43. Bölüm

Zifiri Ummanda Saklı Kanlı Hazine

ORENDA
orenda

Uzun mu uzun bir bölüm oldu. Yıldıza dokunmamazlık yapmadan ve paragraf aralarını öksüz bırakmadan bölümü şenlendirin çiçeklerim. Bu arada sonlara doğru libido yükselebilir uyarmadı demeyin🤣

 

 

 

 

 

 

 

Ağzından çıkan her kelime bana nasıl bir mutluluk veriyor eminim ki bilmiyordu. Benim için de şimdilik çok önemli değildi bu ayrıntı. Kalbi beni hissediyordu ya geri kalanı, biraz daha geç düşünsem bir şey olmazdı herhalde.

 

Dudaklarının ıslaklığına hâlâ çok yakındım ve neredeyse beni hatırlamayan kocamın yaralı oluşuna aldırmadan çok farklı bir evreye taşıyacaktım öpüşlerimi.

 

Alparslan bana bir çok şeyi öğretmişti ve bunlardan en önemlisi hissettiğini çekinmeden yaşama özgürlüğüydü.

 

Şu an onunla sevişmiyorsam tek sebebi yaralı oluşuydu. Zerre kadar aklında olamayışımı umursamıyordum. Kalbi benimdi ve onu tanıdığımdan beri ben onun aklıyla hiç ilgilenmemiştim. Kalbi o kadar güzeldi ve benimdi ki gözlerim başka hiç bir sahip olduğuna odaklanamamıştı.

 

Birazda utanarak söylemek gerekirse öpüşmemiz resmen beni unutmasına olan kızgınlığımı çekip almıştı. Ayrı kalmadığımız süreçte her sevişmemizden sonra adamın format atılmış gibi oluşu demek ki bu sebeptendi. Aklımı yitirecek kadar büyük bir zevkti dudaklarını dudaklarımda hissetmek.

 

İçimde kıymık acısı veren de bir öfke vardı aynı zamanda.

 

Allahın cezaları beynimi bedenime bile kör bırakmışlardı ve ben bunu bir öpücükle daha net anlıyordum. Yaşadığım şu an bana daha önce yaşadığım her duygunun puslu olduğunu kanıtlıyordu resmen.

 

Yalan değil o zaman da her dokunduğunda çok iyi hissettiriyor, mutlu oluyordum ama şu an'da hissettiklerimle asla boy ölçüşemezdi o zamanki duygularım.

 

Devâm bile çıldırmış gibi bedenimin her hücresini arşınlamış, kabına sığamamıştı. O da benim gibi Alparslan'a divaneydi.

Ne diyebilirdim ki çok haklıydı da. Özlem çok farklı, çok acımasız ve bir o kadar da eşsiz bir duyguydu, öğrendim.

 

Kavuşmayla gelen o rahatlama evresini ben daha yeni hissedebiliyordum. Öyle çok şeyi o kadar kısa zamanda yaşamak, neyi ne zamanda hissetmem gerektiğini karıştırtmıştı bana.

 

Bedenimi uyuşturacak hızda, vücudumda dolaşan devamı sakinleştirmek için bir kaç derin nefes aldım. Gözleri yüzümden bir an ayrılmıyordu. Zift karası irisleri o kadar parlıyordu ki içim ürperiyordu. Gözlerime büyülenmiş gibi bakışı canıma yeniden can üflüyordu.

 

Böyle bakmaya devam ederse yaralı oluşu çok da kötü görünmeyecekti gözüme. Çıldırmış olabilirim ama resmen adamla sevişmek için deliriyordum.

 

"Senin hissettiklerini hissediyorum..."

 

Güzel gözleri kapanmış, başı yastığına düşmüş ve dudaklarında uğruna ölünesi bir tebessüm oluşmuştu.

 

"Kalbinin çarpan her atışını sol tarafımda hissediyorum, bu nasıl mümkün olabilir? Heyecanın, sevincin, arzun sanki karnımın içinde şekilleniyor bu nasıl muazzam bir duygu?"

 

Söyledikleri her şey sesli olsa bile sanki kendine söyleniyormuş gibi geliyordu kulaklarıma.

 

Doğru ya! Aramızdaki bağ onun hatırladığı zamandan bile farklı, çok daha güçlüydü artık. O benim nabzımı bilmezdi mesela. Ama şimdi iki vücutta tek hissedilenlerle yaşıyorduk ikimizde.

 

Kendime biraz geldiğimde geriye çekildim. Anında gözleri açıldı. Neden uzaklaştığımı anlamak ister gibi bakışları keskinleşti. Bense kırıntıları kalmış sağ duyumla ona daha dikkatli bakmaya başladım.

 

Devanın onda nasıl şekillendiğini anlamak istiyordum.

 

"Tekrar oturur musun?"

 

Sorgulamadan itaat etti ama kaşları daha derin çatıldı. Alnının ortasındaki çizgi belirginleşti.

 

Ellerim yüzündek morlukları arşınladı önce.

 

"Hafiflemişler ama tamamen geçmemişler."

 

Kendi kendime konuşurken bu kez gördüğümde içimi yakan bıçak izine dokunmak için sağ kolunu kaldırıp, incelemeye başladım.

 

"Kesik çok derindi. Şimdi pembe bir iz gibi."

 

"Ne oluyor?"

 

Devam ensemdeki damganın altına doğru süzülerek toplandı. Sakinleşmiş, zihnimin içinden geçenlere cevap vermek ister gibi sorularımı bekliyordu.

 

Ellerim üzerindeki tişörtün uçlarını kavrayıp, nazikçe bedeninden çıkarmaya başladı. Alparslan buna da itaat etti ama serseri gülüşü yüzünde yeşermişti bile. Bir anlık göz attım hâline.

 

"Benimle yakından mı ilgileneceksin?"

 

Dudaklarımda sözlerinin altındaki maksattan keyif alan bir tebessüm canlandı. Saçlarının önündeki tutamını parmaklarımla kavrayıp öne doğru eğilmesini sağladım.

 

"Sert bir ilişkimiz vardı anladığım kadarıyla."

 

"Kapa çeneni..."

 

Mırıltımı duyduğunda kıkırdadı. Bense sırtını kaplayan, omurgasına kadar zarar görmüş yanığın kalıntılarında parmaklarımı dolaştırdım. Deri tamamen toparlanmamıştı ama bir tam gün içerisindede bu hâle gelmiş olması akıl alır gibi değildi. Bacaklarını örten pikeyi çekip aldığımda ıslık gibi bir nefes aldı.

 

"Güzelim kapıyı kilitlemek ister misin? Dingonun ahırı gibi bu oda."

 

Kafamdaki sorular bu denli yoğun olmasa bu haliyle o kadar güzel eğlenebilirdim ki. Yine de kışkırtmak isteyen yanıma engel olmadım.

 

"Pek insanların varlığını önemsemezsin aslında."

 

Ona bakmıyordum. Gözlerim kısa şortun açık bıraktığı ve parçalı kırıklar yüzünden mahvolmuş durumda olan sol ayağındaydı. Şu an için duruşu oldukça normaldi. Ameliyat izleri gözle görünüyordu ama onlar da sanki üzerinden aylar geçmiş gibi sağlıklı bir pembelikteydi.

 

"Ne yani insanların içinde mi? Sen bizim şu evliliği bi anlatsana. Ne yapıyorduk? Detay ver sen detay."

 

Kafası karışmış, dalga mı geçiyorum yoksa ciddi miyim anlayamadığı suratımı izliyordu. Bacağındaki gözlerim zift karalarına değdi.

 

"Nasıl bir evlilik derken?"

 

"Ne sorduğumu anladın, yeme beni."

 

Kaşlarım kalktı suratının hâline. Evliliğimizin projenin getirisi olup olmadığına emin değildi. Ona bir şeyler anlatılmıştı ama karışık aklı herkesin söylediğine güvenemeyecek kadar temkinliydi. İlginç olansa ben ne söylersem inanacak gibi bir ifade vardı simasında.

 

"Normal çiftler gibi sevişip sevişmediğimizi mi soruyorsun?

 

Ağzı hafif aralandı. Bu kadar net dönüş yapacağımı o da düşünmemişti galiba. O hatırlamıyordu ama bir kilidin boyunduruğundaki Şifa gerçekten de kelimelerini seçerek kullanırdı. Şu an ise ona karşı bir gard beslemiyordum.

 

"Sen nasıl bir şey çıktın anlamadım ki. Evlilik diyorduk. Nasıldı bizde durumlar?"

 

Saniyelik gözleri kaçacak gibi olsa da bunu kendine yediremeyip tekrar gözlerime baktı. Dudağımda, durumdan keyif alan gülümsemem hoşuna gitmiş olacak ki onun da dudakları hafif kıvrıldı. İçimde onunla eğlenmek isteyen kısmı bastırmadım. Yüzünün alacağı şekli merak edip, aklımda olanı söyledim.

 

"Pragda bir tepede evlilik yüzüğümü, çok güzel bir hikayeyle parmağıma takmıştın Alparslan."

 

Yüzüne doğru eğilip, neredeyse dudaklarım dudaklarına değecek kadar yaklaştım ona.

 

"Sonra ne oldu biliyor musun?"

 

Yutkunduğu için hareket eden adem elmasını işaret ve orta parmağımın tersiyle okşadım. Bu kez daha sesli yutkundu.

 

"Ne... Ne oldu?"

 

Burnumu burnuna sürtüp, minicik bir öpücük bıraktım dudağının kenarına.

 

"İki saat boyunca seviştik. Bana üç muhteşem orgazm hediye ettin."

 

"Hassiktir!"

 

Geriye çekildiğimde eli beni yakalamak ister gibi uzanmıştı. Ben bunu yapacağını bildiğim için çok daha hızlı davrandım. Yatağın gerisinde kararmış gözlerle beni izleyişine sırıtarak baktım.

 

"Sonra da bize büyük bir araba getiren korumamıza iki maaş ikramiye verdin hayatım."

 

Dili kurumuş dudağını hızla yalayıp, bir şey düşünür gibi başı aheste aheste öne arkaya sallandı.

 

"Çok hoşuna gidiyor değil mi şu halim?"

 

Sesinde nedensiz bir öfke vardı. Kıkırtımı tutamadım. Şu halim dediği şeye eğlenen bir bakış attım. Ereksiyonu şortunun sunduğu mahremiyette gizlenememişti. Yatağın diğer yanına geçerken bir yırtıcının gözleriyle beni takip etmeye devam etti.

 

"Uslu dur kurtçuk."

 

Böyle dedim ama elimin üstünü kasık bölgesine sürtmeyi ihmal etmedim.

 

"Şu an devanın işleyişini inceliyorum, azgın hormonların için bir şey yapamam."

 

"Bir arabada seviştiğimizi söyledin!! Beni sen azdırıp sorumlusu benmişim gibi davranamazsın!"

 

Gerçekten öfkelenmişti. Ama öyle çok keyif alıyordum ki halinden öfkesi zerre kadar rahatsız etmiyordu beni.

 

"Hayır bebeğim, beni unuttuktan sonra sana her şeyi yapma hakkım var. Öfkelenemezsin yani bana!"

 

Alt dudağını canını yakacak kadar sert ısırdı. Başı bu kez tehdit eder gibi öne arkaya sallandı.

 

"Bebeğim?"

