Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Sır Sarmalın Boğulan Yaralar

@orenda

 

 

Desteğinizi esirgemeyin canlarım. 😍Şarkı benim için çok önemli bir yere sahip, bazı şarkılar öyle oluyor yıllar geçse bile💕

 

 

 

 

 

 

Gökteki karanlık içine mi çökmüştü acaba. Bu kasvetli hava bir onu mu soluksuz bırakıyordu? Niye içerisine dolan havada bir gram oksijenin ferahlatıcı etkisini hissedemiyordu?

 

Duyduğu cümleler ve anladıkları aynı şeyler olamazdı değil mi?

Karşısında ki adam "Ölümsüzlük" diyordu, "Sonsuz yaşam" diyordu.

 

Dışından bile sorduğunu fark etmeden

"Ben ölümsüz müyüm yani? " diye fısıldadı.

 

Duhanın dudakları titredi, çok güzel bir tebessüm peydah oldu yüzünde. Bu masumiyet öyle tanıdık öyle kendindendi ki. Yüzünde biraz korkulu ama çokça çocuksu bir saflık vardı.

 

Dilinin cesaret edip diyemeyeceğini kalbi fısıldadı. Şu an istediği tek şey göğsünü yarıp, onu içine hapsetmekti. Kimse dokunamasaydı ve hiç bir güç ona zarar veremeseydi.

 

"Çok güzelsin minik yavrum, çok temiz ..."

 

Şifa kendisine karşı ilk kez böylesi bir sevgi sunan adama baktı. Tüm bedenini bir şaşkınlık sarmıştı. Dudaklarının arasından tek bir kelime çıkamadı.

 

Duhan onu severdi. Yani Şifa hissederdi ama ilk kez yüksek sesle dillendiriyordu.

 

Yüzündeki sarsılmışlıktan neler düşündüğünü anlayan adam da konuşmasını beklememişti zaten.

 

"Hayır küçük Şifa, ölümsüz değilsin ama normal bir insanın bedeni kadar da kolay gerçekleşmez o eylem. "

 

Biraz evvel kalkıp bir kaç tur attığı veranda da yine ahşap banka oturdu ve sağ eliyle karşısını işaret etti. Sessizce karşısına geçip oturan kızdan gözlerini bir an bile çekmemişti.

 

"Sana en başından anlatmam lazım her şeyi aslında ama şu an için hazır değilsin Şifa."

 

"Neye hazır değilim?"

 

Dudah işaret ve orta parmağını şakağına bir kaç kere vurdu.

 

"Sen kendi içinde nasıl bir şeysin bilmiyorsun yavrum. Burası korunmada. Zihnin bir kilit altında. Zamanı gelmeden beynindekiler seni delirtmesin diye önlem. Düşün Şifa... Yakın geçmiş harici belleğinden hemen silinen anları düşün..."

 

Şifa da bunu yaptı. Kendini zorlayıp eskiye dair bir şeyler bulmaya çalıştı zihninde. O kendini hep bir sis bulutunda kayboldu sanıyordu.

Şifa kaybolmamıştı. Şifanın beyni ne için olduğunu bilmediği bir sebepten pranga altındaydı.

 

"Bunu neden yapıyorlar bana?"

 

Kendinin bile fark etmediği bir yaş kaydı gözünden.

 

Duhanın çok canını acıtan bir yüzle baktı. Duhanı eskiye sürükleyen, o çaresizliği hissetmesine neden olan bir ifade vardı yeşil gözlerde.

 

"Çünkü sen umutsun Şifa. Bizim için amaçsın. İyiye dair her şey için inançsın..."

 

"Nasıl?"

 

Duhandan çok kendine sorar gibiydi bu soruyu. Şifa öylece yaşayıp giden, günlük programına uygun dövüş ve silah çalışmaları yapan, kendi için oluşturduğu sanal dünyada kod yazan biriydi altı üstü.

Duhanın dediği gibi bir umut olmak için çok yetersizdi.

 

"Önce kendimi anlatmam lazım belki de."

 

"Neden Duhan?"

 

Duhan soruyu tam olarak anlamadı. Kaşlarını çatmıştı.

 

"Neden şimdi? Neden aylar önce geldiğinde değil. Yada bir kaç ay sonra beni kontrol etme zamanında değil de şimdi..."

