@orenda
|
Keyifli okumalar bebeklerim. Bu hafta bir bölüm daha gelecek. Sizde yıldıza dokunup birer yorum bırakır mısınız motivasyon güzel bir şey💙😍
Sessizce akıp giden yollar, sık alınan soluklar ve buram buram gerginlik kokan bir ortam ne kadar huzurlu olursa o kadar huzur içerisindeydi Şifa. Duhan bakışlarıyla Umay'ı delik deşik ediyordu. Alparslan, çok önemli bir şeyi izliyor gibi camdan dışarıyı seyrediyordu ve Şifa kendini tutamadığı bir ipin peşinde sürüklenirken buluyordu.
Umay'ın söyledikleri ve klinikte yaşananlar hakkında dayısı tek kelime etmedi. Şu an ki odak noktası Umay'ın böyle bir duruma gelineceğini bilmesi ve bunu Birlikten gizlemesiydi.
Umay'sa, Duhan'ın attığı sert bakışları sırıtarak karşılıyor ve çok eğlendiğini bir an bile gizleme gereksinimi duymuyordu. Birilerinin ona sinir olması tuhaf bir tstmin hissi veriyordu sanki kadına.
"Araştırmalara göre birisine beş dakikadan fazla bakarsanız kalbiniz gelen sinyalleri yanlış yorumlar ve bakınılan yöndeki kişi için beyine oksitosin salgılaması için baskı yaparmış. Sonrada Pavlov'un köpeği gibi o kişiyi gördükçe Oksitosin salgılanması devam edermiş. Yani Duhan'cım on beş dakikadır beni süzüyorsun, geçmiş olsun aşık oldun bana. Oksitosinine iyi bak, karşılıksız aşkta depomin salgılamaz bil istedim."
Duhan geniş arabanın içerisinde de o beyefendi duruşunu zerre bozmadan, bacak bacak üzerine atarsk çenesindeki sakallarında iki parmağını dolaştırdı. Yüzünde oldukça karizmatik ama karşısındakini küçümsediği alenen belli bir tebessüm vardı.
"Alita, sence ben aşık olsam sana mı olurum? Zekamın küçümsenmesinden hiç hoşlanmam biliyorsun değil mi?"
Umay kaşlarını kaldırıp, elektrik mavisi gözlerini iri iri açtı.
"Hmmm, Alita olduğuma göre Duhan bana sinirlenmiş küçük kız. Halbuki Birlik olarak sır saklamaya bayılırsınız siz. İş size dönünce mi zorunuza gitti Duhan?"
Duhan arabaya bindikleri andan beri adamın zerre hareket etmeyip, son söylediğiyle öne doğru eğilmesine anlık bir tepki vermişti. Duhan öfkeli ela gözlerini Umaya dikti.
"Bu senin öylesine saklayabileceğin bir şey değildi! En azından bana söylemeliydin. Onu oraya götürmezdim aptal!"
Umay bir an tokat yemiş gibi irkildi. Duhan bir kadına yüksek ses kullanmayacak kadar beyefendi bir kişiliğe sahipti ve onu tanıdığından beri ilk kez bağırmıştı.
Alparslan ve Şifa sûkunetle ikilinin bir birini yemesini izlerken Duhan'ın sözleriyle duruşları değişmişti istemsizce. Umay bunu beklemiyordu işte. Kurallara bağlılığıyla bilinen, istese dokuz üstte de Başkan olabilecek konumdaki Duhan biraz önce bağlı olduğu Birlikten bir şey gizlemeyi mi ima etmişti. Yüzünü yana dopru çevirip, bir miktar sorgulayan, bir miktar ise tereddütlü bakışlarını ayırmadı Duhandan.
"Sen ölsen yalan söylemezsi Duhan, kimi kandırıyorsun?"
"Yalan söylemezdim evet ama bilmeleri gerektiği kısım kadarını duymalarını sağlardım! Şimdi onu kontrol edemeyeceklerini öğrendiler. Ne sanıyorsun yaşadığı özgürlüğün aynı seyirde devam edeceğini mi? Onu daha çok göz hapsinde tutacaklar. Birlik bilimsel verilere güvenir şimdi ellerinde hiç bir şey yok kime güvenecekler? Ben söyleyeyim hiç birimize!"
Umay en başından beri dik tuttuğu omuzlarını bir nefesle bıraktı.
"Söyleyemezdim Duhan. Bunun ne zaman gerçekleşeceğini bilmiyordum, Şifa, annemin sesini belleğinde tekrar şekillendirene kadar..."
Umayın bakışları bu kez Şifaya döndü. Hayatı boyunca çözemeyeceği tek bulmaca karşısındaki kızdı.
" Sen ya da diğerleri hatta dedem bile Birliğe güvendi ama annem güvenme hakkını sadece ona sakladı. O küçük mucizesinden başka kimseye güvenmedi. Dua ona bir kapı açtı, son ana kadar bile görüyordum gözlerindeki tereddütü. Dua'nın açtığı o kapının arkasındaki yaşam pınarına güvenmeyi seçti annem. Onun sakladığını ortaya dökmek bana düşmez. İyi bilirsin üzerime vazife değilsen, yanımda seni kesmeleri bile beni ilgilendirmez. Ben Sırbistan'ı karıştırıp, yerimi, konumumu tehlikeye attıysam ilgilendirdiği içindi. Serdar'a verilen söz içindi. Annemin güvendiğine güvenmek zorundayım!"
O andan itibaren ikiside susmuştu. Şifa sormak istediği milyonlarca soruyu yutmaya, Alparslan ise belirsizliğin ve ihtimallerin verdiği çıkmazda debelenmeye devam ediyordu. Şifa'nın aralanan dudakları Alpaslan'ın zihninde şekillenen sesiyle geri kapandı.
"Sonra, şimdi değil. Sonra!"
Bakışları adama hızla döndüğün de gözlerindeki kararlılıkla susması gerektiğine karar verdi. Alparslan'la her şeyi ilk onunla konuşacağına dair bir anlaşma yapmıştı değil mi?
Onlar için hazırlanan otele gelindiğinde araba yavaşladı. Otelin sağ kanadı sadece Birliğe ait korumalara ve Şifa'yla Prag'a gelenlere ayrılmıştı. Girişler bile ayrı bir kapıdan yapılıyor, diğer insanlardan bağımsız bir konaklama yeri tasarlanmış oluyordu böylece.
