Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Kalbe Çarpan Sözsüz Kelimeler

@orenda

 

☺️Vote ve yorumları ihmal etmeyin olur mu ballarım? Ve birde beni takip ederseniz aşırı mutlu olurum😘

 

"Yuvaya hoşgeldin küçük kurt".

 

Alparslan başını sola yatırıp aynı kısıtlı tebessümle karşısındaki adama baktı.

 

Bu sert görünüşünün, prensiplerinden asla taviz vermez duruşunun altında ki o adama neler borçlu olduğunu düşündü. Çok fazla şeydi. Kayda alınamayacak, akılda tutulamayacak kadar fazla hem de. Aynı samimiyetle karşılık verip sardı kollarını oda.

 

" Bu yaşlanmama huyun iyice sinir etmeye başladı beni"

 

Yarım bir gülüş yüzündeki o sert ifadeyi kırıyordu. Duhan duyduklarından sonra gürültülü bir kahkaha atmıştı.

 

"Benim aksime sen hızlı atlıyorsun yılları genç. Beyaz mı var o saçta? "

 

Ters bir bakış atıp "Neyse ki gözlerin bozulmaya başlamış. " dedi.

Duhan malikanenin girişini eliyle gösterdi.

 

"İçeri girelim, böylece bu vakitsiz ve habersiz gelişini konuşabiliriz. "

 

Ne kadar sıcak bir karşılama sunsa da bu yaptığını hoş karşılamamıştı. En azından geleceği haberini verse Şifa için çok daha iyi olurdu.

 

"Haber vereydim de canımı sıkacak başka bir koordinatta mı olsaydın?"

 

Başını iki yana salladı. Bu kini insanı bazen gerçekten bıktırıyordu.

 

Önden yolu gösterircesine yürümeye başlamıştı. Alparslan tam Şifanın yanından geçerken duraksadı derin bir nefes aldı. Kokusu...

 

"Baby Glock , tarzını sevdim... "

 

Şifa ilk neden bahsettiğini anlamamıştı. Sonra elinde hâlâ gevşekçe duran silahına düştü bakışları. Ama sorun bu değildi. Sorun bu sesi nerde duyduğuydu. İçine yılan gibi sızan bu his ise çok kısa sürdü.

 

Şifa bir farkındalıkla aydınlandı. Ona üstten, dikkatli bakışlar atan adama gözlerini iri iri açarak baktı

 

"Sen O' sun!"

 

Alparslan aralarındaki mesafeyi biraz daha kısaltan adımı attı. Yeşil gözlerinde oynaşan dehşet, inanılmaz bir keyif veriyordu şu an ona.

 

"Kimim ben Şifa?"

 

Adını... Öyle bir tonlamayla söylemişti ki tüm tüyleri acı verircesine ürperdi Şifanın.

 

"Seni... Tanıyorum ben!"

 

Alparslan kaşlarını havaya kaldırıp, zift kadar kara gözlerinde oynaşan ışıltıların miktarını artırdı.

 

"Bu güzel. Bende öyle umuyordum."

 

Şifa hissettiği dehşetten adam konuştukça çıkacağına daha çok sarsıldı. Bu nasıl olurdu. İki kelimeydi sadece. Sesini iki kelimelik bir cümlede duymuştu ama emindi.

 

"Seni duydum! Seni kafamın içerisinde duydum ben! Bu nasıl olur?"

 

Alparslanın eğlenen ifadesinde bir kırılma oldu. Şimdi anlamak ister gibi bakıyordu.

 

"Seni duydum diyorum ben! Kimsin sen?"

 

Bu kadar yakından onu soluyor olması dikkatinin önüne geçiyordu. Ciğerleri hiç böylesi sevinçle karşılamış mıydı oksijeni hücrelerinde? Kilit kafasını karıştırmış olmalıydı.

 

"Buldum demiştim sana, geleceğimi tahmin etmedin mi? "

 

Şifa öyle karışık hissediyordu ki uyuşmuştu sanki.

