Yeni Üyelik
34.
Bölüm

EKSİK & KISAS

@orenda

 

BÖLÜM- 34-

 

 

Eline aldığı tarağı düşürdü. Eğilip geri aldı ama elleri o kadar çok titriyordu ki saçlarını tarama eylemi bile zor olmuştu. Annesinin odasının kapısını tıklatmasıyla sıçrayacak kadar da kafası meşguldü.

"Nurperim..."

Başını uzatan annesine ardını dönüp elinde sanki çok önemli bir şey tutuyormuş gibi ardına saklamıştı. Şükran hanım bir kaç hafta önce kızına diktiği jileyi üzerinde görünce şaşırdı. Nurperi bayramda giymek istediğini söylemişti halbuki bu elbiseyi.

"Annem... Jileni giymişsin kızım."

 


Nurperi başka bir kabahat işlemiş gibi üstündekine bakıp daha çok kızardı. Şükran hanım açık saçlarına ve kenarda yumurta topuk krem ayakkabısına da bakıp kaşlarını kaldırmıştı.

"Bir yere mi gideceksin kızım?"

"Anne... Annecim..."

Nurperi gizli saklı şeyler yapamazdı ki. Fatma söyleme şimdilik kimseye demişti ama yapamazdı. Kesin her şeyi bir birine karıştırırdı. Hem daha niye buluşuyorlardı belli bile değildi. Fatma böyle buluşulur eğer hoşlanılmazsa daha da buluşulmaz demişti. Ama Nurperi zaten hoşlanmıştı. Fatmanın dediği her şey olmuştu onda. Kalbi çok hızlı atmıştı. Karnı ağrır gibi sancılanmıştı. Mühendis Bey, adımı söyle dediğinde bir süre nefes almayı bile unutmuştu. Yanlış bir şey söyleme korkusuna ağzını bile açamamıştı. Hoşlanınca olan her şeyi Nurperi zaten yaşamıştı ki. O zaman bu buluşma Mühendis beyin hoşlanması içindi galiba.

"Annem, sustun yavrum. Bir yere mi gidecektin çiçek kızım?"

Nurperi yalan falan söyleyemezdi işte. Fatma, beraber sinemaya gideceklerini söylemesini tembihlemişti ama annesi ona bakarken diyemezdi öyle şey. Omuzları düşüp, ardındaki demir karyolasına yığılır gibi oturdu.

"Diyemem ben yalan falan... Allah günah yazar. Anneye yalan denmez hem!"

Biriyle kavga eder gibi konuşunca Şükran hanım odaya girip kapıyı kapattı. Zaten bir kaç gündür kızlarındaki tuhaflığı babasıyla fark ediyorlardı.

"Annesinin perisi, neyin var kuzum? Bak biz korkuyoruz artık. Kendi kendine konuşuyorsun hep. Bir şey mi oldu yavrum?"

Nurperi badem gözleri dolu dolu annesine baktı. Elindeki tarağın dişlerini parmağıyla sağa sola itti.

"Ben bir şey yaptım... Ama ne olur kızma, birden oldu."

Şükran korkuyla elini kalbine koyup, kızının yanına geçip oturdu.

"Söyle annem, korkutma beni kızım."

Nurperi yanına oturan annesine doğru bedenini çevirip dudağını kemirmeye başladı.

"Hani ben babama lahana sarması götürdüm ya anne..."

Şükran düşündü ama üzerinden haftalar geçmiş şeyi niye söylüyor anlamadı. Başını salladı sadece.
Nurperi de biri kapıdan dinliyor mu diye bakınıp annesine eğildi.

"Orada bir mühendis var anne. Benim girmem yasak ya. Babam hep diyor kızarlar diye. Hah bak hiç kızmadı bana. Sonra babamla o da yemek yedi. Ayran sevmiyor ama galiba. Bardağını bitiremedi bir türlü."

Şükran, şaşkın kızı ne anlatıyor zerre kadar anlamamıştı. Öyle boş boş bakıyordu yüzüne.

"Babama da hal hatır sordu. Hiç kaba biri değil biliyor musun? Babam gece de orada kaldı diye hemen eve göndermek istedi. Merhametli yani, kötü değil."

Şükranın kaşları kaldırmış, kızının elindeki tarağı eğip bükerek konuşması dinliyordu. Az buçuk da meseleyi anlayacak gibi olduğundan dudağı kıvrılmak için can çekişiyordu.

Beyinden duymuştu adını. Bir kaç kere hiç diğerleri gibi büyüklenmiyor demişti Mehmet Bey. Allah başımızdan eksik etmesin diye dua ettiğini de hatırlıyordu.

"Ne olmuş o mühendise annem?"

Nurperi utanmış bakışlarını kaldırıp annesine baktı ama hemen geri çekti.

"Arabasıyla üstümü ıslattı... Tabi çok beyefendi biri ya... Ayıp oldu dedi. İşte yani şey dedi."

"Ne dedi annem?"

"Muhallebi sever misin dedi? Bende ayıp olur diye... Ayıp olur anne, kibarlık etti. Muhallebi sevmiyorum sütlaç seviyorum diyemedim."

Kızının kedi gibi miyavlayarak konuşmasına daha fazla dayanamamış kahkaha atmıştı Şükran hanım.

"Sen o yüzden bayramlığını giydin demek."

Nurperinin yüzü daha çok kızardı bunun bir kere daha seslendirilmesine. Ama en güzel elbisesi de buydu. Fatma güzel giyin diye sürekli tembihlemişti onu.

"Mühendise sütlaç sevdiğini mi söylemeye gideceksin annem?"

Nurperi başını ağır ağır salladı. Aralarında sessizlik olunca gözünü anlık annesine kaldırıp geri indirdi.

"Gitmeyim mi?"

Öyle masum çıktı ki sesi kalbine ılık ılık sevgisi aktı Şükranın. Çiçek gibi bakıp büyüttükleri kızlarının dallarını rüzgar oynatıyordu demek ki. Ama temkinli olmaları lazımdı. Nurperinin masumiyeti zalim birinin elinde telef olurdu.

Kızının tarakla iyice kızarttığı ellerini avuçlarına aldı.

"Gitmek istiyor musun annesinin perisi?"

Nurperi yine konuşmaya uyanıyordu ama konuşması için annesi ellerini kavramıştı.

"Ayıp olur diye... O kadar davet etti yani. Sanki şey olmuş gibi olur. Islandı ya üstüm sanki ben kızmışım gibi olur da yanlış anlar diye."

Şükran kıkırdamamak için dudaklarını birbirine bastırdı. Nurperi yalan söylemezdi. Muhtemelen kendi içine de bahane diye böyle şeyler fısıldıyordu.

"Tabi ayıp olur annem. Ama kuzum yalnız gitmesen. Hı... Bir gören olursa?"

Nurperi hızlı hızlı başını iki yana salladı.

"Yok yok yalnız gitmem. Fatma dedi. Ben gelirim seninle dedi. Ben zaten yalnız yani... Yok öyle gitmem."

"Hah güzel düşünmüşsünüz yavrum. Öyle yapın. Fatmayla gidin. Şimdi mi gideceksin?"

Nurperi, masasının üstündeki tavuklu saate bakıp utandığı annesine çevirdi başını.

"Şey demiş. Yani kağıdı çocuk verdi ya, oraya yazmış. Bir olsun mu demiş. Ben birde bekliyor olacağım demiş. Gideyim mi gerçekten anne?"

Heyecanı ağzını açsa kalbini düşürecek kadar yoğundu ve annesi de bunu görüyordu. Karnındaki bu ağrıyı ne yapacağını bilmiyordu ama. Hasta değildi aslında. Eline küçük bir çocuğun bıraktığı kağıtla beraber başlayan ağrı üç gündür sürüyordu.

