Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Köz Kızılıyla Perçinlenen Hasret

@orenda

 

 

 

 

Özlemeyi hiç sevmiyorum😔 Şifa ve ben çok özledik sizi. Umarım burdasınızdır❤️‍🩹

 

Bu bölüm doğum günü olan bir kuşa ithaf ediliyor. Kutpyldzio çok güzel yaşların olsun balım. İyiki doğdun💙

 

 

 

 

 

 

İyice ortalık sosyete pazarına dönmüştü artık. Yuva dedikleri sığınak bildiğin yol geçen hanıydı.

 

Veronica parmaklarıyla şakaklarına baskı uygulayarak etrafı süzdü. Kurt dedikleri çakal, kendince minik kızını hain bir duygusal pusuya düşürüp nikah kıymıştı. Veronica tabiki dini nikahın müslümanlar için önemini anlayabiliyordu. Kendi dindar biri sayılmazdı ama Hristiyan olarak doğmuş biri olarak papazın kutsamasıyla kıyılan nikahlarının da kendi dininin inananları tarafından çok özel bir yerde olduğunu bilirdi.

 

Gözü etraftakilerde dolaştı.

Başına bir de ne yapacağı belli olmayan, ayarsız çokca da sinir bozucu Umay çıkmıştı. Kadın kaostan beslenen bir şeytandı, bu inkar edilemez bir gerçekti. Durum kritiği yapamıyordu şu anda.

 

Daha daha ve daha büyük sorun ise bunları üstüne yıkacağı bir Duhan yoktu ortalarda.

 

Alparslan'ın hakkı olanı avuçlarına bırakırdı, bundan kuşkusu yoktu. Ama ayarsız Umay'ın zehirli dilini ne yapardı şu an için kestiremiyordu.

 

Onlar, yıllardır Şifayı beyinsel fonksiyonlarının kaldıramayacağı her türlü gerçekten uzak tutarak korumayı başarmışlardı. Şimdi olur olmadık bir anda onu geçmiş ve gelecek arasına sıçratan bir bilgi, nasıl etkiler emin olamıyorlardı.

 

"Herkes geçsin otursun. Bir süre de kimse konuşmasın!"

 

Umay suratına sinir buzucu bir sırıtış ekleyip geçip koltuklara kuruldu. Kesinlikle tavırları bir misafire yakışmayacak kadar rahattı. Veronica sağ gözünün pıt pıt attığını, kızıl saçlarının havaya uçuştuğunu hissetti.

 

Onun alabilmek için bir taraflarını yırttığı, dünyada sadece üç kişi için özel tasarlanmış kristal orta sehpasına kadın ayaklarını uzatmıştı. Silinmesi için özel üretilmiş temizleyiciler aldığı sehpasına!

 

Çığlığı andırır bir sesle "İndir o toynaklarını Alita" diye bağırdı. Sesle sıçdayan kadın hızla emire itaat etmişti. Bu refleks sonucu ortaya çıkmış bir eylemdi aslında. Ama kızıl kadınla göz göze gelince inatlaşmamanın akıllıca olacağını düşündü.

 

"Çok agresifsin bugün, yanlış zamanda geldik sanırım."

 

Veronica ters bir bakış atıp Şahine çevirdi yüzünü.

 

"Şahin ne işiniz var burada? Bize bilgi verilmedi."

 

Şahin omuzlarını silkip, karşıdaki berjere yerleşti. Bu kez Umaya ters bakışları yollayan Şahindi.

 

"Vero valla bende anlamadım ki. Ne umarken ne buldum yahu. Bir süre yurt dışına çıkışı yasaklandı. Soruşturması bitene kadar gözümüzün önünde olsun dedi Başkan."

 

"Düşünebiliyor musun Veronica, resmen hakarete uğruyorum. Azıcık Sırbistan'ı karıştırdım ve altından başka bir şey çıkar mı diye araştırma ekibi kurdular. Kırılan kalbimi hiç umursamadılar."

 

Kadın ajitasyonunu şeytani bir sırıtma ve yukarı aşağı dans eden kaşlarla bitirmişti. Bu durumdan zevk aldığı öylesine belliydi ki Şifa "daha ne kadar manyak olabilir?" demeden edemiyordu.

 

"Alita, Maceristan'da başkansın ama burada değil. Benim evimde kraliçe benim! O yüzden bir süre kır dizini otur. Senden önce çok daha büyük bir problemim var çünkü benim!!!"

 

Mavi gözlerinde haylaz pırıltılar olan kadın ağzına fermuar çekiyormuş gibi yapıp tebessüm etti. Veronicanın bağırtısı tüm salona yayılmıştı çünkü.

 

Veronica tekrar Şifaya döndü yüzünü. Emin olması gerekiyordu. Duhan gibi biriyle ters düşemeyecek kadar canına düşkündü Veronica.

 

"Şimdi bebek falan yok, bu konu da eminiz değil mi?"

 

Şifa bu kadar insanın içerisinde böylesi mahrem bir soru yüzünden bile Veronica'yı öldürebilirdi. Aptal Alparslan da pis pis sırıtarak kadının böyle düşünmesi için elinden geleni yapıyordu üstelik.

 

"Saçmalama artık kızıl şeytan, tabiki öyle bir şey yok! Bu konuyu kapat artık! Ve bana böyle şeyler sorma!"

 

Şifanın öfkelenmesini düşünemeyecek kadar rahatlamıştı. Başını geriye atıp tuttuğu soluğu bıraktı.

 

"Tanrım şükürler olsun. Bu genç yaşımda bir Z kuşağı ferdine hazır değildim. E niye nikah yaptınız o zaman?"

 

Alparslan bu kadar eğlencenin yettiğine karar vermiş olacak ki yüzü kırmızı mı mor mu belli olmayan Şifa'yı elinden tutup çekiştirmeye başladı. Merdivenleri çıkarken de kızıla son sözlerini söylemenin derdindeydi.

 

"Kızı kaptım mı kaptım Veronica. Hatice'leri bırak neticelerle uğraş. Yorgunuz biz, karımla dinleneceğiz. Eğlence bitti, dağılabilirsiniz!"

