Yeni Üyelik
32.
Bölüm

HARAP & BİTAP

@orenda

 

BÖLÜM-32

 

 

Korhan yarım saat sonra telefonuna düşen mesaja, tarihe ve saate baktı. Ceyda bu konuda gerçekten çok iyiydi.

Dudağı kıvrıldı. Hiç yanıltmıyordu Korhanı hiç! Ceydayı ona gönderecek kadar kafayı Korhana takmıştı.

Ona endişeyle bakan kızın elini kavradı.

"Hazırlanıp çıkalım kelebeğim."

Ahu ise içini kaplayan paniğin yanına sıçrayan bocalamayla ne yapacağını bilemiyordu. O bu gün Korhanla konuşmayı, Suhanın gerçeğini açmayı düşünmüştü. Şimdi yine başka bir şey araya giriyor ve Ahu istemsiz konuşamıyordu.

"Korhan?"

Soluğunu toplayıp dişlerini sıktı. Ona dikkatle bakan adamın gözlerine ne demesi gerektiğini bilmeden bakındı.

"Benim... Sana söylemem gereken bir şey var."

Korhan tekrar saatine baktı.

"Tamam Ahu Nar ama şu işi halledelim. Göze batmamak için prosedür üzerinden giderler. Kamera kayıtlarından bizi tesbit etmiş gibi yapacaklardır. Onlardan önce bizim orda olmamız lazım. İşi biraz daha kızıştırıp Suhan ve Ahinin cinayet dosyasının tekrar açılmasını talep edeceğim. Bakalım ne kadar gizli saklı beni yönetmeye çalışacaklar."

Ahu dişlerini dudağına kanatacak kadar geçirdi. Söyleyemediğine zaman girdikçe aralarına da yalan giriyormuş gibi hissediyordu.

"Ama ordan sonra... Korhan konuşmamız lazım!"

Korhan Ahuya dikkatle baktı. Kaşları çatılmıştı.. Ahun yüzündeki korku mu endişemi anlayamıyordu.

"Neyin var? Ne bu kadar önemli olan?"

Ahu bu sefer de bu hâlde söylemenin doğru olmayacağını düşünüyordu. O zaten kız kardeşi için fazlasıyla vicdan azabı çekerken, dikkatini vermesi gereken bir konuya böylesi yakınken söylemesi yanlış mı olurdu? Ahu bu sorulara cevap bulamadıkça da bocalamaya devam edecek gibiydi.

"Şey yapalım... Biz ordan çıkınca konuşalım lütfen Korhan."

Korhanın git gide koyulaşan sarıları onda kaçıp, saklanma isteği oluşturuyordu. İnsan bile bile elini nasıl keserdi ki? Ahu bile bile canı olarak hayatına giren, orda yer edinen adamın kalbini kesecekti. Korkaklıksa korkaktı da Ahu.

"Ahu Nar!"

"Gelince... Tamam şimdi dikkatimizi buna vermeliyiz. Gelince söz konuşacağız. Tamam mı?"

Korhan aslında içeri çekip, ne söyleyecekse öğrenmek istiyordu ama gerçekten zaman olarak sınırlılardı. En azından Zahirle konuşacak yarım saatleri olması gerekiyordu.

"Gelince konuşacağız Ahu Nar! Seni, bana korkarak baktıracak o her ne ise adam akıllı anlatacaksın!"

Ahu bir şey demeden sadece başını salladı. Korhanın uzattığı ince montu giyip, onu takip etti.

Dikkatini toplayamıyordu. Dünden beri olanlara konsantre olmanın derdindeydi ama Suhan meselesi önünü sise buluyordu.

Kısa sürede emniyete yakın bir yerde arabasını park edip Korhan inince Ahu da onu takip etti. Küçük bir kafeye girdiklerinde tam karşı masaların birinde Ceyda ve Zahir üstlerindekini çıkarıp, yerleşiyorlardı. Aynı anda gelmiş olmalıydılar. Onları ilk Ceyda fark etti. Oturmadan yanlarına gidişlerini bekledi.

"Selam gençler. Ortalık yangın yeri!"

Korhan sadece başını sallayıp geçip hemen oturdu. Ona dikkatle bakan ortağının yüzünü süzdü..

