Yeni Üyelik
11.
Bölüm

GÜZ & KIRLANGIÇ

@orenda

 

 

BÖLÜM-11-

 

Sabah ışıkları kara bulutların arasından sızıp şehri aydınlatana kadar uyumadı Korhan. Aklı karman çormandı. Zahir'le olan görüşmesinden sonra sürekli zihnini aynı soru cümlesi istila ediyordu.

'Peşinde kimler var ve neyi arıyorlar?'

Kokusunu alıyordu Korhan. Yaklaşan ve içini daraltan bir şey geliyordu.

Beyninin içinde ucu bucağı görülmeyen bir soru listesi vardı. Üstün körü bir hesap yaptığında o adam siteye Ahu ikinci sınıfın ikinci dönemine başlayacağı zaman girmişti. Buna göre dört yıldır sürekli, sessizlik içinde kızı gözetlemişti. Ahu'nun konuşma tavrından adamla çok konuşmaları olmadığı net anlaşılıyordu.
Adam bir gözcüydü!
Ama neyi gözlüyordu orada tıkandı Korhan.

Her gününe aynı saatte başlar ve aynı düzenle devam ederken şu bir kaç hafta onu tekrar en dibe çekmeye çalışıyordu. Hayatta en değer verdiği gitmişti. Niye, nasıl hiç bir soruya cavap bulamamıştı ama avucunun içinde bir gerçek vardı.
Sûhan!!!

Sûhan yoktu artık. Kalbi sıkıştı, nefesi daraldı. Sûhan yoktu değil mi?
Annesi düştü zihnine. Ona söyleyemezdi! Ona bir kaybı daha olduğunu acımasızca söyleyemezdi. Annesi insanlar tarafından "saf" olarak nitelendirilen biriydi. Korhan onun bu dünya için fazla merhametli ve fazla iyilik dolu olmasının sonucu olarak böyle etiketlendiğini biliyordu.

Şimdi babasından kalan ve Korhan sayesinde olabilecek en güzel şekliyle düzenlenmiş evlerindeydi. Yanına güvendiği bir kadını yerleştirmişti.
Bir dava sonucu tanıştığı, hayatta kimsesi kalmamış bir kadını...

İyi arkadaş olmuşlardı. Emine hanım diğer insanların aksine annesinin kalbinin aklığını görüyor ve onu saf olarak nitelendirmiyordu.

Akli melekeleri için bir raporu yoktu ama hayatta korunmasız kalırsa yaşayamayacak bir kırılganlığı ve kötüye dair her şeyi reddeden bir yapısı vardı. Babası da o yüzden çok sevmişti annesini.
Korhan emindi, babasının ailesiyle hiç bir bağının kalmama nedeni annesinin durumuydu. Yıldıray ailesinin kanına yakışmayan bir kadındı neticede. Mesela türlü saray oyunları bilmezdi. Kendine yöneltilen kötülüğü anlayamazdı. Zarar gördüğü kişiye bile merhamet ederdi ve gülerken bir çocuk neşesi taşırdı.

Hayır! Asla onların bahsettiği gibi zihinsel bir engeli yoktu. Sadece...

Sadece kalbinde bir süveyda ile doğmamıştı.

Babasının kaybında bile hatırlıyordu Korhan annesinin metanetini. Salondaki babasının resmine her gün bakıp "çocuklara çok iyi baktım bu gün Tarık" deyişini asla unutmazdı. Korhan hukuk fakültesini kazandığında büyük bir gururla o resmin karşısına geçmiş ve " o senin gibi çok akıllı, çok iyi anne oldum ona" demişti. Aferin bekleyen bir çocuktan farkı yoktu. Dikiş dikerek kazandığı üç kuruşları bile müjde verir gibi o resime anlatırdı. Sûhan'ın yaramazlıklarını, Korhan'ın onlar için yaptıklarını her gün rapor verir gibi atlamadan o resimle paylaşırdı.

Annesine, Emine hanımı götürdüğünde de aynısını yapmıştı. Babasının resmine koşmuş oğlunun ona bir arkadaş getirdiğinin müjdesini vermişti. Korhan dikkatle Emine hanımı izlemişti. Tepkisine göre onu o evden çıkaracaktı. Ama acıyla harmanlanmış kadın dudaklarında tatlı bir tebessümle annesini izliyordu. Ona aşağılayarak değil merhametle bakıyordu.Gerçekten birbirlerine dost olmuşlardı bu beş senede. Annesini çok uzun aralıklar ve çok kısa zamanlar içerisinde görmeye giderdi ve onu mutlu görmek bir çok şeye bedeldi.

