@orenda
|
Bu saçma ruh halinden kurtulmalı, ayaklarını yere daha güçlü basmalıydı. Ona biblo muamelesi yapılması canını hiç olmadığı kadar sıkmaya başlamıştı. Kendindeki kontrol sorununun da farkındaydı, ona yapılanlardan dolayı doğru düzgün düşünemiyor, araştıramıyor, sorgulayamıyordu. Yada yaptıkları aslında olması gerekenin çok altında kalıyordu.
Şifa akşam yemeğine katılmamıştı, kapısına defalarca gelen Duhan ve Veronica'ya verdiği tek cevap ise defolup gitmeleriydi.
O adam!
O adan Şifaya ne yaptıysa kendini çok kötğ hissediyordu. Hasta gibi yada başka bir şey. Emin değildi ki ne hissettiğinden.
Kafayı mı yiyordu acaba? Çünkü sağlıklı bir insan şu an kalbinin bulunduğu yerde bir nabız atışı hissedemezdi. Böyle bir şeyin mantığı yoktu asla ama tam iki kürek kemiğinin ortasında bir seğirti gibi duruyordu o nabız.
Sonra tam karnında hissettiği o şey! Aklını kaybediyordu. Gözlerine baba baka hissediyor musun demişti. Bildiği hatta kanıksadığı bir gerçeği Şifaya anlatmaya çalışır gibi hissettiği o gerçeği yüzüne vurmuştu.
Eve girer girmez karnında varlığını çözemediği öfke kendine ait değildi. Şifayı uykulardan kaldıran, bazı zamanlar nefessiz bırakan hisler gibi hem başkasının hemde kendinin bir parçasıymış gibi orda öylece duruyordu.
Duhanın ona bahsettiği bağın diğer sahibi evlerine yıldırım gibi düşen adamdı. Asla aklına bağ diye ona anlatmak istediği kelimenin böyle bir şeye dokunacağı gelmemişti ki.
Şifa onu hissediyordu ve gördüğü kadarıyla o adam da Şifanın hislerine gayet hakimdi.
Adımları duraksadı. Nasıl yani? Şu an içinde zaptedemediği bu merak ve öfke onun içinde de mi yer alıyordu? Bu çok rahatsız ediciydi. Git gide öfkesi katmerlendi. Mahremiyet denilen şey böyle pervasız yerle yeksa edilemezdi!
Yeterince odasında kendini hapsettiğine karar verip hazırlandı.
Siyah dar paça bir pantolon, yeşilin en koyu tonlarında balıkçı yaka bir kazak ve deri ceket işini görürdü. Yüzüne bir şey sürmek istemedi. Şifa makyajı mutlu olduğunda yapan kadınlardandı.
Odasından çıkıp merdivenleri inmeye başladı. Salondan sesler geliyordu ama kulak verip dinlemeye çalışmadı. Bıkmıştı artık kıyıdan köşeden topladığı ekmek kırıntılarından. Biri ona bir şey anlatacaksa adam gibi karşısına geçip, söylemeyi öğrenmeliydi!
Kapıyı açmasıyla Duhan'ın sesini işitmesi aynı zamanda gerçekleşti.
"Nereye gittiğini zannediyorsun sen?"
Sesi dünden beri görmediği kızı merak ve endişe etmesinden dolayı kontrolsüzce yüksek çıkmıştı.
Şifa belki de Duhan'a ilk kez bu kadar soğuk ve uzak baktı. Sadece"Sanane" demekle yetinip aralık kapıdan dışarı çıktı.
Arkasından dumur olmuş bir ikili bırakmıştı. Kendini ilk toparlayan yine Duhan oldu, hızla oda dışarı fırladı.
"Orada kal!" diye bağırdı. Şifa bir anlık duraksamanın ardından hiç bir ses duymamış gibi arabasına doğru yürümeye devam etti. Bu umursamaz halleri Duhan'ı çileden çıkartmıştı. Hızla ilerleyip kolundan tuttu ve durdurdu.
"Bu ne pervasızlık, haber vermeden, önlem alınmadan dışarı çıkmakta ne demek? Ayrıca bu sorumsuzluğunun da cezasını çekeceksin! "
Şifa olabildiğince soğuk bir maskeyle karşısında ki adama baktı. İçerisinde sinirin ve hırsın kopardığı fırtınaları Duhan bilmese de olurdu.
