Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Dişlerinden Damlayan Kanın Kıyameti

@orenda

 

 

 

 

Esen rüzgar olduğu yerdeyse Şifa'da büyük bir sorun vardı. Alparslan'ın haricinde hiçbir şeyi hissedemeyecek kadar fena bir sorun.

 

Alparslan ona tek bir soluk alma mesafesinde çekildiğinde, ciğerleri ondan sökülerek alınan nefesle doldu.

Çığırından çıkmış gibi çarpan kalbi ne olacaktı peki?

 

Karşısında ki adamın da kendinden pek bir farkı yoktu aslında. Derin derin soluyordu Alparslan. İçini o kadar coşkulu bir kalabalık sarmıştı ki hangi duygu kendisinin, hangisi Alparslan'ın ayırt edemiyordu. Adını söylemek isteyen dudakları aralandığında çok daha saldırgan bir hamleyle karşılaştı.

 

 

 

Dişlerinin hırçınlığı dudağını kesmişti galiba. İnce bir sızı hissetti Şifa. Sonra o sızının üzerine sürtünen ıslak dil darbesi kesik bir iniltiyle sonuçlandı. Alparslanın, saçlarının arasına giren eli öyle sıkı tutuyordu ki kendini ondan uzaklaşma ihtimali bile yoktu. Başını yana yatırıp, ağzını ağzıyla tamamen örtmesi karnındaki yangını büyüttü. Elleri bilinci dışında Alparslanın kara saçlarına asılırken bedeni bedenine tamamen yaslanmıştı.

Nefessiz kalışıyla dudaklarının üzerindeki dudaklar çenesine doğru kaydı. Şifa bedenindeki gücü kaybeder gibi hissettiğinde Alparslan bir kolunu beline dolayıp ona destek olmuştu.

 

Başı geriye düşen kızın çenesinden boynuna doğru kayan dudakları tam şah damarının üzerinde durdu. Nabzına kim olduğunu hatırlatmak ister gibi dişlerini ince deriye sürterek bir iniltiye daha sebep oldu. Keyifle kıvrılan dudakları tekrar Şifanın tadını hissetmek için geldiği yolu dönerken dudaklarına yaslanan parmaklarla duraksadı.

 

"Ne olur dur! Kalbim... Alparslan öleceğim şimdi."

 

Fısıltıyla dökülen yakarışlara kulak tıkamak olmazdı tabi. Dudaklarının üstünde varlığını koruyan, uçları buz tutmuş parmakları buseledi bu seferde.

 

Allah biliyordu ya karşısındaki kızdan hiçbir farkı yoktu onunda. Damarlarında kan değil de kor akar gibiydi. Cennetten kovulan bir Ademoğlu'nun yuvasına kavuşmasıydı bu. Vatansız kalmış bir mülteciye topraklarını geri vermeleri gibiydi, üstelik bahçesine çiçekler de dikmişlerdi. Alparslan şu anın hayalini bile kuramamıştı. Aklı yetirip de şu an hissettiği hiç bir şeyi son sekiz yılında ona verememişti.

 

"Kurban olurum ben senin titreyen kirpiğine, kuş gibi çırpınan kalbine. Yoluna ne güzel ölünür ulan senin."

 

Başını geriye çekip, kollarında ufaldıkça ufalmış bedeni izledi. Her bir zerresini ilk kez görüyormuş gibi o siyah gözleriyle lime lime etti Şifayı.

 

Alparslanın delirmiş hücrelerinin arasına keskin bir sızı çarptı. Şifanın dolmaya meyilli yeşillerini gördüğünde kaşları oldukça hızlı bir şekilde çatılmıştı.

 

"Ölme Alparslan..."

 

Şifa aklının pusunda, kalbinin çırpınışıyla onca sözcüğün arasından cımbızla çekmişti sanki ölüm kelimesini.

 

Şimdi böyle hissederken...

 

Alparslanın aşkı onu kutsarken duyduğu bu kelime hiç olmadığı kadar can yakıcıydı. Şifayı hiç bilmediği bir denize sürükleyip, yok olmaya dair kelimeler söyleyemezdi artık. Alparslanın "Şifam..." diye mırıldanmasıyla dudaklarının yakınında öylece duran parmakları yüzüne doğru kayıp okşamaya başladı suratını. Sakallarının avcundaki varlığını daha iyi hissetmek için tüm avuç içini tenine yasladı. Alparslanın başı dönüp, dudakları avcuna mühürlendiğinde ise yüzünde olduğunu bile fark etmediği bir tebessüm yeşerdi.

 

"Sağım solum ölüm dolu. Allah'ını seversen sen de ölme. Sen de gidersen... Beni kendine alıştırıp gidersen..."

 

Anlıyordu Alparslan Şifayı. Kaybetme korkusunun nasıl küflü bir bıçak olduğunu da çok iyi biliyordu. Kendi bel kemiğinde saplıydı çünkü, üstelik çekip çıkarmaya hiç gücü de yetmemişti.

 

Sıkı sıkı sarmaladı o yüzden. Sözlerle değil de hissederek inansın istedi. Alparslan son kalan iradesine kadar Şifa'nın yanında, hep yamacında olacaktı.

 

Bir süre bedenlerinin sıcaklığında anın tadını çıkardı ikisi. Alparslan bir zamanlar ödül diye önüne verilen fulardan, tokadan soluduğu kokuyu membağasından kana kana içti. Şifa, bir göğsün nasıl böyle güvende hissettirebileceğini düşünüp durdu. Ama sonra gerçeklik kısa bir an yok olsa da orda olduğunu hatırlatmak ister gibi zihnine çakıldı. İçerde bekleyenlerin varlığıyla derin bir soluk alıp onu sıkıca tutan kollardan ayrıldı. Yüzüne yayılmış pembelik ve biraz da mahcubiyetle Alparslana neler yaptığını bilmeden dudağını ısırıp bıraktı.

