Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Kurumuş Dallarda Açan Kiraz Çiçekleri

@orenda

 

Çıkan gürültü oldukça sinir bozucuydu. Alparslan hâlâ tek gözünün uyuduğuna emindi . Ama biri kapının ırzına geçmeyede yemin etmiş gibi tekmeliyordu. Kolunun altına kedi gibi sinip uyuyan Şifayı yavaşça kendinden uzaklaştırırken onun da gözlerini açtığını fark etti. Gerçi bu sese uyanmasa bir sıkıntı var demekti ya.

 

Tam kapıyı açıp gelene eşsiz küfür haznesinden, en nadide parçaları sıralayacakken karşısında gördükleriyle öylece kalakaldı. Veronica kendine büyük bir dehşetle bakıyordu. Hakan ve Şahin piç bir sırıtışla izlerken, Barbaros geçerken uğramış gibi umursamaz bir yüze sahipti.

 

Veronica altın parçaları parıl parıl ışıldarken Alparslanın çıplak üstünde gözlerini dolaştırıp duruyordu.

 

"Tanrım! Duhan hepimizi kesecek. Hepimizin parçaları olmadık mezbahalarda çıkacak."

 

Alparslan ise tam olarak niye sabahın bu saatinde kızıl bir kafaya bakmak zorunda kaldı çözememişti.

 

"Yine ne saçmalıyorsun kızıl, hem sabah sabah ne işiniz var burada?"

 

Veronica sanki tüm suç sabah kapıya dayanmasıymış gibi pişkince ona bakan adama en öfkeli bakışlarını fırlattı.

 

"Utanmaz rezil, nerede Şifa? Küçücük kızımı azgın fantezilerine alet et diye büyütmedim ben! Şifaaaa..."

 

Kendi kendine çığlık atarak konuşan kadına, afyonu bile patlamayan Alparslan öylece bakıyordu. Ne saçmaladığını sorsa pişman olur muydu acaba? Hışımla içeri dalan kadınla diğerleride suite girdi.

 

"Duhan beni mahvedecek Tanırım! Güzelliğim, gençliğim azıtmış bir kurdun uğruna israf olacak!"

 

Sonra karşısında öylece şaşkınca kendine bakan Şifayla odanın ortasında duraksadı.

 

Saçı başı dağılmış, kocaman gözlerle gelenlere bakan Şifa da oldukça şaşkındı. Yanılmıyorsa Veronica hayvan pazarından at bakan bir çiftçi gibi sağını solunu yoklayıp, gücünü ölçüyordu.

 

"Ne yaptın benim sırtlanıma? Şifa kelebeğim doğru söyle, bu kara aygır oranı buranı ellemedi değil mi çiçeğim?"

 

Şifa kafası karışmış bir halde Veronicaya bakıp, bilinçsizce kafasını kaşıdı. Sonra ardında ona öylece bakan diğerlerini fark ettiğinde durgun yeşilleri yavaş yavaş çatırdamaya başladı. Özellikle veronicanın ona en son söylediği sözler, yüzünün alev gibi yanmasına neden olmuştu.

 

"Allah aşkına yine ne saçmalıyorsun Veronica? Beynimde filler tepişiyor zaten sabah sabah! Ne bağırıp duruyorsun?"

 

Veronica hâlâ sağına soluna bakıp aynı anda odayı da gözleriyle tavaf ediyordu.

 

"Bu kara zibidi dediğini yaptıysa, burada kendince tek kişilik bir harem kurduysa, Duhan hepimizi kesmekle tehtit etti Şifa hanım! Kimse kusura bakmasın, en güzel ve verimli çağımda siz oynaşacaksınız diye en sevdiğim canımdan olamam ben!"

 

Şifanın yüzü daha da kızardı. Gözleri sık sık ardında alenen ona sırıtarak bakan iki adama çarpıyordu. Dili ve dişleri arasında tıslayarak konuştu.

 

"Sana hiç bir şey demiyorum Veronica. Allah'tan senin için bol bol akıl diliyorum sadece! Kapa artık o çeneni."

 

Kızıl saçlarını savurarak Şifayı son kez tepeden tırnağa süzdü Veronica. "cık-cık" diye kendince sesler çıkarıyordu. Topuklarının sesini çınlatarak odayı inceledi ve bir kemerle bağlanmış yatak odasına doğru ilerledi. Başını içeri uzatarak olay mahalinden suç aleti toplayan bir polis edası takındı.

 

"Üstünde kendine üç beden büyük olan pijama takımı, darma dağınık saçlar, yeni uyanmış kızıl gözler ve herhangi bir şişme izi olmayan dudaklar... Tamamız çocuklar bu seferde yırttık. "

 

Duruma yeni yeni ayılmaya başlayan Şifa, sinirden ne diyeceğini bile toparlayıp, konuşamadı. Resmen buraya onları basmaya gelmişti ruh hastaları. Hırslı bakışları bu kez Hakan ve Şahine saplandı. Anlık Barbarosa değen gözleri adamın bir parça mahçupluk içeren duruşuyla geri çekildi. En azından içlerinden biri utanabiliyordu!

 

"Siz kafayı mı yediniz? Hadi bu  manyak yedi? Niye peşine takılıp böyle saçma sapan davranıyorsunuz? Yaşınızdan başınızdan utanın! "

 

Şahin ellerini havaya kaldırıp, başını da sağa sola sallamaya başlamıştı bile. "Vallahi öyle bir niyetimiz yoktu, en azından bizim" diyerek yan yan Veronica'ya bakmaya başladı.

 

"Küçük Dua'm yapar mıyız biz öyle şey? Tamam Duhan ebemizle ilgili bir takım küfürler saydı ama hiç önemli değil. Senin için ebemi mi harcamayacağım yavru Serdar'ım?"