 

Dişlerim görünesi güldüğümde çatık kaşları anlık düzelmişti. Gözlerim ve gülüşüm arasında dolaştı bakışları. Yüzündeki şu afallamış ifade içimde kanamış her acıma serin sular döküyordu.

 

Onu kendime tekrar aşık ediyordum. Onun zerrem kalmayan aklını, bir kaç tatlı sözcük, gülümseme, öpücükle tekrar benim yapıyordum.

 

"Evet... Sana bebeğim dememe bayılırsın. Tüh keşke unutmasaydın. Aşkım, sevgilim, bitanem diyerek sana neler yaptırdım biliyor musun?"

 

Karışan aklı yüzümü izliyordu. Yalan söyleyip söylemediğim ikileminde kalmış zavallı nöronları cevap bulacakmış gibi yüzümü analizleyip duruyordu.

 

"Yalan söylüyorsun? Bana tasma takmış olamazsın?"

 

Sesindeki şu tereddüt bile yetiyordu aslında çıkarım görünen sorularına.

Tekrar şen bir kahkaha attım. Uzanıp bu kez ses çıkaran, ıslak bir öpücük bırakıp geri çekildim. Refleks gibi eli beni tutmak için tekrar uzandı. Bende gözlerimle elini işaret ettim.

 

"Gerçekten yalan mı söylüyorum kurtçuk? Aklını geri bulana kadar söylediklerime inanmak zorundasın hayatım. Sonuçta ilişkimizi sen ve ben biliyoruz. Sen oyun dışı görünüyorsun şu ara. Haliyle ben ne dersem onu kabul edeceksin."

 

Dilini ağzının içinde katlayıp, hırslı soluklarını bana duyurmaya çalıştı. Başımı iki yana sallayıp tekrar yaralarında dolaştırdım gözlerimi.

 

"Yara ne kadar derinse iyileşme hızı o kadar güçlü. Yumruk izlerinde de iyileşme var ama büyük ölçüde değil. Nasıl bir sistemin var senin?"

 

Sorum içimde varlığını koruyanaydı. Mantıken hafif olan yaraların biran evvel iyileşmesi gerekiyordu. Ama o en ağırlarını böyle bir noktaya taşımıştı.

 

"Neyi anlamaya çalışıyorsun?"

 

Alparslan da ciddiyetini takınıp, biraz daha doğruldu.

 

"Devayı."

 

"Devayı?"

 

Aheste aheste başımı salladım.

 

"Ters bir orantısı var. Sırtındaki yanık çok kötüydü Alparslan, onu gördüm. Yüzündeki morluk duruyor ama yanık pembe bir iz şeklinde kalmış."

 

"Aklım hâlâ varlığını kabul edemedi ki şu sorunun cevabını bilsin."

 

"Yara ne kadar büyükse o kadar saldırgan."

 

Tıpkı Duhanda olduğu gibi benden koparıp verdiğim parçam içinde yaşıyor. Bunu söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama onu geri almadan, aramızda sakladığımız sırları dillendirmek şu anki durumunu daha kötü yapar mı emin olamıyorum.

 

Bu durumu tam olarak bende kabullenemedim üstelik. Devayı paylaştığım herkesle böyle bir bağ mı olacak aramda? Sorular çoğaldıkça yorgunluk çöktü üstüme. Omuzlarım çökünce bunu anlamış gibi başı soluna düştü. Gözleri şefkatle kısıldı.

 

"Anlatsana bana. Ne yaşadık, ne zaman yüz yüze geldik, aklında bize dair olan her şeyi anlatsana?"

 

Üstümdeki yükleri gördü. O yüklerin bana yaptığını hissetti belki de. Beni tanımayan aklını susturup, bana aşık kalbine uyarak ruhuyla uzandı.

 

Yüzümde kontrolsüz, kocaman bir gülüş oluştu. Onunla yaşadıklarım...

Ben hangisini anlatacaktım, nereden başlayacaktım?

 

Derin bir nefes aldım ve sağ kolunu kaldırıp yana kayarak kolunun altına girdim. Hiç yadırgamadı. İrkilmeden kolunu sıkıştırıp, beni daha yakınına çekti.

 

"Seninle yaşadıklarım... O kadar çok ki. O kadar güzel ki Alparslan."

 

Yüzümü görmek için başını eğip, nefesini hissedeceğim kadar yakınıma girdi.

 

"Gözlerin çok güzel be kızım."

 

Gülen yüzümde açan demet demet çiçeğe baktı bu kez.

 

"Harbi şanslı herifin tekiyim. Nasıl avladım ben seni anlat hadi."

 

Kıkırtım kulaklarına dolunca onunda yüzünde güzel bir gülümseme canlandı.

 

"Anlatırım tabi ki. Nasıl divanem oldun, yokluğumda bile nasıl aşkla beni bekledin dinle."

 

Yuvaya girişiyle aklıma gelen her an'ı atlamadan anlatmaya başladım. Mühendisi almak için gittiğimiz kokteylden, Amasya'ya, İtalya da yaşadığımız her şeyden Umut da olanlara kadar. Birliğe yeminle bağlandığı günden bahsettiğimde şüpheyle kısılan gözlerinde kırıntılar bile kalmadı. Ona yalan söylemiyordum ve o da bunu artık net olarak biliyordu.

 

Balıkesir'e gidişimiz, nikahımız her bir anı tekrar yaşarmış gibi bir coşkuyla paylaştım onunla. Benden gittiği kırk sekiz günün ezâsını, dönüşüyle dallarım da açan çiçekleri ve beni ilk evimize götürüşü masal anlatır gibi döküldü dudaklarımdan.

 

Keyifle salıncaktan yatağımızdan bahsedecek gibi oldum kurt oluşunu hemen belli etti. Her kelimemi gözleri kapalı, başı yastıkta dinlerken evimizin içini bahsetmemle dikeldi duruşu. Gözlerinde o haylaz parıltılar ve yüzündeki sinsi sırıtış ne düşündüğünü o kadar belli ediyordu ki.

 

"Salıncaktan yatağımız var yani..."

 

Yüzümü okşayan elini bilinçsizce tutup öptüğümde şaşkınlık ve çokça mutluluk ışıltısıyla ellerinde ve dudaklarımda gezdi gözleri. Bana yine eskisi gibi bakıyordu. Aynı hayranlık, büyülenmiş bakışlar, merhametli güzel tebessüm...

 

Aklı beni olmadık yerlerine saklayan ama kalbi benimle tıka basa dolu olan zifir karası kurdum, ben seni her gün daha fazla sevmekle mi imtihan olacaktım böyle?

 

"Evet salıncaktan yatağımız var, tuhaf fantezileri olan bir manyaksın."

 

"Kulağa eğlenceli geliyor aslında. Sende baya keyif almışa benziyorsun. Araba falan, sevdim ben bu evlilik işini."

 

"Ve tadını çıkarmayı da biliyordun. Veronica deli oluyordu bu hâllerine. Onu sinir etmek için arınma odasında seviştiğimiz ima etmişti Alparlsan!"

 

Kendini doğrulturken yanında beni de çekti. Gözlerinde bariz bir hayret vardı.

 

"Kızıl tilki? O kadınla şakalaşacak kadar samimi olduğumu hiç sanmıyorum, yemezler bu kez."

 

Uzamış sakallarını minik minik okşayıp, dudaklarımı büzdüm.

 

"Onu kayınvaliden olarak görüyorsun hayatım. Bu bilgi seni sarsacak ama saklı tuttuğun bir sevgin var ona karşı."

 

"Ağır sallıyorsun. İmkanı yok!"

 

Bana çatık kaşlarla bakışını önemsemeden çenesine bir öpücük bıraktım. Sakallarıyla oynamak hoşuma gitmişti. Biraz daha okşayarak sevdim.

 

"Veronica beni bebekken çok büyük bir tehditten kurtarmış. Beni almak için gelen bir adamı Duhanın kasaturasıyla biçmiş. Diğerinin ise şah damarını dişleriyle parçalamış. Önceden onu gerçekten sevmiyormuşsun ama Duhan Veronicanın bana olan sadakatini sana anlattığında gözlerinde görmüş."

 

Geriye çekilip çatık kaşlarını parmaklarımla düzelttim.

 

"Kızılın benim için önemini duyduğun günden beri ona eski gözünle bakmamışsın. Duhan böyle söylüyor. Veronicanın bana olan düşkünlüğü Birliğin kurallarını yıkıp, beni büyütme şansı vermiş. Yoksa Birlik, İngiliz oluşu ve birlikten olmayışı yüzünden beni başkasının büyütmesini istiyormuş."

 

Söylediklerimi bir süre düşündü. Dudaklarını bir birine bastırıp, başını ağır ağır salladı.

 

"Onun hep bir şeye bağlı olduğunu hissediyordum ama sen olduğunu bilmiyordum demek ki dokuz yıl önce. Adına hatırladığım tek şey hileden, hurdadan kaçmayan bir sinsi oluşu."

 

Kıkırtım arttı. Veronica da sana köpek diyor demek için açıldı ağzım ama yarım aklıyla hatırladığı kızılıma kin güder diye sustum.

 

Avuçları iki yanağıma kondu. Baş parmağı güldüğüm için kıvrılmış dudak kenarımı okşadı. Tıpkı eskisi gibi dokunmadan duramayan o adamdı işte. Benimdi...

 

"Sana neden aşık oldum, neden evlendik, üzerine çok da düşünmüyorum biliyor musun? Sen bana başka şans bırakmamışsın ki. Sana bakarak bile bunun gerçekliğini sorgulayamıyorum, çok güzelsin. Kızım akıl oynattırır güzelliğin. Bir de bu gözlerin! Of lan çok güzel."

 

İstemsiz kıkırtılarım kahkaha olarak odanın duvarlarına çarptı. Allah biliyor beni hatırlamadığında nasıl korkmuştum. Bir daha ona bu kadar yakın olamazsam, bana yine böyle bakmazsa diye aklımı oynatacak duruma gelmiştim. Kerim kapıma dayanana kadar onu kaybettim sanıp içim parçalana parçalana ağıt yakmıştım.

 

"Çok özlemişim benimle böyle konuşmanı. Seni çok özledim Alparslan, ölecektim yokluğunda."

 

Kolunu tekrar belime dolayıp geri yatırdı bizi yatağa. Alttan alttan yüzüne bakarken kaşlarının çatılışını fark ettim. Uzun süredir bu odadaydık. Saatleri devirmiş, aklıma gelen her şeyi anlatmıştım ona. Karşı duvarda asılı saat gözüme çarptığında sabaha karşı dört yirmi beş olduğunu gördüm. Ne tuhaftı, hiç acıkmamış, zerre uyku ihtiyacı hissetmemiştim.

 

"Ne düşünüyorsun?"

 

"Çok uzun bir zaman yok aklımda. Projeyle ilgili Duhan ve Barbaros dünya şey anlattı bana ama seninle aramda olan bağ için kullandıkları kelimeler çok yüzeysel. Nabzımızın ortak atışından bahsetmediler, ya da duyguların şiddetinden. Sadece bir birimizi hissettiğimizi söylediler bana. Ama yanımdasın ve ben aptal değilim bu farklı, onların bahsettiğinden çok farklı bir şey."

 

İşte asıl konuşulması gereken kısım burasıydı sanırım. Birliğin bilgisi dışında olan her şeyi Alparslan'a nasıl anlatacağım hakkında hiç bir fikrim yoktu.

