Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Gökkuşağının Renklerine Kuşanan Ten

@orenda

 

Herkesi geride bırakıp gitmek şu an için oldukça keyifliydi de nereye gittiğini bilse Şifa, daha da keyif alabilirdi bu durumdan.

 

Adam tutmuş kolundan, bindirmiş arabaya, hiç de hesap vermeden direksiyonda ıslık çalıyordu.

 

Gün ağarmış, oldukça da yol almışlardı. Şifa, Alparslanı uzun uzun izlemek için oturduğu koltukta ayaklarını toplamış ve bedenini yan çevirip açısını genişletmişti. Allah var Alparslan çok yakışıklıydı. Kusursuz bir yüze sahip değildi ama yine de çok yakışıklıydı.

 

Ama Şifa en çok ellerini beğeniyordu. Ona dokunurken parmak uçlarını kullanan, bakarken nazar değer diye korkan bir adamı vardı onun. Hiç bilmediği sularda, nefes almayı öğreten bu adam için ne kadar şükür gerekti acaba?

 

Alparslan ise felaket keyifliydi . Bunu anlamak için de çok zeki olmaya gerek yoktu. Alessonra'dan kurtulmuş, Şifa'yla yalnız kalma fırsatı bulmuştu. Kıza azıcık yaklaşsa ortaya biri çıkıyordu. Yuva bildiğin sığınma evine dönmüştü. İtalyan puştu yüzünden kaç gündür adam gibi görememişti bile perisini.

 

Güçlü bir kahkaha kopardı arabanın içinde. Ona, delirmiş olduğunu sorgular gibi bakan Şifa'ya çevirdi yüzünü.

 

"Ne? Duhan'a dayıcığım deyince yüzünün aldığı şekli görmedin mi? Yedi ceddine sövsem daha az kızarırdı ulan. Şimdi yanık lastik kokmuyorsa bende Alparslan değilim."

 

O anları tekrar düşününce Şifa'da kıkırdayışını engelleyemedi. Çekiştirildiği için konuyu biraz geç anlamıştı ama gerçekten Duhan, Alparslan'ı eline geçirse hiç hoş olmayan şeyler göreceklerine emindi. Ruh hastası, dayısını zıvanadan çıkarmaya bayılıyordu.

 

"Gülme bence sokak çocuğu. Dayım Türkiye'ye döndüğünde canına okuyacak. Bunu keyifle izleyeceğim ama."

 

Cümlesi biter bitmez kaşlarını oynatarak sırıtmaya başlamıştı Şifa. Nasıl tatlı olduğunun, Alparslanın kanını nasıl kaynattığının hiç farkında olmadan gülüyordu. Alparslan içinde baş gösteren arabayı sağa çekme ve yanındaki kızı deli gibi öpme dürtüsünü baskılamaya çalıştı derin derin bir kaç nefesle. Gerçi bastıramadığı Şifanın kademe kademe kızaran yüzü ve kendinden bakışlarını kaçırıp cama dönmesiyle ortaya serilmişti. Dudak kenarını zorlayan gülümseme dikiz aynasından görünüyordu ama. İçinde yanan her bir his Şifayı dürttükçe keyfi inanılmaz artıyordu.

 

"Onu bunu bırak bakalım peri hanım. Yuva ve birlikten tek insanın adını duymak istemiyorum. Tatil yapacağız, sen ve ben. Duhan'ı ve kabilesini siktir ederek canımızın istediği gibi iki gün geçireceğiz."

 

"Bana uyar valla, her türlü tatile okeyim ben."

 

"Beyim ne derse o diyorsun yani?"

 

"Hoşt! Yavaş gel kurtçuk. Bende öyle bir tip görüyorsan, kornea nakil paranı ben veririm."

 

Alparslan başını geriye atası bir kahkaha koyverdi.

 

"Ulan hiç de şaka yapılmıyor, bu kızıl sevimsizle çok takılmasan mı yavrum?"

 

"Veronica'ya bunu diyeceğim, ağda yapsın istenmeyen tüylerine."

 

Alparslan başını iki yana sallayıp, esef dolu bir soluk bıraktı.

 

"Mis gibi kızıma ne yapmış ulan o kızıl şeytan?"

 

Alparslan dili ve dişleri arasında söylenirken, Şifa'da onun homurdanan halinden keyif alıyordu.

 

"Hadi Alparslan, nereye gidiyoruz biz?"

 

Alparslan yan bir bakış atıp, dudağının kenarına küçük bir tebessüm kondurdu. Gidecekleri yeri beğeneceğinden emindi. Aslında Duhan'ın uzun zaman önce bir muhabbetin içinde, üstün körü söylediği bir şeydi. Şifa'nın, İtalya'da bir konferansa gözlemci olarak katıldığı bir zaman da, Napoli için zamanlarının kalmamasından yakındığından bahsetmişti ve şu an bunun için bol bol zamanları vardı.

 

"İtalya'ya gelmişiz, Napoli'yi gezmeyelim mi? Furitti di Mare yemeden ölsem gitmem kızım."

 

Şifa yeşil gözlerinde çakmak çakmak yanan bir ışıltıyla yine tüm yönünü Alparslana çevirdi.

 

"Ya Alparslan ya gerçekten mi?"

 

Biliyordu, Allah'ın cezası mı lütfu mu anlamadığı bu adam, onun hakkında her şeyi biliyordu işte. Şifa'nın sevdikleri, nefret ettikleri, istedikleri... Liste uzuyor ama bu adam, her türlü ucundan bucağından onu sarsacak bir şeyle ortaya damlıyordu.

