Yeni Üyelik
43.
Bölüm

ÇİĞ DAMLASI & GÖZ YAŞI

@orenda

 

Selammmmm😍 şükür kavuşturana. İnşallah bölümü seversiniz, burda okur kitlemin çok az olduğunu biliyorum ama en azından beraber bu hikayeye devam ettiğim yol arkadaşlarım yorumlarınız ve beğenileriniz motivasyon kaynağım. Bunu gözden çıkarmayın olur mu🫠

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Zaman ne kadar aktı ikisi de farkında değildi. Ahunun başı Korhan’ın omzunda, Korhan’ın başı Ahunun saçlarına yaslı öylece karşılarında kalan beyaz duvarı izlediler.

 

Çok yorgundular…

 

Kelimenin tam manasıyla şu güne ulaşabilmek için kendilerini parçalamış, içerde uyuyan iki nefes için mahvolmuşlardı. Şimdi ise o çaresizliğin içerisinde güçlü olmak için verdikleri direnç zayıflayınca esas bitkinlik çökmüştü omuzlarına.

 

Ayak seslerini duyup, soyutlandıkları dünyaya geri dönmeselerdi belki de birkaç saat daha öylece boş bir duvarı izlerlerdi.

 

Alparslan ve Şifanın kendilerine doğru geldiğini ilk Korhan fark etti. Sonra avcundaki küçük eli sıkıp, Ahunun dikkatini çekti. Yığılıp kaldıkları duvar dibinden onlara sıkıntılı bir suratla bakan ikili sayesinde ayağa kalktılar.

 

“Bir şey… Bir şey mi oldu?”

 

Ahunun tedirginlik kokan sesiyle, Korhan avcundaki eli daha bir sıktı. Şifa kaçamak bakışlarla ilk Korhan’a baktı ama hemen çekti bakışlarını üzerinden. Alparslan da sanki gözlerini kaçırıyordu.

 

“Ne oluyor?”

 

Korhan’ın sert sesiyle Alparslan ensesini sıkıp Şifaya küçük bir bakış attı.

 

“Suhan burada değil mi?”

 

Korhan kaşlarını çattı kardeşinin adını duyar duymaz.

 

“İçerde uyuyor! Ne oluyor Alparslan?”

 

Alparslan böyle bir şey söyleyemeyeceği için medet dilenir gibi Şifaya baktı sonra.

 

“Korhan… Suhan muayene edilmedi. Biraz kendini toparlaması için bekletiyorum doktorları ama daha fazla…”

 

Şifanın mahcup sesiyle Korhan’ın gözleri sıkıca kapandı. Dişleri kırılacak gibi sıkıldı. Ne demek istediklerini anlamıştı. Daha önce defalarca yaşadığı gibi süreci biliyordu. Taciz, tecavüz şüphesi olan mağdurların, muayene edilmesi gerektiğini atlamamıştı ama yaşadığı şeyler yüzünden odaklanamamıştı. Boğazında kızgın bir mil vardı ve yutkunmasına engel oluyordu.

Nasıl kıyardı? Nasıl o masaya yatırıp muayene edilmesine dayanırdı? Küçücüktü! Yaşadıklarının altında ezilmiş kardeşi bir de bunu yaşarken canı yanacaktı. Daha da kötüsü korkulanla karşılaşırlarsa…

 

“Korhan istenmeyen bir gebe…”

 

“Biliyorum! Biliyorum tamam sus!”

 

Hiddetli sesiyle Şifa yarım bıraktı cümlesini. Ahu ise ne olduğunu ilk anlayamamıştı ama Şifanın söyledikleriyle gözleri irice açıldı. Sonra hemen Korhan’a bakıp başını iki yana şiddetle salladı.

 

“Hayır! Hayır buna gerek yok! Ben yaptım, ben onu muayene ettim. Korkutmadan, hayır yok öyle bir şey Korhan!”

 

Tıpkı Korhan gibi bir süre o da düşünme eylemini gerçekleştirmeyi bıraktığı için bunu söylememişti. Ama Suhanı odasında, altına kaçırmış ve korkudan kıvranırken bulduğu zaman yapması gereken ilk şeyin bu olduğunu Ahu anlamıştı. Suhanı incitmeden zarar görüp görmediğini öğrenmekti tek amacı. Suhan’ın saçlarından kurtulmak istediğini söylediği an korkuyla parmakları, vücudunda iz aramıştı. Bacaklarını liflerken dişleri etini kesip, kanatmış ama kasıklarına yakın bölgede herhangi bir doku zedelenmesi görmediği için derin derin nefesler almıştı. Morluklar içini dağlamış ama Suhanın ona söyledikleriyle neredeyse rahatlayacak gibi omuzlarındaki kasıntı gevşemişti. Kötünün içerisindeki en az kötüyü seçmek zorunda kalmak ne acıydı hâlbuki? Ahu pis ellerin dokunuşuyla değil de düşme yüzünden oluşan morluklara şükretmişti.

 

Korhan gözleri kısılı, panikle ona kendini anlatmaya çalışan Ahuya baktı.

 

“Ahu Nar… Eğer… Eğer ona dokundularsa ve…”

 

“Hayır diyorum size! Onu muayene ettim ben. Bedeninde morluklar var ama Suhanın söylediği gibi düşme ve çarpmaya yönelik doku travması. Sonra… Sonra sordum ben ona. Allah kahretsin ben sordum tamam mı? Şu an jinekolojik bir muayeneyi kaldıramaz Korhan. Video için yapmışlar! Bizi çaresiz bırakmak için ama sonra olmadı dedi.”

 

“Utan… Utanmıştır.”

 

Korhan’ın kısık sesiyle yine başını iki yana salladı. Ahu bu kez boştaki eliyle diğer elini de kavradı Korhan’ın.

 

“Değil bitanem. Odasına girdiğimde… Kötüydü. Korkmuş, paniklemişti. Onu yıkamak istediğimde karşı çıkmadı. Benden sakınmadı. Kalçasında ve kürek kemiğinin altında morluk var, sordum Korhan. Allah biliyor etim çekildi ama sordum. Başkasına yine korkar ama Suhan bana güvenir ki. Korkutmam ben onu diye. Yok dedi. Bir kere yaptılar ama sonra yine yapacaklar diye çok korktum dedi. Ahi anlamış video kaydı aldıklarını. “

 

“Sana mesaj gönderme çabasından bunu anladık. Çocuk bulduğu küçücük anı kullanmış.”

 

Alparslan’ın sesiyle Korhan, Ahudaki bakışlarını çekip ona çevirdi ama geri Ahuya baktı hemen. Siyah gözleri biraz önce sancıdan kıvranan kalbine serin sular serpiyordu.

 

“Ahu Nar…”

 

Çaresizlikle çıkan sesine doğru Ahu yaklaşıp alnını göğsüne yasladı.

 

“Ben ona inanıyorum. Yalan söylemediğini biliyorum ben Korhan. Yoksa gebelik riskini, hastalık ihtimalini görmezden gelir miyim hiç? İdrar yolları enfeksiyonu var muhtemelen. Uyansın test yaptıracağım. Böbrek ultrasonu da isteriz ama jinekolojik muayene olmasın Korhan. Korkar o…”

 

Korhan elini kaldırıp sırtına avuç içini bastırdı. Ardından ona hüzünle bakan Şifaya baktı ilk. Sonra Alparslan’a çevirdi başını.

 

“Uyuyor, uyanınca Ahu Narın dediği her şeyi yaparız. Diğeri hakkında soru dahi sormayacağız. Videoyu biliyorsa, izlediğimi de biliyordur. Bunu düşünüp kendini yeterince mahvetmiş zaten.”

Şifa da Alparslan da başka bir şey söyleyemedi bu konu üzerine. Korhan hala göğsünde yaslı Ahunun saçlarına dudaklarını bastırdı. Fısıltıyla bir teşekkür düştü dudaklarından. Küçük kız kardeşini böylesine koruduğu için, onun incinebileceği her şeyi uzaklaştırdığı için ve hepsini sarmalayarak iyileştirme çabasına girdiği için sadece teşekkür edebildi.

 

“Korhan!”

 

Alparslan’ın sesiyle başını yine kaldırdı.

 

“Toplantı için bekliyorlar ama öncesinde benim Ahiyle de konuşmam lazım.”

Korhan kaşlarını çattığında Alparslan devam etti konuşmasına.

 

“Kendilerini biraz toparlamalarını emin ol bende çok isterim ama sende farkındasın çocukları maden projesinden çıkarmak zorundayız. Kasayı açtığımızda Ahi de Ahu da projeyle olan bağlarını koparmış olacak.”

 

Korhan, ikizleri korumak için bir an önce projedeki görevlerini tamamlamalarını ve üzerindeki sorumluluktan kurtulmalarını istediğini anladı. Ama şu an için tekrar bir karmaşa yaşatamayacak kadar hepsi perişandı.

 

“Anneme gitmemiz lazım. Suhanı bekliyor aylardır! Annem korkuyor Alparslan. Çok saf kalbi ama aptal değil benim annem. Bir şeylerin yolunda olmadığını hissediyor ama duyacaklarında korkusuna Suhan gelecek mi diye soramıyor bile. Gitmek zorundayız. ”

 

Alparslan zaman konusunda gecikmeyi ne kadar doğru bulmasa da çocukları aldıkları zaman o da ordaydı. Suhan en büyük hasarı almış gibi görünüyordu, gerçi Ahi de oldukça yıpranmış bir haldeydi. Ailelerinin güvenli kollarında bir süre nefeslenmek onların hakkıydı. Üstelik ikizleri aradan çekmek isteseler bile Korhan’la olan yolları bir hayli uzundu.

 

“Sana zaman kazandırırım ancak çok uzun olmaz Korhan. İkizlerin önemini daha çok gözlerine soktuk, biran evvel neticeye varmak zorundayız. Kasa açılmadığı sürece ikisi de tehlikede.”

 

Korhan onları dikkatle izleyen Ahuya saniyelik bir bakış atıp tekrar Alparslan’a baktı. Ağır ağır başını salladı sadece.

 

Şifa ise Ahunun eline uzanmış ve yüzünde dingin bir tebessümle kendine bakmasını sağlamıştı.

 

“Sende biraz dinlensen canım. Yüzün çok solgun.”

 

Ahu başını iki yana salladı.

 

“Uyandıklarında yanlarında olmak istiyorum hem hiçbir şey yemediler. Doğru düzgün sarılamadım ki ben daha.”

 

Şifa anlayışla başını salladı sadece. Alparslan’la yanlarında uzaklaştıklarında kapının cam bölmesinden birbirine sığınıp uyuyan kardeşlerini izlediler. Bir saat sonra küçük küçük hareketlenmelerle Ahunun kalbi tekrar heyecanla çırpınmaya başladı. İlk kez Ahisine sarıldığında aklını kaçırma çizgisindeydi. Doğru düzgün ne durumda bakamamıştı bile.

 

“Uyanıyorlar…”

 

Ahunun fısıltısıyla Korhan bir iki kere kapıya tıklattı. Ahinin başı kapıya çevrilmişti hemen ve kolları Suhanı daha bir kıstırmıştı. Ahu, Korhan’ın kolunun altından başını uzatıp Ahiyle göz göze geldiğinde Ahi küçücük tebessüme benzer bir mimik sergiledi. Ahu için bu kadarı yeterliydi işte. Hemen içeri adımlayıp yanlarına doğru ilerledi. Suhan da Ahinin sarılmasıyla uyanmıştı zaten. Başını kaldırıp ağabeyini kapıda görünce yanakları yandı. Gözlerini kaçırıp doğrulmaya çalıştı hemen. Korhan daha iyi bir zamanda olsa bu haline gülerdi belki. Hem utanıyorsun hem de koala gibi başka oğlanlara sarılıyorsun diye laf da sokardı ama şu an Suhana iyi gelecek herkes için canını verirdi.

 

Korhan içeri adımlayıp yataktan ayaklanan Suhana iyice yaklaşıp hemen kolunun altına çekti. Sonra yarı oturur halde onlara bakan Ahiyle göz göze geldi.

 

“Ağrın var mı? Doktoru çağıralım…”

 

Ahi başını iki yana salladı.

 

“Sağ ol abi, iyiyim.”

 

Sonra geri Ahuya baktı. Başı yana düştü, siyah gözlerinde bir dalgalanma geçti. Ahunun zayıflamış bedeninde, çizik içinde kalmış beyaz teninde dolaştı gözleri. Sağ kolunu kaldırıp onu yanına çağırdı. Ahunun hemen icabet ettiği bir davetti.

 

Ahu kollarını sıkı sıkı dolayıp, yüzünü göğsüne gömdüğünde biraz önce durgunca bakan o değilmiş gibi hıçkırarak ağlamaya başladı. Acıdan değil de acıyı atmaktandı sanki bu ağıdı. Aylardır kimi gözünden akmıştı ama çoğu içine sızmıştı zehrin. Şimdi Ahinin kollarında olduğu gerçeğini idrak etmeye çalışırken birikmiş tüm zehri kusma çabasına girdi.

 

İç çeke çeke ağlayışında asılı kaldı Korhan’ın gözleri. Ahinin sıkı sıkı sarıldığı bedene öylece bakışını, çaresiz gözlerle izledi.

 

“Çok özledim seni Ahu…”

 

Titrek sesiyle sadece bunu söyleyebildi. Ahunun hıçkırıkları konuşmasına izin vermemişti ama kollarını daha sıkı sarması aynı cevabı söyleme şekliydi.