 

"Bu çok karışık ama bir süre bağın gücünden hiç kimseye bahsetmememiz lazım."

 

Kaşları çatıldı yine. Düşünürken çattığı kaşlar ve sinirliyken çatılan kaşlar nasıl oluyorsa farklı olurdu onun yüzünde ve şu an düşünceler dehlizinde kayboluşunu anlayabiliyordum.

 

O anda bedenimde uyuyan devâm sıçramış bir kabustan kalkmış gibi ensemde hareketlendi ve yavaş yavaş kasıklarımın üzerine aktı. Yine hep yaptığı gibi tavaf ediyor beni rahatlatıyordu. Bedenime odaklandığım için Alparslan'ın kalkan elini fark edemedim. Eli kalkıp kasıklarımın üzerine konduğunda devâm da duruldu ve öylece kaldı.

 

"Bahsettikleri şifa burada mı? Elimin altında mı şu an da?"

 

Nedense yutkunamadım bir an. Niye böyle olmuştum bilmiyorum ama yüzündeki meraklı ifadeye bir süre öylece kapılıp kaldım.

 

"Nasıl?? Sen nasıl biliyorsun?"

 

"Sürekli bedenimde bir titreşim hissediyorum. Ama bana ait olmayan bir his olduğunu anlamak zor değil. Tıpkı senin duyguların mı kendi duygularım mı anlayabildiğim gibi bu titreşim de bana ait değil gibi. Hep ensemde, tam damganın altında oluyor, bazen de karnımın içinde bilmiyorum saçmalıyor muyum ama bir şey var. Çok canlı, çok gerçek ve bir o kadar hayal gibi bir şey işte."

 

İşte bunu azıcık bile beklemiyordum. Şaşkınlığım nutkumun tutulmasına neden oldu. Doktorun kulağımda çınlayan kılıcı aradan kaldır çığlıkları tekrar yankılandı zihnimde. O yüzden beni uyarıyordu. Bedenimin tüm hakimiyetini bir başkasına verebilecek kadar güvencimi sorguluyordu. Ama hep ben sorgulanmıştım doktor için. Peki Alparslan bunu nasıl karşılar düşünmemiştim. Aşk kıymetliydi. Çok değerli, çok pervasızdı ama birinin tüm zihnine, ruhuna, kalp atışına bile ortak olmak bir kişinin vereceği karar mıydı ben bunu hiç düşünmedim. Ben onu bana sonsuza kadar bağlarken bir kere bile aklıma getirmedim bu ihtimali. Yüzümdeki durgun ifade onun da bir şeylerin yanlış olduğunu anlamasını sağladı.

 

"Bunu bilmiyordun?"

 

Ağır ağır başımı salladım.

 

"Seninle aramızdaki bağ, senin beni zihninden silmen yada kısa süreli kalbinin durdurulmasıyla kopmuş olmalı Alparslan. Ben sana ulaşmak için... Çok çaresizdim ve ne bulsam yapacak kadar gözüm kararmıştı. Yoktun! Kimse sana ulaşamadı, canımın acısıyla baş edemedim ben. Sonra günlüklerde saklı eksik dozu bulunca... Başka çarem yoktu!"

 

Elim ona dokunup, şifa dilenmek için uzandı. Ensesindeki damganın ardını parmaklarım okşadı.

 

"18.Bileşen eksikmiş. Aramızdaki bağın zayıflaması içindi belki de. Çünkü o dozun öncesinde seninle bu kadar bir değildik. Sen kalbinde benim nabzımı hissetmezdin. Duygular vardı ama şu an hissettiklerime baktığımda hep bir sisin ardındaymış onu anlıyorum."

 

Zihnimize neler yapabiliriz söylemek için açılan dudaklarım kapandı. Hâlâ çok yorgundu. Gözleri kızarmaya, belli etmemeye çalışsa da kafasındaki ağrı artmaya başlamıştı. Ani çene sıkışları ağrının güçlenmesinden olmalıydı. Dikkatini dağıtmak daha çok soru sormasını engellemek için elini yakalayıp kasıklarımın üstüne bastırdım. Girdap gibi dönen devam elinin sıcaklığını hisseder hissetmez yavaşladı.

 

"Sen dokunana kadar dönüp duruyordu elinin altında. Şimdilerde hep ensemde uyuyor ama sen yokken ve senin özleminle kıvranırken hep kalbimi sarmalardı."

 

Odada kimse yoktu bizden başka ama kelimelerim oldukça kısık bir tonda çıkabilmişti ağzımdan. Yirmi dört yıl varlığından habersiz olduğum devâm artık onun tarafından bile hissedilir hâle gelmişti, ne tuhaftı.

 

"Şifa bana anlatmadığın bir sürü şey var değil mi?"

 

Aklı olsun olmasın beni hep görüyor olması, derin bir nefesi ciğerlerime doldurmamı sağladı.

 

"Var... Ama ne söylerim, ne kadar söylerim bilmiyorum ki? Seninle sır olarak sakladığımız her şey de aklının kayıp dokuz yılında. Sen yokken kimseye anlatamayacağım da bir sürü şey oldu. Offff ben aklımı kaçırmak üzereyim, ne olur kendini bul Alparslan. Tek başıma yapamıyorum."

 

Eli bir süre uzamış sakallarına gitti. O çok sevmezdi sakallarını uzatmayı ve en kısa zamanda kesmek için ayaklanacaktı kesin ama ben bu haline bile hayran olabilen iflah olmaz bir saftiriğe dönüşmüştüm.

 

"Her şeyi anlatacaksın. Benimle, bensiz baş etmek zorunda kaldığın her şeyi bana noktasını atlamadan anlatacaksın. Ağrı atakları beni zorluyor Şifa, ben de kendimi neye kodlamışımdır biraz o konuya yoğunlaşacağım."

 

Son söylediği içimde bir havai fişek patlaması yaptı sanki. Dizlerimin üstünde kalkıp iyice yaklaştım.

 

"Bulabilir misin yani?"

 

Heyecanlanmıştım işte. Sildiğim falan değilde kodladığım dediğine göre o da kendini biliyordu demekki. Sonuçta onca eğitim sürecinden geçen oydu, mutlaka böyle bir durumda ne yapması gerektiğine önceden karar vermiş olmalıydı.

 

"Zihnimi berraklaştırmış ve meditasyonumu tamamlamış olsaydım bu şekilde ataklarla beynim patlamak ister gibi krize girmezdi. Ama sonuçta dokuz yıllık bir süreç var, çok uzun atakları tetikleyen çok fazla anının yok edilmeye zorlanmış olması olabilir. Bilmiyorum düşünmem lazım."

 

" Veronica gözlerim olabileceğini söy..."

 

"Kızılın aklına ilk gelense herkesin aklına gelir. Ben böyle bir şey seçmem muhtemelen."

 

"Tam olarak bende öyle düşünüyorum işte ama başka ne olabilir bilmiyorum.Şey olabilir mi? Yani Kerim anı, ses, koku falan dedi ya acaba ailenle ilgili olabilir mi koşullandığın iletken?"

 

Başı yine olumsuzca iki yana sallandı.

 

"Şimdi böyle bir meditasyona girmiş olsam mesela benden başka tek bir kişinin düşünebileceği bir kod seçerim kendime. Birlik ailem ve yaşadıklarımı biliyor, bu sır değil."

 

"Yani neye koşullanmış olabileceğini sana çok yakın bir kişi biliyor olmalı öyle mi?"

 

"Aynen öyle."

 

"Böyle bir eğitim sürecinden geçtiğini bilsem bu kişi kesin benim derdim ama bilmiyordum ki. Kerim olabilir mi? Eğitiminiz berabermiş ya?"

 

"Cık... Olmaz, meditasyon kayıtlarımız Birliğin arşivinde, yani yine başkaları için tahmin edilebilir bir adım olurdu Kerim."

 

"O zaman yine tek seçenek ben kalıyorum ama tek bir fikrim bile yok. O çok sevdiğin kokum bile kaç saattir seninle, sense hâlâ kütük gibisin."

 

Söylediklerim onu keyiflendirmişti. Böyle çirkin çirkin gülmesinin başka sebebi olamazdı yoksa. Onun aksine beni ise tekrar sinirlendirmeye yetmişti. Pis köpek 'kokuna meftunum' derdi, kokum dibindeydi.'Yüzün, sesin, varlığın büyü gibi'derken beni yiyormuş. Hiç bir bok olmamıştı, öyle yatıyordu işte.

 

"Bana hâla sinirlisin."

 

"Alparslan demeyim, dilimi tutayım, hasta ne hallere düşmüş, sabırlı ol diyorum kendime ama pis köpek, beni unuttun sen ya!"

 

Bunu yapmak istemiyordum işte. Çocuk gibi mızmızlanmak, dünya derdin içine bir de kendi sinirimi itelemek yoktu aklımda ama zorla o kıyıya itiyordu beni. Bir de utanmadan gülüyordu bana bakarak.

 

"Ben bunun tribini çok yerim galiba. Aklım yerine geldiğinde sen söküp alacakmışsın gibi bir enerji aldım senden."

 

Sıkıntıyla sesli bir soluk bıktım. Omuzlarım da düştü.

 

"Bizi bize bıraksalar senin tabirinle ağzına bile tüküreceğim de ah nerde biz de o lüks?"

 

Yine kıyamadı üzgün suratıma. Başını soluna yatırıp, içli içli baktı. Sonra onda alışık olduğum o sarsılmaz duruşuna geri döndü. Onu sadece bir kez iş üzerinde görmüştüm. Sırbistan darbesini üstlenmesi için şantaj yaptığı adama karşı kullandığı tavır hâlâ aklımdaydı. Evrenin hakimiymiş gibi bir ekranın ardından, binlerce kilometre uzaktaki birini tehdit etmişti ve tehditi yirmi dört saatte cevap bulmuştu. O zamanda kaşları tam bu ölçüde çatılmış, çenesi tıpkı böyle kasılmış ve omuzları tam da böyle dikleşmişti.

 

"Tamam şimdi ciddileşelim. "

 

Dediğine biat eden bir mürit gibi yılgın ifademden saniyeler içinde kurtuldum.

 

"Son dokuz yılım yok ama önemli olan kısım seninle aramızda olan kısımlar. Bana proje hakkında Birliğin bilmediği ama ikimize ait tüm sırları anlatıyorsun. Bir yol haritası oluşturuyoruz. Ne aşamadayız bir de senden dinlemem lazım. Duhanı, Barbarosu ve koca birliği projenin asıl boyutunun çok dışında bırakmayı başarmışız. Buna niye gerek gördük en ince detayına kadar anlat."

 

Bende dediğini yaptım. Gün aydınlanmaya başlamışken sabah dokuza kadar uyanıştan önce bağın gücünü, uyanışı, günlükleri, bulduğum eksik dozu, Veronica'yla yaptığımız deliliği, Şahin'i, Zuhur'u ve biran önce zehire nasıl ulaşacağımızı aklıma gelen her ayrıntısıyla anlattım. Sadece bir an ağrısı şiddetlendiğinde ağrı kesici için odaya bir doktor çağırdı. Ondan sonra aynı ciddiyetle beni dinlemeye devam etti.