"Gel saçlarını tarayalım badem şekerim. Hanım hanımcık olsun benim perim."

Annesinin elinden aldığı tarakla başını onaylar gibi salladı. Hiç bu kadar çok utanmış hissetmiyordu kendini. Yüzünde kışın yaktıkları sobanın sıcaklığı vardı sanki.

Annesi saçlarını taradı. Üst kısımlarını balık kılçığı ördü. Aşağı doğru serbest bıraktı saçlarını. Taradıkça daha bir parlak daha canlı durdu sanki saçları. Camına minik minik atılan taşa kadar annesi saçlarıyla oynadı.

Şükran hanım cama atılan minik taşlara bakmak için başını uzatınca Fatmayla göz göze gelmiş oldu. Kızın kendini camda görmesiyle şokla gözleri aralanmıştı.
Camı açıp başını ki yana salladı. Fatma da omuzlarını düşürdü.

"Tutamadı değil mi kendini Şükran teyzem?"

"Sen dur sen! Gizli saklı işler çevirmek neymiş görüşeceğiz. O parmağındaki yüzüğü de böyle mi taktın hemenden?"

Fatma kıkırdayıp, söz yüzüğüne baktı. E kadın haklıydı şimdi. Ama onlar pamuk şeker yemişlerdi Feritle.

"Sahip çık Fatma. Aman deyim kızım..."

Fatma hemen başını sallayıp güldü yine.

"Gözümü ayırmam üzerinden Şükran teyzem. Tasalanma sakın. Hemen gider geliriz."

Şükran kapıda bekleyen kızına bakıp başını salladı. Bu heyecanla hali ne olur bilemiyordu da. Ayakkabıyı bir türlü giyememişti. İçi sürekli duaya başladı. Gözlerinden sakındıkları kızlarının incitilmemesi için Allaha yalvardı.

Nurperi evden çıkıp da çarşıya gidene kadar hiç susmamıştı. Fatma delirme raddesindeydi artık.

"Nasılsın derse iyiyim diyeceğim. Mühendis demeyeceğim Tarık Bey diyeceğim. Adı da çok güzel değil mi Fatma? Sonra muhallebi isteyelim mi derse ayıp olmasın diye sütlaç falan demeyeceğim. Bu kız aç gözlü der Allah korusun dimi Fatma? Sonra ne yapacaktım? Hah! Soru sorarsa çok konuşmadan cevap vereceğim. Elbisemi beğenir mi Fatma?"

"Allahım! Beğenir şekerim, bayılır hatta. Bak adam ilk görür görmez beğenmiş ki dolaşıyor peşinde."

Nurperi gülmek isteyen dudaklarını birbirine bastırıp önüne bakarak yürümeye devam etti. Fatma her şeyi çok güzel bilirdi. O söylüyorsa kesin doğru olduğuna da inanıyordu.

Çarşının ortasında kalan muhallebiciye girdiklerinde zil sesi içerde yankılanmıştı. Bir kaç masa doluydu ama Nurperi köşede kalan masada ellerini ovuşturan adamla hemen gözgöze gelmişti. Kendini tutması ve hanım hanımcı davranması gerekiyordu ama gülmek istiyordu da içi. Tuhaf bir kıkırdama dürtüsü vardı. Gülmemek için dudaklarının iç kısmını ısrık izi yapmıştı hep.

"Beyaz zambak almış. Kibar adamın hali bir başka oluyor canım.".

Fatmanın kendine eğilerek söylediği sözlerle Tarıktan bakışlarını hızla çekti Nurperi.

"Ne? Ne dedin ki? Duymadım..."

Fatma iki yana salladı başını.

"Sen şimdiden böyle leylaysan işimiz var senle Nurperi. Ben şurdaki masaya geçiyorum şekerim. Sende beyaz zambaklarını almaya git."

Nurperi kolundaki ele can havliyle yapıştı.

"Ama! Ama yanımda olacaktın! Öyle söyledin anneme."

"Kız burdayım zaten. Adamla konuşurken ben ne diye oturayım? Bu işler böyledir şekerim, sen müstakbelinle tanışırken gözcülük yapar arkadaşın."

Lafı biter bitmez kolundan sıyrılan kızı yakalayamamıştı Nurperi. Ayakta onun gelmesini bekleyen adamla tekrar göz göze gelince daha fazla böyle duramayacağını anlayıp ilerledi.

Karşı karşıya kaldıklarında o tuhaf gözleri yüzünde gezmeye başkamıştı. Kesin kıpkırmızıydı şimdi.

"Mer... Merhaba."

"Hoş geldin Nurperi..."

Tarığın sesi öyle bir derinden gelmişti ki bacakları titremeye başladı. Kaçma dürtüsü vardı içinde. Nurperi ne yapacağını kesin bilmez, rezil olurdu adama.

"Oturmaz mısın? Yorulmuşsundur."

Konuşacak güç bulamadığı için başını sallayıp, gösterilen sandalyeye geçip oturdu. Masanın köşesindeki çiçeklere bakmış ama hızla kaçırmıştı gözlerini.

Tarık da masaya bıraktığı zambakları nasıl verse doğru olur bilemeyecek kadar şaşkındı aslında. Jelatinle sardırdığı demeti eline alıp kendine bakan kıza doğru uzattı.

"Ben... Hangi çiçeği seversin bilmediğimden. Beyaz zambaklar da sana çok yakışır diye... İnşallah seversin Nurperi."

Uzatılan çiçekle daha fazla uslu tutamadı dudaklarını. Gülümsemesi daha çok yayıldı dudaklarına.

"Ben çok severim. Yani zambakları. Bahçemizde de mor renkli olanlardan var. Çok güzel kokuyorlar."

İkisinin acemiliği, ne yapmaları gerektiğini bilemeyişleri bu hale getiriyordu onları. Tarık çok da kızlar konusunda bilgisiz değildi ama Nurperi gibi biri karşısında çok toydu.

"Seni zor duruma düşürmedim inşallah Nurperi. Yani... Nasıl haber alacağımı bilemeyince. Sen o gün bir şey demeden indin arabadan. Bende sandım ki..."

Nurperi başını eğdiği kucağından kaldırıp tekrar gülümsedi.

"Yok...Zor durumda bırakmadınız beni Tarık Bey. Sağolsun Fatma da geldi yanımda."

Tarık, duyduklarıyla biraz daha gevşemişti. Gözleri yüzünün her yanında geziyordu. Aslında bunu yapması ayıp karşılanırdı ama yüzü ayın ondördü gibi açıldığı için her zerresine takılıyordu bakışları. Saçları çok güzel olmuştu. Kendi için hazırlandığını görüyor olmak içinde hızla atan kalbinin işini hiç kolaylaştırmıyordu.

"Çok sevindim. Yani gelmene çok sevindim Nurperi."

Nurperi yine gülümseyip kaçırdı bakışlarını. Öyle dikkatli bakıyordu ki adam kendi bir kerenin dışında bakamamıştı yüzüne. Ama çok yakışıklıydı. Televizyondaki adamlara benziyordu.

"Davetiniz için ben teşekkür ederim Tarık Bey."

Tarık kurumuş dudağını yalayıp, masanın üzerinde ellerini birleştirdi.

"Aslında bana Tarık desen olmaz mı Nurperi? Yani ben ismini kullanmayı çok sevdim de. Sende ismimi söylesen..."

Vallahi bir hata yapacaktı şimdi. Karnındaki ağrı arttıkça artıyordu. Ya kendini tutamayıp kıkırdayacaktı ya da yanan yüzüne ellerini bastırıp serinlemeye çalışacaktı.

"Şey... Ayıp olmaz mı?"

Tarığın yüzünü kaplayan tebessüme anlık bakıp kalmış ama sonra ateşe değmiş gibi çekmişti gözlerini.