 

Alparslan seyirci olma taraftarıydı aslında, sinir onu ince ince yakmasaydı. Gelip güzelim tatillerinin içine etmişti bu bir avuç embesil.

 

"Ulan bu yarım akıllının peşine takılıp niye rahatsız ediyorsunuz siz bizi? Yok mu lan sizden kurtuluş?"

 

Veronica hiç de umursamıyordu şu an ki durumu. Duhan gidip kızıma göz kulak ol derken bunu yapmazsan başına geleceklerden sorumlu değilim cümlesini eklemeyi unutmamıştı ziraa.

 

"Bana bak kara köpek, sen benim çiçeğimi balayı deyip nasıl alır götürürsün? Ben bu kızı kurda kuşa yem olsun diye büyütmedim. Gerçi hal ve hareketlerinize bakarak sizden de çok mu şey bekliyoruz acaba demeden de duramıyorum?"

 

Aval aval kendine bakanları umursamadan geçip cam kenarındaki tekli koltuğa kuruldu Veronica. Bacak bacak üstüne atıp yumruk yaptığı sağ eline yasladım başını. Burnunu kıvırıp seksen yaşında gibi görünen Şifaya ve Şifa gibi bir nimet elindeyken uyumuş kalmış Alparslana baktı.

 

"İçiniz ölmüş sizin, şu karayı yarı çıplak görünce bir işgillendim yalan yok. Ama içerisinde seksen beşlik bir teyzeyle yaşayan Şifa'yı görünce  tamam dedim yani. Bunlar kardeş kardeş takılmışlar. Aferin benim uslu çocuklarıma."

 

Ayarsızlığı ve yaptığı imalar asla sınır tanımıyordu. Şifa artık emindi, bu kadın acil tedavi görmesi gereken kliniklik bir vakaydı. Bir saattir kafa ütülemesi, kendi kendine çıkarımlarda bulunması ve daha da kötüsü bunu amca, dayı olarak adlandırdığı insanlar içinde yapması onu delirtecekti. Üstelik Alparslan'ın yüzüne nasıl bakacaktı? Utanç, öfke, hırs kanını kaynattıkça kaynattı. Ama ne yapması gerektiğini de en iyi o biliyordu. Dişlerini gıcırdatıp kendine sırıtarak bakan Veronicayı oturduğu yerden süzdü. Veronica kendinde ne gördüyse sırıtışı kademe kademe yüzünü terk etmeye başlamıştı. Güzel dedi Şifa. En azından başına geleni hak ettiğini bilecekti.

 

Hiç bir şeyi umursamadı, gözlerini kızıl kadından bir an bile çekmedi üstelik. Kadının oturduğu koltuğun yanına iliştirilmiş küçük sehpaya doğru ilerleyip üzerindeki telefonu aldı. Şifa'nın bakışlarını ve hareketlerini inceleyen Veronicanın ürpertisi artmaya başlamıştı. Telefonu kulağına yaslayan kızı ilgiyle izlemeye devam etti.

 

"Ben Şifa, ismin ne? Güzel! Şimdi beni iyi dinle Sevda. Veronica'nın odasına çıkıyorsun. Tüm makyaj ve bakım ürünlerini toplayıp kapıdaki güvenliğe veriyorsun. Bir varilde yakılarak yok edildiklerini kanıtlayan videoyu, bir saat içinde bu numaraya göndermezsen kork benden Sevda! "

 

Ortam da buz gibi bir hava vardı. Kimse konuşmuyordu da. Veronica altın bakışlarını kocaman açmış sadece izliyordu. Tüm sessizliğe inat bir kahkaha koptu. Alparslan diz kapaklarına ellerini yaslayıp, öne eğilerek kahkaha atıyordu.

 

Veronica şoka girmiş gibi Şifaya baksa da diğerleri deli dürten Alparslanı inceliyorlardı.

 

"Ulan peri ağzını, burnunu şu kızılı mat eden karizmanı yerim lan. Ne oldu kızıl, apışıp kaldın öyle. Adamın havasını böyle söndürürler işte."

 

Veronicanın eli bağrına gitmiş, dehşet izlerini yüzünden eksiltmeden Şifaya bakışı kesilmemişti.

 

"Yaptın mı bunu bana, kıydın mı gerçekten küçük şeytan? Hiç mi için sızlamadı? Benim bebeklerimi... Serumlarım... Özel üretim rujlarım... Orada bir koleksiyon yatıyordu! "

 

Bunları söylerken sesi sona doğru yükselmeye başlamıştı. Aslında başına gelen felaketi daha yeni yeni algılıyordu. Özenle seçilmiş, kaç farklı ülkeden, sınırlı üretimle almak için canını verdiği parçalar vardı orada.

Bir anda hepsi elinden gitmişti, burnunun direğinin sızladığını hissetti.

 

Şifa ise kollarını göğsünde bağlayıp, üstten bakışlar atmayı kesmedi.

 

"Bir daha dikkatli konularda sek sek oynarsın Veronica. Çünkü burdan sonra ayakkabıların var sırada!"

 

Arkasını dönüp yatak odasına ilerleyen kıza baktı. Yüzündeki panik, ayakkabı lafıyla iki katına çıkmıştı.

 

"Gördünüz değil mi bu melek yüzlü şeytanın bana yaptığı vahşeti?"

 

Ona hak versinler diye üç adamda sırayla gezdirdi gözlerini. Kara köpeğe bakmayacaktı ziraa onun sırıtan suratını görmese de yeterince sinirli ve hüsrana uğramış bir haldeydi.

 

"Hiç sızlanma kızıl, hak ettin. Benim de intikamımı aldı akıllı perim. Gerçi çok merhametli bu kız ya. Eğiteceğim ama onu. İmanını gevretecek günü geldiğinde."

 

Veronica ayağa kalkıp iki elini de beline koymuş, kavga pozisyonu almıştı.

