@orenda
|
Bir süre birbirlerine sarılı kaldılar. Aslında Alparslan sarıp sarmaladı Şifa, o kollara teslim oldu. Bunu neden yaptığını sorsalar cevap veremezdi. Bu ihtiyaç gibi bir histi ve şu an düşünmekten en korktuğe şey bedenini sarmalayan adama muhtaç olma ihtimaliydi.
Havanın soğuğu iyice tenlerine vurmaya başlayınca Alparslan, kızın titreyen bedenine daha fazla kıyamadı. Arabaya doğru yönlendirip, arka kapıyı açarak binmelerini sağladı.
Şifa kendini tamamen soyutlamış bir şekilde dışarıyı izliyordu. Kafasında dönen görüntüler akıl sınırlarını zorlayacak cinstendi aslında. Büyü gibi, sihir gibi bir şey...
Kendi yaptıklarını başka bir gözden izler gibi izledi. On beş yaşındaydı Duhan'ı iyileştirirken ama nasıl yaptığına dair en küçük bir fikri yoktu. Üstelik şimdiye kadar tek bir kare bile canlandıramamıştı geçmişiyle ilgili hafızasından ama kapkara bir gözün efsunlu sesi, belki de ondan iliklerine kadar yayılan güven hissi, bilmediği o sulara dalarsa boğulmayacağı güvenini uyandırmıştı kalbinde.
Bunu bir yerde okusa yada duysa delilik der geçerdi. Ama şu anda yaptıkları öylesi korkutucuydu ki hakkında konuşmanın bile yasak olduğu bir his yayılıyordu hücrelerine.
Uzun süren yol uykusunu getiriyor, onu mayıştırıyordu. Üstelik arabanın klimasından yayılan sıcak hava, göz kapaklarını açık tutmasını oldukça zorluyordu. Bedeni daha fazla dayanamadan br boşluğa doğru süzüldü. Uyku ile uyanıklık arası bir yerde serçe parmağını okşayan hafif bir baskı hissetti. İşte bu uykuya direnen son kalesini yıkan hoş bir dokunuştu.
Alparslan yanında cama doğru kıvrılmış uykuya dalan kızı, rahat rahat inceleme fırsatı bulmanın keyfini sürdü belli bir zaman. Bal rengi uzun saçlar toplanmış, her yana yayılıp huzur veren o bebeksi kokuyu saklamıştı. Yine de tamamını ondan esirgemeyi başaramamıştı. Teninin kokusu... Alparslan bu kokuyu binlerce kilometre öteden bile artık bulurdu.
Duhan ona Şifa'nın fularını vermişti bir kere. Fular deterjan kokuyordu. Alparslan çekinmiş kullandığı, yıkanmayan bir şey ver diyememişti. Şifa'yı ilk gördüğü an tuhaf bir şekilde bağlanmıştı ona. Ad veremeyecek kadar değişik bir histi bu.
O gittikten sonra uykuya dalabildiği her an yeşil gözleri sızardı rüyalarına. Alparslan rüya görmezdi üstelik o zamana kadar. Bölük pörçük gördüğü imgelerde rüya diyebileceği kadar güzel olmazdı hiç.
Onu karanlık ateşlerde yakan, boğup soluksuz bırakan karabasanları vardı Alparslan'ın. Ama adı gibi şifa olan kız, ona baktığı andan itibaren ilk rüyalarından başlamıştı deva olmaya.
Belki de zifiri karanlığına bir ışık aramıştı aslında. Yoksa yirmi yaşını yeni bitirmiş genç bir erkek, on beş yaşında ki küçücük kıza vurulacak değildi ya? Ama çok güzeldi gözleri, birde burnunun kemiğini sızlatan koku...
İliklerini bile eriten, hasretini çektiği her şeyi tekrar ona sunmak ister gibi ilk ciğerlerini şenlendiren bebek kokusu...
Şifanın ona yaklaşımında ki uzaklığın farkındaydı Alparslan. Şifa bir perdenin arkasından bakar gibi bakıyordu ona. Ne azıcık sıcaklık, ne de beğeni. Dümdüz herkese attığı bakışlar. Belki arada hızlanan nabzını hissetmese onda yok olduğuna bile inanabilirdi.
Gerçi herkese değildi o sopuk bakışlar! Duhan'a sıcacık bakıyordu bir kere. Veronica da o güzel bakışlardan nasipleniyordu. Kız kızıl saçlı kadına her takılmasında, ona sataşmasında çocuksu, ışıl ışıl bir yüze dönüyordu buz duvarları.
Bu yirmi dokuzunu doldurmasına çok da bir şey kalmamış yetişkin bir adam için utanç vericiydi ama çocuk yanı kıskanıyordu kendine asla uğramayan o ışıltıları.
Ama Alparslan kolay havlu atan bir korkak asla olmamıştı, olmayacaktı da! Zaman sadece onlara biraz daha zaman gerekiyordu. Belki de Şifa'ya bir anda bu kadar yakın olmaya çalışmamalıydı. Buda kızı kendinden uzak tutan bir etmen olabilirdi sonuçta. Ama bitmez sandığı sabrı tükenmeye yüz tutmuştu artık. Şifa'nın mührü kırılıp Alparslan içinde yanan ışığı hissettiğinde, Hilla da berbat bir yerde Birliğin ondan beklediği adama ulaşmaya çalışıyordu. Haftalarca yıkanmamıştı, haber gelene kadar da saklandığı yerden çıkması yasaktı. Bu yüzden yediği küflenmiş ekmekler de onu oldukça güçsüz bırakıyordu. Üstelik Musayyib'den Hilla'ya geçerken küçük bir çatışma atlatmışlardı, sağ dizini sıyırıp geçen kurşun yarasını sarmıştı ama etrafındaki kızarıklık ve sarımsı sıvı enfeksiyonun büyüyeceğini gösteriyordu. Acı konusunda sıkıntı yaşamayacağını biliyordu, bünye belli bir zamandan sonra acıya bile alışacak kadar arsızlaşıyordu.