 

" Kimsin sen? Nasıl daha önce tanımadığım birinin sesini duyarım?"

 

Bu kendine sorulmuş bir soruydu sanki.

 

Alparslanın kaşları kademe kademe çatılmaya başladı.

 

"Beni tanımıyor musun, kim olduğumu bilmiyor musun? "

 

Sesinde "Lütfen tanıyorum de! " der gibi bir serzeniş vardı.

 

Şifa sadece kafasını sağa sola sallamakla yetindi. Adamın bakışları öyle keskinleşti, kaşları öyle çatıldı ki Şifa bir adım geri gitmek zorunda kaldı.

 

Hızla gerisin geri eve girip yeri göğü inleten haykırışını işitti.

 

"Ne yaptın sen? Ne yaptın? Bilmiyor, hiç bir halt bilmiyor."

 

Hırsla edilen sözlere Veronica ve Duhan aynı anda döndü arkalarını. Alparslanın öfkeden kararan yüzüyle Veronica dişlerini dudaklarına saplamıştı.

 

" Nasıl yaparsın, söz vermiştin? Sırf sözünü tut diye nelere katlandım? Bana ihanet ettin! "

 

Haykırışı eve bomba gibi düşmüştü. Ortadaki kristal sehbaya vurması aynı anda gerçekleşti. Sehpa buz gibi darmadağın olurken Duhan ve Veronica bundan etkilenmemiş gibi adama bakmaya devam ettiler.

 

Duhan "Konuşalım! "dedi, sesi uzlaşmacı, oldukça kısıktı. Şifa onu daha önce bu kadar dingin görmemişti. Yapılan şu şey Duhan tarafından asla bu sakinlikle karşılanmazdı. Yüzünde nerdeyse suçlu bir çocuğun suçunun ortaya çıktığı andaki ruh hali var diyecekti kendi kendine.

 

" Ne konuşması lan? "

 

"Yukarı çıkalım burda olmaz! "

 

Adam öyle öfkeliydi ki ağzından çıkanları da hareketlerini de kontrol edemiyordu, üstelik oto kontrol onun üzerine bir elbise gibi giydirilmişken.

 

"Siktirme yukarısını, ne dönüyor lan burada, niye beni tanımıyor? İki yıl önce anlaşmadık mı?

Benim onun için hazırlandığım gibi oda hazırlanacaktı, bilecekti!"

 

Sonra kapı ağzında şaşkınlıkla ona bakan Şifaya döndü Alparslan. Hiddetinde bir durulma olduğunu göz göze geldikleri an hissetti Şifa.

 

" Şu kıza bak, ne yapacağım ulan ben? Yılları siktik attık, tam sona geldik herşey tamamken, beni hiç tanımıyor. "

 

Şifanın ağzına biriken tükrük boğazından geçmedi sanki. Burda neler olduğundan zerre kadar haberi yoktu ama kendine neden böyle davranıyor, en önemlisi ona nasıl böyle bakabiliyor kafası karma karışık olmuştu.

 

Duhan hızlı hızlı soluk alan, evi bir deprem gibi yıkmak isteyen ama sadece Şifa burda diye bağırıp çağırmakla yetinen adamın kollarını tuttu.

 

" Kes sesini beni dinle, kilit daha yeni kırıldı, biliyorsun başka türlü dünyayı siksen onu bulamazdın Alparslan!

Hazır değildi! "

 

Son iki kelimeyi sadece ikisinin duyabileceği bir tonlamayla söylemişti. Gözü sık sık Şifaya takılıyor, bu durumu nasıl toparlayacağına dair fikir üretmeye çalışıyordu.

 

"Nasıl anlatmazsın, nasıl bahsetmezsin benden? Ulan cehennemden çıktım geldim ben. Işığı hissettiğimde çocuk gibi sevindim, bu mu reva gördüğün bana?"

 

Aynı sessiz cümlelerle yaşadığı hüsranı anlasın istedi. Buraya gelmeden önce gerçekten de cehennem denilecek bir yerdeydi. Ama kilit kırılıp, bağ can bulduğu an... Şifanın artık onu kendine bağladığı an gerçekten de bir çocuk sevinci sarmıştı her bir yanını.