Çok özlemişti Ahisini. Bir daha hiç göremeyecek sanmış, hiç sarılamayacağı için canı çok yanmıştı. Ama artık buradaydı da. Ahunun kollarında…

Ahu sakinleşene kadar Ahi elini sırtında gezdirdi. Korhan kolunun altındaki Suhanın azıcık uzaklaşmasına izin vermedi. Suhan da öylece ip inceliğinde sızan yaşlarla ikizlere bakıyordu.

Ahu biraz toparlanıp geriye çekilmeye çalıştığında avuç içleriyle yüzündeki ıslaklığı kurulamaya çalıştı. Bir de eğreti bir gülümseme kondurdu yüzüne.

 

“İyice sulu göz oldum ben biliyor musun? Tamam endişelenme iyiyim. Buradasın ya artık çok iyiyim.”

 

Ahi, iki avucuyla yüzünü kavradı uzanıp iki yanağına küçük öpücük bıraktı ilk. Sonra da alnına dudaklarını yaslayıp öylece kaldı bir süre.

 

“Bitti artık…”

 

Fısıltı gibi çıktı kelimeler ağzından. Sabırla beklediği zindan hayatı bitmişti. Suhana zarar gelecek korkusuyla kafayı yediği, Ahu ne halde diye düşünmekten kahrolduğu tutsaklık son bulmuştu. Üstelik anahtarın Ahuda olduğunu söylemek zorunda kaldığı günden beri uyku girmiyordu gözlerine. O anki çaresizliği Korhan’ın adını duyunca duraklamış ve azıcık ışık yakalamış gibi hissettirmişti.

 

Bir gün mutlaka kurtulacaklarını biliyordu ama. O kadar gün canlı bırakıp, ellerinde tutmalarının bir nihayeti olacağını anlamıştı Ahi. Özellikle videoya almak için eziyet ettikleri günden beri sabırla bekliyordu. Kendi için neredeyse hiç düşünmemişti ama geride kalan Ahu ne halde diye kalbi çok kanamıştı.

Omuzlarına haberi dahi olmayan bir yük bırakılmış Ahusu yapayalnızdı…

 

“Bitti canımın içi. Şey yapalım… Çok acıkmışsınızdır dimi? Of hiç düşünemedik biz tabi açsınız. Hemen yemek yiyelim ha. Sonra…”

 

Ahu Korhan’a baktı hemen.

 

“Yine doktor baksın. Ağrın yok mu gerçekten? Doğruyu söyle ne olur?”

Ahi biraz öncekinin aksine bu kez daha güçlü bir gülümsemeyle baktı Ahuya. Ahunun aktığını fark etmediği bir göz yaşını da kendi parmaklarıyla sildi.

 

“Ağrım yok ama yemek yesek… Suhan hiçbir şey yemedi.”

 

Ahu bu kez Suhana baktı hemen. Ayağa kalkıp yanına doğru adımladı.

 

“Doğru… Hemen yiyelim tabi. Ne yemek istersin Suhan? “

 

Suhan, Korhan’ın göğsünden kafasını kaldırdığında önemi yok der gibi başını sallamıştı. Korhan saçlarına dudaklarını yaslayıp “ben bir şeyler getirmelerini isteyim” diyerek geri çekildi.

 

Sanki ayakta durmaya yeni başlayan bir bebeğe gösterilen ihtimam vardı Suhana. Ahu, Korhan’ın çekilen bedeninin yerini aldı hemen. Suhanı kendine yaslayıp, kolunu beline sardı. Suhanın yüzüne düşen tutamları kulağının ardına kıstırdı.

 

“İyisin değil mi güzelim? Ayakta durma gel otur hadi.”

 

Suhanı yatağa oturtup geri çekilecekken yüzüne düşen saçlarını geri iki kulak ardına sıkıştırdı. Birde zerre doyamamışlığın verdiği hisle yanağına hızlı bir buse bıraktı. Korhan kulağında telefon üçünü izliyordu.

 

Bir uyuşukluk vardı üzerinde. Aslında bağıra çağıra ortalıkta dolaşmak isteyen deli bir yanı, suskunluğa sığınmış yorgunluğuyla çatışıyordu. Konuşmak istiyordu. Suhana gerçekten nasıl olduğunu sormak, canın ne kadar yandı diye ağlamak vardı ruhunun derinliklerinde. Ahiye uzun uzun bakmak istiyordu aslında ama takatsizdi de. Çok büyük bir adrenalin sonrası gelen uyku gibiydi hisleri.

 

Gerçi şu an zayıflık gösterecek lüksü yoktu Korhan’ın. Ailesini iyileştirmesi gerekiyordu. Hala tehlikedelerdi, onları korumalıydı. Sadece bu da değil akıllarını da çelmeliydi. Gözlerindeki hüznü silecek bir şeyler yapmak zorundaydı. Ağabeydi o, aynı zamanda bir koca ve evlattı. Ailesi bu kadar yorgunken bir de o kendini bırakamazdı.

 

Yemekleri geldiğinde Ahu hiç durmuyordu. İçeceklerini bardaklara boşaltıyor, ekmeklerini minik minik parçalar haline getirip önlerine yerleştiriyor, küçücük masadaki yiyecekleri sanki uzanamayacaklarmış gibi önlerine itip duruyordu.

Korhan sadece izliyordu ama.

Suhanın ürkek bakışlarını, Ahinin dingin suratını ve Ahunun içinden taşan mutluluğu atamadıkça bir şeyler yapma çabasını sadece izliyordu. Suhan çorbayı yakasına döktüğünde ondan önce uzanıp hemen silmişti, bir de saniyeler içinde kaşığıyla havada asılı duran eline öpücük bırakmıştı. Ahinin serumunu en az yedi kere kontrol etmiş, her seferinde ya başına ya omzuna dudağını bastırıp öyle geri çekilmişti.

 

Sende ye itirazlarıyla kaşığa uzanan elinin titrediğini de Korhan görmüştü. Kabına sığmıyordu kelebeği. Kanatları açılmış, çok güzel uçuşuyordu. Ama hepsinin içerisinde kalbini titreten öyle bir şey vardı ki…

 

Ahu gerçekten çok güzel gülüyordu. Saniyelik acıdan uzaklaştığı anlarda Korhan’a bahşettiği gülüşler gibi değildi. Hatta kardeşlerinin yaşadığını öğrendiğinde yüzünü kaplayan tebessüm bile bu gülümsemenin yanında renksizdi. Gözleri dolu dolu ama siyahlarındaki yıldızlar öyle parlıyordu ki Korhan gözlerini alamıyordu ondan. Korhan onun dudaklarının güldüğünü görmüştü ama gözlerinin kahkahasına ilk kez şahit oluyordu.

 

Öylece dalmış Ahuyu ve kardeşlerini izlerken adının seslenilmesiyle çıktı girdiği sis bulutundan.

 

“Korhan hadi ye artık.”

 

“Abi?”

 

Ahunun ve Suhanın sesiyle başını iki yana salladı. Kendine gelmesi lazımdı. Biraz daha normale dönmeleri, çocukları yaşanılanlardan uzaklaştırması gerekiyordu.

 

“Efendim güzelim.”

 

“Yemek yemedin…”

 

“Yemeğini yesen…”

 

Ahu ve Suhanın aynı anda Korhan’a cevap vermesiyle bir anda odada sessizlik oldu. Korhan’ın kelimelerinin muhatabı kimdi karışmıştı. Ahu farkındalıkla ilk Suhana bakmış sonra ise gözleri Ahiye çevrilmişti. Ahinin kaşları çatıktı ama sinirden değil de anlamak ister gibi Ahu ve Korhan’ın arasında gidip geliyordu bakışları. Korhan’ın dudağı sağa doğru kıvrıldı. Ayağa kalkıp Ahunun oluşturduğu yemek masasına doğru ilerledi. “Şimdi yerim güzelim, doyur karnını” diye Suhanın başının üstüne dudaklarını bastırıp geri çekildi. Ahunun tuttuğu soluğunu bıraktığını gözünün kenarıyla görmüştü. Yüzündeki gülümseme biraz daha büyüdü bu tavrına. Sonra elinde öylece duran ekmek parçasını kapıp ağzına attı.

 

“Çorba içsem kâfi, az kenara kay kelebeğim sığarım bende.”

 

Ahunun elinden alınan lokma sonrasında parmakları hala varmış gibi öylece kalakaldı. Ahi ise kelebeğim dediği anda gözlerini öyle hızlı kendine çevirmişti ki Korhan bir an gerçekten kayacaklar sanmıştı. Suhan ağzı açık bir kendine bir Ahuya bakıyordu. Korhan koltuğa yaklaşıp Ahudan kalan kısma kendini yerleştirdi. Bir de Ahuyu belinden kavrayıp rahat otursun diye kendine yasladı.

 

Sürekli yaşanılanı düşünüp üzülmek yerine onlara dikkat dağıtacak en sağlam malzemeyi bile isteye veriyordu.

 

Sorgusuzca Ahunun kaşığını kasesinin içinden alıp kasesindeki çorbadan bir kaşık alması, kendine aitmiş gibi Ahunun içeceğinden içmesi de tam bu yüzdendi.

 

“Ahu?”

 

Ahinin sesi gıcık tutmuş gibi çıkmıştı. Ahu ise bir anda soğuk su yüzüne atılmış gibi irkilmişti Ahinin adını mırıldanmasıyla. İri iri açılmış gözleri Ahiye değmiş ve ateşe dokunmuş gibi kaçmıştı. Bu sırada Suhana kayan bakışları ondan da uzaklaştı. Kalbinin atışını ağzında hissediyordu.

 

“Neden durdunuz yesenize? Ahu Nar soğumuş bu çorba sen sevmezsin ki soğuk soğuk. Köftenle patatesini bari sıcak ye.”

 

Hep yapıyormuş gibi bir rahatlıkla Ahunun ağzına köftenden bir parça uzatıp aynı çatalla salatadan almış ve yemişti.

 

“Abi? Abi sen… Ama nasıl… Ama Ahu…”

 

Suhanın şaşkın suratı çok sevilesiydi, uzanıp burnunu kıstırdı iki parmağıyla. Küçük bir ekmek parçasına salata koydu. Sonra üzerine yoğurt ekleyip Suhanın hala açık olan ağzından içeri lokmayı itti. Suhan karmaşık şeyleri aynı anda yemeyi severdi nasıl olsa.

 

“Ahu Nar? Nar mı diyor sana?”

 

Ahinin hala cızırtı gibi duyulan sesiyle Ahu geri Ahiye baktı. Ne diyeceğini bilemedi.

 

“Sen sevmezsin ki ikinci adını. Korhan abi niye Ahu Nar diyor sana Ahu?”

 

Ahu elini boynuna doğru götürüp aşağı yukarı biraz ovuşturdu.

 

“Aslında ben deme demiştim ama…”

 

“Ben söyleyince seviyor. Sadece ben söylüyorum zaten merak etme, kimseye izin vermiyorum.”

 

Ağzına attığı patatesi çiğnerken bir de Ahiye göz kırpmıştı. Ahi elinde tuttuğu çatala baktı. Ahunun çatalına! Ahunun salataya batırdığı, patates tırtıkladığı ona ait olan çatalına!

 

“Korhan ne yapıyorsun?”

 

Ahunun tıslama gibi duyulan sesiyle başını çevirdi. Yüzünde onu tanımayan birinin gerçekten inanacağı şaşkınlık hakimdi.

 

“Yemek yiyorum kelebeğim, sen dedin.”

 

Sonra da bak dediğini yapıyorum der gibi köfteyi gözlerine baka baka ısırdı. Ahu derin bir soluk alıp hala yüzüne dik dik bakan Ahiye doğru çevirdi bakışlarını. Öyle eğreti bir gülümseme vardı ki dudaklarında her an kusacakmış gibi görünüyordu.

 

“Bunları konuşuruz canımın içi, biraz dinlenin, kendinize gelin uzun uzun konuşacağız zaten.”

 

“Ahu adam nar diyor, çatalını kendi malı gibi kullanıyor!”

 

Ahu gerçekten sorun buymuş gibi boşta öylece masa kenarında bekleyen kaşık ve çatalı Korhan’ın önüne doğru uzatıp, oldu mu der gibi Ahiye baktı.

 

“Hep yiyorum, ne olacak ki?”

 

“Ahu ortak bardak bile kullanmaz!”

 

Korhan kaşlarını havaya kaldırıp Ahiye baktı sonra da kafasını Ahuya çevirdi. Ahunun gözlerindeki dehşete saatlerce kahkaha atabilirdi. Ahi şu an neleri ortak kullandıklarını bilse sinir krizi geçirir miydi acaba? Boş vermişlikle omuzlarını silkti.

 

“Benim bardağımı kullanıyor, hiç tiksindiğini de görmedim.”

 

Ahu tersçe Korhan’a baktı hemen. Bu tavrı çok iyi biliyordu. Aynısını Nurperi annesinin yanında da yapmış, onu olabilecek en zor durumun ortasında bırakmıştı.

 

“Korhan!”

 

Sert, uyaran sesine Korhan gözünün altından baktı sadece. Ahu yine ona dik dik bakan Ahiye çevirdi başını.

 

“Konuşacağız ama önce yemeğini ye hadi. Doyduğunu göreyim, içim rahatlasın.”

 

Ahi dik bakışlarını Ahudan ayırmadan koca bir kaşık dolusu pilavı ağzına tıktı.

