@orenda
|
Gecenin bir yarısı pencerenin önünde dikilen iki beden söze nereden başlayacaklarını bilemeyerek sadece duruyorlardı. Veronica biliyordu Duhan buraya bu şekilde geldiyse önemli bir nedeni olmalıydı, onunla göz göze gelmemeye çalışıyorsa duyacaklarından da hiç hoşlanmayacaktı. Daha ne kadar böyle sessiz dışarıyı izleyeceklerini merak etmeye başlamıştı.
Sessizlik aralarında çatırdayan elektrik olarak tenlerini karıncalandırıyordu. Bir anda çıkış kapısının hızla açıldığını, verandanın oraya hızla koşan kızı ve savrulan saçlarını gördüler.
Duhan paniklemişti ama Veronica oldukça sakin karşıladı bu durumu. Alışmıştı bu hallerine.
"Ne olur? Neden çıktı dışarı?"
"Kabusları çok arttı. Aslında kabus da değil gördükleri ama onu ürkütmeye yetiyor."
Veronica altın parçacıklar saklı gözlerini camdan ayırıp Duhan'a çevirdi.
"Yirmi şubattan beri böyle. Kabuslar çok arttı, sistemi ilaçları kabul etmiyor bu yüzden uyku da yok oldu neredeyse. Ensesi henüz iyileşmedi, bileşenin etkisi bu sefer daha uzun sürdü sanki. İyileşmesine izin vermeyen o her ne haltsa bulmamız lazım. Gerçi senin de bana haber vermeden gelmen çok tuhaf değil mi?"
Duhan çatık kaşlarıyla Veronica'nın söylediklerini düşündü. Yarası kapanmalıydı ama yarası kapanmayan bir başkasının da olması, aklındakilerin kesinliğine kanıt gibiydi. Veronica adamın konuşmasını beklemeden devam etti. Hiç olmadığı kadar endişeliydi.
"Geçen gün bir kabusundan bahsetti. Anlattıklarını dinledikçe farkettim o, kabus görmüyor! O, geçmişte yaşanılan olayları görüyor Duhan. Nasıl oluyor bilmiyorum ama kendi bile yokken olan olayları görüyor. Ya da öyle sanıyor."
Ne kadar bulaşmadan duramasa da Şifa onun ilacıydı, sırdaşı, yoldaşıydı.Yaşananlar, yaşanacaklar iliklerine kadar ürpertiyordu kadını.
"20 Şubat sonrası yapılan analizler geldi. Beklenilenin çok üstünde dalgalanmalar var. Tüm ekip aynı fikirde görünüyor. Kilidin kırılacağına eminler."
Veronica kaşlarını çattı. Tam olarak bahsedilen şeyden emin olamadı.
"Henüz erken. Yirmi beş yaş demiştiniz. Daha iki yıl olması lazım."
Duhan iki yana salladı başını. Şifa şu ana kadar verilen on sekiz bileşenden altısında beklenilenden çok daha farklı analizler çıkarmalarına neden olmuştu. Kontrol edemedikleri o şey her neyse Şifanın içinde değişiyordu.
"Planladığımız gibi gitmeyen şeyler var Veronica. EEG sonuçları doktorun bıraktığı raporlarla örtüşmüyor. Üstelik diğer taraftaki oldukça sıkıntı çıkarmaya başladı. Zaptedemiyorum artık."
Veronica kızgınlıkla dudaklarını sıktı.
"Kudurmuş köpek, gönderdiğim video neyine yetmemiş? Ruh hastası manyak! Nasıl böyle takıntılı hâle geldi bu böyle?"
Buna da verecek bir cevabı yoktu Duhanın. Ama artık Şifa ile bir şeyleri konuşmalı ve kilidin kırılmasına hazırlamalıydı.
