@orenda
|
Bu bölüm bizim için çok önemli yavru kuşlar. Sır kapısından buhar efektiyle geçiyoruz artık. Keşke sizde azıcık destek olsanız caağğğnım kitabıma🤧
Şifa kapıyı kapatıp yukarı çıkarken Veronica'nın sesini duymasıyla adımlarını duraklattı. Barbarosa saef ettiği her bir söz kendineymiş gibi ağzında çok acı bir tat bırakmıştı. Yüzü buruştu. Bu kadının dili gerçekten zehirliydi ama sarhoşken tam bir çatal dile dönüşüyordu.
Barbaros için üzüldü bir an, ama kadının içindekileri kusmasının da belki faydası olur diye düşünüyordu. Aralarında çok fazla şey vardı ama çok az kelimeyle durumu idame ettirmeye çalışıyorlardı. Şifa Barbaros için üzülse de onun asıl içini yakan Veronicaydı. Hırsla adını söyleyen dilinin aksine gözlerindeki o çaresizlik elle tutulacak kadar somuttu. Hem bu kadar nefret edip hemde deli gibi sevmenin ağırlığı Şifanın kızılını mahvediyordu.
Hışımla saydırıp giden kadından sonra ağır adımlarla merdivenleri çıktı. Omuzları düşük, ayaklarını sürüyen adam nedense onu çok düşündürüyordu. Veronicanın gözlerindeki sevginin bir eşi de Barbarostaydı. Görmemek için gözlerinizi Veronicanın öfkesi gibi kızıl bir perde kaplamalıydı. Onu nasıl izlediğini defalarca görmüştü Şifa. İşte burda aklı çok karışıyordu. Bu kadar seviyorken nasıl bırakabildiğini aklı doğru yere oturtamıyordu. Beraber iyileşmeye çalışmak yerine bırakıp gitmesindeki mantığı çözemiyordu.
Bir yandan da istemiyordu Şifa, etrafında canı yanan insan görmeyi azıcık bile istemiyordu. Özellikle kıyısından köşesinden anne ve babasına dokunmuş hiç bir insanın zarar görmesine tahammülü yoktu. Üstelik Barbaros amcasıydı. Belki amcalık yapmamıştı ama yine de babasının kardeşi olduğu gerçeğini öylece yok sayamazdı ki. Şifanın hayatı başlarken bir çok hayatın durduğu zamanda yirmi yaşında bir oğlan çocuğu olduğunu da yok sayamıyordu. Korku, acı, öfke belki de kayboluşuydu onu böyle korkakça kaçmaya iten. Bazen Şifa bile acıdan kaçma yolları üzerine düşünürdü. Mümkünmüş gibi!
Sonra omuzlarını dikleştirdi. Neyseki Şifa korkak biri değildi. Kimseye kin tutamayacak kadar da balık hafızalıydı. Öfke hissini sevmezdi mesela. Zaten uyku problemleri vardı, öfke daha da artırırdı. Adımlarını daha güçlü attı. O kızıl şeytan destek olmuyorsa Şifa olurdu. Barbaros'un kapısına geldiğinde kapıyı tıklatmak için kalkan eli, gürültüyle yaklaşan topuk sesiyle inmişti geri. Bu katta bulunan ortak banyoya kendini nasıl attığını anlamadı bile. Merak duygusuna engel olamadıpı için minik bir aralıktan gözetledi. İçerden bir inilti ve be dendiğini anlayamadığı öfkeli sözleri duyduğunda saha fazla duramadı olduğu yerde.
Kapıya yaklaşsa bile içeriye girmekte tereddüt etti ilk. Kendini cesaretlendirip başını aralık bırakılmış kapıdan uzattığında çok hızlı geri çekilmişti. Gözleri iri iri açılmış bir halde gördüklerini sindirmeye çalıştı. Kendini toparlamasa kendi tükürüğünde boğulduğu yetmezmiş gibi birde yakalanacaktı.
Manyak kadın biraz önce adamı deşmemiş gibi şimdi de bademcik ameliyatı yapıyordu. Yüzüne istemsiz bir tebessüm kondu. Böyle mahrem bir ana şahitlik edeceği zerre aklına gelmemişti. Tekrar bakma isteğine gem vurup kapıdan uzaklaştı.
Kızılı azıcık tanıyorsa Barbaros'u kapısında köpek ederdi, ama önden azıcık yolluk vermekte adettendi demek ki. Alparslan sızdı düşüncelerine. Onlar da yakınlaşmışlardı. Tabi Veronica gibi çok hızlı değildi ama Alparslanın dudakları tenine değdiğinde kalbi deli gibi atmaya başlamıştı. Şu an Veronicanın da öyle hissettiğine emindi Şifa.