Ama adamı yer altı çarşısından sessiz sedasız kaldırıp, sorgu için o köhne ine getirdiklerinde akın akın bir ışık kaplamıştı içini. Ruhunu sıkan bir urgan kopmuş, zihni sonunda hapsedildiği derin sisten azad edilmişti. Sonra kendine ait olmayan panik, korku ve omurgasını sızlatan derin bir acıyla ne olduğunu anlamış, kimsenin uğramaya korktuğu karanlık içi ışıl ışıl bir karnavala dönmüştü. Sonunda beklediği uyanmış, hislerini paylaşarak bağlı olduğu zihnini yanına çağırmıştı.
Kahrolasıca Duhan onu sürekli yanlış yerlere yönlendirip durmuştu ve Şifa Türkiye'de gözünün önünde çıkmıştı. Onu aramayacağı konusunda bir anlaşma yapmışlardı aslında ama bazen zapt edilemez bir hisle yoksunluk krizine girmiş gibi onu arayıp durmuştu. Şerefsiz herif her seferinde, kedinin fare ile oynadığı gibi onunda oynamış, hiç olmayacak yerlerde haftalarını harcamasına neden olmuştu.
Ama artık istese de saklayamazdı! Bu düşünce ona sadist biz zevk veriyordu. İçinde Şifa'ya kodlanmış ilahi bir GPS var gibiydi ve Duhan Puştu artık bok yiyebilirdi.
Tekrar gözleri güzel yüzüne düştü. O açıyla uyumaya devam ederse boynunun tutulacağını düşündü. Kafasını omzuna yaslayıp uyuması daha sağlıklıydı bu yüzden. Kesinlikle Şifa'nın boyun sağlığı için düşünülmüş ince bir fikirdi bu. Çıkar gözetmeksizin Şifayı yavaşça omzuna yasladı. Hafif bir kıpırdanış sonrasında Şifa uykusuna devam etmişti.
Evet! İşte böylesi mükemmeldi...
Yuva'ya giriş yaptıklarında Şifayı uyandırmanın mı yoksa kucağına almanın mı daha doğru olacağını düşündü. Ama dün akşamdan sonra göze batacak ilk kusurlu harekette suratını parçalayacağından emin olduğu için uyandırmayı seçmek zorunda kalmıştı.
"Şifa, inmemiz gerekiyor. Şifa... Uyanmalısın artık. Hadi amma uyudun be kızım."
Hafif hafifte sarsmasına rağmen, kız yerini beğenmiş bir kedi gibi mırıldanıp uyumaya devam etmişti.
"Hey uyansana ulan. Ooooo böyle uyursan işimiz var senle. Kızım kalk, valla omzumda çuval gibi girersin içeri."
Şifa derin uykusunun kollarından ayrılıp gerçek dünyaya dönerken adamın dedikleri de yavaş yavaş algısında şekillenmeye başlamıştı. Böyle bir uykuya dalacağını düşünmemişti. Sonra Alparslanın söylediklerini zihninde tekrar etti. Bu herif ona patates çuvalı muamelesi yapmakla mı tehtit ediyordu onu?
Kaşları çatıldı, yeşil gözleri sinirle parladı. Çok yüz vermişti bu kara sıçana, ondandı bu dengesiz hareketler.
"O dediğini yapmaya kalktığında kimliğinde ki adını densiz olarak değiştirmeyen Şifa'yı..."
"Hop hop hop doğru konuş lan. Küfür etme yakarım dilini."
Alparslan kızıyormuş gibi konuşsa da gülümsemesini saklayamıyordu. Yumruk yaptığı eliyle, gözünü ovuşturuşu öyle tatlı gelmişti ki bir kere öpmenin ne kadar hasara neden olacağını hesaplamaya çalıştı kafasından.
Şifa bir iki esneme hareketi yaptı oturduğu yerden ve ayılmış haliyle Alparslana yan bir bakış ettı.
"Islak odunla kovalasınlar diyecektim be."
Alparslan, Şifanın sözleriyle hoş bir tebessümü misafir etti dudaklarına. Çok eğleneceklerdi bu yeşil orman perisiyle. Fena zorlayacaktı onu ama önemli değildi, Alparslan zora bayılan bir adamdı.
Bir daha konuşmadan eve girmek için adımlarını hızlandırdılar. Kapı onlar için açılmıştı bile. Gün içerisinde kısa süre yemek işlerine bakan kadın kapıda onları bekliyordu. Duhan'ın kesin talimatı sonucu evin temizliği ve yemeği için eve gelenler üç ayda bir düzenli olarak değiştirilirdi. Kesinlikle onlarla iletişim kurmalarına da izin verilmezdi. Bazı güvenlik önlemleri gerçekten çok ilkel olabiliyordu.
Şifa arkasında ki adamı umursamadan mutfağa daldı. Görüntü oldukça tatmin ediciydi. Veronica sabahki uyarıyı dikkate almış, ada tezgahta etli yaprak sarması yapıyordu. Kadın ona yakıcı bakışlarından atmış, hiçbir şey söylememişti.
Şifa da fırını açıp böreği kontrol ettikten sonra altı hala yanan kremalı mantar çorbasını eğilip kokladı. Etrafta dolaştırdığı bakışları, aradığını bulamamanın vermiş olduğu bir sinirle çatılmıştı.