 

"Ulan başkasında duysam ağzına kürekle vururum, bu kız yaaa diye meliyor bütün aklım yerle yeksan."

 

Kendi kendine konuşurmuş gibi yapsa da oldukça yüksek çıkan sesi Şifa'ya ulaşmıştı. Nasıl kayıtsız kalınırdı ki böyle bir bağlılığa. Kendinden asla beklemeyeceği bir şey yaptı, düşünme süresi verse asla yapamayacağı bir şey.

Alparslana doğru uzanıp yanağı ve çenesi arasında bir noktaya küçük bir öpücük bıraktı.

 

Araba sert bir frenle durmuştu. Şifa ellerini öne diremese ve Alparslan koluyla ona bariyer kurmasa ön cama yapışmaması imkansızdı. Şifa kocaman açtığı gözleriyle yanındaki adama ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 

"Ruh hastası mısın kızım, dan diye öpülür mü? Haber versene önceden de kendimi sağlama alayım."

 

"Manyak! Ne sağlamı ne diyorsun? İçimden gelmiş öptüm azıcık, ne var bunda? Hem sen..."

 

Cümle gayet hararetle devam ediyordu aslında. Şifa filtresiz dilinin azizliğine uğrayacağını anlayınca durmayı başarmıştı.

 

"Hem ben ne perim? Ben senin dudaklarını öpüyorum da bir şey olmuyor mu olacaktı o lafın devamı?"

 

Onu utandırmaktan aldığı keyifi söylemesine hiç gerek yoktu. Yüzünün her bir zerresi bu gerçeği bağırıyordu sanki.

 

"Arsızsın Alparslan, sür şu arabayı! Napoli'yi gezeceğim ben. İnsanları gerçekten gamsız mı onu göreceğim daha. Renkli renkli yapıları arkama alıp, fotoğraf çekinip, Veronica'ya yollayacağım. Serrento'ya ve Capri'ye gidip ada havası alacağım daha. Hem ben deniz mahsülleri değil pizza yiyeceğim. Çok işim var benim."

 

Kızarmış yanaklarını görmese, ona bakmaktan inatla uzak duran yeşillerini takip etmese, saydıklarının heyecanı sarmış periyi diyebilirdi. Hem karnında kıvranan utanç hissi onu keyiften dört köşe ediyordu. Şu çırpınışı izlemek için bile utanç denizine atılır, çıkarılırdı bu kız.

 

"Yavrum niye utanıyorsun ki? Gayet normal böyle şeyler. Ben mesela dilimi ağzına soktum diye zerre utanmam. Rahat ol, istediğin an beni kullanabilir, her yanımı elleye bilirsin."

 

Alparslan konuştukça Şifanın suratı kıpkırmızı olmaya devam ediyordu. Ama bunun sebebi kesinlikle utanç değildi. Sinir tüm bedenini çevrelemiş, onu deliye çevirmişti. Hırsı içinde patlayacağına Alparslanda patlasın diye neresine geldiğine bakmadan vurmaya başladı.

 

"Arsız domuz seni, utanmaz! Ettiği laflara bak ,o dilini kevgire çeviriyim de sokabiliyor musun oraya buraya? Elleyebilir mişim! Ben seni münasip kişilere bir elletiyim de kendine gelebiliyor musun utanmaz zibidi?"

 

Alparslan kahkaha atmaktan kendini pataklayan kızı durduramıyordu bile. Zavallı perisi gerçekten canını yaktığını mı sanıyordu acaba? Bunlar bildiğin okşamaydı yahu.

 

"Kızım dur, tamam lan vurup durmasana. Yavrum bir yerin acıyacak, susacağım."

 

Onu ikna etmek gerçekten adamı yormuştu. Yerine geçip oturan, dağılan saçlarını hale yola koymaya çalışan kız, burnundan soluyordu.

 

"Sen bundan sonra nah öpersin beni."

 

"Hop orada duracaksın peri hanım. Bu artık senin kontrolünde olan bir şey değil. Ben bir kere aldım tadını topla, tüfekle gelsen duramazsın önümde."

 

Şifa yan yan bakmakla yetindi, uğraşamazdı bu sınırsız düzenbazla. Adamın ağzından çıkacak hiç bir şey tahmin edilemezdi bir kere. Mayınlı bölge diye işaret basmaları gerekiyordu üstüne.

 

"İki saat sonra dinlenmek için duracağız güzelim. Ondan sonra iki saat anca kalıyor zaten. Uyumaya çalış biraz. Ben kaldırırım seni."

 

"Arabayı bırakamaz mıydık Alparslan? Deniz yoluyla geçsek daha kısa sürerdi."

 

"Yok yavrum, Şahin özellikle uyardı. Napoli'de işimiz bittiğinde arayacağım alacak biri. Temizlenmesi gerekiyor, DNA örneği, toprak, parmak izi kalmamalı."

 

"Tamam o zaman, biraz uyuyayım ben."

 

O süreçten sonra Napoli'ye kadar bir kere durup biraz atıştırmış, yollarına devam etmişlerdi. Şehre giriş yaptıklarında bile farklı bir evrene adım atmış duygusu uyanıyordu insanda. Öğrenci yoğunluğu nedeniyle nüfus oldukça genç görünüyordu. Sokaklar havanın verdiği bir neşeyle doluydu.