Yine Alparslanın ona hissettirdikleri sızdı zihnine. Nasıl güzel uyumuştu koynunda. Suda yüzer gibi bir uykuydu. Gün ağarmadan gelen telefonla kalktığını hatırladı, alnına değen ılık dudakları ve "uyu peri geleceğim" deyişi düştü aklına. Duhan'la çıkıp gitmişlerdi ve bu saat olmasına rağmen hala hiç aramamıştı.
Gerçi onlar bir kere dışında hiç telefonla birbirini arayan iki kişi olmamışlardı ki. Aralarında tuhaf bir durum vardı. Öyle büyük büyük isimler söyleyemeyeceği ama sadakatin ve güvenin tadının dilinde hissedeceği kadar somut bir his vardı aralarında. Alparslanın dilinden düşürmediği bağ aklını alacaktı bir gün.
Odasına girip kısa bir duş aldı ve hiç bir şey düşünmeden uyumayı planladı. Dün geceki gibi bir uyku nasıl güzel olurdu aslında. Burnu sanki ne istediğini bilir gibi yastığa sürtündü. Dudakları farkında olmadığı bir tebessümle kıvrıldı . Belki dün gece ki gibi suyun içinde hissedemezdi ama o suyun sesini dinliyormuş gibi bir his de yeterdi.
Şimdilik...
*******************
Veronica ısırıklarla kızarttığı dudaklardan aynı hızla çekmişti kendini. Gözleri yarı yarıya kapalı adam ise yetinmediğini belirten bir inleme bıraktı dudaklarından . Veronicanın gözleri tamamen aralandığında ne yaptığını tam olarak o an idrak edebildi. Ellerndeki titremeyi kontrol edebilmek için yumruklarını sıktı. Ayağa kalkıp üzerine çeki düzen verdi, elleriyle dağılan saçlarını hale yola koymaya çalıştı. Kendini toparlamak için bir kaç saniyelik zaman ona yeterdi. Sonunda sesinin çıkacağından emin olunca ona baygın bakışlar atan adamın gözlerine altın hareli gözlerini dikti.
Biraz önceki tutkuyla öpüşen kadından eser yoktu üzerinde. Barbaros ne diyeceğini bilemeden öylece kadını izliyordu.
Veronica adımlarını kapıya doğru atmaya başladı. Eli kapı kulpundayken kendine şaşkınlıkla bakan adama döndü.
"Seni öptüm diye affettim sanma kaypak domuz! Bir yol arıyordun işte sana fırsat, bana gelen yollar Şifa'dan geçer. Kızım vebalıymış gibi bulunduğu ortamdan kaçmaya çalışma. Onu tanı, kendini tanıt ve sevdir. Bende yüce kalbimin sana merhamet etmesine izin vereyim!"
Kaşlarını çatıp, dikkatle ona bakan adama daha sinirli bakışlar yolladı.
" Ve son olarak kendine bile isteye bir kez daha zarar verirsen Barbaros! Tanrı şahidim olsun sana aklına gelmeyecek kadar kötü şeyler yaparım. Sakın laflarımı göz ardı etme mazoşist pezevenk!"
Barbaros elektrik çarpmış gibi bir ürpertiye kapıldı giden kadının arkasından bakarken. Havai fişekler patlıyordu içinde. Çok çok uzun yıllar sonra boynundaki urgan gevşemiş de ilk kez derin nefes alıyormuş gibi ciğerleri patlayası bir havayla doldurdu içini.
Altın küresi biraz önce onu öyle güzel dövüp, tapılası bir güzellikle sevmişti ki utanmasa kırk ikisinin sonlarında olgun bir adam gibi değilde on yedisinde yeni yetme bir delikanlı gibi bağıra çağıra kahkaha atmak istiyordu. Bir şansla gelen yeni yaşamı içine çekti. Bu sefer başaracaktı. Geçmişin kara balçığı ayaklarında dursa da bir şekilde ama mutlaka başaracaktı.
Şifa için ondan istenileni şimdi çok daha güçlü bir halde göğüsleyecekti.
Şifa erken sayılabilcek bir saatte kalkmıştı. Kahvaltıyı kendi hazırlamak istedi ailesine. "Ailem" diye fısıldadı dudakları. Tek bir kelimenin kendine bu kadar iyi gelebileceğini hiç düşünmezdi. Kendine özenecekti bugün, güzel olmak istiyordu. Dizlerinin bir karış üzerinde yeşilli, lacivertli iri çiçekleri olan bordonun hakim olduğu pilili bir etek giydi. Eteğindeki bordonun tonunda kayık yaka bedenini saran bir bluz giyip eteğin içine vermeye karar verdi. Bacaklarındaki açıklık mevsim için hala çok fazlaydı o yüzden ince siyah çoraplar daha uygun olacaktı. Hafif bir makyaj yaptı, saçlarının yarısını yukardan küçük bir topuz yaptı, açık kalan kısımları maşayla dalgalandırınca hazırdı.