Sinir çekildiği yerden tekrar alevlenince, elleri sertçe uzaklaştırdı Duhanı kendinden. Alparslan'ın kırık dökük cümleleri içine oturdu Duhanın.

 

Böyle olacağını biliyordu. Alparslan'ın hoşgörü göstermeyeceğini, Şifa'nın düğümler içinde sıkışıp kalacağını en başından beri biliyordu. Ama nasıl bir yol bulacağını düşünmek için geldiği yerde çok hızlı cereyan etmişti her şey. Kilit ona bir kaç gün daha süre verse her şeyi toparlardı. Beyninin patlayacağını hissetti. Ama sakin olmalı, ortalığı toparlamalı, ikisiyle de makul bir şekilde konuşmalıydı. Üstelik Veronica'ya Hakan ve Şahin'in gelmek üzere olduğunu söylememişti.

 

Sinir yavaş yavaş bedenini ele geçirmeye başladı, işler karıştıkça gelen onun üstünden geçecekti bu belliydi de işte tek üstünden geçilmeyle kalmayacak gibiydi.

 

"Kes sesini, hiddetini de sinirini de sonraya sakla! İlk mühür kırıldı daha hâlâ kendinde değil tamamen, ne deseydim? " deyip kendini frenledi. Ağzından çıkanlara bir set koymazsa işler iyice sarpa saracaktı.

 

"Çık yukarı beni bekle konuşacağız, emre itaatsizlik edersen çıktığın o cehenneme uzun bir süre tıkarım seni! "

 

Alparslan bu tavrı biliyordu. Otoritesi ile baskılamak, sesini kesmek istiyordu. Her zaman uygulamaya çalıştığı ama yirmi yaşından beri bir boka yaramayan bir davranıştı. Burnundan hırıltı şeklinde bir ses çıkardı, dudakları gülüyormuş izlenimi verse de yüzüne bakan herkes cinayete ramak kala bir hal içerisinde olduğunu anlardı.

 

"Daha sağlam gelmelisin bana, konuştuktan sonra bana attığın kazığa oturtacağım seni! " dedi ve hızla üst kata çıkmaya başladı.

 

Film izler gibi ikiliyi izleyen Şifa, Duhan'a çevirdi bakışlarını "Yine mi bekle diyeceksin? " dedi, sesi öyle kırılgan öyle naifti ki Duhan Alparslan'a değil ama Şifa'ya bir özür borçlu olduğunu hissetti. Ya da milyonlarca özür...

 

Başını sağa sola salladı cevap vermekten utandı, hızlı adımlarla merdivenlere yöneldi.Yukarda ki deli bozuğu sakinleştirince miniğinin gönlünü alacaktı, nasıl olacaksa artık bunu yapmak zorundaydı?

 

Geride kalan iki kadın ne düşüneceklerini yada ne söyleyeceklerini bilemeden iki küçük çocuk gibi omuzlarını düşürüp yan yana oturdular.

 

Şifa sessizce Veronica'nın dizlerine başını koydu. Göz kenarından kayan bir damla yaş kadının bacağına değmişti. Üzgün gibi hissetmiyordu kendini ama içinde büyük bir ağlama isteği vardı.

 

Veronica içinde keskin bir acı hissetti. Beyninin bile kontrolü elinde olmayan bu küçük yavruya ne yapıyorlardı böyle? Ve daha neler yapacaklardı?

 

"Umarım görmüyorsundur bu halini canparçam. Yavrunu kanatışımızı izleyip orada da acı çekmiyorsun" diye geçirdi içinden. Onunda gözlerinden yavaş yavaş süzülmeye başlamıştı yaşlar.

 

Bir süre sessizlik içinde Şifa başını yasladığı dizlerde gözlerini kapattı. Veronica ise saçlarını bir anne şefkatiyle okşadı.