"Konuşacağım onunla, kafasındaki soruların bir kısmını olsa da cevaplamak için buradayım. CUNTOS hazır, zapedilemeyecek kadar hazır! "
Odadan çıkıp gittiğinde Veronica bir süre daha arkasından baktı. Onu bu kadar tutabilmiş olmaları bile mucizeydi. Bir fular için yaptıkları düşünülürse iyi bile dayanmıştı.
Duhan, Şifanın resim atölyesi olarak kullandığı kulübenin verandasına doğru yürümeye başladı. Öyle çok kafasındaki seslere yoğunlaşmıştı ki kendinin geldiğini bile fark etmemişti.
"Sümüğün akmış, gözlerin kızarmış, saçların felaket, üşüdüğün için it gibi titriyorsun. Ne işin var burda bu saatte minik sırtlan? "
Son kelimeye kadar kafasını yere eğerek bekleyen kız hışımla gözlerini adama dikti.
"Allah aşkına şöyle deme bana. O kızıl canı sıkıldıkça bana ad takıp duruyor, işin kötüsü beni de kendine uyduruyor. Hem kaç yaşında adamsın, hadi o eksik akıllı benimle baş edemeyince sırtlan diyor, senin derdin ne?"
Hiç şaşmaz her zaman işe yarardı şimdi olduğu gibi. Gözlerini kıza dikip "Niye bana milyon dolara maal olan yazılımımın içine sıçtığını açıklamak ister misin?" diyerek konuşmayı başlattı. Mesele zerre kadar bu konu değildi ama girizgah için zararsız bir konuydu.
Şifa geriye doğru yaslanıp kollarını göğsünde bağladı.
"Üstelik yazdığın o saçmalık da neydi? Şahin canı sıkıldıkça bağıra bağıra okuyor, sinirlerimin üstünde geziniyor şerefsiz. "
Ufak bir kıkırtı kaçtı Şifa'nın dudaklarından. "Arkadaşına şerefsiz mi diyorsun Duhan? Ayıbı öğretmediler mi sana? "dedi. Sesinde hiç bir kınama yoktu oysa ki, keyif aldığı o kadar belliydi ki bu sohbetten.
"Ben sana dedim, beni dinlemedin. Üzerinde çalışsam çok daha iyisini yapabilirdim üstelik. Güvenlik açığını görmen için yapılacak en doğru şeydi bana kalırsa. Sen tüm hesap hareketlerinde dolanırken ben, elimle koymuş gibi buldum seni. Yetmez gibi aktarımların arasına harfler kodlayabilecek kadar içinde cirit attım. Bu ben olmayabilirdim. Yerini elleriyle koymuş gibi bulurlardı senin. Çıkamazdın oradan nasıl böyle bir hataya düşersin? Hem şiiri nasıl çözdün sen, basmaz senin kafan öyle şeylere?"
Duhanın dudakları tebessümle kıvrıldı. Çok kindardı ve asla unutmuyordu. Onu görev dışı bıraktı diye kim bilir açığını bulmak için ne kadar yorulmuştu? Umursamazca omuzlarını silkti.
"Ben değil Şahin çözdü zaten. O günden beri susmuyor pezevenk. Senin yüzünden madara oldum. Kırk yaşındaki adamın sırf benle dalga geçmek için girdiği halleri görsen sen bile şaşırırsın, ayrıca o ne saçma şiir öyle? "
Şifa oldukça ukala bir sırıtmayla ve gözlerinde parlayan ışıklarla Duhana bakmaya devam etti.
"Hiç de saçma değildi bir kere hem şiir değil mani o. Takvim yaprağında yazılıydı, bana seni hatırlattı. Bende madem seni hatırlattı seninle de paylaşmalıyım diye düşündüm. Ayrıca espriden hiç anlamıyorsun. Suç bende tabi, oklava yutmuş gibi yürüyen bir adama, ince mesaj içeren espri yaparsan elinde patlar bilmeliydim bunu."
Kafasını sağa sola sallayarak gülümseyen adam artık bir yerlerden başlaması gerektiğini düşündü.
"Neden o harabeye gittin?"