Odalarına çıktıklarında bir süre daha sessizce düşündüler. Şifa sırtını dayadığı yatak başlığına iyice kendini yasladı . Alparslan da Şifa'nın dizlerine gelecek şekilde kafasını yerleştirdi. Saçlarını okşayan, incecik parmaklar uykuya davet ediyordu onu. Ama uyumak şu an için yapılabilecek en lüks eylemdi.
"Ne düşünüyorsun?"
"Duhan'la, Umay'dan bağımsız konuşmalıyım peri. Fark etmeden açık verdi, paniği yanlışa sürükledi. Birlikten, ihtiyacı olursa bir şey saklayabileceğini en olmayacak kişiye söylememeliydi. Sen bu süre de sessizce dinle, gözlem yap olur mu? Anladığını belli etmeden onun sana söyleyebileceği her şeyi zihnine kayıt et. Umay çok fazla sırrı saklıyor. Kim için, ne için bilemem? Ama o kadın bilmeden seni anahtara götürecek."
Şifanın saçlarında dolaşan parmakları duraksadı. O böyle düşünmüyordu aslında.
"Bilmeden olduğunu nerden çıkarıyorsun? Belki bile isteye götürür. Ya da yanlış yönlendiriyor."
Alparslan derin bir soluk alıp, Şifanın yüzünü görebilecek şekilde döndü yüzünü.
"Umay'ın sadakati annesine ve babana. Aramızdaki bağı biliyor ama boyutunu bilmiyor, bunun için senden bilgi sızdırmaya çalışacaktır. Emin olmak zorunda. Sen muammasın onun için ama ben tamamen zifiri bir karanlığım. Bakışlarında, konuşmasında gördüm bunu. Klinikte, o izin vermeden girilemez derken bana baktı, ama gözleri çok tereddütlüydü. Deniyordu! Tepkini, bakışını, beden dilini. Bir şeyler biliyor ama bileşenlerin üzerindeki etkileri ne boyutta emin olamıyor."
"Belki de anladı o zaman. Zarf attı bende açtım o zarfı."
Alparslanın dudağı taktirle kıvrıldı.
"Hayır! Şükür edeceğimin hiç aklıma gelemeyeceği kadar soğuk bir yüzün var. Konuşma sırasında kaşın bile oynamadı. Sanki her şeyi bilen Umay değilde sendin. Tek bir refleksif hareket yoktu bedeninde. Ama onun vardı!"
Şifa'nın hareket eden parmakları tekrar duraksadı. Nasıl bir detay yakaladığını deli gibi merak ediyordu şimdi. Aynı zamanda da adamın bahsettiği soğukluğun aynısını Alparslan'da da kendi izlemişti. Bu adamın neleri nasıl analiz edip çıkarım yaptığını asla anlamayacaktı. Dışardan bakan bir göz Alparslan'ın sadece o ortamdan sıkılmış, 'bitse de gitsek' hallerine tanık olurdu.
"Ne! Ne fark ettin? Niye beni çileden çıkarmadan tek seferde söylemiyorsun?"
Kızgın sesi fark etmeden parmaklarını da etkilemiş adamın saçlarını bilinçsizce çekiştirmişti.
" Yavrum şu an o hareket tahrik edici oluyor dikkatimi dağıtma benim. Saçlarımı çekiştirmek istiyorsan geceyi beklemelisin."
Tam da 'nerde bu Alparslan' denildiği anda mağarasından çıkması çok hoş olmuştu gerçekten. Dünya yansa Alparslan, kendinden ödün verip işin ciddiyetine bakmaz "kıyametten önce son kez sevişelimde jübilemiz olsun" derdi mesela.
"Konuya gel Alparslan sonra ben saç yolarak nasıl tahrik edici olduğumu göstereceğim."
" Seni düşünüyorum bebeğim, gergin gibisin. İyi gelebilirdi, eşler bu günler..."
Ağzına inen orta halli tokat, susmak için oldukça etkileyici bir neden olmuştu.
"Umay ve detaya gel!"
"Emir verirken de aşırı hükmedici göründün gözüme. Neyse bunu sonra değerlendireceğim. Profesör konuşurken pantolonunun dikiş izinden çıkmış iple oynuyordu. Ne zamanki beynine giremediklerini söyledi ip koptu. Emin değil ama öyleymiş gibi göstererek dikkatleri üzerinde tutmak istiyor. Senin insiyatifine geçtiğini söylerken bir an bana baktı ama aynı saniyede ellerine baktı. Elini yumruk yapsaydın emin olacaktı. İnsanlar bir şey saklıyorlarsa ve ifşa olduğunu düşünüyorlarsa bilinçsizce ellerinden alınmasın der gibi yumruklarını sıkarlar. Seninse içindeki fırtınaya tezat dışında yaprak kımıldamadı."
Şifa bacaklarındaki kafayı itip, iki dizinin üstüne yükselmişti. Kafası boşluğa düşen Alparslan'sa boş boş bakıyordu. O da toparlandı ve bacaklarını bir birine dolayarak Şifaya en yakın mesafeye yerleşti. Şaşkın ördek yavrusu gibi bakıyordu resmen Şifa. Tutup öpse şimdi sorumlusu arsızlığı olacaktı. Nasıl sevilesi olduğu hiç konuya dahil edilmeyecekti.
"Sen, sen nasıl düşünüyorsun? Asıl senin beynini kurcalasınlar, nasıl dikkat edebiliyorsun bu kadar şeye aynı saniyede?"
Alparslan'ın yüzünde şefkatli bir tebessüm oluştu. Ona bu bilgileri nasıl öğrendiğini anlatsa, günlerce ağlayacağına adı kadar emindi. Şifa dışarıya ne kadar buz dağıysa kendine o kadar güneşti. Merhameti, şefkati öyle yoğun öyle güçlüydü ki Alparslan'ın eli kesilse Şifa'nın kalbi kanardı.
"Bizimde kendi çapımızda numaralarımız var peri hanım. Kocanızı ne güzel küçümsüyorsunuz siz öyle."
Şifa iki yana salladı başını hızla.