"Benim kendi rızamla kabul ettiğim hiç bir sorumluluk yok. Bu saatten sonra senden emir almıyorum! Sizin benim için tasarladığınız hayatı oynayacağıma dair bir sözleşmen yoksa kapa çeneni! Ayrıca o elini ben kırmadan çek kolumdan. Bir daha bana izinsiz dokunmaya kalkarsan bir an bile tereddüt etmem, parmaklarının üzerindeki deriyi akşam yemeğinde tabağında bulursun! "
Aynı sertlikle kolunu çekti ve arabasına bindi. Sert bir dönüşle adamı teğet geçerek demir kapılara doğru ilerledi.
Duhan arkasında öylece kalmıştı. Yirmi üç yıldır bir şekilde bu kızın yanında olmuştu ama onu ilk kez kendine böyle nefret dolu davranırken görüyordu. Üstelik bu tavrına sinirlenemiyordu da. Daha sonra demişti ama evden çıkması gerekmişti. Alparslanın bir anda gelişiyle Umuta da gidip haber vermek zorundaydı. Onu kontrol edemedikçe Gökay Turan öfkesini Duhana yönlendiriyordu.
Şifaya kızamıyordu şu an. Onu karanlıkta bırakan kendisiydi, bunlarla karşılaşacağını, Şifa'nın güvenini yavaş yavaş kaybedeceğini tahmin etmeliydi. Ne bekliyordu ki? Bu kadar güçlü ruha sahip bir kadını, cam bir fanusta kaç yıl daha saklayabilirdi?
Salonda kendisini bekleyen kadın geldi aklına, ona da yapması gereken bir açıklama vardı. Veronicayı üzmek bu hayatta asla yapmak istediği şeylerden biri değildi. Buna mecbur olduğu için, mecbur bırakıldığı için kalbi tekrar sancılandı.
Veronicanın her daim yanında olan metanetine şu an çok ihtiyacı vardı. Şifa'yla daha sonra ilgilenebilirdi. Saatini kontrol etti, tabiki takip cihazı çalışmıyordu. Eli cebindeki telefona gitti. Eve doğru yürürken kulağına gelen sese talimatlar verdi. Şifa'yı mobese üzerinden de olsa takip edebileceğinin vermiş olduğu bir rahatlıkla içeri girdi.
Veronica, Duhan'dan yayılan gergin elektrikle işlerin yolunda olmadığını anlamıştı.
"Ne kadar sinirli? "
Duhan kafasını sağa sola salladı. Bu sadece sinir değildi. İçindeki karmaşaya cevap bulamadıkça suçlu olarak birini aramaya başlamıştı Şifa. Bu konuda da e doğru ve tek aday kendisiydi.
"Sinirli değil, buz gibi bir duvarın arkasından bakıyor artık bana. Güveni sarsıldı, bilmiyorum belki de hiç bir zaman tam anlamıyla güvenmemişti. Şimdi de ona dokunursam parmaklarımdan sıyırdığı derimi, tabakta servise hazırlayacağını söyledi ve gitti."
Veronica kaşlarını kaldırıp, yılgın bir ifadeyle konuşan adamı süzdü. Şifa için işler karışırken, Duhan için zorlaşıyordu.
"Doğal bir işkence alt yapısı var kızda, yapabilir. Bence ellerini o buradayken saklı tutmaya çalış."
Dalgacı bir yaklaşım sergilese de oda gerilmişti. Kendine saldırmasına alışkında ama Duhan hiç bir zaman böyle bir muameyele maruz kalmamıştı Şifa tarafından.
"Beyninde ki kurtlar kemirmeye başlamış, üstelik bunu ilk bize karşı tutumunun doğrumu yoksa bir aldatmacamı olduğunu sorgulatarak yapıyorlar. Bağ'ın gücü nereye varır, onu ne kadar etkisine alır bilmiyoruz. O da bilmiyor, kuduz it, sınırlarını bilmezse daha da zorlanacak."
