Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Saç Tellerinden Parmak Uçlarına Akan Özlem

@orenda

 

 

 

 

Alparslanın kedi bakışlarına dayanamayıp içeri almıştı almasına da şimdi nasıl bütün geceyi aynı yatakta geçireceğini düşünüyordu Şifa.

 

Bu iki saat kucağında uyutmaya benzemiyordu ki! Bildiğin koyun koyuna yatmak için gelmişti.

 

Arsızdı işte, biraz yüz vermişti ve olanları görüyordu. Ama öyle masum da bir yanı vardı ki merhamet etmeden duramıyordu.

 

Alparslan'ın hayatını öğrenmek ona çok büyük bir darbeydi aslında. Eski umursamaz, soğuk maskesini takamazdı her zerresini izleyen adama karşı. Alparslan ona hiç durmadan kanayacak yarasını göstermişti. Oldukça büyük bir karardı Şifa için. Bu kadar büyük bir güveni hak edecek hiç bir şey yapmamıştı üstelik.

 

Şifa kendi kendine "Bunu yapabilir miydim?" demeden duramıyordu.

En zayıf karnını birine göstermek "Beni en iyi buradan vurabilirsin" demek gibi bir şeydi aslında. Ailesine hissettiği şeylerden bahsetmek gibi değildi. Zaten Alparslanın kendine dair bir çok şeyi biliyor olması kelimelerinin önünü açan en büyük etkendi.

 

Alparslan ona sandığından daha fazla güveniyordu. Ama aklı ne olursa olsun bunu kabullenemeyecek gibiydi.

 

Birine koşulsuzca güvenilir mi?

 

Yatağında oturup etrafı izleyen adama hem doya doya bakmak, onu özümsemek istiyordu hemde aralarına bir çizgi çekmek, tamamen kapılmaktan, çok az da olsa frenleri sabit tutmaktan yanaydı mantıklı kısmı.

Bu çelişkili duygularla insanlar nasıl baş edebiliyordu Allah aşkına?

 

"Eee burası hiç beklediğim gibi değil".

 

Konuşmasını bekliyordu Şifa. En azından aralarındaki bu gerilimli elektriği ortadan kaldıracak bir kaç cümleye ihtiyacı vardı. Alparslanın hafif şaşkınlık kokan sesinin maksadını çözemedi.

 

" Anlamadım."

 

"Kızım buz dolabı gibi bir şeysin, burası kız odası lan."

 

Kaşları kalkmış, sorgulayan bakışlarını daha bir sivriltmişti Şifa.

 

"Ruh hastası mısın sen acaba? Bende kızım ya normal değil mi?"

 

Alparslan gür bir kahkaha attı. Ne beklediğini kendi de bilmiyordu ama bu kadar aydınlık bir oda değildi beklediği. Kızın karakteriyle komodinlerdeki abajurlar ne kadar ters düşüyordu gözünde.

 

"Tamam peri bir şey demedik. Yataktan atacak gibi bakma hemen."

 

"Kaşınma Alparslan."

 

"Kaşısana peri, valla bak çok ihtiyacım var."

 

"Bir ara tozunu alırım sokak çocuğu, dayak yiyemiyorsun ya ondandır uyuz gibi kaşınman."

 

Alparslan kızın gerginliğinin tabiki farkındaydı. Ama bu geri adım atacağı anlamına gelmiyordu. Peri karşısına Berlin Duvarı dikse, yıkıp yakmak için Alparslan orada olurdu. Biraz gevezelik edip dikkatleri mevcut olan durumdan uzaklaştırmaktı amacı. Alparslan kendini tanıyordu, manipüle etmek ona bahşedilen en iyi yeteneklerden biriydi.

 

"Valla şanslısın kızım, şu odaya bak prensesler gibi büyütmüşler seni. Bizi de hücre gibi odalara postaladılar. Ulan kıçım donardı be."

 

Bir yandan kendini acındırırken bir yandan yatağa yerleşmişti bile. Bununla da yetinmeyip kaşları  kalkık kendini dinleyen Şifayı bileğinden tutup yatağa çekmişti. Şimdi ikisi yarı yatar pozisyonda bir birlerine bakıyorlardı. Şifa, Alparslanın söylediklerini düşünürken şu anki hale nasıl geldiklerini sorgulamamıştı bile.

 

"Neden böyle bir şey yapıyorlardı ki?"

 

Eğitimin önemini biliyordu ama sürekli böyle bir sefaletle yaşamaya lüzum var mıydı?

 

Alparslan dirseğini yatağa bastırıp, başını eliyle destekleyerek bedenini biraz yüksektti. Ondan nerakla cevap bekleyen Şifanın yüzünde siyah gözleri santim santim gezdi.

 

"Vücut nankör çünkü, rahata hemen alışmaya meyilli. Bize gücünü kaybetmeyi değil, eksiltmeyi bile yasaklarlar. Haksız da değiller. Her duruma, her şarta uyum sağlamalıyız. Hazırlıklı olmalıyız."