 

Duhan bazen öyle çok şaşırıyordu ki. Şifa zihni kilitle hapsedilmiş bir mahkumken öyle sorular sorabiliyordu ki Duhan gelen raporların neden asla bekledikleri değil de üstü çıktığını buna bağlıyordu. O sadece doktorun değil Dua ve Serdarın kızı olduğunu ispatlamak ister gibi hiç bir veriyle örtüşmemeye yeminli gibiydi.

 

"Çünkü sen bizim beklediğimizden çok ilerdesin ve hazır olman lazım."

 

"Neye Duhan? Ben neye hazır olacağım?"

 

Duhan yine parmaklarıyla şakağına vurdu.

 

"Burda bir bağ var Şifa. Sana bağlı biri daha... Bağ kilidini kırmak için çok çabalıyor ve görüyorum ki bu an meselesi."

 

Şifa boşluğa baktı bir süre. Ona bağlı biri ne demekti. Duhanın sesiyle çıktı daldığı kara sulardan.

 

"Genç bir delikanlıyken başladı bu amaca hizmetim. Ailemi geride bırakarak yeminli bir mürit oldum birliğime. Ölürüm, öldürürüm de dönmem yolumdan dedim. Dönmedim... Her şeyimi kaybettim ama o küçük umut için dönmedim şifa."

 

Duhan yavaşça doldurdu boşalmış ciğerlerine oksijeni. Dönememişti... Tüm kayıplarına değsin diye. Sonunda bu uğurda onu bırakıp gidenlerin mezarına gidebilmek için dönememişti. Başardık diyebilmek için vazgeçememişti. Defalarca ölmek istemiş, acısı son bulsun diye rabbine yalvarmıştı ama o çok daha korkunç bir şeyle lanetlenmişti.

 

Duhan herkesin Şifa diyeceği bir gerçekle zehirlenmişti...

 

Sonra merakla ona bakan kıza geri döndü. Yüzüne kederli bir tebessüm kondu.

 

Benimle beraber bu görev için eğitilen, türlü sınavlardan geçirilen bir sürü genç oldu. Benim birliğimden üç kişi seçildik. Adlarını biliyorsun. Daha çocuk yaşta sayılırdık ama bilirdik ne denli zor bir şeyin içindeyiz. Ama öğrendik ki bu göreve beş kişi hazırlanacağız. "

 

Derin bir nefes aldı. Cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dalı dudaklarıyla buluşturdu ve ucunu ateşledi.

 

Şifa şu anda kafasını meşgul eden ilk şeyi yöneltmek istiyordu. En zararsız görünen soruyla başladı.

 

"Birlik dediğin devlete hizmet eden illegal bir topluluk mu? Nesiniz, kimsiniz siz?"

 

Duhan bu sorunun geleceğini tahmin etmişti. Tereddüt etmeden cevapladı.

 

"Hayır devlete değil bizim hizmetimiz. Devletin legal yada illegal kendini koruması için bir çok oluşumu var. Bizim hizmetimiz Türk Ulusunun bekasını korumak için."

 

Duhan ne söylese Şifada büyük bir kaosa neden oluyordu. Duyuyordu ama tam olarak anlayamıyordu.

 

"Bu aynı şey değil mi?" diye yineledi sorusunu.

 

"Hayır! Devlet, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşayan ulusun ve azınlıkların koruyup kollanmasına hizmet eder, biz ise dünya üzerinde yaşayan, Türk kanı taşıyan herkesin canına hizmet ederiz. Bu çok daha başka bir şey Şifa. "

 

Düşündükçe işin içinden çıkamayacağını anlayan Şifa, düşünme işini öteleyerek sadece sorularına yöneldi.

 

"Peki Lokman Hekim'le sulara gömülen sır şimdi niye ortaya çıksın? Yaratıcı niye şimdi buna müsade etsin? Üstelik insanlar bu kadar yoldan çıkmışken."

 

Hep doğru yerlerde doğru soruları sorması işlenmiş DNA larından mı yoksa annesinden mi mirastı acaba?

Bu hep Duhanı düşündürmüştü.

 

" Sır saklandığı yerden ortaya çıkmışsa bir sebebi vardır. Ama benim düşüncem bilimsel değil. Allah'ın insanlara ölüme şifayı bulsanız bile benim karşımda hep aciz kalacaksınız deme şekli bu bence.