 

“Yani siz şimdi sevgili misiniz?”

 

Suhanın kısık sesiyle sorduğu soru yine kısa süreli bir sessizliğe neden oldu. Suhanın badem gözleri üçünün üzerinde dolaşıyordu.

 

“Sevgilim, eşim, hayat arkadaşım… Ne demek isterseniz…”

 

Korhan Ahunun içeceğinden son yudumu da aldı.

 

“Ben bunu bitirdim, bir tane daha açayım mı kelebeğim?”

 

Ahu öylece bakıyor hiçbir şey söyleyemiyordu bu tavırlarına.

 

“Ben yeterince doydum ikizim. Hadi anlat bana ne anlatacaksan.”

 

Ahu dudaklarını birbirine bastırıp derin bir soluk aldı. Sonra ters bakışları yine Korhan’a çevrildi. Sonra görüşme vaadi içeren bakışlarını bir süre yüzünde tuttu.

 

“Suhan için bir iki tahlil yaptırmak istiyorum canımın içi. Vücudunda enfeksiyon var mı yok mu emin olalım dimi? Sonra… Sonra zaten konuşacağız ki. Niye saklayayım konuşacağız tabi.”

Korhan oturduğu yerden ayaklanıp Suhana doğru elini uzattı.

 

“Ahu Narın istediği tahlilleri yaptırmak için doktorun yanına gidelim mi badem çiçeğim? Bu arada Ahu Narda kardeşine aramızdaki ilişkiyi anlatır. Hem sen sormak istemiyor musun ağabeyine bir şeyler?”

 

Suhan şaka mı yapıyorlar yoksa gerçekten aralarında bir ilişki mi var anlamamıştı gerçekten. Zira ağabeyini şu güne kadar bir kere bile ilişkilerden konuşurken duymamıştı. O bazen Ahiyi anlatırdı ağabeyine. Ama bunları hep telefonda abisi onu sıkıştırdığında söylerdi ama hiç kendiyle ilgili konuşmamıştı. Suhan sorduğunda da daha ciddi işleri olduğuna dair hafif kızgın bir sesle cevap alırdı.

 

“Olur… Nasıl tahlil ki? Kan verdiydim sanki ben. Vermedim miydi yoksa?”

 

Biraz şaşkın, biraz ürkek çıktı sesi. Korhan’ın merhametle kıvrıldı dudakları. Uzanıp yine koynuna çekti Suhanı.

 

“Gel güzelim, kan verdin. Başka bir iki şey daha lazım.”

 

Korhan Suhanı alıp odadan çıkana kadar Ahu hiç Ahiye bakmadı. Onun aksine Ahinin bakışları her anında yüzündeydi. Sonunda ağzına biriken tükürüğü zorla yutup, çekingen bir tebessümle Ahiye döndü.

 

“Şuraları bir toparlayayım ben… Doydun ama değil mi?”

 

Ahi başını iki yana sallayıp, iç çekti.

 

“Masayı köşeye itip yanıma gel bakalım ikizim.”

 

Ahu el mecbur denileni yapıp masayı odanın bir köşesine doğru sürükledi. Sonra da Ahinin kenara kaymasıyla ayakkabılarını çıkarıp yatağın içine girdi. Yüz yüze bakacakları şekilde birbirilerine dönmüşlerdi. Ahu elini kaldırıp gözünün kenarındaki kızarıklığı okşadı. Sonra başını kaldırıp tam üstüne kelebek kanadı gibi bir öpücük bıraktı.

 

“Sen gidince benim canım çok yandı biliyor musun?”

 

Ahinin siyah gözleri Ahununkilere baktı kaldı öylece.

 

“Üstelik öldü dediler Ahi. Suhanla beraber canına kıymış dediler.”

 

Ahunun eli yüzünden ayrılmamıştı. Ahiyi hiç görmediği kadar uzun bir sakalla görüyordu. Zayıf sakalları yüzünü değil ama çenesini kapatmıştı.

 

Ahi ise bunu aklına getirmemişti hiç. Kayıp olduklarını ve geri de kalan Ahusunun kendini parçalayarak onu aradığını düşünmüştü. Özellikle video için onlara yapılandan sonra anahtar karşılığında kurtarılacaklarını anlatıp durmuştu Suhana. Ama şimdi…

 

Ölüm haberini aldığında hissettikleri… Gözleri sıkıca kapandı. Bunun altından nasıl kalkmıştı? Ahi kalkamazdı çünkü. Biri Ahu öldü dese Ahi yaşayamazdı. Gerçi iki kişilik ailelerinin sürekli annesi, babası, ablası olmak da Ahunun üzerine kalmıştı değil mi? Koruyup, kollayan olmanın ağırlığı beş yaşlarından beri Ahunun sırtındaydı. Dişleri kenetlenmiş gibi sıkıldı. Öldü sandığı halde bile savaşmaya devam mı etmişti yani? Gözlerini açma cesaretini bulduğunda Ahunun durgun siyahlarının aksine kendi gözleri dolu doluydu.

 

“Kulağım duya duya cehenneme gidecek dediler. Hiçbiri bilmiyor ki benim Ahimi. Hiç canına kıyar mı? Hiç Ahi bana kıyar mı bilmiyorlar ki…”

 

Yüzünü seven parmaklar titriyordu. Sonra Ahunun gözleri kendi gözlerine değdi.

 

“Kardeşinin mezarı burası dedikleri bir yerde, çamura bulana bulana ağlarken o buldu beni. Elimi tutup kaldırdı. Kardeşlerimizin canına kıyanlara bunun hesabını soralım dedi.”

 

Ahu derin bir nefes aldı yine.

 

“Yaşayabilmem için bir amaç verdi Ahi. O kadar şey oldu ki… O kadar çok ve kötü şeyler oldu ki duramadım ayakta. Bacaklarım yoktu sanki artık. Ama Korhan bana dayanak oldu. Aylarca öldü sandık biz sizi. Sonra başka şeyler oldu ve sizi bizden aldıklarını öğrendik. Yaşadığınızı öğrendiğim günü sana anlatamam. Aldığım nefesle ciğerlerim yandı. Her şey o kadar kötü ve zordu ki… Korhan hep korudu, kolladı hayatta kalayım diye çok uğraştı. Çok sevdi beni Ahi. O kadar çok sevdi ki ona aşık olmak çok kolaydı. Fark bile etmedim. Kendime soruyorum bazen ne zaman diye. Cevabım yok sanki.”

 

Dudakları kıvrıldı Ahunun. Hatıraları bir bir gözünün önünden geçti.

 

“Suhana aşık olduğunu anladığında bana ne demiştin hatırlıyor musun?”

 

Ahinin öylece dinleyen yüzü bu soruyla kırıldı sanki. Minik bir tebessüm kondu dudaklarına.

 

“Nasıl bir kızsa o gülüyor bana bir şey oluyor, manyak edecek beni…”

 

Ahunun kıkırtısı çok duruydu.

 

“Evet aynen böyle söyledin. Seni çok anlamadım o zamanlar. Aşk mı aşk işte. Fazla fazla salgılanılan birkaç hormon.”

 

Ahu alt dudağını kıstırıp başını iki yana sallar gibi kıpırdattı. Sonra da ona öylece bakan ikizine çevirdi gözlerini.

 

“Nasıl bir adamsa bana bir kere bakıyor, sonra o ne dese inanıyorum Ahi.”

 

Ahi ağzını açtı açtı kapattı. Ne diyeceğini de bilemedi. Ahunun, Onur denilen elbise askısıyla olan ilişkisini anımsadı. Hiç böyle bir şey dememişti Ahu o zamanlar. Pek Onurdan da bahsetmezdi gerçi. Ahi adamı sevmiyor değildi ama Ahuya yakın olduğu zamanlardan hoşlanmıyordu. Şu an bu konu hakkında pek bir şey diyemedi. Adamın rahatlığı gerçekten göze batıyordu lakin yokluklarında Ahuya kol kanat gerdiği kısmını görmezden gelemezdi. Yine de bu kadar samimi davranmak zorunda değildi aslında. Ahu sevmedi bir kere laçka laçka yakınlaşmaları. Ahi de Ahuya böyle rahat dokunulmasını sevmiyordu. Maalesef evin olgun olma kısmı Ahuya kaldığı için o Suhanı sevgiyle karşılamıştı. Ahi pek de Ahuyla ilgilenen erkeklere aynı sıcaklıkla davranamamıştı, şimdi de kolaylıkla tamam dilediği gibi sevsin seni diyemeyecekti. Çifte standart mıydı bu aynen öyleydi. Ahuyu paylaşma fikri hiç hoş değildi çünkü. Ama Ahu onun büyümeyen yanına karşı çok olgundu bu konularda. Gerçi Suhana kadar olan bir iki kız arkadaşıyla Ahu muhatap bile olmamıştı. Suhana karşı da ilk mesafeliyken Suhanın gün ışığı gibi parlak kalbi Ahuyu kendi gibi hemen tavlamıştı. Öyle ki bazen Ahiye üçüncü tekerlek gibi hissettirirlerdi.

Ne diyeceğini bilemedi. Ahu için sevinen kalbi, bencilce Ahusunu hep kendine istiyordu. Bir de şimdi çok büyük bir hasret vardı içinde, atamıyordu.

 

“Ben yokken… Seni hayatta tuttu ya…”

 

Sesine pek güvenemediği için fısıltı gibi çıktı.

 

“Çok mu seviyor seni?”

 

Bu soru önceki yarım kalmış cümleye nazaran daha güçlüydü. Ahunun dudağındaki kıvrıma parmağının ucuyla dokundu.

 

“Tamam söyleme, gözüme soktu zaten. Duymasam da olur.”

 

“Çok kıskançsın.”

 

Ahi hiç bu ithamı duymamış gibi çenesinden boynuna doğru inen ince, kızıl çizgiyi okşadı.

 

“Bunlar…”

 

“Önemli değil…”

 

Ahi boynundan gözlerini çekip Ahunun şefkatli siyahlarına baktı.

 

“Sen yaptın. Bu izleri kendine… Siz videoyu yeni gördünüz? “

 

Ahu bir şey demedi ama yutkunuşu cevap gibiydi zaten. Ahi başını onaylar gibi bir iki salladı.

 

“Çok korktum Ahu. O gün Suhan için, senin için çok korktum. Ama yemin ederim Korhan abinin seni yanına aldığını söylemeselerdi asla anahtarın sende olduğunu söylemezdim. Sandım ki bizi aramak için ikiniz iş birliği yaptınız. Öldüğümüzün söyleneceği aklıma bile gelmedi. Ben… Gücüm yetmedi, sana yemin ederim çok çaresizdim.”

 

Ahunun kaşları ağır ağır çatıldı.

 

“Ahi?”

 

“İleri gideceklerdi. Ben onlara anahtarın sende olduğunu söylemesem Suhana… Ama yemin ederim Korhan abi seni korur diye. O günden beri aklımı korumak çok zordu. Her gün o kapı açıldığında sana bir şey yaptıklarını söyleyecekler diye aklımı kaçıracaktım.”

 

Ahu yüzünü okşayan eli kavradı. Ahinin söyledikleriyle kafası karışmıştı.

 

“Anahtarı nerden biliyorsun Ahi?”

 

“Anneanneme söyledim ben! Kurtul ondan, uzak tut bizden onu dedim. İstemiyorum miras falan yok et dedim. Ama dinlemedi. Babam… Çok özür dilerim Ahu. Çok özür dilerim sana bir şey olsaydı! Ben o zamandan beri uyuyamıyorum. Kendimden nefret ediyorum ama Suhana dokunacaktı. Gördüm onu, beni konuşturmak için ona tecavüz…”

 

Ahinin bir damla kayan yaşıyla Ahu atılıp, tek kolunu boynuna sardı.

 

“Tamam… Tamam canımın içi yok bir şey. İyiyim bak. Ben çok iyiyim. Doğru düşünmüşsün. İyi ki söylemişsin. Korhan hep korudu beni, hiçbir şey olmadı. Doğru olanı yapmışsın. Geçti…”

 

Ahinin çırpınır gibi atan nabzına dudağını bastırıp, kolunu sarmaya devam etti. Ahi bir şeyler biliyordu ama ne kadar derin kestiremedi Ahu. Alparslan’ın onunla konuşma isteği de büyük ihtimalle bu farkındalık yüzündendi.

 

Bunları düşünüp, kendine eziyet etmesine izin veremezdi. Ahinin ona sarılıp, nabzının sakinleşmesini beklerken aklı durmadan çalışıyordu. Eli ensesindeki saçları okşayıp, kardeşinin kim bilir kaç zamandır kendini yiyip bitirdiğini düşünüyordu.

 

“Ahi… O video ne zaman çekildi?”

 

Dişi dudağını kıstırıp, sorusunun cevabını bekledi.

 

“Bizi aldıktan yirmi ya da yirmi beş gün. Bilmiyorum yemekleri getirdiklerine göre saymaya çalıştım ama bir iki gün bilincimiz kapalı da kalmış olabiliriz ilk.”

 

Ahu sustu. Ellerinde bir video öylece aylarca beklemişlerdi. Tıpkı denildiği gibi onlardan bir atak gelene kadar şantaj için bekletilmişti.

 

“Peki sonra… Size eziyet ettiler mi Ahi?”

 

Ahi geriye çekilip Ahunun ürkek gözlerine baktı. Başını iki yana salladı.