 

"Sana da iyilik yaramıyor zaten sümüklü kurt! Sen Şifa'yla fingirdeşsen, Duhan'da senle yakın temas sağlayacaktı. İpten aldım seni ipten! Adam peşine düşüyordu da ben giderim sen işleri yoluna koy dedim. Kendimi feda ettim siz iki nankör için!"

 

Sonra nazlanmalarını en çok çeken kişiye yüzünü çevirdi.

 

" Hiç kıymetim bilinmiyor benim Hakan, görüyorsun değil mi nasıl kötü muamele görüyorum içlerinde?"

 

Sunduğu sanatsal gösteri kimsenin içini sızlatmamıştı halbuki. Kızıl bunu da fark ettiğinde iyice tepinme isteğiyle doldu.

 

"Çekemem sizi, açım ben! Tatil yapacağım birgün. Moralim bozuk benim, bebeklerim katledildi. Size iyilik yapacağım diye iki gündür Duhanı oyalıyorum. Yalan söylediğimi bir anlasa mahvedecek beni ama yüce kalpli bir insan olmanın zararını yine ben çekiyorum. Hepiniz beni eğlendireceksiniz bugün!"

 

Veronica tam da dediği gibi en azından baş başa zaman geçirsinler diye kıskançlık ve işi arasında sıkışmış Duhana iki günde iki milyon yalan söylemişti. Ama gördüğü muamele akıllara zarardı.

Gözünü odada dolaştırınca Barbarosta takılı kaldı.

Yavaş yavaş yanına yaklaşan Barbaros'un amacını anlayamadı. Bir anda belinden tutulup sert bedene yaslanması da oldukça hızlı olmuştu. Kulağına doğru yaklaşan dudaklarla bir yutkunma sesi duyuldu, inşallah kendinden çıkmamıştı o ses demeden duramıyordu. Onlara bakmayıp, kendi aralarında bir şey konuşan Hakanla Şahine baktı ilk sonra ise sırıta sırıta ikisini izleyen Alparslanla çarpıştı gözleri.

 

"Eğlendireceğim ben seni midilemist. Az indir dikenli tellerini çok eğlendireceğim."

 

Sanırım felç geçiriyordu Veronica. Kulağından boynuna doğru bir hissizlik başlamıştı, ne felciydi acaba geçirdiği?

 

"Az geri dur, ne sırnaşıyorsun?"

 

Hayatında belki de bu kadar güçsüz ve titrek bir cümle asla kurmamıştı. "Birde miyavla Veronica" diye kendini tokatlama isteğiyle doldu. Aynı ses sihire devam edecekti belli ki.

 

"Bir gün sadece bir gün istiyorum senden."

 

Odanın içinde dolaştı gözler. Bu kez Alparslana bir şey soran Şahine dikkat kesildi. Ama Sonra daha fazla kaçamadı. Bakışları öylece yüzünde dolaşan adama çevrildi. Veronica, Barbarosun istekle bakan gözlerine dikti altın harelerini. Tekrar etrafta dolaştı gözleri. Bunu nasıl çok istiyor öyle belliydi ki. Daha da fenası bunu Veronica da deli gibi istiyordu. Yine de süngüsü düşsün istemiyordu da.

 

  "Tek şartla! Şifa'yla diyalog kurduğunu göreceğim bugün. Onu sadece gözlerinle izlemeyi keseceksin Barbaros!"

 

Kendine büyük bir keskinlikle bakan kadını sadece başını sallayarak onayladı. Zamanı belki bugündü. Boğazına batan cam parçalarını yutup, küçük kızına yaklaşmalıydı artık. Çocuk gibi korktuğunu söyleyecek kadar çaresizdi içindeki hisler yüzünden.

 

Hakan ellerini bir birine vurup "Hadi gençler, çıkıp güzel bir kahvaltı yapalım. Beraber eğlenceli birgün geçirelim. Sende git üstünü başını giy! Sırf bizi sinir etmek için tarzan gibi dolanma ortada."

 

Hem günün rotasını oluşturmuş hemde Alparslan'a duyduğu hafif kızgınlığı aradan çıkarmıştı adam.

 

Şifa kimseyle göz göze gelmeden giyinip hazırlanmış bir halde içerden çıkmıştı. Saçlarını yukardan hoş bir topuz yapmıştı. Beyaz, çekici bir yazlık elbise giymişti. Çıplak ayaklarına giydiği hafif topuklu sandaletleri çok yakışmıştı.

 

Alparslan keyifle kızın her ayrıntısını izledi. Çok güzeldi be....

 

"Sizinle kalıp sohbet etmek isterdim ama ben kahvaltıya gidiyorum. Siz de ne haliniz varsa görebilirsiniz."

 

Hışımla odadan çıkan kızın arkasından Alparslanda yatak odasına fırladı. Eline aldığı beyaz t-şört işini görürdü. Altındaki siyah kapri idare edecekti artık. Koşturarak kıza yetişmeye çalıştı.

 

"Kızım dursana, ne koşturuyorsun adamı" diyerek mengene gibi eline yapışmıştı. Aslında Şifanın utançtan hırçınlaştığını biliyordu. Ama bunu dile getirip, tüm şimşekleri üstüne çekecek kadar da aklını peynir ekmekle yememişti.

 

Otelden çıktıklarında gerilerinde kalan çam yarmalarının ve bir adet cehennem kaçkını kızılın da geldiğini fark ettiler.

 

" Burada da menemeni bulamayız ama idare edecek bir yer bulalım.Yüz yılın kıyağını yapıyorum size gençler. Yat ayarladım, deniz sefası yaşatacağım size. Rakı masası da bu zırtapozdan."

 

Şahin sırıtarak Hakana baktı. Hakan da yaptığını tebrik eder gibi yumruğunu uzatmış anında karşılığını alarak yumruklarını tokuşturmuşlardı.