 

"Alparslan odunluk etmek istemem ama hazırlıklara başlamamız lazım. Bizi bekliyorlar. Ve sanırım Veronica daha fazla dayanamayıp gelecek buraya."

 

Alparslan bunu biliyordu. Kaçınılmaz olan bir süre unutulsa da ordaydı nihayetinde. İçinden okkalı bir küfür savurdu o İtalyan puştuna.

 

"En güzel anlarımın katilisin ulan koduğumun keşi. Ama bende Alparslan'sam bi kundura getirip öldürmez miyim seni dalyarak?"

 

Şifa dudaklarında hâlâ Alparslanın tadını hissedebiliyordu. Dilini istemsiz bir kez daha üst dudağına sürtmesi bundan sebepti zaten. Ama gülümsemesini de tutamadı. Şu an karşısında gerçekten bir sokak çocuğu vardı. Çaldığı cüzdanı başka bir hırsıza kaptırmış kadar da öfkeliydi.

 

"Başımıza iş açma ne olur . Duhan, özellikle uyarıp duruyor. Yazık benim dayıma ya. Sağın solun belli olmuyor diye beni gönderdiler. Artık nasıl anılarınız varsa hepsi tedirgin."

 

Alparslan kaşlarını çatıp yuvaya doğru öfkeli bir bakış atmış sonra da suratına kahkaha atmak ister gibi bakan Şifayı süzmüştü.

 

"Kızım sen niye herkesi anlayıp Güzin Abla gibi takılırken bana gelince köpek çekiyorsun? "

 

Şifa içinden ona söylediği hiç bir şeyde zerre haksız değildi. Alparslan çocuk gibi isyan ediyordu resmen. Hali o kadar komikti ki kendini tutamadı Şifa. Geceyi dolduran melodik bir kahkaha patlattı.

 

"Aman da aman anlaşılmak, hoş görülmek mi istermiş küçük kurtçuk? Oyuncağını elinden alıyorum diye trip de mi atarmış sokak çocuğu? Nazlanır mıymış ablasına?"

 

"O ablayı bir ısırır bu kurtçuk eksik gezersin bundan sonraki ömrünü!"

 

Öfkesi, keskin kelimeleri hırlar gibi kulağını tırmaladı Şifanın. Hiç de şaka yapılmıyordu canım adama. Ellerini kollarından aşağı okşayarak ilerletip parmaklarına doladı. Hislerinin ayrışımını daha sağlam yaptığı andan beri Alparslana dokunduğu zamanlarda duygularının çok hızlı değiştiğini keşfetmişti. Tıpkı bir kaç saniye önce karnının kasılmasına neden olan öfkenin yerini dinginliğe bırakışı gibi. Baş parmağıyla elinin üzerini okşadıkça içindeki his çok güzel bir lezzet yaymaya başladı tenine.

Alparslan alnını alnına yaslayıp bir iki kere küçük küçük çarptı.

 

"Çok hızlı öğreniyorsun..."

 

Kısık sesi dudaklarına yeni bir tebessüm bırakmasına neden oldu.

 

"Bundan çok hoşlanmaya başladım Alparslan. Her hissin avuçlarımın içindeymiş gibi."

 

Alparslan da çok hoşlanıyordu. Bu sınırsızlık hem akıl oynattıran hem bağımlı kılan bir ihtiyaca dönüşmeye başlamıştı. Ama kendini avuçlarına alan kızın unuttuğu o gerçeği hatırlatmadan yapamadı.

 

"Bende çok hoşlanıyorum peri. Özellikle dilim ağzının sıcaklığını tadarken içine yayılan arzuyu hissetmek muazzam bir deneyim. "

 

Her şeyi çok güzeldi. Öfkesi, sevinci, hırçınlığı, masumiyeti. Ama Alparslanı en çok utancı mest ediyordu. Kızaran yüzü, kendinden fellik fellik kaçan gözleri, bir şey söylemek isteyen ama engel olunmak için sıkı sıkı birbirine bastırılan dudakları bambaşka bir mevzuydu Alparslanda.

 

Daha fazla ona eziyet etmek istemediği için derin bir soluk çekti ciğerlerine. Mantığını geri kazanmak için iki adım geriye çekildi. Çok uzayan ve halledilmesi gereken pis bir işleri vardı. Biran evvel temizlik yapması gerekiyordu.

 

"Hadi girelim peri. Plan ne öğrenelim bende açıkları gözetleyeceğim ki İtalyanı öldürme fırsatı geçsin elime."

 

Şifanın elini sıkıca kavrayıp onları bekleyenlerin yanına çok daha aklı selim bir hâlde ilerledi.

 

İki günlerini uyumadan, dinlenmeden, neredeyse doğru düzgün beslenmeden planlamaya ve organizasyona harcadılar.

 

Hakan ve Alparslan birlik ve yuva arasında mekik dokurken, Şifa 'da Şahin'le dinleyebildikleri kadar çiftlik evini dinlediler.

 

Bu oldukça sıkıcıydı çünkü ellerinde sıfıra yakın bilgi vardı. İtalyan bekledikleri gibi çıkmamıştı, oldukça temkinliydi. Çiftlik bir kale gibi korunuyordu. Mühendisin yanına bir kere gelmişti adam ve onda da şifreli bir şekilde ağır misafirden bahsedilmişti.

 

Bu kadar sıkı tedbirler tabiî ki Alparslan'ı hırs yapmış bir adamın önlemleri olmayacağını, işin daha da çirkinleşeceğini anlamışlardı.

 

Planlama kısmı bitip ülke değiştirirken izleyecekleri rotaya yoğunlaştılar.

 

İtalya'ya uçuşlar özel bir jetle ve toplu olmayacaktı. İkili guruplar halinde, farklı ikametgaha kayıtlı kişiler olarak yapılacaktı. Neyle karşılaşacaklarını bilmedikleri için Türk Hükümetini zan altında bırakan hiçbir ipucuna izin veremezlerdi.