 

Yüzünde zerre ifade değişikliği olmadı. Şaşkınlık, sinir, panik hiç bir duygu bana yayılmadı. Ne düşünüyor anlayamadıkça gerilmeye başladım.

 

"Bir şey söylemeyecek misin?"

 

Neredeyse yarım saat tavanı izlemeye devam etti. Ne düşünüyordu, ne planlıyordu anlayamadıkça gerim gerim geriliyordum bende.

 

"Senin hafızana girebiliyorum, benim gözümden yaşadıklarımı görebiliyorsun?"

 

Demek en çok bu kısma takılmıştı.

 

"Evet, yaşayarak test ettik. Üstelik senin yerini de o şekilde bulmuş gibi olduk."

 

"Nasıl?"

 

"Uykuda olduğum bir an oldu aslında. Nasıl anlatılır bilmiyorum ama yüzüme çarpan bir madalyon ve üzerindeki desenlerin görüntüsüyle uyandım. Rüya olmadığını biliyordum. Bir de çok fazla üşüyordum, ellerim ayaklarım buz gibiydi sanki ama yuva çok sıcaktı. Bana ait bir his değildi anlayacağın. Sonra kutlama için Hakan'ın klübüne gittiğimiz o geceyi hatırladım. Orada ilk kez senin gözlerinden senin anılarına bakmıştım. Aynı his göğsüme çöreklenmişti."

 

Anladığını belirtir gibi başını salladı ve yine sessizliğe gömüldü. Ağzından çıkacak bir kaç kelimeyi böyle beklemek zulüm gibiydi.

 

"Kimseye bir şey demiyoruz yine. Birlik bu kadar güçlü birbirimize bağlı olduğumuzu bilmiyor. Bilmiyorlarsa bırakılan dökümanların hiç birinde bahsedilmemiş demektir. Üstelik seni bırakmadan önce birlik içinden su sızdığını düşünecek ne yakaladım bunu da bilmiyoruz."

 

"Sen hain olduğuna emindin. Çok çok gizli bir kaç bilginin olmaması gereken yerlerde olduğunu söylemiştin. Ayrıca Alparslan doktorun bıraktığı her şey benim üzerime. CUNTOS adına elle tutulur hiçbir şey yokmuş. Günlükleri çözmeye başladığımda ilk bağdan bahsetmişti ve sürekli zihnimde kadının sesi kılıcı aradan çıkartıp çıkartamayacağımı sormak oluyordu. Bu benle değil senle ilgili gibi geliyor bana."

 

"Ben mi?"

 

"Dokumalara işlediği yılanlar sanırım ikimizi temsil ediyor. Kılıç ise aramızdaki bağın etkisini azaltan bir set. Ben uyanışla sana dair hissettiğim her şeyi kaybettim. Zayıf da olsa duyguların ve kalp atışın benimleydi, hepsi silinip gitti. Bunu uyanış yüzünden diye düşündüm ama şimdi senin hafızandan beni silişin kafamı karıştırıyor. Ben eksik bir doz olduğunu günlüklerin çevirisinden fark ettim ve sekizinci dokumada buldum. Çok çaresizdim, sen yoktun, düşünecek halde hiç değildim Veronica'dan yardım aldım. Kızılım bir şekilde dozu bana hangi sinir ucundan vermesi gerektiğini buldu ve ben bileşeni alırken Şahin'e yakalandık. Bizi ortaya çıkarmadı ama çok kızgındı. Üstü kapalı bir kaç şey anlatmak zorunda kaldık. Ama gizlenememişiz çünkü Zuhur ve Kerim her şeyin farkında. Artık bunların da önemi yok gözümde. Birlik için sır olan ben değilim Alparslan, sensin!"

 

Tek solukta anlattıklarımdan adamcağız ne anladı bilmiyorum ama kaşları çatılmaktan felç olacaktı bu gidişle.

 

"Biran önce toparlanmam lazım. Zehir işini çözmemiz gerekiyor, Birlik bu kadar olaya hâla elinde bir şey olamayışını hoş görmez. Onları oyalayacak bir şeyler vermeliyiz. Böyle köklü değişimler olurken sessiz sakin beklemezler. Umut'a gidelim, bakalım kalan dokumalar zehirle ilgili ne söyleyecek bize? Üstelik Şahin'e bahsettiğiniz hain meselesi biran önce üzerine gidilmeli. Güneş beni o kadar süre bulamadıysa içimizden biri düşmana bilgi taşıyor ve içimizde hâlâ bizden bir şeyler saklıyor. "

 

"İyileşmedin ki daha."

 

"Şifa toplasan üç günde ayağa kalkacak hâle geldim, emin ol yarına çok daha iyi olacağım. Yaşam pınarını elinde tutan Birlik durmaz artık, mutlaka harekete geçmek gerekecek. Çok uzun zamandır bekliyorlar."

 

************************

 

Alparslan'ın dediği gibi çok hızlı bir iyileşme süreci olmuştu. Beş günde kırıklar tamamen kaynamış, yanıklardan iz kalmamıştı. Ben bile hayret ederken etrafımdaki insanların şaşkınlığı çok görülmemeliydi.

 

Doktorlar ise altın madeni bulmuş gibi her tahlili derinlemesine inceliyorlar ve yıllar öncesinden kalan yaralanma izlerinin bile iyileşme gösterdiğini söyleyip sevinçten deliriyorlardı. Açık edilip, dünyaya servis edilecek bir durum olsa tıp dünyasını yerinden oynatacak, çağ açıp, çağ kapatacak bir dönemece girmekten bahsediyorlardı. Sürekli benimle konuşma çabalarını kısa tutmaya çalışmak çok zorlayıcıydı.

 

Benim de girdiğim testler ve tahliller Alparslan ve Duhan'la karşılaştırılmaya gidiyordu sürekli. Bariz olan bir gerçek Alparslan'daki iyileşme süreci Duhan'a oranla on kat daha fââldi.

 

Bunu sürekli sorgulamaları onları hep aynı kapıya taşıyordu. Alparslan sıranan bir insan değildi ve benimle beraber aldığı bileşenler onu diğer insanlardan farklılaştırıyordu. Ve bu yine benim dediğim gibi Alparslanın CUNTOS olarak bu hikayedeki rolünün bilinenden çok farklı olduğunu işaret ediyordu.

 

Yuvaya girdiğimizde hepimiz derin bir nefes almıştık. Alparslan da gözle görülen tek iz, zihnini zorlayan ağrılardı. Deva her bir zerresini tedavi ederken ağrılarına asla yardımcı olmuyordu. Barbarosun tezi ise dokuz yılı hafızadan zorla almak kaldırılabilecek bir şeyin olmamasıydı. Beynin bu baskıyı ağrı olarak göstermeye devam edeceğini söylemişti en son.

 

"Şahane bir yemeği hak ettik ha tırtılım. Siz dinlenin akşam için çok özel bir menü hazırlayacağım size."

 

Veronica eski haline döndüğüne göre gerçekten bir süre rahatlaya bilirdik. Barbaros'un dönüp dönüp bakmasını haklı kılacak kadar güzeldi bu gün. Saçları, makyajı, kıyafeti neon ışıklarla'ben buradayım' etkisi oluşturuyordu. Aylardan sonra yuva gerçekten yuva gibi olmuştu işte. Herkes buradaydı, herkes gülüyordu. Bu anlara ulaşabileceğimize olan inancım defalarca sınanmıştı benim.

 

"Biz yukarı çıkalım. Çok ayakta durmasın Alparslan. Yemeğe geç kalmayız kızıl çiçeğim."

 

"Ayakta durup da taş taşımıyor bebek kurdun ama sen yine de çıkar bakalım."

 

Alparslan sol kaşı havada dinliyordu bizi. Veronica'nın ona sık sık laf sokma çabalarını tam olarak anlamıyordu muhtemelen.

Merdivenlerden çıkarken 'derdi ne benimle tilkinin?' diye sorması bundan sebepti.

"Sizin birbirinizi sevme stiliniz böyle hayatım. O yılan gibi sokmanın, sen kurt gibi parçalamanın fırsatını kollardınız."

 

"Yalnız bu kadın manyak biliyorsun değil mi?"

 

Bu tepkisine gülmeden duramadım. Bunu söyleyenin daha manyakça şeyler yapışını sorgulasam ne olurdu acaba?

 

"En iyi ben biliyorum canım."

 

Bir de bu vardı. Ona ismi dışında sevgi içeren her kelimemde tuhaf bir tebessüm kaplıyordu dudaklarını. Hasta yatağında bir kaç sevgi sözcüğünün ona tasma takamayacağını söylerken nasıl da kendinden emindi. Bunu tamamen düzeldiğinde yüzüne vurmaktan asla kaçınmayacaktım.

 

Canım Alparslan, sen Cuntos ol diye çok uğraşılmış ama senin dünyaya geliş nedenin bana aşık olmakmış gibi geliyor bana.

 

Böyle düşündükçe de bozulan sinirlerim daha çok gülmeme neden oluyordu. Bana tekrar aşık olduğunu izlemek çok keyifliydi ve tadını çıkarma hakkım olmalıydı bence.

 

Tuhaf tuhaf kıkırtıma baksa da bir şey demedi. Odama girip, yatağıma uzanmasını sağladığımda birden kolumdan çekip üzerine düşmeme neden oldu.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

"Evimize gidecektik, neden buradayız?"

 

Tükürüğümde boğulmak için çok hoş bir tonlaması vardı. Zift karası gözleri çakmak çakmaktı. 'Evimiz' derken vurgusu karnımda çok şiddetli bir sancıya neden olmuştu ama kesinlikle acı vermemişti. Daha çok zevk veren bir histi.

 

"Oraya da gideriz, dinlenmen için hep beraber buraya gelmeyi uygun gördük."

 

"Her yer çok kalabalık, hoşlanmıyorum sürekli birilerinin bana uzaylıya bakar gibi bakmasından. İnsanlar baş ağrılarımı tetikliyor."

 

Böyle söylediğinde kıyamıyordum da ona hiç. Sanki bir faydası olacakmış gibi elim yüzüne ulaşıp yavaş yavaş okşadı.

 

"Çok mu ağrıyor Alparslan? Tekrar ağrı kesici yapsak."

 

"-Cık... Şimdilik idare ediyorum. Şiddetlenirse sen yaparsın. Ayrıca o yatağı görmek istiyorum."

 

Sesini puslandırıp, yüzündeki avcumun içini öpünce ayak parmaklarıma kadar bir titreme geçti vücudumdan. Ensemde uyuyan devamın bile rahatını bozdu bu his.

 

Allah'ım azıtan hormonlarım yetmez gibi benimle bu şekilde konuşması hiç bir şeye yardım etmiyordu.

 

"Son... Sonra gideriz."

 

"En kısa zamanda gidelim. Şimdi uzan yanıma, koklayayım seni biraz. Belki bir çağrışım yapar."

 

Aptal... Ama nasıl tatlı bir aptal. Sürekli böyle söyleyerek bana dokunması nasıl hoşuma gidiyor anlatamam. Yanına uzanırken sataşmaya devam ettim.

 

"Sabah da çağrışım yapar diye öpüyordun, hiç bir şey olmadı."

 

O burnu kolumdan, omzuma doğru koklayarak çıktığında kasıklarımdaki ihtiyaçla kıvranan sancı arttı. Onun tenine olan ihtiyacım baş edilemez bir boyuta ulaşmıştı.