Duhan kadına hak verdi. Alparslanla tekrar görüşmesi gerekiyordu. Şimdi de Veronica'nın tehtitleri için hazırladı kendini. Bir anda söyleyecekleri hiç hoşuna gitmeyecekti ve Veronica hoşuna gitmeyen her şeyin intikamını mutlaka alırdı.
Yara bandını kaldırır gibi hızlı bir şekilde "Şahin ve Hakan yolda en yakın zamanda Barboros da burda olur. Yuvada onlara ihtiyaç var"dedi.
Önce bir afallama oluştu yüzünde. Duhan sûkunet ile idrak etmesi için bekledi. O sinirden kızarır sanarken git gide beyazladı açık teni.
Veronica ise duyduklarını içinden tekrar ederken tek bir isimin onu nasıl da alaşağı ettiğini, ne kadar zaman geçerse geçsin piç kurusunun adının bile içinde oluşturduğu zelzeleyi hissetti. Duhanın kısılmış gözlerine baktı.
"Neden gelmeleri gerekiyor? "
Çoğul ek kullansa da asıl sorunun muhatabı kim Duhan anlıyordu. Tarazlı bir sesle konuşmuşmuş, yine maskelerinin ardına saklanmayı seçmişti demek ki.. Beklediği tepki bu olmasa da Duhan temkinli yaklaşmaya karar verdi.
"Uyanışa az kaldı, ekibe ihtiyacım olacak. Özellikle ona. Alparslan'da burda olmaları gerektiğini söylüyor. Yuva şu an için oldukça güvenli ama sorun çıkarsa onların desteğiyle Umut'a geçiş yapmamız gerekebilir. Uyanışın etkilerini kestiremiyoruz. Kilit için bile eldeki veriler ne kadar yetersiz kaldı sen gördün. Biliyorsun Şifa, Alparslan tarafından korunabilir ama bizi neyin beklediğini bilmeden en üst seviye bir güvenlik çemberine almalıyız onu. Özellikle ifşa edilmeye hazırlarken."
Veronica suskunluğunu bir süre daha korudu. Duhan ondan ne bekliyor bilmiyordu ama hırçınlaşası gelmedi içinden. Hissizleşiyor muydu? Ya da o döneğin adına bile tepkisiz kalacak kadar çıkarmış mıydı hayatından?
"Hakan ve Şahin için bişey diyemem ama koordinasyonda sorun yaşamak istersen öbür kaypağı çağırabilirsin, beni ilgilendiren hiç birşey yok, iş iştir. Benim önceliğim Şifa, en iyi sen bilirsin."
Sırtını adama döndü ve ağır adımlarla odasına çıkmaya başladı. Söylediklerinde tek bir yalan yoktu. Onun hayatı sadece Şifaydı.
Duanın emaneti, Serdarın umut bahçesi Şifa...
Duhan herşeyi bekliyordu, kafasına gelecek bir vazo yada ayakkabısında saklanan minik bir çakının gırtlağına saplanması da olasıydı lakin sessiz sakin bir kabulleniş asla Veronica'ya göre değildi! Umuyordu ki bu sakinlik fırtına öncesi olanlardan değildir ve Veronica fırtına sırasında kendisini de parçalamaya çalışmazdı.
******************
Şifa deniz kenarında sessiz sakin bir boşlukta kendini dinlemekle meşguldü. Havanın soğuk olması bulunduğu yeri oldukça tenha bir h6ale sokmuştu zaten. Oturduğu banktan kalktı ve arabasının bagajında her zaman bulundurduğu defterini ve boya kalemlerini çıkardı.
Onu dalgasız bir denizde yüzdüren tek his parmaklarının kağıt üzerinde kayışı olurdu genelde.
Ruh halindeki karamsarlık çizdiklerine de etki ediyordu. Eli hep koyu tonlarda kalemleri çekip alıyor, beyaz sayfa bastırılmış çığlıklarla kaplanmaya, şekil bulmaya çalışıyordu. Uzun bir süre kendini kaptırıp etrafında olanlara tüm pencerelerini kapatmıştı.
Yanına oturan adam ve ortalığı esiri eden kokusu genç kızı girdiği kuyudan sıçrayarak çıkardı. Gözleri bir süre odaklanmakda sorun yaşasa da yanındaki adamın varlığı ve içini görürmüşçesine bakan zift karası gözleri, kendine gelmesini sağlamıştı.