 

Arkasında tekrar sinir krizlerine tutulan kadını hiç umursamadı. Adımlarını malikanenin en üst katına, Şifa'nın odasına yönlendirdi. Şifa kendisini çekiştiren adama iyice ayar olmaya başlamıştı.

 

Pislik resmen şov yapıp, ona fikrini sormadan evlendiklerini açıklamıştı. Odanın kapısına gelince adımlarını duraklatıp Alparslana baktı.

 

"Haklısın Alparslan yol yordu beni, bir de aşağıda gebeliğim herkesin içinde sorgulandı ya biraz gerildim sanırım. Uyuyayım kendime gelirim ama."

 

Alparslan gevşek bir sırıtışla Şifanın bal rengi saçlarını kulağının ardına sıkıştırdı.

 

"Doğru diyorsun bebeğim, dinlenelim."

 

Kapıyı açan Şifa içeri adım atmaya çalışan adamı göğsünden itip dışarıda kalmasını sağladı. Hızla kapıyı kapatıp, kilidi de çevirmişti.

 

"Git odanda dinlen Alparslan! Beni o kızılın kucağına atarken ne kadar büyük bir aptal olduğunu sorgula. Bende kazma kocamın bana attığı kazığı hazmedeyim."

 

Asla böyle bir hamle beklemediği için kapı dışarı kalışıyla şoka girmişti Alparslan. Ağzı aralnıp geri kapandı

Kapı kolunu indirip kaldırdı ama sonuç alamadı.

 

"Şifa... Güzel perim, bu biraz fazla değil mi? Tamam sen biraz sinirlendin ama hallederim ben o siniri. Lan yeni evlendik ben niye yalnız yatıyorum?"

 

"Buda sana ders olsun kurtcuk. Karını yılanların önüne atarken bir kaç milyon kez düşünürsün bir daha!"

 

Alparslan kızın git gide yükselen sesinden kararlı oluşunu anlamıştı ama savaş meydanını da öyle kolay terk etmek yakışmazdı ona. Duygusal mı gitseydi olayın üzerine acaba?

 

"Perim, ama ben seninle sarılmazsam nasıl uyurum? Bak kaç gündür en fazla iki saat yumdum gözlerimi. Kıyma, yaptım bir eşeklik. Sırtım da çok ağrıyor güzelim. Biraz ovalarsan nasıl deva olur o güzel, narin, ince parmakların."

 

"Böyle devam et Alparslan, bende cezanın gününü uzatayım."

 

Alparslanın kaşları kademe kademe çatılmaya başladı. Resmen odaya almıyordu.

 

"Lan çocuk gibi ceza mı kesiyorsun gün gün? "

 

"Ah görüyorsun ya çocuk gibi bir adamla evli olmak ne kadar zor. Ama üzme kendini kurtçuk, eğitiminle bizzat ilgileneceğim. Hadi işgal etme kapımı. Duş alıp, ipek geceliğimi giymem ve uyumam lazım."

 

Alparslan bir süre daha kapıya sinirle baktı. Yeni evlendikleri gün odadan şutlanmıştı resmen. Ne planlar kurarken soğuk kasvetli yatağa atılmıştı. Taze karısı da sıcak sıcak duşunu alıp ipek geceliklerle uyuyacaktı.

 

İpek gecelik, yumuşak, ince olan ipek gecelik. Bu kız bunu niye söylemişti şimdi kendine ki?

 

Allah da o Veronica'yla uğraşan dilinin belasını versindi. Manipülasyon yeteneğiyle övünürdü birde. Manipülenin anasını yemişti biraz önce. Kız bile isteye ayrıntı verip, uykuyu zehir etmişti resmen ona. Ulan Şifa'ya sarılıp yatacaktı az dilini tutsa. İpek gecelik giyen Şifa'ya.

 

Eliyle alnına sert bir şaplak attı. "Oğlum sen ne bulaşıyorsun kadınlarla didişme işlerine. Git şerefsiz avla, mühimmatlarını patlat, arşivlerine gir önemli bilgileri el altı et. Sen ne karışıyorsun göt herif?"

 

Şifa adamın hırsla söylenmelerini duyuyor, dudaklarını ısırarak kahkaha atmasını engelliyordu. Biraz süründürse iyi olacaktı, yoksa bu ayarsız Duhan'la konuşmadan da aynı boku yiyebilirdi. O yüzden önden küçük bir tehdidin hiç bir zararı olmazdı.

 

Bir süre ses gelmediğinde gittiğini düşünüp Alparslana söylediği gibi gidip bir gecelik geçirdi üzerine. Dediği gibi uyumak için yatağında olmayacaktı. Bedeninde bir halsizlik baş göstermeye başlamıştı. Bütün geceyi arınmada geçirmesi lazımdı. Saçlarını topladığında kapı tekrar tıkladı.

 

"Şifa?"

 

Alparslanın sesiyle gözlerini devirdi. Asla pes etmiyordu.

 

"Şifa diyorum! Uyuyamazsın yatakta falan. Arınmaya iniyoruz hadi."

 

Şifa küçük adımlarla ilerleyip kapı kilidini çevirdi. Açılan kapıyla Alparlsanın da üzerini değiştiğini fark etti. Onu süzdüğü gibi karşısındaki adamın da gözleri bedeninde dolaşıyordu. İnce askıları olan siyah geceliğine yutkunarak bakışı yüzünü yakmaya başlamıştı.

 

"Şimdi inecektim ben de. Gidip uyu Alparslan. Geceyi kozada geçireceğim merak etme."

 

Zift karası gözleri tenindeki her açıklığı talan ediyordu sanki. Çıplak bacaklarında uzun uzun dolaştıkça saklanma dürtüsüyle doluyordu.

 

"Alparslan?"

 

Biran evvel bu bakışların kıskacından kurtulabilmek için adını seslendi.

Alparslanın dizlerindeki gözleri ağır ağır yüzüne doğru çıktı. Şifayı yutkunmaya itecek kadar derin bakıyordu yüzüne.