Dünyasını tekrar karartamazdı!

Babasının gelmeyeceğini kabullendiğinde o resimi gelmesi için ikna etmeye çalışmıştı. Günlerce karşısında akıllı bir kadın olma sözü vermişti. Daha güzel yemekler yapmayı öğreneceğini, çocukları daha güzel giydireceğini ve hatırladıkça genzini yakan bir sürü söz. Şimdi aynı şeyi ona bir daha yaşatamazdı. Tekrar bir resme bakarak dönmesi için ikna etmeye çalışmasını izleyemezdi. Bir şey bulmalıydı. Annesin üzmeden, Sûhan'ın uzak olduğuna inandıracak bir şey...

Baş ağrısı hızla tekrar şakaklarına saplandı. Uykusuzluk ve alkol zihnine kör bıçaklar olarak dönüş yapıyordu.

İçerde uyuyan kız düştü sonra aklına.'Ahi' diye deliren kız. Simsiyah saçlı, ay kadar beyaz tenli kız...

Yıllar geçip giderken Korhan'dan da yaşamsal becerilerini almıştı galiba. Yoksa kardeşini kaybetmiş bir ağabey ortalığı yıkarak ağlamaz mıydı?
Yapamıyordu!

Korhan deli gibi istese bile içindeki zehiri boşaltacak bir damla yaş akıtamıyordu.

Ama içini bir görse insanlar, küflenmiş acılarının üzerine serilmiş Sûhan'ın cesedine bir baksalar Korhan'dan geriye bir şeyin kalmadığını anlarlardı. istemsizce onun ne düşündüğünü merak ederken buldu kendini. Ahu ona bakarken ne görüyordu acaba? "Ruhsuz" diyor muydu mesela? "Kardeşin öldü senin?" diye tokatlamak istiyor muydu ya da? Yutkunamadı!

Ne önemi vardı bu ayrıntıların? Sûhan gitmişti ve Korhan kabul etmek istemese de artık tamamen bitmişti...

Korhan kendi ceheneneminde yanarken, kor parçaları birine daha sıçrıyordu. Farkında değildi belki bu durumun ama düşünce gücünün sirayetimi bilinmez Ahu'da istemsiz Korhan ve Sûhan'ın arasında ki ilişkinin boyutunu tartıyordu içerisinde.

Adam hep çok kalın bir perdenin ardından bakıyordu ona. Ama bazen anlık aralıklarını görmüyor değildi ki Ahu. Sûhan'ın adı geçtiğinde ve en çok da tanımadığına dair serzenişinde görmüştü onu. Korhan bilmese de olurdu, Ahu onu yakalamıştı. Çok parçalanmış bir haldeydi. Bunu görmüyor değildi sadece çok iyi ceset saklayan bir bünyesi vardı.

Onu asla yalnız bırakmayacağına emin olduğu ses yine yankılandı kalbinin derinliklerinden.

'Acının en güçlüsü bağıra çağıra feryat ettiren mi yoksa bağıracak kadar bile tâkât bırakmayan mı Ahu?'

Buna cevap verebilecek bir kul yoktu Ahu için yer yüzünde. Herkes kendi cehenneminin ateşini güçlü sanıyordu işte. Kimse kimsenin yerine acı çekmiyordu ki nereden bilecekti insanlar hangisi daha büyük?

Daha fazla burada durmak ve daha da fazla düşünmemek için uykuya dalamadığı yataktan doğruldu.

Ziyan olmuş hayattı ikisi de. Umarsız, sorgusuz, acımasız bir düzen kurulmuş sonra onlara ne olduğu kimse için önemli olmamıştı. Mahvolmuşlardı!

Kalkıp kendine çeki düzen verdi. Adımları çok sessizdi. Mutfağa ulaştığında adamın varlığıyla bir an adımları duraksadı.

Korhan kahvesini alıp omzunu cama yaslayarak ne düşünüyordu bilmiyordu ama Ahu ona bakınca yıkılmamak için toprağa tutunmaya çalışan bir çınar görüyordu. Dallarına bayağı hasar almış ama kökleri yer altına saplanmış güçlü bir çınar...