 

Alparslan ve Şifa Amasya'da yaşayan ve yeni evlenmiş karı-kocaydılar. Balayılarını İtalya'da geçirmek isteyen sıradan bir çift olarak, uçuşlarını ayarlamışlardı.

 

Veronica ve Barbaros, arınma detoksları hazırlayan ünlü bir beslenme kampında bir haftalık tatil ayarlamışlardı kendilerine.

 

Duhan işadamı kimliğini kullanarak. Düzenli katılması gereken toplantılardan birine iştirak edeceğini bildirmişti. Böylece İtalya'da olması sorgulanmayacaktı.

 

Hakan ve Şahin ise İtalyan Basket Ligine katılan, Olimpia Milano fanatiği iki kardeştiler. Biletleri ayırtılmış, maç sırasında yerlerini dolduracak kişiler hazırlanmıştı bile.

 

Birbiriyle bağlantıları kurulması imkansız yedi kişi, bir operasyonda görevli askerler değil de hayatın tadını çıkaran turistler olarak İtalya'nın farklı şehirlerinde yolculuğa çıkacaklardı. İşlerin aksi gitmesi durumunda bir hikayeleri olması gerekiyordu.

 

Duhan herkesten önce gitmiş, Turanları görev için koordine etme görevini üstlenmişti. En son ülkenden ayrılan Şifa ve Alparslan olacaktı.

 

Havaalanına el ele girip, içlerinde ne olduğunu bile bilmedikleri büyük valizleriyle X-RAY den geçtiler. Check-in yaptıran çift iki memur çifte yakışacak şekilde ekonomideki yerlerini almışlardı.

 

Her şey olması gerektiği gibiydi.

Neredeyse!!!

 

Şifa sinirlenmek istemiyordu ama inatla yanındaki adama bakan hostes onu kışkırtıyordu. Bile bile sesli konuşulmuş, balayı çifti oldukları duyurulmuştu. O kenafür gözlerini niye onun adamına dikip bakıyordu bu ömrü kısa? Zorla şirazeden çıkıp rezil mi etseydi yani?

 

Alparslan ise oldukça keyifliydi. Karnında sinsice gezinen kıskançlığı alnından tutup öpesi vardı. Şifanın gözlerini dikip ayırmadığı hostese saniyelik bir bakış atsa da keyifle kollarını göğsünde toplayıp başını geriye yasladı. Gözleri kapalı, uyuyormuş gibi bir izlenim oluşturuyordu bakanda.

 

"Yavrum anlıyorum seni kıskanıyorsun haklı olarak. Ama ben de yakışıklı herifin tekiyim. İster istemez gözlerini üzerimden çekemiyorlar. Neyseki seninim, bunu düşünüp rahatlayabilirsin bence."

 

Şifa ise çığlık atmak isteyen yanını dilinin ucunu ısırarak zaptetmeye çalışıyordu. Yüzündeki iğrenç sırıtışı tek bir yumruk darbesiyle dağıtsa mesela, yada tam burnuna sağlam bir kafa atsa inanılmaz bir deşarj hissedebilirdi.

 

"Hadi beni kışkırt Alparslan, ne olur bunu yap! Gelinin balayında damadın dalağını ağzından nasıl çıkardığını okuyalım gazetelerden!"

 

"Bir şey demedik peri, sakin ol. Balayı planlarımı bozma benim."

 

"Senin balayını" diye başlayan cümleyi Alparslan'ın kaşlarını kaldırarak uyarıcı bir bakış atmasıyla ve "Yavaşşş" diye tıslamasıyla devam ettirememişti. Şifa da kollarını göğsünde bağlayıp başını geriye yatırdı.

 

Adam utanmasa uyurken sövecek tiyniyetteyken Şifa minicik bir küfür söylese kalayı basıyordu. Alparslanın yüzsüzlüğü hayretlik bir durumdu.

 

Yolculuk bitince otellerine yerleşen çift odaya girdiklerinden yarım saat sonra yerlerine gelecek kişileri odalarına aldılar. Kıyafetlerini ve görünüşlerini değiştirdiklerinde tanınmalarına imkan yoktu.

 

Biran önce otelden çıkmaları ve onlar için hazırlanan arabayla Enna'dan Sicilya'ya ulaşmaları gerekiyordu. Ekiple toplanıp şafak vaktine yakın çiftlik evi basılıp istenilen adam alınacaktı.

 

Şifa kendini gergin hissediyordu. Burnuna pis kokular geliyordu ve o genelde bu konulardaki iç güdülerine aşırı güvenirdi.

 

Sonunda Duhan'ın oluşturduğu rotanın ilk durağına ulaştılar. En sona onlar kaldığı için hepsi eksiksiz buradaydı.

 

Şahin gri çantadan kulaklık ve ikisinin de istediği silahları çıkarıp uzatmıştı.

Şifa dar ama esnek pantolonunun baldır kısımlarına kayışlarını geçirip baby glocklarını yerleştirdi. Postallarının yanları ve taban kısmı da küçük bıçaklarla bezenince hazır hissetti kendini.

 

Alparslan da onun gibi vücudunun her yerini silah ve bıçaklarla bezemekle meşguldü. Birbirlerini alıcı gözüyle süzmeden duramamışlardı.

 

Şifa tam da şu an Alparslan'ın her zaman bahsettiği o serseriyi görüyordu ama daha tehlikeli ve felaket can yakıcı olanını. Kendini değiştirmeye başlamıştı bu adam, yoksa Şifa Springfield Armory tabancanın bir adamda aşırı seksi duracağını düşünecek kadar sapıtmış olamazdı.

Ona sırıtarak bakan Veronicayla göz göze geldiği an bakışlarını hızla çekti. Ona ne oluyor bilmiyordu ama kontrolünü kaybettşren anlar yaşattığı kesindi.