 

Şifa başını ağır ağır sallayarak alt dudağını dişiyle kıstırdı. Ama daha çocuk yaşta başladığı eğitimleri nasıl böyle iradeyle karşıladı anlayamıyordu.

 

"Nasıl böyle güçlü olabiliyorsun Alparslan?"

 

Alparslanın yüzünde kırık bir tebessüm peydah olmuştu. Şifanın bir lastikle tutturdupu saçlarından kaçanlara dokunmak için boştaki eli harekete geçti. Saçlarda bir süre dolaşıp, işaret parmağının ucuyla alın çizgisinden çene hattına kadar keşfine devam etti. Bu sırada Şifanın kapanmış gözleri yeşil cenneti saklasa da yüzünün duruluğu saatlerce izlenilesi bir tabloydu.

 

"İnsanın bir amacı varsa her şeyin üstesinden gelir."

 

Sesi durgun ama kelimeleri oldukça hissedilir bir tınıdaydı.

 

" Allah amaçsız bomboş bir kabuğa çevirmesin insanı, o hepsinden zor çünkü güzeller güzeli peri."

 

Alparslanın söylemesine gerek duymuyordu artık Şifa bazı şeyleri.

Hissedebiliyordu...

 

Alparslan amaçsız kaldığı zamanlardaki halini onun sesinden dinlemişti. On bir yaşında yaşamaya hakkı olmadığına inanacak kadar hayattan kopmak zorunda kalan biri için bu sözler çok değerliydi. Alparslan elindekine sımsıkı sarılan çok yürekli bir adamdı.

Daha fazla konuşmak istemediler zaten. Bir birlerine bakmaları bile anlamak için yeterdi onlara.

 

Alparslan yüzlerinin arasında santimler kalacak kadar yaklaştı. Derin bir nefes aldığında yüzünde mayhoş bir tebessüm oluşmuştu. Karnında çırpınan bu heyecan dalgalarını hissetmeyi öyle çok seviyordu ki.

 

"Heyecanlanıyorsun..."

 

Şifanın soluğunu tutmasına neden oldu bu net çıkarım. Birinin karşısında böyle çıplak kalmak çok zordu.

 

"Bunun olacağını biliyordum ama bu kadar güçlü olacağını düşünemezdim. Bu muazzam bir şey peri. Kalbinin içinde benim nabzımı hissediyorsun ya..."

 

"Alparslan..."

 

Alparslan dudağını çenesine dokundurduğunda nefesini tutuşuyla tebessümünü genişletti. Dudağı öpmüyor sadece dokunuyordu. Sonra ağır ağır yüzüne sürterek ilerledi. Kulağına en yakın yerde biraz durakladı.

 

"Beni yine uyutsana güzel orman perisi. Tam kalbini üzerinde, senin içinde atan ikinci nabızın bilinciyle bana güzel bir uyku hediye etsene..."

 

Yine küçücük, üstü başı pasaklı o oğlan olmuştu işte. Annesinden şefkat dilenen zavallı sokak çocuğu...

 

Kolunu bedenine sardı Şifa, sessizce itaat etti adamda. Göğsüne doğru bıraktı kafasını. Tam istediği gibi başı kalbinde atan diğer nabzın üzerine yerleşti. İri kolları bir yılan gibi dolanmıştı küçücük bedenine

Parmaklarını bir süre kara tutamlar da gezdirirdi, yeni yeni yeşeren sakallara doğru kaydırdı ellerini.

Alparslanın çok hoşuna gitmiş bu sıcaklık.

Küçücük bir bebeği sever gibi usul usul sevdi parmakları yüzünü.

Belli bir zaman sonra uykuya daldıklarında ikisi için bir ilkti bu.

Huzurlu, tamamlanmış, karabasanlardan uzak ilk uyku...

 

 

****************

 

Duhan bir süredir sabahın altısında kalkıp yoga yapan kadını izledi. Veronica vücudu içinde, görevleri içinde muhteşem bir disipline sahipti.

 

Allah var vrikşasana(ağaç duruşu) duruşunun hakkını fazlasıyla veriyordu. Kadının nefes egzersizlerini de tamamlamasını bekledi bir süre daha.

 

Veronica sonunda düzenli olarak uyguladığı ritüeli tamamlayıp sabırla onu bekleyen adama döndü.

 

"Hayırdır Duhan, rüyanda beni mi gördün?"

 

"Öyle de denilebilir."

 

"Kusura bakma şekerim, tipim değilsin. Ben altın orana sahip burunlu erkeklerden hoşlanıyorum."

 

Duhan ölçğlü bir tebessümle ellerini cebine sokup Veronicanın yğzüne daha dikkatli baktı.

 

"Kusura bakmayacaksın artık, malum zamanında sen kırdın burnumu."

 

Veronica o günü hatırlamış gibi sinsi bir sırıtmayı yerleştirdi yüzüne.