"Yok... Ayıp olmaz. Tanış sayılırız biz. İnsan tanışlarıyla böyle hanım ve beyli konuşmaz değil mi?"

Çok haklıydı Tarık. Sonuçta onlar tanış hatta ahbap sayılırdı. Beraber oturup yemek yemişlikleri vardı. Hem Nurperiyi arabasıyla evine bile götürmüştü.

"Haklısınız... Yani haklısın. Tabi tanışız artık. Babam da tanıyorsun sonuçta."

Tarık hak verir gibi başını salladı. Dilini ısıran kelimeleri tutamadı bir anda.

"Çok güzel görünüyorsun Nurperi."

Nurperi aldığı iltifatla bilinçsizce ellerini saçlarının ucuna götürmüştü. Sonra bakışları elbisesine düşünce dişlerini göstere göstere gülümsedi.

"Annem çok güzel örüyor değil mi saçlarımı? Bu elbiseyi de annem dikti. bayramda giyecektim ama Fatma güzel giyin deyince dayanamadım erkenden giydim."

Sonra yüzüne buz gibi su fırlatılmış gibi kala kaldı. Bunları söylemeyecekti! Yine tutamamıştı dilini. Bunlardan bahsedilmeyecekti hiç. Artık utancı adamla karşı karşıya olmasından değil de yaptığı patavatsızlıktandı. Elbisesinin eteğindeki bakışlarını kaldırıp bakamadı Tarığa. Dişleri de dilini cezalandırır gibi ısırıp duruyordu hep.

"Ben... Ben bunları söylemeyecektim. Yine çok konuştum."

O kadar kısık çıktı ki sesi Tarık kendini tutamadan kahkaha attı. Aklını kaçırıyor olmalıydı. Gerçekten aklını kaçırıyordu çünkü hayatı boyunca bu kadar tatlı, bu kadar güzel başka bir şey görmemişti. Annesine de söylemişti buraya geleceğini belli ki. Hiç mi içinde kendine sakladığı bir şeyi yoktu bu kızın? Bu kadar şeffaf olması akıl alır gibi değildi. Ama gülmesi onu daha çok utandırmıştı demek ki başı daha çok kucağına eğilmişti.

"Nurperi... Bakar mısın bana?"

Bir çocuğu ürkütmekten korkar gibi çıktı sesi. Ve gerçekten ürkütmekten, ürkütüp uzaklaşmasından deli gibi korkuyordu.

"Bende bütün gece uyuyamadım. Sabah erkenden kalkıp traş oldum. Sonra buraya gelirken giymek için ayırdığım mavi gömleğimi ütüyle yaktım biliyor musun?"

Adamın söyledikleriyle başını kaldırıp, iri iri açtığı gözleriyle baktı. O da mı heyecandan böyle şeyler yapmıştı.

"O kadar heyecanlıyım ki sana çiçek almak için caddede dolaştım. Şaşkınlıktan iki kere önünden geçtiğim çiçekçiyi birine sorarak buldum."

"Gerçekten mi?"

Tarık badem gözlerin ışıltısına dalmış ağır ağır başını salladı.

"Sadece bu da değil Nurperi. Evde duramadığım için erkenden çıktım. Saat on birden beri gelişini bekliyorum."

Kızın git gide büyüyen gözleriyle gülümsemesi yüzüne yayıldı Tarığın.

"Benim için hazırlandığını, bu güzel elbiseyi benim için giydiğini ve saçlarını benim için ördürdüğünü duymak o kadar güzel ki."

Beyaz teninde kızıl kızıl lekeler vardı ama öyle güzel de bir gülümseme vardı ki Tarığın dilinin bağı çözülüyordu. Normalde asla söylenilmeyecek her şey daha ilk dakikasından kızın önüne seriliyordu.

"Ben... Çok sevindim. Yani beklemene değil. Yok ona sevinmedim. Çok bekletmişim ben. Keşke bende erken gelseydim. Ama çiçek almana çok sevindim. Şey... Beyaz gömlek de çok yakışmış ki. Hani dedin ya mavi yandı diye. Tüh... Yazık olmuş yanmasaymış ama ziyanı yok. Biz annemle dikiyoruz biliyor musun her şeyi? Yardım ediyorum ben ona. Elbisemin askı kısımlarını da ben diktim. Eğer istersen sana mavi gömlek dikelim mi? Babamada dikiyoruz.Çok beğeniyor."

Hızlı hızlı konuşurken yine kendini durduramadığını ve gereksiz bir sürü şeyi de konuştuğunu anladı. Ama Nurperi heyecanlanınca susamazdı ki. Zaten şu zamana kadar hiç böyle de heyecan hissetmemişti.

"Özür dilerim... Ben şey olunca çok konuşuyorum. Susayım ben, çok konuştum yine."

Tarık hızla başını iki yana salladı.

"Hayır hayır hayır! Susma sakın! Konuş lütfen Nurperi. Ben sohbetinden çok keyif alıyorum."

Nurperi "seni sıkmadım mı" derken başlarına garson gelmişti. Siparişlerini sorduğunda Tarık ilk Nurperiye baktı.

"Ne yemek istersin Nurperi?"

Burda akıllı olacaktı. Boş boş konuşmayacaktı. Adam onu muhallebi yemeye çağırmıştı, Nurperi arsızlık edip sütlaç istiyorum demeyecekti.

"Muhallebi... Ondan yiyelim demiştin ya."

Tarık başını onaylar gibi sallayıp muhallebi ve limonatalarını sipariş verdi. Nurperi limonata çok severdi ama muhallebinin sası tadını hiç sevmezdi. Ama şimdi ayıp olmasın diye seviyormuş gibi yapabilirdi. Adam ona çok nazik davranıyordu. Onunda nezaketli olması gerekiyordu.

Garson masadan uzaklaşınca yarım kalan sorusunu Tarık yaıtladı.

"Hayır Nurperi. Beni asla sıkmadın, bu hayatım boyunca yaptığım en keyifli sohbetti."

Gözlerinin içine baka baka kurduğu cümlelerle yüzü yine yandı. Tarık bir insana çok dikkatli bakıyordu. Nurperi o kadar uzun bakamazdı kimseye.

"Nurperi?"

"Efendim Tarık."

"Benimle görüşmekten hoşlandıysan buluşmaya devam edelim mi?"

Nurperi gözünün kenarıyla Fatmaya bakmış, sanki ayıp bir şey yapıyormuş gibi hemen kaçırmıştı bakışlarını. Ona sırıtarak bakan arkadaşından bile çok utanıyordu. Kendinde buna cevap verecek gücü bulamadığı için başını onaylar gibi salladı. Masanın üzerinde parmaklarıyla oynadığı ellerinden bakışlarını çekip, Tarıkla göz göze gelemiyordu.

Tarığın elleri de masanın üstüne konduğunda birbirlerine çok yakınlaşmış oldular. Tarığın işaret parmağı, sıkıp durduğu eline çarptı. İçinde bir anda şimşek çakması gibi bir hisle sıçradı. Tarık bunu bilirmiş gibi işaret prmağını bir kere daha sürttü parmaklarına.

"Yani benden hoşlandın? Buluşacaksın benimle."

Bunu daha muzip bir şekilde sormuştu. Asla utanan bir kızın yüzünü izlemenin böylesi keyif vereceğini düşünmezdi. Minik burnunun üzerindeki çillerin bile rengi koyulmuştu sanki.

"Tarık..."

Mırıltısıyla Tarık öne doğru eğildi. Biraz daha yaklaştığında kokusu genzine daha rahat yayılmıştı.

"Konuşmayacak mısın Nurperi? Arık konuşmak istemiyor musun?"

"Ben... Heyecanlıyken konuşuyorum ya hep çok konuşuyorum Tarık. Ondan... Çok konuşmayım ben yine."