 

"Üzerine çalışıyorum işte. Yeterli seviyeye ulaşmadık belki ondan olmuyor. Bir de şu yatağı mı denesek? Kendimi biliyorum, koşullanacaksam kesinlikle salıncaktan bir yatağa bağlamışımdır ipimin ucunu. Anladığım kadarıyla senin de baya ihtiyacın var."

 

Omuz başıma dişlerini hafif geçirdiğinde kıkırtım daha sesli bir hâl aldı. Onu arzulayan bedenimi tabiki hissediyor, bunu da dillendirmekten çekinmiyordu. Tuhaf olan ise bunun beni utandırmak yerine daha çok kamçılıyor oluşuydu.

 

"Alparslan inan, dokuz değil on dokuz yıl gitse aklından sen iflah olmazsın."

 

Sitemim yüzünü güldürmeye yetmişti. Beraber uzanıp bir süre öylece durduk. Nefes sesinden uyumadığını anlaya biliyordum.

 

"Ne düşünüyorsun?"

 

Derin ve sıkıntılı bir nefes aldı.

 

"Barbaros ve Duhan'ı sıkıştırıyorlar yukardan. Kardinalden birinden bahsetti. Sürekli iletişim kurmaya çalışıyormuş ve Vatikan anlaşma için masaya oturmaya hazırmış gibi bir şeyler söylerken duydum. Duhan da zehirsiz nasıl olacak deyip durdu. Şifa biran önce şu günlüklere bakmamız lazım. Ama çocuk aklım yetersiz, çoğu söylenilen hakkında hiç bir fikrim yok."

 

Haklıydı... Duhan belli etmese de çok sıkıntılı görünüyordu. Yanımıza çok kısa uğruyordu ve o zamanlar da bile hiç uyumadığını anlayabiliyordum. Benim yaptıklarımı gizlemek için verdiği çaba üstündeki sorumlulukla birleşince bir çığa dönüşmüştü. Ara ara Hakanla konuşurken avukat diye bahsettikleri birinin adını duymuştum. O adamdan daha önce de söz etmişti. Diğer tarafta da işlerin yolunda gitmediği, her şeyin sarpa sardığı belliydi.

 

Hepsi Alparslanın kaybolan aklının biran önce yerine gelmesini bekliyordu. Kurumuş dudağımı dişlerimle sıkıştırdım. Ne yapmamız gerektiğini ikimiz de biliyorduk aslında. Zaten sadece ikimiz biliyorduk. Yinede endişe içimi kemiren bir şeytan gibi yakamı bırakmıyordu.

 

"Alparslan, denememiz lazım."

 

Gözleri kapalı ağır ağır başını salladı.

 

"Farkındayım. Ama bu kadar insanın içi doğru bir yer olmayacak."

 

"Evimize gideriz o problem değil. Ben asıl yanlış bir şey yaparsak diye korkuyorum. Çok zorlayıcı şeyler yaşadın, şimdi benim zihnine sızmam ya ataklarda tepkimeye neden olursa?"

 

"Bunun da farkındayım ama böyle olmaz Şifa. Ben hiç bir şey hatırlamıyorum, tekrar düşüncelerime geri kavuşmam lazım. Yarım bir akılla hiç bir boka yaramam. Bu acizlik beni delirtiyor!"

 

"Sen aciz falan değilsin! Hiç bir insanın kaldırmayacağı şeylere direndin! Hiç kimsenin cesaret edemeyeceği şekilde zihnini oyuncağa çevirdin! Sana bir şey olursa diye aklım çıkıyor, anlamıyor musun?"

 

Kapalı gözleri aralanıp, bir soluk mesafeme kadar yaklaştı. İhtimal bile gözlerimin anında dolmasını sağlamıştı. Parmağı uzanıp, göz kenarıma dokundu.

 

"Çok güzel... İrislerin ıslanınca renkler daha parlak bir hâl alıyor. Tüm evreni gözlerinde taşıyan bir kadınım var. Gerçekten şanslı herifim."

 

"Alparslan..."

 

Uzanıp dudak kenarıma bir öpücük bıraktı.

 

"Üstesinden geleceğim. Ben eminim, ben bir sana güvenip anahtarı vermişimdir. Senin anılarıma girebildiğini bilirken silmem büyük aptallık olurdu. Ben hiç bir zaman aptal olmadım Şifa."

 

Kelimeleri çok şiddetliydi. Çok inançlı, çok haklı... Ben her zaman olduğu gibi ona güvenecektim tabi ki. Ben en çok ona güvenirdim zaten...

 

 

 

**********************

 

 

 

 

Veronica dediği gibi mükemmel bir akşam yemeği hazırlamıştı bize. Masada Duhan, Barbaros, Şahin, Hakan, Umay ve biz vardık. Çok uzun zamandır bir araya gelemememizden sebep çok güzel bir tabloyu izler gibi izledim hepsini. Özlemiştim yüzlerindeki bu tasasız tebessümleri. İçimde kısık bir ses 'Kerim' dese de Duhan o konuyla kendi ilgileneceğini söyleyip beni susturmuştu.

 

Şahin ve Hakan'ın çocuk gibi dalaşmaları, Veronica'nın kahkahaları, Umay'ın bile ara ara katıldığı atışmaları, Barbaros'un ağır başlı ama çok yerine oturan laf sokuşlarıyla hayatımda yediğim en lezzetli yemeği yedim.

 

"Çok mutlusun..."

 

Kulağıma fısıldanan kelimelerle gözlerimin sürekli yüzlerde dolanışı durmuş, yanımdaki bedene dönmüştü.

 

"Çok özlemişim..."

 

"İçindeki her his kalbimi tekletiyor. Nasıl herkesi bu kadar çok sevebiliyorsun?"

 

Bana yakın olmak bir ihtiyaçmış gibi ara ara farkında olmadan sandalyesini santim hesabıyla benim sandalyeme kaydırmıştı. Şu an omuzlarımız bir birine değecek kadar yakındık.

 

"Hepsi çok kıymetli benim için. Çok fazla şey ifade ediyorlar. Barbaros amcam, Duhan ve Hakan dayım, Şahin neyim olduğuna karar veremeyen senseim, Veronica annem gibi. Kısa zaman olsa da tanışalı, Umay babamdan kalan abla hissi veriyor içime. Ailem onlar Alparslan ve çok uzun zamandır bizim için perişandı hepsi. Şimdi biz mutluyuz diye onlarda çok mutlu."

 

Başını geriye çekip, yüzümdeki her bir mimiği inceler gibi gözlerini kıstı.

 

"Sen çok güzel bir şeysin."

 

Sesindeki safi hayranlık keyiften delirtiyordu beni. Durup dururken bile 'nasıl bu kadar güzelsin?' diyor, aklımı alıyordu.

 

"Hep böyle söylüyorsun."

 

Bir parça şaşkınlıkla bezenen yüzünü iki yana salladı.

 

"Tuhaf ama inanamıyorum. Bu iltifat falan olsun diye değil gerçekten kendime sorduğum bir soru. Sen nasıl böyle güzel olabiliyorsun? Ellerin, saçların, dudağının kenarındaki minik ben ve tabi gözlerin. Ah lan nasıl gözler onlar? Hem ben sana lensleri tak demedim mi? Niye takmıyorsun kızım sen onları?"

 

Tam mest olmuş bir şekilde, eriyerek kaybolacakken yine yapmıştı yapacağını. Yüzümü kaplayan gülümseme saniyeler içinde kınayıcı bir dudak büzüşe evrildi.

 

"Ya sana inanamıyorum. Şurada durmuş benimle böyle naif konuşmanın, bana kur yapmanın keyfini çıkartmaya çalışıyorum ve sen katıksız bir meşe olduğunu yine gözüme sokuyorsun Alparslan!"

 

Sinirlerim bozuldu, vallahi bir an için kendimi kaptırıp keyiften dört köşe olurken asabım zıvanadan çıktı. Ben az daha câni olsam eski tüplü televizyonu çalıştırır gibi kafasına vura vura aklını yerine getirirdim de hanımefendi kişiliğim izin vermiyordu işte.

 

Düşen yüzümü geri toparlamak için tabağıma sürekli yemek sıkıştırmasını, elime dokunma çabalarını, gözünün altından izlemelerini içime içime gülerek kamufle etmeye çalıştım. Ama bıyık altı sırıtışı şu duygu paylaşımını keşke kapama durumu olsa dedirtiyordu bana.

 

"Hakan ne yaptın?"

 

Duhanın sesiyle, tabağını silip süpüren Hakana çevrildi gözlerim.

 

"Haklıymışsın. Kız, avukata yardım ediyor. Dayısı ile de iletişimi çok aza indirmiş."

 

"Bırakalım etsin. Ceyda oldukça zeki bir kız, işine yaradığı sürece yanında kalacak. Zahir Eğilmezde durum ne?"

 

Hakan kısık bir kahkaha attı.

 

"Adam babasına asilik olsun diye avukat olur olmaz soyadını değişti Duhan. Birde mesaj verir gibi Eğilmez yaptı. Tabiki bize köstebeklik yapmayacak. Ama sağlam sahip çıkıyor."

 

Kimden bahsettiklerini azıcık bile anlamamıştım.

 

"Espiri anlayışını seviyorum ben o adamın. Avukatı biliyorum da kızı merak ediyorum."

 

Şahinin de muhabbetlerine dahil olmasıyla kimden bahsediyorlarsa bir benim, bir de kızılın bilmediğini fark ettim. O da benim gibi kaşları çatık dinliyordu üçünü. Alparslan biliyorsa da maalesef artık hatırlamıyordu gerçi.

 

"Kimden bahsediyorsunuz?"

 

Benim sorumla Duhanın gözleri bana çevrildi. Aklından ne geçti bilmiyorum ama dudağı hoş bir tebessümle kıvrılmıştı.

 

"Serdarın en önemli görevinden miniğim."

 

"Babamın mı?"

 

"2004 de bir bakan suikaste uğradı. Birlik için çok değerli bir şeyi bize getirmişti. Ülkenin kaderini değiştirecek, çok değerli bir hazinesi vardı."

 

Alparslan Duhana doğru çevirdi bedenini. Benimle ilgilenirken ona sırtını dönmüştü.

 

"2004 de Atilla Saruhanlı adında bir bakan suikaste uğramadı mı?"

 

Hakanın elindeki yemek bıçağını, parmaklarında çevirişi dikkatimi çekti. O kadar hızlı ve koordineli hareketleri vardı ki transa girdiğini düşünecektim. Sağ elinden daha belirgin olan sol elindeki yanık izlerini saklamak ister gibi masanın altına indirdi elini.

 

"Serdar Komutanın korumasındaydı. O olsaydı kimse öldüremezdi."

 

Bunu böyle söylediğinde içimi tarifsiz bir kasvet kapladı. Ses renginde çok büyük bir utanç vardı. Hakan gibi birinde asla duyamayacağınız bir mahcubiyet gizliydi.

 

"Hazır değildik Hakan! Kayıplarımız çok fazlaydı. Bizim en büyük hatamız da bu oldu zaten. Yeterince güçlenmeden Atillanın bakan olmaması gerekiyordu."

 

Hakanın başı hızla Duhana çevrildi.