 

"Ah beni korkutmak neye maal oluyor öğrenmiş oldun. Ne güzeldi değil mi Duhan?"

 

"Ruh hastası, manyak."

 

Veronica sırıtarak küçük havluyla boynunu kurulamaya devam etti.

 

"Böyle konuşma sonra Şifa da öyle söylüyor, tüm saygınlığım gidiyor."

 

Duhan derin bir nefes alıp yüzünde her daim yer edinen ciddiyetine geri döndü

 

" Veronica konuşmak istiyorum! "

 

Veronica da tek kaşını kaldırıp, aynı ciddiyetle karşılık verdi.

 

"Bu konuşma benim canımı tahminen ne kadar sıkacak? "

 

"Bu kısmıyla ilgilenmiyorum, ama yeter artık. Onu yok saymaktan vazgeç! "

 

Konunun tabiki buraya geleceğini biliyordu.

 

"Neden?"

 

Duhan bir anda gelen soruyla anlık bir afallama yaşadıysa da hemen toparladı kendini.

 

"Ne demek neden?"

 

"Neden bunu yapayım? O hiç bir şeyi haketmeyen aşağılık herifin teki. Neden onun için olumlu bir şeyler de katkım olsun."

 

"Böyle olmadığını çok iyi biliyorsun kızıl , yapma! "

 

"Duhan, o bir beni bırakmadı arkasında, Serdar hepimize yemin ettirmedi mi? Onu koruyacağımıza hepimiz, o adamın gözü önünde kan akıtarak yemin etmedik mi?"

 

Duhan dilini yakan kelimeleri tutmak için oldukça zahmetli bir irade gösteriyordu. Gerçekler her zaman göründüğü gibi olmuyordu ve daha da kötüsü her gerçek öylece ortaya saçılamıyordu da.

 

"O, biz gibi değildi. Hiç olmadı Veronica."

 

Veronica şimdi ise yüzünü kaplayan küçümser ifadeyle Duhanı boydan boya süzdü.

 

"Böylemi savunacaksın onu bana? Biz gibi değildi deyip bağrıma mı basayım? Ne istiyorsun benden? "

 

Ilımlı olmalı ve kurmaya çalıştığı düzenin rotasını şaşırmamalıydı. Karşısındaki kadının zekasına defalarca tanık olmuş biri olarak her kelimesi mayınlı bir araziye itebilirdi onu. Daha risksiz ilerlemek için başka bir bakış açısı için kelimelerini süzgeçledi.

 

"Serdar, Hakan, Şahin, sen, ben ve yüzlercemiz ilk ateşte yürüyüp gelmedik mi birliğe? Hepimiz düşmeyi, sonrada nasıl kalkmamız gerektiğini biliyoruz. O biz gibi değildi, hiç olmadı. Anasının, babasının yanında birliğin içinde pamuklarla büyüdü o. İlk yaşadığı acıda ailesini, Serdar'ı, Dua'yı kaybetti. Üstelik... Hatalarımız vardı Veronica! Hepimizin asla kendimizi affedemeyeceği hatalar! Böyle bir yükü kim olsa sırtlayamaz altında kalırdı."

 

"O zaman kaçmak yerine kalıp yaptıklarıyla yüzleşmeliydi. Sen öyle yaptın!"

 

Duhan dişlerini sıktı. Konuşamazdı!

 

Veronica aynı hırs ateşinin ortasında kalmıştı. Beyninde dönen tek görüntü kucağında minik bir bebekle, Barbaros'un gidişiyle yüzleştiği o andı.

O adam Dua'yla birlikte onu sarıp saçmalamış, iyileştirmiş ve hiç acımadan uçurumdan aşağı itmişti. Nasıl ondan herşeyi unutmasını, yok saymasını isterdi Duhan?

 

Öyle büyük bir öfke ve kin vardı ki içinde tarif edemezdi asla. Kendi için affetse Şifa için affedemezdi. Daha fazla burada kalırsa işin şiddete varacağını da biliyordu. Arkasını döndü, adımları bile sinirinin boyutunu vurgularcasına ses çıkarıyordu.

 

Duhan ise son kez nereye dokunacağını bilerek sesini çıkardı.

 

"Kendini öldürmeye çalışıyor!"

 

Veronicanın dıraksayan adımlarıyla sesinin gücünü artırıp devam etti.

 

"Elbet birine geç kalacağız! Umarım o zaman pişman olmazsın."

 

Duhanın sözleri adımlarını kilitlemişti, ayakları beynine itaat etmiyordu artık. Duhan kalbinin üstünde tepinmeye devam edecek gibiydi belli ki. Veronica ardını dönmedi ama tek bir adım da atamadı. Duhan da saldırısına devam etti.

 

"En çok Dua'nın merhametini görürdüm sende, nerde benim Dua'mın üstüne ilmek ilmek işlediği şefkati? Bildiklerinle yargılıyorsun bilmediklerin boynuna urgan olup dolanmasın Veronica! Şimdi çıksa karşına ne der Dua sana? O ölüyor, sen sırtını dönüyorsun. Dua yüzüne bakar mıydı, böyle birine dönüştüğünü görse?