 

"Beraber inelim, başında duracağım."

 

"Ger-gerek yok. Hem seni rahatsız eder belki orası."

 

"Etmez! Sana iyi gelen hiç bir şey beni rahatsız edemez. Unuttun mu her zerremiz bağlı bizim."

 

Şifa söyleyecek bir şey bulamadığı için başını ağırca sallayıp geri odasına doğru yürüdü. Peşinden ilerleyen adamla aynalı duvarda gerekli kısma elini dokundurup, asansör kapılarının açılmasını sağladı. Sadece Şifa için tasarlanmış asansör çok da geniş değildi aksi gibi.

 

İkisinin varlığıyla daha bir daralmıştı sanki. Düzenli nefes almak, Alparslanın zerre çekinmeden izleyen bakışları altında iki bacağının üzerinde durmak hiç kolay değildi.

 

"Bakma artık şöyle..."

 

Sesi kendi kulağına bile zor ulaşmıştı. Alparslanın omzundaki ince askıya işaret parmağıyla dokunması tüm hücrelerini yaktı sanki.

 

"Elimde mi sanıyorsun?"

 

Çok emin, çok inançlı çıkan sesiyle Şifa gerçekten engel olmadığını ikna olabilirdi.

 

"Sana dokunacak kadar yakın olmak... Bugünün geleceğine dair inancım hiç bitmemişti ama şimdi..."

 

Duran asansör ve açılan kapıyla Şifa kendini hızla dışarı attı. Nefes alamıyordu. Alparslan ne zaman onunla bu ses tonunu kullanarak konuşsa nefes alması gerektiğini unutuyordu.

 

Ardından ilerleyen adamın gözleri sırtını yaksa da dik duruşunu korumaya çalıştı. Kozanın açılmasını sağladığında derin bir nefes aldı.

 

Şifayı her dokunuşuyla soluksuz bırakan, her kelimesiyle aklını bulandıran adama küçük bir sürprizi vardı.

 

"İyi geceler Alparslan...."

 

İki ince askıyı omuzlarından indirip, ipek geceliğin vücudun kayarak düşmesini sağladı. Ardından alınan keskin bir soluk dudaklarının kıvrılmasına neden olmuştu. Yüzünü ardına dönmeden bedenini kozaya yerleştirip camın kapanması için hazneye parmaklarını yerleştirdi.

 

Yavaş yavaş mavi ışının sardığı haznenin üzerine çöken karartıyla gözleri siyah gözlere saplı kaldı. Alparslanın uğultu şeklinde gelen sesi iyi uykular güzeller güzeli perim diye kulağına doldu. Dudaklarını hazneye yaslayıp, Şifanın alnına bıraktığı öpücüklerden birini bıraktı.

 

Alparslan geri geri çekilip, sırtını duvara yaslamış ve bedenini kaydırarak uyuyan güzelinin başında beklemeye başlamıştı.

 

Şifanın kalp ritminin ağırlaşması, nefes sayısının düzene girmesi uykuya daldığını gösteriyordu. Bedeni mavi ışınla kaplı olsa da orda oluşunu kıvrılmış bir dudakla izledi.

 

Onun perisi... Onun güzeli... Ve sonunda onun karısıydı. Uğruna ölecek, gerekirse yeryüzündeki herkesi öldürecek kadar bağlı olduğu karısı.

 

************

 

Şifa gözlerini kırpıştırarak araladığında bir kaç saniye nerede olduğunu anımsayamadı. Sonra geceyi kozasında geçirdiğini hatırladığında kaşları çatıldı. Elinin altındaki çarşafı sıkıştırıp, odasının tavanından ayırmadı gözlerini.

 

Alparslan süreç tamamlanınca onu kozasından çıkarıp, odasına taşımıştı demek ki. Günlerdir koşturan bedeni ne kadar yorgun düştüyse hiç birini anımsamıyordu. Eli çarşaftan sürünerek karnına kondu. Gece Alparslanın önünde sıyırıp çıkardığı gecelik üzerindeydi.

 

Yutkunmasını engelleyemedi. Onu giydirmişti. Gözleri kapandı. Ona dokunan parmaklarını hissedecekmiş gibi teninde bir arayışa girdi.

 

Alparslanı isteyen bedeninin yoğun arzusundan kurtulmayı planladığında ise odasının kapısı alacaklı gibi çalmaya başlamıştı. Bu evde bu kadar fütursuz hareket edecek tek bir kişi vardı, kim olduğunu düşünmek için hiç zaman harcamasına gerek kalmamıştı.

 

"Ne var kızıl şeytan? Sabah sabah neyini aldım da vermedim?"

 

Veronica kapının geriye doğru çarpmasını zerre umursamadan geçip kendini Şifanın yatağına attı.

 

"Çekil çekil çekil çabuk. Şu saate kadar insaniyetlik yapmışım, beklemişim hâlâ yaranamıyorum nanköre!"

 

Altın hareleri hinlik peşinde bir çocuk gibi parlıyordu. Dünkü sinirine ne olmuştu bunun? Şifa da yattığı yerden doğrulup, sırtını yatak başlığına yasladı.

 

"Akşam yetmedi bir de sabah mı haşat edeyim dedin?"

 

Veronica tek omzunu silkip, Kleopatra yatışıyla Şifayı süzdü.

 

"Ay yok şekerim. Dün üzerime düşeni yaptım. Olayı daha fazla büyütüp sinirlerimi geremem. Biliyorsun sinir insan cildine kırışıklık olarak dönüyor. Bil bakalım kırışıklık kelimesi bile kim de kusma isteği oluşturuyor?"

 

"Haklısın Azize Veronica, bu ince detayları hep kaçırıyorum."

 

Kızıl saçlarını dalgalandıracak kadar güçlü bir kahkaha atmıştı Veronica. Olanları öğrenmeli, detaylarda boğulmalı, beğenmediği kısımlarda kara serseriye küfür etmeliydi. Çok işi vardı daha çok.