Ne kadar bakışlarına karşılık verse de söze başlamak için hiç bir adım atmamıştı. Onun da konuşası pek yok gibiydi. Ama böyle büyük bir dikkatle birinin gözlerine bakıyor olması hiç hoş bir şry olmamalıydı.
Neden burada olduğunu, onu nasıl bulduğunu ve neden ona ruhuna saplanıyormuşçasına baktığını sormak istedi. Sonra bu adamdan nedensizce çekindiği hissi sardı içini.
Alparslan kızı bir süre daha izledi. Yüzünde santim santim gezdi bakışları. İçine Şifadan yayılan rahatsızlık hissine dudağının bir köşesi kıvrılarak tepki verdi. Onu geriyordu ve bu Alparslanı çok eğlendiriyordu. Kendinde sabit tutmaya çalıştığı ama sık sık kaçırdığı gözlerine bu kadar yakından bakmak çok güzel hissettiriyordu. Resimler ya da videolar asla böyle etki bırakmazdı. Gerçeğinin yanından bile geçemediklerini şimdi daha net anlıyordu.
"Soğuk, burnun kıpkırmızı olmuş üşüyüp hasta olacaksın."
Sesi o kadar yalın ve uzlaşmacıydı ki. Nasıl da üzerinde eğreti duruyor farkında bile değildi. Şifa duyduklarından sonra hiç yapmadığı bir şey yaptı gözleri yaşarana kadar kahkaha attı. Bu adamın yanında böyle kendini kaybeder gibi gülmeyi planlamamıştı. Adama olabildiğince yaklaştı. Alparslanın tepki olarak soluğunu tutması afallatacak oldu ama kendini hızlı toparladı.
"Soğuktan yada sıcaktan ben nezle olmam, grip yada boğaz enfeksiyonu olmam ama bunu çok iyi bildiğini biliyorum Duhan'ın yardakçısı! Şimdi defol yanımdan, sahibine de söyle beni takip ettirmeye devam ederse hiç bulunmamayı garanti ederim. Sen değil belki ama o bilir bir şeyi söylüyorsam yapmadan bırakmam."
Şifa, Duhana olan hırsını karşısındaki adamdan çıkardığının farkındaydı. Engel olamıyordu bu yaptığına. Nedenini bilmediği bir şekilde bu adama öfke hissetmek istiyordu.
Alparslanın kara gözlerinin gitgide nasıl bir girdaba dönüştüğüne şahit oldu Şifa. Onu gerçekten öfkelendirmeyi başarmıştı demek. Sesi oldukça kısıktı ama bir çığırtkanın dudaklarından dökülüyormuş gibi kanatıyordu kulaklarını.
"İyi dinle şimdi beni! Bir daha beni birinin yardakçısı yada köpeği konumuna sokan cümleler kurarsan o dilini koparırım! Hayatta en nefret ettiğim şey birinin uşağı gibi görünmektir, bunu öğrensen iyi olur! Seni bulmak için her hangi bir takip cihazına ihtiyacım yok benim. Senin kafanın içinde yaşayan bir adama kendini kaybettiremezsin! Benden uzaklaşmaya, kaçmaya çalışmak senin için boş bir uğraş olur, biz birbirimize kırmızı bir iple dikildik, kopması imkansız! "
Nasıl da tok bir sesle, ferman olur gibi söylemişti bunları. Şifa, kendinde böyle bir eminlikle kurulmuş cümlelerle dehşete kapılacakmış gibi hissetti. Kanının, damarlarına dar geldiğini düşünmeye başlamıştı. Sanki her bir siniri yay gibi geriliyordu.
Boğazında oluşan yumruyla savaşmaya başladı. Bu adam ne demeye çalışıyordu böyle. Nasıl daha yeni gördüğü birine böyle cümleler kurabiliyordu? Bu pervasız gücü ona kim veriyordu? Ama asıl takıldığı kısım nasıl bu kadar inanarak söylüyordu onları?
"Bu ne demek? "
Gerçekten sesinde bariz bir hayret vardı. dedi kısık bir sesle.