 

Acil kıyafet ihtiyaçlarını karşıladılar önce. Frattelli Cafasso da pizza yemeden asla dönmeyeceğini söyleyen Şifa, istediği her şeyi adama yaptıracaktı bu tatilde. Geçmişin, geleceğin, sırların, acıların olmadığı bir tatil istiyordu ve onun siyah adamı her şeyi yapmaya gönüllü bir esir gibi peşinde dolanıyordu.

 

Şifa gördüğü her güzelliği Alparslan da gördü mü diye dönüp dönüp ona gösterirken kendini öyle bir hayranlıkla seyrederken buluyordu ki çoğu zaman eli ayağı dolaşıyordu.

 

Günün bitmesine çok da bir şey kalmadığı için ada gezileri ertesi güne kalmıştı. Spaccanapoli adlı cadde, trafiğe kapalı muhteşem bir görsel şölendi onlar için. Sınırlı olan zamanlarını burada turlayarak değerlendirmeye karar verdiler. İnsanlar çok sıcak kanlı davranıyorlardı onlara. Turist olduklarını anladıkları için ekstra bir samimiyetle yaklaşıyorlardı.

 

Kalacak oteli de ayarladıklarında artık dinlenmek istemişlerdi. Sorun şuydu ki onlara eşlik eden adam tek bir odayı gösteriyordu ve balayı çiftine mutluluk diliyordu. Ortalıkta kimse yoktu. O zaman balayı çifti kendileri mi oluyordu? Bariz olanı anlamamak için çırpınan aklı hâlâ işi yokuşa sürme derdindeydi.

 

"Alparslan, bizi başkası sandılar. Yanlış odadayız şu an."

 

"Gayet doğru odadayız peri. İtalya'ya niye geldik, balayına. Demek ki doğru anlamış çalışan."

 

"Beraber mi kalacağız biz Alparslan?"

 

"Şifa yavrum yorgunluktan mı böylesin? Tabi beraber kalacağız, niye ayrı kalalım balayı çiftiyiz ya biz."

 

Şifa ilk espiri yapıyor sanmıştı ama gayet ciddiydi Alparslan

 

"Gerzek herif, role nasıl giriyorsun sen? Gerçekten balayına gelmedik ya biz. Bu ne görev benimseyişi?"

 

"Valla kusura bakma peri, ben balayındayım. İmanım gevredi kaç gündür, karımla tatilin tatını çıkaracağım."

 

"Allah'ım karım diyor hâlâ çıldıracağım şimdi. Ne zaman nikah kıydık biz senle?"

 

"Aşkolsun peri, bir nikahın lafını mı yaparım ben sana? İki şahit bir imam tamamdır. Ulan burada da imam da bulunmaz şimdi."

 

Şifa gerçekten ya aklını oynatacaktı yada karşısında onu delirtmeye çalışan adamı bir yerden aşağı atacaktı. Gerçekten evliymiş gibi, saçma bir muhabbet dönüyordu ortada ve o adamın vurdum duymaz tavırlarına ifrit oluyordu.

 

Kollarından ellerine doğru kayan sıcak elleri hissetti. Alparslan bakışlarını yüzünün her bir zerresinde gezdiriyor, yudum yudum içiyordu. Ona yaklaşan başa engel olmadı. Alınları bir birine dayanak olmuş gibi bir süre dinlendiler.

 

"Birgün de olsa normal insanlar gibi olalım mı peri? Senin peşinde kimse yokmuş gibi, koca bir topluluk beynindeki kilidi kırmanı beklemiyormuş gibi, girmemiz gereken bir savaştan sorumlu değilmişiz gibi...

Normal iki sevgili olalım mı burada?

Hak ettiğin gibi seninle ilgilenmek istiyorum. Yaşamadığın her şeyi avuçlarına bırakmak istiyorum. Gül istiyorum ama benim yüzümden gül, benimle gül istiyorum. Ben çok mu şey istiyorum haddim olmadan?"

 

Düğüm düğüm olmuştu boğazı Şifanın. Bu adamı hak etmek için sahi ne yapmıştı o? Yaşamadığı ve belki hiç yaşayamayacağı duyguları hissetsin diye verdiği uğraşlara kör kalamıyordu. Ama onun kadar cesur hamleler yapamadığının da farkındaydı.

 

"Senin kadar cesur olmayı çok isterdim."

 

Sakallarının kokusunu daha derin solumak için burnunu yanağına sürtmüş ama alnını tekrar alnına yaslamıştı.

 

"Har ettiğin her şeyi keşke rahat rahat söyleyebilecek kelimelerim olsa benim de."

 

Alparslan yavaşça alnını Şifadan çekti. Saçlarının başladığı kısıma, derin bir öpücük bıraktı. Onu bir müptezele çeviren kokuyu, ciğerleriyle buluşturdu. Saf kızı neler düşünüyordu öyle? Sanki Alparslan'ın kelimelere ihtiyacı varmış gibi?

 

Onda var olan her duygu Alparslanı iliklerine kadar titretmezmiş gibi. O çok iyi biliyordu Şifa'da birbirine çarpan dalgaları ve onun üzerine sıçrayan korkuları. Hiç beklentiye girmiş miydi acaba? En azından hissedileni dile getirme konusunda. Oysa ki kızın ona yaklaşması, kabul görmek, onun tarafından sahiplenilmek en büyük arzusuydu.