 

Aralarında bir kaç cümle dışında hiç konuşma olmamıştı. Yuvanın içinde kalan kişiler burada çok farklıydı. Hakanın Mcmillan Tc-50'yi tek tek parçalara ayırıp sonra birleştirirken ki yüz ifadesini hiç görmemişti şu ana kadar. Onun böyle bir tüfeği kolaylıkla alt edecek beceride bir keskin nişancı olduğunu bilmiyordu.

 

Şifanın bakışlarını izleyen Şahin omzuna elini atıp başıyla Hakanı işaret etti.

 

"Prensipleri olan bir sayko kendisi. Hedefini sadece sol gözünden vurur. İmzasıymış."

 

Şifa kaşlarını kaldırıp Şahine baktı ve tekrar menzili üstün körü kontrol eden Hakana çevirdi yüzünü.

 

"O çok eğlenceli biri. Çok şaşırdım şu an."

 

Şahin göz kırpıp gri çantasını omzuna taktı geri geri yürürken sırıtması büyümüştü.

 

"Görüntü aldatıcıdır çekirge. Aklından asla çıkarma. Şu ana kadar hedefini hiç ıskalamadı senin eğlence mekanı."

 

Şifa tüfeği toplayıp çantasına yerleştiren adamla o an göz göze geldi. Biraz önce duvar gibi bir yüze sahip olduğunun sanrı olmasını düşündürecek kadar büyük bir hızla mimikleri değişmiş ve Şifaya büyük bir gülümsemeyle öpücük atmıştı.

 

"Hadi yavru Serdar, ortalığın anansını ağlatalım."

 

Bir şey demesini beklemeden Şahinin peşinden Hakan da araca doğru ilerledi.

 

Bir buçuk saati geçiren bir yolculuktan sonra çiftliğe yaklaşmışlardı. Şifa'nın dron uyarısı olmasa biraz daha yaklaşabilirlerdi. Çiftliğin etrafı dron kameralarla gözetim altına alınmıştı. Şimdi beklemeleri gereken o an'dalardı.

 

Sessizliği Hakan bozmuştu ilk.

 

"Kızıl fıstığım, buradan sonra bir Milano'nu alırım."

 

"Ya Hakan aklımı okudun, gideriz değil mi mavişim? Hiç giyecek bir şeyim kamadı inanır mısın?"

 

Şifa bu sözlerden sonra hayretle Veronicaya çevirdi kafasını.

 

"Allahtan kork be! Sığmıyorlar odana da yan odayı istila ettin."

 

Veronica sıkı sıkı ördüğü kızıl saçlarından bakışlarını ayırıp Şifayla göz göze geldi.

 

"Bana bak minik sırtlan, kıyafetler ve ayakkabılar benim sınır çizgim tabi makyaj ve bakım ürünlerimden ve çantalarımdan sonra. Laf edenin dilini taş fırında tütsüler servis ederim."

 

"Sen bakma çiçeğim bu içi geçmiş gençlik membasına. Bunun babası da böyleydi. İçi göçük bunların. Biz anlarız bir birimizin dilinden."

 

Hakanın kınayıcı bakışlar atarak ettiği laflar Barbarosla göz göze gelince duraksadı. Elinde özel üretim mikrotek çentikli komondo bıçağını çeviriyordu. Dilkiş tutmaZ kesilere neden olacak bir bıçağı parmaklarında böyle kolayca hareket ettirmesi biraz cahil cesareti isterdi Hakana göre.

 

"Dilinle zorun var maviş. Dikkat et dikmek için doğru bir el bulamayabilirsin. Bana ihtiyacın olabilir."

 

Sesi asla sert değildi. Yada yüksek ama Hakanın bir anlık da olsa elindeki bıçağı süzmesine yetecek kadar gerçekçiydi. Hakan yutkunma isteğini sırıtmasıyla örtmek istedi.

 

"Barbaros, yiğidim sen konuşmayı söktünmü lan? Birde bana ahlaksız teklifle mi geliyorsun? Veronica senin hasar kaydı, bana yürüyor şuna söyle ben memesi olmayan canlılardan hoşlanmam."

 

Veronika için muhteşem bir gösteriydi şu an. Aşırı keyif alıyordu Barbarosun delirmesi ve direkt kendine bir şey diyememesi. Yüzünde kendini beğenmiş, tek kaşı kalkık ve küçümseyici bir gülüşle Barbarosu süzdü.

 

"Nereden benim ki oluyormuş o? Hem benden daha iyi bir kadın düşüremediyse şimdiye kadar değişime gitmek istemiş olabilir. Bırakalım da şansını sende denesin."

 

Veronica sinsi, hırslı bir bakış daha attı Barbarosa. Dilinin söylediğine bile tahammülü yoktu esasında.

 

"Köklü bir değişim olmuş ama!"

 

Barbaros belki sinirlenmeliydi ama onunla artık sinirlide olsa diyaloga giren kadınla uğraşma fırsatını kaçırmak istemedi. Üstelik ne kadar kendini sakınsa da kısknçlığını hala yönetemiyordu kızıl İngiliz tilkisi.

 

"Midilemist... İki ağaç uzağa gidelim mi? Değişimim! Üzerine konuşuruz belki."

 

Sesindeki ima alenen ortadaydı. Veronica dişlerini sıksa da kendini hızla toparlayıp o mağrur gülüşünü tekrar yüzüne yerleştirdi.

 

"Çirkinleşeceğiz demek Barbaros! Olur bana uyar. İki ağaç ötede bir kazık fark etmiştim işimize çok yarayacak."

 

Barbaros da kaşlarını kaldırıp aynı mağrurlukta gülümsedi.

 

"Sonrasında tekrar dudakların tedavi edecekse neden olmasın. "

 

Her geçen saniye seviye daha da düşecek gibiydi. Tarih Veronica'nın laf altında kaldığına henüz şahit olmamıştı. Bunu iyi bilen Duhan olaya müdahale etmezse bu arsızlar yüzünden Şifa'nın da iyice yoldan çıkacağından korktu.

 

"Kesin sululuğu! Kızımdan utanın en azından."