"Niye böyle cümleler kuruyorsun bana, tanımıyorum ki ben seni? Niye burdasın sen? "
Alparslan biraz önce yanan ormanları andıran bakışların durgun bir sulara dönüşüşünü izledi anbean. Küçük perisi yanındaydı ama onu tanımıyordu bile. Nasıl anlatacaktı, açıklayacaktı kendini bilemedi. Doğru kelimeleri bulmalı, ona olması gerektiği gibi ürkütmeden yaklaşmalıydı. Şu son zamanlarda kontrol edemediği bir öfke vardı içinde. Bunun son bileşenden sonra daha zaptedilmez olduğunun farkındaydı. İçinde bir his uzak tutulduğuna kabuşmak için sanki bilerek onu kışkırtıyordu.
Biraz korkuyla, biraz şaşkınşıkla ona bakan kızı ürküttüğünü fark edince yüzündeki kara pus çekildi. Yumuşadı. Dudakları hafif, tatlı bir tebessümle kıvrıldı.
"Senin var oluşunla nefes alıyor olması önem kazanan biriyim ben. "
Berrak bir ses tonuyla kurulan cümlenin etkisini görmek için bir kaç santim daha yaklaştı. Çam yeşili gözlerin titreyişi tebessümünü genişletti.
"Sen nefes alabil diye son soluğunu korkmadan sana hediye edecek biri işte."
Yutkunduğunda hareket eden boğazında dolaştı kara bakışları. Derisini döven nabzına şefkatle baktı. Karnında şekillenen heyecan alt dudağına dişlerini geçirtmişti. Şifanın heyecanını hissettiği her an kahkaha atmak istiyordu.
"Ne kadar açıkladı durumu Duhan bilmiyorum ama korkma olur mu benden? Sana zarar gelmesin diye beni yetiştirdiler, korumam, seni güvende tutmam için her türlü donanımı üzerime işlediler. Senin hazır olmanı bekliyordum karşına çıkabilmek için."
Küçük, korkak bir çocuğu teskin eder gibi yatıştırıcıydu sesi. Hep hırslı cümleler dökğlen dıdakların, bu kadar naif bir tınıyı sakladığını asla Şifa düşünmezdi. Üstelik şimdi karnının içine sinsice yayılan heyecanın kimden yansıdığını biliyordu.
Ama söyledikleri tekrar zihnini işgal edince korunma kısmı kaşlarını hafif çatmasına neden oldu. Şifa elini nereye atsa bir gizemle karşılaşmaktan öylesine yorulmuştu ki soracağı soruların sırası bile beyninde kangrene dönüşüyordu.
"Beni neyden, kimden koruyacaksın sen, hiç tanımadığın bir kadın için niye soluğundan olasın? "
Alparslan'ın dudakları küçük bir titremeye ev sahipliği yaptı. Merhamet sardı sert yüz hatlarını.
"Ah be kızım, varlığın bir ödül insanlık için."
Bu kendi kendine söylenmiş ve iç çekerek kurulmuş bir cümleydi. Şifanın kalbinde bir an ritim bozan bir cümle.
"Sen... Niye böyle konuşuyorsun benimle?"
Ağzı sadece soru sormak için açılıyordu bu adamın karşısında. O kadar bilgisiz kalıyordu ki ağzından ne çıksa sorular çoğalıyordu. Alparslanın konuşmak için aralanan dudaklarına baktı.
"Bir ödülsün ve aynı zamanda herkesin sahip olmayı isteyeceği, bu uğurda da soykırımdan korkmayacakları çok değerli bir hazinesin. Seni zalimlerden, aç gözlülerden, hırsının uşağı olmuşlardan korumam gerekiyor."
Şifanın kafası git gide karışmaya başladı. Duhanın anlattıkları doluştu zihnine. Bir şekilde yaşam için değerliydi. Bedeni, kanı, zihni nasıl oluyor bilmiyordu ama insanlar için çok değerli bir şey saklıyordu içinde. Ama zaten Şifa kendini bildi bileli de korunuyordu. Tekrardan böyle bir adama ihtiysç duyulmasının mantığını çözemedi.
"Ben korunuyorum zaten. Sürekli izleniyorum. Tek başıma asla dışarı çıkamam. Şimdi bile etrafımda en az yirmi kişinin konuşlandığına eminim.