 

"Benim cennetim! Sen söyleme bana bir şey, ben anlarım dile gelmeyen tüm kelimelerini. Sekiz yıl sen diye kıvranmışken şimdi bu kadar yakınsın. Aklımı oynatacak gibi olurdum şu gözlere yakından bakma arzusuyla. Bak şimdi içindeki her yeşil zerreyi seyredebiliyorum?"

 

Alparslan'ın ellerinden çekmişti Şifa ellerini. Beline doğru doladı, yuvasına sığınır gibi sığındı sımsıcak göğsüne. Sol göğsünün üzerine oldukça güçlü bir şekilde bastırdı dudaklarını. O söylemese de olurdu, onun kara adamı anlardı nasıl olsa.

 

Bütün geceyi sarmaş dolaş, tüm kabuslardan uzak bir uykunun kollarında geçirdiler. Gün ağardığında ilk Şifa uyanmıştı. Bir süre adamı izledi. Burun kanatlarının dibinde küçücük bir kesi izi vardı, çok yaklaşmayınca belli olmuyordu hiç. Şifa'nın koyu kahve kirpiklerine inat, simsiyah gür kirpikleri vardı. Keşke makasla kesseydi. Bir erkek bu kadar kirpiği asla hak etmezdi. Dudakları da güzeldi zaten. Üst, biraz inceydi alta göre ama güzeldi.

 

"Bu aşamada öpmen lazım peri, yeter sabrettiğim."

 

Birden konuşan adamla Şifa daldığı yerden sıçrayarak çıktı. Elini hızla atan kalbinin üstüne bastırmıştı.

 

"Allah canını almasın, aklımı aldın."

 

"Kızım bu yeni haber değil ki, o işi ben yapalı bayağı oluyor."

 

Asla laf altında kalmayan insanlar çok yorucu oluyordu Şifa için. Veronica da böyleydi ve sürekli düşünerek konuşması gerekiyordu . Topun ona ne zaman döneceği ve kendi lafıyla gol yiyeceği hiç belli olmuyordu.

 

"Yine formundasın serseri, kalk acıktım ben."

 

"Azıcık öpeydin be peri, hiç öperek uyandırılmadım. Bakaydım nasıl bir şeymiş."

 

Şifa yataktan kalkıp üzerindeki bol tişörtü düzeltti. Yan ve ukala bir bakış attı yatakta gerinen adama.

 

"Aksi bir durum zaten senin için iyi olmazdı Alparslan, zira ben yemeğimi paylaşmam."

 

Şifa aynı hızla konuşmasını beklememiş ve saçlarını savurarak banyoya doğru adımlamaya başlamıştı. Arkasından ona şaşkın şaşkın bakan adam umurunda bile değildi.

 

Şifsnın aksine Alparslan çarpılmış gibi kalmış, kapıyı tablo izler gibi izlemişti.

 

"Eğer hormonlarım kudurup, aklımı ele geçirmediyse bu hayatım boyunca duyduğum en seksi şeydi ulan.

Ne zaman perisin ne zaman şeytan asla ayıramayacak zavallı aklım. Gümbürtüye gitmesek bari..."

 

Kapıyla konuştuğunu biri görse, kesinlikle onun için kurt demezlerdi. Zekasına, hırsına, aklına hayranlık duymazlardı. Onun kinin ve öfkesinin tadına bakanlar, şu hallerini görse aynı adam olduğuna asla inanmazlardı.

 

Gerisin geri yatağa bıraktı kendini. Kısa bir kahkaha attı. Tekrar yattığı yerden banyo kapısına baktı.

 

"Ulan sen yemek iste yeter ki  tabağa kendimi süsleyip, servis yapmazsam şerefsizim."

 

☀️☀️☀️☀️☀️☀️☀️☀️☀️

 

Bütün günü ada gezisinde harcadılar, yorulmuşlardı ama değmişti de. Kalacakları otele yakınlaşırken müzik ve kahkaha sesleri ikisinin de dikkatini çekmişti. Alparslan Şifa daha "gidelim mi?" demeden o tarafa doğru yönelmişti bile. Genç bir topluluk ki büyük ihtimalle üniversite öğrencileri toplanmış, gitar çalıp şarkı söyleyen adamın etrafında dans ediyorlardı. Kahkahaları, konuşup, şakalaşmaları bir birine karışıyordu.

 

Topluluğa yaklaştıklarında fark edilmişlerdi bile. Hiç sorgusuz aralarına davet etmişler ve tanışma faslını hızla geçmişlerdi. Alparslan burada da balayına gelmiş bir çift olduklarını tekrar edip duruyordu. Şifa "kırk kere söylerse olur mu acaba?" diye düşünmeden edemiyordu.

 

Şifa yanındaki sarışın kızla sohbet ederken karnını sancılandıran bir öfke hissetti. Direk gözleri Alparslan'a kilitlenmişti. Elinde birasıyla, karşısında bir yere oldukça kötü bakıyordu. Nereye baktığını anlamak için gözlerini o yöne dikti ve uzun boylu, kumral bir adamın ona hayran hayran baktığını fark etti. Tekrar bakışları Alparslan'a döndüğünde gözüyle adamı katlettiğine şahit oldu.

 

Tam uzanıp sakin olmasını söyleyecekken sinsi bir his aklını çeldi.

 

Hostes olayı içinde kalmıştı zaten, bu durumla biraz eğlenmeye karar verdi. Hem kumral adam için üzülmeyecekti de. Başkasının yanındaki kadına gözlerini dikebiliyorsa, yiyeceği dayağı da kabullenmiş olması gerekiyordu değil mi ama?