"Eeee" demekle yetinde.
Veronica hiç göz teması kurmadan "ne ee si"dedi.
"Hani nerde, Göremiyorum?"
"Tütsüleyip sosladım,pişmek için taş fırını hazırlıyorlar."
Duydukları Şifayı oldukça keyiflendirmişti. Şifa et yemeklerinden hoşlanan bir insandı ve ballı hardal soslu biftekte bunların başını çekiyordu.
"Ne kadarda kalbime giden yolları biliyorsun kızıl yılanım."
"Soksun o yılan seni. Sabahtan beri ağrıyan boynum, mahvolan manikürlerim, sinir harbinde sek sek oynayan ruh halimle neler çekiyorum biliyor musun sen? Bir ingilize yaprak sardırılıyor bu lanet olası evde. Gerçek bir barbarlık!"
"Barbar olan kökenlerinin tarihçesini döktürme baba Veronica. Bilirsin tarihe bayılırım. Ayrıca Beni kurtlara yem etmeden önce düşünecektin. Çek cezanı!"
Veronica kızdaki arsızlığı gördükçe kızıl saçlarının alev alacak kadar kızıştığını hissetti.
"Oh Alparslan bey kızı götürsün, cezasını bir azize kadar saf ve masum kalbe sahip bu Dünyanın sekizinci harikası çeksin."
Şifa alay dolu bir kahkaha attı. Bu kadın inanılmazdı. Dertlerini sayarken bile kendini göklere çıkarmayı, egosunu kendi elleriyle bir kedi gibi okşamayı biliyordu.
"Veronica ne çekiyorsun sen? Bu kafa böylesi bir seviyeye takviyesiz gelmez."
Veronica ona kınayıcı bir bakış attı. Yaptığı ayıbın farkına varması içinde yaşlı bir teyze gibi cık cıkladı.
"Minnak sırtlanım, sence ben bu muazzam bedene ne hasar vereceği belli olmayan o iğrenç şeyleri vücuduma sokar mıyım? Bebeğim ben bir kadeh içtiğim şarap en sevdiğim organlarımdan biri olan ciğerime zarar verir diye uyku uyuyamıyorum. Ertesi gün içtiğim arındırıcı tonikler yüzünden tuvaletten çıkamıyorum, bu nasıl saçma bir suçlama?"
Şifa nefes almadan konuşan kendince çok haklı açıklamasını sunan kadına hayretle baktı. Bu kadının kafasında kesinlikle farklı bir canlı daha yaşıyordu. Zira şu anda konuşan kadının Birliğin kızıl tilkisi diye anılmasının imkanı yoktu. Üstelik söylentiler doğruysa kızıl tilki, görev sırasında ayağındaki on santimlik çivi topuğu bir adamın kulağına sokarak etkisiz hale getirmişti.
Ada tezgaha yayılır gibi bedeninin yarısını uzattı. Ellerini de çenesinin altına yerleştirdi.
"Veronica bazen abla olan benmişim de ortalığı karıştıran küçük kız senmişsin gibi hissediyorum sence normal mi?"
"Tabi normal bebeğim, kim bu oniks kadar muhteşem mermer cildin senden daha yaşlı olduğuna inanır ki?"
Mutfağı çınlatan, tatlı bir kahkaha yayıldı ortama. Şifa başını iki yana sallayıp, kıkırdamasına devam etti. Bu kadınla laf dalaşına girmek, akıl sağlığını kaybetmesi için bir çentik atmakla eş değer olduğu için daha fazla uzatmamaya karar verdi.
"Duhan'dan haber aldın mı?
Konuyu çok farklı bir yere getirmeyi amaçlıyordu. Veronica küçük ama sivri burnunu kıvırdı ve cevap oradaymış gibi gözlerini tavana dikti.
"Hayır, her hangi bir haber gelmedi onlardan henüz ama Hakan gelmek üzere. Şahin'de Hakan yuvaya girer girmez seninle bağlantı kurmak istiyormuş. Bilgisayarlarınla yaptığın şu şeylerden isteyecekler galiba, senin bir bilgin var mı?"
"Ha evet Rusya'da olması gerekiyor. Harddisk için bir süre havaalanında kontrol noktalarındaki bilgisayarların yönetimini ele almam gerekiyor. Pobeda Airlines ile gelecek. Onların yazılımına daha önce sızdım, hiçbir sorun yaşamadık. Riske atamayız. Gerçi ekonomiyi tercih etmesini Duhan söyleyecekti, unutmamıştır umarım. İletişim kurmam yasak biliyorsun."
"Tamam onlar sıkıntı olmaz da niye diğer ekipmanla gümrükten girmedi?Şahin'in getirmesi şart mı?"
"O harddiski kimse geçirmez, girmezler o riske. Deep web de sahip olan kimse yok mutlaka ulaşırlar kimdeyse. O kadar güçlü bir duvar yazamam, süre yok."
"Ay ne karmaşık işler hiç gelemem, bende botoks etkisi yapıyor bu konular. Ki bilirsin ben doğallıktan yanayım."
"Hiç bilmez miyim, yanaklarındaki dolgunluk biraz azalsın diye sülük yapıştırmak isteyecek kadar doğal bir kadınsın."
Veronica o günü hatırlamış gibi belirgin bir titreyişle sarsıldı. Sonra altın hareleri öfkeyle Şifaya döndü.
"O konuya girme, hep senin yüzünden. Fazla kanı emer demedin mi? Senin yüzünden yeşil gözlü çiyan!"