Alparslan başını iki yana salladı. Bahsettiği korunmanın hiç bir önemi yokmuş gibi bir yılgınlık vardı yüzünde.
"Korunuyorsum ama yetersiz. Üstelik kimse seni benden daha iyi koruyamaz! Ayrıca çok daha tehlikeli biri var. Canım pahasına ondan korumalıyım seni."
Şifa varlığından haberinin dahi olmadığı düşmanın adıyla sıçradı. Böyle bir şey olsa Duhan ona söylerdi.
"Kim o?"
Alparslan minik suratı iki avucunun içine kıstırdı. Şifanın şaşkınlıkla aralanan gözlerine, yüzünde nefesini hissedecek kadar yaklaştı.
Şifayı dumura uğratacak, ne düşüneceğini, ne hissedeceğini şaşırtacak son sözlerini söyledi.
"Seni en çok senden korumam lazım küçük orman perim. "
☀
Veronica odasında geçirdiği zamanın içinde sıkışıp kalmıştı. Duhan'a rol kesmek kolaydı da iş icraata gelince sap gibi kalmaktan ödü kopuyordu. Yıllar geçmişti onu görmeyeli. Adı bile içinde kanayan yaralara bir darbe indirirken aynı evde olmaya nasıl tahammül edecekti, orasını hiç bilmiyordu işte.
Ama o zavallı kız yoktu artık, daha güçlüydü bir kere. Aptal hayaller kurmayacak, umudun arkasına sığınmadan sapasağlam ayakta duracak kadar görmüş geçirmiş bir kadındı.
Ne olmuş zamanında azıcık kalbinin ritmi değiştiyse. Üstelik o zamanlar tam anlamıyla iyileşmiş, aklıselim bir kadında sayılmazdı. Kapı tıkırtısında çığlık çığlığa krize giren şaşkın bir zavallıydı. Az ilgi gördü diye saçma sapan hayallere kapılan kalbini ehlileştirmişti Veronica. Bir kaç efsanevi hikayeye tav olan kalbi de ne kadar salakmış gençken kızgın bir soluk verdi.
O zamanki halleri aklına geldikçe öfke içinde boy vermeye başladı. Ama eskidendi! Yemek yiyip yemediğini merak etti diye heyecanlanmalar, sürekli bakıyor diye yerden on santim yukarda yürümeler geçmişte kalmıştı!
Herkes işini yapar, haddini bilirse hiç bir sorun yaşanmazdı. O kitaplardaki eski aşkını görüp yerlerde sürünen zavallılardan olmayacaktı. Veronica bu günlere gelebilmek için, Şifanın yanında kalabilmek için çok çabalamıştı. Şimdi asla hiç bir şeyi riske atamazdı.
Yeterince içsel motivasyonunuda yaptığını düşünmüş olacak ki kızıl saçlarını savurarak odasından çıktı.
Asıl önemli olan ve sürekli atlanılan bir detaya el atmasının vakti gelmişti!
Çalışma odasından sesler geldiğini duyunca adımlarını oraya doğru ilerletti. Kapıyı çalma nezaketinde tabi ki bulunmayacaktı. Hadsiz Duhan onun yuvasına davetsiz misafir çağırma edepsizliğini yaptıktan sonra tüm hanımefendi tavırlarını görme hakkını kaybetmiş olmuştu nasıl olsa.
Duhan odaya giren kadına kısa bir bakış atıp konferans görüşmesine devam etti. Eliyle sessiz olmasını işaret etmeyi ihmal etmedi.
"Hakan doktorun muhafaza için verdiklerini toparla, gelirken hepsi sende olsun. İhtiyacımız olacak onlara."
Hafif bir cazırtı kulaklarını rahatsız etse de adamı anlamakta bir sorun yaşamıyordu.
"Dostum, yıllarca günlüklerin üstünde çalıştık bir bok elde edemedik ne yapacağız onlarla? Deşifreleri için onlarca profesörle çalıştık elde var sıfır".
O zamanlar geçirdiği sinir krizleri aklına gelmiş olacak ki kaşları derinden çatılmıştı.