"Var mı her hangi başka gelişme?"

"Çok bilgi yok, Cemil ne öğrenebilirim diye bakınmaya gitti. Siz anlatın neler oldu da adamı anında temizlediler?"

Ceyda da merakla bu kısmı öğrenmek istiyordu.

"Sahi siz ne dediniz bu adama ki direk infaz ettiler?"

Korhan oldukça rahat bir şekilde Ceydaya baktı.

"Elimdekine ulaşmak istiyorlarsa girdikleri delikten çıkmaları gerektiği mesajını yolladım. Onlar da haberci güvercinlerini tek sefer kullanıyorlarmış demek ki. Şimdi de benim ipimi tutmak için üzerime yıkacaklar!"

Ceydanın ve Zahirin karışmış suratlarıyla Korhanın olabildiğine serin tutumu Ahunun dikkatinden kaçmadı.

"Elindekiler mi?"

Bu soru Ceydadan gelmişti. Zahir de sadece başını sallayarak aynı şeyi merak ettiğini sergilerdi.

"Şimdilik o bende kalsın. Zahir sen avukatım olarak yanımdasın. Gelen mesajla bir suç duyurusunda bulunacağız. Adamın kısa bir ses kaydını almıştım. Karısının kaçırıldığını ve onu zorladıklarını anlatan üç beş kelimesi var. Özellikle Suhanın cesedine yaklaştırmadıkları halde ölüm raporunu imzalattıkları kısmı aldım kayda. Elimizdekileri söyleyip, kapatılan Suhan Yıldıray ve Ahi Amber dosyasının tekrar açılmasına için savcıyla görüşeceğiz. Bakalım o kadar dallanıp budaklanmasına izin verecekler mi yada sesimi keseyim diye karşımıza çıkacaklar mı?"

Ceyda dikkatle Korhanı dinlese de sık sık Ahuya da bakıyordu. Ağzını açacağı an Zahirin konuşmasıyla sustu.

"Siz o eve nasıl girdiniz? Her hangi bir zorlama izi bulurlarsa Korhan her türlü sen gidersin okkanın altına!"

"Adam açtı kapıyı. Görevli yardım etti. Asla bir kaba kuvvet kullanılmadığı şahit ve kameralarca kanıtlanır ha!"

Korhanın oldukça normal bir şeyden bahseder gibi konuşması kaşlarını çatmasına neden oldu.

"Nasıl oğlum? Onu söyle önce!"

Korhan yanında oturan kıza bakıp gözlerini kıstı. Her hücresini inceliyormuş gibi baştan aşağı süzdü.

"Manipülasyonda sana nal toplatacak bir kelebekle. İlk kapıdaki görevliyi kafaladı sonra da doktorla hüzün bağı kurup ne biliyorsa anlatmasını sağladı."

Sözleri o söylememiş gibi gerçek bir şaşkınlık haliyle Ahuya döndü Korhan.

"Sahi Ahu Nar, sen nasıl öyle kolay rol yapabildin?"

Ahu bilmem der gibi omuzlarını silkti. Sadece o anda en doğrusunun bu olacağını düşünmüştü.

"Yani bilmiyorum ki... Görevli, doktordan haberdarsa aralarında bir samimiyet vardır diye düşündüm. Baksana adam aylardır evinde ve her ihtiyacına görevli bakmış. Benim endişeli halim onu da tedirgin edince panik yapması için bir kaç şey daha söyledim. İnsanlar panik yapınca doğru düşünemez ya..."

Ahu söylediklerini desteklesinler diye Ceyda ve Zahire baktı.

"Yanlış mı düşünüyorum? Öyle olmaz mı yani? Bende panik olunca konunun önünü arkasını düşünmem. Doktor zaten psikolojik olarak bitik bir haldeydi. Umut vermek yetti adama. Onun için çok üzgünüm gerçekten. Karısını çok seviyordu belli ki."

Korhan derin derin yüzünü izledi. İnsanları manipüle etmek bir sanattı. Düşüncelerini onlara işlemek, hayata geçirmeleri için yol hazırlamak gerçek bir beceri isterdi. Aynı zamanda tehlikeliydi. Ama bundan daha tehlikeli olansa doğal bir şekilde bu yeteneğe sahip olmak, yaptığını bilmeden yapmaktı. Ahu Nar göründüğü kadar narin bir kelebek değildi. Kendinin bile farkında olmadığı, cezbedici bir inandırıcılığı vardı.