 

"Biliyor musun bazen rüyam da bir koku geliyor burnuma? İnsan rüyada koku hisseder mi Veronica? Yemin ederim hissediyorum. Öyle güzel bir şey ki pudra gibi böyle. Emin de değilim ama öyle saf bir koku ki hissettiğim anda bütün bedenim huzura kavuşuyor. Annem varmış gibi oluyor içim. Sahi anne ne ki? Annesi olanlar nasıl hisseder Veronica, bilmediğim bir şeyin özlemini hissediyorum ben. Sana yemin ederim o bilmediğim şey beni o anda çok mutlu hissettiriyor? Ama öyle kısa sürüyor ki gidişiyle bir şey saplanıyor göğsüme. Yalnızlığım öyle karabasan gibi çöküyor ki üzerime, acı öyle keskin bir hâl alıyor ki o güzel rüya kabus olup dolanıyor her yanıma. "

 

Kısık sesli konuşmasına nefes alabilmek için ara verdi. Kurumuş dudaklarını diliyle ıslattı.

 

"Biliyor musun o bir anlık huzur için hiç kalkmam ben o kabustan, hiç de yılmam? "

 

Sonra yattığı yerden doğrulup, ıslak gözlerle ona bakan kadına gözlerini sağladı. Büyük bir beklenti vardı çam yeşillerinde.

 

"Söyle Veronica ben bir kadının bebeğiyim değil mi? Şimdi burda olmasalar da bir ailem vardı benim, anne babam vardı değil mi?"

 

Sesinde ki çaresizlik beş yaşında bir kızı canlandırdı gözünde. O umursamaz, neşeli, çılgın maskesi yerle bir oldu Veronicanın. Hıçkırıkları sesli hale dönüştü. Parmakları bal rengi buklelerin arasına karıştı ve sıkıca sarıldı. Duhan kızar mıydı acaba? Sonra bu düşüncesine bir siktir çekti. Ne halt yerse yiyebilirdi, kızarsa soğuk su işini görürdü. Kendini ve sesini toparladı kadın.

 

"Tabi ki bir ailen var çocuk, saf mısın leylek hikayesi için biraz büyük değil misin acaba? "

 

Sesini istediği gibi kullanamasa da Şifanın alıştığı Veronica olmak için kendini zorlamaya çalıştı.

 

"Yanında olmamaları yok oldukları anlamına gelmez ki minik sırtlanım. Bak benim de annem yok ağlıyor muyum salya sümük? Gerçi Tanrı affetsin bir yılan kadar sevimli bir anneye sahiptim. Umarım cehennem çok sıcaktır anne. "

 

Geriye çekilip, eliyle gözünün makyajını bozmadan yaşlarını sildi.

 

Şifa bu deli kadının ne yapmak istediğini anlamıştı, gözündeki yaş kurumasa da bir kıkırtı kaçtı dudaklarından.

 

"Ne kadar da çok seviyormuşsun öyle anneni. "

 

Veronica derin bir nefes aldı.

 

"Bir şeytan kadar zalimdi ve bir zalimin yapabileceği her kötülüğü benim üzerimde denedi. "

 

Gözleri boşlukta dalgalanıyordu. Geçmişe gittiği ve o geçmişim içinde yine boğulduğunu hissetti.

 

Saçlarını dalgalandıracak şiddette başını salladı.

 

"Ama şimdi benim çirkef annemi değil senin melek anneni konuşacağız. "

 

Cümlesi bile bitmeden Şifa aralarındaki mesafeyi kısaltmış, eline yapışmıştı. Öylesi açtı ki bakışları ,her kelime can suyu olacakmış gibi hissetti.