 

Veronica tam hazırlanıp daha şiddetli bir atak yapacakken Duhanın müdahalesiyle başını ona çevirdi. Sonra ise onları keyifle izleyen Şifayı boydan boya süzdü.

 

"Ay bununda kızını bilmesek, masum garip bir şey sanacağız" diye fısıldarmış gibi her kelimeyi baskılı dile getirdi. Amacının herkese duyurmak olduğu bariz olandı zaten.

 

"Ulan Şahin sen ne yapıyorsun orda, niye sesin çıkmıyor senin? "

 

Şahinin sırtını ağaca yaslayıp hiç biriyle muhatap olmayışı dikkatini çekmişti zaten. Hakan adamın kulağındaki kulaklığı çekip aldı. Kulağına taktığında lacivert gözleri parladı.

 

"Küçük Dua, bu senin ekipmanı türkü bar yapmış, Güllü'den 'duyanlara duymayanlara' dinliyor lan bu."

 

Konu bir anda dağılıp herkes Şahine baktığında Şahin ne var der gibi kafa salladı.

Bu hepsini güldüren çok tuhaf bir andı. Şifa kulağından çıkarmadığı kulaklıkla hâlâ çiftliği dünlediğini düşünmüştü halbuki. En azından yüzündeki ciddiyet öyle bir izlenim oluşturmuştu Şifada.

 

Şahin Şifaya göz kırpıp iletişim için hepsinde olan kulak içi aygıtlarına bağlandı.

 

"Oda bir şey mi lan? Bu bizim ilk toplu görevimiz. O yüzden hepiniz operasyon öncesi benden bir mehter marşını hak ettiniz. Serdar Komutan'ın kızı Türklüğüne yakışır şekilde çıkacak ilk asri görevine."

 

Bir anda hepsinin kulağında mehter marşı çalmaya başlamıştı. Şifa buraya gelirken kendi zihninde kırk kere akışı canlandırmıştı esasında. Ama asla böyle bir ortam düşünmemişti. Kısa sürecek bir çatışma gibi değil de gerçekten tatile gelmiş gibi davranıyordu şu an hepsi. Ya onu rahatlatmak içindi çabaları ya da dah fenası hep böylelerdi.

 

"Ulan arabesk, kazma görünümlü bir pamuksun resmen. Yirmi yılı geçti beşimizin aynı görevde oluşu. Duygulandım şerefsizim. "

 

"Ne sandın oğlum yufka gibi yumuşak yüreğim, demir gibi sert bileğim ve zehir gibi aklımla nam saldım yedi düvele ben."

 

Şifa hayran hayran izliyordu onları. Aralarındaki bağ çok güçlüydü, nasıl seviyorlardı bir birlerini. Ölen babası bile hala aralarındaydı. Hiç gitmemiş gibi sürekli her muhabbette adı vardı. Öldü diye üzülerek hatırlamıyorlardı onu, hep adıyla yanlarında var ediyorlardı.

 

İçini kaplayan hem hüzün hem de mutluluk hissi iyice sessizleşmesine neden oldu. Beşimiz demişti. Duhan, Şahin, Barbaros, Hakan değil Serdarda vardı o cümlenin içinde.

Şifadaki bu duygu değişimi diğer yarısına da sirayet edince muhabbettin seyirini değiştirmek istedi Alparslan.

 

Uğraşmak için en kaliteli envantere göz attı.

 

"Hayır Türk falan demeyin arkadaşlar, aramızda İngiliz kırması bir kızıl var."

 

Veronica da Alparslan gibi Şifayı ve mimikkerini izlerken gelen pasın nedenini hiç sorgulamadı. Alenen ortadaydı kurdun maksadı.

 

"Hoşt kurtçuk, sen kanınla ben canımla bağlıyım kendi irademle seçtiğim milliyetime."

 

Hakan atladı hemen söze. Kendinden başka kimse Veronica'ya bulaşamazdı.

 

"Orada duracaksın aslan parçası, bu kadın dişleriyle kazandı Türklüğünü. Dişleri derken abartmıyorum ha, gerçekten dişleri sayesinde ikna etti Birliği varlığına."

 

Şifa aslında bu konuyu düşünüyordu ama nasıl sorulur hiç orta yolu bulamıyordu. Bir İngiliz nasıl olurda amacı Türk Milletinin varlığı olan bir birliğe girebilir ve böyle köklü bir yer edinebilirdi? Merak parçalarıyla bezenmiş yeşilleri Veronicaya döndü hemen.

 

"Bunu nasıl başardın Veronica? Yani... Nasıl desem? Gerçekten İngiliz oluşun... Birlik bunu nasıl kabul etti?"

 

Duhan kızıla gururla baktı. Bir ağabeyin kız kardeşiyle gurur duyduğu o andı sanki.

 

"Müsaade varsa ben anlatacağım bunu kızıma."

 

Hakan'da Veronica da sadece baş eğdiler. Duhan ağaca yasladığı bedenini dik bir konuma getirerek Şifanın gözlerinin içine baktı.

 

"Seni aldığımızda merkez yuva için yurt seçilmemişti hala. Nerenin en korunaklı yer olduğu konusunda sürekli fikir ayrılığına düşülüyordu liderler. Geçici olarak Macaristan'da güvenli bir bölgede tutma kararı çıktı. Hakan, ben, Veronica ve sen oraya yollandık. Ama Veronica gönderilecekti. Soyu en başta senle olmasına izin verilmeme sebebiydi. Eğitimsiz olması da çok büyük sıkıntıydı. Ama bu Dua'ya verilen sözden dönmek gibiydi ve bunu kabul edemezdik. Neyse, Macaristan'a geçtik. Hâlâ senin peşindelerdi biliyorduk ve hazırlıklıydık. Ama bir takım aksilikler oldu, deşifre olduk. Bölgenin güvenlik zaafiyeti bizi gafil avladı. Saldırıya uğradık, oldukça kalabalıklardı. Turan takviyesi istedik ama yetişmeleri de çok zordu. Seni Veronica'nın kollarına bırakıp son damla kan akana kadar çarpışmak için uzaklaştık yanından. Zaman kazandırabilirsek Turanlar senin için yetişmiş olacaktı."