"Öyle değil ama. Küçümsemek değil ya! Sadece şaşırtıyorsun beni onun için dedim."
Alparslan uzanıp yanağından bir makas almış sonra da parmaklarını sesli bir şekilde öpüp Şifanın istemsiz gülmesini sağlamıştı.
"Biraz öv beni, 'erim-yiğidim' de unutalım bu tatsız hadiseyi."
Şifa daha fazla dayanamayıp tatlı bir kıkırtıyla karşılık verdi Alparslanın serseriliğine.
Ellerini omuzlarına bastırıp yaklaştı ve dudaklarına anlık bir öpücük bırakarak geri çekildi. Her sıkıntılı anını nasıl güzel ferahlatıyordu bu adam? Sanki ne kadar yük varsa üzerine çekecek, Şifa'ya toz değmeyecekmiş gibi bir güven yayıyordu.
Alparslan kendini öpüp çekilen kızla önce sırıtmış sonra surat asmıştı. Bu neydi çocuk kandırır gibi. Düğün konvoyunda zarf yakalamış ama içinden çıka çıka beş lira çıkmış o çocuk kadar kandırılmış hissediyordu kendini. Zarf için anlık sevinmiş ama içindekiyle hayal kırıklığını en dibine kadar yaşamıştı şu üç saniyede.
"Bebeğim bu ne? Öpücük görünümlü halisinasyon mu? Şöyle hakkıyla bi öpseydin, dilini kullan dilini."
Şifa şımarık bir gülümsemeyle kaşlarını kaldırdı.
"Konuya dönelim aslan parçası, sonra görürüz gönlünüzü. Bakarız..."
Cümlesini yarım bırakıp, işaret parmağını çenesinden boynuna doğru sürterek indirdi. Parmağı kemer tokasına değecek kadar aşağılara doğru indi.
"Dilimi kullanabiliyor muyum?"
Alparslan büyülenmiş gibi işaret parmağından gözünü ayıramamıştı. Şifanın son söylediği ile de derince yutkundu. Zift karası gözleri ona eğlenerek bakan yeşillere değdi. Derin bir solukla ciğerlerini doldurdu. 'Vaadler vaadler' diye fısıldamaktan alıkoyamadı kendisini.
Kendine tanıdığı bir kaç saniye sonrasında esas konuya geri odaklanabildi.
"Umay seninle vakit geçirecek. Tam çözemedim onu, iyimi kötümü net konuşamam. Ama aklında başka bir şey var, bundan eminim. Kibirle kuşanmış sert sandığı, ince bir zarı var üstünde. Bilinçsiz hatalar yapıyor bunları kaçırma güzelim. Kelimelerin arasına ne sırlar saklanıyor aklın almaz. Ben özellikle yalnız kalmanız için geride duracağım. Sana karşı kibirinin verdiği bir tedbirsizlik var, bana karşı ise her hareketi aşırı kontollü."
Şifa onaylamak için başını salladı. Gözleri kısılmış öylece yatağın üzerinde bir noktaya dalıp gitmişti bir süre. Sonunda düşüncelerinden uzaklaşıp geri Alparslana baktı.
"Amacı kötü değilse ya? Bunu iyi niyet elçisi olduğum için söylemiyorum, sadece seçeneklerin arasında olmalı bu ihtimal. Babama olan bağı istemsiz beni korumaya itiyorsa onu."
"Haklısın! Onu tam anlamıyla kimse tanımıyor, gösterdiği kadarıyla var. Mükemmel disiplinli bir asker. Dediği gibi, erken ifşa olmandansa şu ana kadar tırnaklarıyla kazandığı her şeyi riske attı. Sırbistan' da yaptığını dokuz üstte sadece iki lider yapardı. Biri Gökay Turan biri Umay. Artık çok daha dikkatli adımlarla yürüyeceğiz ama üstesinden geleceğiz. Şimdi aşağı inelim ve yemek yiyelim n'olur."
Ondan sonra hazırlanıp aşağı inmişlerdi. Beraber biraz lobide oturdular. İlk Umay sonra ise Duhan gelmişti yanlarına. Hep beraber restorana doğru adımladılar. Duhan'dan yayılan negatif enerjiyi hissetmemek imkansız gibiydi.
Gergin ortam, Umay'ın dudağını sağa büken o sinir bozucu sırıtışıyla daha çok geriliyordu. Şifa hem Alparslan'ın dediklerini hemde şu an ki durumu gözden geçirip adım atmak istedi.
"Dayı, yeter ama kaşların birleşecek sonunda. Umay onu tahrik etmekten vazgeç artık! Birlik beni gözetim altında tutabilir hiç sorun değil. Onların bilmediği ama benim bildiğim tek bir şey yok. Ben rahatım, siz de rahat olun. Ayrıca böyle bir şey olsa da saklamazdım. Dayımın, annemin, babamın güvendiği bir oluşuma ben de gözü kapalı güveniyorum. En az onlar kadar içimdeki güce ulaşmayı, kullanmayı ve çivisi çıkan düzene çekiç olmayı istiyorum."
Umay gözlerini kısarak dinlediği Şifaya biraz daha baktı. Şifa konuşurken asıl takip ettiği Alparslan'dı aslında. Genç adam da Şifa'nın sözleriyle şaşırmış, anlamak istermiş gibi dinlemişti tüm konuşmayı.
Umay, bu konuşmanın planlanmamış hisler barındırdığını düşündü. 'Küçük' dediği kız aslında tam bir kapalı kutuydu. Herkes de uyguladığı ve işe yaradığını defalarca kanıtladığı kışkırtma taktiği onda zerre işe yaramıyordu. Bilerek yada bilmeyerek ne düşündüğünü asla tahmin edemiyordu.
"Benlik sorun yok, küçük yaşam pınarı. Ama dayın bana aşırı gıcık oluyor. Onunla konuşmalısın bu konuyu."
Şifa kadına yan bir bakış atarak tekrar dayısına döndü.
"Bakma sen ona dayı, otuz beşini geçmiş eğlence arıyor. Malum başkanlığı da sallantı da ya sarıyor herkese. Prag'da bir süre kalırız değilmi dayı?"