 

Veronika kaybının acısıyla üç beş lokma yemişti sadece. Kızgın gözlerini Şifa'ya dikiyor ama ayakkabılarına da musallat olur korkusuyla, çok uzun taciz atışlarında bulunamıyordu.

 

Şifa ise aldığı intikamının şerefine, frittata adı verilen oldukça lezzetli omletini yemeye devam ediyordu.

Duhan'a gelen acil bir telefondan bahsetmişti Hakan. Bilgileri yoktu ama apar topar gitmesi burunlarına kötü koku gelmesine neden oluyordu.

 

Kahvaltı sonrası tam da görüntülerine yakışır şekilde küçük bir gezi yapmak istediler. Şehir gerçekten büyüleyiciydi. Her adımında yanında olan adam, parmaklarına bir dişlinin dişleri gibi geçmiş parmaklar, oldukça iyi hissettiriyordu kendini.

 

Hakan ve Veronica'nın, asla yaşlarına yakışmayan tavırları da bu tek günlük tatili çok keyifli hale getiriyordu. Tabi onları, daha doğrusu kızıl kadını büyülenmişçesine izleyen Barbaros'u da takip ediyordu Şifa. Adam, yüzünde çok içten hafif bir tebessümle her bir zerresine hayranlıkla bakıyordu Veronicanın. Şifa kendisiyle göz göze gelmeye bile korkan bu adamın, kabuğundan ne zaman sıyrılacağını merakla bekliyordu.

 

Belki de aralarında en tuhafları Şahin'di. Adam hayatı bitsede gitsek moodunda yaşayan farkli bir canlıydı. İnsanlar yüksek sesle konuşmayı ve büyük kahkahalarla havayı doldurmayı seviyorlardı. Şehirde ki gürültü, insan gürültüsüydü ve bu hiç rahatsızlık vermiyordu.

 

Bir kaç saat gezdikten sonra Şahin'in de yönlendirmesiyle marinaya gelmişlerdi. Onları bekleyen yat ise gerçekten büyüleyiciydi. Yat hareket edip kıyıdan çok da uzaklaşmadan durdu. Etrafta yakın sayılabilecek mesafede iki yat ve bir tur vapuru vardı. Şifa peşinden gelen adamla yatı dolaşmaya başladı. Bu kadar geniş olacağını düşünmemişti Şahin bahsettiğinde. Hakan ve Şahin kaptanla sohbet ederken Veronica ayaklarını sarkıtıp oturmuş ve güneşin batışını öyle sessizce izlemeye dalmıştı. Sırtını yaslayacak bir yer bulan Barbaros gözlerini ayırmadan Veronicayı izliyordu.

 

"Üzülüyorsun..."

 

Alparslanın beline dolanan bir koluyla hafif sıçradı. Sonra ona uzatılan su bardağını alıp bir kaç yudum içip, bilinçsizce sırtını Alparslana yasladı.

 

"Yüzündeki keder izlerini görmek içime çok tuhaf bir his yayıyor. Ona nasıl bakıyor Alparslan? Böyle bakarken..."

 

Alparslan çenesini omzuna yaslayıp Şifanın gözlerini bile ayırmadan yatın burnunda öylece duran ikiliye baktı.

 

"Böyle bakan biri nasıl gider değil mi Şifa?"

 

Adını nadir kullanıyordu. Kullandığın da ise sesinden duyduğu en güzel ezgi gibi hissettiriyordu. Konuşmadı ama başını salladı sadece.

 

"Mecburiyetler Şifa... Önünde duramayacağın mecburiyetlerin oluyor. Çok sorgulama. Şimdiye odaklan. Bir şans daha yakaladılar, sahip çıksınlar. "

 

Şifa kolları arasında dönüp, yüzüne baktı. Simasındaki ciddiyeti anlık sorguladı ama Alparslanın sinsice kıvrılan dudağıyla fark etmeden kendi de gülümsedi.

 

"Kızıl sabah bastığında tam da basmayı beklediği şekilde bizi bulsa ne olurdu acaba?"

 

"Alparslan!"

 

Şifa elinin içiyle omzuna çarpınca Alparslan omuzlarını silkip, ona çok yakışan serseri gülüşünü büyüttü.

 

"Ne var kızım? Gayet doğal bunlar. Az yeşil ışık görsem mesela ahhhhhh... Amma elin ağır ha!"

 

Şifanın ikinci darbesi gerçekten güçlüydü.

 

"Terbiyesiz misin sen?"

 

Kaşlarını kaldırdı Alparslan.

 

"Öyle miyim? Ne yaptım vicdansız? Kuru bir öpücükle kandırdın beni, eteğinde dolaşıyorum tık yok. "

 

Şifa koyu kahve kaşlarını çatıp gözlerini büyüttü.

 

"O zaman öyle demiyordun ama. Yanıyorum diye mırıl mırıl konuşuyordun."

 

Alparslan saçından perçem niyetine ayrılmış tutamı yakalayıp bir öpücük kondurdu oldukça seslisinden.

 

"Bir yerden başlamak lazım peri. O gün öyle dedik diye bir öpücükle mi yanalım sadece?"

 

Ortaya serilmiş bağrına doğru göz süzüp alt dudağını ısırdı.

 

"Hem ne iradeliyim gördün değil mi? Aynı yatakta yattık da ahhh!!! Kızım valla şiddet eğilimlisin sen. Çürüdü lan!"

 

Şifa hiç de acımamıştı sızlanışına.

Ağzını açıp serseriliğini daha bir yüzleyecekken yatın muhtelif yerlerinden bir anda çalmaya başlayan müzikle Şifa ve Alparslan kalakaldılar. Sonra yüzlerini yavaş yavaş kaplayan gülümseme kıkırdamaya dönüştü.

 

Şahin yine tarzını konuşturmuş, İtalyan'ın en güzel koyunu "erik dalı" ezgileriyle doldurmuştu.