Söze burdan başlamayacaktı. Hayır asla böyle bir niyeti yoktu. Ama cümle ağzından çıkar çıkmaz göğsüne doğru ağrı olarak yayıldı.
Şifa ise bir anda gelen soruyla afallamıştı ama çabuk toparlandı. Söyleyecekleri kafasında şekil almıştı esasında ama Duhan onu anlarmı emin olamadı. Gerçi öyle bir bakıyordu ki ne söylese çok değerli gibiydi gözünde. Belki anlar diye başladı konuşmaya.
"Orada bir şey var Duhan. Beni içine çeken, rahatlatan. Nasıl anlatılır bilmiyorum ama huzur veren bir şey. Ben bile bilmiyorum bu şey nasıl bir kafa karışıklığı, sana nasıl anlatayım? "
Orada onu çeken şey her neyse Duhanı da bu şehre adımını attığı ilk an oraya götürüyordu. Orada veda ettiği... Orada gözlerinin önünde yok oluşunu izlediği bir gençliği vardı sonuçta. Kendini sıkan bu histen hızla uzaklaştı. Yirmi üç yıldır yaptığı gibi kaçmak en iyi başardığı şeydi.
"Bana kabuslarından bahset. Her detayını, hatırladığın her ayrıntıyı bilmek istiyorum."
Bu ses tonunu tanıyordu Şifa, sorgulamadan anlatmaya başladı.
"Bir şeyin beni sürüklediğini hissediyorum. Hızla görüntüler değişiyor. Karanlık, dar bir yerde sıkışırsın ya öyle bir panik var ama bu his bana ait değilmiş gibi üstelik kendim için değil bu his. Ağır bir koruma duygusuyla kaplanıyor sanki ruhum. Bir anda o sıkışmışlık gidiyor hızla değişiyor bir şeyler. O yıkıntı harabe de bir iz arıyorum sanki. Sonra başka şeyler oluyor ve alnımda hissettiğim bir ıslaklıkla bütün kaygım acım geçiyor gibi. Sürekli böyle bir döngünün içerisindeyim. Rüyam beni o harabeye götürdü Duhan, bunun bir rüya olmadığını bilecek kadar bazı şeylerin farkındayım. Üstelik başka bir şey daha var, beni iradesiz bırakan, parmak uçlarımdan tüm kontrolümü çekip alan."
Şifa doğru kelimeler ne, o doğru kelimeler yan yana gelip en olması gereken cümleyi nasıl kurar bilmiyordu.
" Açıkla bunları bana Duhan lütfen. Bazen delirecekmişim gibi geliyor, ben şirazeden çıkmadan açıkla! "
Adam içindeki sızıyı düşünmemeye çalıştı. Hissediyordu görmesede, kollarında büyümese de miniği onu korumak için ölen annesini hissediyordu. Onu son gördüğü anların zihnine böyle yansıması öyle olması imkansız bir durumdu ki. Ruhu koparılamayacak bir bağla kördüğüm olmuştu onlara, derinlerinde kendisinin bile haberinin olmadığı yerlerde neler vardı acaba?
Bedenini dikleştirdi, gözünü ayırmadan dinlediği genç kıza bir miktar daha yaklaştı. Anlatacaktı elbette ama sorması gereken o "şeyi" de öğrendikten hemen sonra başlayacaktı konuşmaları.
"Devam et, seni rahatsız eden diğer olayı anlat. Nedense bunun seni rüyalardan daha fazla etkilediğini düşünüyorum. "
Şifa tereddüt bile etmeden başını hızla iki yana salladı. Geçrekten öyleydi. Ona ne oluyorsa kabuslarından bile fazla tedirgin ediyordu ruhunu.