Kızıma sen anne olacaksın derdi, bırakır mıydı kızını sana?"

 

Veronicanın sarsılan omuzları ve kısık tutmaya çalıştığı hıçkırıkları Duhanın içini sızlatıyordu ama onu kendine getirmesi gerekirken tokatlaması gerekiyorsa, bütün acımasızlığıyla bunu yapacaktı. Hayatı böyle geçmişti neticede. Uzun bir zaman kayıpları varken, imkanları varken, hâlâ nefes alıyorlarken birbirlerini görmelerini istiyordu. Belki de Serdara karşı vicdan temizleme sırası nihayet kendine gelmişti.

 

Veronica daha fazla dayanamadı, koşar adımlarla üst kata odasına çıktı. İçi sökülürcesine ağladı. Dua'ya duyduğu hasrete, Şifa'nın kaderine ve yıllar geçse de aşkından gram eksilmeyen o salak kıza içi çıka çıka ağladı.

 

Duhan onu kör olmakla suçluyordu, değildi ki. O gözlerinin rengine bile ölebileceği adamın çöle dönmesini görmüştü. Kendine neler yaptığını çok iyi biliyordu.

 

Ama nefreti izin vermiyordu işte. Şimdi o Allah'ın cezası herif içine başka bir korku salmıştı. Gerçekten Dua onun bu halini görse, küçük kızını emanet etmek istemez miydi? Güvenmez miydi ona?

Nefret onu, Dua'nın utanacağı biri haline mi dönüştürüyordu yani?

Veronica her şeyi kaldırırdı ama küçük annesini utandıracak bir şeyi yükleyemezdi kendine.

 

Affedebilir miydi ki onu?

 

Gözleri kapalı saatlerini geçirdi. Milyonlarca ses aynı anda çığlık atıyormuş gibi hissediyordu.

 

Kalkıp duşa girdi. Sıcak bir duştan sonra vücut kremlerini sürdü, saçlarını maşalayıp dalga dalga beline doğru dökülmelerine izin verdi. Gözlerinin güzelliğini ortaya çıkartan hoş bir makyaj yaptı.

Üzerinde sadece iç çamaşırları vardı. Giyinme odasına girip lacivert midi boy, kol bilekleri manşetli, göğüs çatalını ortaya seren V dekolteli bir elbise geçirdi üzerine. Elbisesinin renginde ölümcül derecede ince topuklara sahip çok zarif bir ayakkabıyla hazırdı odasından çıkmaya.

 

Aşağı indiğinde Hakan ve Şifa ellerindeki tablete bakıp konuşuyorlardı, başka da kimse görünmüyordu ortalıkta.

Topuk sesleri ikilinin dikkatini çekmişti. Hakan güçlü bir ıslık çaldı. Saçlarından ayakkabılarına kadar gözleri dolaştı.

 

"Hayırdır kızıl kasırga Barbaros'un ağzına sıçtın yetmedi gözünü de mi foseptiğe çevireceksin? "

 

Veronica küçümser bakışlar atıp "Her zaman diline sansür çekmeyi beceremezdin zaten" diye söylendi.

Şifa bu Barbaros meselesinde hiç bir şey bilemeyişinden çok sıkılmıştı. Veronica'yla bir sıkıntısı olduğu belliydi ama kendi kafasından kurmanında doğru olmayacağını düşünüyordu.

Sol omzuna yatırdığı başıyla yeşillerini kadına dikti.

 

Kızın gözlerindeki sorguyu göremeyecek bir kadın değildi zaten Veronica, gerçi derdi saklamak da değildi.

 

"Çek şu yılan soğukluğundaki bakışlarını. O şerefsizle geçmişte bir alıp veremediğim var."

 

"Neyi aldında veremedin kızıl fıstığım? "

 

"İhanetini aldım, karşılık olarak oturması gereken kazığı veremedim!"

 

Hakan bir ıslık daha çalmıştı. Şifayla göz göze geldiğinde dudağını ısırmış başını da iki yana sallamıştı.

 

"Yazık olacak bizim oğlana."

 

Veronica ateş saçan gözlerini adamda dolaştırıp, "İstersen ona olan öfkemi sana yönlendirebilirim" diyerek tehtidini ortaya koymuştu.

Bir anda ayaklandı Hakan.

 

"Hiç almayım kızıl, işim vardı zaten benim. Size bol muhabbetler, ayrıca öfken Barbaros da kalsın, bilirsin hiç sevmem ibneyi."

 

Adam alev almış gibi evi terk etmişti. Şifa sadece başını sağa sola sallamıştı.

Veronica kızın yanına adımladı ve oturdu.

 

"Bu akşam sadece ikimiz olalım mı?Çıkalım dışarda yiyelim. Y kromozomlu kimseyi görmek istemiyorum."

 

Veronicanın tatlı serzenişine gülümseyip, elini sıktı sıcak elleriyle.