Korhan adım seslerinden anlamamıştı geldiğini ya da her hangi bir hareket değildi ardındaki kızın varlığını duyuran. Kokusuydu...portakal çiçeği ve belki biraz vanilyayla harmanlanmış, baharı anımsatan kokusu.Korhan kimsenin kokusunu derinlemesine düşünmezdi ama koku hafızası denilen olayın bu kadar keskin olduğunu da bilmezdi. Ahu Nar sayesinde öğrenmiş oldu!

"Günaydın..."

"Günaydın..."

"Uyuyabildin mi?"

Gözlerini baktığı manzaradan çekip kıza kilitledi. Tabiki uyuyamadığını biliyordu ama nedensizce sesini duymak istiyordu da.

"Uyudum..."

Yüzünde varla yok arası bir gülümseme geçip gitti adamın.

"Yalan söylemek konusunda pratiğin zayıf değil mi?"

"Bilmem, üzerine çok düşünmedim. Tabiki anlık kurtulmak için söylediğim yalanlar oldu ama pratik yapmadım açıkcası."

"Evet fark ettim."

"Sorardım nasıl diye ama avukatlar anlıyormuş gibi bir şey duymuştum."

Bu sohbeti sevdi Korhan. Hatırlatan, tüm kara bulutları tekrar üzerine toplamayan güvenli bir konuydu. Birinin bilmesine gerek yoktu ama Korhan kendinden de bir şey saklayacak acizlikte biri değildi. Sesini istiyordu. Duymak, üzerine düşünmek, ahengini yakalamak bulmaca gibi bir his veriyordu.

"İnsanları tanımakla ilgili diyelim biz ona."

Ahu'nun konuşmasını beklemeden elindeki kupayla tezgaha yürüdü.. Ahu öylece sırtı ona dönük adama baktı, ne yaptığını anlayamamıştı. Aradan iki dakika bile geçmeden kendinin bir eşi olan kupayla ona doğru yürüyen adamdan gözlerini ayıramadı.

Eliyle de mutfakta bulunan uzun ince masayı işaret etti.

"Kahve içmeden sizde yaşıyamıyorsunuz, biliyorum."

Elindeki dumanı tüten kupayı alıp dudaklarına yasladı Ahu. Kaşları istemsiz havaya kalkmıştı. Damağında dağılan tat ile bir kaç saniye duraksadı. Gerçekten kalite seviyordu adam. Bu kahve için karaciğerinin bir miktarını bağışlayacak arkadaşları vardı çünkü.

"Nereden biliyorsun?"

"Bir arkadaşım var. Şu anda yurtdışında görev yapıyor ama okul dönemimiz beraberdi ve termosla geziyordu. Tıp da okuyup uykuya doymak diye bir şey yok ha?"

"Öyle sanırım."

Biraz önce daha parlaktı hareleri şimdi ise dışarda kalan rezidansları turlarken ışıltısı kaybolmuştu. Okulu hatırlamak mı üzmüştü acaba onu?

"Bu gün bahsettiğim arkadaşımla görüşmen var Ahu Nar! Dekanın yanına uğrayıp kurulun toplanacağı günü de öğrenelim."

"Ben kendi dönemim içerisinde hiç bölümü donduranla karşılaşmadım, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."

Parmakları daha sıkı sardı elindeki kupayı. Çok saçmaydı ama avuç içleri hafif pembeleşen suratı içinde hissetmek istiyordu. Korhan böyle şeyler istemezdi. Dişlerini daha bir hırsla geçirdi alt dudağına. Saçmalıyordu!

Baş ağrıları onda kafa yapmaya başlamıştı galiba. Olmadık anlarda çok saçma şeyler düşünmek gibi huyları yoktu onun.

"Her yönetim de farklılıklar vardır. Okulun özel hallerde dondurmana onay verse de stajını tamamlaman gereken hastane yönetimine sunulan TSSB nedeni için bir uzman raporu istiyorlar. Onlarda son dönemin olduğu için muhtemelen. Bir yıl önce olsa bu kadar uğraşmak zorunda kalmazdık."

Bir yıl önce ne olsa bu kadar zor olmayacağını Ahu sormadı. Biliyordu Korhan'ın kayıplarını kastetmediğini. o an için sadece okulu dondurma odaklı konuştuğunu anlıyordu. Cümlesi biter bitmez asılan yüzünden de kullandığı cümlenin bilmeden can yakabilecek bir etkiye sahip olduğunun farkına vardığını anladı.