"Bir şeyler oluyor bana, sebepsiz bir anda tüm bedenimi bir sinir kaplıyor. O kadar yoğun ki tadını dilimde hissediyorum. Kontrol edemiyorum yakıp, yıkma, öldürme arzusuyla doluyorum. Ama bir yerlerde bu duygunun bana ait olmadığını hissediyorum. Bir şey yada biri kendine çekiyor sanki beni. Öyle bir hale geliyorum ki yemin ederim gideceğim yeri hissetsem, bir saniye durmam orada olurum öyle tarifsiz, öyle başı boş bir his."
Duhanı buraya getiren sebep tam olarak buydu işte. Kilit kırılmak için an gözlüyor, bağ canlanmak için ikisini de parçalıyordu.
Şifanın sesi öyle çaresiz, öyle kırılgandı ki şu ana kadar hiç yapmadığı bir şey yaparak sımsıkı sardı kollarını miniğine. Şifa sanki bunu beklermiş gibi, son tutunacak dal oymuş gibi girdi o kolların arasına.
Uzanıp kendine çektiği bedeni yanına oturtacak şekilde hareket ettirdi. Göğsüne yasladığı başın orda tutarak saçlarında parmaklarını gezdirmeye başladı.
"İnsanoğlu çok tuhaf biliyor musun küçük? Çok doyumsuz asla bitmiyor istekleri. Bir sınırı, bir durağı asla yok. Paraya, güce, yiyeceğe asla doymuyor. Ama en çok yaşamanın daha çok hayatta kalmanın derdinde."
Şifa başını onaylar gibi sallayıp, burnunu çekmişti.
"Buna maalesef şahit oldum defalarca Duhan. Dünyanın başına gelmiş en büyük felaket insan galiba."
Duhan da onaylar gibi başını salladı.
"Öyle miniğim. Sana küçük bir hikaye anlatacağım. Beni çok etkileyen bir hikaye aslında."
"Sen mi?"
Duhanın dudakları kıvrıldı. Sesindeki küçümsemeyi zerre umursamadı.
"Bir rivayete göre Lokman Hekim bir çok hastalığın şifasını bulduğu gibi ölümünde çaresini bulmuş. Ama Rab insanoğlunun ölümle yüzleşmesini, Dünya'daki sınırlı zamanlarda yapılan iyiliklerin ve kötülüklerin diyetini ödemeleri için bu bilgiye ulaşmalarına izin vermemiş. Yanında hastalıkların ve ölümün devası olan bilgilerle bir köprüden geçerken köprü yıkılmış ve herşeyle beraber suya gömülmüş. Lokman Hekim orada can vermiş. Defterden kalanlar ise dağılıp nehirde sürüklenmiş. Kimi hastalıkların ilaçları olan kağıtlara ulaşmış insanlar, ama ölüm sırrını korumuş. İnsanoğlu her yerde, Dünya'nın çekirdeğinden uzayın derinliklerine kadar aklına gelebilecek her yerde ölüme çare aramış."
Şifa başını geriye çekip dikkatle yeşil gözlerini Duhana dikmişti.
"Sonra ne olmuş? Bulunamamış tabi ama hâlâ devam etmişler mi aramaya?"
Duhan kızarmış burnunun ucuna parmağıyla dokunup gülümsemişti.
"Bulamamışlar Şifa ama biliyor musun bir şey ne kadar bulunamıyorsa o kadar göz önündedir. İnsan her yere baktı, sadece içine bakmayı akıl edemedi. "
Derin bir nefes aldı, gökyüzüne baktı hiç yıldız yoktu. Öyle pusluydu ki hava, ay bile varlığını zor koruyordu. Tekrar gözünü yeşilin en koyu, en yakıcı tonuna sahip bakışlara dikti.
"İşte miniğim, sen insanoğlunun bakmadığı tek olan o yersin. Sen uğruna canlar alınacak, canlar verilecek olan sırrı taşıyorsun içinde. Lokmanın sırrını içinde saklayan Şifa, sen yüzyıllardır aranılan yaşam pınarısın..."
Umarım keyif veren bir bölüm olmuştur. Düşüncelerinizi benimle paylaşmayı ihmal etmeyin🤗
|
0% |