 

"Günah çıkartmaya gerek yok. Adam ve karısı benim korumam altındayken katledildi. Serdar olsa bunun olmayacağını hepimiz biliyoruz zaten. Yetersizdim!"

 

"Gençtin!"

 

Duhanın bağırtısı tüm salonu kapladı. Bir anda dayım olan adamdan, bambaşka bir adama dönüştü.

 

"Gençtik! Bir sen değil hepimiz yetersizdik! Birlik bu kadar güçlü değildi, böyle yayılmamıştık! Vaad edilen iki güç ile hazır olmadan yol almak istedik. Sabrı öğrendik Hakan! Zamanını beklemeyi öğrendik! Canımızdan can vere vere üstelik. O kız çocuğu zamanı gelince anne ve babasının mezarına gidebilecek. Bunu ona senin yanan ellerin verdi. Sende çok iyi bilirsin ki toprağın altında olsa da nerede olduğunu bildiğin bir aile mükafattır her şeyini yitirenler için! Topla kendini. Yakında göreceksin onu. Gördüğünde ona hak ettiği gibi davran."

 

Bir an bile gözlerim Duhandan ayrılmadı. Sert sözleri kulaklarımı uğuldattı. Kimseden nefes sesi bile çıkmıyordu. Duhanın bakışları bana çevrildi ve anında yumuşadı.

 

"Serdar, Atilla Saruhanlıyı çok severdi miniğim. Kıymetli bir dost oldu her zaman onun için. Yakında kızları yanımıza gelecek, tanışmanı çok istiyorum. Eminim Serdarda çok mutlu olurdu buna. Gözümüz gibi koruyacağımız bir başka emanet o da."

 

Duhan böyle söylediğinde, yani annem ve babamla ilgili her hangi bir şey dudaklarından döküldüğünde benim içimde çok farklı şeyler oluyordu. Mesela adını bilmediğim bir kızı çokça sevme, onu biran evvel görme isteği doğuyordu kalbimde.

 

"Ne zaman gelir, onunla ne zaman tanışırım?"

 

"Şu an için mümkün değil ama az kaldı. Avukat aradığımızı bulduğu an bizim yanımızda savaşmak için gelecek."

 

"Kim bu avukat?"

 

Alparslanın sorusuyla Duhanın bende olan gözleri ona çevrildi.

Bir kaç saniye Alparslanın gözlerinin içine baktı.

 

"Tıpkı Serdarın Atilla ile ilgilendiği gibi senin de ilgileneceğin biri. Tanıyorsun aslında, durumun yüzünden hatırlamıyorsun."

 

"Koruması mı olacağım?"

 

Alparslanın kaşları çatıldı. Hiç hoşuna gitmediği o kadar belliydi ki.

 

"Her şeyi olacaksın Alparslan. Atilla Saruhanlıda yaşanılan bir daha tekrarlanmayacak. Korhan Yıldırayı esen yelden bile sen koruyacaksın..."

 

Geceyi yuvada geçirdik. Alparslanın şiddetlenen ağrısı için iki kez iğne yapmak zorunda kaldım. Rahatlayıp, uyuyana kadar başını okşamayla saatler devirdim.

 

Kahvaltıyı yine herkes masadayken yaptık. Bizim de normal insanların her gün yaşadığı sıradanlığa nasıl ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyordu bence bunlar bana. Öğleden sonra herkes yapmaları gereken işlerin başına döndüğünde arabamı garajdan çıkarmalarını istedim. Maalesef uzun süre keyif yapacak lüksümüz yoktu. Duhan, Barbaros'un Vatikan'la artık iletişim kurması gerektiğinden bahsetti. Üstelik sıkışmaları sonucu sorunsuz anlaşma için bir seferliğe mahsus zehir bulunamadan papanın istediğini vermek zorunda kalabileceklerini söyledi. Sağlık sıkıntısı çok kötü durumda oluşu, ölmeden önce anlaşma yapılamazsa tüm planların çöp olacağı anlamına geliyordu. Papanın hasta oluşu onları bize mecbur kılıyordu ve öldükten sonra onları şartlarımızı kabul ettirecek bir zorunlulukları kalmayacaktı.

 

 

 

 

 

Alparslan yanıma oturunca sessizlik içinde evimize doğru yol almaya başladık. Dikiz aynasından peşimizdeki korumaları fark etmemem mümkün değildi. Her an gözetim altında tutulmalıydık ve bu yuva da ikamet eden her birey için geçerliydi. Sadece ben ve Alparslan için sayı oldukça fazlaydı.

 

Sapanca taraflarında orman sayılamasa da ağaçların yoğunlukta olduğu sapağa girdiğimde en son buraya ne halde geldiğimi anımsadım. Onda tamamen yok olduğumu sanıp bir ölüme ağlar gibi ağlamıştım.

 

Demir kapıyı sistemde onaylatıp açtırdım ve içeri girdik. Nihayet o ve ben sığınağımıza beraber kavuşabilmiştik.

 

"Oldukça güzel görünüyor."

 

"Laf arasında senin süprizin olduğunu söylemiştim, kendini övmek için yol mu yapıyorsun?"

 

Başını geri atarak tok bir kahkaha saldı. Gözlerim adem elmasında sanki biraz fazla oyalanmıştı. Allah'ım ben gerçekten hiç iyi değildim.

 

"Sen çok fena bir kadınsın."

 

"Öyleyimdir kurtcuğum. Unutmuş olabilirsin ama bu evlilikte benim sözüm geçerdi. İznim dışında asla hareket edemezdin. Ve ben sen birşeyleri unuttun diye düzenin değişmesine izin vermeyeceğim."

 

"Senin sözün... Kılıbıktım yani?"

 

"Bu konuyu istersen Hakan'a sor. Ağzımdan çıkacak her kelimenin köpeği olduğunu sana ince ince anlatsın."

 

"Şu an beni kekliyorsun ve ben yemiyorum."

 

"Üzgünüm hayatım, ne demiştim düzeni bu şekilde değiştiremezsin. Ben ne dersem o."

 

Alt dudağını ısırarak tatlı tatlı böyle bakacak mıydı daha? Hayır bakacaksa bir kadına yakışmayacak hâllere girecektim de onu ölçümlendiriyordum kendimce.

 

"Hadi girelim, felaket tozlu temizleyelim biraz seninle. Ha bu arada çok güzel temizlik yapardın sen."

 

"Av bile olmadan avcı olmaya çalışan küçük kız... İşimiz var bizim seninle."

 

Evimiz küçüktü ama çok güzel bir düzeni vardı. Ona her yeri gezdirdim. En çok sevdiğim yerlerde biraz daha fazla durduk. En son odamıza çıktığımızda asıl merak ettiğinin burası olduğunu zaten biliyordum.

 

Uzun uzun yatağa, dekor olarak kullanılan botanik rafa ve sarmaş dolaş saatlerimizi geçirdiğimiz okuma koltuğuna baktı. Hoşuna gittiği kıvrılan dudaklarından belliydi zaten.

 

"Zevkli bir adam oldum hep, son dokuz yılda da değişmemiş."

 

"Tevazu erdemdir kurtcuk."

 

"Fazla tevazu kibirdendir evrenin tüm renklerini gözlerinde taşıyan kız."

 

Asla hiç bir lafın altında kalmayışını bile nasıl özlemiştim böyle. Eldeki imkanlar dahilinde tozdan görülmeyen evimizi iki koldan temizledik. Gelirken marketten bir kaç parça şey almıştık beraber onları pişirdik. Çok uzun zaman olmuştu. Normal bir insanın hissettiği bu hisleri içimde ağırlamayalı çok çok çok uzun zamandı hemde.

 

İyi geldi. Üzüntüden, panikten, stresten, korkudan mahvolan sinirlerime şifa oldu bu iki gün.

 

Bir şeyleri geciktirmek onları yok saymamızı sağlamıyordu maalesef. Yatağa uzanmış tavana bakıyordu öylece.

 

"Ne kadar daha orada öylece bekleyeceksin?"

 

"Bilmem..."

 

Ben omzumı kapı pervazına yaslamış onu seyrederken varlığımın farkında oluşu şaşırtmadı. Tavandaki gözleri olduğum yere çevrildi. Gür, kara kaşları çatılı, gözleri kararlılıkla keskinleşmişti.

 

"Hadi yapalım şu işi. Ben hazırım ve sen ne kadar beklersen bekle hazır olamayacaksın."

 

"Yanlış bir şey yapıyormuşuz gibi bir his var içimde. Korkuyorum."

 

"Korkmak seni hiç durdurmadı Şifa şimdi de durma."

 

Doğru diyordu korkmak beni hiç durdurmaya yetmemişti. Ama kalbim pır pır çırpınıyordu. O kulüpte ilk kez onun bakışıyla kendimi izlemek çok güzeldi ama şimdi onun yaşadıklarını izlemek çok korkunç bir travma olacaktı bana. Onu bana ne halde getirdiklerini unutmamıştım. Şimdi ise o bunları yaşarken bende yaşayacaktım. Adımlarımı yatağa yönelttim. Kim bilir ne kadar canı yanmıştı? Dizlerimden aldığım güçle yanına sokuldum. Ona ne kadar acıyı aynı anda çektirdiler kim bilir? Hiç istifini bozmadan beni bekleyişine icâzet ettim ve bir bacağımı üzerinden atarak karnına oturdum. Hep mi böyleydi bakışları bana?

 

Gözleri yavaşca kapandığında ellerim iki yanağına kondu. Alnım alnına yaslandı. Onunda elleri belimi kavramış, parmakları etimi sıkıştırmıştı.

 

Tıpkı onun gibi gözlerim bir acıya dalmak için kapandı. Onunla beraber nefes alıp vermeye, kalp ritmimi onunkiyle denkleştirmeye başladım. Bu tamamen içgüdüsel bir eylemdi. Sanki yıllardır onunla bu şekilde iletişim kurarmışım gibi hissettiriyordu. Kasılmış bedeni rahatlamaya başladıkça bende gevşedim. Uykuya dalıp dalmamak arasındaki o histe yüzüyor gibiydim. Kara kara ılık sular bedenime vuruyor ama ıslanmıyordum. Gözlerim onun gözleriydi sanki, duyduğum her ses onun kulaklarından bana fısıldıyordu. Tenimiz bir, nefesimiz bir, hislerimiz birdi. İki beden tek ruhta kavuşmuş, birbirine sarmaşık gibi dolanmıştık.

 

Şu anda hissettiğim kap kara sularda hiç bir çırpınış sergilemeden suyun içerisinde durmak gibiydi. Sonra anıları şekillenmeye başladı. Bir kaseti geri sarar gibi görüntüler onun gözlerine ve ona ortak benim gözlerime doluştu.

 

Onu vatoza bir sedyeyle götürüyorlardı bir saniyelik bir göz kırpışında gördü. Ağzına ıslatılmış ekmek veriyorlardı, yüzüne bir madalyon çarpıyordu, bir sedyede kan sızan yarığa dikiş atılıyordu.

 

Acı her yerdeydi. Kollarım, ayaklarım, karnımın hemen üzeri, ense köküm öyle büyük bir sızı vardı ki suyun içerisinde bağırsam bile sesim çıkmıyordu. Sonra biri sert ayakkabısıyla kaval kemiğimi kırıyordu ve benim attığım çığlık arşı inletmesi gerekirken suda dalga dalga kayboluyordu. Bir sandalyeye bağlanmış bedenim sıkışmıştı ve ayak parmaklarımdan koparılan tırnaklarım boğazımı yırtar gibi bir acıyla kucaklamıştı beni. Ara ara kulaklarım. 'konuş, anlat, kimliğini söyle' seslerini algılıyor ama acıdan kurtulup o suyun yüzüne çıkamıyordum. Ben onun kayıp zihninde esir olmuştum, kendimi yüzeye itemiyordum.