 

"Hadi ballı kurabiyem, anlat bakalım neler oldu? Bu kara azman niyeti bozup nikahı nasıl kıydı? Gerçi Duhan da ona kıyacak ama önemli değil bu ayrıntı."

 

Şifa, Veronica'nın yanına kıvrılıp, tebessüm etmişti. Yüzünden o anlara tekrar döndüğü belliydi. Hâlâ gerçekliğini sorgulayan, kuşkucu yanına engel olamıyordu üstelik. Onlar bildiğin karı, kocaydı artık.

 

"Veronica, beni annesiyle yaşadığı yere götürdü. Beni görmeliydin, tam bir salaktım. Utanç duyardın kızıl."

 

Gözlerini iri iri açtı Veronica.

 

"Hiiii Balıkesire mi? Duhan asla ailesinden bahsetmiyor demişti. Ay çok heyecanlı, film izliyorum şu an. Devam et saftirik tosbağa."

 

"İstediği şeyi ben anlamadım biliyor musun? Öyle uzak bir ihtimaldi ki yani kafamda bu olasılık."

 

"Konuya gel konuya. O iblis neler söyledi de girdi kanına? Gerçi, umarım sadece kanına girmiştir."

 

Şifa elini hızla kızılın koluna vurdu. Pislik ve fesattı işte. Aklı normale çalışmazdı hiç. O burda rüya gibi bir gün anlatıyordu ama gördüğü karşılık tam bir trajediydi.

 

"Anlatmam valla. Düzgün dur."

 

"Ay tamam sustum devam et üzümlü kekim."

 

"Balıkesir'de doğmuş. Düşünebiliyor musun bunu ben yeni öğreniyorum? Çok güzelmiş evleri Veronica. Küçük ama çok tatlı, her şey olduğu gibi duruyor. O da dayım gibi, güzel olan şeylerin solup gitmesine izin vermiyor. Evini kendinden başkasına temizletmemiş hiç. Gidip kendi ilgileniyormuş. "

 

"Böyle böyle ayarttı zaten senin gibi soğuk nevaleyi. Manipüle onun göbek adı. Önceden pası hazırladı, oyunu yönetti, topu doksana çaktı tabi."

 

Şifa ters ters baktı.

 

"Susacak mısın? Sonra işte beni eşin olarak kabul et dedi. Ama öyle büyüleyiciydi ki kelimeleri hayır diye bir seçenek yoktu ortada."

 

"Şerefsiz nasıl da biliyor işi. Bu adam dağda, bayırda nerden öğrendiyse artık?

 

Şifa kadını hiç duymamış gibi devam etti. Bunları tekrar düşünmek, aslında gerçekliğine inanmak gibi bir şeydi. Yönünü değiştirip sırtını yatağa yasladı bu kezde. Gözleri o anları anımsamış gibi tavanda asılı kaldı.

 

"Hoca anne dediği birisi vardı. Onun oğluna götürdü beni. Görsen o kadar muhteşem insanlar ki. Beni yıllardır tanıyor gibi benimsediler. Nikahımızı kıydı Rıdavan Abi. Bana mehir ne verdi biliyor musun?"

 

"Mehir ne ayol, duymadım daha önce?"

 

"Bizde dini nikah kıyılırken kadının haklarını korumak için maddi bir şeyler verilir."

 

"Hmm mantıklı ve hoş bir detay. Yatların, katların, adacıkların mı var artık? Gerçi çok ihtiyacın varmış gibi. Sadece dayın olacak yamuk burundan kalanlarla bile on kuşak lüks hayat sürersiniz."

 

Şifa iç çekti. Çok daha değerli bir şeyi vardı artık.

 

"Öyle bir şey değil, annesinden kalan evi verdi Veronica. Çocukluğunu, sevdiği her şeyi verdi. Yemin ediyorum ağlayacaktım, dilimi ısırmaktan bitap düştüm."

 

Veronica yine -cık -cık sesleri çıkardı.

 

"Bu varya şeytanı dize getirir. Tanrım adamın aklı muazzam. Nasıl da sağlam döşüyor zemini. Ah gerizekalı Barbaros sende üzerine düşen kadını fırlatmayı becereme!"

 

Şifa hem gülüyor hem gözünden gelen yaşları siliyordu. Veronica her olayın faturasını Barbaros'a kesme işini fena benimsemişti anlaşılan. Zavallı adam ömrü cefa içinde geçmemiş gibi bir de bu deliyle uğraşmalıydı.

 

"O olayı anlatmadın bana. Bir ara duydum özür falan dilediğini ama bilmiyorum."

 

Veronicaya yine sinir bastığı için rahat pozisyonunu bozup, bağdaş kurarak oturdu yatağın ortasına.

 

"Tam bir gerizekalı! Ya bu embesil havaalanında ayağım burkuldu diyerek üstüne çullanan yosmayı, elinin tersiyle atmak yerine, bir şeyiniz var mı dedi! İnanabiliyor musun? Kadın ayağa kalkana kadar bu aptalın göğüs kaslarının haritasını çıkardı. Tanrı'nın cezası Hakan olmasaydı kaşar dolması yapacaktım."

 

Veronicanın hırsı Şifanın kahkaha atmasına neden oldu. Hatırladıkça bile bu hale geliyorsa olay anını düşünmek istemiyordu Şifa. Gözünün önüne gelen sahnelerle kahkahaları daha da şiddetleniyordu üstelik. Barbaros için yapılacak hiç bir şey yoktu. Allah'a, ona acıması için küçük bir dua gönderdi. Bacaklarını bir birine dolayarak oda yatakta oturur bir pozisyon aldı.

 

"Ama kızılım ne bilsin etrafta gezen fettanları? Adam ömrünü savaşmaya vermiş. Kadın olarak bir seni biliyor. Onda da ilk öpüp sonra ağzına çakıyorsun."

 

"Ben anlamam, salak olmasaymış."

 

"Öyle deme kızılım, entrika bilmiyor sadece. Zaten hiç bu işlerin adamı değil. Nasıl o kadar gözü kara olabiliyor anlamıyorum."

 

Veronicanın yüzüne kademe kademe bir hüzün çöktü.