 

"Lan Hakan, gel oğlum iki dönelim de şu İtalyan ibikleri gerçek bir sanat görsün. Oğlum her yeri müzeyle doldurmuşlar, bizdeki her yürüyen canlının bir müze değeri taşıdığını öğretek bro."

 

Kollarını kaldırmış oynaya oynaya yatın orta kısmına doğru ilerleyişini pür dikkat izliyordu Şifa.

 

İki iri yarı adamın ortaya geçip kollarını kaldırması ve Ankara havasının hakkını vermeleri gerçekten ilginçti. Etraftaki yatların da dikkatini çekmişlerdi. Tüm bakışlar bu tarafa yönelmiş, ilgiyle yaptıklarını izletiyorlardı millete.

 

Şifa yüzündeki ışıltılı gülüş ve alkışlarıyla tempo tutuyordu. Veronica ise kendine yakışanı yapıp iki parmağıyla kulakları çınlatan ıslıklarını çalmaya başlamıştı. Bacaklarını çekip, kedi kıvraklığıyla ayaklanmış ve oynayan ikiliye doğru şen kahkahalarla ilerlemişti.

 

İlgiyle onları izleyen insanlardan gelen alkış, ıslık ve kahkaha sesleri, keyiflerini oldukça yükseltti bir anda. Hiç çekinmeleri yoktu. Şifa utanırdı mesela ama Hakan ve Şahin bunu hep yapıyorlarmış gibi birbirlerinin etrafında dönüyorlardı.

Alparslanla beraber alkış tutarak ikiliye yaklaştılar. Veronicanın olduğu yerden ellerini kıvırışı ve ara ara ıslıkla eşlik edişi çok tatlıydı.

 

Hakan'ın düğünlerde zorla oynamaya kaldıran teyze rolüne bürünmesi ve Alparslan'ı yanlarına çekmesi de cabasıydı. Şifa reddedeceğini düşünmüşken sokak serserisi yine yanılttı onu. Açılan kolları, heybetine ve ağırlığına yakışan hareketleri, Şifanın alt dudağını ısırarak onu izlemesine neden oluyordu. Bunu bir gün yüksek sesle söylermiydi bilinmez ama çok yakışıklıydı.

 

Barbaros da bu güne ayak uydurmuş, omzunu yasladığı direkten küçük alkışlar ve güzel bir tebessümle onlara eşlik ediyordu. Koca koca adamların düştükleri duruma gülse mi ağlasa mı emin olamadı Şifa? Bakan bir gözün, Hakan gibi bir adamın hedefini her seferinde sol gözünden vuran keskin bir nişancı olduğuna inanmayacağına yemin edebilirdi. Ya da Şahin'in fotografik hafızası sayesinde, beş yıl önce gördüğü bir koordinatı milimi milimine çizebileceğine asla inanmazdı. Alparslan'ı söylemek bile istemiyordu çünkü o ortadoğunun en tehlikeli kurduydu.

 

"Yaşlarını bilmesem, yemin ederim benden küçükler derim."

 

Ortada şaklabanlık yapıp gerdan kıran Hakan'a o kadar odaklanmıştı ki yanına yaklaşan kızı hissetmemişti bile Barbaros. Kendi atamadığı adımı annesi kılıklı bu kız atmaya kalkmıştı demek.

 

Barbaros ondan bile isteye kaçmıyordu aslında sadece çok utanıyordu. Serdar abisinin gözlerine bakmaya, Dua yengesinin yüzünü görmeye hiç hakkı yokmuş gibi hissediyordu. Ama Şifaya bakmak...

 

"Konuşmayacak mısın benimle hiç? Sabırla bekliyorum ama amcam görmüyor beni.  Halbuki ben sana babamı soracaktım. Annemi dinliyorum dayımdan, kızıldan. Ama babamı kimse anlatmıyor bana."

 

İkisi de karşılarında eğlenen dörtlüye bakıyordu esasında. Şifa hafif tempoda alkış da tutuyordu ama ağzından çıkanlar hiç de eğlendirmiyordu ikisini.

Allah kahretsin ki koca adamın burun kemiği sızlıyordu ve ağlamasına da çok bir şey kalmamıştı.

 

Keşke dedi içinden keşke küfür etse, vursa, kırsa ama böyle sıcacık konuşmasa. Hiç mi içinde ona karşı nefret yoktu, niye azıcık bile sesinde kin hissedemiyordu? Birde amca diyecek kadar niye Duaya benziyordu? Özlediği her şeyi yüzüne vurmak için yaratılmış gibiydi Şifa. Boğazını temizler gibi bir iki öksürdü.

 

Sonra ilk kez tam göz bebeğini görmek için çorak tarlaları andıran kahvelerini Şifaya dikti.

 

"O ikisinin tüm güzel huylarını alırken keşke babanın çene kıran hırsını da alsaydın, daha kolay olurdu her şey çocuk."

 

Şifa başını yana yatırıp, sevimli bir tebessüm bahşetti amcasına.

 

"O özelliğim saklı Barbaros, o özelliğimi canlarımı acıtmaya çalışanlar için kullanacağım. Ama canım saydıklarıma asla yapmam."

 

Canın saydıkların diye fısıldadı Barbaros. Ne yaşadılar da canı sayabiliyordu ki? Adı korkağa çıkmış bir amcayı niye canı yapıyordu? Boğazında ki yumru büyüdükçe büyüdü.

 

"Gözlerin babana ne kadar benzese de annenin kızısın  sen. Kin yer tutamıyor mu içindekinden fırsat bulup?"

 

Şifa omuzlarını silkti. İçindeki diye bahsettiği şeyin Duhana deva veren o balçık olduğunu anlamıştı. Yüzünde dolaştı yeşilleri, şefkatle bakıyordu adama. Kulağının altından çenesine uzanan kesi izi, istemsizce içini sızlatıyordu. Adamda gördüğü her yara bir kefareti temsil ediyordu aslında. Geçmişte sıkışıp kalmış, acısıyla baş edememiş, kendini dünyada cehenneme hapsetmiş bir kayıptı Barbaros.