 

“Hayır. Ondan önce evet ama videonun çekildiği günden beri sadece yemek için, tuvalet ihtiyacında kapı açıldı. Birkaç kez yıkanmamız için birde…”

 

Ahu kirli saçlarında dolaştırdı gözlerini. Suhan da aynı durumdaydı yıkamadan önce. Uzun bir zamandır yıkanmamışlardı demek ki. Şimdi de yıkanması gerekiyordu ama ayağındaki alçı zorlayacaktı.

 

“Alparslan seninle konuşmak istiyor canımın içi. Soruları var. Ne biliyorsan söyler misin ona?”

 

“O kim Ahu? Şu an biz neredeyiz onu bile bilmiyorum daha. O anahtar yüzünden mi yanımızda bu insanlar?”

 

“Bu insanlar babamı tanıyorlar Ahi. Merak etme, bize yardım ediyorlar. Ve Alparslan’a güvenebilirsin, o bana söz verdi. Seni getirmek için ve sözünü tuttu. Ne biliyorsan söyle olur mu? Her şey annem ve babamla ilgili.”

 

Ahi dudaklarını sıkı sıkı kapattı. Bir zamanlar Ahu yasaklamıştı ona bu iki kişiden bahsetmeyi.

 

“Anne baba diyorsun.”

 

“Çünkü öyleler. Mecbur olduğumuz için adlarını hiç anamadık ama onlar bizim anne ve babamız. Saklamak zorunda değiliz Ahi. Biz Derya ve Atilla Saruhanlının çocuklarıyız, gizlenmek zorunda değiliz.”

 

Ahinin çok fazla şey söylemek isteyen yanı ve konuşmaya dermanı kalmayan dudakları bir kavgaya tutuştu. Sessizlik galip geldi. Bir süre öylece Ahunun yüzünü okşayan elinin verdiği refahla başı yastıkta bekledi. Uzunca bir süre yan yana olduklarını kalplerini ikna etmek için kıpırdamadılar.

 

 

🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋

 

Korhan ise Ahunun dediği testler için Suhana ilk müdahaleyi yapan doktorlar konuştu. İdrar testi sonrasında hızlı bir böbrek ultrasonu çekilmişti. Sonuçlar çıkana kadar Korhan öylece beklememesi için ilk götürdüğü odaya çıkardı kardeşini.

 

Korhan sürekli Suhanı izliyordu. Nefes almadan konuşan kardeşinden geriye suskun, ürkek bir çocuk kalmıştı. Ahuyla durumunu bile isteye ortaya atmıştı ama Suhan ağzını açıp sormuyordu bile. Sadece kim ne derse yapmak için itaat ediyordu.

 

“Gel abim, yoruldun mu?”

 

Suhan yatağın üzerine oturduğunda Korhan da yanına oturdu hemen. Suhan başını omzuna yasladı.

 

“Konuşmayacak mısın abinle badem çiçeğim? Hiçbir şey sormayacak mısın?”

 

“Sorayım mı?”

 

Korhan’ın dudağı kıvrıldı.

 

“Sor tabi ki. Merak edip duruyordun işte abinin özel hayatını. Sana sınırsız çek, deşele bakalım.”

 

Suhanın yüzünde minik bir tebessüm oluştu. Ağabeyinin elinin üstünde kabuk bağlamış küçük bir yara vardı. Parmak ucuyla ona dokundu.

 

“Ama Ahi çok kıskançtır. Ahusunu seninle paylaşamaz ki.”

 

“Yazık olacak o çocuğa demek ki. Çünkü ben de paylaşmaktan hiç hoşlanmam. Ne kardeşimi ne de karımı.”

 

Suhan başını hızla kaldırdı. Gözleri iri iri açıldı.

 

“Evlendiniz mi? Ama nasıl? Ahu…”

 

Korhan dudağını büzüp, omuzlarını silkti.

 

“Tam evli sayılmayız aslında, onun için sizin gelişinizi bekledik. Ahu, Suhan nedimem olmazsa seninle evlenmem dedi.”

 

Suhanın tebessümü daha bir canlandı. Korhan kalp şeklindeki yüzünü iki avcunun içine alıp iki yanağına da uzun uzun dudaklarını bastırdı. Kokusunu soludukça içi çekiliyordu.

 

“Çok özür dilerim bebeğim. Seni koruyamadığım için çok özür dilerim. Bunları yaşadığın için çok özür dilerim. Affet abini.”

 

Ağzını açtığında söylemeye niyetlendikleri bunlar değildi. Ama bir anda ağzından çıkanları durduramamıştı. Suhanın yaşadıklarını düşündükçe, şu durgun halini gördükçe kanı çekiliyordu. Adımları dans ederdi kardeşinin şimdi ise titreyerek basıyordu yere. Badem rengi kahvelerinde hep bir bahar havası olurdu şimdi ise kırağı vurmuş toprak gibiydi.

 

Suhana sıkı sıkı sarıldığında Suhan sanki bunu bekliyormuş gibi bir anda “abi” diye feryat eder gibi bir can acısıyla sarıldı.

 

“Ca-nım çok acıdı abi…”

 

Korhan içine sokmak ister gibi, biri ondan tekrar alacakmış gibi sıkı sıkı sarılıyor, saçlarını öpüp okşuyordu. Suhanın ağzından dökülenler ciğerine köz düşürüyordu.

 

“Çok korktum ben abi…”

 

“Onları mahvedeceğim bebeğim, hepsi! Senin canını yakan hepsi buna bin pişman olacak. Asla gözümün önünden ayırmayacağım bir daha seni. Çok özür dilerim.”

 

Suhan tüm göz yaşlarını bitirene kadar “abi…” diye sayıklamaya devam etti. Korhan ise her abi dediğinde bir yemin bıraktı kulaklarına.

 

Sana dokunanlar nefes almayacak…

 

Seni incitenler yaşamayacak…

 

Canını yakanlar can çekişecek…

 

Suhana verilen söz, kendine edilen yemin!

 

Suhanın iç çekişleri ağırlaşana kadar saçlarını okşamaya devam etti. Suhan da göğsünde uzunca bir müddet dinlenmiş oldu. Çocuk gibi bir sesle “yenge mi diyeyim ben şimdi Ahuya?” diye sorana kadar Korhan’ın omuzlarındaki gerginlik azıcık bile hafiflememişti. Sonra geriye çekilip Suhanın gülümsemek için kendini zorlayan yüzünü tekrar avuçlarının içine aldı.

 

“Mutlaka de. Ama bunu ben yanınızdayken yap, yüzünü görmem lazım.”

 

Ağlamaktan kızarmış minik burnunun ucuna dudaklarını değdirip geri çekildi. Sonra gözünün birini kısıp aklına bir şey gelmiş gibi Suhana dik dik baktı.

 

“Yeri gelmişken onunla benim aramı yapmak yerine dallamanın birine karşı cesaretlendirmeni duydum. Bunun için ayrı konuşacağız seninle.”

 

Suhanın kaşları yukarı kalktı.

 

“Ben mi yaptım? Hem ben aslında seninle Ahunun arasını yapacaktım ama sen konuşturmuyorsun ki hiç beni.”

 

“Çöpçatanlıkta iyi değilmişsin demek ki. Daha çok uğraşmalıydın. Beni çok yordu, halbuki sen beni ona azıcık övseydin daha kolay benim kelebeğim olurdu.”

 

Ağabeyinin elini, iki avcunun içine alıp sıkı sıkı tutmasını seyretti.

 

“Buna bende çok pişman oldum abi… Ordayken… Ahi, bana hayatlarının hiç bilmediğim o kısmını anlatırken kendime hep bunu söyledim. Ahiye hep ablalık yapmış biliyor musun? Halbuki on dakika büyükmüş sadece. Ahi bana Ahuyu anlattıkça annemi gördüm hep onda.”

 

Başını kaldırdığında Korhan kehribarlarındaki dalgalanmalarla Suhanın sakin sesini dinliyordu. Suhan başını salladı bu kez.

 

“Ama sadece annemi değil…”

 

Suhan avuçlarını kavramış eli izlerken badem gözlerini Korhan’a çevirdi.

 

“Ben onda seni de gördüm abi. Hayatta kalan tek kimsesi Ahi diye öyle çok sarılmış, sığınmış ki ona. Tıpkı sen gibi. Ahi bana senin ve Ahunun yan yana olduğunu söyleyince… Sevindim! Çok sevindim, çünkü Ahunun seni iyileştireceğini biliyordum. Öyledir o. Bi hasta ol başından ayrılmaz. Şuram ağrıyor de geçirene kadar bir çare arar. Dedim ki abimi de iyileştirir. Çünkü zamanında fark etmesem de orda farkına vardım. Her şeyin üstünde annemi ve beni tutan ağabeyime ben gidince ne olacak anladım. Abi ben orda en çok neden korktum biliyor musun?”

 

Korhan çenesi kilitlenmiş, kasılmıştı. Suhan sekiz aydır yaşadığı esaretten bahsettikçe içinde bir volkan yanıyordu. Hem sormak istiyor hem de duyacaklarından korkan aciz yanı sussun diye yalvaracak hale geliyordu.

 

“Abi ben sana hiç teşekkür etmemişim.”

 

“Suhan…”

 

“Abi sen bizim için kendini parçalamışsın ben senden böyle ayrı kalmasam bunu hiç fark etmeyecektim.”

 

“Şiittt deme böyle. Ne demek teşekkür?”

 

Suhan bu kez daha hızlı başını iki yana salladı.

 

“Ben orda yok olsaydım ve sana hiç teşekkür edemeseydim kendimi asla affetmezdim abi.”

 

Korhan duyduğu cümleyle atılıp Suhanı kendine çekti.

 

“Konuşma böyle! Ben bir daha senin yokluğunu düşünmek bile istemiyorum. Teşekkür de istemiyorum, affından başka hiçbir şey istemiyorum ben. Seni korumam gerekirken! Bunları yaşamaman lazımdı senin. Okuluna gitmen, arkadaşlarınla eğlenmen, gülmen lazımdı. Ama ben beceremedim! Seni incittiler, ben seni koruyamadım.”

 

“Bunları senin de yaşaman gerekiyordu abi. Senin de çocuk olman gerekiyordu. Bize bakmak için kendini parçaladığını seni bir daha göremeyeceğimi düşündüğüm zamanda fark ettim ben. Aslında ne çok bencilmişim öğrendim.”

 

“Konuşma dedim böyle! Ben iyi bir ağabey olamadım sana. Babamın baktığı gibi güzel bakamadım.”

 

Suhan geriye çekilip, Korhan’ın çatılmış kaşlarına baktı.

 

“Ahi, Ahuyu anlatırken çikolatalarını hep yavaş yer demişti. O zamanlar Ahi, elinde kalan son lokmayı alabilmek için peşinde gezdirmek istiyor beni diye çok kızarmış. Bir gün kollarımda hıçkırarak o son lokma zaten hep benim içinmiş diye ağladı. İçi çıka çıka Ahuyu çok özlediğini anlattı. Abi ben o güne kadar senin alınan çikolatalardan bir lokma bile almadığını fark etmemişim biliyor musun? Ben aslında senin ne kadar iyi bir ağabey, baba olduğunu anlamak için çok geç kaldığımı fark ettiğimde nefes alamadım.”

 

Korhan’ın yaşaran gözlerini gördüğünde alt dudağı titremeye başlamıştı Suhanın. Çocukken de hep böyle ağlardı zaten. Önce dudağı titrer, ağlamasını tutmaya çalışır ama hep kaybederdi kendiyle verdiği savaşı. İnci gibi yaşlar kaymaya başladı gözlerinden.

 

“Arkadaşımda gördüğüm parlak ayakkabıyı almak için bütün gece fırında çalıştığında anlamalıydım. Sabah ayakkabıyı baş ucumda gördüğümde ayakkabıya değil sana sarılmalıydım. Okuldan sonra dinlenmen gereken her anı bizim için inşaatlarda, marketlerde geçirdin. Kömür taşıdığın gün annemin ay çiçek yağıyla sırtını ovaladığını gördüm ben niye bunları o zaman anlamadım? O kadar çok olmayanlarıma baktım ki olan hiçbir şeyi görmedim. Ben bizim için kendini paralayışını seni kaybedince fark ettim. Çok utandım abi.”

 

“Ben senin abinim, tabiki yapacağım. Yalnız bıraktım sizi ben. Yanında olmam gereken zamanlarda yapayalnız büyüdün. Çocuktun halbuki.”

 

“Sende öyleydin, çocuktun. Ben büyüdüm abi. Artık gerçekten büyüdüm. Özür dileme lütfen benden. Sen özür diledikçe benim hiç teşekkür etmediğim geliyor aklıma.”

 

Korhan parmak uçlarıyla yanaklarını kuruladı. Alnına dudağını bastırıp, üç öpücük bıraktı.

 

“Teşekkür istemiyorum Suhan, iyi ol istiyorum. Sadece iyi ol kardeşim. Gülümse eskisi gibi. Bir şeyler iste benden. Mutlu olmanı sağlayacak ne olursa…”

 

“Annemi çok özledim abi. Bu kadar zaman ne haldeydi kim bilir? Onu o kadar çok özledim ki. Babamdan sonra benim yokluğuma nasıl dayandı? Kahrolmuştur...”

 

“O da yolunu gözlüyor bebeğim, gideceğiz merak etme. Ayarlayacağım ben. Olanları bilmiyor ama Suhan. Ben söyleyemedim…”

 

Suhan ne demek istediğini anlayamadığı için kaşları hafif çatılmıştı.