Korhan yalan söylerdi ve bunu en çok kendi bilirdi. Peki ya Ahu yalan söylediğini bilmeden söylüyorsa diye düşünmeden edemedi. Bir yandan da onun yapabildiği her şey hayranlığını katlıyordu. Öyle bir zamanda öyle bir şey yapıyordu ki Korhanı hep ters köşe edebiliyordu.

Kaşları havada onu dinleyen ikili de Korhandan farksız değillerdi. Onu gören narinliği karşısında kırılganlığının çok üst düzey olduğunu düşünürdü. Ama Korhan bunu birinci elden defalarca test etmiş biri olarak Ahunun iradesine, metanetine, gücüne hayran ve bir o kadar aşıktı.

"Şimdi asıl meseleye gelelim! Zahir bana gelen mesajla beraber bir şikayet oluşturuyoruz. Adama telefon aracılığıyla ulaşmaya çalıştığımızı ama ulaşamadığımızı söylüyoruz. Neden tekrar gitmediğimiz sorulacaktır, onun güvenlik endişesinden kaynaklı çağırmadığı sürece yanına gidilmeyeceğine dair anlaştığımızı onlar söylemeden ben ifademde belirtirim. Kardeşlerimizin intihar görünümlü cinayetleri hakkında olabildiğine sert tutum izleyeceğiz. Doktorun bize ulaşıp, vicdan azabından kıvrandığını, bu nedenle artık bildiği her şeyi anlatmak istediğini söyleyeceğiz. Gözlerine sokmak ister gibi bariz cinayet vakasıydı ama bir anda üstü örtüldü diye kışkıracağız. Bununda bir intihar değil infaz olduğuna dair iddiada bulunacağız. Bakalım nereye kadar ilerleyecek."

Zahir kafasından geçirdiklerini bir sıraya dizmeye ve önlerine gelecek soruları hesaplamaya çalışırken sessizliğini korumuştu. Ceyda da aynı şekilde oldukça düşünceli ve karmaşık ifadeler barındırıyordu yüzünde.

Zahirin çalan telefonuyla ortamın sessizliği kırıldı. Kulağına götürüp bir süre dinledi ve çıkınca arayacağım demenin ötesine geçmedi konuşmada.
Dikkatle onu izleyen ortağına baktı.

"Cemil! Hiç bir bilgi sızdırmıyorlarmış ama intihar süsü verilen cinayete de ne hikmetse zaten hiç intihar gözüyle bakmamışlar. Dediğin doğru. Seni bir şekilde oraya çektiler."

Korhanın gözleri Ceydaya saplanıp, delici bakışlar atmaya devam etti.

"Aslında hiç sinyal hatası olmamıştı. Bile isteye adamın yerini bulalım diye anlık bir açık verdiler ki ayağımla gitmem zor olmasın. Ne diyorsun Ceyda?"

Ceyda aheste aheste başını salladı.

"Katılıyorum... Çok hızlı bir yakalanış ve oldukça süratli bir kayboluştu. Anlık hata olmayacak kadar sistematik ilerlediler. Şimdi bu teori daha mantıklı geliyor. Seni oraya çekmek için yemlenmişiz."

Korhan yanağının içini ısırıp başını salladı.

"Ahu Nar! Şimdi biz dersimizi çalışalım güzelim. Ne sorulursa birebir aynısı olsun kelimelerimiz. Bakalım tanıdık gelecek mi ifadelerimizdeki tutarlılık? Bizde mükemmel derecede örtüşen ifadelerle büyük bir kusuru saklıyormuş imajı çizebilecek miyizi onlara?"

Ordan sonraki on beş dakika oldukça hızlı Ahuya söylemesi gerekenleri belirtmesiyle geçti.