"Eski zamanlarda ve şu an altarnatif tıpta vücuttaki pis kanı emerler dedim Veronica. Sen ne yaptın yanağına sülük yapıştırmaya kalktın."
"Tamam işte, bence yanaklarımı tombul gösteren bu fazla kan benim için oldukça pis, yani senin yönlendirmenle haftalarca iki yanağımda da iğrenç ısırık iziyle dolaştım. Morartıları söylemiyorum bile anksiyete geçirebilirim!"
"Allah akıl fikir versin sana başkada bir şey demiyorum."
Şifa küçük bir çocukla uğraşıyormuş gibi hissetti kendini. Üstelik sormak istediği konuya bir türlü gelemeyişi de sinirlerini tepesine topluyordu.
"Şimdi sus ve benim soracaklarımı cevapla. Başka konuya atlarsan sana yemin olsun dolabındaki tüm elbiseleri benzin döker karşında yakarım."
Veronica elinde kalan son yaprakları da saraçıp, tencereyi kontrol ederken omuzlarını silkti.
"Bu sinir hep gergin bedeninden. Kara çocuğa söylesen halleder sıkıntını da işte bir şey demeyim yine de ben."
Kadının yaptığı imadaki arsızlık şapka çıkartılacak kadar uçlardaydı Şifa için. İçinden bir süre nefes egzersizi yaptı ve onu hiç duymamış gibi davranmaya karar verdi.
"Ben bu gün geçmişte yaşadığım daha doğrusu yaşadığımız bir şeyi hatırladım."
İşte bu cümle kadında tüm zevzevkliğini geri plana atarak ciddi bir yüze bürünmesine yetmişti. Duruşunu dikleştirerek karşısına oturan kızı dinlemeye başladı.
"On beş yaşımda Duhan'a yaptığım şey" dedi ama cümlenin devamını nasıl getirmesi gerektiğini bir türlü bulamadı. Veronica Şifa'nın ne demek istediğini hemen anlamıştı zaten.
"Hatırlıyor musun?" diye fısıldadı.
Veronicanın yüzündeki sorgulayıcı, araştıran bakışlar cevap vermesini geciktirmişti. Şifa dudaklarını birbirine sıkıca bastırıp, başını salladı. Sonra ona dikkatle bakan kadına biraz daha yaklaştı.
"Alparslan yardım etti. Kendi kendime yaptığım bir şey değil. Ama hatırladıklarım akıl alacak şeyler değil Veronica."
Gözleri kısılmış, kendini inceleyen kadının ne düşündüğünü anlayamıyordu Şifa. Ama sürekli yüzünde dolaşan gözlerin ardındaki zihinden gelen çarkların sesini işitiyordu sanki.
"CUNTOS farkını ortaya koymaya başladı ha. Uynıştan önce bir şey hatırlaman mümkün değildi, nasıl yaptı?"
"Uyanış? Bazen delirdiğimi ve sanrılarla yaşadığımı düşünüyorum. Bunu sonra konuşsak, şimdi benim soruma bir cevabın var mı yok mu? Bu olanların gerçek olması imkansız."
"Ama gerçek bebeğim, dayın senin sayende otuz dokuz yaşını, kırk yapamadı bedenen."
İşte tam bunu anlamıyordu Şifa. Bu imkansızdı.
"Bu nasıl oluyor?"
"Otuz dokuz yaşındayken bir görev sırasında yakalandı. Bir süre işkence görmüş. Birlik bir türlü bulamadı onu. Ama nasıl başardı bilmiyorum kaçabilmiş ama yaralanmış. Zamanlama konusunda yeterli vakti olmadığı için büyük hasar almış bedeni. Ciğerleri patlamıştı basınç yüzünden ve iç kanaması vardı. Kurtulması imkansız gibi bir şeydi. Şahin denemekte fayda olacağını düşündü."
"Yani bilinçsiz bir hamleydi."
"Evet, elimizden bir şey gelmiyordu, makineler sayesinde kalbi atmaya devam ediyordu. Ona olan sevgin belki kaybetme korkusuyla birleşirse olabilir dedik ve haklı çıktık da."
"Yaşlanmıyor mu?"
"Sence?"
Şifa omuzlarını düşürdü.
"Ne bileyim ben onu hep böyle görmeye alıştım, sorgulamadım ki yaşlanıp yaşlanmadığını."
"Dört ayağının üstüne düştü yamuk burunlu tipsiz."
Şifa çok da keyifli olmadığı belli olan bir gülümseme gönderdi Veronicaya.
"Oldukça yakışıklı aslında."
"Sus, savunma onu bana. Çok sinir ediyor bu durum beni. Adam da kaz ayağı bile yok!"
Kadının bir çocuk gibi ayaklarını yere vurarak isyan etmesi Şifa'yı oldukça eğlendiriyordu.
"Vücudu incelenmiştir, her hangi işe yarar bir veri var mı elinizde?"
"Evet ,düzenli olarak incelenmeye de devam ediyor. Kök hücreleri bir bebeğin plasentasında bulunan kök hücrelerle eş değerde. Kolajen, deri, kemikler, tendonlar, eklem bağ dokuları, diş ve bir çok bağ dokusu sürekli yenilenen bir devinimle muazzam bir yapıdalar. Yaş aldıkça azalması gerekirken aynı düzenle devam ediyor. Anlıyorsun dimi çiçeğim? " Aslında anlamıyordu Şifa. Ama ne demesi gerektiğini de bilemiyordu. Veronicanın ona tedirgin bakışlar attığını gördüğünde onu telaşlandırmak istemedi. Zoraki bir gülümseme ekledi yüzüne.
"Umarım bana da bir miktar kıyak geçer içimde bir yerlerde gezinen o tuhaf şey."