"Ama sesini duymayı seviyorum. Sen konuşmazsan sesini nasıl duyacağım?"

Nurperinin parmaklarından ayrılan bakışları Tarığa saplandı. Birbirlerinin bakışlarına dalmış iki genci masaya yerleştirilen iki kase ve iki bardak kendine getirdi. Nurperi uykudan uyanır gibi sıçaramış ve hemen kendini geriye çekmişti. Garson uzaklaşana kadar da tekrar Tarığa bakmamıştı bile.

Sırf bir şey yapıyor olmak için limonatasından bir yudum aldı. Muhallebisini yemeye başlayan adama uyum sağlamak için kaşığın ucuyla muhallebiyi tattı. Yüzünü buruştırmamak için dümdüz duruyordu. Nişasta kokusu hiç güzel değildi. Şekeri de çok azdı. Nurperi tatlı severdi her şeyi. Ama karşısındaki adam yediği için bir şey demeden ağır ağır yemeye devam etti.

Tarık biraz rahatlaması için ona zaman tanımak istemiş ama muhallebisini kaşığın ucuyla yediğini gördükçe sık sık ne yaptığını izlemişti. Sevmiyordu belli ki. Neden kendine işkence ettiğini anlayamadı.

"Nurperi?"

Başını tabağından kaldıran kıza yine tebessüm etti.

"Beğenmediysen başka bir şey isteyelim mi?"

Nurperi bir kusur işlerken yakalanmış gibi başını iki yana sallayıp, adamı da beğendiğine ikna etme amaçlı koca kaşık muhallebiyi ağzına atmış hemen yutmuştu.

"Yok! Beğendim. Teşekkür ederim, beğendim."

Tarık başını salladı. Masanın üzerinde duran sol eline gözü takılıp duruyordu. Biraz önce parmağı değdiğinde yumuşaklığı çok hoşuna gitmişti. Bunu yaptığına inanamasa da kendine engel olamadı.

"Nurperi, biz seninle artık sık sık görüşürüz değil mi?"

Nurperi içtiği limonatayı masaya bırakıp, yutkundu. Başını onaylar gibi salladı.

"Annem izin verdikçe görüşsek?"

Tarığın yüzüne yayılan gülümseme çok güzel gösteriyordu onu. Nurperi az daha cesur olsa gözlerini uzun uzun incelemek isterdi. Hiç böyle renk görmemişti.

Tarığın eli, Nurperinin sol elinin yakınına doğru kayarak ilerledi.

"Peki elini tutsam kızar mısın bana?"

Yine başladı karnının ağrısı. Ne güzel rahatlamıştı. Tarığın söyledikleri yerinde kurt kaynıyormuş gibi kıpır kıpır etmesine neden oluyordu. Dediği şey yüzünden de gülmesi geliyordu. Fatmayla Ferit hep sokağın başına kadar el ele tutuşarak yürüyorlardı. Onlar gibi olurlardı Nurperiyle Tarık.

"Tutmayım mı?"

Tarığın sorusuna ısrarla cevap beklemesi, mecbur başını kaldırmasına neden oldu.

"Tut... Ama şey! Böyle birileri varken tutmasan olmaz mı? Ferit enişte Fatmanın elini sokağa girince bırakıyor. Büyüklere ayıp olur."

Tarığın tekrar kahkaha atmasıyla o da gülümsedi. Ve o anda masanın üzerindeki elin üstüne Tarığın iri eli kapandı. Çok ani olmuştu ve Nurperi asla hazırlıklı değildi. Elini ısırıyormuş gibi bir elektirik yayılıyordu. Koluna doğru uyuşarak ilerlemesine neden olacak kadar da güçlüydü.

Tarığın eli okşar gibi elinin üstünde minik minik hareket ettikçe bakışlarını oradan çekemiyordu. Bayılıp kalırsa Fatma onu kesin çimdiklerdi. Ama galiba bayılacaktı da. İçi geçiyordu çünkü elinin üstündeki ele baktıkça.

"Nurperi biz seninle artık sadece tanış sayılmayız. O yüzden her şeyi rahat rahat konuşmalıyız."

Tarığın sesini duyana kadar bakışları ellerinde saplanıp kalmıştı. Sonra dikkatle kendine bakan adamla göz göze geldi.

"Öyle mi? Yani ben ne yapılır bilmediğimden. Ne konuşayım ki?"

Tarığın muzip ifadesi daha da artmış, eğlenen bakışları parıl parıl parlamıştı.

"Öyle tabiki. Birbirimizle her şeyi konuşabilmeliyiz. Bak el ele de tutuşuyoruz. O yüzden şimdi neden muhallebi sevmediğin halde yemek için kendini zorluyorsun bana söylemelisin."

Nurperi pes etmişlikle omuzlarını düşürdü. Anlamıştı adam işte.

"Hiç güzel değil ama Tarık. Nişasta kokuyor. Hem şekeri de azıcık, tatlı bile değil."

"Güzelim o zaman neden başka bir şey istemedin? Neyi seviyorsan onu sipariş ederiz."

Nurperi tüm konuşmadan tek bir kelimeyi duymuş, gerisini algılayamadan kulakları uğuldamıştı. Güzelim demişti Tarık ona. Tıpkı Ferit eniştesinin Fatmaya dediği gibi. Nurperi de Tarığın güzeliydi. Kendini tutamayıp kıkırdadı. Eliyle de hemen ağzını kapattı. Vallahi de güzelim demişti. Hoşlanma buluşmaları güzel geçmişti. Nurperi hoşlanmıştı zaten ondan. Tarığında hoşlandığından emin oldu. Zaten buluşmak da istiyordu hep.

"Aklından geçeni bana söylemeyecek misin?"

Fark etmeden elini çekecek gibi olunca Tarığın eli sıkışmış ve avcundan çekilmesini engellemişti.

"Ama her şeyi söyleyemeyiz ki. Annem de Fatmada düşündüğümüz her şeyi söylemek çok da iyi değil diyor."

Tarık biraz daha masaya doğru eğildiğinde yüzleri arasındaki mesafe çok kısa kalmıştı. Böyle badem gözlerin arasına serpiştirilmiş küçük parıltılar daha belirgindi.

"Şöyle yapalım biz. Sadece ikimiz aklımızda ne varsa birbirimize söyleyelim. Ama başkalarına bu kadar rahat söylemeyelim, ne dersin?"

"Sadece ikimiz mi?"

Tarık onaylar gibi başını salladı.

"O zaman sütlaç isteyelim mi Tarık? Sen muhallebi istedin diye söyleyemedim ama çok güzeller. Bak orda, camın ardında. Fırınlanmış, çok da tatlı yapıyorlar. Olur mu?"

Tarık kendinden en fazla on beş santim uzaktaki yüzün ciddi ciddi söyledikleriyle başını geriye atarak güçlü bir kahkaha attı. Sırf kendi muhallebi yiyelim diye miydi kendine eziyet edişi? Onunla konuşurken ekstra dikkat etmeliydi. Kalbindeki dilinde olan biriyle iletişim kurmayı öğrenmesi gerekiyordu.

Nurperinin istediği sütlaçı söyledi. Hatta gönlü geniş kızın ikramıyla onun kasesinden iki kaşık sütlaç da yedi. Düşündüğünden bile güzel geçen buluşma nihayete erdiğinde adımları da geri geri giderken onları evlerinin yakınına getirdi.

Onu bırakmak istemiyordu. Nurperi konuşsa ve Tarım onu dinlese... Nurperi dikiş dikerken yaptığı hataları anlatsa Tarık onu izlese... Nurperi yaptığı yemeği babasına götürürken köpek kovalamasın diye göz göze gelmeyişinden bahsetse Tarık sade ve sadece seyretse...