 

“Nasıl?”

 

“Ben… Diyemedim ona. Öldü dediler. Bir morg köşesinde buz gibi tenine dokundum. Ben çok çaresizdim, Ahu Nar yardım etti, yurt dışında okula gitti diye yalan söyledim. Babamın yanına resmini asmasından o kadar korktum ki söyleyemedim…”

 

Korhan dudaklarını birbirine bastırıp Suhanın buna vereceği cevabı beklerken sıkışmışlık hissi boğuyordu onu. Ama asla beklediği bir şeyle karşılaşmadı. Suhanın yüzünü kademe kademe saran gülümseme, inci gibi dişlerini sergilediğinde öylece bakakaldı. Suhan birden üzerine atılıp yanağının neresine denk gelirse öpmeye başladı.

 

“Abi… Allahım şükürler olsun… Abi sen hep benim kahramanım olacaksın, çok teşekkür ederim abi…”

 

“Suhan?”

 

Suhanın kolları daha sıkı kavradı boynunu.

 

“Onu düşündükçe çok ağladım ben. Kaldıramayacağını düşündükçe… Allahım şükürler olsun. Çok teşekkürler abi.”

 

“Güzelim benim. Güzel kardeşim. Ahiyle kısa bir işimiz olacak bademim sonra seni anneme götüreceğim ama tamam mı? Ahu Nar da aylardır bugünün hayaliyle yaşıyor, sizi annemize götüreceğim.”

 

Suhan hızlı hızlı başını salladı. Korhan eliyle yüzünü sıvazlayıp kendine gelmek için birkaç derin nefes almıştı. Sonra Suhanla beraber Ahinin yattığı kliniğe doğru yürüdüler. Suhanı Ahu ve Ahinin yanına bırakıp Alparslan’ı aradı ve taş binaya çağırdı. On dakika sonra karşı karşıyalardı.

 

“İyi misin?”

 

Korhan ağırca başını salladı.

 

“İstediğim video geldi mi?”

 

Alparslan kara kaşlarından birini kaşıyıp ağırca başını salladı.

 

“Geldi. Hırsını kendi adamlarından çıkarmışlar belli ki. Kerime çekilmeleri emri gitti video Barbaros’la gelir gelemez.”

 

“Nerde?”

 

“Görmek istemezsin. Ama emre itaati iyi biliyorlar.”

 

“Göreceğim!”

 

Alparslan başını iki yana sallayıp, taş binaya doğru ilerledi. Gökay Turanın kapısını çalıp içeri girdiklerinde odada bir kişi daha vardı. İki kişinin gözleri üzerine döndüğünde Gökay Turan ona bakmaya devam etse de diğer kişinin gözleri hızla kaçtı ondan. Korhan’ın kaşları çatıldı bu yok sayışa.

 

“Gelin çocuklar. Kerim Baltık’tan uzaklaşıyor, sorun yok değil mi Alparslan?”

 

Gökay Turanın sesiyle odadaki adamdan bakışlarını ayırdı Korhan.

 

“Korhan siparişini kendi gözleriyle görmek istedi.”

 

Odada ilerleyip tekli bir koltuğa oturdu. Gökay Turanın uzattığı tableti ilk kendi aldı sonra ise ayakta bekleyen Korhan’a doğru uzattı.

 

“Al…”

 

Korhan uzatılan tablette başlatılmayı bekleyen videoya çevirdi gözlerini, sıra sıra dört kişi dizilmişti. İkisini gördüğü an tanıdı hemen. Bunlardan biri Ahiyi tutan korumalardan biriydi. Diğeri ise Suhanı kolundan sürükleyip çekiştiren sonra ise Ahinin ardında dikilen adamdı. Diğer iki kişinin yüzü video da görünmüyordu ama kim olduklarını anlamıştı. Biri Suhana zarar veren pislikken diğeri öylece yanında dikilen, seyreden şerefsizdi. Öylece sandalyeye oturtulmuşlar ve hiçbir kurtulma çabası göstermeden başlarına geleceği sükûtla bekliyorlardı. Videoda ses yoktu ama sağ başta oturan adamın havaya kalkan sağ eliyle ne olacağını anladı. Asker traşlı bir adamın sırtı videoya bakarken kasaturanın sağ ele saplanması birkaç saniye sürmüştü. Adamın açıyla haykırdığını, kendini kıvranarak yere bıraktığını gördü. Sonra elinde saplı kasatura çekilerek alınmıştı. Kanlı bıçakla adamın ardına geçen kişi direkt gözlerini ekrana çevirdiğinde bunun kim olduğunu işte o zaman fark etti. Onları karşılayan komutandı. Üniforması üzerinde değilken Korhan ilk fark edememişti. Komutan tam videoya bakarak, yerde kıvranan adamın saçlarını kavradı. Tam kameranın merceğine öfkeli gözlerini dikti ve elindeki kanlı kasaturayı olabilecek en ağır şeklide saçlarını kavradığı adamın boynuna sürterek ilerledi. Fışkırır gibi akan kan, elinin altında can çekişen beden zerre umurunda değildi. O tam Korhan’ın gözlerine bakıyormuş gibi kameraya bakıyordu. Kasaturanın açtığı büyük kesiği gördüklerinden emin olmak ister gibi dakikalarca saçlarından tuttuğu başı bırakmadı. Elinin altındaki bedenin seğirmeleri durulunca öne doğru fırlatır gibi attı ve ilkine göre biraz daha hızlı olarak aynı şeyi üç kişiye daha gerçekleştirdi. Korhan bir an bile gözlerini kırpmadı. Başını çevirmedi. Suhana ve Ahiye zarar verenlerin son damlası da boynundan aşağı akıp kuruyana kadar videoda asılı kaldı bakışları.

 

 

Komutan son kurbanını da öylece bıraktığında elleri bileklerine kadar kanla kaplıydı. Ağır adımlarla kameraya yaklaşması, elindeki kasaturanın kanını sağ omzuna sürterek silmesi otuz saniye sürdü. Adamın nefret dolu bakışlarıyla video kaydı durdu.

 

Korhan başını kaldırıp sukutla onu izleyen üçlü de gezdirdi gözlerini.

 

“Alparslan Ahi ile görüşmesini yapsın sonra çıkacağız buradan!”

 

Alparslan kaşları kalkmış, yüzünde iğrenme bile olmadan videoyu sonuna kadar izlemiş adama öylece bakıyordu. Allah biliyor ya ilk infaz sonrasında videoyu kapatacağını düşünmüştü. Sağlam bir bünyesi olduğunu biliyordu ama midesinin de bu kadar katılaştığını düşünmemişti. Gerçi kız kardeşine yapılanı izleyen bir ağabeyden daha azı da beklenilemezdi.

 

“Bu sağlıklı bir karar değil Korhan! Henüz sistemi açmadık. Bahadır bilgisayar sistemi için Fasa geçti. Hazırlığını tamamladığında açılışı Fas üssünde yapacağız. Dilediğin gibi Ceyda da kasayla birlikte Fasa geçti. Alparslan bahsetmiş sana. İkizleri projeden ayırmak zorundayız.”

 

“Siz yapın hazırlığınızı ama öncesinde eve götüreceğim onları. Emin olun en az sizin kadar Ahu Narın ve Ahinin bu işle bir bağının kalmamasını istiyorum ama hiçbirinin bunu kaldıracak gücü yok. Suhanı anneme götürmek zorundayım. Ahinin dinlendiğinden, iyi olduğundan emin olmak zorundayım. Karım hepinizin önünde sinir krizi geçirdi benim. Aklını korumak zorundayım. Ve annem çocuklarını bekliyor! Yıllardır annem öylece, sabırla birçok şey bekledi daha fazla bekletmeyeceğim!”

 

Korhan sadece bir an gözlerini Gökay Turandan ayırdığında odada öylece oturan adamın yumruğunu sıktığını gördü. Yüzüne asla bakmıyordu. Kim olduğunu bilmediği için ne amaçla odada anlamamıştı ama Korhan’la kişisel bir meselesi olduğundan artık emindi.

Alparslan Korhan’ın bakışlarının takılı kaldığı yeri görünce sıkıntıyla iç çekti. Ayağa kalkıp Korhan’a doğru ilerledi.

 

“Önce sakinleşelim. Fas üssünün gerçekten hazırlanması lazım. Bu süreçte sende evine götürürsün aileni…”

 

Gökay Turanın açılan ağzıyla Alparslan kaşlarını kaldırarak konuşmaya devam etti.

 

“Ama Güneş korumasında olacaksınız. Sizden önce evi korumaya aldıracağım. Bizim helikopterlerden biriyle gidersiniz. Dönüşte aynı şekilde birlik sayesinde olacak. Haber bekle benden. Bu arada seni Barbaros’la tanıştırmadık. Kendisi… Önemli bir müttefiktir.”

 

Barbaros adını duyunca zerre ifade olmayan yüzüyle ayağa kalktı. Korhan’ın dik bakışlarına aynı şekilde karşılık verdi.

 

“Kendisini gıyaben tanıyorum, yüz yüze gelmemiştik.”

 

Korhan öne iki adım atıp Barbaros’a elini uzattı. Barbaros birkaç saniye eline bakıp yine dişlerini sıkmış ama sonra kendini toparlayıp Korhan’ın elini sıkıca kavramıştı.

 

“Bende Korhan Yıldırayı oldukça iyi tanıyorum. Kardeşleriniz için çok üzgünüm.”

 

“Bize yardım ettiğiniz için teşekkür ederim. Almanya’dan bu kadar kolay onları alıp çıkmamız sayenizde gerçekleşti. Ömür boyu unutmayacağım bir minnet borcum var size.”

 

Korhan söylediklerinde çok samimiydi ama adamın ifadelerini çözemiyordu. Duvar gibi bir yüzü vardı sanki adamın. Ama paranoyak hisleri gözlerinde bir utanç geçtiğine yemin edebilirdi. Gerçi etrafında olan her şey o kadar çok dikkat ediyordu ki sanrılarla yaşamaya başladığını düşünmek hiç de zor olmazdı.

 

“Ben… Görevimi yapmaya çalıştım. Umarım bundan sonrası hepiniz için çok daha iyi olur.”

 

Hayır Korhan paranoyak değildi! Bu adamın bir şekilde kendiyle bilinmeyen bir meselesi vardı. Öylece ilk kez yüz yüze geldiği adama bakarak bu sonuca varamasa da Alparslan’ın saniye bile sayılmayacak bir an Barbaros’a hüzünle bakması düşüncelerini destekliyordu.

 

“Şimdiiii… Sen az da olsa hırsını aldıysan çocukla konuşmam lazım. Neyi ne kadar biliyor emin olalım. Varsa bir çıkıntı bilmek lazım. Bu çocuğu niye aldılar da Ahuyu geriye bıraktılar kafam oraya çok takık Korhan.”

 

Korhan ağır ağır başını salladığında Alparslan kapıya doğru ilerledi. Korhan da odada gözlerini gezdirip en son ona dikkatle bakan Barbaros’un gözlerine baktı. Selam verir gibi başını eğip odadan çıktı.

 

Taş binadan ayrıldıklarında Alparslan’ın kafasının içindeki çarkların sesi Korhan’a kadar geliyordu sanki.

 

“Ahiden ne duymayı planlıyorsun?”

 

“Bir şeyler canımı sıkıyor. Ne bulursam kar kafasındayım şu an.”

 

“Canını sıkıyor?”

 

Alparslan etrafta gözlerini gezdirip Korhan’a baktı.

 

“Senin sıkmıyor mu?”

 

“Düşmanını sen tanıyorsun ama aklımı eşeleyen tek bir soru var! Öylece tehdit ederek alacaksak niye bu kadar ay bizi beklettiler? Gerçekten senin tehdidinden bu kadar korktular mı?”

 

“Hah işte canımı sıkan kısım burası. Ülkeler arası ne tehditler döner duysan dudağın uçuklar. Madem bu kadar kolay teslim edeceklerdi sekiz ay ellerinde niye tuttular? Suhanı almak mantıklı, seni harekete geçirmek için sağlam kırbaç. Ama Ahi tam bir soru işareti. Anahtarın Ahuda olduğunu nasıl bilirler? Hadi biliyorlar Ahunun Atilla Saruhanlının mirasına erişeceği fikrini ne veriyor?”

 

“Bu soruların cevabını Ahide bulacağını düşünüyor musun gerçekten?”

 

“Çocuk anahtarın Ahuda olduğunu biliyorsa başka şeyler de biliyor olmalı. Bak gördün, bulduğu ilk anda Ahuya ulaşacak fırsatı yaratacak zekada. Var o çocukta bir şey.”

 

Korhan işte bu konuda Alparslan’a hak veriyordu. Ağırca başını sallayıp kliniğe doğru ilerlemeye devam ettiler. Kapıyı çalıp içeri girdiğinde Suhan, Ahunun uzattığı suyu içiyordu. Bakışları kapıdan girenlere döndüğünde Suhan, Alparslan’ı görünce gerilmişti. Tanınmayan herkes tenini ürpertiyordu. Ahu da bunu fark etmiş gibi hemen omzuna kolunu atmış ve ikisine tebessüm ederek bakmıştı.

 

“Bende nerde kaldığınızı merak ediyordum. Bak Ahi seni kimle tanıştıracağım.”

 

Alparslan yüzünde hin bir sırıtışla içeri girip ilerledi. Cebindeki ellerinden birini çıkarıp ona tebessümle bakan Ahunun saçlarını karıştırır gibi okşadı.