Veronica bitirdiği işinden uzaklaşıp, belini sağa sola esnetti. Çığlığı andıran bir kahkaha attı.
"Ne olur o kıyaktan bana da geç üzümlü kekim. Duhan böyle kalır da ben yaşlanırsam, sinir kanseri olurum ben."
Kendine altın rengi gözlerini dikmiş bir kedi gibi bakan kadına kayıtsız kalamadı ve Şifa. Bu sefer zorlamadan uzak, içten bir şekilde güldü.
Mutfakta oldukça uzun zaman geçirmişlerdi. Bu sırada Veronica sırf Şifa seviyor diye öğrendiği yaprak sarmasını pişmesi için ateşlemişti.
Şifa onun yarım limonu sıkıp tencereye boşaltmasını izledi. Buda Şifa ekşi seviyor diye yapılan, küçük görünüp kocaman hisler uyandıran bir davranıştı.
Şifa hazırlık yapması gerektiğini söyleyerek aşağıda spor salonunun yanına kendi için hazırlanmış odaya girdi. Odada bir duvarı kaplayan büyük bir kütüphane, okuma koltuğu ve uzunca dikdörtgen bir masanın üzerinde iki masa üstü bilgisayar, beş tane dizüstü bilgisayar, bir çok farklı kulaklık, powerbank gibi elini altında sürekli bulunması gereken malzemeler vardı.
Önce odanın içinde muhteşem bir dağılım sağlayan ses sisteminden 2CELLOS dan bir parça açtı. Çellonun hem coşkulu hem ahenkli tınıları ona enfes bir haz veriyordu.
İlk masa üstü bilgisayarını açtı ve sonra diğerlerini. Oluşturduğu yeni bir yazılım sayesinde hepsini bir birine bağladı ama ihtiyaç anında bağlantıyı koparmadan hepsini ayrı ayrı kullanabilecekti.
Bir süre yazılımının algoritması üzerine çalıştı. Güvenlik kameralarına sızdığı sırada, duvarları inceltmesi gerekiyordu ve bu sırada ifşa olması olasılıklar arasındaydı. Her hangi bir ifşa durumuyla karşılaşmamak için elindeki tüm bilgisayarların konumlarını uydu üzerinden yeniden şekillendirmesi gerekiyordu. Bilmeden her hangi birine yönlendirme olasılığını ortadan kaldırmak için tüm bilgisayarların IP lerini farklı ülkelere ait menşeilerle değiştirdi. Bu fark edilmesi durumunda oldukça kafa karıştırıcı bir ip ucu verirdi ellerine.
Yönlendireceği koordinatları da inceleyip bir sorun görülmediği kanısına varınca, tüm verileri tek bir kaynakta toplamaya başladı. Gözü saate takıldığında oldukça uzun zamandır burada olduğunu fark etti. Sırtı ve ense kökü felaket sızlıyordu. Şimdilik bu kadarın yeterli olacağını düşündü ve son toparlamaları yapıp odadan çıktı. Merdivenlerden yukarı adımladıkça Veronica'nın tiz sesi daha belirgin geliyordu.
Kadın salondaki yemek masasını gerçek bir görsel şölene dönüştürmüştü.Masadaki dördüncü servis için gözlerini kadına dikince Veronika "Minik uskumrum Hakan gelecek dedim ya ne bakıyorsun?"
Kadın cümlesini bitirir bitirmez dışarıda yaşanılan hareketlilik ikisinin de dikkatini çekti dışarı çıktıklarında Alparslan'ın ve başka birine ait, Aston Martin Vulcan ile kızın gözleri yerinden çıkacak gibi olmuştu. Mat siyah arabanın üzerinde bulunan fosforlu yeşil iki şerit yılana benziyordu.
"Ay geldiler" diye sevinç nidası koptu yanından. Böylece Şifa gelenin Hakan olduğunu anladı. Sanal bağlantı kurduğu adamla ilk kez tanışacak olmanın da tuhaf bir gerginliği vardı üzerinde. Onunla ve Şahinle birebir hiç görüşmemişti ama ortak çalışmaları olmuştu.
Alparslan'la yan yana ilerleyen adam uzun boylu, yapılı vücudu , kırlaşmış saçları ve haylaz mavi gözleriyle oldukça iyi duruyordu.
"Kızıl kasırgam, bu ne güzellik. Duhan la sen yanınızdaki membayı kurutmuşsunuz kızım."
Kollarını kadına sarıp etrafında bir tur döndürmüştü cümlesi biterken. Veronica çok özlediği dostlarından birine kavuşmanın sevinciyle hoş bir kahkaha bıraktı.
"Sende fena sayılmazsın" diye adamın sağ omzuna küçük bir yumruk attı.
Hakan kızıldan uzaklaşınca gözlerini Şifa'ya çevirdi. Islık sesi çıkarın bir nefes bırakmıştı. Sağ gözünü kısmış, başını yana yatırmış bir ifadeyle Şifayı süzerken Veronica " Çok benziyor değil mi?" diye fısıldadı.
Hakan bir şey söyleyebilecek gibi hissetmiyordu kendini. Onun bünyesine tersti duygusal olan her şey ama...
Teklifsizce kollarını Şifaya doladı, ayaklarını yerden kesecek kadar kendine hapsetmişti kızı. Saçlarını kokladı, "Benim küçük yavrum, şükür kavuşturana."
Şifa kendine dolanan kolların şokunu atlatamadan kulaklarının duyduğu şükür cümleleriyle burnunun direğinin sızladığını hissetti. Seste öyle güzel bir özlem ve öyle mutlu bir tını vardı ki gözlerinin dolmasına engel olamamıştı.