Arabanın arka koltuğunda oturan kız durur durmaz iyi günler deyip inmişti. Köşe başına koşturarak gidişini ve bir çocuğa sarılışını gördü. Nurperinin kıkırdamasıyla yanındaki kıza döndü yüzünü.

"Ferit enişte gelmiş. Bakkala malzeme almaya gitmişti de yoktu bir kaç gündür. Fatma çok sevindi."

Hem tebessüm edip, hem konuştu. Tarık anlık kıza tekrar sarılan adama bakmıştı.

"Ailesi... Kızmaz mı öyle ulu orta görüşmesine?"

Burda kaldığı süreçte en çok duyduğu şey buydu. Kızlar bu kadar rahat hareket edemezdi.

"Ama onlar sözlü ki? Ailesi biliyor, evlenecekler üç ay sonra. Önceden ben gözcülük yapıyordum, öyle görüşüyorlardı. Yoksa bazı insanlar çok kırıcı. Kötü konuşurlar Fatma hakkında."

Tarık tekrar hasret gideren çifte bakıp Nurperiye döndü. Gülümsemesi yüzünden eksilmemişti bu gün.

"Biz bir daha ne zaman görüşürüz Nurperi?"

Nurperi omuzlarını silkti.

"Ben anneme bir sorayım mı? O izin verince söylesem olmaz mı?"

Tarık başını ağır ağır salladı. Haklıydı. Canı istediği gibi görüşüp, gezemezlerdi. Kendine kimse bir şey demezdi ama Nurperinin üzüleceği laflar söylenebilirdi.

"Ben artık gideyim. Teşekkürler Tarık. Sütlaç çok güzeldi."

Bunu çok güzel bir musumiyetle söylemişti.

"Ben teşekkür ederim Nurperi. Çok güzel bir gün geçirdim sayende."

Nurperi başını sallayıp arabadan çıktı. Ardında öylece duran adama dönüp bakmak istiyordu ama ayıp olurmu olmaz mı bilmiyordu. Gözleri düşüncelerine dayanamadı. Kaçamak bir bakış atmak isterken öylece onu izleyen adamla göz göze geldi. Yüzünü kaplayan bir gülümsemeyle bakmış sonrada koşar adımlarla yokuş aşağı ilerlemeye başlamıştı.

Eve gittiğinde, annesine ne yaptılar anlattığında, akşam babasını karşıladığında bile ayakları yere basmıyordu sanki. Aklı sürekli Tarıkla doluydu. Onunla konuşmalarını düşündükçe kalbi sürekli koşmuş gibi çarpıyordu. Sanki çok yemek yemiş gibi bir lokma yiyemedi o akşam. Babası da halinin farkında hanımıyla yalnız kalmasını bekledi. Nurperi odasına çekildiğinde Şükran hanım olanları anlatmıştı ama Mehmet beyin hissettiği tek şey korkuydu.

Mühendis çok düzgün biriydi ama kızının dengi değildi. Ailesinin çok varlıklı insanlar olduğunu duymuştu. Hem büyük şehirde okumuş, tahsilli biriydi. Burdaki çalışma süreci de uzun değildi. Onun perisini kırarsa diye endişe yüreğini sıktı.

Hanımına bir şey demedi ama mühendisle görüşüp, uzak durmasını rica edecekti. Onun kızı kaldıramazdı incitilmeyi. Melekti o, kanatları camdandı. Bu gün kuş olup uçan kalbi yüksekten yere çalışırsa Mehmetin yüreği bunu kaldıramazdı.

Bütün gecesi öylece düşünmekle geçmişti. Mühendise ne derse ayıp etmeden kızından uzaklaştırır bilemiyordu. Birde Allah affetsin adamın gücüne gider de işinden olur mu düşüncesi didikliyordu kurt gibi içini.

Sabaha karşı hiç bir işin kızından değerli olmadığına karar verdi. Başka iş yapardı. Yaz geliyordu zaten, tarlalara giderdi. Kışa da Allah kerimdi zaten.

Sabah erken saatte kızının hazırladığı kahvaltıyı yerken ondan çekemedi bakışlarını. Sanki bir anda değişmişti Nurperisi. Yüzü başka parlıyordu. Gözleri ışıl ışıldı. Gönlü tattığı meyvenin lezzetine çok hızlı kapılmıştı. Onu üzecek olmak baba yüreğine büyük zulümdü ama Mehmet gerçeklere kör olmayacak kadar dünyada gün geçirmişti.

Kızının alnına öpücük kondurup çıktı. Dili duayı hiç bırakmadı. Evladı için hayırlısı diye diye yürüdü yolları.

Öğlene doğru beklediği ayağına gelmiş oldu. Selam verip gülümseyen adama iki dakikalık konuşma isteğinde bulundu. Bir baba olarak çok zordu şu an yaptığı.

Ona dikkatle bakan mühendise ne diyeceğini bilemedi. Ağzından zor şer kızım çok narin benim sözleri döküldü. Yazık olur ona, iyileşemez diye devam etti. İnsanlıkta eşi benzeri yoktu Nurperinin ama dünya da kimse de insanlığa bakmıyordu artık. Denginiz değil, incitirsiniz diye zor bela üç beş kelime söyleyebildi. Tüm cesaretini toplayıp onu sessizce dinleyen adamın gözlerine baktı. Siz onu bırakıp gittiğinizde solar, kurur, yok olur, kıymayın evladıma diyerek korkusunu anlattı.

Hiç bir şey demeden öylece dinleyen adama başıyla selam verir gibi bir hareket yapmış sonra da kendi bekleme yerine doğru yürümüştü. Bekçi kulübesinin penceresinden bir saat boyunca öylece dikilip kalan adamı izlemişti. Sonra geri geri yürüyüp, ardını döndüğünde derin bir nefes çekti. Nurperi daha fazla olmayacak düşlere dalmadan uyandırmak en doğru olanıydı. Kızı için üzülen yüreğine, canı yanmasın diye yaptık diyen aklı ortak oldu.

O babaydı. Evladı incinse onun dünyası yıkılırdı. Ve Mehmet biliyordu ki kimse koskaca zengin, mühendis oğluna bir bekçinin kızını istemezdi...

Akşam eve gittiğinde onun sevdiği yemekleri hazırlamıştı hanımıyla, kızı. Sürekli yavrusunu izliyor, artık gelmeyecek haberlerde çok üzülürmü kafasında tartmaya çalışıyordu.

Akşam yemeğinin masası toplanıp, her akşam kızının elinden içtiği kahveyi beklerken kapı çaldı. Nurperi bulaşıkları yıkamış, babasının kahvesini yapacakken kapı sesiyle mutfaktan çıkmıştı. Annesi de dikiş odasından elinde teğellediği etek le bakındı. Bu saatte pek gelenleri olmazdı.

Mehmet önden yürüyüp kapıyı açtığında öylece kala kaldı. Hiç beklemediği adamın varlığını sorguladı. Az geriye çıktığında Nurperi de karşısında dikilen adamı görmüş, gözleri iri iri açılmıştı.

Kucağında bir demek gül ve kutu olan adamın evlerinin kapısında duruyor olmasıyla eli göğsüne gitti.

"İyi akşamlar Mehmet abi... Müsaaden olursa hayırlı bir iş için rahatsız ettim sizi....

🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋



Ahu ona gösterilen banyoda abdestini aldıktan sonra karşısındaki aynada kendine baktı bir süre. Birazdan nikahlarının kıyılacağı gerçeği aynadaki aksi tarafından bağırılıyordu sanki.

Ne yaşadığını idrak edemeyecek kadar kaybolmuş bir hal içerisindeydi. Tek bildiği Korhanın onun için ne kadar değerli olduğu ve o adamın Korhanı sustururken kullandığı kelimelerin, canını ne kadar yaktığıydı.