 

"Değildi doğru..."

 

Veronica yatak başlığına sırtını yaslayıp, tavana bakmıştı. Hatırladıkları hem gülümsetiyor, hemde göz kenarından sızıntıya neden oluyordu. Şifa sadece anlatmasını istedi. Sessizce bekleyecek, kızıl bela içindeki zehiri azar azar atacaktı.

 

"Onu bugünde gördüğün adam sanma. Bambaşkaydı... Barbaros tam bir sanat tutkunudur. Tarih de en çok sevdiklerinden biri. Ama hayali dünya üzerindeki her müzeyi gezmekti. Benimle beraber..."

 

Kısılan sesi içini ürpertmeye yetmişti Şifanın. Ne çok hayal sadece hayal olarak kalmıştı. Müzeleri gezmek isteyen adam kucağında çocuk cesetleri taşımak zorunda kalmıştı. Tarih okumaktan hoşlanan adam, tarihe sıçrayacak kanların önüne siper olmuştu. Korkak değildi aslında Barbaros, sadece vicdan azabı boyunu aşınca nasıl davranması gerektiğini bilemeyecek bir adamdı.

 

Alparslan gibiydi aslında. Sevdiklerinin kaybından sonra iyiye olan umudunu yitirmiş, kendine iyi hissettirecek her şeyi haram kılmıştı. Duhan bir keresinde "Çok zorluyor, kaderle çok fazla oynuyor" demişti. Mayınların ortasında kalan çocuğu kimseyi beklemeden gidip aldığını ,anasının babasının gözden çıkardığı o çocuğu kurtarmak için canını zerre önemsemediğini öfkeyle anlatmıştı.

 

"Veronica, ona az iyi davransan..."

 

Şifanın merhamet yüklü sesi dolu doluydu. Adamın yüzünü düşünmeye devam etse hemen ağlayacak gibiydi.

 

"Fahri amcan olduğundan beri ona çalışıyorsun zaten, fark etmedim sanma."

 

Şifa kıyın kıyın yanına yanaşıp, başını omzuna yasladı Veronicanın.

 

"Kıyamıyorum kızıl kelebeğim. Biliyorum içten içe sende çok üzülüyorsun. Ama üzüntü içinde çok fazla zaman geçirmedin mi? Ben sadece Barbarosa üzülmüyorum ki sana da çok inciniyor içim. Onu ne kadar çok sevdiğini biliyorum Veronica. O yokken bile ne kadar sadık bir kadın olduğunu kendim görmedim mi sanki? Hem..."

 

Duraksayıp, Veronicanın en hassas noktasından yakalamak için ikisine de kısa bir es verdi. Bunun onu ne denli etkileyeceğini Şifa biliyordu.

 

"Veronica... Bir an sadece onun artık nefes almadığını düşünsene, o zaman daha iyi hissedecek misin gerçekten?"

 

Veronica ihtimaliyle bile boğulduğu durumun gerçekliğini yaşasa ne olurdu acaba? Hiç tanımadan bu küçük kız bile onu içinde affediyordu. Veronica onu tanıyan sınırlı kişilerdendi üstelik.

 

Bir çok konuda Dua sayesinde kendini toparlasa bile, gece kabusları uzun süre onu terk etmemişti o zamanlar. Barbaros uyuduğu odanın dışarısında beklerdi tüm geceler. Her çığlığında orda olduğunu duyururdu. Uykuya dalana kadar kitap okur, tarihe yer etmiş efsanelerden bahsederdi.

 

Veronicayı büyüleyen, umut çiçekleri eken aşk masalları anlatırdı o güzel sesiyle.

 

"İçimdekini atamıyorum ama ona olan aşkım da azıcık eksilmiyor Şifa. Küçük olan sensin ama yol gösterilmesi gerekilen de benim. Onunla da yapamıyorum onsuz da."

 

Şifa kollarını Veronicaya dolayıp, iyice kendine sığınmasını sağladı. Kadının başını omzuna yaslayıp, saçlarına öpücük kondurdu.

 

"Ben çok anlamam kime nasıl davranılır kızılım. Malum beynimin bir kilitle zaptı-rap edilme durumu var. Ama kalbim affetmenin çok daha iyileştirici olduğunu düşünüyor. Nefret, öfke seni daha çok dibe çeker. Ama oksijen suyun yüzeyinde. O yüzden yukarı çıkmak için uğraş. Ben düşünmeden kalbimi dinledim. Çünkü kalbim her odacığında onun adını haykırıyor."

 

Veronica, ne için geldiği odada ne ile boğuşmak zorunda kalmıştı. İşin tuhaf yanı ise yaşı küçük ama kalbi büyük bir kız çocuğu ondan çok daha fazla ileri görüşlüydü. Affetmeyebilirdi, ama bu durum Barbaros'u olduğu kadar kendisini de yakmayacak mıydı? Ne geçecekti o zaman eline? Nefret kime ne kazandırmıştı ki ona kazandıracaktı?

 

"Yani diyorsun ki affet, unut."

 

Kalbinin istediğini Şifa derse yapacakmış gibi bir çocuk masumiyeti saklıydı sesinde.

 

"Unutmayacağını biliyorum ve emin ol oda unutmayacak. Ama dünyaya yaşanmış güzel anılar da bırakın. Kötülerinin üstünü örtecek, muhteşem anılar."

 

Kızıl bunu düşündü. Bir kitapta rastlamıştı böyle bir şeye. İnsan, çok sevinince zihninde, kalbinde, ruhunda o sevince daha fazla yer açmak için kötülerin varlığından vazgeçermiş. Belki onlar için güneşli gün umudu bitmemiştir...

 

**********

 

Kahvaltıyı yardımcılarla beraber hazırlayan iki kadın, masanın başına kurulan ve özenle süslenen sebze tabağını bozan misafiri, bakışlarıyla zedeliyorlardı.

 

"Yeter ama ya, sevilmediğim ve istenmediğim bu kadar da yüzüme vurulmasa mı ?"

 

Şifa, Veronica'nın atlayacağını anlayınca kolunu tutup durdurdu. Tatsızlık bu sabah için yaptığı planlar arasında yoktu.