Duhan şirinlik yaparak konuyu dağıtan kıza baktı. Normal olan bu değildi. Normal olan Şifa'nın olanları daha çok irdelemesi, sorular sorması, herkese şüpheli etiketi yapıştırmasıydı. Özellikle Umay'la bu tarz diyaloglar asla kurmazdı. Onun Şifa'sı şu anda konuşan kadınla hiç benzemiyordu bir birine.
O anda anladı ne olduğunu. Şifa oynuyordu, kendine değildi ama bu oyun. Umay' dı hedefindeki oyun arkadaşı. Medem böyle davranmasının doğru olduğunu hissediyordu o da küçük kızına güvenirdi.
" Tamam, kapatalım bu konuyu. Bizi strese sürükleyecek bir durum yok henüz. Biraz bu konuyu araştıracağım. Ne gibi etkileri olacak sende, bir şeyler bulabiliyor muyum bakmalıyım. Çok istiyorsan da kocan gezdirsin seni. İşlerim var benim."
Alparslan hiç bir fırsatı kaçırmadığı gibi bunu da kaçırmak istemedi. Konunun kapanması da iyi olmuştu.
"Duhan birini kıskandığını bu kadar belli etme. Masadaki herkes seni terk edip evlendiğim için bana gönül koyduğunu düşünecek."
O anda hafif sandalyeden kalkarak bir cüzdan çıkarmış ve Duhan'a uzatmıştı. Şifa ve Umay ne olduğunu anlamasa da Duhan anlamış ve sinirden kıpkırmızı olmuştu.
"Şerefsiz yine mi? Çalma demiyor muyum ben sana? Ne ara yürüttün yine?"
Alparslan kibir dolu bir gülümsemeyle bakıp geriye doğru yaslandı. Kollarını da birbirine dolamış, olabilecek en sinir bozucu bakışlarını Duhandan çekmemişti.
"Mesleğimin inceliklerini sana anlatıp kendimi ele vermeyeceğim. İyiki evliyim, başım bağlıda cüzdanı çekerken olmadık yerlerine dokunmuyorum diye teşekkür et bana."
Şifa ağzı açılmış bir balığa benziyordu resmen. Söylenip, dalgası geçiliyordu ama bildiğin hırsız bir kocası vardı. Aralarındaki atışmaya bakarsa dayısını sürekli soyan hırsız bir koca.
"Sana inanamıyorum, cüzdanını mı çalıyorsun?"
Şifanın şaşkınlık ve bir miktar da kınayıcı sesiyle Alparslan bu kez ona baktı.
"Yavrum niye öyle diyorsun? Yeteneklerimi test ediyorum arada. Körelmemem lazım. Birlik benim çaldıklarıma bayılır, sor dayına. Ayrıca dayın rüzgar esse yakalar ama beni hiç fark etmiyor, görüyorsun ne muhteşem bir adamla evlisin."
Şifa büyük bir hayret ve kocaman bir kahkaha arasında sıkışmıştı. Çocuk gibi övgü mü bekliyordu gerçekten şu davranışına?
"Haklısın Alparslan nasıl bu ayrıntıyı kaçırdım anlamıyorum. Hırsızlığı dillere destan bir yetenekteki adamın karısı olmak lütfedilmiş resmen bana."
Şifanın Alparslanla dalga geçmesine Umay cevap verdi.
"Gerçek bir yetenek ama. Ben koca bir karterin uyuşturucu sevkiyatını patlatıp, üç ay sonra geri onlara satışını duyduğumda baya taktir etmiştim."
Şifa bunu Umay söylemese üzerine düşünmezdi ama hayretle açılmış gözleri ilk Umayda sonra dayısında en son ise kocasında dolaştı.
"Şaka?"
Alparslan becerileri küçümsenmiş bir çocuk gibi küskünce omuz silkti sadece.
"Uyuşturucularını onlara geri mi sattın?"
"İlla o parayı verecekleri birini arıyorlardı ben aldım işte."
"Uyuşturucu?"
"Daha fazla üretmelerini engelledim. Hem para iyi yere harcanıyor..."
"Kumar parasıyla cami yaptırmak gibi bir şey bu."
Alparslan yine omuzlarını silkti.
"Ne biliyoruz belki sevap?"
Hepsini kahkaha atmasıyla bir kaç bakış onlara dönmüştü. Yemekleri ünlü bir aşçının elinden çıkmıştı ve aşırı lezzetliydi. Alparslan da aç olduğunu iddia ederken hiç abartmamış bir kurt gibi her şeyi tüketmişti. Şifa'nın tabağından yürüttükleriyle beraber üç insan yemeği gitmişti bile. Şifa çok yakından test etmese kaslarının varlığını sorgulardı ama onlarında maşallahı vardı şimdi.
Umay yemek boyunca sessizken kalkma vakti Alparslan'ın dikkatini çekerek konuşmaya başladı.
"Kurt... Yarın için karınla zaman geçirmek istiyorum. O da isterse onu Orloj saat kulesinin bulunduğu meydanı gezdireceğim."
Alparslan beklediği anın geldiğini anladı. Şifa'ya bakarak başını sağa doğru yatırdı. "Şifa da isterse neden olmasın. Bende Duhan'la neler bulabiliyorum bakarım." Diyerek Şifa'nın kabul etmesine zemin hazırladı.
Şifa soru Alparslana gelmiş olsa da başını onaylarak sallamıştı zaten.
"Tabiki, merak ettiğim bir yer ayrıca. Astronomik Saat Kulesi görülmeden gidilmemeli değil mi?"
Şifa oldukça samimi, içten bir tebessüm kondurdu dudaklarına. Umay'la zaman geçirmeyi oda çok istiyordu, bulunmaz fırsat olmuştu onun içinde.
Odaya geçerken Alparslan bir saat geç geleceğini söylemiş ve Duhan'la konuşmak için yanından ayrılmıştı. Bu süreçte Şifa duş alıp, saçlarını kuruttu. Tenine güzel kokan bir krem sürdü. Hoş görünümlü zarif mor bir gecelik giydi. Evlilikte ki keramet bu muydu acaba? Özenesi geliyordu ister istemez.
Yatakta bir süre dönüp durduktan sonra kapının, kartın okunmasıyla çıkan sesini işitti. Çok şükür gelebilmişti beyefendi. Alparslan uyuduğunu düşündüğü karısının yanına üzerindekileri hızla çıkararak kıvrıldı. Şifa bir süre ses vermeyecekti.