Onu ilk tanıdığı zamanlara gitse kimsenin üzemeyeceğini, zırh gibi bir deriye sahip olduğu için canını yakamayacağını sanırdı kesinlikle.

Ama Ahu onunla yaşamıştı. Ahu Korhan'ı birebir yaşamıştı...

Kendine karşı acımasız tutumunu fark etmeye başladığında anlam veremediği her şey şu an yerli yerindeydi.
O yaşamını, babasından kalanları hayatta tutmaya öyle adamıştı ki şimdi kaybı canını çok yakıyordu. İşin en kötü yanı, Korhan sessizce bir yaranın iyileşmesini bekleyecek o kişi değildi. Korhan kabuk tutacağını hissettiği an o yarayı geri deşiyordu.

Ahunun hayattaki diyeti, hiç bir mutluluğu tam yaşamayışı, her anda içine yüklenen vicdan azabıyla kalmaktı. Korhan ise açılan yarayı taze tutarak ödüyordu kendince bedelleri.

Ona sorduğunda berbat bir abiydi kendince. Ama Ahu buna inanmıyordu. Çünkü Nurperi de kötü bir anne olduğunu iddia ederken Korhan onun muhteşemliğini gözleri parlayarak anlatmıştı.

Suhandan, Korhanı dinlemeyi öyle çok isterdi ki. Aşık olduğu an, ilk işi abisine Ahiyi anlatan, içindeki mutlulukları ilk abisiyle paylaşan Suhanı, Korhana da dinletmek isterdi.

Şimdi ona verilen feraceyi giyerken, başına örtmesi için bırakılmış namaz örtüsüyle saçlarını kapatırken de gözleri kendi gözlerinden ayrılmadı hiç.

Onun karısı olacaktı. Kalbini, tenini, zamanını, nefesini, acısını paylaştığı adamın karısı olacaktı...

Nurperi gerçekten annesiydi artık. Suhan, kız kardeşiydi. Onları bulduklarında kocaman bir ailesi olacaktı Ahunun.

Sonra derin bir nefes alıp çıktı banyodan. Onu bekleyen kadın tebessümle seyrediyordu.

"Maşallah ay parçası gibisin kızım. Nasıl da güzel olmuşsun? Damat niye sabırsız öyle belli ki."

Kadının muzip bir bakış atmasıyla Ahunun da dudakları kıvrıldı.

"Teşekkür ederim ama nikahı ben istedim. Damat beyde ses yoktu şu ana kadar."

Kadın yaşına göre çok daha diri bir hareketle camın perdesini aralayıp, kıkırdadı.

"E yavrum o zaman bu garip niye her an korkuluklardan düşecek gibi sağa sola bakınıyor?"

Ahu yaklaşıp baktı gösterilen yere. Korhan tam karşılarında kalan merdivenlerin başında hakikaten eğilmiş aşağı doğru bakıyordu. Hazırlanması uzayınca, kaçtığını bile düşünmüş olabilirdi. Ve yine kadın haklıydı, alt katta kalan odalara bakıyorum derken her an düşecekmiş gibi duruyordu. Zaten o ahşap korkuluklar Ahuya hiç de güven vermemişti.

"Yanlarına gidelim mi? Kafasında kurmaya başlar şimdi."

Nefise hanım gülümseyip, başını salladı. Kapıdan çıktıkları anda Korhan hareket eden görüntüyü yakalayıp hemen oraya kilitlemişti gözlerini.

Önden çıkan yaşlı kadını ve ardından ilerleyen Ahuyu gördüğünde soluğunu tuttu. Kelebeği çok güzeldi. Şimdi Korhanın gelini olmak için hazırlanınca daha bir güzelleşmişti. Beyaz örtü simsiyah kaşlarını ve gözlerini daha bir belirgin hale getirmişti sanki. Yüzünün hatlarının üzerinden bir kalemle geçilmişcesine dikkat çekiyordu.

"Abdestini doğru aldın mı?"

Ardından gelen sesle adım adım avluda ilerleyip kendine gelen, gelininden ayırdı gözlerini. Soruyu anlamadı da.

"Bakma öyle! Abdestini doğru aldın mı?"

Korhan ters ters baktı.

"Abdest almayı biliyorum!"

Timur ise bu tarafa ilerleyen iki kadına anlık bakıp geri Korhana çevirdi başını.

"Biliyor musun demedim, doğru aldın mı dedim! Şu haline bakınca ilk ayaklarını yıkamakla başlamış olabileceğin aklımı zorluyor."

Korhan yine ters ters baktı. Şu an keyfini kaçırmak istemiyordu asla.

"Ahuya iyi bak Korhan! Beni Atillaya mahçup etme."

Korkuluklara dayalı ellerini çekip, ahşap merdivenlerden kendine gelen kızla göz göze geldi.

Timur konuşmasını devam ettiriyordu.

"Beni nikahınızı kıydığıma pişman etme. Aylardır izliyorum seni. Ahunun sendeki değerini görüyorum. Önünü açtığım hediyenin kıymetini bil. Beni babalarının karşısında utanca boyama!"

Korhan hiç birini dinlemiyormuş gibi gözlerini Ahudan çekmiyordu ama her kelimeyi de aklının gizlerine nakışlıyordu.

"O benim umudum usta. Bak... Benim senin karşısında sessiz kalmama tahammül edemeyen, inancıyla beni ayakta tutan umut."

Korhan yanında dikilen adama öylesine bir bakış attı.

"Yediğin ekmeğe, içtiğin suya şükürsüzlük yapabilir misin? Ahu Nar bana verilen bir nimet. Üç kere öpüp,başımın üstüne koyarım sadece ben onu."

Yanlarına ulaşan kadınlarla kendi aralarındaki konuşma da bitmiş oldu. Timur geçmişte kalan bir anın tekrarını yaşar gibi yüzünü izledi bir kaç saniye Ahunun. O zamanlar nikah şahidiydi. Şimdi nikahı kıyacak kişi olarak yer alıyordu. Kaderi ona, ilk annesine şahitlik vermişti şimdi ise kızının nikah duasını edecek olan o kişiydi.

Hiç bir şey demeden korkuluklara yürüyüp aşağıdaki birine seslendi.

"Mahmut! Eyüpü de al gel oğlum. Abdestli olun."

Aşağıdaki adamdan sadece "tamam usta" dışında bir ses çıkmadı. Ahunun bacakları titriyordu sanki. Odada gayet için rahatken şu an ağzını açsa birbirine çarpacak dişlerinden korktu.

Neden böyle olmuştu ki bir anda? Odadan çıkar çıkmaz Korhanla göz göze gelişi içinde bir fitili ateşlemişti sanki.

Ona hep çok güzel bakardı Korhan ama şu an...

Ahu kendini ulu orta, çıplak hissedeceği kadar yoğundu kehribarları. Erimiş ateşi andırıyordu irisleri.

Merdivenden gelen seslerle sıçrar gibi çıktı takılıp kaldığı o andan. Korhanla birbirlerine baktıklarının bile idrakını o an yapabilmişti.

Timurun önden odaya girmesiyle, iki adam da ardından girmişti. Korhan baştan aşağı kendini bir kez daha süzüp, kokusunu hissetmek ister gibi derince bir soluk aldı.

"Ahu Nar..."

Adını bir duayı fısıldar gibi seslendi. Tam olarak yaptığı da buydu. Bir duaydı Ahu Nar. Kabul olsun diye aylarca, yıllarca yalvarılacak, yaratıcıya onu bana ver diye ağlanacak bir duaydı.

"Bizi bekliyorlar Korhan..."

Mırıltı gibi çıktı sesi. Korhanın yutkunma isteği çok baskındı ama heyecandan kupkuru olan ağzı derdine derman olamıyordu.