 

"Olur kızılım, özledim seninle başbaşa kalmayı. Bir ceket alıp geliyorum. Barbaros'u dinleyeceğim senden."

 

Kızın sesinde taviz vermez tını, Veronicanın itiraz etmesine izin vermemişti zaten.

Hem Şifa onu anlardı. Sebepsiz olmadığını, kırılan onurunu, kalbini, haklı oluşunu anlardı.

 

Hazırlanıp evden çıkan iki kadın, Şifa'nın arabasıyla Yuva'yı terk etmişti. Beraberken gitmekten en çok keyif aldıkları İstanbul'un tenha caddelerinde kendine yer bulmuş, hoş bir restorana girdiler. Şifa burayı çok seviyordu. Eski bir mimarisi vardı, ahşabın kokusunu bile alabiliyordu. Yemeklerini sipariş verip beklemeye başladılar. Veronica yemekle beraber bir kadeh de kırmızı şarap istemişti. Kim bilir belki bir kadehle kalmazdı da.

 

Şifanın merakla onu bekleyişi ama hiç soru sormayıp, sabırlı davranışı o tek kadehle dilindeki bağı çözdü.

 

Parmağı iki yudum anca kalan bardağın ağız kısmında dolaşmaya başladığında konuşabildi.

 

"Annen beni iyileştirirken tek değildi Şifa. Barbaros da hep ordaydı. Benim korkmayacağım, ama elini atsa tutabileceği bir mesafedeydi ama hep oradaydı. Kötüydü o zamanlar ayrıntıya girmek istemiyorum ama zar zor konuşuyordum ve o bana sürekli kitap okuyordu. Çok korkuyordum sessizlikten o da bana sevdiği müzikleri geceler boyu dinletiyordu. Uykuya dalmak en büyük eziyetken bildiği efsanevi hikayeleri saatlerce bir kapının ardından anlatıyor, uyuduğumdan emin oluyordu. İnandırıyordu beni. O efsanelerin gerçek olduğuna, mutlu son denilen şeylere, umut hissine yavaş yavaş inandırıyordu işte."

 

Şifanın gözlerini bile kırpmadan izleyişiyle dudaklarında her an ağlama evresine geçecekmiş gibi bir gülümseme yeşerdi.

 

"Sonra bir şeyler olmaya bsşladı bende. Mesela daha seri olmaya başladı konuşmam. Çığlık atmayı bıraktım uykuda. Yemek yer yemez kusmuyordum artık. Üstelik bir kaç erkeği aynı anda görünce kaçmaya, saldırmaya çalışmıyordum. Duanın mutlulukla izlediği bir iyileşme sürecine girmiştim. Kendimin bile hayret edeceği güzel şeyler oluyordu."

 

Veronica duraksadı, kadehindeki şarabı bir tur döndürüp ufak bir yudum aldı. O günleri hatırlamak yaşamaktan daha zordu onun için. Geçmişte kalmış olmaları, yaşanmış olduğu gerçeği değiştirmiyordu işte.

 

"Dua dedi ki aşkın böyle bir gücü varmış. İyileştirirmiş yaraları. Ne olduğunu bile bilmediğim bir şeyi içimde taşıyormuşum ben. Onun bana verdiği her şeyi kalbim kendine aşk olarak saklamış."

 

Veronica alt dudağını ısırıp, ağlamak isteyen her zerresini frenlemeye çalıştı. Sonra karşısındaki yeşil gözlere tekrar kırık bir tebessümle baktı.

 

"Doğru Şifa aşk iyileştiriyor, güçlendiriyor, hayal kurduruyor. Bunların hepsini yapıyor çünkü daha derin yaralayabilmek için ihtiyacı var saydığım her şeye."

 

Sona doğru sertleşen sesiyle Şifa dinlediği her şeyin içinde olulturduğu zelzeleden sıyrıldı. Karşısında altın parçaları saklanmış güzel gözlere daha soğuk bir yüz ifadesiyle baktı

 

"Sonra ne oldu Veronica? "

 

Veronica elindeki bardağı Şşfaya dopru kaldırıp son kalan yudumu da tepesine dikip, masaya bıraktı kadehini.

 

"Sonra Dua gitti, Serdar gitti, bir sürü kişi gitti. Onların gidişiyle Barbaros baş edemedi, beni parçalayarak oda gitti. Sen kollarımda miniciktin ve ben gidenlerim için gök yüzünü yırtacak bir şiddetle ağlamıştım."

 

Şifa ne diyeceğini bilemiyordu. Karşısındaki kadın kadehini izliyordu ama sağ gözünden kopup boynundan aşağı akıp giden yaş, acısını gözler önüne seriyordu. Veronica en hayat doluları gibi görünsede en çok acıyla sınananlarıydı belkide. Nasıl böyle olabiliyordu? Gözünden düşen yaş bile onu nasıl böyle güzelleştirebiliyordu?