"Tahminlerim doğruysa doktor çözümü sadece Şifa'nın beynine saklamıştır. Günlüklerin sahibine bel bağlayacağız. O yüzden kalan hiç bir şeyi unutma Hakan. Şahin senden istediğim ekipmanı eksiksiz tamamla. Yuva'ya ulaşmasını sağla. Ülkeye girişini hallettim hiçbir sorun yaşanmayacak. "
Şahin konuşmaya fırsat bulamadan Hakan tekrar araya girmişti bile.
" Ne demek tahminlerim doğruysa? Sen tam olarak bu tahmine ne zaman vakıf oldun sevgili piçoz? "
Duhan girdiği görevleri düşündü. Bu adamla ölümle kucaklaştığı görevleri. Kırk beş yaşında aklıselim olması gereken dönemde güttüğü davayı sorguladı. Sanırım yaratan bir şekilde günahlarına kefareti dünyada istemeye başlamıştı.
"Günlükler elimize ulaştığı ilk andan beri bunu biliyorum zaten Hakan! Sadece bir ihtimal mi diye peşine düşmüştük."
Yüzünde sinir bozucu bir tebessümle beklemeye başladı. Vereceği tepkiyi büyük bir keyifle izleyecekti.
Hakan ekrana yapışık bir şekilde küfür etmeye, tükürükler saçmaya başlamıştı bile.
"Ulan hergele, maden böyle bişey vardı ne diye çözeceğiz diye götümüzden kan aldın? Hayır en çok beni kullandın lan! Kaç farklı ülkeden kriptolog kaldırdım haberin var mı?"
Mavi gözleri ve kızarmış suratıyla Duhanın onu ciddiye almasını engelliyordu aslında.
"Ha var tabi! Adlarını bana sen vermiştin dimi şerefsiz!"
Duhan şakaklarına giren ağrıyı parmaklarıyla ovarak geçirmeye çalıştı. Keşke herif zeki ve yetenekli olmasaydı ve Duhan'ın ona ihtiyacı hiç mi hiç kalmasaydı. Hakanı Tayland'daki üsse sürmek çok eğlenceli olabilirdi. Böylece migrenini tetikleyen sigara ve Hakan ikilisinden birini ekarte etmiş olurdu en azından.
"Uzatacak mısın? Ne yapmamı önerirdin acaba, Şifa çözene kadar altarnatif bir çalışma yapmayıp seni mi besleseydim puşt? Ne boka yarayacaktın ayrıca hiç birinden de işe yarar bir veri elde edemediğimize göre yine bir boka yaramış sayılmazsın!"
Hakan ağzını açmış devam edecekken Şahin'in sesi yükseldi.
" Sizinle uğraşamam, ben kapatınca cilveleşirsiniz. Dizinin son sezonunu izlemedim daha. Duhan ekipman tamam sayılır, bir iki eksik var haber bekliyorum. Tamam dendiği an Rusya'ya uçup bizzat ben alacağım. Ama küçük bir pürüz var . Roni Uglava'nın dikkatini çektik. Adam tilki gibi. Büyüklere haber uçurmuştur muhtemelen. Yeni koordinat çıkarmam gerekiyor. Türkiye'ye girdiğimi bilmemesi lazım bu yüzden Şifa'yla görüştür bizi. Diskler büyük ihtimal proğramlanmış gönderilir. Temizlemek ve aynı zamanda başka adrese yönlendirme yapmak da lazım. İlk önceliğimiz Türkiye girişinde sorun yaşamayalım, Arjantin'de arasın bizi putperest pezevenkler"dedi ve kahkahayı bastı.
Onun eğlence anlayışı biraz daha farklıydı. Kan akıtmayla değil de kafalarını karıştırmayla ilgilenirdi o. Kedi fare oyununa bayılırdı mesela. Düşmanını kör karanlığa hapis edip, karşısına geçip alnına fiske atmayı severdi Şahin. Düşmanın sinirinden ve sinirini kontrol edemeyip yaptığı hatalarından beslenirdi. Birde Türk dizilerine ve arebesk olan her şeye ölümüne bağlıydı.
Duhan kafa sallamakla yetindi. Karşısında onu izleyen kadına kaçamak bir bakış atıp kaçındığı soruyu yöneltti,
"Barbaros'a ulaştınız mı? Dönüş yapmadı bana. "
İki farklı oflama doldurdu odayı.