 

“Yüzün gülüyor ahu ceylan. Kavuştun kardeşlerine yüzümüze bakmıyorsun.”

 

Ahu ona takıldığını bildiği için başını yana eğdi ve gülümsemesi daha büyüdü.

 

“Aşk olsun hiç yapar mıyım öyle şey? Fırsat bulur bulmaz sana teşekkür etmek için gelecektim yanına. Aklım durduğu için düşünemedim.”

 

Alparslan fiske atar gibi burnuna dokundu.

 

“Kız kardeşler abilerine teşekkür etmez. Gelir güzelce sarılır sonra da rüşvet niyetine tatlı, pasta, börek bir şeyler yapar.”

 

Ahu yanına yanaşıp kollarını beline doladı.

 

“Tamam, ne seviyorsan söyle yaparım ben.”

 

Alparslan kısık bir kıkırdama sonrası başının üstüne dudağını bastırıp geri çekildi.

 

“Bunu tutalım kenarda, ben liste veririm sana. Ama Şifa sana bir krem verecek. Hücre… yenileyici gibi bir şey. Onu sür yüzüne, şu hale bak kedi tırmalamış gibisin.”

 

Ahu utançla eli yüzüne gitmiş başını eğmişti. Alparslan kolunun altına çekip Ahiye bakacakken Korhan’ın dik dik onlara baktığını gördü. Yüzündeki sırıtış büyüdü. Kendine biraz daha çekip tekrar saçını karıştırdı. Korhan’a göz kırpıp Ahiye baktı bu kez. Onun da çatık kaşları Ahunun omzuna sardığı kolundaydı.

 

“Tiplere bak. Oğlum mevki olarak hepinizden üstünüm, kızın ağabeyiyim gözünüzle beni ısırmayı bırakın. Bilirsiniz ki kurt ısırırsa parçalamadan bırakmaz.”

Korhan kapıdan içeri doğru ilerleyip Alparslan’ın kolunun altındaki Ahuyu kendine doğru çekti.

 

“Vampir ısırırsa da kanını kurutmadan bırakmaz. Çek pençelerini karımın üzerinden.”

 

Ahu ikisinin arasında gözlerini gezdirirken yatakta ki ikizinin sesini duydu bu kez.

 

“Ahu bunlar niye gelip gidip sana sarılıyor?”

 

Tıslama gibi bir veryansın vardı Ahinin sesinde. Ahu omuzlarını silkti sadece.

 

“Alışırsın canımın için, öyle onlar.”

 

“Alışırsın diyor Allah’ım! Kimsenin niye eli kolu rahat durmuyor burada?”

 

“Çocuk haklı, birden çok yüklenmeyelim avukat. Yüreğine iner falan maazallah. Şimdi asıl meseleye geçelim genç dostum. Bize neler anlatacaksın? Ahu, Suhanla beraber Şifadan kremini istemeye git abim.”

 

Alparslan’ın sesi, her zaman kullandığı o eğlenceli tınıda değil de oldukça ciddi çıktığından Ahu ne yapacağını bilemedi ilk. Sonra Korhan’ın onaylar gibi gözlerini açıp kapamasıyla omuzları düştü. Kalmak istiyordu ama Suhan buradayken sorulan soruların ona zarar verip vermeyeceğine emin olamıyordu. O yüzden Suhana doğru ilerleyip elini uzattı.

 

“Gel güzelim, onlar konuşurken Şifayı bulalım.”

 

Suhan tedirgince Ahiye baktı. Ona ne soracaklardı ki? O da zaten kendiyle beraber bir tutsaktı. Ahinin tebessüm eden yüzüyle Ahunun uzattığı eli kavradı ve ağır adımlarla odadan çıktı. Kapı kapandığında iki dikkatli göz Ahinin üzerine kilitlenmişti.

 

“Ne anlatmamı istiyorsunuz abi?”

 

Ahi iyice kendini geriye çekip, sırtını yatak başlığına yasladı. Ciddiyetle kendini ölçüp biçen esmer adama çevirdi gözlerini.

 

“Sizi videoya aldıklarını nasıl anladın?”

 

Ahi yutkunup Korhan’a baktı bu kez.

 

“İlk kez oda değiştik abi. Gözümü açtığım ilk andan beri aynı yerdeydik. Sonra…”

Ahinin tedirgin bakışları tekrar Korhan’a değdi ama hemen geri çekti.

 

“Suhana zarar veren adam odaya girdiğinde tavana doğru gözlerini kaldırıp dikkatli bakmıştı.”

 

Alparslan ağırlığını bir ayağına verip, kirli sakalını kaşıdı.

 

“Ahu gibi ayrıntılar gözünden kaçmıyor… Alman olduklarını söylemeye çalışmışsın, niye?”

 

“Aslında o güne kadar anlamadım. Ben sadece bizimle konuştukları sırada hep İngilizce konuştular ama bir ya da iki cümleyi fark etmeden Almanca konuşunca o adam… Aksanı da tuhaftı, sakladıkları bir detay olarak düşündüm.”

 

“Videonun bir şekilde Ahuya geçeceğini biliyorsun, başka bir nedenden alıkonulduğunuzu düşünmemişsin. Öyle olsa anahtarı söylemezdin!”

 

Ahi hızla başını iki yana salladı.

 

“Öyle değil abi. Ben yemin ederim söylemezdim. Korhan abinin adını söyleyince… Ahuyu yanına aldığını düşününce. Onun öncesinde hırpaladılar ama beklediğim kadar ağır bir işkence yoktu hep. O ana kadar…”

 

Ahinin kontrolsüzce gözleri Korhan’a değiyor ama ne yaptığını fark ettiği an kaçıyordu. O videodan bahsetmek o kadar zordu ki.

 

“Yani Ahunun güvende olduğunu anlayınca söyledin. Doğru karar. Peki sen anahtarın Ahuda olduğunu nerden biliyorsun Ahi Saruhanlı? Kız kardeşine bir kez bile bahsetmediğin bu anahtar bilgisi sana nasıl ulaştı?”

 

Ahi iki elini hırsla yüzüne sürtüp, dağılmış saçlarını daha çok karıştırdı. Özellikle zikredilen soyadı dikkatinden kaçmamıştı.

 

“Hep biliyordum! Dokuz yaşımdan beri bir şeyin yaklaştığını hep hissettim ben. O adam gelip anahtarı anneanneme bıraktığı günden beri farkındayım.”

 

Korhan ve Alparslan göz göze geldiklerinde ikisinin de bakışlarında aynı soru işareti vardı. Alparslan konuşmadan Korhan “hangi adam” diye sorguya dahil oldu.

 

“Baba- yani eniştemin annesi rahatsızlanınca onlar Kocaeli’ne gittikleri biz zaman anneannem kaldı Ahu ile yanımızda. Hastayım diye anneannem göndermemişti okula. Bir adam geldi, anneannem beni odama gönderdi. Çıkmamam için de tembihledi. Çocuk aklı işte! Dayanamadım çıktım. Adam çocuklardan gözünü ayırma dedi sonra da anneanneme tuhaf bir anahtar verdi. Anneannem diğeri nerde diye sordu, adam ikisi yan yana daha tehlikeli, diğerini oğlum için ayırdım dedi. Anneannem kızdı sanırım. Çok zaman geçti üzerinden tam hatırlamıyorum ama adam ayağa kalkıp ikizleri koru dedi sadece. Çıkarken beni gördüler. Baktı bana, bilmiyorum çok tuhaf oldum. Yanımdan geçerken elini başıma koydu, bişey demedi ama. Anneannem de hemen sakladı anahtarı. Odama gidip yatmamı söyledi sadece.”

 

Korhan sakinlikle söylenen her kelimeyi dinliyordu. O adamın kim olduğunu anlamıştı zaten. Alparslan tek gözü kısılı Ahiyi inceliyordu.

 

“O adam bana benziyor muydu?”

 

Korhan’ın durgun sesiyle Ahi, Alparslan’daki bakışlarını ona çevirdi. Ahi ağır ağır başını salladı sadece.

 

“Babam… Anahtarı vereli on dört yıl olmuş, ölmeden önce…”

 

Kendiyle konuşur gibi kısıktı sesi. Belki de tehdit ediliyordu ve başına bir şey gelmeden ona bırakılan anahtarı teslim etmek için Hafsa hanımın yanına gitmişti. Neler yaşadıysa o sıralar anahtarlardan birin de Korhan için ayırmıştı.

 

“Bu anahtar mevzusu hiç konuşulmadı mı Hafsa hanımla?”

 

Ahi başını, kucağındaki eline düşürdü.

 

“Ben… Üniversite tercihlerimi değiştirdiğimde tercih sayfasının kapanmasına dakikalar kalmıştı. Bir anlık bir karardı. Bilmiyorum o an için olması gereken öyleymiş gibi geldi bana. Ama ertesi gün anneannem yanıma geldi. O zaman İstanbul’daydı aslında, geleceğinden haberim yoktu. Bir şeyler bahane edip beni dışarı çıkardı. Sonra neden böyle bir şey yaptığımı sordu. O kadar çok şaşırdım ki… Yani nasıl haberi olduğunu anlamadım bile abi. İlk kez benimle böyle sert bir tonda konuşmuştu üstelik, nasıl biliyorsun bile diyemedim. Sadece Ahudan ayrılmak istemediğimi söyleyebildim. Uzun bir süre sadece beni izledi. O bize hiç kızmaz, kızdığı için de mahcup hissettim kendimi.”

 

“Hiçbir şey demedi mi bu kararınla ilgili. “

 

Ahi derin bir soluk aldı sadece. Demişti! Nasıl unuturdu dediklerini?

 

“Zincirdeki kırık halka olduğumu söyledi. Sonra da çekip gitti.”

 

Alparslan bunun ne anlama geldiğini çözememişti. Korhan’a soru dolu bakışlarını çevirdi. Korhan tek gözü kısılı, sukutla Ahinin her söylediğini zihninde bir yere koymaya çalışıyordu.

 

“Anahtarı bana Ahu Narın dekanı verdi. Atilla Saruhanlının bakanlık sürecinde kalemi olarak görev yapmış. Babaları hayatları için bir çizgi oluşturmuş. Ahu Nar istediği gibi, istediği okulu ve bölümü okurken Ahi için planlanan çizgi tercihini değiştirerek sapmış oluyor. Hayatları için bir zincirle yol oluşturulduysa, Ahi bir şekilde zincirden ayrılmış oldu böylece. Babasının onun için hazırladığı hayatı yaşamadı. Hafsa Hanım anahtarı bu yüzden Ahu Nara bırakmış olmalı. Atilla Saruhanlının onun için hazırladığı hayatı tam da istediği şekilde devam ettiren kardeş o. Anahtarın Ahu Narın eline geçmesi hakkında ne biliyorsun?”

 

“Üniversiteye başladığımız sene anneler gününde elime bir müzik kutusu tutuşturdu. Ahuya vereceksin dediğinde zaten işkillendim. Amacını sorguladım. Zaten o ara çok tuhaf davranıyordu. Oturduğu yerden saatlerce bizi izlediği anlar oluyordu. Hep zaten ensemde bir göz varmış gibi geçti hayatımız. Anneannem tuhaf kadının tekiydi, dozu artmıştı sadece.”

 

“Ensemde göz derken?”

 

Korhan’ın sorusuyla konuşması duraksadı.

 

“Abi sizde de olur mu? Sürekli biri izliyor sanki ama ardımı döndüğümde kimse yok orda. Paranoya dedim hep ama bazı anlar birinin varlığına yemin edecek kadar güçlüydü bu his. Anneanneme bahsettim ben, müzik kutusunu bana vermeden birkaç gün önce. Evden çıkıp gitti, gece yarısına doğru geldi. Ahu adapte olmakta çok zorlanıyordu. Dersleri çok ağırdı, odasından çıkmıyordu neredeyse hiç. Bana kutuyu verince ve Ahuya vermemi emredince ister istemez sorguladım. Tartışma çıktı aramızda. Sesimi kesmemi söyledi bana. Ne deniliyorsa yapmak zorunda olduğumu söyledi. Öfkelendim! Uzattığı kutuyu yere fırlattım, kutu darma dağınık oldu. Ama ben görmem gerekeni gördüm. Anahtarı gizlemiş içine. Daha çok öfkelendim. Bizi neyin içine sürüklediğini sorup, bağırınca ağzımı kapattı. Ahu duymayacak dedi. Zamanı geldiğinde bu anahtar sizin hayat güvenceniz olacak, sahip çıkacaksınız ona dedi. İyice yaşlandı diye Allah biliyor kafayı yedi sandım ama Ahu yaşasın istiyorsan bu anahtara mukayyet olacaksınız diye sesimi kesiti. İstemedim gerçekten, uzak tut onu bizden dedim. Bela getirecek bize diye kinlendim. Babamızdan kaldığını söyledi. Kadın öz anne babamızın adını yasaklamışken onca yıldan sonra adlarını andı.”

 

Alparslan onaylar gibi başını salladı.

 

“Anahtarın Ahuda kalma kararı Hafsa hanımın inisiyatifinde. Babasının yolundan çıkmadı diye onun daha iyi koruyacağına inanmış olmalı. Tarık Yıldıray ise bir şekilde anahtar sayesinde sizi de güvenceye almaya çalışmış gibi görünüyor. Anahtar kimdeyse onu güvende tutarlar gözüyle. İyi de birlik zaten ilk andan beri seni zaten izliyordu Korhan. Bunun için anahtara ihtiyaç yoktu ki. Ne oldu da baban Atilla’nın sözünden çıktı?”