 

"Melek Dua'mın güzeller güzeli Şifa'sı dinle şimdi beni. Annen iliklerine kadar merhamet dolu bir kadındı bir kere. Ben ilk kez onda gördüm biliyor musun acıtmadan iyileştirir gibi dokunan elleri? Kimse inanmasa da sihir vardı parmaklarının ucunda. Beni Umut'a götürdüklerinde bir et yığınıydım. Kimsenin yaklaşmasına, dokunmasına hatta bakmasına bile tahammülü olmayan zavallı, çürümeyi unutmuş bir ceset. Annen geldi yanıma. Dokunacak sandım ilk, saldırmaya çalıştım. Hiç karşı koymadı, kendini korumadı bile. Altımda suratını yerde tutmaya çalışıyordum ama o zaten çırpınmıyordu bile. 'Şimdi senin için daha az tehlikeliyim, biraz daha güvende hissediyor musun kendini' dedi? Nasıl şaşırdım anlatamam. Ben kendimi koruyabildiğimi, karşımda güçsüz olduğunu düşüneyim diye tüm şiddetimi naifliğiyle püskürttü. Sonra toparlandım tabi, bıraktım kadıncağızı. Azıcıkta olsa düşünebilme becerisi kalmış hasarlı kafamda."

 

Kalktı ve boydan boya cam olan, verandayı rahatlıkla görebileceği yere doğru yürüdü. Gözünde canlanmaya başlamıştı o zamanları. Nasıl da acizdi, güler gibi bir ses çıkardı. Tekrar konuşmaya başlamadan derin bir nefes çekti ciğerlerine.

 

"Elleriyle besledi beni, hâlâ bir yabani olduğum için bunu da burnundan getirdim tabi. Hiç pes etmedi, tek tek sardı yaralarımı. Eliyle yedirdi her bir lokmayı. Kimseyi hissedebileceğim bir yakınlığa yaklaştırmadı. Günlerce koynunda uyuttu. Çok da büyük değildi benden, altı yaş vardı aramızda ama öyle güzel anne oldu ki bana, görmedim kimselerde onun yüreğinin parıltısını. Yavaş yavaş insan olmayı öğretti bana. Herkesin kötü olmadığını, yağmurun aslında çok güzel hissettirdiğini, kara çıplak ayak basmanın keyfini ve gülmenin aslında ne kadar güzel olduğunu. Annesi fahişe olan, küçücük bebekken bile eziyet gören, sırf annesinin borcunu kapatsınlar diye 17 yaşında 10 adamın tecavüzüne, şiddetine, haftalarca tutsak edildiği bir evde maruz kalan, konuşmayı bile doğru düzgün beceremeyen bir kızdım ben. Tekrar bir yaşam verdi senin annen o nefes alan cesete."

 

Şifa ne düşüneceğini bilemedi. Bu hayat dolu deli kadın mı yaşamıştı bunca acıyı? Nasıl ayakta kalmıştı, nasıl bu şekle bürüne bilmişti? Daha da vahimi Şifa gözünün önünde olan bu kadar şeye nasıl kör kalabilmişti?

 

Veronica bakışlarından bile düşündüklerini okuyabiliyordu kızın yüzünden. Umursamadı, önemli olan onun boktan geçmişi değildi. Sanki hayatının en acı zamanlarından hiç bahsetmemiş gibi devam etti sözlerine.

 

"Gözünde canlanıyor mu Şifa? Bal rengi saçları, ela parıl parıl parıldayan gözleri, minicik ağzı burnu olan, parmakları sihirli bir kadın canlandı mı gözlerinde?"

 

Şifa, öyle bir istekle dinliyordu ki nefes alsa durur korkusuyla hiç sesini çıkarmamıştı şu ana kadar. Öyle sarsılmıştı ki Veronica için yanan tarafı ve annesine kavuşmuş gibi hisseden öksüz yanıyla hüznü ve mutluluğu aynı anda hissetti . Veronica, kızı anlıyordu ve içini ferahlatmak istedi.

 

"Bayramda ayakkabı almamışım gibi bakma bana. Şurda tüm insaniyetliğimle anneni anlatıyorum, üstelik Duhan'ın bana içinde küfür geçen şeyler yapacağını bilerek yapıyorum bunu. Bu yüce gönlüm hep başıma bela olmuştur zaten. İyi niyet elçisi olacak kadının ya" diyerek kızın üzerindeki kasvetli havayı dağıttı.