Mutfağa indiğinde Veronica'nın da erkenci olduğunu fark etti. Dün onları gördüğü pozisyon aklına düşünce yanaklarının ısındığını hissetti. Azıcık Veronica kadar arsız olsa bu durumu kullanır, eğlenirdi ama bu Allah'ın ayarsızı kesin bel altı vurup kendine saplardı o okları. Yine de üzerine oynamayacağı anlamına gelmiyordu bu.
"Ben dün geceden sonra kendine bir süre gelemezsin diyordum ama kalkıp kahvaltı bile hazırlamaya başlamışsın Veronica."
Kadın duyduğu sesle bir an sıçrar gibi oldu. Sadece başını Şifaya çevirerek gözlerini kıstı. Ne ima ediyordu bu küçük tarla sıçanı? Niye kendine gelemeyecekmiş ki o? Altı üstü bir öpücüktü yani. Ne yani Veronica gibi bir kadın bir kaç saniyelik öpücükle gece uykusunu mu telef edecekti bir de? Boş bulunduğunu fark edemedi bile.
"Sen beni küçümsedin mi minik sırtlan, bir öpücükle mala bağlayacak değilim! Ama o salak kendine gelememiştir, sen onun için endişelen bence!"
Şifa gözlerini ayırarak kadına baktı. Bu kadın, şeytana bile kendi pabucunu yüz misli fiyata satacak kadar kurnaz biriyken Barbaros'u öptü diye ne hale gelmişti böyle? Karnını tuta tuta gülmeye başladığında bile kadın saflığına ayılamadı.
"Şifa, minik sırtlanım deli mi dürttü diyeceğim ama Alparslan'la o aşamaya da gelmediniz ne hönkürüyorsun?"
Cümlesi biterken farkına vardı yaptığının. Elini alnına sertçe çarptı. Bu kız adamı vakumladığını nerden bilecekti acaba? Kendi ayağına sıkmak böyle bir şeymiş öğrenmiş oldu.
Şifa kahkahalarını durdurabilse yüzü saçlarıyla aynı renge dönen kadına çok hoş methiyeler dizebilirdi, karnına kramplar giriyordu artık. Kendini frenleyebildiği anda "iyiki çok kızgınsın adama kızıl yelloz yoksa teyze olmam çok yakınmış" diye Veronicayı kışkırtmaya başladı.
"Sus! Tek kelime söyleme bak fena olur! Giderim o kara çocuğa Şifa kirli t-şörtlerini kokluyor derim."
Şifa bön bön bu söylenene baktı.
"Kızıl manyak, ben öyle bir şey yapmadım niye yalan söylüyorsun?"
Veronica ise yüzünde sinsi, üroertici bir sırıtışla Şifaya göz kırptı.
"Yalan olduğunu ikimiz biliyoruz bebeğim, kara zibidi bunu duyunca çok mutlu olacak."
Şifa ilk bir geri adım atacak oldu ama sonra kendi elinin daha dolu olduğunu hatırlayıp omuzlarını dikleştirdi. Kollarını brbirine dolayıp, Veronicaya küçümseyici bir bakış attı.
"Söyle söyle bende masada Barbaros'a yaptığın bademcik ameliyatını anlatırım, oda mutlu olsun yazık."
"Yazıklar olsun sana, tehtid ha sen böyle değildin o kara porsuk yaptı seni böyle."
Şifa geçip ada tezgahtaki sandalyeye oturunca Veronica da kendine yaklaştı.
"Her cümlede laf sokma Alparslan'a. Hem onu bırak da anlat yorma beni. En son öldürmek istiyordun, ne ara öpüşme olarak fikrin değişti. "
Veronica umursamazca manikürlerini kontrol ederken omuzlarını silkti.
"Kalbimin hayvan severliğine kayıtsız kalamadım. Hem öyle dertli baykuş gibi dolaşmasın ortada. Yaptıklarının ceremesini çeksin. Sürünecek o Barbaros, bende Veronica'ysam paspas yapacağım ondan."
"Allah yardım etsin o zaman, yazık olacak garibana. Tövbeler olsun günah kefareti gibi kadınsın. Öde öde bitmez. Yine de amcam olduğu için bir miktar tolerans tanırsın diye umuyorum."