 

Bakışlarındaki dalgınlık bile o günlere gittiklerini gösteriyordu aslında. Hiç kolay şeyler yaşamamışlardı. Veronica o gün yaşadığı korkuyu asla unutmayacaktı. Canı için azıcık bile endişelenmemişti. Korkusu emanete sahip çıkamayacak olmasınaydı. Kollarındaki bebek daha bir aylık bile değildi ve onu Veronicadan almak için geliyorlardı. Bir anda Duasız, Serdarsız, Barbarossuz kalan Veronicadan bu sefer Şifayı istiyorlardı.

 

"Çok kalabalıklardı. Savunmamız güçlü olsa da saldırıyla baş etmek baya zorladı bizi. Nasıl oldu anlamadık içeri girmiş ikisi. Mahsenden haberleri de varmış belli ki, direkt aşağı inmişler. Çok şükür korktuğumuza uğratmadı Allah, Turanlar yetiştiler. Onları gmrür görmez ben size ulaşmak için eve girdim korkuyla. Aşağı nasıl adımladım hâlâ hatırlamıyorum orayı. Mahsene girdiğimizden sen çığlık çığlığa ağlıyordun, Veronica kan içindeydi. Ağzı, yüzü, saçları... Kan nerede başlıyor nerede bitiyor anlayamadım.

İki adamda yerde yatıyordu, yaklaştım. Birinin karnından aşağı doğru derin bir kesik olmuş, Veronica'ya bıraktığın kasatura biçmiş geçmiş adamı. Diğerinin boynu kan gölü olmuş. Yaklaştım şah damarı parçalanmış. O zaman anladım kasatura adamın kaburgasında saplı kalınca Veronica dişlerini bıçak yapıp diğer adamın şah damarını parçalamış. Can havliyle kendi bile ne yaptığının farkında değildi zaten. Beni görür görmez seni bıraktığı yerden alıp göğsüne bastırdı sadece. O andan sonra da Birlikten kimse itiraz edemedi senin korunmanda Veronica'nın olmasına."

 

Duhanın Şifadaki bakışları Veronicaya dokundu bu kez. O günü yaşar gibi birbirlerine baktılar bir kaç saniye. Duhan, Veronicanın gözlerindeki vahşeti ilk orda hissetti. Şifayı onun koruması için girdiği savaş Veronicanın altın gibi parlayan gözlerinden kaynaklıydı. İliklerine kadar hissetti Duhan, Şifayı ondan başkasının büyütemeyeceğini.

 

" Aslan kızılım iyide çalıştı. Eğitimlerinde hiç sıkıntı çıkarmadı. Yüzümü kara çıkarmaz zaten biliyordum ben. Ondaki inat keçi de yok. Duanın kızını kimseye bırakmayacağını koca bir birliğe dişlerindeki kan kanıtladı."

 

Duhanın kurduğu her bir cümle hepsinin yüzüne hoş bir tebessüm kondurmuştu. Veronica bir insanın başına gelebilecek en büyük mucizeydi ve Şifa bir kez daha anlamış oldu. Yeşilleri çakmak çakmak yanmış, kendini izleyen kızılla dolmuştu. Yüzünde sanşye saniye gülümseme filizlendi.

 

"O benim küçük annem. Benden geçeceğine dünyayı ateşe verir."

 

Veronica kızın dudaklarından dökülen sözlerle mest olmuştu. Dua bunları duysun istedi. Kızının yüzünü güldürdüğünü, ona iyi baktığını bilsin istedi. Şifa için bin kere ölmesi gerekse bir kere düşünmeyeceğine yemin etmişti o.

 

Sağ gözünü kırpıp öpücük attı. Şifanın ağlamamak için kıvrandığını iyi biliyordu, o yüzden yine ona yakışanı yaptı.

 

"Küçük sülük inşallah bakışlarını yanlış yorumluyorumdur. Çünkü her an üstüme atlayıp dudaklarıma yapışacak gibisin. Hayır bil diye söylüyorum klasman farkımız var, inemem ben aşağı seviyelere."

 

Şifa çocuk kıkırdayışı gibi bir kahkahayla başını iki yana salladı. Sonra da herkesin rahatlıkla anlayacağı ima yüklü bakışlarını sık sık Barbarosa değdirdi.

 

"Hı biliyoruz biz senin seviyeni canım, sen erimiş çikolata seversin yeşille işin yok."

 

Veronica kaşlarını çatıp, dudak büktü. Bu kız böyle değildi hep başlarında uluyup duran kurdun marifetiydi bunlar. Onun minik tırtılını çakala çevirmişti resmen.

 

 

☀️☀️☀️☀️☀️☀️☀️☀️

 

 

Saat yaklaştığında ve Turanlardan haber geldiğinde hepsi hazır konuma geçmişlerdi. Hakan keskin nişancı olarak kendini en iyi kamufle edeceği yere konuşlanmış hem yönlendirme hem atış yapmakla sorumluydu. Şifa kurduğu sistemle güvenlik kameralarını ve dronları etkisiz hale getirecek, adamları köreltecekti.

 

Duhan ise Turanlardan sorumlu olacaktı. Geri kalan sadece gürültüsüz şekilde önüne geleni etkisiz hale getirmekle sorumluydu.

 

Bir anda tüm kulaklıklar Hakan'ın sesiyle çınladı.

 

"Hassiktir! Roni Uglava burada. Beklenen misafir bu muymuş lan? Duhan giriş yaptı. Beş zırhlı araç var."

 

Duhan Kulaklığı Turanlar için kapatıp, Hakanın dediklerine konsantre oldu.

 

"Bu ne boktan iş? Ne işi var onun burada ? Ulan bende Şahin'sem bu piçoz keş, babasını Ruslara sattı lan."