 

"Bundan o kadar memnunum ki anlatamam. Onlara benzediğimi söyleyen herkesi sımsıkı sarmalamak istiyorum."

 

Barbaros iki yana salladı başını.

 

"Beni değil çocuk, benim kadar günahkar birini değil."

 

Şifa hiç eksilmeyen, her an büyüyen bir gülümsemeyle başını iki yana salladı.

 

"Babamın ve annemin sevdiği herkesi Barbaros, istisnasız herkesi."

 

Derince deniz kokusunu soludu Barbaros. Hak ettiği bu değildi. Yanında onu koşulsuzca sarmalayan bu kız değildi onun hakkı. Elleri çok kirli, omuzları ahlarla doluyken bu şefkat çok fazlaydı.

 

Ama çok yorulmuştu da özlemekten, pişmanlıkla baş etmekten, acıyla dağlanmaktan bıkıp usanmıştı.

 

Cehennem kapıları açılsın diye avuçları kanayana kadar vuran zavallı bir faniydi o.

 

Yüzünü denize dönüp her şeyden soyutladı zihnini bir süre. Abisi düştü aklına. Onu büyüten, eğiten, seven kan bağı olmasada can bağıyla bağlı abisi ve son kez içini yakan sözleri düştü zihnine. O sözler neleri değiştirmişti Barbarosta?

 

"Serdar abim öz değildi belki ama annemin, babamın oğluydu. Annem Birliğin zeka küpü genetik bilimcilerindendi. Babamsa donanımlı bir Turan. Evliliklerinin ilk aylarında babam getirmiş Serdar abimi, beş yaşında varmış yokmuş. Anneme sadece artık bizim oğlumuz sorgulama Nisa demiş. Annem de hiç sorgulamamış. Abim geldikten yedi yıl sonra doğmuşum ben. Hem abi hem baba oldu anlayacağın. Turanlar'la çalıştın, nasıl bir eğitimleri ve proğramları var tahmin edersin. Babam çok olmazdı yanımızda ama olduğunda da iki oğluna mükemmel bir baba olurdu. Eksik geçen her günün gönlünü alırdı. Abim büyüdü, malum on iki yaş var arada. Birlik için yetişen çakı gibi bir asker oldu. Bana da onun gibi olma hayali kaldı. Olamadım..."

 

Sesindeki ızdırabı, öfkeyi, acıyı hiç sevmedi Şifa. Barbaros onun amcasıydı ama yüzüne bile bakamıyordu. Yavaşça sokuldu yanına. Hep yapıyormuş gibi bir kolunu Barbarosun koluna doladı. Adamın buz kesen bedenine, kaskatı ruhuna inat sımsıkı sarıldı o kola.

 

"Ortalıkta bir sürü dayı var Barbaros hiç amcam yoktu. Şükürler olsun artık var."

 

Barbaros nerden bulduğunu bilmediği bir cesaretle yönünü Şifaya çevirip elini başına sarmış, kafasını göğsüne yaslamıştı. Burnunun daldığı saçlardan derince bir koku çekti içine. Ömründe sadece bir kere duyabilmişti bu kokuyu. Duayı malikaneden kaçırıp, doğurması için limanda bulduğu o konteynırda ağlayışını duyduğu an Duaya verdiği sözü çiğneyip içeri dalmıştı. Kendi kendine yavrusunu doğuran Duanın kollarında Barbarosun gömleğiyle kundaklanmış bebeği gördüğünde çocuk gibi ağlamaya başlamıştı. Dua kollarına uzatırken o ela gözler kanlı yaşlar döküyordu sanki. Amca oldun barbo  demişti. Soluklarını zorla toplayıp, kimseye izin vermediği ama Duanın her zaman söyleyebildiği şekilde adını kısaltmasına daha çok ağladı. Bebeğin boynuna burnunu soktuğu o gün ciğerlerine dolan koku şu an yine nefesinin içine sızmıştı.

Barborosun gözünün kenarından kopup Şifanın saçlarına damlayan yaş sadece onları sessizce izleyen Veronica tarafından fark edildi. Adamın can gelen kolları daha bir sıkı sardı Şifayı. İçine katar gibi bir hasretle sardı küçük bedeni.

 

"Affet beni küçük yavrum, babana layık bir kardeş olamadım. Anneni..."

 

Şifa okşar gibi sırtında dolaştırdı elini.

 

"Ben sana kırgın değilim Barbaros kızgınım. Onca sene babamın kardeşinin canını yaktın. Nasıl kıyarsın amcama? Nasıl incitmişsin kendini onca yıl?"

 

Barboros başının üzerine üç öpücük bıraktı.

 

"Offf benim anası kılıklı, merhametli yavrum. Abimin duaları kabul olmuş, annenin bir eşisin sen."

 

Bir süre sarıldılar, Şifa yavaşça başını kaldırıp adama baktı.

 

"Bana borcun olsun amca. Babamı tanıyacağım senden. Her şeyini sen anlatacaksın bana. Hasretimi senin anlattıklarınla dindireceğim ben. Ama önce gidelim de şu şaklabanlar oryantel şov yapmadan durduralım."

 

Şifanın kızarmış gözlerini kaçırışı ve güverteye doğru koşar adımlarla uzaklaşma çabasına kırık bir tebessümle baktı öylece. Başını iki yana sallarken kamaralara girişte dikilen kadınla göz göze geldi.

 

Veronika, kendine bir nefeslik mesafede, altın pırıltılarıyla kuşanmış gözlerini kırpmadan ona bakıyordu. Bakışlarındaki öfke bakiydi ama şimdi o bakışlara inceden bir merhamet de eşlik ediyordu. Belki biraz daha hayalperest olsa, aşk sıcaklığını da gördüğünü söyleyebilirdi Barbaros.