 

Kıskanılmak gerçekten güzel bir duyguymuş bunu da öğretti serserinin teki. Bir adamın bakılmayı bile paylaşamadığı, kıymetlisi olmak gerçekten muazzam bir duyguydu.

 

Şifa sohbet edip, eğlenmeye devam ederken ve karnındaki öfke, kıskançlık hissinin tadını çıkarırken bir şangırtı koptu. Bir anda bir karmaşa oluşmuştu ortamda. Kalabalıktan görebildiği tek şey Alparslan'ın bir adamın üstüne atladığıydı.

 

"Cibilliyetine soktuğum, evli barklı kadına bakılır mı lan?"

 

"Alparslan dur!"

 

Şifa kalabalığı yarıp adama ulaşmaya çalışıyordu. Bir yerden de Türkçe küfür etmesinin bir faydası olmadığını, burdaki kimsenin onu anlamadığını söylese mi karar veremiyordu?

İki adam tarafından zorla zapt edilen Alparslana yaklaşmayı başarmıştı sonunda.

 

"Alparslan dur, ne yapıyorsu? Kes şunu! "

 

Söyledikleri gözü öfkeden hiç bir şey görmeyen adama ulaşmadı bile. Yüzü ondan uzaklaştırmaya çalıştıkları ve sürekli bir şey yapmadım ben diye bağıran adamdaydı.

 

"Bakmayacaksın lan ona, gözünü sikerim senin bakmayacaksın! Cinsini cibilliyetini siktimin ibnesi!"

 

İnsanlar sesini bile çıkarmaya korkar olmuşlardı. Alparslan öyle korkunç bir bağırış ve hırlayış sunmuştu ki, dönüşüm geçirip gerçekten bir kurt olabileceğine bile ihtimal verilirdi. Şifa hızlı adımlarla önünde durdu adamın.

 

"Sakinleş artık, ne yapıyorsun böyle? Polis gelse anında bizi sorgularlar."

 

"Polisine de sokarım, bakmayacak sana! O gözlerini eline veririm, değmeyecek bakışları bir daha!"

 

Şifa iyice dibine girdi Alparslanın. Elleriyle göğsünü hafif hafif okşuyor, sakinleşsin diye dalga geçtiği kızlar gibi davranıyordu şu an. Kulağına sakin olmasını fısıldayıp duruyordu. Ona dokunduğu anda karnını kasıp kavuran öfkenin hafifleyişi teşvik için çok önemli bir etkendi. Hırsını atamadığı için bu kez ellerini yüzüne yaslayıp kendine bakmasını sağladı.

 

"Alparslan... Bana bak lütfen. Sakinleş hadi."

 

"Sana bakmasınlar peri, pis onların gözleri değmesin senin tenine iğrençlikleri."

 

Şifa parmaklarının üzerine yükselip burnunu burnuna sürtüp, akıl çelen bir tebessüm kondurdu dudaklarına.

 

"Alparslan, kimsenin baktığı yok hadi sakinleş artık. İnsanlar korkuyor. Hadi benim öfkeli kurdum."

 

Alparslan derin derin üç soluk aldı. Alnını Şifanın alnına da üç kere can yakmayacak bir sertlikle vurdu. Şifayı korkutan öfke karnından ağır ağır çekilmeye başlamıştı.

 

"Sakinleştir, peri yoksa kanım yakacak beni."

 

Şifa iyice dibine girmişti adamın. Etraf insan kaynıyordu ve bu çok utanç vericiydi. Bu kadar yakın olmak tuhaf hissettiriyordu başkalarının karşısında. Ama içinden bir ses siyah adamını mutlu etmek istiyordu. Alparslan koca cüsseli, çocuk ruhlu, sevgi arsızıydı aslında. İlgi isteyen ama söylemeye çekinen, fazlasına hakkı yokmuş gibi bir kalp ağrısıyla gezen, ayakları çıplak bir sokak çocuğu gibi her daim karşısında bekliyordu.

 

Bu karmaşanın bir an önce dağılması için, Veronica'ya kulak vermeliydi belkide. İyice yakınlaştığı adamın çenesine burnunu sürttü.

 

"Evcilik oyunumuzu bozuyorsun Alparslan. Balayımızı böyle bir sebepten rezil etmeyelim. Tatilimiz henüz bitmedi."

 

Burnunu sürttüğü yere bu sefer dudaklarını bastırdı. Resmen kız adamı büyülüyordu ve zavallı Alparslan buna biat etmekten başka çare bulamıyordu.

 

"Artık odamıza gidelim mi? Ayaklarım bile ağrıyor. Hadi benimle ilgilen artık."

 

Koskoca bir yanardağın bir anda soğumasına ve aralardan sızan lavın buz tutmasına tanık oldu koca dünya.

 

"Aklımla oyna peri, oyna ki bir meczuba yaptıklarından dolayı hesap soramasın kimse."

 

Şifanın ellerini parmaklarıyla dolayıp hızla sokaktan çıkmak için adımladı. Yan yana durmuş ona tuhaf bakışlar atan iki adamın yanından geçerken kısa boylu, biraz kilolu olanın kaval kemiğine bir tekme attı. Bunu yapan o değilmiş gibi yürümeye de devam etti.

 

Ona şaşkın şaşkın bakan Şifaya yan bir bakış atıp, omuzlarını silkmekle yetindi.

 

"Kullanmaktan en çok hoşlandığım tekmemi sekteye uğrattı o pezevenk. Güzelim teknik güme gitti."