Sonra ise emniyete gidilerek suç duyurusunda bulunuldu. Tıpkı Korhanın dediği gibi ikisinin de yazılı ifadeleri alındı. Kardeşlerinin durumu için ayrı bir parantez açmaktan asla çekinmedi Korhan. Yeni bir dava açacağını ve bu şaibeli ölümün kardeşlerinin ölümüyle birebir ilgisi olduğunu defalarca tekrar etti. Bazı nüktedan ifadeler damara denk gelmiş olacak ki Korhan emniyet genel müdürüyle de sohbet görünümlü bir sorguya tabii tutuldu. Prosedür böyle işlemezdi ama görünen o ki dişlerini sivriltip, saplayacak damar arayışı gerçekten dikkat çekmişti. Sonra ne kadar ciddi olduklarını belli etmek için savcılıkta aldılar soluğu. Şu anki durum müsade etse güzel bir şikayet dosyası ile savcının karşısına çıkmak isterdi ama elindeki ses kaydı ve savcıyı etkileme ihtimaline sığınmalıydı.

Korhan kardeşlerinin ölümündeki sır perdesinin aralanması için davanın tekrar açılmasını ve doktorun ses kaydının dikkate alınarak yeni bir araştırma süreci başlatılmasını istiyordu. Yeterli delil olmadığının farkındaydı ama savcı tutumunu ciddiye almış görünüyordu.

Ordan çıktıklarında Ahunun kıvranan hali gözünden kaçmamıştı.. Zahirin bir çok sorusuna gecikmeli cevap vermesi de tam bu sebeptendi. Ahudan yayılan o gerilimli hisler Korhanı da tedirgin ediyordu. Siyah gözlerinin ona tedirgin bakması bu günkü konuyla hiç alakalı değildi.

Zahirin beraber eve geçerek daha detaylı konuşma istediği sırf bu yüzden reddetti. Hiç konuşulmayan, Ahunun tırnak etlerini yolduğu sessiz bir yolculuk oldu.

Eve girdiklerinde de bu değişmedi. Ahu kendi içinde güç birlemeye, Korhan ise onu neyin bu hale getiridiğini çözmeye çalışıyordu.

Emniyetteki ifade verme süreci bu kadar geç bitmemiş olsaydı onu deniz kenarına götürüp, sakinleşmesini sağlamaya çalışırdı.

"Kelebeğim..."

Ahunun sıçrar gibi tepki vermesi tekrar kaşlarıın çatmasına neden oldu. Onu böyle yiyip bitiren durum git gide canını sıkmaya başladı.

"Ahu Nar, salona geçelim ve bana ne anlatmak istiyorsan anlat! Bunun seni niye bu kadar gerdiğini çözemiyorum çünkü."

Ahu ağır ağır başını salladı. Montunu çıkarıp astı. Suçlu bir çocuk gibi de başı önde salona geçti. Korkuyordu! Bir çok duygu vardı göğsünde ama en baskını korkuydu.

Söylediklerinin Korhanı ne denli yaralayacağını, belki de kendine tavır alacağını yada başka başka bir sürü şeyle sınanacağını düşündükçe korkusu dev bir canavar olup onu yutuyordu.

Korhan eline uzanıp parmaklarını parmakalarının arasına geçirince mahsun gözleri ona döndü.

"Ahu Nar! Neyin var?"

"Ben... Sana bir şey söylemem gerekiyordu ama söyleyemedim. Ama daha fazla tutamayacağım kadar ağır bir yük. Korhan ben bile isteye senden bir şey gizlemem!"

"Söyle o zaman kelebeğim."

Sesi o kadar merhametli çıktı ki Ahunun genzi yanmaya başladı.

"Korkuyorum... "

İşte bunu sesli dile getirmesi Korhanın kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Ahuya bu hissi yaşatan her şey Korhan tarafından bertaraf edilirdi.

Yakınına iyice yaklaşıp, küçük yüzünü avuçlarının içine aldı. O Ahuya şevkatle kucak açıyor, Ahu parçalanıyordu. Korhan, Ahunun endişelenme ihtimaline bile tahammül edemiyor, Ahu canını yakacak şeyleri söyleyen olmayı reddediyordu.

"Bak bana kelebeğim. Kim koydu gözlerine bu bakışı senin? Neler olduysa söyle hadi bana."

Ahu kurumuş dudaklarında dilini gezdirdi.