 

"Ailecek kahvaltıyı seviyoruz ve şekli için yarım saat uğraştığım tabağın katledilmesi sinirlendiriyor haliyle."

 

Umay beyaz dişlerini sergileyen, irite edici bir sırıtmayla Şifayı süzdü.

 

"Sende az değilsin ha. Kibar kibar eline, boğazına hakim ol asabımı bozma benim diyorsun. Farketmedim sanma."

 

"Zeki kadınları çok sevdiğimi söylemişmiydim Umay."

 

Arkasını dönüp mutfağa giden kızı tebessümle izledi Umay komutan. Uğraşması aşırı zevkliydi. Karşısında da ezilmiyordu üstelik. Çok eğlenceli günlerin onu beklediğini düşündü.

 

Şahin aşağı inince, Barbaros'la Alparslan'ı beklemek kalmıştı. Hızla merdivenden gelen seslerle herkes oraya baktı. Alparslan, Barbaros'la bir şeyler konuşuyor ve elindeki Birliğe ait telefonu inceliyordu.

Herkesi tarayan gözleri Şifa'da durdu. Sıkıntılı bir soluk alıp, adımlarını kıza doğru atmaya başladı.

 

"Pezevenk kara sarıklı, denileni yapmamış. Uyarı için inine sızmam lazım. Yeteri kadar emin olamamış bizden."

 

Şifa duraksadı. Ne demek istediğini hemen anlamıştı.

 

"Gideceksin?"

 

Alparslan tekrar başını sallayıp, gözünü sıkıntıyla açıp kapattı.

 

"Evet güzelim, gitmem gerek. Önce Suriye'de küçük bir pürüzü ortadan kaldırmam, sonra da Irak'ta ki çalışmalarına yeni bir şekil vermem lazım. Beni ikiletmenin bedelini ödesin orospu çocuğu."

 

Şifa kalbine çöken ağırlıkla adama baktı. Ne zaman dönerdi acaba? Uzun mu sürerdi? Başına bir şey gelir miydi?

Nikahta olan keramet bu muydu acaba? Adam için büyük bir endişe kaplamıştı içini. Bir de daha gitmeden ruhuna sirayet eden özlem...

 

Şifadan Alparslana yayılan hisler elini ensesine atıp, başını göğsüne yaslamasını sağladı.

 

"Özle beni peri. Ne kadar özlediğini her an hissettir içimde..."

 

Alparslan Şifa'yla vedalaşırken Barbaros'da kızılının yanına gitmişti.

 

"Bende gidiyorum, dikkatli olun olur mu?"

 

Gitmek kelimesi kadında travma olmuştu artık. Zehirli bir bıçak karnına saplanıyormuş gibi oluyordu bu kelimeyi duyunca. Ya gelemezse, ya dönemezse korkusuyla mı yaşayacaktı yani?

 

İstemsizce gözleri doldu. Altın harelerini ışıltılı çiğ damlaları kapladı. Barbaros kadının ifadelerini gördükçe bir kez daha nefret etti kendinden. Bu hislerin mimarı kendisiydi.

 

Kadını çekip sımsıkı sarıldı. Burnunu çiçek gibi kokan saçlara daldırdı. Veronica fısıltıyla "Dönecek misin?" demekten kendini alıkoyamadı.

Barbaros daha bir sıktı kollarındaki zarif bedeni.

 

"Döneceğim, söz veriyorum döneceğim."

 

Veronica burnunu çekip, kolların onu sarmalayan bedene sardı.

 

"Yaralanmadan dön. Harita gibi vücudun, yeni bir yarayla çirkinliğine çirkinlik ekleme."

 

Adam, deli sevdiğini kollarından ayırıp hızlı bir öpücük bıraktı dudaklarına. Ona bir şey olur diye çıkan aklını, kaf dağındaki burnuyla nasıl idare edecekti acaba?

 

"Ben dönene kadar estetik falan bir şeyler ayarla benim için. Senin kadar güzelin yanında çok da kötü durmayayım. Yüzüme bakılır bir hale yola soksunlar beni."

 

"İlk beyin nakli için araştıracağım ama o kadar ilerlemediler sanırım. Eldekiyle yetineceğiz artık."

 

Barbaros bu kez burnunu ucuna bıraktı öpücüğünü.

 

"Seni çok seviyorum Middlemist. Umay'a dikkat et. Şifa'yla çok yan yana kalmasın. Hâlâ ciddiyeti anlamadı. Boş boğazlık yapabilir. Şifa'yı tehlikeye atamayız."

 

Hızla gelen aşk sözcükleri ve peşi sıra dizilen uyarılar biraz algılarına hasar bırakmıştı ama durumun ciddiyetinin tabi ki farkındaydı. Başını sallayarak onayladı.

 

"Merak etme, özel olarak konuşacağım zaten Umayla. Bakma deli dolu ama annesinin, dedesinin ve Serdar'ın emeğini boşa harcamaz o."

 

Barbaros gözlerine biraz beklentiyle, birazda özlemle bakıp geri geri adımlamaya başlamıştı. Veronica ya şimdi ya asla diyerek adamın yakalarına asılıp bir öpücük de o hediye etmişti.

 

"Tek bir çizikte ciğerini kuş başı servise hazırlarım."

 

"Merak etme, tüm bedenimi bizzat sen kontrol edeceksin."

 

Lafı biter bitmez şiddet eğilimli kadından hızla uzaklaşıp dışarı adımladı.

 

Şifa sağ elini tutmuş minik buseler bırakan adamı doya doya izliyordu. Ne zaman döneceğini bilemeyişi çok üzüyordu onu. Alparslan'ın içindeki sıkıntı ve kendi kanında gezen hüzün onu yorgun düşürüyordu.

 

"Düşürme yüzünü, ısırırım minik burnunu görürsün."

 

"Tehlikeli bir şey ortada yok, değil mi Alparslan?"

 

"Yok bebeğim, sen kocanı tanımadın mı? Sahnede ben varsam tehlike çanları karşı taraf için çalar."