 

Duhan'ın da aklından geçen tam olarak buydu. Babasının boyunduruğundan sıkıldığını bilmeyen yoktu. Demek artık kendi hakimiyetini kurmak istiyordu ve müttefik olarak en azılı düşmanlarını seçmişti. Bu adam ailesinin tamamının katledileceğini bile bile bu işe girdiyse gerçekten gözünü karartmış olmalıydı.

 

Mühendisi finanse etmek isteyen şirketlerden Rus asıllı olan vardı ama altından Rus mafyasının çıkması onlarında aklına hiç gelmemişti.

İtalyanlarla herhangi bir handikap yaşansın istemese de çok da seçenek kalmamıştı.

 

"Yapacak bir şey yok bu gece bu iş bitecek! Sağ kimse kalmasın."

 

Alparslan beklediği fırsatın ayağına gelmesine felaket sevinmişti. Onun bir şey yapmasına gerek kalmadan İtalyan keşi kendi gırtlağına bıçağı dayamıştı zaten. Yüzündeki ürpertici sırıtış kademe kademe büyüdü.

 

"Biz temizlik yaparız,Turanlar ardımızı toplar. Geride bize ait boş kovan bırakmazsak Sicilya-Rus kavgasına döner olay. Bir birilerinin kör kurşunlarına kurban gitmiş olur garibanlar. Allah ateşlerini bol versin."

 

Veronikanın kıkırtısı tiz bir şekilde kulaklarını çınlattı.

 

"Sana kurt dedik çakal çıktın kara çocuk. Alessondro'yu öldürme fırsatını yakaladın salya akıtıyorsun, gözümden kaçtı sanma."

 

Alparslan silahlarının çıkarıp, parmaklarıyla sıkı sıkı kavrarken gerçekten keyfi hiç olmadığı kadar yerindeydi.

 

"Kızıl şu an acayip keyifliyim sen bile gözüme güzel görünüyorsun. Bak düşün bendeki kafa kaç milyon şu anda."

 

Çiftlikteki tüm hareketler durduğu anda, operasyon da başlamış oldu. Kameralar karanlığa boğulunca yeni bir hareketlilik başladı . Çiftliğin elektrikleri de kesildiğinde saldırı altında olduklarını anlamış savunmaya geçmişlerdi bile.

 

Şifa bir anda yanından geçen rüzgarlarla Turanlarında başladığını anladı.

 

Aklına gelen ihtimallerle kulaklığını tekrar geçirdi kulaklarına.

 

"Duhan , Turanlara emir ver bir aksilik olursa emir komutaya beni de dahil etsinler. Senden başka kimseden komut almayacaklar, dronları kendim için kullanacağım yönlendirme yapmam için beni dinlemelerini sağla. Çiftlik etrafı çok karanlık, yön tayinini benim üzerimden sağlasınlar."

 

Şifa otuza böldüğü ekrandan aldığı görüntülerde çok net değildi ama zayiat vermeden çıkmak içinde kordinatları söyleyen kişi olması gerekiyordu. Bu fikir Duhan'ın aklına yatmıştı. Yine de küçük bir uyarı iyi olurdu.

 

"Beni kızdıracak bir hamle yaparsan sahadan çekilmen için her şeyi yaparım!"

 

Şifa hızlı hızlı parmaklarını bilgisayarda dolaştırırken çiftliğe ait dron görüntülerine erişimi sağlamıştı bile. Şimdi görüntüler çok daha netti.

 

"Söz veriyorum, gereksiz kahramanlık yok. Hadi zaman kaybediyoruz."

 

Duhan Turanlarla irtibat kurduğu aksa geçiş yapıp emrini yüksek sesle hepsine iletti.

 

"Turanlar; şu andan itibaren operasyon bitene kadar benimle beraber dişi kurdun yönetimindesiniz! Koordinat bilgilerine göre ilerlenecek! Pusulanın dışına taşmayın! "

 

Alparslan kulağında çınlıyan kelimelerden içinden seçip aldığı iki kelimenin keyfini sürüyordu.

 

"Duhan, dişi kurt diyen ağzını seveyim lan."

 

"Şımarma embesil herif, kod adı onun!Kulaklık bağlantısı kurulunca adını kullanmayacaksınız! Kendine pay biçme yürüyüşüne yeni bir şekil veririm."

 

"Duhan ciddi bir şey soracağım."

 

Duhan harekât zamanı geldiği için silahlarını belinden çıkarıp ilerlemeye başladı.

 

"Sor Allahın cezası."

 

"Şu saatten sonra sana dayı diyebilir miyim?"

 

Alparslan, Şifanın kendine ilettiği yönle çiftliğin ikinci girişine doğru ilerlerken söylemişti bunları.

 

"Seni ıslak odunla dövmeyen Duhan'ı köprü altına çeksinler."

 

Kulaklıklar kısık tutulmaya çalışılan ama pek de başarılı olamayan kahkahaları ağırladı.

 

Şahin ve Şifa ortak bir şekilde boşlukları yönetip, ilerlenecek güzergahı Duhanlar ve Turanlara iletmeye devam ettiler.

 

Hazırlıksız yakalanmanın da vermiş olduğu bir karmaşa vardı içerde.

Turanlar aldıkları eğitime yaraşır şekilde sadece rüzgarlarını hissettiriyor, görünmez olmalarını üstün bir başarıyla sürdürüyorlardı. Yanlarına yaklaştıkları adamların en son gördükleri parlayan bir metal oluyordu sadece. Geriye kanıt olabilecek hiç bir şey bırakmamak için çok mecbur kalınmadıkça silah kullanılmayacaktı.

 

Şifa sürekli olarak koordinat verip, av partisini oldukça iyi yönetiyordu. Alparslan Dışarı temizliğiyle içeri girmeyi başarmıştı. Peşinden Duhan, Veronica ve Barbaros çıt çıkmayan büyük evi inceliyordu. Sıçan gibi saklanıp kurtulmayı amaçlamaları tamda onlara yakışır bir hareketti aslında.