" Lanet herifi tüm orta doğuda aradım yok, isteyince kara batak gibi bulamıyorum ibneyi!"
Şahin'den de Hakanı destekler mırıltılar yükseldi.
"Bir kaç sistem de adını tarattım yok, muayyen zamanlarında. Allah vere de esir kampında çıkmasa geri zekalı enfeksiyonuyla, kurduyla, bitiyle uğraşıyoruz sonra. Kendi yüzünü göstermeyince bulmak tam bir zulüm!"
Bu durum Duhan'ın canını sıkmıştı. Barbaros istemeden gerçekten ona ulaşmak imkansıza eşdeğerdi.
"Gökay Turana bilgi geç. Kşlitden haberdar, benim bu aşamada Barbarosu istediğimi de biliyor. O bulur size onu. En kısa zamanda ulaşın ve buraya yönlendirin, hepinizin merkez üssü Yuva artık. İlk ulaşan da benden bir mesaj iletsin. "
Hakan pür dikkat Duhan'ı dinliyordu.
" Bizden bağımsız bir durum mu var, ne mesajıymış bu? "
Duhan hiç duruşunu bozmadan kameraya dikti gözlerini. Yüzünde mimik oynamıyordu.
" Ona deyin ki ağabeyi için asıl şimdi yapmalı ne gerekiyorsa. Girdiği inden çıkıp gelsin, yeğeninin ona ihtiyacı var! Depresyonuna devam ederse sikerim onun yasını, matemini! "
Cümlesi biter bitmez de konuşmayı sonlandırmıştı.
Veronica duyduklarıyla içinde bir acının onu yokladığını hissetti. Demek hala yas tutuyordu ve bunun için kendine türlü işkenceler çektiriyordu. Onu en son gördüğü günü düşündü, gözlerindeki acıyı görmemek için şah damarına bir cam parçası saplamayı tercih ederdi.
Yine o kuyuya düşmemek için silkelendi, biraz önceki konuşma hiç olmamış gibi adama baktı. Kimsenin yası onu ilgilendirmezdi!
"Şifa saatlerdir yok ve bu konuda hiç küfür etmedin, nerede bu kız? "
uhan onaylamaz bir şekilde başını salladı.
"Yerini tespit ettirdim ayrıca Alparslan bulmuş, mesaj attı. Bana acayip kuruluyor artık ve ben bu durumu nasıl toparlayacağım hiç bilmiyorum. "
Veronica da Şifa'nın güvensizliğinin farkındaydı. Sorularına cevap bulamadıkça onları suçlayacağını en başından biliyorlardı tabi. Ama bazen bilmekle, kabullenmek aynı olmuyordu ve Veronica Dua'ya karşı kendini mahçup hissediyordu.
"Onunla konuş Duhan, en azından dayısı olduğunu bilmeye hakkı var! Ailesinden kimsenin yaşamadığını düşünüyor. Yalnız kalmışlık hissi insana en büyük işkencedir en iyi sen bilirsin. Onunla konuş ve kendini anlat. Annesini, babasını dayısı olarak sen anlat. "
Bir anda kapının hızla açılıp duvara çarpmasıyla ikisi de neye uğradıklarını şaşırmıştı. Duhan yeşil gözlerden sızan damlalara ve hıçkırığı dışarı fırlamasın diye ısırılarak susturulan dudaklara baktı.
Bunu asla beklemiyordu. Şu an bu kadar hazırlıksızken asla Şifayı karşısında beklemiyordu.
Bazen bir insanı sözlerinle acıtabilir, hatta yaralayabilirsiniz. Geri dönüşü olmayan yollara girer ve kısılı kalabilirsiniz. Kimsesizliğini içinde en kuytu yerlere saklamış bir kız için biraz evvel duydukları onu karanlık bir zindanda bırakmıştı. Gözleri azıcık görse yanında bir el feneri olduğunu anlayacaktı ama öyle zifiriydi ki her yer parmaklarının dokunacağı ışıktan habersiz bekliyordu.
Duhan her zerresiyle ona hayal kırıklığını hissettiren gözlerden çekemedi bakışlarını. Minik emanetinin çığlık çığlığa susarak, onu içinde ağır ağır öldürüşünü izledi...
|
0% |