Şifa hem konuşup hemde yanına yaklaşıp sırnaştıkça omzuyla omzunu dürtmüş, kaşlarını aşağı yukarı oynatmıştı. Veronica biraz daha bu şapşal hareketlerini sürdürürse yüzündeki tüm ciddiyeti kaybedip kahkahalarla güleceğini biliyordu.
"Yaşlılar gibi tüm akrabalık kartlarını kullanma hevesin kurt kafesine düştükten sonra mı oldu, yoksa önceden de var mıydı?"
Şifa alttan alta Alparslan iması yapılmıyormuş gibi duymazdan geldi.
"Anlatsana kızıl fıstığım nasıldı?"
Kızın neyi sorduğunu tabiki anlamıştı ama o kadar da değildi canım. Şimdi erimiş tereyağına döndüm, on dokuzum da çırpınan kuş dün uçmaya başladı nasıl desindi? Ama deliren kalbi uyutmamıştı onu. Korku vardı içinde, hata yapıyor olma ihtimali bile sarsıyordu ama Barbaros'a kanmak için bekleyen yanı düğün, dernek kurmuştu bile ruhunda.
Eline fırın eldivenini geçirip süresi dolduğu için ses çıkaran fırına yöneldi. Kahvaltı için hazırladığı poğaçalar oldukça iştah açıcı görünüyordu. Elindekini ada tezgaha bırakıp genç kıza döndü.
"Kahvaltıda herkes olacak, o yüzden şekerim bakmayı bırak ve yardım et. Sana tabiki Barbarosu attan düşmüşe çevirdiğimi ankatnayacağım."
Şifa tatlı bir kıkırtıyla kadının dediği yaparken onu izlemeden de duramıyordu. Farklıydı Veronica, sözlere dökecek birşey bulamasa da farklıydı. Umut çiçekkeri ekildiğine göre o gözlere, baharı da çok yakındı.
Kahvaltı masası hazırlanırken Hakan da aşağı iniyordu. Masaya bakıp bir ıslık çaldı.
"Küçük Dua, kızım sen yemekten anlar mıydın?"
Şifa kaşlarını çatarak "hakaret kabul ederim" dedi. Adam masada ki yerine oturup çatalını ortada özenle dizilmiş böreklere saplamayı planlamıştı. Eline inen şaplakla geri çekmek zorunda kaldı. Veronica onaylamaz bakışlarını mızrak gibi üzerine saplamıştı bile.
"Yemek adabı kazma herif, herkes gelsin bekle bir zahmet."
Kapının sesi cevap vermek için açılan ağzını kapattı Hakan'ın. Şifa'nın mutfaktan fırlayıp kapıyı açmaya gittiğini görmek ikisini de güldürmüştü. Kapıdan içeri giren üç adam direk masaya yönelmişlerdi. Şahin'in onların yanına ne zaman gittiğini hiç biri bilmiyordu. Ama yüzlerine bakan herkes hoşlarına gitmeyecek şeyler duyacaklarını anlardı.
Masada ki sessizlik can sıkıcı olmaya başlamıştı. Üstelik Veronica karşısına yerleşen, ona bakmaktan biraz olsun vazgeçmeyen Barbaros'la daha da gerilmeye başlamıştı.
" Ne olduğunu söyleyin artık, bastılar bana. Ayrıca Barbaros çek şu gözlerini üstümden ben çatalı saplamadan!"
Masada olan çatal sesleri bile anlık kesildi. Adını yüksek sesle söylemişti. Veronicanın, Barbarosla direkt olarak kurduğu muhabbet bir şeylerin artık daha farklı olduğunu herkese ilan etmişti. Duhan soru sorar gibi Barbarosun gözlerine baktı ilk. Anlık kaşlarını hafif kaldırışı cevap oldu Duhana. Sonra Veronicanın kimseyi umursamıyormuş gibi ekmeğine krem peynir sürüşünü izledi. Yamuk bir gülümsemeyle tabağına bakmaya başladı. Kızılın güzelliği gözünü kamaştırıyordu.
Duhan ise gündemlerini artık söylemek için boğazını bir kaç kez temizleyip, peçeteyi dudak kenarlarına sürttü.
"Günlükler geldi, Gökay Turan ensemde boza pişiriyor, mühendisi en fazla dört gün içinde alıp birliğe teslim etmemiz lazım. Bununla beraber bir kaç sorun daha var. Daha sayayım mı kızıl?"
Veronica dümdüz gözlerine bakarak konuşan adama kaşları kalkmış, dudağı büzülmüş bir mimikle baktı sadece.
"Ay çok sıkıcıymış, iyi ki bu işler için seçilen zavallı sensin Duhan. Tanrı korusun ya böyle angaryaları biz düzenleseydik?"