 

Ama sonra bir kaç kez gördüğü o adamı düşündü. Yüzündeki her şeyden vazgeçmiş o ifadenin bir tek Veronicaya değdiğinde filizlenecek gibi oluşuna defalarca şahit olmuştu. Kendine bakamayan, baksa da acıdan başka hiç bir şey yansıtmayan o adamdan dinlememişti ki hikayeyi.

Alparslan Şifaya bunu da öğretmişti işte. Görünenin aslında her zaman her şry olmadığını biliyordu Şifa.

 

"Herkes senin gibi olamıyor Veronica. Senin kadar düşüp sonrada ayağa kalkmak hiç yabana atılır bir güç gerektirmiyor. Kaldıramadı diye onu suçlamak insafsızlık değil mi?"

 

Veronica kendiyle beraber Şifanın da ona kızacağı bir kaç cümle beklerken böyle bir şey yüzüne buzlu su fırlatmışlar gibi sıçramasına neden oldu. Sesini kontrol etmeden sert bir çıkış yaptı.

 

"Anlamıyor musun küçük sıçan, babana kan yemini verdi! Senin yanında olacağına, seni koruyacağına yemin etti! Sonrada siktir olup gitti!"

 

Şifayı azıcık bile etkilemedi bu çıkış. Veronicanın sık sık yaptığı kaş kaldırma işini bu sefer Şifa üstlendi.

 

"Senin kadar güçlü olamamış diye onu yargılıyorsun!"

 

"Aptal, senin de kızman lazım ona!"

 

Şifa başını iki yana sallayıp öne doğru eğilerek Veronicaya iyice yaklaştı.

 

"Hayır Veronica, o adamı bir an önce iyileştirmemiz lazım. O adam gömülmeyen bir ceset."

 

Veronica içindekileri anlatırken kendini haklı bulacağına öyle emindi ki, böyle konuşması sinirlerini kızıştırıyordu. Şifa ona "haklısın" diyecekti ve Duhan'ın söylediklerinin hiç bir önemi kalmayacaktı. Bunlar anlaşmış olabilirler miydi yoksa?

Kendi kendine başını iki yana salladı.

Hayır Duhan'ı kesseler başkasının özelini anlatmazdı kimseye.

 

"Aptalsın işte! Gitti diyorum sana bizi bırakıp gitti!"

 

"Veronica, onun terk edişi seni çok acıtmış haksızsın diyemem ki çok haklısın. Öfkende de nefretinde de öyle çok haklısın ki. Ama her haklılık mutluluk da vermiyor insana.  Ona bir baksana! Kendine neler yapıyor? Ölmek için elinden gelen her şeyi deniyor. Duhan bir keresinde neredeyse başaracaktı demişti. Onu hiç tanımamama rağmen ben bile çok üzülmüştüm. Adını çok az dıydum ama yaptığı onca şey... Ben ona hayranım, çektiği acının diyeti olarak hayatını vermiş. Ama boş boş ölümü beklememiş. Filistin'de, Irak'ta Kongo da yaptıklarını biliyorum. O insanlara yeni bir yaşam verdi, defalarca ölümden döndü. Bunları nasıl göz ardı edebilirsin? Benim yanımda sen vardın, Duhan vardı peki o insanların kimi vardı? Kendi içinseçtiği diyet buysa onu yargılayamayız!"

 

Veronicanın öfkeli kelimeler dökmek isteyen dudakları açıldığı gibi kapandı.

 

Aynı annesi gibi merhametinin bir sınırı yoktu bu kızın. Gözlerindeki hayranlığı görmemek için kör olmak gerekti. Zihnini berraklaştırmak için geldiği yemek onu daha da karıştırmıştı.

 

"Ne yapacağımı bilmiyorum Şifa, öfkem bedenimin her yerinde."

Şifa küçük bir tebessümle masanın üzerindeki ele tekrar uzanıp, kavradı.

 

"Ama kalbinde değil dimi Veronica?"

 

Veronica ne dese bir şekilde karşı atakta sağlam bir cümle duyacaktı belli ki.

 

"Bu kara çocuk yaptı dimi seni böyle, aşk doktoru kesildin başıma? O serseri kapıdan girmeden zehirlemeliydim onu!"

 

Şifa istemsiz kendini savunma pozisyonunda buldu.

 

"Deme öyle, o çok farklı biri. Görğnenin çok ötesinde bir adam."

 

"Bak bak bak...Neresi farklı şekerim, hayır neresini gördün de diğerlerinden ayırabiliyorsun? "

 

Veronicanın ima yüklü sözleriyle kebdini nasıl bu kadar açık ettiğine şaşırdı. O tek kaş yine kalktığı için kınayıcı bakışlarını kızıla atmaktan geri durmadı.

 

"Ya sen ne edepsiz birisin , o nasıl bir ima? "

 

"Neyi ima etmişim acaba, için fesatsa tabiki bir şey diyemeyeceğim? "

 

Şifa geriye yaslanıp gözlerini kıstı.