"Özür dilerim."

"Ne için?"

"Bunu neden yapıyorsun ki? Yani neden okulumu umursuyorsun, senin benim okulumdan çok daha büyük sorunların varken üstelik."

Bunu kendine de soruyordu Korhan. Çünkü tanımadığı bir kişinin okulunun bitmiş olması, yanmış olması hiç onu ilgilendiren bir detay olmazdı. Sonra düşünmek istemediği bir fotoğraf canlandı gözlerinin önünde.

Sûhan'ın telefonunda rast gele açtığı ve sadece bir tanesine bakacak kadar güçlü kalabildiği o fotoğraf. Ahu'nun evinde çekilmiş bir fotoğraf...

Ahi yere oturmuşken Ahu koltuğa oturmuş bacaklarını Ahi'ni iki yanından sarkıtmış gülümsüyordu. Sûhan ise Ahu'nun ardında kalan koltuk başlığına oturup kollarını sıkıca dolamıştı Ahu'nun boynuna. Sağ elinde özellikle fotoğrafta çıkmasını istediği bir detay vardı.

Masa isimliği...

Orda Ahu Nar'ın adının başına eklenen "Dr." miydi onları öyle güzel gülümsemeye iten. Ve bir şey daha...

Aklında görüntünün sürekli dönmesine neden olan bir şey.

Çok zaman olmamıştı tanışalı ve olabilecek en kötü şekilde girmişlerdi birbirlerinin hayatlarına ama Korhan, Ahu'nun bir kere daha öyle güldüğünü görmek istiyordu. Bir fotoğraftan değil, o minicik dudak kenarında oluşan gamze bile denilemeyecek çöküntüyü görmek için yapacaktı bunu. Gözlerinin öyle kısılmasını istiyordu ve siyah incilerinin o minik aralıktan parıldayışına çok yakın bir mesafeden şahit olmalıydı.

Ama bunu Ahu'nun bilmesine gerek yoktu.

"İlerde pişmanlık yaşamanı istemiyorum ki yaşayacağına eminim. Üstelik o seni çok seviyormuş, bu bile bir sebep benim için."

Adını söylemiyordu kardeşinin. Ahu kaşlarını çattı nedensizce. Adını niye söylemiyordu? 'O' değil 'Sûhan' demek istiyordu. 'Lütfen onu çok özlediğini çok acı çektiğini söyle, dayanamıyorum!' dememek için ekstra güç harcıyordu sanki.

Korhan'ın Sûhan için bir şeyler söylemesine ihtiyacı vardı sanki. Ahu onu çok seviyordu, Korhan'ın da çok sevdiğini gösteren işaretlere muhtaçtı.

Bir kaç lokma bir şey atıştırdıktan sonra Korhan ile beraber bahsedilen doktorun kliniğine gittiler. Görüşme oldukça kısa sürmüştü. Korhan sebebiyle durumu bilen arkadaşı hazırlamıştı raporu. Daha sonra ise dekanla bir görüşme yapılmış ve adam Ahu'nun okulu bırakmayacağını sadece donduracağını öğrendiğinde kendi çocuğu için sevinen bir babanın sevinciyle sarılmıştı kıza.

Korhan bunu keskin hareleriyle anlamak ister gibi inceledi.
Fazlaydı bu tepki! İdealist, öğrencilerine düşkün bir eğitimcinin vereceği tepkiden çok daha fazlaydı. Her eğitimci kazandığı bir öğrenci için mutlu olurdu ama böylede büyük bir mutlulukla aydınlanmanın başka sebeplere de ihtiyacı olurdu. Bunu kafasında bir yere yazdı, sebepleri üzerine ayrıca düşünecekti.

Dekan elinden gelen en kısa sürede kurulu toplayıp onaylanacağının sözünü verdi ve bunu da defalarca tekrar etti. Git gide Korhan'ın gözüne battığının farkında olmadan parıltılı gözlerle bakıyordu Ahu'ya. Korhan ihtimal vermek istemiyordu ama bu ilginin temelinde farklı bir nedenin yatmamasını diledi. Böyle bir neden istemesede onu şiddete iterdi çünkü.