Duhan konuşacakken Hakanın sesiyle durmak zorunda kaldı.
"Hop hop durun bir dakika! Günlükler geldi ve Şahin bey bana söylemedi öyle mi? Sen mavişinden bir şey saklarmıydın zırzop?"
"Ulan kaynak yapmasana araya, adam önemli bir şey anlatıyor şurada. Adam boza pişiriliyor ensende diyor mesele sana söylemememiz mi?"
Ortamda konuşan sayısı çoğaldıkça sesler de bir birine karışıyordu. Kimin ne anlattığı, neye kızdığını anlayamadı Şifa.
"Ne günlüklerinden bahsediyorsun Duhan?"
Adam sıkıntılı bir soluk çekti içine.
"Kahvaltıdan sonra konuşalım seninle, artık ayrıntılı bir şekilde harita çıkarmamız lazım. Yolu sen bulacaksın bize."
Şifa, Duhanın bu üstü kapalı anlatımından bir şey anlamamıştı. Bakışları karşısındaki Alparslan'a kaydığında onun da kendini izlediğini fark etti. Endişeli görünüyordu. Kendini biraz zorlayarak adamın içine sızmaya çalıştı. Gözlerini bir an bile kırpmadan zift kadar kara irislerde tuttu. Şakaklarındaki uyuşma hissiyle gözleri daha da yoğunlaştı Alparslanın.
Alparslan gerçekten endişeliydi, sıkışmışlık hissi ruhuna dolanıyordu. Beynin de çınlayan sesler onu zorlasa da biraz daha burada durmak ne olduğunu anlamak istiyordu. Birden ses kesildi "yapma" diyen berrak sesi zihnine aktı. Şifa yakalanmanın verdiği bir utanca gömüldü. Gözleri hemen çekilmiş, saklanmak ister gibi tabağına düşmüştü. Adama bakamıyordu şimdi, resmen zihnine sızarken enselenmişti.
"Bana bak peri" diyen ses yine yankılandı. Daha öncekilerde zihninde yankılanan ses ağrı gibi his verirdi. Şimdi ise okşama kadar naifti. Alparslan bu işi ilerletirken Şifa tek kelimelik cümleler bile kuramayışına sinir olmaya başladı. Başını kaldırıp adama baktığında sinsi bir sırıtış gördü yüzünde. Alparslan onu kitap gibi okurken kendi saf saf oyunlar oynuyordu.
Kahvaltıdan sonra Alparlan'la beraber Duhan'ın çalışma odasına çıkıyorlardı. Sebebini bilmediği bir tedirginlik vardı üzerinde. Birden parmaklarına dolanan parmaklarla yanında ki adama döndü. Merdiven başında öylece kalmışlardı. Yüzünde santim santim gözlerinin dolaşmasını beklerken avuç içleri terlemeye başladı.
"Ne olursa olsun seni koruyacağımı biliyorsun değil mi peri?"
Bu soru şimdi neden soruldu zerre anlamadı Şifa. Alparslanın kararlılık akan her bir çizgisi cevap gibiydi de zaten.
Şifa sadece başını sallamakla yetindi. Alparslan biraz daha yaklaşarak saçlarının uçlarını okşamaya başlamıştı.
"Kendini bulman gerek perim, kör bir kuyudasın biliyorum ama kendin çıkman gerek. Sana yemin olsun o kuyunun başında sen çıkana kadar bekleyeceğim. Güneş, karanlığa alışan gözlerini yakmasın diye her zaman gölgemde tutacağım seni. Biz biriz Şifa. Tekiz! Sen ve ben sadece bir bağın esiri değiliz. Seni buldum. Bana kapını araladığın ilk anda seni buldum. Hep bulurum. O yüzden Duhanı dikkatle dinle ama gözlerin hep bende olsun."
Şifa karşısında ruhunu avuçlarına esir eden adamı dinlerken tüm içini saran sıkıntılardan uzaklaştığını hissetti. Yavaşça yaklaşıp alnına değen sakalları daha çok hissetmeye çalıştı. Adem elmasına bakmak çok farklı şeyler hissettiriyordu ona. Dayanamadı, dudaklarını adamın boynuna bir güç simgesi gibi kondurulmuş adem elmasına bastırdı. Bunu nasıl yaptığı hakkında zerre fikri yoktu ama Alparslanda öyle bir şey vardı ki her bir zerresi Şifayı kendine çağırıyordu.
Alparslan kaskatı kesildi ilk önce. El kadar kız, küçük bir temasla ne hale çeviriyordu dağ gibi adamı. Boğazına düğüm oldu Şifanın minik busesi, yutmak ölüm gibiydi. İçinden akıp, ayaklarından çıkan titreme sonrasında derin bir nefes aldı.