Düşünsene Şifa, sonsuz kudretli bir yaşama ulaşsak bile ne fark edecek ki? Sonuç inançlarımız gereği kıyamet değil mi ? Bir çok din de aynı şekilde hesap sorulacak bir mahkeme inancına sarılmıyor mu?"

 

"Peki böyle olduğunu düşünüyorsan neden bu amaca hizmet ediyorsun, bu nasıl bir çelişki? "

 

Bu soru sadece onu sıkıştırma amaçlı kurulmuş bir soruydu. Şifa kendince Duhanı yine kendi kelimeleriyle ters düşürmek istiyordu.

 

Duhan "Hayır bu özelliğin annenden sana hediye"diye geçirdi içinden.

 

"Eğer sır derin sulardan yer yüzüne çıkmaya karar verdiyse bunun önünde durulmaz, çağlayan olur tüm barajları yıkar geçer miniğim. Amacımız işte burda başlıyor bizim. Yanlış ellerde kötüye hizmet edeceğine doğru ellerde güvende olur. "

 

Böyle düşünüldüğünde haklı olduğunu hissetti Şifa. Yanlış ellerde bu bilgi şifa değil zehir olurdu zira.

 

"Bu bilgiyle senin örgütünün amacı ney? Ne yapacaksınız ölümsüz olup?"

 

Sesindeki kınama ve iğneleme milyonlarca öteden bile hissedilebilirdi. Duhan tüm sakinliğini koruyarak devam etti.

 

"II.Mehmet İstanbul'u feth edince Fatih ünvanını aldı biliyorsun değil mi? İşte bu bilgiyle biz de Dünya fethinin Fatih'i olacağız. Dünya koca bir kaosa sürüklenirken, zalimin mazluma zerre merhameti kalmamışken mazluma birilerinin el uzatması lazım. Ama ondan önce sırrı güvene almalıyız. Canımız pahasına bu sırra ulaşılmasını engellemeliyiz. "

 

Bu işte içinde hırçınlaşmak isteyen yanı ehlileştiren bir açıklamaydı. Duhan haklıydı.

Şifa başını nereye çevirse bir kaos hakimdi yer yüzünde. Zulme uğrayanlar hep günahsız hep suçsuzdu ama ağır bedellerle sınanıyorlardı. Kimse! Hiç kimse dur demiyor diye isyan ettiği anları da olmuştu. Sonra ona bakan adamın ela gözlerine dikti yeşillerini. Birileri dur demek için mi çalışıyordu? Birileri de artık paranın, gücün, ihtişamın dışında iyiye dair bir şeyler için mi emek veriyordu?

 

Kafası öyle karıştı ki giren sancılarla beraber dayanılmaz bir hâl almaya başladı. Bu çok fazlaydı. Neler yaşadığını düşündü. Geçmişin her bir karesini gözden geçirmeye çalıştı. O umuttu!

Her şey çok pusluydu. Ondan dünya zehrine şifa olması isteniyordu. Yaşadığı hayata baktı. Adına yuva dedikleri bu malikanedeki hapis hayatını, küçücük çocukken bile oyuncak yerine verilen sayıları. Birilerine ses olacak gücü içinde taşıyordu. Ne işine yarayacağını bir türlü anlamadığı silahları, gece uykusunun en tatlı yerinde gelen emirle çalıştığı dövüş sanatlarını, ailesinin olmayışını. Ailesi bile yokken birilerine koruyucu mu olacaktı?

Veronica'nın kimliğini ve hepsinden önemlisi nasıl bunları bir kere bile sorgulamadan kabul edişini. Sorgulayamazdı ki kilitliydi zihni...

 

Kulakları çınlıyordu, kafasının içindeki uğultu baş edilemez bir hâl almıştı. Gözlerinin yandığını, görüşünün bozulduğunu hissetti. Sanki irisleri geriye çekiliyordu. Omurgasından aşağıya kuyruk sokumuna doğru bir sancının yürüdüğünü hissetti. Ağzından bir çığlık kaçtı. Hareketler hissediyordu. Ona dolanan kolları ve uğultulu adını duyuyordu. Midesi bulanmaya başladı. Burnundan ağzına doğru akan bir ıslaklık hissetti. Dudaklarından sızan kanın tadını da duyumsuyordu. Gözleri geriye kayarken yerde ayaklarının altından çekilmeye başlamıştı.