Akşam karanlığı çökmeye başladığında yeni eve girebilmişlerdi. Yol boyunca Korhan'ın telefonları hiç susmamıştı. Özellikle Ankara'da hâlâ takibini yürüttüğü davalar üzerine farklı farklı on kişiyle görüşmüştü neredeyse.

Ahu bu konuşmalara tanık olmak istemezdi ama Korhan nedense kulaklık yerine dışarı verdirmişti sesleri. Ahu adam hakkında çok çok net konuşamasa da davalarını yürütürken tamamen etik çizgiyi takip ettiğini savunamazdı. Yoksa sonuçlanması uzayacak bir dava da şahitlik edecek kişiyle resmen ifadesini değiştirmesi karşılığında anlaşa bileceklerini söylemezdi. Üstelik kullandığı kelimeler oldukça açık uçluydu ve görüşme sırasında elindeki bir diğer telefonla ses kaydı alınmıştı. Şantaj mı yapacaktı yoksa direk mahkemeye delil olarak mı sunacaktı anlamadı. Böyle bir şeyi delil diye sunamazdı heralde.

Korhan ise eve girdiklerinden beri kızın ona attığı anlık bakışların farkındaydı. Bu nedense hoşuna gitmişti. Araba da yaptığı görüşme sonrası hayrete düştüğünü görmemek için kör olmak gerekiyordu. Bir yanı soracak mı diye merakla beklerken diğer yanı hakkında ne düşündüğüyle ilgiliydi.

"Acıktık, ne yemek istersin?"

Ahu adam söyleyene kadar açlığının zerre farkında değildi. Bilmem dercesine omuz silkti.

"Canının istediği bir şey yok mu?"

"Hayır! Sipariş mi vereceksin?"

"Yemek yapma konusunda çok kötüyüm, mecbur dışardan söyleyeceğiz."

Ahu çok sevmiyordu dışardan yemeyi. Kullanılan malzemeden mi yoksa pişirme tekniklerinden kaynaklımı geceyi tuhaf bir yanma hissiyle tamamlardı hep.

"İstersen ben yapabilirim bir şeyler."

Korhan kaşlarını havaya kaldırdı. Pek yemek yapabilen birine benzemiyordu kız. Gerçi yemek yapan insanların nasıl bir tipi olurdu kestiremedi de.

"Yorma kendini."

"Dışardan yemeyi sevmiyorum."

Korhan daha fazla ısrarın onu kırabileceğini düşünüp olanla yetinmeyi kabullendi. Kız hakkında bir bilgiyi daha kaydetti zihninde onun için açtığı ajandasına. Çok büyük bir beklentiye girmedi. Ahu rahat olsun diye de ayak altından dolaşmaması gerektiğini düşündü. Mutfağı ve bir kaç eşyanın bulunduğu yerleri gösterip çalışma odasında işinin olduğunu söyleyip içeri girdi.

Hala üzerine çalıştığı dava hakkında neleri var elinde bir göz geçirip kayda aldığı sesi bir kez daha dinledi. Korhan'a göre ülkede adalet üç şekilde sağlanıyordu.

Birincisi; davalı ve davacılardan hangisi zenginse davayı o alırdı. Eğer iki tarafta zenginse, zenginliğini bonkörce ortaya koyanın lehine sonuçlanırdı. Ne zaman ki iki taraf fakir olur işte öyle adalet terazisi doğru tartardı.

Kendi cephesinde ise davalara iki şey yön verirdi. Para ve sırlar!

Parayla açılmayan bir kapının başındaysa biraz daha işine odaklanır ortaya dökülmesinin istenmeyeceği sırları avlardı. Sonuçta herkesin zaafları vardır değil mi?

İşte bu nedenle Korhan davalarında elini kirletmeden ilerlemezdi. Şimdiki davası da bir arkadaşının ricası üzerine elindeydi. Oldukça köklü bir tekstil firmasında gerçekleşen iş kazasında Adil Sağlam sol elini bileğinden itibaren kaybetmişken, iş veren kayıttaki kameraları silmiş, giriş için atılan imza dosyasında ki imzayı yok edip adamın o gün iş yerine hiç gelmediğine dair rapor tutturmuştu. Yanında çalışan üç dalkavuk da şahitlik etmekten çekinmemişti. Arkadaşı boşanma davalarına bakan biri olduğu için Korhan'la bağlantıya geçmiş ve ne yapılabileceği üzerine uzun uzun konuşulmuştu. Ama bu kadar yoğunluk içerisinde davayı kabul etmesine sebep bu değildi. Sebep "adamın keşke sağ elim olsaydı, ben solağım. Şimdi sağ elimle kızıma yemek yediremem ki" diye karşısında ağlayışıydı. Karısını kaybetmiş, küçük kızına annelik de yapan bir adamdan kızına yemek yediren elini almalarını yanlarına bırakmak istemiyordu. Üstelik kaybın sonunda geride kalanları gözü görmeyenlere duyduğu nefreti hâlâ çok şiddetliyken.