"Kızım habersiz yapma şöyle şeyler. Dizlerim titriyor ulan. Oyuncak edecek parmak kadar kız beni elinde!"
Alparslanın hayıflanır gibi dökülen sözlerine kıkırdadı. Başının kolu tarafından sarmalanıp, göğsüne bastırılışıyla ise tıpkı Alparslanın dediği gibi bir titreme geçit bedeninden. Hem kendi duyguları, hem Alparslandan ona yansıyanlar çok şiddetli hissettiriyordu her şeyi.
Bir de yüksek sesle söyleyemese de çok hoşuna gidiyordu Alparslan'ın içinden geçeni saklamadan ona sunması. Özellikle başkalarına olan mesafeli tutumunu gördükçe özel olduğunu hissettiren bu halleri onu acayip etkiliyordu.
Kapıyı iki kere tıklatıp içeri girmişlerdi. Duhan projeksiyonu ayarlıyordu. İkiliye sadece bakıp işine geri döndü. Karşılıklı koltuklara oturup adamın işinin bitmesini beklediler. Duhan masasına geçip oturunca gözlerini Şifa'ya dikti. Merakla ona bakan, ne söyleyecekse tek bir kelimesini kaçırmak istemeyen kızın gözlerine olabilecek en cidd ifadesiyle karşılık verdi.
"İçinde bir pınar saklıyorsun. Sonsuz, hastalıklardan arınmış, yaşlanma etkilerini sıfırlayan bir pınar. Ama ona nasıl ulaşırız, nasıl kullanırız daha da önemlisi onu istediğimizde nasıl etkisiz hale getiririz bilmiyoruz kızım. Bu konuda sadece sana güvenebiliriz. Doktorun bu bilgilerin tamamını sen daha doğmadan beynine sakladığını biliyoruz. Ama o sandığa ulaşamayalım diye kilidi vurup çıktığı da ortada. Şifa artık anahtarını bul! O sandığı açmalıyız, sana çok ihtiyacımız var."
Adamın nefes almadan anlattıkları aslında çok sarsıcı şeylerdi. Şifa neyi nereden bulacaktı, bunları bilmiyordu ki. Ama geçmişte Duhan'a yaptıklarını da çok iyi hatırlıyordu artık. Bu kilit lafı aralarında bir kaç kez konuşulmuştu ama bir benzetme sanmıştı o. Hatıralarına, aklına ve içine saklanan sırlara ulaşmak için beyninin hakimiyetini eline alması gerekiyordu. Lakin burda da büyük bir sıkıntı vardı. Dile dökemese de zihnide prangalıydı.
Bunları konuşsa sadece Alparslanla konuşabilirdi belki de. Ama şimdi dikkatini çeken çok başka bir detay daha vardı. Kaşlarını hafif çattı.
"Peki neden şimdi? Bir kaç yıl önce değil, bir kaç yıl sonra değil neden şimdi Duhan?"
Adam iki eliyle yüzünü sertçe sıvazladı. Kızda haklıydı, yüzme bilmeyene dal şu sulara diyorlardı. Belki de açık açık konuşması gerekiyordu. Şüphe sinsi bir yılandı, ne zaman sokacağı asla belli olmazdı ve birliğe yeminli her mürit, bilirdi ki şüpheye aralarında asla yer yoktu.
Duhan ve Barbaros göz göze geldiklerinde Barbaros başını onay verir gibi eğdi.
"Sen daha doğmadan ihanete uğradık. Katolikler seni biliyorlar ve delirmiş gibi dünyanın her yerinde seni arıyorlar. Bunu duyurmamak için ellerinden geleni yapsalar da..."
Duhan tekrar Barbarosa baktı. Şifa ise katoliklerle ne alakası olduğunu çözemedi.
"Ama neden?"
Bu cevap Barbarostan geldi.
"Papa için! Papa hasta ama katolikler yeni bir papa istemiyor. Amaçlarına hizmet eden belki de tek papa o ve onu kaybetmeyi göze alamazlar."
"Amaçları mı? Duhan?"
"Orta çağ kiliselerini canlandırmak istiyorlar Şifa. Kilisenin halk iradesi üzerinde tekrar söz sahibi olmasını istiyorlar. Ama bunun için çok çok güçlü bir şey olması lazım ellerinde. Ve bir şekilde... Projeyi biliyorlar, nihayete erdiğinden eminler. Havari Petrus'un papanın bedeninde tekrar doğduğunu ve artık ölümsüz olduğunu ilan ederlerse emin ol Ortadokslar bile tek bir çatı altında toplanmayı kabul edeceklerdir. Dünyaya ölümsüz bir Papa olduğu ilan edildiğinde ateistler, deistler belki budistler bile onların bayrağı altına girecek!"