Hakan ona çok sevdiği birinden yıllarca ayrı kalmış bir özlemle yaklaşmıştı, üstelik bu onların iş dışında mecburi bağlantı kurmadıkları ilk andı.
"Hoş geldin Hakan" diyebildi. Adam kaşlarını çatarak "Dayı demeyecek misin?" diye fısıldadı. Sonra bunun suçlusu Veronicaymış gibi ardını dönüp dehşetle baktı kızıla.
"Hakan diyor bana!"
Veronica buna ne diyeceğini bilemedi. Sırf eğlencesine "Amca olmuyor musun sen maviş? " diye takıldı adama.
Hakan kınayıcı bir bakış atıp başını salladı.
"Serdar'la kardeş olduğum anlamına gelir bu. Hayatta kabul etmem! Dua'nın şahiti olduğum gün kardeş ilan edilmiştim ben! "
Alparslan Şifa'ya dolanmış kollarla iyice gerilmeye başlamıştı. Üstelik bu gereksizle, aynı anda gelmelerine rağmen kimse ona hoş geldin dememişti bile.
"Ahtapot gibi dolandın kıza bırak ta nefes alsın!"
Sonra da yaptığı çok normalmiş gibi kolunu tutup peşi sıra eve doğru sürüklemeye başlamıştı Şifayı.
Hakan hayretle adamın arkasından bakarken Veronica "Durum vahim, benden bile kıskanıyor kara sosyapat" dedi. Hakan sinsi bir gülümseme kondurdu dudaklarına. "Serdar geldi gözümün önüne. Zamanında Serdarı ifrit ederdim şimdi Alparslan'la eğlenirim."
Veronica tam olarak ne demek istediğini anlamasa da Hakan eğlence diyorsa kesin çok eğleneceklerdi. Kol kola içeri girmek için adımladılar.
Yemek masasında bir saniye bile susmadan sürekli bir birlerine bir şey anlatan ikiliyi izlemekten Şifa beyninin kulaklarından akacağına emin oldu. Bakışlarını Alparslan'a çevirdiğinde adamın da ona baktığını gördü.
Bir anda beyninin içinde "sinir bozucular" diye bir ses yankılandı. Küçük bir elektrik akımını teninde hissetmek gibiydi bu. Gün geçtikçe alışmaya başlamıştı. Ama adamın kasılan çenesi ve çatılan kaşları hâlâ onun bunu yaparken zorlandığının kanıtıydı. Dudaklarını oynatarak "kesinlikle" dedi. Alparsan'ın yüzünde yamuk bir sırıtış belirmişti.
Hakan Şifa'ya bakarak elindeki sudan bir yudum aldı.
"Şahin gece uçuşuyla gelecek üç saat var. Senin uçuş dan önce ne kadar zamana ihtiyacın var."
Şifa kafasından kısa bir hesaplama yapmaya başladı.
"Onu yönlendirmek için kullan at telefonlara ihtiyacım var. Güvenlik kameralarından kontrol edeceğim ama onu da aynı zamanda bilgilendirmem lazım. Çanta X-Ray bandından geçerken yirmi saniyeliğine etkisiz hale getirip, tekrar aktive etmem gerekiyor. Yani zamanlama için bağlantı şart."
Hakan onaylar gibi başını salladı sadece.
"Tamam bunu halledebiliriz. Fark edilmeyeceği konusunda emin misin?"
"Merak etme sorun olmayacak. Ama sistemlerine bir siber saldırı olduğunu anlamamaları imkansız. X-Ray den değil ama güvenlik kameralarından anlayacaklar."
"Onlar anlayana kadar uçağa binmiş olur mu?"
"Evet aynı işlemi İstanbul içinde yapacağız. İstanbul'da da anlaşılacaktır ama bu tür şeyler ülkeler arasında paylaşılamayacak kadar önemli olduğu için iki ülke de birbiriyle bağlantı kuramaz."
Hakan göz kırparak "akıllı kız" diye mırıldandı. Alparslan sinirli bir nefes çekerek "Gözüne başına hakim ol" diye tısladı.
Hakan kalın sesinin etkisiyle gök gürültüsünü andıran bir kahkaha atmıştı.
"Ulan dayısıyım ben, bana da mı lolo?"
Alparslan dik bakışlarını adamın üzerinden çekmemişti. Hakan bakışlarını Veronica ya çevirip "hasta bu valla" diye kadından bir onay bekledi.
"Ben görür görmez anlamıştım zaten deli deli bakıyor, gece yatarken kapını kilitle bence"
Şifa kendini fütursuzca sahiplenen ona söz hakkı bile tanımayan bu adamla ne yapacağını gerçekten bilemiyordu. Alparslan hakkında oldukça kısıtlı bilgiye sahipti ama onun duygularını uçlarda yaşayan sınırsız bir adam olduğunu anlamayacak kadarda kör değildi.
Yemekten sonra son kontroller için Şifa aşağı inerken Alparslan'da Duhan gelene kadar kendine kalan angaryalar için çalışma odasına çıktı.
Salonda yalnız kalan Hakan ve Veronica bir süre sessiz kaldılar. Hakan derin bir nefes alarak "Barbaros" dedi ama cümleyi nasıl tamamlaması gerektiğine karar veremedi.
Veronica durumun onu yıpratıcı yanını düşünmese Hakan'ın kıvranan haliyle eğlenebilirdi. Tüm umursamaz zırhlarını kuşanarak "Ne olmuş ona? " dedi.
"Duhan'la oda gelecek."
"Hâlâ sadede gelmedin."