 

Korhan bilmiyorum der gibi başını iki yana salladı. Alparslan odanın içinde dolaşıp düşünmeye devam etti. Tarık Yıldıray başına geleceği önceden biliyor olmalıydı. Güneşten kimse bununla ilgili bir şey dememişti ona. Kendi başına gelenler ve ikizlerin alınma süreci de çakışıyordu.

 

Kafasının içinde dolaşanları biran evvel Barbaros’a sormak zorundaydı. Tarık Yıldırayın son anda birlikten Korhan için istediği ve anahtarı ona bırakması hep mantıklı görünmüştü gözüne. Ailesini güvenceye alma çabasını çok eşelememişlerdi. Ardını döndüğünde iki çift göz dikkatle üzerindeydi.

 

“Hazırlanın, annene gidin Korhan ama çok kısa. Ahi ve Ahu bana lazım. Projeden onları ayırmamız şart.”

 

“Tamam.”

 

“Helikopterin sorunsuz iniş yapabileceği bir yer var mı evin yakınlarında?”

 

“Stad uygun mu?”

 

Alparslan başını onaylar gibi sallayıp tekrar Ahiye baktı.

 

“Aklına başka bir şey geliyor mu? Tutsaklık dönemiyle ilgili özellikle.”

 

Ahi iki yana salladı başını. O günden sonra fiziksel şiddet de görmemişti. Sadece bir odanın içerisinde kahvaltı ve akşam yemeği getiren kişi tarafından açılırdı kapı. Tedirginlikleri ve korkuları bir kez bile eksilmedi, özellikle Suhan yaşadığı hiçbir şeyi atlatamadı. Yine de Ahi daha fazla canları yakılmadan oradan kurtuldukları için şükür etmekten başka bir şey yapamıyordu.

Alparslan istediği güvenlik önlemlerini tamamlayana kadar Ahinin temizlenmesi için birileri de yardıma gelmişti. Ayağından kaynaklı oldukça özen göstererek duş aldırıldı. Korhan tıraş makinasıyla sakallarını düzeltti. Aralarında neredeyse hiç konuşma geçmemişti ama Ahi gözlerini Korhan’dan ayırmıyordu hiç. Korhan en son yüzünü kurulaması için havlu uzattığında Ahi ile göz göze geldi.

 

“Onu koruduğun için çok teşekkür ederim abi.”

 

Ahinin kısık sesiyle elini dağınık, ıslak saçlarına atıp karıştırdı. En son ensesini sıkıp elini çekti.

 

“O zaman benim de Suhanı korumak için verdiğin çabaya teşekkür etmem lazım Ahi.”

 

“Yok abi estağfurullah, Suhan benim ca…”

 

Son anda cümlesinin nereye gittiğini fark edip durakladı. Suhandan kaynaklı biraz çekiniyordu Korhan’dan. Telefonda konuşmuştu ama yüz yüze gibi değildi. Gerçi o telefon konuşması da biraz tek taraflı gibiydi. Korhan kardeşinin ne denli kıymetli olduğunu söylemiş, kıymetlisi incinirse ona hiç iyi şeyler olmayacağını medeni medeni kulağına söylemişti. Ama ailesi için hayatını gözü kapalı adamış adama duyduğu saygı sadece Suhanın ağabeyi olmasından değildi. Suhan onu anlattıkça saygısı çok çok üst seviyelere yükselmişti.

 

“İnsan sevdiğini korur Ahi. Teşekkür etme aslanım sen bana. Çünkü senin ikizin benim canım.”

 

Ahinin saygıdan yarım bıraktığını Korhan öylece gözünün içine baka baka söylemişti. Ahi de bilirdi Suhanı nasıl sevdiğini öylece söylemeyi ama kızın ağabeyi diye terbiyeli davranıyordu. Aynı şeyi Korhan da yapabilirdi halbuki. Sonuçta bahsedilen can Ahinin de canıydı ya hani. Kaşlarının çatılmasına engel olamadı.

 

“Abi sen yine de böyle çok rahat söyleme Ahunun neyi olduğunu. Anlıyoruz biz, çok affedersin mal değilimdir de.”

 

Korhan’ın dudağı keyifle kıvrıldı. Geriye çekilip iki elini de cebine soktu.

 

“Yok aslanım o nasıl söz? Aklının maşallahı var, ama ben bazı konular iyi anlaşılsın diye tekrarı severim. Ben gidip kelebekle, kardeşimi bulayım. Duramamıştır o bu kadar zaman. Merak eder beni.”

 

Ahiye göz kırpıp odadan çıktığında Ahi ağzı açılmış arkasından baktı.

 

“Bu adam mı ketum Suhan? Kelebekmiş! Sen buna ne kadar yüz verdin Ahu, tepemizde geziyor?”

 

Söylene söylene elindeki havluyu bir kez daha saçlarına sürttü.

 

Korhan ise kızların yanına gitmeden önce Alparslan’dan helikopterin hazır olduğuna dair bir arama almıştı. Sonra Zahiri aradı. Onunla görüşmeden Fasa gittiğine göre hızlı bir karar olmalıydı. Ceyda’nın peşinden ayrılmamak konusunda işini baya ciddiye alıyordu ortağı. Kısa bir görüşme sonrasında her şeyin yolunda olduğunu söyleyip kapattı.

 

Odaya girdiğinde Ahunun, Suhanın eliyle kısalttığı saçları ördüğünü gördü. Üstlerini bir zamanlar annesinin yaptığı gibi örmüş ve güzel yüzünü ortaya çıkarmıştı. Ahu Korhan’ı görür görmez yüzünde büyük bir gülümsemeyle ayaklandı.

 

“Bitti mi işiniz Korhan? Gidiyor muyuz?”

 

Korhan da tebessüm edip kolunu kaldırmış ve Ahunun şakağına bir öpücük bırakıp, Suhana göz kırpmıştı.

 

“Gidiyoruz kelebeğim,ne güzel olmuşsun sen böyle.”

 

Suhan iki yarım örgüsüne eliyle dokunup, küçük bir gülümseme gönderdi ağabeyine.

 

“Yakışmış mı gerçekten, yengem ördü?”

 

Ahu yengem kelimesine kadar Korhan’ın Suhana tebessüm eden yüzünü izliyordu. Başı Suhana çevrildi, dudakları aralandı. Korhan’ın gür kahkahasıyla bu kez ona bakmak zorunda kalmıştı. Korhan boştaki eliyle yüzünü kavrayıp, yanağına güçlü bir öpücük bıraktı. Beyaz teninin git gide kızarması nasıl güzeldi?

 

“Ne bakıyorsun kıza, doğru söylüyor. Yengesisin sonuçta.”

 

“Korhan!”

 

Suhanın tatlı tebessümü ikisi arasında dolaşıp durdu.

 

“Ahu yüzün kıpkırmızı oldu.”

 

Ahu küskünce Suhana baktı.

 

“Ben sana böyle yapmamıştım ama.”

 

Korhan bir kez daha yanağına ses getiren bir öpücük bıraktı.

 

“Sen yine de öyle şeyler yapma kelebek! Yüz göz olmayalım el kadar çocukla.”

 

Ahu iki kaşı kalkmış Korhan’a dik dik baktı.

 

“El kadar çocuk? İkizim olur kendisi ve benimle yüz göz olmadan hiç çekinmedin Korhan.”

 

“Bu konuyu Suhanın önünde benimle tartışmak istediğine emin misin kelebek? Biliyorsun benim için sorun olmazda sen işine gelemeyince tehdit falan ediyorsun adamı.”

 

Ahunun ağzı açıldı açıldı kapandı. Suhan da zaten film izler gibi dikkatle ikisini izliyordu. Yine de bu konuyu ilerleyen bir zamanda yüzüne vurmak için hafızasının bir köşesin kaydetti.

 

“Suhan helkopterle Manisaya geçeceğiz abim ama sen dayanamam dersen arabayla gidelim?”

 

Suhanın yüksekliğe karşı hep bir tedirginliği vardı. Şimdi de olumsuz etkiler diye Korhan emin olmak istiyordu.

 

“Yok abi… Bir an önce gidelim artık. Hem yeri görmeyince midem bulanmıyor.”

 

“Tamam badem çiçeğim.”

 

Ahinin azıcık da olsa ayağına destek sağlaması için ayak ortezi takıldığında hazır sayılırlardı. Ahu ve Şifa birbirine sarılıp vedalaştı. Alparslan ve Korhan ise Ahinin helikoptere yerleşmesini sağladılar. Alparslan, Korhan’ı yanına çağırıp güvenlik sıkıntısı yaşanmaması için evden çıkmamaları konusunda bir kez daha uyarmıştı. Ev onlar gitmeden etten duvar şeklinde üst düzey bir güvenlikle sarılmış olacaktı zaten. Suhanın avuçlarını sıkıp kendini sakinleştirme çabasına Ahi elini tutarak destek oldu. Suhan ağabeyiyle bir an göz göze geldi ama Korhan sanki ikisini görmemiş gibi Ahunun kemerini takmaya devam etmişti.

 

“İyisin değil mi güzelim.”

 

“Heyecanlıyım.”

 

“Nurperi teyze çok sevinecek.”

 

Suhan ağırca başını salladı. Ahi omzuna değen saçının ucuna dokundu.

 

“Suhan gerçekten iyisin ama değil mi? Yeri görmediğin sürece korkman gerekmez güzelim. Çok gerilirsen gözlerini kapat, elimi sıkıca tut. Ben bırakmam seni biliyorsun değil mi?”

 

“Gerildim biraz ama doğru. Yeri görmezsem sorum yok. Midem bulanıyor gibi. Tamam, iyiyim endişelenme. Gerçekliğini sorguluyorum azıcık da ama anneme sarılsam geçecek.”

 

“Bir gün kurtulacağımızı sana söylemiştim.”

 

Suhanın badem gözleri gülümsedi.

 

“Sen bana hiç yalan söylemezsin ki zaten. Ayağın iyi mi Ahi? Hiç söylemiyorsun, ağrımıyor değil mİ?”

 

“Suhan kemerini bağladın mı abim? Yaslan geriye de kalkış sarsmasın seni güzelim!”

 

Korhan’ın aralarına giren cümlesiyle birbirlerine ne kadar yakın durduklarını fark etmemişlerdi. Neredeyse kafaları değiyordu. Suhan şaşkın şaşkın ağabeyine baktı. Sonra eliyle esnettiği kemeri tekrar kontrol etti.

 

“Taktım abi.”

 

“Dur bende kontrol edeyim abim, sağlam takamamışsın gibi kıpırdayıp durduğuna göre.”

 

Korhan oturduğu yerden ayaklanıp zaten takılı olan kemeri bir kez daha kurcaladı. Sonra Ahininkine bakıp “gevşek bu” diye iyice sıkıştırdı. Geriye çekilirken Ahiye ters ters bakmayı ihmal etmemişti ama. Ahi şaşkınca gözlerini araladı. Kendine gelince hiçbir sıkıntı yoktu ama Ahi, Suhanla azıcık yakınlaşınca problem mi oluyordu? Gözleri mahcupça ona bakan Ahuya değdi. Hesap sorar gibi Korhan’ı işaret etti. Ahu ise misafirlikte çocuğu tarafından utandırılan bir anne gibi omuzlarını düşürüp, idare et der gibi dudaklarını kıpırdattı.

 

Korhan geçip geri yerine oturmuş, kemerini takmış, Ahunun kucağındaki eline parmaklarını geçirmiş ve bütün bunları Ahinin gözüne baka baka yapmıştı. Bildiğin üstünlük kurma çabası Ahuyu sinir etse de Korhan’ın ayarsız dilinden çok korkuyordu.

 

Yaklaşık iki buçuk saat süren helikopter uçuşu akşam karanlığı çökmek üzereyken stada iniş yaptı. Onlar indiğinde siyah bir araba zaten hazırda bekliyordu. Ahu hemen Ahinin koluna girip ona destek olmak için ağırlığını kendine doğru çekti. Korhan ise Suhanı kontrol ediyordu. Titreyen ellerini gördüğünde büyük avcunun içine alıp kavradı. Yüzü bembeyazdı.

 

“Suhan?”

 

“İyiyim… İyiyim endişelenme. Ben şey oldum. İyiyim ama. Annemi çok özledim.”

 

Korhan burnunun ucuna dudağını değdirip gülümsedi.

 

“Şu günün hayalini o kadar çok kurdum ki Suhan.”

 

Suhan kendini bıraksa bayılacakmış gibiydi aslında. Çok fazla heyecan, helikopterin verdiği gerginlik ve neredeyse artık imkânsız dediği o gerçeklik bacaklarını titretiyordu.

Arabaya yerleştiklerinde gözü sürekli camdan dışarıyı gözlüyordu. Tanıdık sokaklar, büyüdüğü şehir…

 

İnsan ekmek aldığı büfeyi özler mi özlüyordu demek ki. Okulunun önünden geçtiğinde gözünden aşağı bir damla yaş kaydı ama hızla sildi. Evine çok yakındı. Güvende olduğu sığınağından içeri girecek ve bir daha Suhan hiç tehlikede olmayacaktı. Annesine sarılacak ve geride kalan sekiz ayı hiç yaşamamış gibi sayacaktı. O bir kâbus görmüştü. Ama şimdi kâbus bitmiş ve uyanmıştı. Düşünüp durmadan ona bahşedilen ikinci hayatının tadını çıkaracaktı. Annesine daha çok sarılacak, ağabeyine daha çok sevdiğini söyleyecek, Ahisinden bir an bile ayrılmayacak ve Ahunun şifalı ellerinde dinlenecekti.