"Korkuyorum çünkü üzüleceksin. Ama bunu bile isteye yapmak değil niyetim. Ben... Seni üzen olmak çok korkutucuymuş."

Zerre kadar bir şey anlamasa da Ahunun onu zaten bile isteye üzmeyeceğini biliyordu Korhan. Yine yüzüne güzel bir tebessüm kondu.

"Senden gelen zehri şifa sayarım ben. Hadi anlat bebeğim. Kim örttü siyah yıldızlarımı pusla?"

Gözlerini bir an bile çekmeden, kehribarlarından kaçınmadan derin bir soluk aldı.

"O notlar... Neden yazıldı biliyorum. Suhana ne oldu biliyorum Korhan!"

İlk bir afallamayla kıpraştı kirpikleri. Böyle bir şeyi o kadar beklemiyordu ki Suhanın bu konuşmada alakasını sorguladı.
Ahu soru sormasını istemedi. Yara bandı hızla çekilmeliydi.

"Nurperi anne söyledi onu korkutan, üzen nedeni. Suhan... Klaptomanmış!"

Korhanın hâlâ idrak etmediğini bakışlarındaki karmaşadan görebiliyordu Ahu.

"O... Klaptomanmış ve okulda öğretmeni fark edip annene yardım etmiş. Suhanın özür dilediği şey buymuş."

"Ahu Nar..."

Ahu biraz evvel korkuyla titreyen o değilmiş gibi katı bir yüz ifadesi işlemişti tenine. Göz kapakları kırpılmadan karşısındaki adamın idrak edişini bekliyordu.

"O... Sanırım bu nedenle birileri tarafından şantaja uğruyordu. Yazdığı notlar... Of bilmiyorum ama özgürüm dediği kısım bana sadece bunu düşündürüyor."

Korhan öylece bomboş konuşan kızı izledi. Söylediklerini zihninde tekrar edip durdu. Kleptoman...

Suhan bir şeyler mi çalıyordu? Ama neden böyle bir şey yapıyordu? Hiç bir bilgisi yoktu Korhanın bu konu hakkında. Ahunun söylediklerini tekrar etti. Okulda demişti. Annesi yardım ettiğine göre lisede mi olmuştu? Ne zaman olmuştu ve Korhan nasıl bilmezdi?

"Bu... Bu hastalık nasıl bir şey? Nasıl olur? Neden olur?"

Sesi fısıltı gibi çıktı. Hem duyacaklarından korkan hem de öğrenmeden peşini bırakmayacağı tınılar saklıydı.

Ahu ürkerek eline uzanıp kavradı. Oturtmak için çekiştirdi. Korhanın ona itaat etmesiyle salondaki koltuklardan birine dip dibe oturdular.

"Bir çok sebebi olabilir. Genetik de olma ihtimali var. Çoğu zaman psikolojik ama. Herkesde olabilecek bir şey."

Korhan dudaklarını birbirine bastırdı. Ağır ağır başını salladı.

"Ahu Nar! Neden olur? Suhanda mesela neden olur?"

Ahunun kafasındaki teorileri Nurperi beslemişti. Şimdi işte en çok korktuğu sorunun cevabıyla yüzyüzeydi.
Dişinin kestiği yanağından sızan tat, ağzında paslı bir his uyandırdı.

"Korhan..."

"Lütfen... Lütfen ne düşünüyorsan söyle. Benim kardeşim... Neden?"

"Dürtüsel bir bozukluk diyebiliriz Korhan. Seretonin çok düşükse ve anlık hazları keşfettiyse... Yani bir kere tesadüfen, öylesine yani adranalinden tat aldıysa vücudu bağımlı hâle gelebilir. Mutsuzluğunu... Bu şekilde tatmin etmeye çalışmış olmalı."

"Mutsuzluğunu..."

Korhanın mırıltısı çok kısıktı. Tabi mutsuz olcaktı. Boktan hayatlarına dönüp baktığında Korhan da çok mutsuzdu. Suhanın böyle hissetmesi yanlış değildi ki. Korhan okul için evden ayrılınca Suhan daha yeni başlıyordu birinci sınıfa. Babalarını kaybedeli de çok olmamışken Korhan da gitmişti evlerinden. Zaten bir anda dültükleri yokluk... Maddi eksiklikleri anasınıfı hevesini bile elinden almış kız çocuğu, tabi mutsuz olacaktı.