 

Bilincini kaybetmeye başladığı son anda beyninin içinde çok güçlü sessizliği bile sağır edilecek bir ses yankılandı. Gücü olsa elleriyle patlamak isteyen beynini sıkıca avuçlardı.

 

"Buldum seni! "

 

Bu ses Şifayı derin bir karanlığa sürükledi.

 

Duhan yere yığılan kızı bir anda kucağına alıp koşmaya başladı. İçeri girip arınma odasına geçerken elindeki su dolu bardakla ne yapacağını bilemeyen bir kadın bırakmıştı ardında. Veronicanın elinden kayıp düşen bardağın sesi çınlattı ortalığı.

 

Retina taramasından sonra yüzü kanla kaplı kızı tüm kıyafatlerinden arındırdı. Çıplak bedeni cam bir tabutu andıran kozanın içerisine bıraktı. Tüm bedenini ve zihnini temizlemesi için tasarlanan cihazın ayarlamaları yaptıktan sonra odayı terk etti.

 

Bulunduğu ortam ne kadar genç kız için şifa olsada, kırk yedi yaşında ki bedenine ağır gelmişti. Bir an önce duşa girmeli ve mavi ışının bedenine verdiği yorgunluğu atmalıydı Duhan. Duştan çıktığında yatağının üzerinde oturan kadına bir göz atmak dışında hiç birşey demeden giyinme odasına geçti ve üzerine rahat birşeyler geçirdi.

 

Veronica o koca gözlerini dikmiş neler olduğunu anlatmasını bekliyordu. Şu ana kadar sessizce beklemesi bile bir mucizeydi.

 

" Ne olduğumuzu biliyor artık, ne olduğunu biliyor. "

 

Veronica o günün geldiğini anlamıştı."Ne oldu ona? " dedi kısık bir sesle.

 

Adam bu gece ki ikinci sigarasını yakıp derin bir nefes aldı.

 

"Kilit kırıldı CUNTOS artık biliyor, çok yakında burada olur. "

 

Veronica içine çektiği solukta boğulacağını hissetti.

 

" Bu kadar erken mi? Hazır değil ki! Daha küçük, daha minicik o. İki yılı daha olmalıydı."

 

Yavrusunu kurttan korumaya çalışan bir anne gibi paniğe kapılmıştı. Ellerinin titremesini camın yansımasından bile görebiliyordu Duhan. Onun için böyle endişelendiğini görse Şifa, ne düşünürdü acaba?

 

Veronica ise bir gün geleceğini bikdiği güne çok hazırlıksız yakalanmıştı. Onun şifası çok küçüktü. "Dua" diye fısıldadı dudakları. Dua yardım et...

 

Korku dolu sesiyle oturduğu yerden kalkıp Duhana yaklaştı.

 

"Duhan diğerleri de hemen öğrenir mi onu? Daha hazır değil ki. Önce sindirmesi kabullenmesi gerekir. Hem... Daha bağı bilmiyor, bağı kabullenmesi için alışmaları lazım birbirlerine. Hemen ondan uyanışı beklemezler değil mi?"

 

Veronice kimi yada neyi ikna etmeye çalışıyordu belli değildi. Sadece biraz daha öylece yaşasın, hayatı sadece ona kalsın istiyordu. Üstelik koruyucu geldiğinde ona nasıl tepki vereceğini de kestiremiyordu. Ya bağ yüzünden aralarında oluşacak durum onu korkutursa diye düşündükçe panik boğazını sarmaya devam ediyordu.

 

Duhan, kadının yanına yaklaştı ve kollarını tuttu. Veronica, kendisine dokunmasına izin verdiği sayılı kişilerden biri olan adama dikti gözlerini.

 

"CUNTOS onun için gelecek, onu biz hazırlayamazdık zaten bunu biliyorsun. Beklenilenden erkendi ama olması gereken böyleyse önünde duramayız. Alparslan onu bizden çok daha iyi hazırlar Veronica. "

 

Artık ikisinde de mutlak bir teslimiyet vardı.

Olması gereken buysa olduracaklardı. En başından beri Şifa için yaşıyorlardı ikisi de.

 

Şifa büyük bir dinginlikle gözlerini açtı. Kozasında olduğunu bilinci yerine gelmeye başladığı ilk anda anlamıştı zaten.