"Bu durumun seni nasıl etkileyeceğini bilmiyorum ve seni incitmeden bunu nasıl sorarım orada da çuvallıyorum. Ne demek istediğimi anladın işte."
Kadın derin bir nefes aldı. Hayatının en zor konuşmalarını yapması gereken zamanlar gelmişti demek. Oda bunu yapacaktı! Kimsenin onun için üzülmesini, endişelenmesini istemiyordu. Düşünülmesi gereken çok daha önemli konular varken bu gündemde bile olmamalıydı.
"Hakan, hepimizin tek bir amacı var. Şifa ve birliğe verilen sözün tutulması. Beni bir cehennemden çıkarıp aldınız sende oradaydın hatırlıyorsun dimi? Beni bir hayvan gibi zincirlediklerinde, tecavüz ettiklerinde, sapkın her türlü işkenceyi üzerimde denediklerinde bir anda çıkıp geldiniz. Koca koca adamlar halime ağlayacak durumdaydınız, hatırlıyorum her bir anını. Yok saymam unuttuğum anlamına gelmez. Türk olmadığım halde beni mabedinize, Umut'a soktunuz. İyileştirdiniz, konuşmayı öğrettiniz. Şimdi birlik benden canım pahasına Şifa'yı korumamı istiyorsa Barbaros, duygularım, acılarım hiçbir şey kalır bende. O yüzden endişe etme, herkes yapması gerekeni yapacak. Yirmi yılı geçen bir aşkın yasını tuttuğumu düşünme. Üstelik bir anda geride kalıyorsan ortada da bir aşkta yokmuş. Olmayan bir şeyin matemiyle kimseyi sıkmayacağım."
Kadın oldukça uzun konuşmasını nefes almadan bitirmişti. Yılların ona verdiği tecrübeyle oyununu da oldukça iyi oynamıştı. Karşısındaki Hakan değil de başka biri olsa muhtemelen kadının gücü karşısında şapka çıkarırdı da. Duhan kollarındaki bebeği Veronica'ya verirken Barbaros'un gittiğini söylemişti. Kayıpları yüzünden çok acı çeken kadının, kucağındaki bebeğe sarılıp saatlerce göz yaşı döktüğüne bizzat şahit olmuştu. Onu ağlarken de son görüşü bu olmuştu zaten. Bir kere bile adını dudaklarına değdirmemiş, ne halde diye hiç sormamıştı.
Kendini terk edişine kırıldıysa bile Dua'ın emanetini yok saymasını asla affetmeyecekti kadın. Bunun hepsi farkındaydı.
Hakan yerinden kalkarak Veronicanın yanına oturdu ve kollarıyla sımsıkı sardı. Saçlarını dudaklarına bastırdıktan sonra "İki kardeş gömdüm toprağa, üçüncüsünün ayağına taş değse ona uzanan her kim olursa olsun yakarım kızıl kasırgam" diye fısıldadı.
İşte bu kadının aradığı o sıcaklıktı. Ailesinden birine kavuşmuştu işte. Zaman zaman görüşseler bile hiçbir zaman bu kadar yakın olabilecekleri bir ortam bulamamışlardı. Öncelikleri hep başkaydı ama şimdi bir aradalardı. Yirmi üç yıl önce olduğu gibi yine bir amaç uğruna aynı yere toplanıyorlardı. Her şey iyi olacaktı. İyi olması için ne gerekiyorsa yapılacaktı.
Vakit yaklaşınca ikisi de ayaklandı. O sırada Alparslan da işlerini tamamlamış bir şekilde merdivenlerden iniyordu.
Şifa'nın bulunduğu odaya geçtiklerinde kızın ayakta bir bilgisayara doğru eğilip parmaklarını hızla hareket ettirdiğini gördüler.
Şifa içeriye girenlerle doğrulup bir iki esneme hareketi yaptı. Kulağındaki kulaklıktan birini Hakan'a uzatarak "Son on dakikadayız" dedi.
Bilgisayara eğildiğinde güvenlik sistemine sızıldığını, küçük kareler şeklinde her yerin görüntüsünün takip edildiğini anladı.
Cebinden oldukça eski bir telefon çıkararak birkaç tuşa basıp kulaklık olmayan kulağına dayadı.
"Yerini söyle" diyerek Şifa'nın da konuşmayı duymasını sağladı. Şahin "X-Raye bagaj teslimi için hareket ediyorum."
Şifa "tamam buldum" diye fısıldadı. Yanında ki diz üstüne geçiş yaparak cihazın kısa süreli duraklatılmasını sağlayacak yazılımını aktive etti. Kendi kendine geri sayım yapmaya başladı. Bagaj çıkıp Şahin eline aldığı an duraklatmaya son verip makinenin normal rutinine dönmesini sıkıntısız halletmişti. Sağ elinde çantayla ilerleyen adam bir anlık kameraya bakıp kısa bir asker selamı vermeden duramamıştı. Hakan "zevzek piç" diye keyif kahkahası attı.
Kenarda sessizce onları izleyen Alparslan, kızın konsantre bir şekilde işini yapmasına, üç bilgisayar arasında hızla salınmasına, çatılan kaşları arasında oluşan o küçük çizgiye ve kıvrılan burna hayran hayran baktı bu süreçte.
Veronica sinsi bir sırıtışla Alparslan'a yaklaştı.
"Biraz daha böyle bakarsan, haline acıyıp tabağında servise hazırlayacağım kızı kurtçuk."
Alparslan çatık kaşlarla bakarak "uğraşma" demekle yetindi. Veronica biraz daha sokulup "Unut bunu, ölsem bu eğlenceli hallerini kaçırmam. Vahşi vahşi hallerini duyduğum adamın, peluş ayıcığa dönüşümünü izliyorum, acayip keyifliyim."