 

Şifa "Anne" sözüyle yine aynı sevinci hissetti. İçi içine öylesine sığmıyordu ki deliler gibi bağırmak, sevinçten hıçkırarak ağlamak, ciğerleri parçalanana kadar koşmak istiyordu. Bir ailesi vardı hem de hayran olunası, mükemmel bir kadın onun annesiydi.

 

"Adı Dua mıydı? Ne kadar güzelmiş"

 

Mırıldanışı saf hayranlık hissiyle doluydu. Sonra "Neredeler? " sorusu çöreklendi içine, korku sardı benliğini.

 

Veronica o gözlerin ne demek istediğini anladı, zor kısma gelmişlerdi işte. Buraya kadar herşey güzeldi ya burdan sonrası...

 

"Sen doğduktan kısa süre sonra melek oldu annen. "

 

Şifa yine dolan gözlerini çekmedi kadının üzerinden"Peki ya babam" diyebildi sadece.

 

Veronica'nın dudakları sıcacık kıvrıldı. Onları düşünmek bile yıllar önce kaybettiği arkadaşlarına kavuşmak kadar kıymetliydi onun için.

 

"Serdar ahhhhh deli Serdar.

Dua'nın yeşil devi. Bir adam bir kadını nasıl güzel sever o adam bunu insanlığa göstermek için yaratılmış gibiydi Şifa. Koskoca bir adamı, küçücük bir kadın nasıl parmağında döndürür Dua'da gördüm ben. Üstelik o adam öylesine gönüllüydü ki oyuncak olmaya, gidip sağına soluna bakıp pilli mi bu robot demek gelirdi içimden. "

 

Şifa ruhunun titrediğini hissetti, ruh titrer mi? Titrermiş meğer öğrendi.

Bir ailesi varmış bir zamanlar. Birbirlerini sevmişler üstelik. Bu güzel bir haberdi onun için ama onlara ne olduğunu bilmemek, neden bu hâlde olduğunu algılayamaması onu şüpheye düşürüyordu. Ona ne yapmışlardı? Ara ara içini bu sorular kaplardı ama ne oluyorsa başka bir şey dikkatini dağıtır ve uzaklaşırdı şu an göğsünü döven bu histen. Niye şu ana kadar sormamıştı?

 

Kasvetli bir hava çökmüştü içine, ona bir şey yapmışlardı ne olduğunu bilmediği ama onu düşünemeyen, sorgulamayan bir aptala dönüştürecek bir şey.

 

İlk kez Duhan sonsuz güvenini hak eden bir adam mı yoksa bir yalancı mı sorusu filizlendi içinde. Şimdi birde O çıkıp gelmişti. Adını dudaklarına değdirse yanacakmış gibi hissettiren, zift gözlerin sahibi o adam. Onu tanımadığını fark edince nasıl da delirmiş gibi hareket etmişti. Başkası olsa korkardı muhtemelen o hallerinden ama Şifa, ilk biraz ürkse bile sonradan bu duygu yerini meraka bırakmıştı. Sanki ona zarar vermezmiş gibi, herkesi çıplak elleriyle öldürebilir ama ona dokunmazmış gibi bir güven sardı benliğini. Çok saçmaydı ama gerçekten ona zarar veren kişinin yukarda ki adam olmayacağına çok emindi benliği. Bu his de korkuttu onu. İlk kez gördüğü birine kim böyle güven beslerdi ki?

 

Veronica'nın yanına ilerledi. Adımlarını olabildiğine sessiz tutuyordu. Sanki ses yapmak, aşırı tepkiler vermek onu aradığı gerçeklerden uzaklaştıracakmış gibi bir tedirginlik vardı üzerinde.

 

"Peki o kim?"

 

Sesi tereddütlüydü, duyulmaktan korkar gibiydi Şifanın. Veronica yan yan baktı.

Kızıl saçlarını sol omzunun üzerine toparladı . Bu soruya ne demesi gerektiğini tam olarak bilmiyordu. Her cevap yeni bir soru getiriyordu peşinden ve Veronica yanlış bir cevabın nelere mahal vereceğini zamanında çok iyi öğrenmişti.