Başını sallayıp, eliyle yolu açarak Ahunun yürümesini işaret etti. İçeride herkes yerlerine geçmiş onları bekliyordu.

Ahu kendi ve Korhan için bırakılmış mindere doğru ilerleyip, zarif hareketlerle oturdu. Korhan da yanına geldiğinde başını eğdiği yerden kaldırdı.

Timurun önünde yer alan rahlede bir şeyler yazdığını gördüğünde anlamadı ama sormak da istemiyordu.

"Usul bozulmasın. Yazılı da bir nikah aktiniz olsun. Mehir olarak ne yazalım kızım?"

Ahu ilk Timura bakmış sonra Korhana çevirmişti yüzünü. Böyle bir şey düşünmemişti hiç.

"Ben... Bilmiyorum. Bu gerekli mi?"

Timur aheste aheste başını salladı.

"Gerekli. Hakkın olanı isteyeceksin. İstersen talak hakkını talep et eşinden."

Korhanın gözleri ilk Timura kalkıp bakmış ama hiç bir şey demeden yine ellerinin üzerine düşmüştü. Evlendikleri anda boşanma ihtimalini duymak güzel değildi ama Ahu ne isterse Korhan verirdi zaten.

"Dilediği her şey onun usta..."

Bu şekilde talak hakkına onayını belirtmiş oldu. Ama Ahu kendine hiç bakmadan edilen sözlerin arasına sıkışmış korku tınısını yakalayacak kadar onu tanıyordu. Aklı bir kere Korhanın ona söylediği sözleri fısıldadı o anı gözler gibi. Aklımın içinde bir ses sürekli işi seninle bitince kendi hayatına dönecek diyor demişti. O sese kendimi sağır ediyorum ama bazen öyle hak veriyorum ki diye kalbini terk edilişe hazırlayışını anlatmıştı.

Ahu Korhandan çektiği bakışları, kendinden cevap bekleyen adama dikti.

"Bir ev istiyorum! Nurperi annenin evinden büyük olacak. Ahinin, Suhanın, annemizin rahatlıkla yaşayabileceği kadar geniş... Bahçesi de olmalı. Koşup, oynanılacak, ağaçlarına salıncak kurulacak büyüklükte olsun."

Ahu ev istiyorum dediği anda Korhan bakışlarını kaldırmıştı. Ahunun ağzından çıkan her kelimeyle kalbi ağzında atacak hale gelmişti sanki.

Ahu karşısındaki adama nasıl bir ev istediğini sıralarken Korhana bambaşka şeyler söylüyordu aslında.

Bir ev istiyordu ama beraber yaşacakları sözü ile birlikteydi o ev isteği. Kardeşlerini de istiyordu Ahu. Onları bulup, getirilimesini talep ediyordu. Yollarını gözleyen annelerini o evde görmek istiyordu. Aklını kaçırmıyorsa ve doğru anlıyorsa ilerde bahçesinde koşup, oynayacak çocuklar için salıncak kurma sözünü de hiç çekinmeden şimdiden talep ediyordu.

Gerçekten Korhan delirmiyorsa Ahu ondan talep ettiği her şeyin içerisine kendiyle geçecek bir ömrün sözünü de sıkıştırıyordu.

Yanında gözlerinin içine bakan kadını tutup öpmemek, sıkı sıkı sarılıp kaburgalarının içine hapsetmemek için dişlerini sıktı. Başını ağır ağır salladı. Gözleri Ahuda olsa da ağzından çıkanlar Timur için söylenmişti.

"Ne istiyorsa kabulüm. Hayal ettiği evi ona vereceğim..."

Oradan sonrası okunulan dualar, birbirini kabul edişlerini üç kez şahitler huzurunda yüksek sesle zikretmeleriyle tamamlandı. Atilla kızı Ahu Nar, Tarık oğlu Korhanın karısıydı artık.

Ahu alnına bırakılan öpücükle kapanmış gözlerini araladı. Korhanın gözlerinden kendine akan bu hisle baş etmesi çok zordu. Etrafında insanlar varken sadece yutkunuyor, bir şey söylemesi gerekiyor mu onu bile bilmiyordu.

Onlar neyin içindeyken, ne hale gelmişlerdi...

Odadan çıkanları gözünün kenarıyla fark edince ayağa kalkıp sağa sola bakındı. Timur dahil kimse kalmamıştı.
Onunla beraber Korhanın da ayaklanmasıyla gözleri etrafta dolanıp durdu. Nedenini bilmediği bir çekingenlik hali sirayet etmişti üzerine.

"Ahum..."

Korhanın sesiyle gözlerini bakıp durduğu gaz lambasından çekti. Ilık eller yüzünü kavrayınca yakınına girmiş Korhanın gözlerine bakabildi.

"Kelebeğim... Güzeller güzeli karım..."

O kadar kısık sesle söylüyordu ki kelimelerini, Ahu bu kadar yakın olmasa duyamazdı.

"Ahu Nar... Karımsın gerçekten."

Ağır ağır başını salladı. Alnına yaslanan alında gözleri geri kapanmıştı.

"Bu gün... Nasıl bir gün Ahu Nar?"

"Her şey... Çok karmaşık ve hızlı değil mi?"

"Her şey benim hayatımda yaşanmayacak kadar güzel. Gerçekliğini idrak edemiyorum. Suhan ve Ahi... Şimdi ise sen. Benim hayatımda üst üste bu kadar güzel şeyler olmaz Ahu Nar."

Ahu aralarında kalmış ellerini bedenine sürerek yüzüne çıkardı.

"Olmak zorunda artık. O kadar kötü şeyler yaşadık ki bizim de güzel şeyler görmemiz lazım. Çok canımız yandı Korhan ama iyileşmemiz gerekiyor artık."

"Çok korkuyorum ben Ahu Nar."

"Biliyorum bitanem. Bende senden daha az hissetmiyorum o duyguyu. Ama..."

"Ahu Nar, Suhanı gördüm. Sen tüm benliğinle hemen kabul ettin o adamın sözlerini ama aklım almıyor benim. Sen şimdi benden bir söz istedin. Onların içinde olacağı bir ev kurmam lazım ama ben buz gibi bir yerde Suhanı gördüm. Ona dokundum, şah damarında parmağımın ucunu gezdirdim. Mor dudaklarına bakamadım."

Ahunun sol gözünden kayıp yüzüne aşağı akan yaşı baş parmağıyla kuruladı.

"Ama... Korhan bu yapılabilir. İmkansız değil ki. Kalp atışları sadece cihazlarla tesbit edilecek seviyeye çekilebilir. Kan akışı yavaşlatılarak vücut ısısı düşürülebilir. Eğer seni gerçekten inandırmak istiyorlarsa, eğer adli tıpda bir doktoru böyle esir alabiliyorlarsa yapılabilir. Ben görmedim Ahiyi. Teyzem kimlik tesbitine girmiş. Şimdi çok daha umutlu hissediyorum. Sende bunu yapmalısın. Üstelik bu adam bize değilse bile babalarımıza sadık. İnanmak zorundayız. Onlar ne halde bilmiyoruz Korhan. Onları bulmak zorundayız."

Ahu bir adım geriye çekilip yüzündeki tüm hüzünlü ifadeyi silmişti. Olabildiğine kararlıydı.

"Hayatın boyunca bastığın her adımın altını kontrol ettin farkındayım. Bir yolu yürümeden kafanda yüz kere etrafını dolaştığını biliyorum Korhan. Ama bizim bu ihtimale sığınmaktan başka çaremiz yok. Öbür türlüsü... Bize o evi vermeyecek çünkü! Ofisine ilk geldiğim günü hatırlıyorsun değil mi?"

Ağır ağır başını salladı Korhan.

