öpücüğü derinleştirip tutkulu bir hâle taşımıştı.
Bütün geceyi karısının teninde soluklanarak, canını verip tekrar dirilerek geçirdi. Her bir zerresine ne kadar aşık olduğunu fısıldadı. Dudaklarıyla teninde tavaf etmediği hiç bir yer bırakmadı. Onlara başka bir dünyanın kapısını açan bedenleri tekrar birleşti. Her darbe bir yemin, her inleme bir sözdü birbirlerine.
Ertesi gün erken saatlerde başlayan yolculuk iki buçuk saat sonra Prag'da son bulmuş oldu. Onları karşılayan siyah büyük araçla belirlenen rotaya doğru yol almaya başladılar. Alparslan bir an bile elini bırakmıyordu. Umay tek bir salise bile gözlerini üzerinden ayırmıyordu. Sanki beklediği bir şey vardı kadının. O beklenilen işaret fişeğiyle baraj kapaklarını açacakmış gibi bir aura yayıyordu Şifa'ya.
Dışardan bakıldığında donanımlı bir hastane imajı çizen yapıya girildi. Onları karşılayanlar oldukça sakin adımlarla, özel hastaların ağırlandığı binaya bitişik olan ama hiç bir normal hastanın girişine izin verilmediği kısıma, misafirkerini yönlendirmişlerdi.
Şifa iki saat arınmada zaman geçirdiğinde işlemlere başlandı. Tüm organları taranarak yirmi iki yıl önce hazırlanmış raporlarla veriler karşılaştırılmaya gönderildi. Kan hücrelerinin analizi, bağ doku, tendonlar, kolojen seviyesi ölçümlerine başlandı. Son olarak sadece Şifa için tasarlanan bölmeye alınmış uyku hali beyin dalgaları taranacaktı. Verilen serumla zorunlu bir REM uykusuna sokulmuştu. REM uykusunu kontrol eden beyin sapının orta noktaları sayesinde ölçümler net veriye en yakın hesaplamaları yapacak düzeyde olacaktı.
Tüm işlemlerin bitmesi yedi saatlerini aldı. Şifa kendini o kadar bitkin hissediyordu ki yürüyecek takati kendinde bulamıyordu. Onu soktukları zorunlu uyku vücudundaki tüm enerjiyi emmiş gibi hissettiriyordu.
Alparslanın kucağında yer değişimi yaptı sadece. Kimseyle tek kelime konuşmadan yorgun düşen bedenine kulak verdi ve bu sefer kendi rızasıyla daldı uykuya.
Ertesi gün heyet toplantısı gibi bir kurulun oluştuğu odada bekliyordu. Alparslan stresine mani olamamış sol bacağını sallamakla meşguldü. Ama asıl ilginç durum Umay'ın herkesle dalga geçermiş gibi etrafı turlayan bakışlarıydı. Kadın kimsenin bilmediği, sadece onun hakim olduğu bir şakaya gülecekmiş gibi bir ifadeyi barındırıyordu yüzünde. Bu durum Duhan'ın da dikkatini çekmiş olmalı ki gözlerini bir an kadının üzerinden çekmeden, çatık kaşlarıyla izliyordu.
Kısa bir öksürük sesiyle masanın başında toplanan ekibin en tecrübelisi olduğu belli olan adama döndü bakışları.
"Bunu nasıl açıklayacağımızı tam olarak bilemiyoruz. Açıkcası bugüne kadar hiç bir zaman böyle bir durumla karşılaşmadığımız için doğru çıkarımlarda bulunamamaktan endişeliyim."
Duhan, adamın kıvranan tutumundan hiç hoşlanmamıştı. Her zamanki gibi 'verilerin örtüştüğünü, sorun olmadığını' söylemesini bekliyordu. Ama karşısındaki adam sıkıntıyla ter döküyordu.
"Raporlarınız dokuz üssede gönderilecek zaten. Şimdi bize söylemeniz gerekenleri bekliyoruz."
"Efendim bedensel testlerin hiç birinde bir sıkıntı yok, sağlıklı hatta çok sağlıklı insan verileriyle örtüşüyor. Sıkıntı başka!"