 

Etrafta Hakanın termal kamerası kendilerinden başka insan ısısı almayınca

Şifa ve Şahin de bulundukları konumdan ayrılıp eve giriş yaptılar. Her odanın büyük bir sessizlik ve titizlikle tarandığını fark etti. Gözü aşağı inen merdivenlerdeydi. Alparslan'la aynı anda adımladılar ve peş peşe aşağı inmeye başladılar. Bu tür yapıların şarap mahsenlerinin olması çok yüksek ihtimaldi. Korkak sıçanlar da mahsen severdi.

 

"Geride duracaksın!"

 

Alparslanın kısık ama keskin sesine Şifa sadece Glockunu kavrayıp hedef alarak cevap vermiş oldu. Alparslan başını iki yana sallasa da başka bir şey dememişti.

 

Küf kokusu genizlerini yaksa da büyük raflar arasında dolaşmaya devam ettiler. O anda hafif bir nefes sesi duydu Şifa. Asıl dikkatini çeken başka bir detaysa adrenalinin yüksek olması telepati kurmalarını kolaylaştırıyordu sanki. Bunu ikisi de fark etmişti.

 

"Solunda" diye fısıldadı zihnine.

 

Alparslan hiçbir tereddüte düşmeden fıçıların istiflendiği alana ateş etmeye başladı. Kopan haykırış sesi istedikleri sonuca yaklaştıklarını gösteriyordu.

Ama o anda rafların arasından uzanan namlu ucu Şifa'nın gözünü almıştı. Alparslan'ın kör noktasındaydı. Fark etmesi olanaksızdı ve düşünme süresi yoktu.

 

Elindeki silah ne ara yükseldi, hedefe kilitlendi ve ateş aldı kimse anlayamadı. Ama rafların arasında kafasının sadece yarısını uzatan Rus, elmacık kemiğini parçalayarak geçen kurşundan kurtulamamıştı. Suratının yarısı dağılan adam öne doğru yığılırken raflardaki şarapları da devirmiş büyük bir gürültü koparmıştı.

 

Alparslan öylece kilitlenmiş bir halde yere yığılan cesete bakan Şifaya yaklaştı. Zihnindeki karmaşanın şiddetini kendi teninde hissedebiliyordu Alparslan. Benimle kal dediği anda Şifanın gözleri cesetten çekilip kendine saplanmıştı. Sonra ardlarından gelen sesle başları o yöne döndü.

 

Omzundan ve büyük ihtimalle kaburgasını yarıp geçerek vurulan adam hırıltılı nefesler çıkarmaya çalışıyordu hâlâ. Ağzından sızan kan ciğerinin kanla dolmaya başladığını gösteriyordu. Alparslan yaklaşıp yanına dizini kırarak çömeldi.

 

"Sana demedim mi lan orospu çocuğu, senin ölümün benden olacak diye söz vermedim mi?"

 

Alparslan silahın namlusunu tekrar doğrulttu ve iki kaşının arasındaki boşluğu bir kurşunla doldurdu. Elindeki silaha bakıp sırıttı. Eve girişinde avladıkları bir Rus korumanın elinden almıştı. Cesedinden sökülerek alınan kurşunlar bile eziyet edecekti. Sonra başı  Şifaya ve elindeki silaha çevrildi. Sonra elindeki silahı Rusun üzerine bıraktı. Eli kulaklığına gitti.

 

"Mahsendekinde bize ait kurşun var güzel temizlensin. Üzerine bıraktığımla aynı açılarla yeni kurşun yerleştirin, şüpheye düşmesinler."

 

Verdiği talimat sonrasında Şifanın elindeki Glocku alıp beline taktı.

 

"İyi misin bebeğim?"

 

Şifa tekrar vurduğu adama bakıp başını salladı.

 

"Ben... Yaralamıştım ama..."

 

Bu sözün devamını Alparslan biliyordu zaten. O yüzden yüzünde şefkatli bir tebessüm oluştu.

 

"Biraz önce vurduğun adam Rusya'nın kanalizasyonuydu. Balkanlara tüm uyuşturucuyu eliyle dağıtıyordu. Bazen bir ölüm binlerce yaşam demektir. Ayrıca benim için yaptığın gözümden kaçmadı peri. Çok belli ediyorsun bana olan hislerini."

 

En sona irite edici bir sırıtış ve göz kırpışla Şifanın da gülümsemesine neden olmuştu.

"Ukala."

 

Mühendis sadece kaval kemiğinden aldığı yarayla Turanlara teslim edilmiş, birliğe ve Türk Hükümetine verilen söz gerçekleştirilmişti.

 

Temizlik ve dekor işini geride kalanlar halledeceklerdi. Sadece Şahin ve Şifa tüm teknolojik ekipmanı hurdaya çevirmekle uğraştılar. Geride onlara ait tek bir iz kalmamalıydı. Bu konu da neyse ki Turanlar tam bir uzmandı.

 

Enna'ya geçiş yaptıktan sonra dağılarak ülkeye dönme planı aynı şekilde devam edecekti.

 

Alparslan elini tutup araca doğru sürüklediği kızın konuşmalarını duymuyordu bile.

 

"Alparslan ne yapıyorsun Allah aşkına? Dursana ne çekiştiriyorsun be?"

 

Sanki Şifa hiç soru sormamış gibi ıslık çalarak yürümeye ve yürütmeye devam etti.

 

Duhan ikisine bakarken ne olduğunu anlamamıştı bile.

 

"Lan bıraksana kızı hergele! Nereye götürüyorsun?"

 

Alparslan adımlarını yavaşlatıp koluna asıldığı kızı yanına çekerek geri geri yürümeye devam etti. Yüzüne en piç sırıtışını ekleyince Veronica Duhan'ı delirtecek bir şeyin geleceğini anlamıştı.

 

"Bizim bir balayı işi vardı, gelmişken hazır onu aradan çıkaralım diyorum dayıcım..."

Loading...
0%