"Ruh hastasısın kızıl şeytan."
Bir kıkırdama döküldü dudaklarından.
"Körle de yatmadın ama şaşı kalkmışsın kara çocuk. Şifa konuşuyor gibi oldu."
Alparslan sırıtmasına engel olamadan "oda olur elbet" diye kadını dumura uğrattı.
"Cık-cık" diye söylendi kadın. "Hiç edep kalmadı,neyse ben kelebeğimi azıcık fitleyim de uzak dursun senden."
Alparslanın çatılan kaşlarını yine keyifle izledi. Bayılıyordu ona Şifa üzerinden takılmaya.
"Aramıza girme Veronica, zaten uzak duruyor bir de seninle uğraşamam."
"Ona zaman ver."
"Sikecem artık zamanını da sabrını da ulan."
Veronicanın kınayıcı bakışları zerre umurunda değildi. Tekrar yüzünü hızla çalışmaya devam eden kıza çevirdi. Veronicaya asık olan surat anında gevşedi.
"Benim prensesimin bahtına düşen yabaniye bak Tanrım."
Aparslan, Veronicanın söylenişini zerre takmadan çok önemli bir iş yapıyormuş gibi Şifanın her bir santimini kaçırmadan takip ediyordu.
İki buçuk saat sonra Şahin'in uçağı Sabiha Gökçen Havaalanına iniş yaptığında Moskova'da uygulanan sistem İstanbul'da da uygulanmak için hazır bekliyorlardı.
Şahin sorunsuz çıkış yaptığında hepsi derin bir nefes alıp rahatlamışlardı. Mutlaka Bilişim- İstihbarat havaalanına yapılan siber saldırıyı irdeleyecekti. Ama buda sorun değildi. Birlik araya girerek sorunu ortadan kaldıracaktı. Bu konuda devlete ve birliğe güvenleri tamdı hepsinin de.
Saatlerdir ekran önünde olmak gözlerini sızlatmıştı Şifanın. Ama nedense bu kadar yorgun olmasına rağmen uyumak istemiyordu. Bir süredir uzak kaldığı boyaları onu çağırmaya başlamıştı.
Odasına çıkarak rahat bir tayt, sporcu sutyeni ve sutyenin üzerine kenarları oldukça açık bir t-şort geçirdi. Saçlarını sıkı bir topuzla başının üzerinde toplamıştı.
Seri adımlarla verandanın cam kapısını araladı ve ahşap kapının kilidini açtı. İçerdeki yoğun boya ve tiner kokusu başkalarına rahatsızlık verse de Şifa'yı oldukça mutlu ediyordu.
Tuvalini şövaleye yerleştirdi. Fırçaları bu gün kullanmak istemiyordu. Parmaklarıyla boyaları hissederek bir şeyler ortaya çıkarmak istiyordu canı. Kendini öyle kaptırmıştı ki ensesindeki nefesle birden sıçradı. Arkasını dönmek istediğinde ise karnına doğru dolanan bir kol bunu olanaksız kılmıştı.
Ensesine değen nefes yüzünden tüm tüyleri acı verircesine ayağa dikildi.
"Bir video kaydın var bende .Böyle kendini öyle kaybetmiştin ki videonun çekildiğinden bile habersizdin. Yaz mevsimi çıplak ayaklarınla çimlerin üzerine basıyordun."
Alparslan boştaki eliyle kızın topuzundan fırlamış birkaç tutamı okşadı.
"O zamanda bu asi tutamlar firar etmişti hapsedildikleri yerden" diyerek Şifanın saçlarının özgür kalmasını sağladı. Yüzüne doğru dökülen saçlara burnunu biraz daha bastırıp derince bir soluk çekti ciğerlerine. Karnına dolalı elin baş parmağı hafif hafif daireler çiziyordu.
Alparslanın yakınlığı, kahveye bulanmış çikolata kokusu, karnındaki elin sıcaklığı minik yıkımlar oluşturmaya başlamıştı bile Şifada. Çok farklı bir his peydah olmaya başlamıştı içinde. Kelimelere dökülemese bile en yakın anlatım bir çırpınış olurdu galiba.
Adamın ona temas eden her bölgesi katre katre yanıyordu.
"Yeter demeye her yaklaştığım anda, senden bir şey verdiler elime. Daha güçlü ayağa kalkmamı sağlayan, sana ait bir sürü anı var."
Adamın sesi kesinlikle efsunluydu. O konuştukça uyuşmasının, bacaklarının direncinin tükenmesinin başka bir açıklaması olamazdı çünkü. Destek arayan çaresiz yanı son bir çırpınışla Alparslanın koluna asıldı.
Şifanın ensesine dağılan saçları bir ipeğe dokunur gibi dokunarak sol omzunun üzerine topladı Alparslan. Hala kızarıklığı oldukça belirgin güneş damgası gözlerinin önüne serilmişti artık. Dudakları kor alevken cayır cayır yanan damganın üstüne kapandı. Ateşin ateşi söndürdüğü görülmemişti hiç halbuki.
Şifa ensesindeki yangının bir anda sönmesiyle muhteşem bir rahatlama hissetti. Sürekli eşlik eden sızı bir anda ortadan kaybolunca uzun süre suyun altında kalmış ciğerleri oksijenle buluşmuşçasına bir ferahlıkla kaplandı.
Sonra ise Alparslanın dudaklarından dökülenler o nefesi ciğerlerine düğümledi.
"Kokun öyle güzel, öyle tanıdık ki Ayperi'm kollarımdaymış gibi..."
|
0% |