Ensesinde astım hastası gibi derin derin soluk alan adama karşı koymak çok da kolay değildi üstelik. Karnına dolanan kol biran duraksadı. Avuçları geceliğini ovuşturuyordu. Şifanın ensesini de kokladı bir kaç nefes boyunca.
"Duhan kodumun puştu, senin yüzünden bu kız böyle mi uyudu? Susmadın şerefsiz, ipek gecelikli karım boşa gitti."
Fısıltıyla çıkan veryansınlarla Şifa daha fazla dayanamayıp kıkırdamıştı. Adam her an biriyle kavga edebiliyordu. Hoşuna gitmeyen her durumu birinin üstüne yıkıp ona sövebiliyordu. Alparslan aşırı sevilesi bir kaçıktı. Bir anda sırtüstü döndürülmüş ve üzerine bir ağırlık binmişti. Elleri mengene gibi kıskıvrak başının üstüne sabitlenmişti de.
"Kocaya numara ha! Ayıp değil mi peri hanım? Teninin kokusunu odaya yaymışsın, ipeklerle sarmalanmışsın sonra da kıçını devirip yatmışsın. Kocayı beklemek yok mu?"
Şifa daha fazla gülüyordu şimdi. Hem konuşup, şikayet ediyor hemde burnunu boynunda gezdirerek onu gıdıklıyordu şapşal.
"Haklısın kocacığım, zamane geliniyim işte. Kocadan yüz buldum hep ondan bu hallerim. Ne istersin yiğidim, yıkayayım mı ayaklarını?"
"Sana ne hacet yavrum, ben yıkayacağım seni. Minicik iki ayakla yetinmem ben, komple bir suya sokmazsam içime sinmez. Ama ondan önce çok temiz tenin, biraz kirletelim."
Cümlesi biter bitmez dudaklarına bastırdığı dudakları hiç ayrılmadı aşığı olduğu tenden. Üzülebilir, yorulunur, panik, korku, mutsuzluk hissedilebilirdi gün içinde ikiside. Ama bir yere kadar izin verirlerdi bu duygulara. Ne zaman ki aynı yatakta, tek bir soluğu paylaşırlardı hepsi geride kalırdı. Aşkın en büyülü etkisiydi belki de bu. Sevdiğinden gerisini anında silebilme özelliği gerçek bir sihirdi.
Sabahın erken saatleriyle Duhan ve Alparslan otelden ayrılmışlardı. Şifa'ya sadece bu durumu daha ayrıntılı tartışabilecekleri ve Barbaros'la konferans bir görüşme ayarlayabilecekleri bir ortamda olmaları gerektiğini söylemişti.
Şifa hazırlanıp Umay'ın yanına inmişti. Kahvaltıyı otelin restoranında yapıp öyle çıkacaklardı. Sessiz geçen kahvaltıyı Umay'ın cümleleri böldü.
"Seni tedirgin ediyorum değil mi? Yüzünde mimik oynamıyor, sürekli kontrollüsün."
Şifa bitirdiği tabağını biraz öne iterek kahve fincanını eline aldı. Bugünü sürekli strateji üzerine geçirmek istemiyordu. İçinde bir yerler Umay'a herkesin bakmadığı, görmediği bir pencereden bakmasını söylüyordu. Bir kere bunu denemesi onu pişman eder miydi acaba?
"Aslına bakarsan bunu bilinçli yapmıyorum. Alparslan ve Veronica'da sık sık söyler. İçim dalgalı bir denizken dışımda yaprak kımıldamazmış. Üzerine alınma lütfen, içimden çok düşünürüm ve bu da çevreyle tüm bağımı kesmeme neden oluyor galiba."
Umay tek kaşını kaldırdı.
"Yani bu kadar net, bu kadar poker bir surat tamamen senden bağımsız öyle mi?"
Şifa fincanı dudaklarına götürürken küçük bir tebessümle göz kırptı Umaya.
"Tam üstüne bastın. Utanırım, korkarım, heyecanlanırım. Ben yüzüm yanıyor, ellerim titriyor sanarken bunların hiç birini karşımdaki anlamazmış. Dediğim gibi kızıl ve kurt öyle söylüyor."
Umay geriye yaslanırken kahve fincanını Şifaya doğru kaldırdı.
"Senin gibi tepkisiz ve mimik kontrolü sağlamak için kaç yıl eğitim alıyor insanlar şanslısın o zaman."
"Emin ol Umay, şansın benimle uzaktan yakından hiç alakası yok."
Umay gözlerini kısarak izlediği kız hakkında doğruluğu kesin olmayan bir çıkarımda bulunmuştu. Bu küçük kız yaşadığı hayatı mutlulukla kucaklamıyordu aslında. İstediği küçük, mütevazi bir hayattı belki de ama kesinlikle böyle bir oluşumun içinde en önemli yerde durmak değildi hayali. Gerçi onun hayal kurabilecek kadar bile beyninin derinliklerine inebildiğini kesinlikle düşünmüyordu da.
"Çıkalım mı? Günü burda oturarak bitirmek istemiyorum."
"Tabi ki" diyen Şifa'yla ayaklandı ikili. Umay'ın şöförlüğünü üstlendiği spor bir arabayla gideceklerdi istedikleri yere. Etrafta korumaların görünmemesi biraz garip geldi Şifaya.
"Bizi takip edenler yok. Bu ilk kez oluyor, sence de ilginç değil mi?"
Hızını biraz daha artırdığı arabayla yanında oturan kıza kısa bir bakış attı Umay.
"Korunmamızı benim ekibim üstlendi. Birliğin şatafatına aykırı olarak ben takiplerin daha usturuplu olması taraftarıyım. Şu anda üç yüz metre ilerimizde üç, iki yüz metre gerimizde iki ve yanımızda aralıklı süreyle ilerleyen korumalarımız var. Sadece çok halktan bir kamuflajla yapıyorlar görevlerini."
Şifa karşıdan ayırmadı bakışlarını ama dudakları taktirle büküldü.
"Fark etmemişim gerçekten. Ama güzel düşünülmüş bir detay. Geriliyor insan sürekli 'siyah giyen adamlar' ekibiyle gezmekten."