 

Şifa alnında gözü varmış gibi bakmaya devam ediyordu hâlâ. Kendine geldiğinde o da başını sağa sola sallayıp "delirmişsin" diye fısıldadı ve yürümeye devam etti.

 

"Veronica çok haklı, ağır bir ruh hastasısın. Duvarları süngerle kaplı, beyaz bir odaya ihtiyacın var acilen."

 

"O süngerler kaplı odada sende olacaksan neden olmasın?"

 

İflah olmaz bir arsızla uğraşacağına, taştan kan çıkarmaya çalışmalıydı insanlar. Bu daha olasılık dahilindeydi çünkü. Odaya geldiklerinde Şifa ılık bir duş alıp, kendine gelmeye çalıştı. Bütün gün yürümüş olmaları bileklerine sızı olarak dönmüştü.

 

Kendi gibi duş alıp, odaya giren adama baktı. Altında gri bir kapri vardı sadece. Üzerine bir şey giyme gereksinimi duymamıştı. Aksi gibi gözleri de o tarafa kaymak için çıldırıyordu.

 

"Yavrum ne sıkıyorsun kendini, dükkan senin bak, utanma ya."

 

Şifa ağzını açtı açtı kapattı.

Eğer bir durumdan kurtulmak için kızıl zeka gibi çirkefleşmesi gerektiğini düşündü. Sonuçta o, bu şekilde kurtarıyordu bir taraflarını.

 

"Ne bakacağım sana be, duyanda seni İskoç bir çıtır sanacak."

 

Alparslan kolarını göğsünde toplayıp iki kaşını da birden kaldırmıştı.

 

"Bir daha de bakayım o lafı sen."

 

Şifa nazlı nazlı omzunu silkip sankş hayalini kuruyormuş gibi gözlerini tavana dikti. Sol eli saçlarıyla oynamayı bırakmamıştı hâlâ.

 

"İskoçlar diyorum, seçilmiş bir kavim değiller mi sence? Of Allah'ım..."

 

Cümlesi bitmeden üzerine atlayan adamla, kaçmaya yeltenemeden kafese düşen keklik gibi kalmıştı. Kendini bir anda nasıl böyle bir pozisyonda buldu anlamamıştı bile. Attığı çığlık kulak tırmalayacak kadar güçlüydü. Alparslan cüssesinin ağırlığını Şifaya vermekten çekinmiyordu da. Kolları iki yanında yatağa sabitlenmiş, adamın ağırlığıyla mengeneye alınmıştı.

 

"Bir şey diyordun peri, biraz daha yakından anlat sen onu bana."

 

"İskoçlar..."

 

Diye açılan ağzı adamın ona kendini bastırmasıyla yeni bir çığlığa dönüşmüştü.

 

"Dünya ahiret kardeşim olsunlar diyorum!!! Uzun saçlılar aslında bacım da olurlar, hiç sorun değil. Kalk artık üstümden!!!"

 

Veronica yaparken tam izleyememiş miydi ki niye olmamıştı bu? Tükürdüğünü kanırta kanırta yalatıyordu adam resmen ona.

 

Nefes almakta felaket zorlanıyordu, üstelik adam üstündeydi ve bir yataktaydılar. Allah'tan aklına mukayyet olması için bir dua fısıldadı.

 

"O dilin başına bela peri. Isırırım görürsün, bir daha İskoç diyebiliyor mu?"

 

Kelimeler dudaklarından ağır ağır ve fısıltı şeklinde döküldü kızın tenine. Burnunu ilk burnuna sürttü, ağır bir şekilde kaşlarına, alnına, yanaklarına değdirdi. Yaratıcısına, yarattığı için şükür ibadeti gibi...

Şimdi ise dudakları istila etti her bir zerresini. Öpmek değildi bu, sadece dokunarak hissetmekti. Dili dudakların üzerinde dolaşıp ağzına sızdığında Şifanın boğzanından ağzına yayılan iniltiyle bilincini kaybedecek gibi oldu. Bileklerindeki eller sürünerek kollarına ordan boynuna kaymıştı. Şifanın elleri ise sanki bu anı bekliyormuş gibi ensesindeki saçlara tutunmuştu hemen. Tadından aldığı şifanın lezzetiyle öpücük uzadıkça uzadı. Kaç dakika sürdü ikiside zaman kavramını yitirmişlerdi. Yanan ciğerleri daha fazla dayanamadıpında aralarına santimler girdi sadece.

 

"Ay ışığı gelmiş, konmuş tenine. Bakamıyorsun,  kamaştırıyor gözlerini insanın."

 

"Alparslan..."

 

Adamın adını söyleyen dudakları bir zırhla kuşanmıştı. Sıcak baskıcı dudaklar... Ruhunu dudaklarından söküp almaya yemin etmişti resmen. Canına yapılan bir zulüm, alınan nefesine bir setti bu istila.

 

Diğer yarınızı bulmak çok özel bir duygu dostlarım. Birinin gelip eksik olanı tamamlaması, eksik yerlerini sizle kuşatması muhteşem bir teslimiyet. Asla zayıflık değil, aşil topuğu değil. Birine her bir zerrenizle tutkun olmak...

 

Düşebilirsiniz sonra çok da güzel kalkarsınız. Ama o kalkışta uzanan elin değeri çok başkadır. Sen kalkabiliyorken bile uzanan o el, sonsuz bir şükür kapısıdır.