Şifa duyduklarıyla balyoz yemiş gibi hissetti. Bu bir felaket olurdu. Dünya için akıl almaz bir kaos ve vahşet planları yapılıyordu ve bunu tam da kendi içinde saklanan şeyin varlığı sağlayacaktı. Bedeni şiddetli bir titreme dalgasıyla sarsıldı. Oturduğu yerden ateşe değmiş gibi kalktı. Ona yakışmayan bir kızgınlık ve yüksek sesle ellerini saçlarına daldırdı.
"Siz delirdiniz mi? Ne diyorsun sen? Böyle bir şey için yıllarca çabaladınız mı bir de? Benim varlığım bile tehlike, ne yapmaya çalışıyorsunuz siz? Bana bir şekilde ulaşırlarsa... Aman Allahım! Amaçlarını gerçekleştirirler Duhan!"
Odanın içerisinde bir sağa bir sola adımlıyor, yumruklarını sıkıp açıyordu.
"Allah'ım, onları desteklemeyen herkesi yaktılar! Kilise karşıtı herkes çocuklar dahil herkesin gözü önünde yakıldı! Şimdi tekrar bunun için mi uğraşıyorlar!"
" Dinler her dönemde ve her millette kullanılmaya en yakın olgudur Şifa. Bunları biliyoruz kızım işte bu yüzden seni korumak için binlerce kişi dünyanın her yerine konuşlanıp bekliyor."
Şifa dehşetle parlayan yeşillerini odadaki herkes de gezdirdi. En son Alparslanda durdu bakışları.
"Siz aptal mısınız? Böyle bir risk... Buna izin vermezsiniz! Bu içimdeki şeyi yok etmelisiniz biran önce! "
Duhan başını iki yana salladı.
"Bu bizim yapabileceğimiz bir şey değil Şifa. Doktor içindeki devadan bahsederken her hücrenle bağlı olacağını da belirtti. Senin yaşamanla yaşıyor. Senin nefes almandan besleniyor."
Şifa öfkeki gözlerini Dıhandan ayırmadan dişkerini sıktı.
"O zaman beni de yok etmeniz gerekecek Duhan. Katliam için kullanamayacak kimse beni!"
Şifanın cümlesi bitmeden Alparslan da ayaklanmıştı. Ne kadar kolay yok edilmekten bahsediyordu bu kız. Evire çevire dövesi geldi. İnsan yaşamından bir anda vazgeçer mi? Ne kadar da kolay ağzına alabiliyordu! Şifa yok olsa Alparslan yaşarmış gibi. Şifasız Alparslan dırabilşrmiş gibi. Daha da fenası Şifaya uzanan her eli Alparslan parçalamazmış gibi!
"Kes sesini! Ne demek yok olmak? Ağzından çıkanı kulağın duysun! "
Sesler yükselmeye başlamıştı. O sırada Veronica da teklifsizce daldı odaya. Masada oturan Duhan'a, ayakta bir birine sinirle bakan Alparslan ve Şifa 'ya baktı. Barbarosla göz göze geldiğinde başını iki yana sallaması, durumun kötü olduğunu anlamasına yetmişti.
"Anlatın bakalım kara kurdu kim ateş püskürten ejderhaya dönüştürdü?"
Alparslan hısla kadına çevirdi başını.
"Bu gerzek ifşa olmaktansa yok edilmesi gerektiğini söylüyor"dedi tükürürcesine.
Veronica gözlerini şaşkınlıkla açtı. İkili arasında dolaştı bakışları. Bunu diyeceğinfen neredeyse emindi üstelik. Onaylamaz bir ifadeyle başını sallayıp, Cık-cıklayan bir ses çıkardı.
"Zeki derler birde buna saf bu valla, ölü yatırım yapıyoruz biz."
Şifa bir şey söylemek istemedi ve yerine geçip oturdu. Nasıl olsa ne demek istediğini hiç biri anlamayacaktı. Ama Şifa tam da dediği gibi gelecek yüzyıllara yayılacak bir katliamın oyuncağı yada maşası olmayacaktı!
"O iş öyle olmuyor kızım. Adının hakkını ver şifana zehri bul, bizde onları avucumuzun içine hapis edelim."
Şifa inançla ona bakıp, konuşan adamın gözlerine kilitledi gözlerini.
"Duhan bunlar anlamıyor sen anla, amaçları korkunç bu şifa falan değil düpedüz zehir! Beni ellerine geçirirlerse, kim bilir kimler için de kullanılan kobaya dönerim. Amaçlarına ulaşırlarsa neler yapabilirler benden daha iyi biliyorsun."