Yolculuk bittiğinde araç korumalardan birine teslim edildi. Böyle bir ortamda, altlarındaki araba aşırı dikkat çekerdi. Bugün özellikle normal iki turis kadın olmaları daha hoş olacaktı.
Astronomik saat kulesi tarihin en görkemli eserlerinden biriydi ve gücünü cihana duyurmak ister gibi aynı görkemiyle selamlıyordu onları. Hayran hayran bakmaktan kendini alamadı Şifa.
Umay'ın koluna girmesiyle bir an irkildi. Umay onu saatin tamda karşısında kalan taş bir banka çekmişti. Bir süre sessizce saatin her detayını incelediler beraber.
"Sana yirmi üç yıl önce burda gerçekleşen bir olayı anlatmak istiyorum."
Şifa saatten gözlerini ayırmadan konuşan kadınım yüzüne baktı. Ne kadar hissizdi? Ya da gerçekten öyle miydi?
"Tabiki, çok sevinirim."
"Bir terör saldırısı gerçekleşti burda. Şiddetli bombaların patladığı , herkesi dehşete düşüren bir saldırı. Basının haftalarca peşinden koştuğu bir konuydu."
Şifa neden tam da şu anda bunu anlattığını pek anlayamamıştı.
"Yani anlıyorum korkunç bir olay ama dünyada saldırılar eksik olmaz. Neden o kadar dikkat çekti. Çok fazla mı kayıp vardı?"
Umay başını Şifaya çevirip, beyaz dişleri görünecek kadar gülümsedi.
"Aksine! Dikkat çeken tam da buydu küçük kız. Böyle büyük bir saldırıda hiç kayıp yoktu. Bomba patlarsa birileri ölür değil mi? İlginç olan şöyle devasa bir yapıya bile zarar verecek kadar güçlü patlamada hiç kimse ölmedi. Sivil... Kimse ölmedi."
Şifa yönünü Umaya doğru çevirip bu kez tüm dikkatini bu konuya vermişti. Kaşları çatık, anlamak ister gibi Umayın gözlerine bakıyordu.
"Bu nasıl olmuş, oldukça haraketli bir bölge burası? Nasıl kimse olmaz?"
"Amaç ölüm değilde bir şeyleri yok etmeyse olur küçük kız."
"Bir şeyleri yok etme... Ucu bize dokunan şeyler?"
Umay acı bir tebessümle dudaklarının kıpırdamasına izin verdi.
"Ben yirmi üç yıl önce tam da burada annesiz kaldım Şifa. Annem projesini tamamladı ama ifşa da oldu. Hayattaki her şeyden çok değer verdiği projesini korumak için kendini ve ekibini tamda üzerinde oturduğumuz bu taş bankın altında yok etti."
Şifa öylece kalakaldı. Söylenşlen her bir kelimeyi zihninde tekrar etti. Yeşilleri bir parça şaşkınlık bolca dehşetle irice açıldı.
Duyduklarının doğru olup olmadığını sorguladı Şifa. Kadının ağzından çıkanların, anladığı gerçekle aynı olduğunu düşünmek delilikti. 'Kendini ve ekibini' diye geçirdi içinden. Proje için bile isteye intihar eden insanları düşündü. Bu nasıl bir delilikti!
"Nasıl? Nasıl olur böyle bir şey? Özür dilerim ben anlayamıyorum galiba."
"Anlaşılmayacak bir şey yok Şifa. Annem bu hayatta tek bir şeyi çok sevdi ve uğruna ölmek onun için hiç de zor değildi. Ekibi ifşa olmuştu, er yada geç onlardan birine ulaşacaklardı. Ulaşırlarsa az yada çok mutlaka bilgi alacaklardı oda önlem aldı. Hakkında konuşabilecek herkesi susturdu."
Şifa hızla başını iki yana salladı. Dehşeti git gide boyut atlıyordu.
"Sadece proje olamaz! Sen! Sen de varsın. Hayatında çok seveceği tek şey sen olmalısın!"
Umay acıyı kulaklarına çığlık gibi yansıtan bir kahkaha atmıştı. Çok masumdu bu kız. O yüzden belki çok canı yanacaktı.
"Sen fazlasıyla temizsin bu dünya için küçük kız."
Eli uzanıp Şifanın yüzüne düşmüş saçı kulağının ardına itene kadar konuşmadı.
"Çok yorulduğu bir gecede içip sarhoş olması sonucu ortaya çıkan bir pürüzüm ben. Sandığın gibi kıymetim olmadı asla. Öyle çok projesine, babasına, ölen annesine odaklanmış ki karnında yeşeren beni fark etmesi dört ayını almış. Kürtaj yaptırıp, pürüzden kurtulacağı sürenin epey geçildiği bir zaman ha."
Şifanın burun kemiğini sızlatan bir kıkırtıyla bitirdi cümlesini. Yeşillerindeki o hüzüne Umayın elektrik mavisi gözleri ilk kez ona yakışmayacak bir yumuşaklıkla bakmıştı. Şifa dudaklarını araladı.
"Ben senin varlığını hiç uzun uzun düşünmedim halbuki... Umay söylesene asıl sen kimsin? Başarılı bir asker, genç yaşında bir çok rakibi eleyip dokuz üstten birine sahip bir lider? Ama daha çok merak ettiğin gerçek Umay?"
"Ben kim olduğumu hiç sorgulamadım Şifa. Ne için varım, olmasam önemli mi, bir faydam var mı bu dünyaya? Sorgulamayı çok uzun zaman önce bıraktı. Ben annemden beni sevdiğini ölmeden bir kaç saniye önce bıraktığı bir video kaydından duydum. İnanabiliyor musun seviyormuş aslında."
Şifa isyan eder gibi başını iki yana salladı. "Öyle değildir..." diye bir inleyiş sesi duyuldu sadece ondan. Umay bu kadar merhametli olması onu zayıflatır mı gücüne güç mü katar asla emin olamıyordu. Yine dudakları keyiften yoksun bir gülümseme ile kıvrıldı.