"Bana intiharlarını sormuştun. Gözlerindeki şüpheyi gördüm Korhan. Ama ben sana kızdığımda gözlerinden o şüphenin kayboluşunu da gördüm. Şimdi de bana inanmana ihtiyacım var çünkü biliyorum."

Ahu, Korhanın elini kalbinin üstüne yasladı.

"Burada hissediyorum. Korhan Ahi gittiğinden beri bir kere gördüm onu rüyamda. Bir uçurum dibinde Suhanla oturuşunu izledim. Eğer o gerçekten gitse kalbm bunu bilirdi. Ben hala kapı sesine bile geldiler diye sıçrıyorum. Telefonu her gün kontrol ediyorum bir çağrı, bir mesaj varmı diye. Aklımın kabul ettiğini kalbim reddediyor çünkü. Bana tekrar inanmak zorundasın. Bir kere bile intihat ettikleri ihtimalini sokmadım içime. Şimdi de öldükleri ihtimalini kazıyarak attım."

Korhan, Ahunun kararlılığıyla derin bir nefes aldı. Gerçekten bu ihtimalin ötesinde hiç bir şeyi düşünmemeliydi. O zaman Ahunun gözlerinde yanan inanca hemen tutunmuştu. Hiç tanımadığı bir kızın iki kelimesiyle "acaba" dediği her düşünceden arınmıştı. Ahuya inanmak onun yaptığı en doğru şeydi. Nerede ve ne halde olduğu belirsiz kardeşlerinin yaşadığı söyleniyorken daha fazla kendi cehennem ateşini harlayamazdı.

Ahu üzerindeki feraceyi çıkarırken, başındaki örtüyü açarken onu izledi ama aklı kırk farklı cümleyi sıraya dizmeye başlamıştı bile.

Nereden başlaycağını bilemiyordu. Ama daha fazla zaman da kaybedemezlerdi.

"Planlarını öğrenelim Ahu Nar. Bizi buraya çektiyse mutlaka bir şry var aklında."

Ahu elindekileri katlamayı bitirince Korhana döndü yönünü. Ağzını açtığı anda ise bir iki öksürükle içeri giren adamı fark etti.

"Dinlenin... Benim yapmam gereken görüşmeler var."

Korhan duruşunu dikleştirip Timura baktı.

"Görüşmelerin bir süre bekleyecek ihtiyar. Benim sorularım hala cevapsız çünkü."

Timur dalga geçer gibi bir bakış atıp her zaman oturduğu sandalyesine geçip yerleşti.

"Gece uzun çocuk. Çok konuşasın varsa buyur."

Korhan Ahunun elini tutup yanına çekti. Timur bu sefer biraz evvelki bakışları ellerine bakarak ettı.

Bilerek yapılan bir hareket olduğuna öyle emindi ki. Nikahın nimetlerini kullanmayacağını hiç düşünmemişti zaten.

Geçip karşılarına oturduklarında hangi soruyla başlayacağını merak etti.

"Amacınızı taktir ediyorum. Babalarımızın bu uğurda verdiği emeğe liyakatsizlik edecek insan değiliz biz. Ama çok fazla yerine oturmayan taş var."

"En çok gözüne batan taşla başla o zaman."

Korhan onlara anlatılanlarda en çok dikkatini çeken ayrıntıyla başlamaya karar verdi.

"Hüküm Çağı dedin. Yeni bir çağ açacağınızın altını çizdin. Ama istihbarat bile ikiye ayrılmış. Devlet ve hükümet arasında sıkışıp kalmış. Planınız ne?"

Çok hızlı bir giriş olmuştu. Allah biliyor ya Timur bu soruyu en sona bekliyordu. Orda işte içinde bir rahatsızlık hissetti. İlk sorusu bile bu kadar güçlüyken diğerleri ne kadar derine iner kestiremedi.

"Plan... Plan çok açık. Biz devletiz. Yüzyıllar geçer. Hükümetler gelir gider. Devlet bakidir bu sefer de öyle olacak. Biz, bize imtiyazlar açtıracak anahtarı bulacağız ve düzene el koyacağız."

"Onu soruyorum ya! Ne yapacaksınız?"

Timurun dudağı kıvrıldı. Nasıl da bildiği soruları sormayı seviyordu. Kayınpederiyle en çok benzeyen yönü bu olabilirdi.

"Devlet, yönetime el koyacak."

Korhanın kaşları kalktı. Ahu da duyduğuyla şaşırmıştı.

"Darbe mi?"

Timur ağırca başını salladı.

"Darbe..."

Korhandan kınayıcı, küçümseyici bir bakış alabildi bunun karşılığında.

"Askere, polisi mi kırdıracaksınız?"

Bu bir soru değildi. Bu bir aşağılamaydı. Timurda aynı şekilde küçümseyen bakışlarını Korhana ve kaşları çatık onu izleyen kıza çevirdi.

"Darbe dedim çocuk, oyun oynayacağız demedim. Sana istediğin öcü vaad ediyoruz."

Korhanın duruşunu dikleştiren, bakışlarını keskinleştiren işte bu cümleydi.

"Kısas!"

Timur yine başını sallayarak onayladı.

"Darbe dediğin halka izletilen değildir Korhan. Darbe sessiz sedasız olandır. Ayaklanma başlatmayacak kadar iz bırakmadan yürürsün. İlk hükümetin en başındakini, olabilecek en doğal şekillerle ayak altından çekersin. Sonra oraya yeni seçimlere kadar kendi vekilini yerleştirirsin. Sabırla ilerlersin darbede. Ağır ağır istifalar başlar. Gizli kapaklı odalarda konuşulanlar ifşalanır. Yavaş yavaş boşaltırsın koltukları ki kendin için yer açılsın. Karmaşa çıkarmadan, adım adım ilerlersin hedefe. Bunu yaparken kardeşi kardeşe kırdırmazsın. Ordunun kardeşidir emniyet. Sırtını yaslamak için var, sırttan bıçaklamak için değil! Senin darbeni sen hariç kimse bilmez. Sonunda tüm koltuklar doğru kişilerle doldurulduğunda başlar savaşın. Artık cenk meydanı yok! Masa başında akıtacaksın tüm kanı. O masanın en başında oturacaksın. Ambargolar, yaptırımlar zırhlanmış derine işlemeyecek. Çünkü dünyanın en güçlü silahı zaten elinde olacak. Paraya hükmedecek gücün varsa ve bununla beraber çok daha başka bir amacı elinde tutuyorsan şifa sensin. Elini açmış medet dilenen her cana şifa bir tek sensin!

Duyduklarını hazmetmeleri için bir süre zaman tanıdı ikisine. Korhan yürütülecek planın şiddetini düşünürken Ahu bambaşka bir şey için dişlerini sivriltti. Tıpkı Korhan gibi kısas istedi özleme, acıya, yalnızlığa hapis bırakılan on sekiz yılı. Başını kaldırınce onu izleyen adamla göz göze geldi.

"Ben de kısas istiyorum!"

Timurun dudağı sağa doğru kıvrıldı.

"Biz anne babamızı kaybettiğimizde beş yaşındaydık. Korhan çocuk yaşta neler yaşamak zorunda kaldı. Nurperi annemin canı çok acıdı. Suhan! Suhanı korkuttular. Beni Ahisiz bıraktılar! Ben kısas istiyorum!"

Korhan tırnağıyla derisine zarar veren kızın elini kavradı. Ahunun gözünden yaş kaydı ama ifadesi ağlamaktan çok uzaktı. Buz gibi bir surat vardı sanki karşısında.

"Babam ve annemin öldüğü gibi bir ölüm istiyorum onun için. Tarık babamın adına sürülen lekenin bin misli bir lekeyle gömülecekse sana o anahtarı bulur, veririz..."

 

Loading...
0%