 

"Yine ilk adımı atamadın korkak puşt ama sonunu iyi toparladın."

 

Barboros güvertede hâlâ oynayan Hakan ve Şahine alkışla eşlik eden kıza bakıp iç çekti.

 

"O çok farklı bir şey Veronica."

 

"Adı gibi aslında şifalı bir şey. Ama şifası sadece içerisinde bir yerde saklanan o sıvı değil. Sözü, bakışı, dokunuşu iyileştiriyor değil mi? Bana da şifa oldu çoğu zaman."

 

Başını salladı tekrar Barbaros. Gözlerini Şifadan çekemiyordu.

 

"Öyle gerçekten, yirmi iki yıldır oluk oluk kanayan yaramın sızısını aldı biraz önce."

 

"Serdarla, Dua'nın kızlarından da daha azı beklenilemez değil mi?"

 

Orda yönünü Veronicaya çevirdi. O da yüzünde tatlı bir gülümsemeyle Şifaya bakıyordu. Barbaros kendine dönünce bakışları ona eşlik etti.

 

"Babasını anlatmamı istedi benden, gücüm yeter mi midilemist?"

 

"Yetecek Barbaros, ona bir baba borçlusun. Gözünün önünde eksiksiz bir şekilde canlanana kadar anlatacaksın babasını."

 

Barbaros sadece bakmaya cesaret edebildi, "ya yapamazsam" diyemedi. Bunun aksine gözlerindeki korkuyu bir kitap gibi okuyan kadın, bembeyaz elini uzatarak adamın yara izine dokundu. Hafif hafif okşayarak sevdi.

 

"Çabanı her gördüğüm an ben orda olacağım, altından kalkacaksın Barbaros."

 

Adamın cevap vermesine izin vermeden dudaklarını yara izine değdirip dört küçük buse bıraktı.

 

"Gücün yetmezse, ben tutarım seni. Ama bir ihaneti daha affetmem."

 

Barbaros bir ihaneti daha sırtlayacak kadar güçlü değildi zaten. Ölüm gelmediği sürece bir adım bile bu iki kadının uzağına atmazdı ayaklarını. Yarasını okşayan elden yüz bulup iyice yaklaştı kadına.

 

"Olurda bir gün öyle bir bok yersem, o yaranın tamamlayamadığını tamamla. Kasaturanı o izin üstüne iyice sapla kızıl. Sesimi çıkarırsam toprak bile almasın beni koynuna."

 

Cümlesi biter bitmez hasretle kapandı günler öncesinde tadını aldığı dudaklara. Ne ilginçti aslında. Nefsi bahane edip her türlü namussuzluğu yapanlara inat, kırk ikisinin sonundaki bu adam hiç bir tende söndürmemişti ateşini. Kalp birine meftunsa, hiç bir ten kabul etmezdi zaten kendini.

 

Sevgiliye her ihanet bir yakarış koparırmış arşa aslında. Sadece aldatanın duyamadığı bir figan sararmış kainatı. En azından bunun için şükretti Barbaros. O nefsine yenik düşüp, bir feryat salmamıştı yeryüzüne. Çok kirliydi her bir zerresi ama kalbindeki aşka ihaneti yoktu.

 

Aynı tutkuyla kendine karşılık veren kadına sımsıkı dolandı. Kalbi avaz avaz bağırıyordu yıllar sonra. Ben artık iflah olmam onsuz bırakma beni diyordu.

 

Elleri bir birine kenetlenerek yatın güvertesine doğru adımlamaya başladılar. Ortaya genişçe bir masa kuruluyordu. Hepsi de arı gibi çalışıyordu. Hakan'ın beline bağladığı mutfak önlüğüde adama oldukça yakışmıştı.

 

Mutfak olarak kullanılan küçük ama oldukça lüks bölmede Şifa hazır olan mezeleri tabaklara servis ediyordu. Alparslan gelip çenesini kızın omzuna koyana kadar da işine oldukça konsantreydi.

 

"Barbaros'un acısına da el atmışsın peri. Adamın kışına bahar mı getireyim dedin?"

 

Şifa dudak büzdü çocuk gibi. Aslında bir çok ağlayası vardı ki. Yine de iyi olduğunu söyleyen Alparslan sayesinde rahatladı gönlü.

 

"Üzüyor beni onun yüzündeki keder. Kırılıyor kalbim o böyle acı çektikçe."

 

"Kurban olurum ben senin merhamet yüklü kalbine. Biz kanında arıyoruz şifayı. Yanlış aslında, senin her bir zerren deva tüm yaralara."

 

Şifa elindeki tabağı bırakıp ardındaki adamla yüz yüze gelecek şekilde döndü. İki eliyle adamın kirli sakalını hafif hafif okşuyordu. Bunu yapmaktan aşırı keyif aldığı doğruydu aslında. Alparslan'a dokunmak artık onun için bir ihtiyaçtı.

 

"Beni gözünde çok mu büyütüyorsun sokak çocuğu? Abartmasan mı acaba?"

 

"Sende beni gözünde büyütüp iyice sokulsan mı peri hanım? Kaparlar bu kurdu diye tasma mı taksan uygun bir yerime?"

 

Şifa adamın eğlenen, dalga geçer sesinin altındaki imayı anlamıştı aslında. Ama bu çok uçuk bir düşünce olmaz mıydı? Öyle bir ihtimal olabilir miydi ki? Alparslanın yüzük parmağını okşayışıyla içi çekilir gibi oldu. Bahsettiği tasma... Allah aşkına ne saçmalıyordu bu adam? İkisinin de adlarını, soy adlarını, ana baba hanelerini dolduran gerçek bir kimlikleri bile yoktu. Aklındakileri kovalama isteğiyle doldu. Başını hızla iki yana sallayıp o ihtimali geldiği gibi geri gönderdi.