 

"Yaralarını gördüm Veronica, yaralarını."

 

Kadın daha fazla uzatıp onu utandırmak istemedi. Seviniyordu aslında küçük kızı için. En çok o hak ediyordu böylesi büyük bir sadakati. Ve ne kadar upraşırsa upraşsın kurdun sadakati akıl sınırlarını zorluyordu.

 

Sonra yine Duhanın sözleri zihnine sinsice sızdı. Omuzları düştü. Büyük olan o değilmiş gibi akıl hocasına mahsunca baktı.

 

"Ben ne yapayım şimdi Şifa?"

 

Kendinden bile medet umuyorsa, kızılı gerçekten sıkışıp kalmıştı. Madem öyleydi bu gün annesinin zamanında yaptığını yapacak bu altın bakışlı kadının annesi olacaktı.

 

Tekrar yakınına doğru eğilip iki elinide avuçlarıyla kavradı. Sıkı sıkı tuttu.

 

"Onu affedeceksin Veronica. Seni bıraktığı için tabiki canına okuma hakkın saklı, ama ona önce nefes alması için gerekli o umudu vereceksin. Tek başına başaramayacağı çok belli, onun bastonu sen olacaksın. Çünkü benim annemin kollarında iyileştirdiği, şefkatiyle sarıp sarmaladığı kadın vicdansız olamaz. Bende, babamın kardeşini bu halde görmek istemiyorum Veronica. "

 

Veronica karşısında Şifa değilde Dua varmış gibi hissetti. Çokca yıl geçmişti ama Duanın sesinde hissettiği o tatlı tınıyı kızında da tatdı.

 

Kızı da annesi gibi umman kadar geniş bir gönüle sahipti. Kızgınlığa, öfkeye yer veremeyecek kadar parlak iki ışıktı onlar.

 

Sessiz göz yaşlarını döktü, altın pırıltıları bir an bile karşısındaki yeşillerden ayrılmadı.

 

Şifa alkolü kaçıran, yalpalayarak yürüyen kadına destek olarak Yuva ya sokmaya çalıştı. Havanın serinliği bilincine iyi gelmişti. Aslında çok da sarhoş sayılmazdı, çakır keyif çok daha doğru bir tabir olurdu.

 

Yavaş yavaş merdivenleri adımladı iki kadın. Şifa merdivenin başında kapıyı kapatmadığını fark etti, gecenin bu saatinde kimse ayakta olmayabilirdi de üstelik.

 

"Burada beni bekle hemen geleceğim" diyerek kadının kolundan çıkıp aşağı doğru adımladı.

Veronica söylenen sözü küçük bir çocuk gibi dinlemiş, kıpırdamadan beklemişti orada. Arkasından gelen mırıltıyla oraya doğru döndü.

 

Barbaros karşısında "iyi misin?" diyordu ona. Sanki ne kadar berbat halde olduğu ortada değilmiş gibi iyi olup olmadığını sorguluyordu.

Görmüyor muydu bu aptal, kötüydü görmüyor muydu?

 

"Berbatım, mutlu musun? Senin yüzünden acıdan kıvranıyorum, mutlu musun şerefsiz? Geldin sıçtın tekrar ağzıma, keyfin yerinde mi?"

 

Hızla sarsak adımlarlaodasına ilerledi. Tek kelime konulmasına bile izin vermemişti. Bir kaç parça eline geleni fırlattı, özenle yaptığı saçları koparırçasına çekiştirdi. Hırsı dinmiyordu, yapamıyordu işte!  İçindeki ateş biraz bile sönmüyordu.

Girdiği hızla çıktı. O adam ondan bir kaç yumruk yemeden bu geceyi bitirmeyecekti.

 

Hızlı adımlarla kaldığı odaya doğru ilerledi.

Kapıyı hışımla açan kadın donup kaldı ilk. Gördükleri bacaklarını titretti. İnsanın içini yakan bir feryat fırladı dudaklarından. Bu sesin kendinden geldiğini bile anlayamayacak kadar şok içerisindeydi.

 

Karşısında ona bakan gözlere değdi bir saniye bakışları, sonra her yeri yara bere içinde olan vücudu tavaf etti. Elindeki çakıya değdi sonra sönen altın pırıltıları ve derisi kazınarak açılan yaraya baktı. Kendi elleriyle açılmış, kanın damla damla aktığı yara öylece sanki kendine bakıyordu.

 

Koşarak adamın yanına geldi. Ayağındaki ayakkabıları hışımla odanın her hangi yerlerine fırlattı. Odanın içindeki banyoya koşturup, bulduğu küçük bir tasla su doldurup geldi. Yatağın yada yerin ıslanmasını umursamadan hâlâ kanayan yaraya elindeki havluyu bastırıp kanın durması için ilk müdahaleyi yaptı. Yerde duran adamın gömleğimi avuçlarında sıkıştırıp yaranın kenarlarını silmeye başladı.