Bu dava kimse tarafından alınmak istenmiyordu. Delil kıtlığı ve müvekkilinin ekonomik durumu en büyük etkendi. Üstelik hiç bir avukat üzerine avukat ordusuyla hücum edecekleri bir davanın karşı tarafında yer almayı akıllıca görmezdi.

Korhan bir istisnaydı ama. Nihayetinde ona vampir demelerinin güçlü bir nedeni vardı. Dişini geçirdiği kim olursa olsun tek bir kan damlası bırakmazdı onda. Kimsenin cesaret edip üstlenenediği o davayı alacak, kazanacak ve rekor seviyede aldığı tazminatla adını adliye koridorlarında uzunca bir süre konuşturacaktı.

Ankara'daki asistanıyla görüşüp yapması gerekenleri sıraladı. Sonra henüz hiç kullanılmamış bir hattan kaydettiği sesi atölyenin sahibine yolladı ve bir miktar para talebinin yerine getirilmediği taktirde ses kaydını mahkemeye vereceğine dair tehdit mesajını gönderdi. Bundan sonrasını atölye sahibi ve yalancı şahitler halledecekti.

Madem davayı kazanmak için hiç delili yoktu, o zaman Korhan'da kendine yeni deliller oluştururdu...

İçerden gelen kokularla bir an ne olduğunu anımsayamadı ama sonra mutfağında bir adet nar parçasının varlığını hatırladı.

Mutfağında yemek yapan bir kadın vardı!

Adımları onu mutfağa götürdüğünde saçlarını toplamış, beline önlük takmış, elindeki kaşığı üfleyerek yemeye çalışan bir Ahu gördü. Her hareketi üzerine çok yakışan bir Ahu...

"Çok acıktım."

Sesiyle beraber daldığı yerden çıkan kız elindeki kaşığı evyenin içerisine düşürdü.

"Yemek hazır olmak üzere. Otur istersen."

Masaya geçip oturdu Korhan. Ama bakışları bir an bile üzerinden çekilmedi. Önüne bırakılan tabakta ızgara yapılmış tavuk, sotelenmiş sebzeler, patates püresi vardı. Beklediğinden iyiydi itiraf etmesi gerekiyorsa.

"Yemek yapmayı ne zaman öğrendin?"

"Oldukça küçüktüm."

"Çok lezzetli, bir çok restoran tavuğu böyle pişiremiyor. Ya çok kurutuyor ya da çiğ denilecek bir şekilde servis ediyor. Annen mi öğretti?"

Ahu ağzına götürmek üzere olduğu çatalı yarı yolda durdurdu.

"Hayır... Ahi'nin doğal bir yemek yapma becerisi vardı. Elinde ne varsa bir birine karıştırıp oldukça güzel bir yemek çıkarırdı ortaya. Onun sayesinde bir kaç şey öğrendim."

Ne diyeceğini bilemedi Korhan. Belki de ağzını açmamayı denemek daha iyi olurdu. Nereye uzansa hep bir şeylere çarpıyordu. Bastığı her yer mayınlı bölge gibi Ahi ile kuşatılmıştı. Kızın hayatındaki her şey Ahi'yle sınırlıydı sanki. Sessizlik içerisinde yemekkerine devam ettiler.

Mutfağı dolduran telefonun sesiyle Ahu da başını kaldırıp adama kilitledi bakışlarını.

Korhan telefonunda kayıtlı olmayan numaraya cevap verdiğinde hâlâ Ahu'nun girdap gibi gözlerinde asılıydı hareleri.

"Korhan verdiğin iki ismi de sistemden arattım. Dostum, Ahu Nar Amber ve Ahi Amber beş yaşına kadar var olmamış gibiler. Doğum belgeleri bile yok..."

Loading...
0%