 

"Tasman elimde cuntoscuk. Sen kendi rızanla verdin bana. Ben istemeden de alamazsın. Bende daha önce söylediğim gibi benim olanı kolay kolay vermiyorum kimseye."

 

Eline iki tabak alıp çıkan kıza baktı Alparslan. Bazen öyle bir şey söylüyor, aklını öyle alıyordu ki çocuk gibi tepine tepine sevinesi geliyordu. Kızdan ona sızan biraz heyecan ve bolca mutluluk da buna neden oluyor olabilirdi.

 

"Senin o heyecanlanan yerlerini yerim lan ben. "

 

Eline iki tabak alıp kısa bir kahkaha bıraktı.

 

"Ulan Alparslan sen onun duygularını hissedip kafayı buluyorsun da o seni hissetmiyor mu lan ayarsız? Az kendine sahip çıksana. Tüm karizmayı kendi elinle ateşe verip kül ediyorsun andaval herif."

 

"Ay sonunda istediğim oldu mu ne? İyice kayışı koparmış bu kara porsuk suratlı. Kendi kendine ne konuşuyorsun bakayım sen. Şifa'mı yaktı devrelerini?"

 

Alparslan sırıtışından azıcık bile eksiltmeden göz kırptı Veronicaya.

 

"Hiç bana elleşme kızıl, acayip keyifliyim seni çekemem."

 

"Ay senin neyine elleşeceğim be, gerzeğe bak. Erkek standartlarım yüksek benim. Senin gibi vahşi bir barbarla en fazla dalga geçerim ben."

 

Alparslan yüzünü düzeltip, dik dik baktı kızıla.

 

"Veronica yemin ediyorum teyze derim sana, hiç olmadık yerde teyze derim kendine gelemezsin!"

 

"Hahhayt de bakalım neler geliyor başına, ama dur sen Duhan'a dediğin dayı lafı yüzünden adam dizinde oynatacak seni. Altı ay Filistin'e göreve süreceğinden falan bahsediyordu en son."

 

Alparslan ukala bir ifadeyle süzdü Veronicayı.

 

"O sıkar biraz kızıl cadı. Artık tek asri görevim Şifa. Gökay Turan bizzat onadı."

 

Veronica gözlerini kısıp doğru mu söylüyor emin olmak için bir kaç saniye yüzüne baktı.

 

"Bende bu rahatlık, bu gevşeklik nerden diyordum. Başkanı mı aldın arkana?"

 

Alparslan cevap vermeden sadece piç bir sırıtışla kadına bakıyordu. Aşırı keyifliydi şu an. Şifa'dan güzel şeyler duymuş üstüne birde kızılı mat etmişti. Ne güzel bir gündü ulan böyle.

 

Masa başına herkes yerleşince Şahin müzikle ilgileneceğini söyleyip kalkmıştı. Şifa adamın arkasından tebessümle bakarken "Şimdi de roman havası mı çalacak?" Demeden duramadı.

Hakan bir cıklama sesi çıkardı.

 

"Yok masada aslan sütü var, Müslüm Baba açar o şimdi."

 

Cümlesi biter bitmez etrafı inleten "Eğer seni kırdıysam darıl bana. Ama beni ararsan bak ruhuna..." mısraları doldurdu.

Bu hepsinin aynı anda kahkaha atmasına neden olmuştu.

 

Keyifli bir yemek, güzel bir sohbet gerçekleşiyordu ta ki Barbaros'un telefonuna düşen boş mesaja kadar.

Adam hışımla ayağa kalkıp içeri koştu. Kimse ne olduğunu anlamamıştı. İçerden geri koşarak dönen adamı ve elindeki Birliğe özel üretilen telefonu görür görmez hepsi ayaklanmıştı. Bu telefon çok acil bir durum olmadığı sürece aktive edilmezdi.

 

Barbaros tek bir tuşa basarak telefonu kulağına dayadı. Sesini çıkarmadan karşıdakini dinleyip aramayı sonlandırmıştı. Gözleri Alparslan'da çakılı kalan adam, bakışlarını bir milim bile oynatmıyordu.

Hakan'ın ne olduğunu soran cümlelerine derin bir soluk alarak cevap verdi.

 

"Umay Komutan Birliğin onayı ve yetkisi dışında Turanlarla operasyon başlatmış. Sırbistan'da darbeyi yönetiyormuş. Kesin değil ama Sırp Başbakanı öldürmüş olabilirler."

 

"Hay anasını avradını. Ne oluyor lan? Umay Komutan Maceristan Üssünün Başkanı değil mi? Niye böyle bir şey yapmış?"

 

Şahin ne olduğunu anlayamıyordu ama ortalığın felaket karışacağına emindi. Kadını hiç biri görmemişti aslında. Ama otuz beş yaşında dokuz üstten biri olan Maceristan'a başkan olduysa çok donanımlı bir asker olduğuna emindiler.

 

"Ne olduğunu bilmiyorum. Duhan tek bir şey söyledi."

 

Barbaros hâlâ Alparslan'dan bakışlarını çekmemişti ve bu Şifa'yı da oldukça geriyordu. "Lan çatlatmasana adamı ne dedi Duhan?" Diye isyan etmeye başlamıştı Hakan.

 

"Cuntosa söyle sözünü tutsun! Canı pahasına emaneti korusun. SIPIRITÜS DEDİCADED341 ifşa olmuş olabilir..."

 

Bilgilendirme notu: SIPIRITÜS DEDİCADED341 adanmış ruh projesinin ismi. 341 insan DNA'sının tek bir sarmalda yeniden form kazandırılarak Şifanın oluşumunu sağlanmasını kapsıyor. Yani Şifa 341 insan DNA' sının tek bir bedende hayat bulmuş hâli.

 

Loading...
0%