 

Şifa'nın kalbi tam olarak bunu fısıldıyordu işte. Ne olursa olsun uzanacak o "el" artık çok çok yakınındaydı. Düşmekten korkmaya hiç gerek kalmamıştı.

 

Ona yaşam ve ölüm arasında sek sek oynatan dudaklara , aynı tutkuyla karşılık verdi. Başlangıcın ve sonun önemini yitirdiği, çok güzel bir zamana hapis olmuş iki tutkulu bedendi artık onlar.

 

Boynuna doğru kayan dudaklar, çıldırmasına ramak kaldığını biliyor muydu acaba? Şah damarının üzerinde hissettiği dil darbeleri "yangın var" diye bağırma eşiğine itmişti Şifayı.

 

"Bak peri, nasıl güzel atıyor kalbin. Yaşıyorsun ve bunu dudaklarımın üstünde nasıl güzel hissediyorum. Tenine kaç renk saklanmış senin böyle? En kara kışımda bile çiçek açtırır ışığın."

 

Alparslanın ruhunu titreten sözleriyle gözlerini onun kara galaksisinden ayıramadı. Nasıl yaptığını sorsalar açıklayamayacağı o yoldan ilerleyip sessizce zihnine fısıldadı.

 

"En aydınlık gecem..."

 

Adamın açılan ağzı bu sefer Şifanın istilasıyla kapandı. Elleri kara saçlarına dolandı. Kalbin hissettiğine dayanamayışı, bedende aranan tutkuya dönüşüyordu işte. Yetmeyeceğini, asla yetinmeyeceğini bilse bile arsızca istiyordu...

 

Bir süre sessizce bir birlerini izlediler. Alparslan işaret parmağını yüzünün hatlarında dolaştırırken bir sırrı çözmeye çalışır gibi dikkatliydi. Çok sessizdi üstelik.  Sessizliğinde can sıkıcı bir etkisi vardı belli yerlerde. Mesela yarin sesine müptela kulaklar, duyacağım diye çare arıyordu kendine. Üstelik ilk andan beri merak ediyordu Şifa. Alparslan'ın aile olarak birlikle bir bağı yokken nasıl dahil olabilmişti?

 

"Sen nasıl dahil oldun bu hikayeye Alparslan? Biliyorum, Duhan bulmuş seni ama kabul etmek çok zor değil miydi?"

 

Alparslan gülme çizgisi denilen kısımlarda dolaşırken Şifanın sorusuyla gözlerini odaklandığı kısımdan ayırıp gözlerine baktı. Merakla cevap bekleyen Şifasını bir kaç saniye de böyle izledi.

 

"Zordu aslında ama acıyı hak ettiğine inanan yanım için bulunmaz da bir nimetti bana sundukları hayat."

 

Derin bir soluk aldı. Dirseğine yaslı, yan pozisyonunu değiştirip yatak başlığına dayadı sırtını.  Sol kolunun altına çektiği Şifanın saçlarına bir öpücük bıraktı.

 

" Ben aslında bir asiydim peri."

 

Şifa başını kaldırıp görebildiği kadarıyla yüzüne baktı. Tuhaf bir şekilde Alparslan konuşurken kullandıpı her mimiği izleyesi geliyordu.

 

"Nasıl yani?"

 

Omuzlarını silken ve oldukça umursamaz bir ifadeye bürünen adamdan öylece cevabını bekledi.

 

" Devlete, millete, askere, polise, insana kin besleyen bir asi. Benim haykırışlarıma kulak tıkayan, duymayan herkese nefret besleyen bir kindardım."

 

" Bu duygu içindeyken, nasıl durabildin birlikte?"

 

" Kolay olmadı Allah biliyor ya. Aklım hep anneme yapılanları fısıldıyordu kulağıma. Ayperi'nin cennet kokusunu bastıran kan kokusu sarıyordu tüm evreni. Ben yalvardım, kimse duymadı. Tüm dünya bir anda sağır olmuş gibi duymadı kimse beni."

 

Sesi boğuklaşmış daha da kalınlaşmıştı. Şifa içine sızan acıyı, özlemi nasıl kucaklayacağını bilemedi. Kıyamete kadar kanayacak bir yarayla yaşayan bu adama deva olmak istiyordu.

 

"Sonra çok başka bir şeyi gördü gözlerim. Perdeler aralandı, başka bir boyutta yanan ışıkları fark ettim."

 

Şifabiraz daha sıkı sardı kolunu. Bunu yaptığının kendi farkında değildi ama Alparslan oldukça farkındaydı.

 

"Neydi o?"

 

İşaret parmağı tekrar dokunmak için yüzüne değdirdi. Kaşından çenesine doğru hareket ettğinde Şifanın kirpikleri titreyerek örtülmüştü. Yeşiller kapandı diye bir an hüzün hissedecek oldu ama su gibi yüzünü görmek dikkatini hemen dağıttı.

 

"Bana yetişemeyen devlet, asker, polis başka acılara yetişebiliyordu peri. Belki bana yetişemediler, çekip alamadılar o katrandan beni ama aldıkları insanları gördüm. "

 

Uzanıp alnına bir öpücük bıraktı. Sükutla devam etmesini bekleyen kızın tenini kokladı bir kaç saniye. Sonra onu birliğe mürit kılan sebebi açıklamaya başladı.