Şifa fark etmeden Alparslan'ın parmaklarına doladığı elini sıkıştırdı. Sıkıntı olarak bahsedilenin Alparslan'la arasında gelişen yeni durum olup olmadığı düşüyordu aklına. Anlamış olabilirler miydi acaba? Bu yüzden mi adam kızarıp bozarıyordu.
"Sorun neyse söyle artık! Uyanışla mı ilgili?"
Duhan'ın sinirle kamufle etmeye çalıştığı endişeli sesi hiç yardımcı olmuyordu ona. İstemsizce panikliyor, bulunduğu ortamdan kaçma isteği doğuruyordu içinde. Yüzü buz gibiydi. Gözlerini bile kırpacak kadar mimik sergilemiyor, sadece karşısındaki heyet liderini izliyordu.
"Beyinsel verilerin hesaplayamıyoruz."
"Ne demek bu?"
"Şöyleki, biz artık giremiyoruz. Defalarca denendi tek bir ölçüm yapılamıyor."
Elindeki kalemi hırsla masaya fırlatan Duhan ayaklanmıştı. Hissettiği korku çok güçlüydü ve sebepsizce hırsını karşısındaki adamdan almak istiyordu.
"Açık açık durumun ne olduğunu söylemenizi bekliyorum! Benimle beraber dokuz bölgede projenin gidişatı hakkında bilgi istiyor!"
Adam gözlerini Şifa'ya dikip inceleyen bakışlarını tekrar vücudunda gezdirdi. Hayatını bu projeye adayan bir profösördü ve bir anda tüm her şey elinden çekilip alınmış gibi hissediyordu.
"Efendim, SIPIRITÜS DEDİCATED341 bizi devre dışı bıraktı. Beyin ona her ulaşma çabamızda dışarı atıyor bizi. Kilit içerden değilde dışarıdan vurulmuş gibi."
Adamın sözleri bittiği anda oluşan sessizliği bir alkış sesi ve akabinde gelen ıslık bozdu. Umay ayağa kalkmış coşkuyla alkış tutuyor ve ıslıklarıyla olayı daha da renklendiriyordu. Bütün gözlerin ona şaşkınlıkla bakması çok hoşuna gitmiş gibi sırıtıyordu.
"Evetttt! Artık dışarıdan gelecek sızıntıların da önüne geçildiğine göre, annemin bir dahi olduğunu herkes kabullenmeli. "
Umay kendi yaptığı espiriye sadece kendi gülen bir tavırla herkese sırıtarak baktı. En sona hiç bir tepki vermeden onu izleyen kıza çevirdi yüzünü.
"Şifa, bebeğim beynin artık tamamen senin. Sen kiminle istersen sadece onunla paylaşırsın."
Umay 'kiminle istersen' derken bakışlarını Alparslan'a yönlendirmişti. Biliyordu, nasıl olduğunu Şifa anlamadı ama ikisi arasındaki gelişmeleri biliyordu.
Umay bu kez tekrar karşısında oturan profesörlere baktı.
"Sevgili Güneş Profesörleri, size ayrılan sürenin sonuna geldiniz. Annemin 'adanmış ruh' projesi şu andan itibaren kendi başına ilerleyecek. Yolunu kendi bulacak, kilidini kendi kıracak. Kimsenin müdahalesi olmadan deva sadece sahibinin kontrolüyle canlanacak."
Umay şefkatle Şifa'ya bakıp ona yaklaştı. Elini kıza uzatıp tutmasını bekledi. Şifa refleks gibi bir tepkiyle Umayın uzattığı eli kavramıştı. Elektirik mavisi gözler ve orman yeşilleri birbirde saplı kaldı.
"Serdar bana bu ismi verirken devlet kuşu dedi..."
Umay sonra başını onaylamaz gibi iki yana sallamıştı.
"Ama siz Türkler Umay adını koruyucu olarak bilirsiniz. Serdar hiç bir şeyi öylesine söylemezdi. Bana verdiği ad buna dahil."
Şifanın buz gibi donuk yüzü babasının adıyla sarsıldı. Hareleri titredi. İşte Umayın yüzündeki sertliği kıran tek hareket de buydu.
"Babana yemin ettim küçük kız, her anında destekleyenin ve yol gösterenin olacağım. Sen beni yanında istediğin her an orada göreceksin . Şimdi hadi gel, annem senin için nerelere ne saklamış beraber arayalım..."
|
0% |