"Annesinin çalışmaları arasında, kısıtlı zamanda gören bir kız çocuğuydum aslında. Baban kanayan dizime peçete bastırıp istersem ağlayabileceğimi söyleyene kadar. Sen mükemmel bir adamın kızısın Şifa. Sen bir kızın sahip olabileceği en muhteşem babaya sahipsin. Belki de bu yüzden çok kıskanıyorum seni. İlk tanışmamızda demiştin ya 'annen neden sana değilde bana hediye etti mucizesini' diye. Ben seni annem için değil baban için deli gibi kıskanıyorum Şifa. Ağlamamın kötü bir şey olmayacağını, hem yarayı öperse hemen geçeceğini söyleyen o adamın kızı ben değil de sensin diye çok kıskanıyorum."
Yargılıyorlardı! İnsanlar bilmeden ne çok şeyi sadece yapabildikleri için çok yargılıyorlardı. Umay'ın kendine oluşturduğu kabuk bir zırhtı aslında. Kimsenin içten içe sevgi diye çırpınan o kızı görmesini istememesiydi tüm bu çabası. Acı bir tat bırakmıştı Şifa'ya duydukları.
"O zaman ben de seni çok kıskanmalıyım Umay. Çünkü hiç bir yaram babam tarafından sarılamadı benim. Onu gördün, tanıyorsun, konuştun, kokusunu biliyorsun bunların hiç biri bende yok. Benim kıskançlığımdan çığlık çığlığa ağlamam gerek öyleyse."
"Belki de öyle olmalı! Ama varlığını öğrendiği andan, doğacağın güne kadar çok fazla sevdi seni. Bir sürü masal anlattı, bir sürü öpücük kondurdu, bir sürü hayal kurdu seninle ilgili. Doğmamanı istediğim anlarım çok fazladır, tahmin bile edemezsin."
Şifa son söylediğini biraz alayvari bir sesle söyleyince ters ters baktı Umaya.
"Bana duyduğun sevgi göz yaşartıcı."
Kinayeli sesine engel olamamıştı Şifa. Ne yani onu buraya ne kadar sevmediğini dile getirmek için mi getirmişti?
"Böyle düşünme ama kırılıyorum. Tabiki buraya hırs atmak için gelmedik. Annemi tanı Şifa. Onu bir tek sen çözebilirsin. Neyi, nereye sakladı bir tek sen bulabilirsin. Annem bu hayatta sadece projesini ve dokuma tezgahını sevdi. Ben onu bir tek o zamanlar gülerken gördüm."
Şifanın kaşları yine çatılmıştı. Ağzından çıkan her bir kelime başka bir düşünce silsilesine itiyordu Şifayı.
"Dokuma tezgahı mı?"
"Evet! Anneannem bir Türkmüş. Ben doğmadan öldüğü için tanımıyorum. Hereke'li bir kız. Dedem onu Türkiye gezisinde bir dokuma tezgahının başında görünce aşık olmuş."
Şifa sonunda onu karmaşık hislere boğmadan yakaladığı hikayeyle canlandı. Gözleri iri iri açıldı ve yüzünde tatlı bir gülümseme yeşerdi.
"Aman Allah'ım bana bu hikayeyi çok daha önce anlatmalıydın. Çok güzel bir şey duyacak gibiyim."
Umayın kademe kademe yüzünü kaplayan gülümsemeyle Şifanın kaşları da yukarı doğru kavislendi. Alaycı değil keyifli, kibirden uzak, gerçek bir gülümseme. İlk defa!
"Güzel algına göre değişir küçük kız. Sınır tanımaz doktorlardan biriymiş dedem. Afganistan'a gidecek ekibin içindeymiş. Ama bir nedenden ötürü Türkiye'ye iniş yapmaları gerekmiş. On beş gün orda kalmaları istenmiş. Bu süreyi de gezmeye adamışlar. Hereke'ye yolları düşmüş. Dokuma tezgahlarının arasındaki kızı anında fark etmiş. Nasıl olsa anlamıyorlar diye Fransızca istedikleri gibi konuşup gülüyorlarmış. Dedem 'şu kızı alacaksın, yıkayıp giydireceksin, o örtünün altında ki simsiyah saçları tarayacaksın afet olur. ' demiş. Arkadaşı onu desteklerken, anneannem tezgahından hiç gözünü ayırmadan muhteşem bir aksanla cevap vermiş onlara."
"Offff dedenin suratını düşünemiyorum bile. Ne demiş anneannen?"
Umay daha bir keyifle anlatmaya devam etti kendi hikayesini.
"Ben başımdaki tülbentten, üzerimdeki kıyafetlerden, bulunduğum yerden aşırı derece de memnunum. Ama doktor diye insanları şekilci bir kalıba sokan kişilerle aynı ortamda bulunmaktan hiç memnun değilim demiş. Annem bayılırdı bu hikayeyi anlatmaya. Hiç bir kelimeyi atlamazdı asla. Gurur duyardı annesiyle. Dedemin köylü bir kız diye küçümsediği kadın İstanbul'da tıp eğitimini tamamlamış TUS için çalışan biri çıkması kaderin oyun oynamayı nasıl sevdiğini gösteriyor aslında. Yazın kısa bir aralıkta ailesinin yanına gelmiş anneannem. Kaderde onlara çok farklı bir yol çizmiş."
Şifanın yeşilleri daha bir keyifle parlamıştı. Farkında olmadan bankta kayıp, Umaya yaklaşmıştı birde.
"Film gibi Umay. Dedenin yüzünü görmek isterdim. Çok utanmış olmalı."
"Utanmış evet ama daha önemlisi tezgahından kafasını kaldıran anneannemin masmavi gözleriyle aptala dönmüş."
Umaya yakışmayacak kadar tasasız, içten, dolu dolu bir kahkaha atmıştı o an. Annesiyle geçirdiği en mutlu saatlerin masalıydı bu. Annesi hiç dinlememiş gibi defalarca anlatırdı ona ve o da büyük bir keyifle dinlerdi.
"Sonra ne olmuş? Lütfen anneannen süründürmüş olsun dedeni."
"Süründüğü kesin. Afganistan yolculuğuna kadar defalarca özür dilemiş, peşinden hiç ayrılmamış dedem. Onunla gelmesi için ikna etmeye çalışmış. Onun için çok farklı bir deneyim olacağını söylüyormuş sürekli. Ama anneannemi ikna edememiş."
"Peki tekrar nasıl bir araya gelmişler?"