Yine hırlamayı andıran bir ses çıkarmıştı Alparslan.
"Sana uzanan herkesi üst üste dizer öyle sikerim! O iş öyle kolay değil. Hepsinin evveliyatını sikerim acımam. Sende şöyle konuşup asabımı sikme!"
Adam bir cümlede ne kadar küfür kullanabilirse o kadar kullanmıştı. Ama sesindeki hırsı, siniri algılamak için dahi olmaya gerek yoktu.
"Vay canına, sakin ol kara aygır. Anladık ne kadar yetenekli olduğunu kızın önünde şov yapma."
Durum ciddi olmasaydı Şifa kadının sözleriyle bozguna uğrayan adama bakıp bakıp gülebilirdi. Alparslan Veronica'ya farklı bir evrenin canlısı gibi bakıyordu. Gerçekten bu kadının nasıl bir iç dünyası vardı anlayamayacaktı asla.
"Bebeğim bu üç moron sana konuyu hiç olmadığı şekilde anlatmış. Durum şu ki eğer mucizenin zehiri de elimizde olursa önümüzde diz çökmeyecek kimse kalmaz. Düşünsene bununla onları nelere mecbur bırakabiliriz. Ne kadar çok günahsızın üstünden pis tırnaklarını çekeriz. O şeref yoksunları on yıl daha fazla yaşamak için çocuklarının bile kanını içerler. Şu an panikle mantıklı düşünemiyorsun ama eli güçlü olan biziz. Şifa bizde bebeğim."
Gerçekten böyle bakılınca oldukça mantıklıydı. Kim ona sonsuz bir yaşam sunanı reddederdi ki? İstenilen herşeyi altın tepside önlerine sunarlardı.
Şifa alt dudağını dişiyle kısturup, süşünmeye başladı.
"Zehiri hangi aşamada kullanacağız, tabi böyle bir şey varsa?"
Ayağa kalkıp kızın önünde diz çöken Duhan ellerini sıkı sıkı kavradı. Güven veren o tebessümü yine dudak kenarında yeşermişti.
"Tasmaları bizde olacak, o tasmadan kurtulmak istedikleri ilk anda da güvendikleri o sonsuz yaşam avuçlarından kayıp gidecek. Doktor hata yapmaz Şifa. "
"Ben nasıl bulacağım Duhan? Saf saf dinlemenin ötesine geçemiyorum bile. Dediğiniz bir çok şeyi zihnimde nereye oturtacağım onu bile bilmiyorum. Ya içimde saklı o şeyin bile ne olduğunu bilip, yerini bulamıyorum ben daha. Şimdi zehir diyorsunuz!"
Duhan Şifanın serzenişini hiç duymamış gibi sağ eliyle dudağının kenarındaki minik beni küçük küçük okşadı. Eli bebek sever gibi yanağında gezdi. Çömeldiği yerden kalkarken kaşının kenarına minik bir buse bırakıp masasına doğru yöneldi.
Duhan projeksiyona ait kumandayla görüntünün ekrana düşmesini sağladı. Bu bir fotoğraftı. İnce ince işlenmiş bakanı hayran bırakan ve Şifa'nın çok iyi bildiği özenli bir çizim.
Şifa oturduğu yerden ayaklanıp, ellerini ağzına kapattığında odadan çıt sesi bile çıkmıyordu. Genç kız şok olmuş gözlerle bir fotoğrafa birde odada nefes almadan onu izleyen insanlara baktı.
"Bu nasıl olur?"
Duhanın dudağındaki o kendinden emin gülümseme Alparslanda da şekillendi. Gözleri bir an bile yüzünden ayrılmıyordu. Kapıldığı girdapta zihni Alparslanın sesiyle okşandı.
"Sen yaşam pınarısın, bense o pınarın koruyucusu..."
Birbirlerine bağlandıkları andan Duhanın sesi çekip aldı Şifayı.
"Sana söylemiştim kızım. Doktor şifayı da zehiride beynine sakladı. Senin her bir hücreni ilmekleyerek işledi. O ilmekleri günlük olarak sana bıraktı. Şimdi doktorun günlüklerine işlediği ceduceusa iyi bak! Senin kulübendekilerden bir fark görebiliyor musun? Bu bize bırakılan yön belirleyicilerinin ilki. Diğerlerini de gördüğünde çok daha emin olacaksın içindekinin sana verdiği güçten. Ama ilk olarak bir kılıca iki yılanı dolamayı, bunları kağıda dökmeyi sana kim söyledi Şifa? Bunu düşün..."
|
0% |