 

Sağ elinin beş parmağını da kalçasının yanında kalan hazneye soktu, kozanın üstü yana doğru çekilmeye başlamıştı. Çıplaklığını umursamadan retina taraması için kapıya yaklaştı. Kapı, kilit sesiyle açılınca karşısında bulunan asansöre binerek malikanenin en üst katında bulunan odasına çıktı. İki taraflı ayna görüntüsü verilen kapılar kapandığında odasında bir asansör girişi olduğunu kanıtlayan hiç bir görüntü kalmamıştı. Dışardan bakan bir göz, bütün duvarı kaplayan baklava dilimi desenlerle kaplı kocaman bir aynayla karşılaşırdı muhtemelen. Odasında ki banyoda, rahatlatıcı bir duş alırken olanları daha dingin bir beyinle düşünüyordu.

 

Aslında o zamanlar sorgulamadığı herşey bir bir yerine oturmaya başlamıştı. Bir kaç yılda bir götürüldüğü, yüzleri maskeli, mavi steril kıyafetli insanların bulunduğu ilaç kokusunun genzini yaktığı, hastahaneyi anımsatan laboratuvarları. Boynu için hazırlanan gri renkli intraketin görüntüsü hep ürpertmişti onu.

 

Her serum için farklı bir ülkeye gidişini. Her serum sonunda haftalarca kendine gelmeden bilinçsizce uyumalarını nasıl olurda sorgulamazdı aklı almıyordu. Bir kere bile "bunu bana neden yapıyorsunuz?" dememişti.

Ama şimdi beyni yaşadıklarını düşündükçe, neyin içinde boğulduğunu bir kez daha fark etti. Bu çok fazlaydı ama kafasını asıl meşgul eden " Neden ben? " sorusuydu.

 

Bir projeydi o. Anne babası var mıydı, yoksa ona bile gerek kalmadan bir laboratuvarda mı oluşmuştu?

 

Delireceğini hissetti bir an. Durması gerekiyordu, kendine gelmeliydi. Hepsinin cevabını alacaktı ama önce başka bir şeye odaklanmalıydı. Bilinci karanlığa gömülmeden önce hücrelerini bile titreten o sese. Bir hayal değildi. Asla halisinasyon olamazdı. Bundan adı kadar emindi, o sesi içinde duyduğuna. Sesin titreşimini bile hissetmişti...

 

Kahvaltı masasında kimse konuşmuyordu. Dün gece sarsıcı bir gerçek ortaya dökülmemiş gibi üçü de sûkutla kahvaltısını yapıyordu. Şifa kimseyle göz göze gelmese de üzerindeki baskıcı his sinirlerini bozmaya başlamıştı.

 

Veronica'nın rahatsız edici bakışlarından kurtulmak için yapılması gereken en iyi şeyi yaptı.

 

"Kızıl yılan, gece serumlarını ve cilt bakımını ihmal mi ediyorsun? "

 

Veronica gelen soruyla afalladı. Böyle bir şeyi zerre kadar beklemediği için ağzı aralanmış öylece bakıp kalmıştı.

 

Şifa ucunda peynir saplı çatalı kendine doğru sallayıp " Kaz ayağı mı onlar?" diyerek daha da kızıştırmaya başladı ortamı. Git gide yüzünün rengi saçlarına dönen kadınla kaşlarını hafifçe kaldırıp tebessüm etmişti. Saldırıya devam etmeye karar verdi. Manzarası çok cezbediciydi.

 

" Dudaklarının kenarları da ne öyle? "

 

Ayağa kalktı ve masanın üzerinden öne eğilerek "hmmm" diye bir ses çıkardı.

 

"Susuz kalmış kurak toprak çatlağıymış. Dişlerin döküldüğünde inanılmaz tatlı bir ihtiyar olacaksın. "

 

Şaşkınlıkla altın rengi gözlerini kızdan ayırmayan Veronica, sağ elini göz kenarlarına götürürken sol eli de bilinçsizce dudaklarına dokunuyordu.

 

Memnuniyetle eserine bakan Şifa geri yerine oturup bu anın keyfini sürmeye başladı.

Veronicanın altın renkli gözlerinin sinirle nasıl da magmaya dönüşebileceğine şahit olmak paha biçilmez bir eğlenceydi.

 

Şifanın amacını en başından anlayan Duhan ise pis bir sırıtmayla ikiliyi izliyordu.