 

Şifa hüzünlü suratının ardında kıkırdadı. Tüm bu şaklabanlıklar bu ses içindi işte.

 

"Şu egoyu çek o sahneden, kocamı göremiyorum."

 

"Kocam diyen dilini ısırma isteğiyle doldum şimdi de. Kocayı yataktan atmayaydın hatıramız olurdu."

 

"Pisliksin pislik."

 

Alparslan ensesinden tutup göğsüne yasladığı perisini sıkı sıkı sarmaladı. Nasıl üzüldüğünü bilmiyormuş gibi yüzü bir kere gülsün diye maymunluk yapıyordu. Görev süresinin uzamaması için dua etti.

 

"Canıma iyi bak peri. Gözüne yaş değmesin, kalbi sıkıntıyla dolmasın. Canımı sana emanet ediyorum ona çok iyi bak."

 

Şifanın konuşmasını beklemeden ayrılıp hızla Barbaros'un beklediği araca yöneldi. Önce Umut'a sonra Hatay'a geçilecekti. Bağlantılar tamamlanınca Suriye'den içeri sızacaklardı, hediyeleriyle beraber...

 

Gidenlerin ardından iki kadında kendilerini odalarına kapattı. Şahin, Umay'la beraber Umut'a gidecekti. Umay'ın ekibinden üç kişiye ulaşılamıyordu. Bu da pis koku demekti.

 

Günler hiç olmadığı kadar kötü, kasvetli, suskun akmaya başlamıştı. Şifa nerdeyse kulübesinden hiç çıkmadan resim yapıyordu. Veronica Duhan'ın yokluğunda holdinge gidiyor ve Duhan'ın katılması gereken toplantıların vekaletini üstleniyordu.

 

Yirmi beş gün...

 

Koskoca yirmi beş gün geçmişti. Duhan yoktu, Alparslan, Barbaros hiç biri yoktu. Hakan keşiften dönünce uğramış ama oda hemen gitmişti. Ruh hali onun da bozuktu. Veronicaya nedenini sorduğunda çok sevdiği birinin ölüm yıldönmüyle ilgili bir şeyler fısıldamıştı. Hakanın asla aile kurmasına izin vermeyen bir yası olduğunu o gün öğrenmişti Şifa.

 

Babasının son görevi olarak Hakana bıraktığı ama başarısızlıkla sonuçlanan kaybı bir süre onu kendine getirememişti. 2004 de suikaste uğrayan bir bakan, Hakanın ömür boyu vicdan azabı olarak kalacaktı.

 

Serdarın korunmasında bir tek Hakana güvendiği adam, karısıyla beraber ölüme yollanmıltı. Hakan yanan aracın kapılarını açmaya çalışırken avuçlarında derin yanıklar bırakmıştı.

 

Hiç iyileşmeyen, hep yeri belli yanıklar...

 

Sadece darbenin altındaki yüzün Işid olduğu doğrulanmış ve dünya gündemini bir süre bu konu meşgul etmişti.

 

Hiç haber alamamıştı Alparslan'dan. Duhan sadece bir kere aramış ondada üstü kapalı arama yapmasının yasak olduğunu söylemişti. Duhan onlardan önce döneceğini, ihtiyaç duyabilecekleri adamlarla bağlantıyı sağlar sağlamaz yurda giriş yapacağınıda bildirmişti.

 

Şifa bu süreçte bir şeyi daha fark etti. Kara adamdan uzak olduğu zamanlar da duygusal olarak hissettiği bağın zayıfladığını. Çok şiddetli olmadığı sürece hiç bir duyguyu algılayamıyordu. Sadece öfke gibi keskin bir his çevreliyordu onu. Sebebinin sürekli bu duyguyu hissetmesine neden olduğunu düşündü. İkinci bir ihtimalse öfke; diğer duyguları bastıran zalim bir histi. Masafenin araya girmesi de etkilemiş olabilirdi tabi. Düşündükçe yeni şıklar ortaya çıkıyordu.

 

Şifa aralarındaki bağın dilini çözemiyordu.

 

Akşam yemek masasında Veronica'nın aşağı inmesini bekliyordu, her akşam olduğu gibi. Kızıl aklını meşgul etmek için vücudunun canına okuyordu resmen. Yalın ayak, tayt ve t-şörtle masaya oturdu . Saçları gelişi güzel toplanmıştı. Duygusal olarak hassas olduğunu bilmese, Veronica standartları için pespaye sayılacak şu haliyle dalga geçerdi.

 

Sessizliği kapı sesi bozdu. Uyarı olmadığına göre kendilerinden biriydi giriş yapan. İkisi de hızla ayaklanıp kapıya koşmuştu. Şifa önce davranıp açtığında karşısında Duhan'ı gördü. Tabi ki dayısını gördüğüne sevinmişti ama kalbi başkasının yollarını gözlüyordu umutla. Yorgunluğu ve uykusuzluğu gözlerinden akan adam kollarını iki yana açarak davet mesajını gönderdi.

 

Şifa hızla kolların arasına sığınıp kucakladı özlediği diğer adamı.

 

"Beni de özlemişsin belli ama benim yerime başkasını görsen daha mı sevinirdin ne minik?"

 

Şifa daha sıkı sarılmaktan başka tepki göstermedi bu sözlere. Özlüyordu, deli gibi özlüyordu bunu saklamak yada saklamaya çalışmak onu tam bir aptal konumuna düşürürdü. Kendi bile aynada bakan gözlerin "o" diye haykırışlarını görürken tuhaf olurdu inkar.

"Dayı..." diye inleyen Şifayı Duhan bir süre göğsünde avuttu.

 

Biraz zaman geçirdiklerinde Veronica ve Duhan çalışma odasına çıkıp çalışacaklarını söylemişlerdi. Şifa da gelemeyen uykusuna sövüp verandaya doğru adımladı. Aslında içinden koruda biraz koşmak geçiyordu ama gece gece karşısına bir hayvan çıkıp yüreğini hoplatmasıyla uğraşamazdı. Verandadaki banka uzanıp cam örtmeden belli olan yıldızları izledi bir süre. Sonra ona yaklaşan adım sesleriyle yattığı yerden doğrulmuştu.