 

Adam bomboş gözlerle kadını izliyordu. Yüzünde acı çektiğine dair hiç bir emare yoktu, tıpkı bir ölünün soğukluğu kaplamıştı gözlerini.

 

Veronicanın yüzündeki makyajı akıtan yaşlar peşi peşine kayıyordu boynuna aşağı.

 

"Neden yaptın lanet olasıca, yetmedimi yaktığın canımı?"

 

Barbaros kan değmiş parmakları kızıl buklelere değdirdi. Öyle uzun yıllar geçmişti ki bu saçlara böyle yakın olmayalı.

 

"Ölemiyorum Veronica, sanırım benim lanetim de bu, ölemiyorum."

 

Veronica duyduklarıyla daha da hınçlandı. Zerre acımadan elini kaldırıp suratına ses getiren bir tokat attı.

 

"Ölmeyeceksin! Bana yaptıklarının bedelini ödemeden ölmeyeceksin. Bana bir hayat borcun var senin, bir aşk borcun var. Şifa'ya amca olacaksın. Ben annesi oldum sen amcası olacaksın. O daha küçücük kız çocuğu. Serdar'ın saramadığı yavrusunu sen saracaksın. Mahvederim seni, borçlarını ödemeden gitmeye kalkarsan, bunu kendine bir daha yaparsan asla affetmem seni!"

 

Barbaros çorak tarlaları andıran kahvelerini Veronicanın ateş gibi yanan gözlerine değdirdi.

 

" Benim için hiç umut var mı sende Veronica? Azıcık da olsa affım mümkün mü?"

 

Veronicanın içinde yanan hırs ateşi kekimeleri bile tutuşturacak kadar güçlüydü

 

"Bulacaksın o yolu Barbaros! Ben senden başka kimseye göz değdirmedim bile. Bana hak ettiğim sevgimi geri vereceksin! Yıllar önce bana attığın kazığın diyetini ödeyeceksin!"

 

"Ağlama."

 

Veronica elini göğsüne çarptı şiddetle.

 

"Ağlatma o zaman, ne olur ağlatma artık. Nasıl canını böyle yakarsın sen aklım almıyor?  Kıyamazdın ki! Azıcık bile incitemezdin sen beni, esen rüzgar hasta eder diye korkardın, nasıl ağlattın Barbaros?"

 

Barbarosun hasretle acı çeken gözleri yüzünün her yanında dolaştı.

 

"Bir kere sarılayım mı altın kürem, çok az sadece? Çok... Çok özledim..

"

 

Veronica, Barbarosabaktı sadece bir kaç saniyeliğine. Duhan haklıydı, Dua, Şifa haklıydı. Bu adama merhamet etmezse, en çok acı yine ona kalacaktı. Barbaros yoktu, uzaktaydı ama nefes alıyordu. Ya kadın arkasını dönerse ve Barbaros nefesinden vazgeçerse?

 

Bu kadar değildi, o güçlüydü ama bu kadar değildi asla. Ara sıra ondan saklanmaya çalışılsa da halinin kötü olduğunu duyardı. Biri iyi diyene kadar yiyemediği yemekler, uyuyamadığı uykular, azap dolu geceler Veronicaya kakan tek şeydi.

 

Kendine düşünmek için izin vermedi, öne atılıp kan bulaşan ellerini adamın yüzüyle buluşturdu.

Sonra da dudakları rengini kaybetmiş, kurumuş dudaklara kapandı. Yıllar önce bir kaç saniyeliğine bir birine sadece değen dudaklar şimdi çok daha hissedilir bir şiddetle değdi birbirine.

 

Donup kalan adamın aksine Veronica tüm acısını alırcasına, yılların hesabını sorarcasını öpüp, ısırıyordu o dudakları.

 

Kendine gelen Barbaros özlemine, aşkına, kadınının kalbine taparcasına karşılık verdi. Bir üstünlük yarışına girmek gibiydi. Kimin daha baskın olduğunu düşünmek saçma olurdu.

 

İnsan oğlunun kendini en yalın şekilde ifade edişiydi belkide bedenlerinin tutkusuna kapılmak. Birbirine dolanan dilleri, tenlerini okşayan elleri, birbirinin nefesini soluyan ciğerleri...

 

Yürek yakan bir özlemden sonra gelen en büyük mutluluktu kavuşma. Hasreti bir kalp mi çeker? Dokunmayı özleyen ellere sormuşlar mı hiç? Görmek için can atan gözler dile gelse de anlatsa hasreti. Dışardan bakanın öpüşmek dediği, yaşayanın dirilmek bildiği gerçek var birde.

 

Bu gece altın bakışlı, merhametli bir kadın, ölen bir adamı dudaklarına bahşettiği şifayla diriltti. İçinde sönen o umuda yansın diye üfledi.

 

Bu gece toprak gözlü bir adam, bedeninde can büyüten, yaşama hayat veren bir kadın tarafından ruhuna geri kavuştu. Kanı kuruyan damarları, çağlayan olup tekrar akmaya başladı...

 

Loading...
0%