 

İliklerine kadar sinirle dolmuştu Veronica! Bu sözler!!! Bunlar onun için koca bir hakaretti ve karşısındaki aptal bunun bedelini ödeyecekti!

 

"Bana bak tarla sıçanı, sen bana yaşlı mı diyorsun? Kırışık mı dedi o bana?"

 

Dehşetle açılmış gözleri Duhana çevrildi. Duhan ellerini kaldırıp kafasını sağa sola hızla sallıyordu.

 

Aynı ateşli gözler tekrar kıza döndü. Ellerini masaya çarparak ayağa kalktı ve Şifanın burnuna değecek kadar yaklaştı.

 

"Gözlerini aç ve bana iyi bak küçük sırtlan! Tenimin parlaklığına, gözlerimin ışıltısına, dudaklarımın dolgunluğuna iyi bak. Kırk bir yaşında nasıl yirmi beşinde gösteren bir afet-i devranım bak da gör! Ama biliyorum bu hırsı ben. Beraber çıktığımız her an bana dönen gözlerin kıskançlığı değil mi bu iftiralar! "

 

Sesi tüm salonu çınlatmıştı.

 

Aradığı fırsatı bulan Şifa keyifle kışkırtmasına devam edecekken Duhan'ın saatinden, Veronica'nın kolyesinden ve asla bileğinden çıkarmadığı bilekliğinden aynı anda ses gelmeye başladı.

 

Yuvaya izinsiz giriş!

 

Üçü birbirine baktı.

 

"İzinsiz kim girebilir? Neler oluyor Duhan?"

 

Veronicaya cevap vermeden Duhan belinden Bretta 92FS model tabancasını çıkarıp kapıya doğru koşmaya başlamıştı bile.

 

İki kadın da aynı anda önlerinde bulunan masanın altına ellerini uzatarak soğuk metallerin kabzasına parmaklarını dolamışlardı . Şifa ardında kalan koltuk takımının üzerinden atlarken Veronica topuklu ayakkabılarıyla zerre dengesini bozmadan kapıya fırladı.

 

Yan yana dizilmiş beş zırhlı aracın tam ortasında dikilen Duhan'a bakıyorlardı.

 

Araçların kapıları açıldı ve koruma oldukları anlaşılan dokuz adam araçlarından indiler.

 

Ortadaki aracın arka kapısı açıldığında, içinden çıkan adamla Şifa soluğunu tutmak zorunda kaldı.

1.90'ın üzerinde boyu, siyah takımının saklayamadığı fit vücuduyla, zift gibi kara gözlerini araçtan iner inmez ona saplayan adam soluğunun donmasına neden olmuştu.

 

Buzun nasıl yaktığını insana öğretmek için gönderilen bir zebani kadar ürkütücüydü.

 

Ensesinin alev aldığını, parmaklarının damgasını kaşıyarak parçalamak istediğini hissetti. Tırnakları etinden sökerek o damgayı oradan yok etme arzusuyla doldu.

 

Duhanın "Bu kadar erken beklemiyordum! " deyişi çalındı kulaklarına. Ama şu an hissettiği tek şey ensesindeki yanmaydı.

 

Şifa kendini zorla zift gibi gözlerden çekip Duhana bakmaya çalıştı. Sözlerinde ki sertlik ve keskinlik karşıdan bakan birinin hasmını karşıladığını düşündürürdü.

 

Gözlerini bir an bile Şifanın üzerinden ayırmayan adam sert, karakteristik ses tonuyla "Beklenilmeyen anlarda, istenilmeyen misafir olmayı severim. Bunu en iyi sen bilirsin" dedi.

 

Cümleleri Duhan'a cevap gibi görünse de zift karası gözleri Şifayla konuşuyormuş gibi hissettiriyordu.

 

Veronica'nın bileğindeki parmaklarının sıkılaştığını, tırnaklarının derisini yarıp kan çıkaracak kadar hasar bıraktığını hissetti. Tekrar gözlerini siyah adamın üzerinde gezdirip Duhan'a baktı.Tabancasını beline soktuktan sonra kollarını iki yana açarak adama yürüyüşünü izledi. Ağzından çıkan kelimelerin içinde oluşturduğu depremlere anlam veremedi.

 

"Yuvaya hoşgeldin küçük kurt..."

 

Bölüm sonu bir cümleeee????

 

Loading...
0%