"Dedem işini kadere bırakmamış ve altı aylık görev sürecinden sonra peşine düşmüş. Bulmuşta."
"Çok güzel bir aşk hikayesi, dedeni taktir ettim ama. Aşkına sahip çıkması çok erdemli bir davranış."
Umay yine ne kadar küçük olduğunu bu cümlelerle fark etti. Dünya hassas kalpler için bir cehennemden ibaretti ve Birlik onu bir kozada saklarken bu küçük kız fark edememişti böylesi gerçeği.
"Görünen yüzü bu, güzel bir aşk hikayesi. İlerisini bilmiyorsun küçük kız. Evliliklerini, ilişkileri, Birliğin bu hikayeye dahil olduğu kısmı... Hepsi bir kelebek etkisinin ürünü. O yüzden diyorum ya kader oyun oynamaya bayılıyor."
"Dinlemeyi çok istiyorum ama."
"Belki çok daha sonra anlatırım bunu sana. Şimdi seni bir yere daha götüreceğim. Buraya kadar gelmişken görmeden gitmeyelim. İçimden bir ses senin için çok önemli olacağını söylüyor."
Bu onların konuşmasını bitirmişti. Arabayla Vltava Nehri'nin kenarında kısa bir yolculuk yaptılar. Tekrar araba bir korumaya teslim edildiğinde Charles Köprüsü'nü kullanarak karşı yakaya adımladılar.
İçinden nehir geçen şehirlerin efsunlu bir dünyası oluyordu. Tarihi yapısıyla beraber çok başka bir dünyaya adım atmış hissi uyandırıyordu insana.
Umay'ın duran ayakları ve başını gökyüzüne kaldırıp derin nefes alması Şifanın da tüm dikkatini ona vermesine neden oldu.
"Seni annemin mabedine getirdim Şifa. Anneannemin en kıymetlisine getirdim."
Durdu ve tam karşısında duran şatoya elektrik mavisi gözlerini dikti.
" İkiyüz elli yaşını geçmiş küçük bir tarih yaşıyor karşında. Dedemin anneanneme düğün hediyesi bu küçük şato. Kral tarafından dedemin atalarına hediye edilen çok değerli bir yapı. Annemin dokuma tezgahını, göz yaşlarını, sırlarını saklayan zaman makinası da diyebilirsin."
Şifa nutku tutulmuş bir halde Umayın gösterdiği şatoya bakıyordu.
"Bu muhteşem. Umay hayran olunası. Nasıl Çek Cumhuriyeti şahsa ait kalmasına izin verir?"
Umay Şifanın büyülenmiş gibi şatoya bakan yüzünü dalga geçen bir ifadeyle süzdü.
"Dedemin atası Bohemya Krallığında söz sahibi bir komutanmış. Bir saldırıda prensesi kurtarmasıyla hediye edilmiş bu şato ona. Hanedanlıkta bulunan tüm üyelerin mühürü var. Hiç bir yönetim el koyamaz. Çek Cumhuriyeti tarihine ve değerlerine saygı duyar, krallarının emirini çiğnemez."
"Çok etkilendim yalan söylemeyeceğim. Muhteşem bir hediye olmuş. Üstelik soyunun hak sahibi olması bile düşünülmüş. Prenses çok kıymetliymiş anlaşılan."
"Öyleymiş..."
İkisi şatonun elli yıllık hizmetkârı tarafından karşılanmışlardı. Ağır ve eskiyi temsil eden bir koku vardı içerde. Şifa elini tutan elle irkildi bir an. Umay ona bakmadan parmaklarını parmaklarına dolamış onu merdivenlere yönlendirmişti. Böyle tensel bir temas Umay kadar soğuk birinden beklemiyordu. İçinde tuhaf bir hüzün peydah oldu. Onu bu kadar soğuk yapan sevgisiz geçen yılları mıydı?
Onu çekiştiren kadınla daldığı yerden sıyrılarak çıktı. Şifa sessizce itaat etti ona. Merdivenler biraz fazla dikti ve bir sarmalı andırıyordu. Yoruyordu adım attıkça.
Altın detayları olan tavana kadar bir yüksekliğe sahip kapıyı araladı Umay. Oldukça büyük bir odayla karşılaştı. Yatak çok büyüktü, odada bulunan her mobilya gül ağacından oyularak oluşturulmuş detaylar içeriyordu. Ama Şifa'yı en çok etkileyen dokuma tezgahı ve tam yatağın karşısındaki duvara sabitlenmiş cuduceus deseni işlenmiş kilimdi.
Yeşil gözleri mühürlenmiş gibi kilimde asılı kaldı. Kilimin zemini bembeyaz iplikle işlenmişken ceduceusa şekil veren ilmekler, gri ve tonlarıyla dokunmuştu. Muazzam bir işçilik, emek vardı ortada. Ne kadar zamanla oluşabileceğini tahmin dahi edemiyordu. Böylesi bir şekli vermek, dğzeni bozacak hiç bir ilmeği araya sıkıştırmamak insan aklının alabileceği bir şey değildi aslında. Ama doktor yapmıştı. Şifanın DNA larına ilmek ilmek işlediği ceduceusu kendi elinden çıkan kilime de dokumuştu.
Kalbi, beyni çıldırmış gibi kilime dokunmasını istiyordu Şifa'dan. Parmak uçları kan akıtacak kadar karıncalanıyor, ayakları delirmişcesine koşmak istiyordu.
Ona bir şey oluyordu. Kalp ritmini çıldırtan, kulaklarında güçlü bir uğultunun baş gösterdiği tuhaf bir bilinmezlik içine çağırıyordu.
Kendini suyun altında kalmış gibi hissetti. Ne yaptığını bilmeden, sorgulamadan yürüdü. Gözleri ceduceusta tutsak olmuştu. İki yılan başının tıslayan sesi uyuşturuyordu kulaklarını. Parmakları hareket etti, ilmeklerin kıvrılan yüzeyine sürtündü ilk. Avuç içi girinti ve çıkıntıları okşadı. Zihni karıncalanmaya, acı verici elektrik akımıyla sarsılamaya başladı. Ve o anda çok yakın zamanda tanıştığı o sesi yine zihninde ağırladı.
"Beni tanı, beni yaşa, bana gel minik mucize..."
|
0% |