 

"On dokuzumda, Doğu Türkistanda adı eğitim kampı olan bir yere görev emri çıktı. Sahaya yeni çıktığım zamanlardı. O ara ben başka bir eğitimde beynimi ateşe veriyordum. Henüz hazır olmadığımı iddia ettiler. Duhan benim de gitmem için kaç kişiye kafa tuttu bilemezsin. Derdi başkaymış sonradan anladım."

 

Kapanan gözleri o günlere döndüğünü gösteriyordu Şifaya.

Tecrübesizliği yüzünden görevi tehlikeye atma ihtimali, bir sürü kişi tarafından riskli bulunuyordu. Ama Duhan, azmi sayesinde herkesi ikna etmişti.

 

Turan'larla çıktığı ilk görevdi aslında. Heyecanı gözlerinden okunuyordu. Kamptaki tüm zalimlerin ölüm emri verilmişti ve Türkiye için varlığı çok tehlikeli olan bir arşivin, yakılarak yok edilmesi gerekiyordu.

 

Uzun bir süreç sonucu yapılan planla kampı bastıkları anı hatırladı Alparslan. Çığlıkları, bağrışları, akan kanları, gözlerinin gördüğü vahşeti.

Ölse unutmayacağı anlardan biri daha eklenmişti hafızasına. Yaşları onbeş on altıyı geçmeyen küçücük kızlı erkekli çocuklara yapılan zulüm kanlarını dondurmuştu. Dehşetle açılan gözler, bir birine sığınarak sakınılan bedenler, insanlığın bittiğini göz önüne seriyordu aslında.

 

"Çok kötüydü Şifa. O kamp, şeytanı bile utandıracak bir vahşeti saklıyordu. Çocuklar bir birlerine bağlanmış, yarı çıplaktı. Hiç birinin yüzü nasıl bilemezsin, hepsini kana boyamıştılar. Tecavüzler, işkenceler, akla gelmeyecek vicdansızlıktı orası. Çocukları orada öyle bırakamayacağımız için çıkarma kararı için Duhan inisiyatif kullandı. Bir kız çocuğu, iki üç yaş anca küçük benden. Domuz bağıyla bağlamışlar. Nasıl titriyor bir görsen. Yaklaştım diye boğulmak pahasına çırpınmaya başladı. Bende durumun kötülüğünden fark etmeden Türkçe sakinleştirmeye çalışıyorum. Aklım durdu zaten o vahşet yüzünden.

Dur, kurtarmaya geldik, korkma falan diye saçmalıyorum kendimce. Durdu bir anda, tek gözü tamamen siyaha boyanmış, diğerini kocaman açarak baktı.

Türk'sün sen Türk'sün dedi."

 

Kapalı gözleri açılıp Şifanın yeşillerine saplandı.

 

"Anladı seni o zaman, sonra ne oldu Alparslan?"

 

"Dilimiz bir birine çok benziyor aslında, ama tek kelimelik konuşmalarda anlamak zor oluyor. Sohbette farklı kelimeleri bir birine bağlayarak kendi çevirimizi yapmak daha kolay."

 

Şifa hızlı hızlı başını salladı hemen. Deli gibi devamını bekliyordu konuşmanın.

 

"Sonra ne oldu, yani kıza?"

 

"Durdu, kestim ipi. Yığıldı kaldı olduğu yere, takati kalmamış hiç. Ona çok kötü şeyler yapmışlar Şifa. Yürüyemeyecek kadar kötü şeyler. Son kalan gücüyle nasıl sarıldı bana? Parmakları etime saplandı sanki. Haftalarca o parmakları hissettim omuzlarımda. Sürekli dudaklarından şükür kelimesi dökülüyordu.

Bana dedi ki..."

 

Alparslanın neredeyse yaşarmaya yüz tutmuş gözleri Şifanın yeşillerine hemen çiğ damlaları toplamıştı. Sanki Alparslan o anları yeniden yaşıyormuş gibi sesi boğulmuştu.

 

" Babası söylemiş ona Şifa. Ölmeden önce babası; Türk kardeşlerimiz yetişecekler imdadımıza demiş. Bildi diyordu, babam yine bildi. Koymadılar bizi kafirin eline diye hıçkıra hıçkıra sarıldı omzuma. Tenindeki yaraların acısına değil biz geldik diye şükürle ağladı."

 

Şifanın gözünden kayan yaş Alparslanın parmaklarına bulaştı.

 

"Allah'ım bu nasıl vicdansızlık, benim aklım almayacak. Neyin savaşı bu, ne isterler o gariplerden Alparslan. Hiç mi merhamet yok?"

 

"Sorun Türk oluşu, sorun müslümanlıkları. Duhan beni bilerek oraya götürdü Şifa. Duhan bana orada iki şeyi yaşayarak öğretti. Bana yetişemeselerde, başkalarına yetiştiklerini kanıtladı ve Dünya üzerinde zayıf kalmış tüm müslümanların umudunun, Türk'de olduğunu gösterdi bana."

 

Şifa anlayışla başını salladı.

 

"Sen o zamandan sonra birliğe yeminli bağlısın?"

 

Alparslan kırık bir tebessümle cevap verdi bu cümleye.

 

"Evet, benim duyulmayan sesimi, başkaları da haykırıyorsa duyayım diye yeminliyim. Bana herkes sağırdı ama ben sağır kalan o kişi olmayacağım Şifa."

 

Şifa bedenini kaldırıp boynuna hızla sarıldı Alparslanın. Boynuna sayısız öpücük koyarken kokusunu da derin derin soludu.

 

"Sen benim başıma gelen en güzel şeysin CUNTOS..."

 

Loading...
0%