 

"Bu sorunun muhatabı ben değilim. Ayrıca iki kelime ettik diye beni sömürmeye mi karar verdin küçük sülük? Neyim ben, her sorunun cevabını gizleyen arama motoru mu?"

 

Durdu ve hiddetle kıza baktı. Pişkinliklerine, mimiklerini dahil etmeyi çok iyi bilirdi Veronica. Ağzınızdan çıkmayanlar için sizi suçlu çıkarmada da üstüne yoktu.

 

"Sen bana motor mu demek istedin şu an?Beni çirkin kalıplara mı sokmaya çalıştın utanmaz sırtlan! "

 

Şifa ağzını konuşmak için açtığında işaret parmağını hiddetle havaya kaldırdı.

 

"Sus! Edepsiz seni! Git gide utanmazlaşıyorsun resmen!"

 

Şifa konuşma fırsatı bile bulamadan ardını dönüp, kızıl saçlarını savurdu. Topukları mermer zemini döve döve ilerledi ve salonu terk etti.

 

Şifa bir dakika içerisinde kendi kendine konuşan, saçma sapan triplere girip, yine atarlanan kadının arkasından şaşkınca baktı.

 

"Sırf cevap vermemek için çirkefleşti, üstelik yine yedim bunu!"

 

Veronicanın okşarken dağıttığı saçlarını eliyle düzeltti. Yukarıda ne konuştuklarını deli gibi merak ediyordu. Bir merdivenlere baktı sonra ise kimsenin olmadığını bildiği salonda gezdirdi gözlerini. Hâlâ da inmemişlerdi aşağı. Merak git gide daha kontrolsüzleşti. Ayakkabılarını çıkardı ve çıplak ayak yukarı çıkmaya başladı.

 

Onlar bir şeyler gizlerken utanmıyorlardı da Şifa kapıyı dinlerken mi utanacaktı? Bunun vicdanını rahatlatmak için uydurduğu bir bahane olduğunu bilse de umursamadı. Kapı ağzında soluğunu bile almadan Duhanın sesini duymaya çalıştı.

 

"Şu anda istese bile senin beklediğin gibi tepki veremez sana. Bu ikinizi de çıkmaza sokmaktan başka hiç bir şeye yaramaz. Onu gördün Alparslan, beynindeki kilit kırılmadan ne seni tam olarak anlayabilir, ne kendini. Zaten karmaşa başladı içinde, sorgulama evresinde. "

 

Şifa kendi hakkında konuştuklarının tabiki farkındaydı ama beyindeki kilit ve o adamın ne alakası var anlayamadı. Zaten geldiğinden beri çok tuhaf hissediyordu kendini. O aşağıda öfkeden delirirken karnının içinde kendini de hiddete sevk eden bir his peydah olmuştu. Kulağını daha çok yapıştırdı kapıya.

 

Aslında zekası konusunda bir sorunu yoktu. Sayfalarca kodu bir kere okusa ezberlemesine yetiyordu, dünya üzerinde herhangi bir yerin koordinatları verilse ona, hiç gitmese bile eliyle koymuş gibi gidip, istenileni alıp geliyordu. Görsel zekasından yana da bir şüphesi yoktu. Bir kere bakması beynine her ayrıntıyı oya gibi işlemesine yetiyordu. O zaman beyniyle ilgili sorun neredeydi, neyi gözden kaçırıyordu bir türlü anlamadı?

 

İçsel çatışması sürerken o adamın sesini duydu.

 

" Onu karanlıkta bırakamayız artık. Uyanış başladığında ve beyni özgür kaldığında ne kadar zorlanacak düşünemiyor musun?"

 

Adamın sesiyle içine dolan heyecan kalp atışlarını hızlandırdıkça hızlandırdı. Konuşmasını beklerken oluşan sessizlik Şifa'yı tedirgin etmişti. Duvara iyice yasladı bedenini. Bir anda kolundan çekilmesiyle küçük bir çığlık fırladı dudaklarından.