 

Görüntüler sürekli değişiyor hangi acı için gard alacağımı bilemiyordum. Yüzükoyun yattığım sedyede sırtıma sürülen bir ıslaklık ve ıslaklıkla gelen ateşin sıcağı diri diri yanışımı iliklerime kadar hissettiriyordu. Çıkan korkunç kahkahayla acım artıyor, çektiğim acının bana bunu yapana verdiği zevkle şiddeti katmerleniyordu. Yüzüme inen şiddetli darbeler, tenimi kesen bıçaklar asla bitmiyordu. Acı aklımı alacak boyuta ulaştığında bile ben kara ummandan çıkacak gücü bulamamıştım.

 

Sonra görüntü yine değişti. Biri yerde hırıltıyla soluk alan bedenime eğildi. Sadece ayaklarını görüyordum ve eğildiğinde yere bıraktığı ejderha başlıklı bastonunu. Elleri saçlarımda dolaşıyordu, okşar gibi bir temastı bu.

 

"You are the Cuntos. What tremendous stamina. Tell me, is he as great as you?I'm counting the time to meet him"

 

(" Sen Cuntos'sun. Ne kadar muazzam bir dayanıklılık. Söylesene o da sen gibi muazzam mı? Onunla tanışmak için zamanı sayıyorum.")

 

Puslu gözlerim ejder başlı bastonun alınıp ayakların benden uzaklaştığını gördü. Sesler hâla netti ama.

 

"He should have given up long ago, sir. I don't think his mind is his anymore. He's a death dealer, you know. He must have shut down his brain. No human could take this much otherwise. It's of no use to us!"

 

"Çoktan vazgeçmeliydi efendim. Sanırım aklı artık ona ait değil. O bir ölüm taciri, biliyorsunuz. Beynini kapatmış olmalı. Aksi takdirde hiçbir insan buna dayanamazdı. İşimize yaramaz!"

 

 

 

"Michael, "He's a rebel! He's too arrogant to give up his mind. Take everything he's hidden in his brain before he destroys himself!"

 

"Michael, O bir asi! Aklını teslim edemeyecek kadar kibirli. Kendini yok etmeden önce beyninde sakladığı her şeyi al!"

 

 

Bu sözler duygusal olarak hissiz ruhuma bir kâtre düşürüyor işte. Bir panik dalga dalga sarıyor benliğimi. Dudaklarım 'olmaz' diyor. 'Vermem size onu...'

 

Bir inilti kaçıyor yine acının verdiği dayanılmaz sancıyla. Dudaklarım sayısız kere özür diliyor, af dileniyor ve şu zamana kadar hiç akmayan göz yaşım yanağıma kordan ateş olup akıyor.

 

Ne olduğunu anlamadığım bir silsile başlıyor sonra. Uğultular, sayılar, hisler, büyük bir tufan...

 

1,2,3,4,5,6 seni seviyorum...

 

1,2,3,4,5,6,7 senin için...

 

1,2,3,4,5,6,7,8 Rusya...

 

1,2,3,4,5,6,7,8,9 Duhan...

 

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10 sonrası yok...

 

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11 o yok...

 

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12 yüzü yok...

 

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13 sesi yok...

 

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13,14 yaşanan hiç bir şey yok...

 

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13,14,15 hoşçakal...

 

Sonra... Sonrası yok... Sonrası kara ummanda öylece çırpınışım. Ciğerlerime dolan suyun yakan acısı... Çırpındıkça dibe batışım... Kollarımın dermansızlaşması... Ayaklarımın ferinin çekilmesi... Sonra... Sonrası kara ummandan aldıklarımın beni ezâ ile feryat ettirmesi...

 

 

**********************

 

 

Ellerim yüzünden ayrılıp kendimi suyun dışına fırlatır gibi yatağın ayak ucuna fırlattığımda gözlerimi açabildim. Gözlerimden sağanak olup yağan yağmurlarımı hissediyordum. Isırılmaktan kana bulanan dudaklarımın tadı dilimdeydi. İçim içimden çıkar gibi, içim parçalansa da bir o yaşar gibi çığlıklarla ağladım. Her bir acısına, katlandığı her zulüme ortak olan benliğim delirmiş gibi hıçkırıyordu. Bana bakan zift karası gözleri öylece haykırışlarımı izliyor, kanatları kırılmış kara bir meleği andırıyordu karşımda.

 

Nelere katlanmak zorunda kalmıştı? Allah'ım bana güç ver, ben aklımı oynatacağım ona neler yapmışlardı?

 

Bana veda ederken sesindeki acı gırtlağımdan kopup çıkarken hiç bir zulüm ona bu kadar acı vermemişti. Beni zihninden silerken dökülen o yaşlar o ana kadar yaşadığı işkencelerin hiç birinde akmamıştı. Bana 'hoşçakal' derken anahtarını fısıldayan dudaklarından düşen her kelime için ölürdüm ben. Onun bana aşkla bağlı olan kalbi için gözümü kırpmadan ölürdüm. Beni sakladığı o yer için hiç düşünmez öldürürdüm. Beni kimsenin bulamayacağı o ana gizlerken, dudağında son kez canlanan tebessüm için yapacaklarımın sınırı olmazdı. Ben onun her şeyiydim. Hayattan umudunu kestiği ne varsa hepsi bendim. Ona bunları verdiğim gün ben bilmedim ama o tüm yaşadıklarımızı o güne gömmüştü. Benden vazgeçmek zorunda kaldığı anda bile herşeyimi yıllar sonra bulduğu yuvasına saklamıştı.

 

Ve bir yeminim daha olsun kainata. Onun benim için katlandığı her acı için ölümün en kavurucusunu onlara hediye diye yollayacaktım. Beni yaratan Allah'a yemin olsun ki canını yakan herkes kanlı parçalar kusarak ölecekti.

 

Bana böyle bakmasına daha fazla tahammül edemedim. Geriye kaçtığım ayak ucundan hızla öne atılıp dudaklarımı dudaklarına çarptım. Bunu beklermiş gibi belime dolandı kolları. Gözlerimden akan irinli yaşlar durmak yerine artıyordu, umursamadım. Üzerindeki ince kazağı bir anlık dudaklarından kopuşumla çıkartıp odanın muhtelif bir yerine fırlattım. Onun titreyen parmaklarını beklemeden kendi kazağım da odanın zemininde yerini aldı.

Sırtı başlığa yaslıydı ve ben kucağında ona üstten bakıyordum. Şimdilerde zerre izi kalmamış o izlerin yerini zihnim öyle bir ezberlemişti ki hâla oradalarmış gibi hepsinin üzerinde dolaştırdım dudaklarımı. Her bir busemden sonra bir yemin çıktı sesimden.

"Seni buraya açan yalvararak ölecek... Tenine dokunan her parmak parçalanmaktan kurtulamayacak... Sana acı veren her soluğu keseceğim... Beni acını izlemek zorunda bırakan her kalp parçalanarak çıkacak bedenlerinden..."

 

Ne öpüşlerim ne de yeminli ve zehirli kelimelerim sustu. Onun hiç bir şey yapmasına izin vermeden bedenindeki her kumaş parçasını sökerek çıkardım. Büyülenmiş bakışlarla ona nasıl dokunduğumu seyrediyordu. Zifir karalarına baktım.

 

"Sana senin üzerine yemin ederim ki hak ettiklerini bulacaklar!"

 

Kendini tutmak için verdiği çaba bu anda son buldu. Ağzı hırsla ağzıma kapandı. Dili acımasızca dilimi kırbaçlamaya, dişleri can acıtıcı bir ihtiyaçla derini hırpalamaya başladı.

 

Sadece bir an onun dudaklarından koptum. Kucağında çırıl çıplak kalana kadar kumaşlardan arındım.

 

"Dokun bana."

 

"Başka ihtimalim mi var?"

 

Ellerini tutup bedenimde dolaşması için onu yüreklendirdim. Parmakları kalçamı sıkıca kavrayıp, sertliğinin üzerinde kıpırdamamı sağladı.

 

"Haklısın! Dokuz değil on dokuz yılımı alsalar benden, benim senden başka ihtimalim mi var?"

 

Sesi öfkeli geliyordu kulağıma. Ama bu kızgınlıktan değilde onu bulduğum andan beri neden dokunmadığımaymış gibiydi.

 

"Eserinle gurur duy yaşam pınarı! Bin kere silseler aklımdan seni, bin kere yeni baştan aşık olurum sana."

 

Parmaklarım saçlarını kavrayıp, başının geriye doğru düşmesi için asıldı. Ağzım açlıkla boynuna kapanmıştı.

 

"Bin kere alsalar seni benden, bin kere yine seni bulurum."

 

Dilim teninin tuzuna çektiği hasreti doyurmak için bedenindeki her zerrede dolaştı. İniltileri kulağıma ulaştıkça daha cesaretli bir sevişmenin fitilini ateşledim.

 

Yatakta kayan bedenim, kasıklarında dolaşan ağzımın etkisiyle iniltilerini haykırış olarak değiştirdi. Boğazından çıkan şu ses için ona ağzımda daha çok yer açtım. Gözlerimi yaşartacak kadar boğazımı zorluyordu varlığı. Parmakları saçlarımı kavrayıp, kendini ağzıma biraz daha itti. Onunla deli gibi sevişirken akan göz yaşlarımdan hiç rahatsız olmadı. Göz pınarlarım kendikerince bir isyanı başlatmış gibi durdurulamaz bir şekilde damlalarını salıyordu yüzüme.

 

"Geri çekil!"

 

Sert sesine inat dilimi mora dönmüş baş kısmında bir tur çevirdim. Onu tekrar ağzımın içine alacakken saçlarıma asılarak ağzımdan çıktı.

 

Gözleri yanıyordu...

 

Zift gibi kara gözleri onda yaktığım ateşle büyümüş, koca bir volkan oluşturmuştu.

 

"Aç bacaklarını üzerime otur. Ağzın beni yeterince sikti. Şimdi sıra bende. Aç bacaklarını, içine al beni!"

 

"Sen izin almazsın Alparslan. İçime mi girmek istiyorsun, bunu canın istediği an yaparsın. Benim bacaklarım senin için hep açık, bunu sen çok iyi biliyorsun."

 

Bendeki arzuyu, aşkı tatdıkça o da yüreklendi. Hareketleri naiflikten uzaklaştı. Sözlerim, onu tutan bir zincir varsa da kırdı. İçindeki kurdu serbest bıraktı.

 

Sırtımda dolaşan elleri daha sıkı kavradı belimi. Göğüslerime kapanan dudakları aç bir bebeğin annesini sömürmesi gibi emdi. Büyük bir yarış vardı ikimizde de. Kim daha çok yeri daha hızlı yalayacak, öpüp, emecek der gibi bir hırs kaplamıştı içimizi. Kucağında bedenimi yukarı kaldırıp onu içime kabul ettiğimde ikimizin de başı geriye düştü ve dudaklarımızdan oldukça sesli birer haykırış koptu. Çok çok uzun zaman sonra yuvama geri dönüşü, tamamlanmışlık hissi zevkten öldürecekti ikimizi de. Kendi hissettiğim zevk onunkiyle birleştiğinde akıl uçuracak bir raddeye ulaşıyordu ve ben biliyordum ki o da benimle aynı hislerle baş edemediği için hiç olmadığı kadar hoyrattı.