 

Duhan cebinden çıkardığı sigarayı ateşleyerek ona yaklaşıyordu. Şifaya bakıp başını sağa sola sallayan adam geçip tam karşısına oturdu. Sessizce bir süre birbirlerini izlediler.

 

Şifa nikah olayını söylemenin tam zamanı olduğunu düşünmüştü. Ya şimdi ya asla diyerek konuya giriş yaptı.

 

"Sana bir şey söylemeliyim. Benden duymalısın."

 

Duhan sessizce kızın tepkilerini izledi. Ne devam etmesi için onayladı, ne de durdurdu. Şifa böyle biraz zor olacağı için kalkıp adamın yanına oturdu. Başını omzuna yasladı. Hoş baharat kokusuna karışan sigara kokusunu soludu bir süre.

 

"Alparslan beni Balıkesir'e götürdü..."

 

Duhan güçlü bir soluk çekip bir süre ciğerlerinde tutmuştu nefesini. Ne geleceğini bilircesine tepkisizce durmaya devam etti.

 

"Evini gördüm, doğduğu yuvasını. Her şey aynı şekilde korunuyor. Bahçedeki kiraz ağacı da çok güzel."

 

Adamın tepkisizce durması onu geriyordu. Çok mu kızardı yada daha kötüsü kırılır mıydı? Konuşup, soru sorsa mesela işi daha kolay olabilirdi aslında.

 

"Biz bir şey yaptık dayı."

 

Duhan ilk tepkisini bu sözle verdi, kolunu kaldırıp kızım omzuna sardı. Son nefesi de çekince sigaradan yere atıp ayağıyla ezerek söndürdü.

 

"Ben Alparslan'ın sana olan bağına ilk nerede emin oldum biliyor musun miniğim?"

 

Şifa bu soruyu beklemiyordu ama cevabını duymak istediğinden emindi.

Duhan, Şifadan sözlü bir soru cümlesi beklemeden devam etti.

 

"Yirmi bir yaşının sonlarıydı galiba. Benim senin şifanla tanışmamdan bir yıl sonra gibi bir zaman. Rusya da yakalanmamız ve biraz oyalama protokolü uygulamamız gereken bir görevdeydik. Çin işkencesi der ya insanlar korkuyla. Onlar Ruslar'ın eline hiç düşmemiştir büyük ihtimalle."

 

Şifa duyacaklarının acısıyla kıvrandı. Anlatılan bu yaşanmışlık büyük ihtimalle onu üzecekti. Yine de ses çıkarmadı.

 

"Bayağı bir hırpalandık ikimizde. Can yakma metotlarına kerpetenler, elektrikli zincirler eşlik etmeye başlayınca dayanmak da zorlaşmaya başladı. Sonra Alparslan'ın gözünde bir kırılma gördüm. Dayanamayacaktı!"

 

Şifa o anları gözlerinde canlandırmaya bile korkuyordu. Canını nasıl yakmışlardı iki sevdiğinin de. Nelere katlanmışlardı, kendi her şeyden bihaberken.

 

"Ona 'videosunu gönderirim' dedim. Dayan istediğin bir anının videosu senin olsun dedim. Bana sadece'uyurken ve resim yaparken' dedi bir daha da ağzını açmadı."

 

Şifa kara adamının 'senden bana gelen hediye, anı' diye bahsettilerinin bunlar olduğundan emin bir şekilde gözlerini sımsıkı kapattı. O kadar acıya kendinden görüntüler için mi dayanmıştı gerçekten?

 

"Sonra ne oldu?"

 

"Gözlerinde Alparslan genç olmasından dolayı daha zayıf halkaydı, o yüzden onun üzerine oynamaya başladılar. Bir dikiş iğnesi istedi içlerinden biri. Elini bir düzenekle tutturup hareket edemeyeceği hale getirdiler. Alparslan değil ama ben anladım neler olacağını, işte orda korku kapladı içimi."

 

Şifa genzinin yakan sızıyı umursamadan kafasını kaldırıp Duhana baktı. Dudakları titriyordu. Duyacakları onu mahfedecekti!

 

"Ona ne yaptılar dayı?"

 

Duhanın boğazındaki hareketi gözlerini bile kırpmadan izledi Şifa.

 

"Dikiş iğnesini orta parmağının tırnak ve etinin arasına sapladılar ve bir çakmak alıp kızdırmaya başladılar. Orta ve serçe parmağın tırnak-et arasındaki sinirleri acıyı daha şiddetli hissetmeni sağlayan sinir dokularını barındırır. İğne kızdıkça sinirler yandı, sinirler yandıkça da acı katlanılmaz bir hâl aldı."

 

Şifa nefes alamıyordu. Gözünün önüne gelen görüntülerle ölüyor sandı kendini. Her hücresi aynı acıyla sınanıyordu, o anları düşündükçe canından can kopuyordu. "Nasıl kıydılar benim canıma?" diye bir inilti fırladı dudaklarından.

 

Duhan gözünden kayan tek damlayı parmağının ucuyla sıyırıp, yanağını okşadı.

 

"O bunları yaşadı ama tek bir ses çıkarmadı kızım. İşte ben ilk orda, yıllardır alamadığım soluğu aldım. Bana ne olursa olsun sana bir şey olmayacağına ilk orada emin oldum. Yani demem o ki, bizim eşek herif seni alıp anasına götürdüyse gelini etmeden getirmemiştir."

 

Şifa söylemek için kıvrandığı şeyi dayısının tahmin etmesine mi şaşırsın yoksa Alparslan'ın kendine olan bağlılığının altında mı ezilsin bilemedi?

Duhana bakıp sadece başını sallayarak onayladı. Duhan'da kendini sıkmaktan kan çanağına dönmüş gözlerine iki küçük öpücük bıraktı.

 

"Çok seviyorum dayı, uğruna ölecek kadar çok. Dönsün artık özlemi öldürecek beni..."

 

Loading...
0%