 

"Bakın burda ne varmış? Soğuk ve umursamaz kızımız, aslında meraklı bir tarla faresiymiş."

 

Bu evde sürekli bir hayvan yakıştırmasıyla karşılaşan kız böyle bir adamdan da aynı yakıştırmaları duyunca kanının ısındığını hissetti.

Siniri alev alev yüzünde dalgalanmaya başladı.

 

"Haddini bil! Kimsin sen de benimle böyle konuşuyorsun? Bu cesareti kim veriyor sana? "

 

Yeşil gözleri alev alev yandığında Alparslan sanki ona hiç kızılmıyormuş gibi gözlerine dalmıştı. Onu bu mesafeden görmek çok güzeldi.

 

İçinde heyecanla dolan hisleri kendinde de hissettikçe dudakları keyifle kıvrıldı.

Demek minik buz kütlesi istediğinde cayır cayır yanabiliyordu. Gözlerinin yeşili öyle güzel bir tona bürünmüştü ki bakana görsel bir şölen sunuyordu.

İç çekti Alparslan, olabildiğince kıza yaklaştı.

 

Şifa geri adım atmak istiyordu ama çekindiği izlenimi vermekte ona göre değildi. Olabildiğince sabit kalıp zift karası gözlerden ayırmadı bakışlarını. Üstelik bir tuhaflık vardı. Kendi içinde açıklanması zor bir his. Sanki rüyalarında onu zorla ele geçiren dıyguları şu an canlı, kanlı hissediyordu.

 

Gözlerindeki dalgalanmaların önüne geçemedi. Ona kilitlenmiş gibi bakan zift karası gözlerden çekilemedi. Bir şey vardı. O kadar tuhaf bir histi ki. Tam göğsünde, kendi kalp atışlarını hissettiği adranalinin içine sızmış başka bir şey. Gözleri Alparslanın boynuna doğru kaydı. Şah damarının atışını görecekmiş gibi yoğunlaştı. Kalbinin üzerine örtünen başka bir kalp atışı daha vardı orda. Birine söylese aklını oynattığını söylerdi ama Şifa buna yemin edebilirdi.

 

Tam kalp atışının içinde başka bir atış daha canlanmıştı. Dudakları şaşkınlıkla aralanıp tekrar ona bakan adama dehşetle baktı.

 

Alparslan bir çok şeyin farkında olarak büyüdüğü için Şifanın şu an yaşadığı karmaşaya çoktan hakim olmuştu. Onun heyecanını karnının içinde hissettikçe dudakları gülmek istiyordu. Şifayı ele geçiren düşünceler hislerini de güçlendirmişti. Böyle mi olacaklardı acaba? Yakınlaştıkça daha güçlü, daha yoğun mu hissedeceklerdi birbirlerini? Peki ya Şifa, o nasıldı? Görünmeyen, görmelerine izin vermediği yanları da hissediyor muydu acaba Alparslan'ı?

 

Hissediyordu...

 

Bu bakışlar o kadar yalındı ki Alparslanın görmemesi mümkün bile değildi. Şifa tam şu an içindeki o değişik hislerin Alparslandan yansıdığını idrak etmeye başlamıştı. Alparslan siyah gözleriyle tavaf etti her bir zerresini. Kalemle çizilse böyle olur muydu bir kul?

 

Dayanamadı, sadece ikisinin duyabileceği bir sesle "Hissediyor musun?" dedi.

 

Göz bebeğinde ki büyüme, yeşillerin daha da canlanması...

Şifanın tuttuğu soluğu bile ona aradığı cevabı vermişti.

 

Şifa aklını bilimin gücüyle bu adama bağlayan doktor sayesinde tam da şu anda Alparslanın hissettiği her şeyi karnında oldukça net hissediyordu.

 

Bağ onları birbirine tıpkı bir kilim gibi ilmek ilmek dokuyordu...

 

 

 

Loading...
0%