 

Arabada ki üç tedirgin göz onu seyrederken o her şeyi görme çabasıyla camdan bakışlarını ayırmadı. Sonunda evinin olduğu sokağa girdiğinde ne kadar sesli nefes aldığının farkında bile değildi. Araba durdu, dizlerinde öylece duran ellerinin titremesi arttı. Ağabeyinin ılık avcu elini kapatınca bir rüyadan uyanır gibi sıçrayarak ağabeyine baktı.

 

“Güzelliğim?”

 

Yüzünü kaplayan tedirgin gülümseme, hepsinin üstünde gezdi.

 

“Çok heyecanlandım ben. Of… Niye böyle oldum ki, içim kaynıyor sanki.”

 

Korhan ellerini daha çok sıktı.

 

“Anneme sarılınca her şey daha iyi olacak bebeğim. Hadi inelim artık, benim de dayanacak gücüm kalmadı.”

 

Suhan bakışlarını ağabeyinden Ahuya çevirdiğinde siyah gözleri ışıl ışıldı. Aynı sabırsız gülüş onunda yüzünde yer etmiş , birde istekle başını hızlı hızlı sallıyordu.

 

Aşağı indiklerinde bu kez Ahiye yardım eden Korhan’dı. İyice ağırlığını kendine almış “ayağına çok yük bindirme, canın acıyacak” diye de uyarmıştı. Ahu ise gerçekten kabına sığmıyordu. Büyük büyük kahkahalar içinden taşıyordu sanki. Aylar önce geldiği bahçe kapısı onlar için bir kez daha açılıyordu. O zaman kızının hasretiyle yorgun düşmüş bir anneyi avutmaya gelmişlerdi ama şimdi…

 

Gözleri bahçede dolaştı, kimse yoktu. Evde öylece oturan kadın kapısını açacak ve Ahu ve Korhan’ın en büyük korkusu gerçek olmadan son bulacaktı. Ahu Suhanı, kapıyı sen çal der gibi öne doğru yönlendirdi. Bir adım gerisinde dururken Korhan ve Ahi de merdiveni ağır ağır çıkıyorlardı. Çalınan kapının ardından “kim o?” diye bir ses duyuldu.

 

Suhan “anneciğim…” deme gücünü bulduğu anda badem gözleri boncuk boncuk yaşları dökmeye başlamıştı. Kapı hızla açıldı. Nurperi kapının ardından iri iri açılmış gözleriyle bakakaldı. Eli iki göğsünün arasında, diğeri kapının kolunda Suhana baktı.

 

“Allah’ım…”

 

İnilti gibi çıktı sesi. Suhan minik bir adımla daha yaklaştı annesine.

 

“Anneciğim ben geldim.”

 

Nurperi gördüklerini idrak edemiyormuş gibi Suhanın ardındaki Ahuya baktı. Sonra merdiven başında ona gülümseyen oğluna. Ahiyle de göz göze geldi ama hızla tekrar Suhana baktı. Öne atılıp eliyle yüzünü kavradı. Elleri zangır zangır titriyordu. Suhanın omzuna kadar kısalmış saçlarında dolaştı ilk parmakları.

 

“Suhan… Suhan sensin! Ahu…”

 

Şoka girmiş, gördüklerini idrak edememiş bir halde ağzından ne çıktığının bile farkında değildi.

 

“Kızımmmm…” diye bir feryatla Suhanı kendine çekip sıkıca doladı kollarını.

 

Elleri saçlarında, omuzlarında, sırtında dolaşıyor azıcık geriye çekilip gördüğü yüzü gerçekten gördüğüne kendini inandırmaya çalışıyordu.

 

“Benim küçük bebeğim, su damlam…”

 

Yüzünde öpülmedik tek bir yer bırakmayana kadar dudaklarını bastırdı Suhanın yüzüne. Suhan öylece annesinin onu sevmesine, sarmalamasına, kokusuna kapılmıştı. Kollarını kaldırıp annesine sarılmayı bile akıl edemiyordu.

 

“Ah benim küçük yavrum. Ah anneciğim öldüm Suhan. Öldüm hasretinden.”

 

Hem konuşmak hem Suhana olan hasretini azıcık dindirmek için hiç durmadı. Suhan sonunda kendine gelip kollarını sıkıca annesine sardığında başını göğsüne yaslamış, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.

 

“Anne… Anne çok özledim. Ben çok özledim…”

 

Nurperi sanki biri ondan kızını alacakmış gibi iki kolunu sıkıca sarmıştı kızına. Başını iyice göğsüne bastırmış, kimsenin görmesinin istemez gibi yüzünü saklamıştı.

 

“Ya ben kızım, ya ben ne haldeyim anneciğim? Gitme su damlam, burada okulunu oku. Ne olur daha gitme oralara. Baban da istemiyor. Bırakma beni bir daha. Sesine bile hasret bırakıyor o okul. İstemem daha gitme sakın.”

 

Suhan içi katılırcasına ağlarken hiçbir şey diyemedi annesine. Dizinin dibinden ayrılmaya zerre cesareti yoktu onunda artık. Azıcık uzağına gitse ölürdü hasretinden, kaldıramazdı bir daha. Nurperi saçlarının içinden kızının kokusunu soludukça kalbi ağzında atıyordu. Hasreti mahvetmişti. Rüyalarında ağlayan Suhanı onu özlemle tüketmişti. Ama şimdi kollarındaydı ya mühim değildi. Sağ salim kokusunu soluyordu ya Nurperi şükür ederdi sadece. Bazen göğsüne bir ağrı saplanır, uykunun içinden sancıyla uyandırırdı. Suhanın adını diline dolar, gel kızım diye öylece bahçe kapısına bakarak sabahlardı. Sonunda o kapı açılmış Nurperiye yavrusunu getirmişti.

 

“Allah’ım şükürler olsun. Allah’ım kızımın kokusunu bana geri verdin, çok şükür sana.”

 

Titreyen elleriyle tekrar Suhanın kıpkırmızı olmuş yüzünü kavradı. Ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerinin yaşını kuruladı. Kendi de ondan kalır halde değildi ama yüzünde ayın on dördü gibi parlak bir gülümseme de vardı.

 

“Anneciğim benim.”

 

Tekrar Suhanı göğsüne çekerken gözü bu kez Ahuya değdi. Gülümsemesi daha bir güzelleşti.

 

“Ahum… Ahu gözlü kızım benim. Oy Allah’ım bu nasıl güzel gün? Tüm çocuklarım gelmiş ya. “

 

Tek kolu Ahuyu davet ederek açıldı. Ahu zaten sızlayan burnuyla anne- kızın kavuşmasını izlerken çok zorlanmıştı. Ama Nurperinin kendine bakışıyla siyah incilerindeki yaşlar taştı. “Anne…” diye mırıldanıp Nurperinin onun için açılan kolunun altına girdi.

 

Nurperi tıpkı Suhana yaptığı gibi Ahunun da siyah saçlarına dudağını bastırdı hemen.

 

“Sen annene sözünü tutmak için, hepsini derleyip toplayıp getirdin mi annem? Bana sürpriz mi yaptınız siz?”

 

Nurperi iki kızının da kokusunu doya kana soluduğunda ilk Ahu geriye çekildi biraz. Sonra da Suhan. Nurperinin sevinci gördüğü her yüzle arttı, kabına sığmadı, taştı.

 

“Allah’ım oğullarımda burada. Hepsi yanı başımda Allah’ım.”

 

İleri doğru bir adım attığında Korhan’a yaslanmış Ahiye daha dikkatli baktı sonra da ayağını gördüğünde gözleri dehşetle aralandı.

 

“Hiiii! Aman yarabbi ne oldu oğlum? Ay ay ayyy kaldı çocuk kapıda bu halde. Ay girin içeri. Az da içerde seveyim. Dur dur ben de tutayım.”

 

“Dur annem, hallediyorum ben.”

 

“Yok bir şey Nurperi teyze, çatlak sadece. Lütfen iyiyim ben, endişelenme."

 

Korhan ve Ahi aynı anda konuşup, kadının içini rahatlatmaya çalışmıştı ama hiç faydası olmamıştı. Nurperi sanki kucağına alıp içeri taşıyacakmış gibi Ahinin kolunun altına girip, birde kendine doğru çekmeye çalışıyordu.

 

“Kaldın kapıda evlatçım, ağrıyacak. Tüh nasıl oldu ki böyle? Nazar değdi benim yavrularıma.”

 

Korhan başını iki yana sallayıp, onları dinlemeden kendi kendine konuşan, birde koca adamı sırtlamadığı kalan annesine baktı. Ahiyi içeri doğru yürütüp, ayağındaki tek ayakkabıyı çıkarması için yardım etti. Ahinin mahcup suratını görse de görmemiş gibi davranıp daha fazla utandırmadı.

Büyük bir curcuna yoktu. Daha çok Nurperinin hayıflanmalarıyla dolu cümlelerle salona geçip Ahiyi koltuğa oturttuklarında Korhan rahatlamış gibi bir nefes bıraktı.

 

“Tüh, görüyor musun şu hali? Düştün mü annem, niye böyle oldu ki? Ne yapsak ki?”

 

“Anne tamam, yok bir şeyi çocuğun. Bak sen böyle yaptıkça yüzü kızarıyor. Kolay kolay utanmaz aslında, bak nasıl gözlerini kaçırıyor.”

 

Ahi kendine laf sokan adama şaşkınlıkla baktı. Burada utanma konusunda biri sıkıntılıysa kesinlikle bu o değildi. Kız kardeşini, sürekli sarıp, sarmalayan Ahiyi zerre umursamadan kelebekli böcekli konuşan kendisiydi.

 

“Hem kızlarını gördün, oğluna bakasın bile gelmedi Nurperi sultan. Gel bir sarıl, bir öp, kokla.”

 

Nurperi tatlı tatlı kıkırdadı.

 

“Arsızsın sen çocuğum. Oy annesi sevsin, öpmem mi güzel yavrum? Hasret kaldım her birinize. Aklım yerinde mi benim hiç? Bak Emineyi de unuttum. Emine!!! Emine gel bak kimler kimler gelmiş?”

 

Korhan omzuna bile gelmeyen boyuyla uzanıp kendine sarılmaya çalışan annesini belinden kavrayıp, ayakları sarkacak şekilde sıkıca kucakladı.

 

“Ah Korhan… Benim güzel oğlum. Sen benim yüzümü güldürdün anneciğim, Allah’ta hep seni güldürsün. Ne güzel ettin ne çok sevindirdin beni çocuğum.”

 

“Oğlun sana verdiği hangi sözü tutmadı annem? Hep beraber yanına geleceğiz demedim mi ben?”

 

“Oy annesinin paşası. Güzel gözlü oğlu. Allah’ım kalbim duracak, bu nasıl güzel gün yarabbi.”

 

Nurperi Korhan’dan da ayrılınca öylece onları izleyen Ahiye döndü hemen yüzünü, uzanıp hiç çekince göstermeden iki yanağına dudaklarını bastırdı. Şimdi Deryanın yavrusu olduğunu da biliyordu ya canı daha bir kaynıyordu çocuğa.

 

“Vallahi anneniz olmuşsunuz siz. Ben nasıl fark edemedim annem o zamanlar? Atilla abim gibi kara kaşlı kara gözlüsün bir de maşallah çocuğuma. Ben o zamanlar bilsem senin bizim Ahimiz olduğunu hiç azıcık sever, gönderir miydim annem?”

 

Hem konuşuyor hem de gerçek bir anne şefkatiyle kaşına, saçlarına öpücükler bırakıyordu. Ahi karman çorman bir haldeydi ama. Ahu anne diye sarılmıştı. Daha önce yanına geldikleri, iki gün kaldıkları kadını gerçekten o zaman da çok sevmişti ama şimdi…

 

Gerçekten bir anne gibi hiç çekince göstermeden bağrına basıyordu. O zamanlar Suhanın erkek arkadaşı sıfatıyla buradayken şimdi bir annenin oğlunu seveceği gibi seviyordu.

Annesi Ahiyle ilgilenirken Korhan iki kıymetlisini de kolunun altına almış, keyifle izliyordu bu manzarayı. İhtimali bile olmayan bir şeyin sözünü vermişti aylar önce bu evin içerisinde.

 

Yalanı yüreğini yakmış, annesinin acıyla kıvranışını görmemek için her zaman ki gibi kaçmıştı. Ama iyi ki dedi. Hayatım boyunca hiçbir yalan için bu kadar şükretmemişti. İyi ki annesini böyle bir ezaya hapsetmemişti. Korkaklığı seçtiği ilk seferdi ve zerre kadar gocunmuyordu. İlk kez bir korkaklık ona aylarca sürecek acıyı engellemesini sağlamıştı.

 

Gözleri salonun en büyük duvarında on dört yıldır asılı olan fotoğrafa çevrildi. Babasının gülümseyen gözleri gerçekten ona bakıyormuş da Korhan’ı taktir ediyormuş

gibi göğsü kabardı. Babasının yüzünden çekilmedi gözleri. Annesi gibi sesli değildi konuşması ama kalbi hissettiği her şeyi döktü babasına.

 

Başardım baba. Ailemi evimizin içinde topladım…

 

 

 

Loading...
0%