 

Her sevişmemizi bir şekilde o yönetirdi ama bu sefer ikimizde oldukça baskındık. Ben artık her şeyi tüm renkleriyle, berraklığıyla gören gözlere ve hislere sahiptim. O ise aklının algılamadığı ama kalbinin çıldırdığı aşkıyla bir olmanın sarhoşluğundaydı. Sınır yoktu, zevk kadar acı da çok kutsaldı.

 

Üzerinde kalkıp inen bedenim en tepeye tırmanış için çıldırıyordu. Kasılıp gevşeyen kaslarıyla bana ne kadar yakın olduğunu anlamamı sağlıyordu. Çıplak bedeninin bedenimi her karşılayışıyla çıkan ses odanın duvarlarına çarpıp, bize geri dönüyordu. Gözleri arsız bir ihtiyaçla birleştiğimiz noktadan ayrılmadan üzerinde kalkıp, inmemi izliyordu. Parmakları kalçalarımda büyük morluklar oluşturacaktı muhtemelen. Tüm varlığını bedenimden içeri kaydırmak için altımda kalmış bedenini bana doğru itişleri çok daha güçlendi.

 

Tenini kaplayan ter avuçlarımın içini ıslattı. Alnından boynuna doğru kayan ter damlasına doğru bilinçsizce uzanıp dilimi geçtiği her zerreye türterek teninden bana ait olanı aldım.

 

"Sikeyim... Böyle hissederken senin uğruna ölmeyi neden istediğimi anlıyorum."

 

Hırıltılı kelimeleri dudaklarımın zevkle kıvrılışına neden oldu. Bedenimi saran zevk arççıları arttıkça kalın erkekliği rahmime şiddetle çarpmaya devam etti. Elim destek almak için omzuma tutundu, tırnaklarım derisini deşti. Onunda sağ eli kalçamdan kayıp, sırtında süzülerek saçlarımı kavradı. Acı verircesine bir güçle asılıp, göğsümü ağzına alacak şekilde bedenimi kendine yaklaştırdı. Dişleri göğüs ucumu ısırdığında güçlü bir çığlık fırladı dudaklarımdan.

 

"Gün aydığında bana geri geleceksin ve ben yine eskisi gibi senin perin olacağım."

 

Kelimelerim dudaklarının arasına bir ah'la döküldü. Canımı yakan ağzı geriye çekilip, göğüs ucuma üflemiş, diliyle okşayarak acımı hafifletmişti. Sonra yüzlerimizi eşitlemek için sırtını biraz daha dikleştirdi. İçimden çıkmadan beni kendine biraz daha yaklaştırdı. İki elimde omuzlarındaydı şimdi.

 

Hareket eden bedenlerimize dudaklarımız eşlik etti. Ağzından ağzıma dağılan bu tad için hiç düşünmeden ölebilirdim. Gökyüzüne tırmanışımın zirvesindeydim.

 

"Boşalacaksın. Amına koyayım, öyle sıkıştım ki içinde... Dayanamıyorum..."

 

Sözleri beni bir uçurumdan aşağı itti. Bedenimdeki titreme onunkiyle bütünleşti ve ben yer yüzüne çok hızlı çarptım. Beni sarsan titreme devam ederken içime çok güçlü bir kaç çarpışla o da bana ulaştı.

 

Aldığım zevkle hareket edecek halim kalmamış üzerine yığılmıştım. Onunda benden kalır yanı yoktu. Kesik kesik ama sık aldığı sesli soluklar hâlâ kendine gelemediğinin göstergesiydi.

 

Ne kadar süre üzerinde uzandım, o altımda kendini toparlamaya çalıştı bilmiyorum. Çıplak bedenimi yana devirip onun başını kasığım ve dizlerimin arasına gelecek şekilde yatmasını sağladım. Kendimi biraz daha yukarı çektiğimde sırtım başlığa iyice yerleşmişti. Bedenimi kaplayan ince ter tabakası ürpermemi sağlıyordu ama buna neden olan o olduğu için bu bile zevk veriyordu bana.

 

Zihnindeki zifir karası sulardan çıkmadan önce kendini kaybettiği yerdeydim tam şimdi.

 

"İster aklımı bul, yerine koy ister bırak böyle kalayım. Ben her şekilde senin kölen olurum Şifa."

 

Sevişmemizin neresinde durduğunu hatırlamadığım göz yaşlarım kaldıkları yerden akmaya devam etti. Zihninde dolaşırken neyi be kadar gördüm bilmiyordu. Onun için kaybolmuş hatıraları bende vardı ama onda hâlâ saklı bir sandıktaydı. Akan göz yaşlarım belki de onda yanlış bir anlam ifade etmişti. Gözümden kayan yaşları, onu bulamadığıma yormuştu belli ki. Bilmiyordu beni sakladığı yerin yüreğimi parçalayışını. Bende bilmiyordum o anda aslında gerçekten hissettiklerinin kıymetini. On yaşında evsiz kalan sokak çocuğu, meğer yirmi dokuzunda yuva kabul etmiş dizlemindeki azıcık uykuyu.

 

Ben bilmiyordum ama o yıllar sonra ilk kez öksüzlüğünü o gün gömmüş toprağa. Sesimden dökülenler ondan alınan her şeyi vermiş, ben görememişim meğerse.

 

"1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13,14,15, Hoşçakal... Dizlerinde, sesinden dökülen bir şarkıyla uyuyup uyanana kadar Hoşçakal... Yıllar sonra kâbussuz, yuvamdaki ilk uykumda, sesine sakladığın aşkta bul beni..."

 

Onu ilk kez Amasyada, annemin gençliğini yaşadığı o evde dizlerime yatırmıştım. Bana kim olduğunu anlattığı, içindeki en gizli acıları paylaştığı o gün hoşgeldin demiştim. Ben bilemedim ama Alparslan için yıllar sonra en mutlu olduğum dediği gün, bir parça uyku ve bir şarkıyla onu sineme kabul ettiğim o anda saklıydı.

 

Parmaklarım kuzgun karası saçlarının içinde dolaşmaya başladı. Başım geriye yaslı, gözümün kenarında ip inceliğinde sızan bir yaşla onu bir kez daha dizlerimde uyutmak için dudaklarım aralandı.

 

Uçurum uçurum gözlerine baktığım sensin

Prangalarca boynuma taktığım sensin

Dağ gölleri gibi gibi hasret çektiğim

Her gece uyku diye yattığım sensin

 

O gün dizlerinde uyuyan adama Hoşgeldin diyen Şifa bugün bendeki yerini anlatmak ister gibi söylüyordu şarkısını.

 

Yanarım, yanarım

Tutuşur yanarım

Kavurur ateşim

Seni de, beni de, belalım

 

Ona nasıl yandığımı mısralardan da olsa anlasın ve bana geri döndüğünde ne büyük bir aşkla beklendiğini bilsin istedim...

 

Gün değmemiş ormanlarda yittiğim sensin

Ömrüme ömür diye kattığım sensin

Deli deli boranlarda aç denizlerde

Teninin tuzunu canım tattığım sensin

 

Beni kaybettiği her şeyin yerine koyan bu adam, bende ne büyük bir yerde bilmeliydi. Asla şüpheye düşmeyecek kadar onundum ben ve sadece benimdi o.

 

Yanarım, yanarım

Tutuşur yanarım

Kavurur ateşim

Seni de, beni de, belalım

Ah belalım!

 

Onsuzlukla kavrulan tenim, varlığıyla çok daha büyük bir yangına atılmıştı, bilsin istedim...

 

Damga damga göğsüme vurduğum sensin

Öfke dolu şehirlerde bulduğum sensin

Yer nerede, gök nerede, ben neredeyim?

Diye diye, sınırlara geldiğim sensin

 

Adem Havva'sı için koca cennetten nasıl vazgeçebilmiş aklım hiç almazdı aslında benim. Havva Adem'i için kainatı neden göz yaşlarıyla dolanmış ve onu aramış yirmi dördümde öğrendim. O benim var oluş sebebim, gecem, gündüzüm, canımdan geçecek tek gerçeğim...

 

 

Yanarım, yanarım

Tutuşur yanarım

Kavurur ateşim

Seni de, beni de, belalım

 

Ben onun yuvası, yarası, devası, zihninin ve kalbinin tek sahibiyim.

Ben aklın sınırlarını arşınlamış, kalbe zerre söz hakkı bırakmamış bir aşkın kollarında, dizlerimde uykuya dalan adam için kainat üzerindeki herkesi harcayacak ve dönüp ardına bakmayacak o günahkar periyim...

 

 

 

Bölüm : 19.04.2025 23:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
ORENDA / ŞİFA / Zifiri Ummanda Saklı Kanlı Hazine
ORENDA
ŞİFA

51.03k Okunma

6.36k Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
Feda Edilmiş Hayatların MucizesiÇaresiz Bir Acıyla Sınanmış KoruyucuUmut İçin Serpilen KüllerHarabeler ve HazinelerKatrana Bulanan KabuslarSır Sarmalın Boğulan YaralarKalbe Çarpan Sözsüz KelimelerKanatlara Vurulan PrangalarDudaklara Hapsedilen DualarCerehatı Boşaltılmamış AnılarAvuçları Kan Kokan KadınDurgun Sulara Atılan Minik TaşlarGayya Kuyusunda Kısılan RuhlarÇınarın Sakladığı Balta İzleriSaç Tellerinden Parmak Uçlarına Akan ÖzlemKilidini Arayan SandıklarBuza Teslim Olan KorDişlerinden Damlayan Kanın KıyametiGökkuşağının Renklerine Kuşanan TenKurumuş Dallarda Açan Kiraz ÇiçekleriYıkım Zannedilen ZaferlerIşığın Lütfuyla Zırhlanan BedenlerAf Diye Kıvranan GünahlarKöz Kızılıyla Perçinlenen HasretA-bı Hayat ile Taçlanan VuslatÇığlıkların Ardından Gelen FısıltılarDışardan Vurulan Kilitİlmek İlmek İşlenen GeçmişSabırla Dövülen Umutla Bekleyen EmanetZamanın İçinde Kaybolmuş AşkOluk Oluk Kanayan NinniUmulmayan Taşların Açtığı YaralarKara Yılanın Koynundaki SırArafta Sürüklenen ZevahirVolkanın Doğurduğu Ateş ÇiçeğiGaflet Uykusunun Son DemiKaburgasından Sökülerek Alınan Nabza YeminKırık Kanadıyla Umuda Uçan KuşÇare Diye Figan Eden AğıtZulmün Kıyısındaki ArayışSancılı Bir Bekleyişin KöleleriKalbin Önünde Diz Çöken AkılZifiri Ummanda Saklı Kanlı HazineZehire Yuva Olan Koruyucuİntikam İçin Zaman Sayan CesetlerKırağı Vurmuş Aklın SakladıklarıÇığdan Önceki Dingin Huzur
Hikayeyi Paylaş
Loading...