"Ne zaman... Annem ne zaman öğrenmiş? Lise de mi?"

Ahunun dolu dolu bakan gözlerine bomboş bir ifadeyle baktı.

"İlk... Okulda..."

Can çekişir gibi çıktı sesi. Canı çıkıyormuş da izin verilmiyormuş gibi acıyla çıktı.

"İlkokulda? Minicik ama... Nasıl?"

Ona öylece bakan ama ağzını açmayan kızın konuşmayacağı öyle çok belliydi ki. Sonra hiç tenezzül edip yapmayacağı bir şeyi yapıp telefonuna Ahunun zikrettiği hastalık adını yazdı. Nedenleri önüne serilince parmakları telefonu gitgide sıkmaya başlamıştı.

İlkokulda klaptomani görülme nedenleri Korhanın göğsüne paslı bir çivi sokuyordu. Burda acımasız bir doktor, yoksunlukla çok fazla baş etme çabası diyordu. Adını bile bilmediği bir psikiyatr hekim, çocuk yaşta klaptomani sebeplerini yaşıtlarının imkanlarına duyulan hasret olarak adlandırıyordu.
Bir kaç satır cümle Korhandan soluğunu söküp alıyor, onu eksik bıraktığı her şey yüzünden defalarca idam sehbasına itiyordu. Sahip olamadıklarına kavuşma isteği çocukları hırsızlığa teşvik eden en önemli unsur olabiliyordu. Mutsuz geçen günler, hayattan tad alamadıkça arayışa girme Suhanı adım adım nereye sürüklemişti? Korhan yetememiş, cezasını Suhan mı çekmişti?
Korhan babası gidince hiç bir şeyi becerememiş ve bunun bedeli annesiyle, kız kardeşine mi kesilmişti?

Satırlar aktıkça canının acısı boğazını yırtacaktı. Damarları çatlayacakmış gibi zonkluyordu.

Hiç bir şeye sahip olmadığını düşünen çocuklar sahte mutluluklarla bir dünya inşaa ederler. O dünya da kaybolduklarını bilmeden yalancı cennetten medet dilenirler...

Yalancı bir cennet!

Suhanın mutsuz hayatını renklendireceği, sahip olamadığı şeyleri ona getirecek bir cennet.

Elinden öylece bıraktı telefonu. O bunları yaşarken neredeydi Korhan? Suhan bunları yaşarken, yalandan bir cennet inşaa ederken neredeydi? Annesi bunu öğrenip, korkudan aklını yitirirken neredeydi?

Hangi gece klubünün tuvaletini temizliyordu? Yurt parasının denkleştirmek için hangi inşaatta harç taşıyordu? Evin elektirikleri kesilmesin diye hangi AVM nin önünde anket yapacak birilerini arıyordu?

Ailesi orda korkuyla cebelleşirken Korhan okul derdine neden düşüyordu?

"Annem... Çok korkmuştur... Bana neden söylemediler Ahu Nar?"

Çocuk gibi çıkmıştı sesi. Ellerine bakan gözleri kalkıp, karşısında onu izleyen kıza değdiğinde irisleri yanmaya başlamıştı.

"Niye?"

Ahu ise sadece üzgün hissediyordu. Korhan için, kızıma yetemedim diye ağlayan Nurperi için, kendi dünyasında nasıl karanlıkla boğuştuğunu bilmediği Suhan için kocaman bir üzüntü barındırıyordu.

"Suhan istememiş. Üzülürsün diye..."

Korhan ağır ağır başını salladı.

"Üzülürüm diye..."

Sonra bir bir sıralarını bekleyen notlar zihnine düştü. Korkuyorum diye göz yaşlarıyla ıslattığı sayfalar canlandı hafızasında. Sözümü tutamadım diye tüm renklerini sakladığı kuytu köşeler yanık oldu avuçlarında. Onu nasıl bir kapanda tuttularsa dilini düğümleyen, satırların arasında saklanmasını sağlayan kişiler can evinden vurdu. Sonra! Sonra her ne olduysa özgürüm diye mavi balonlarına kavuştuğu parçalar geldi gözlerinin önüne.

Suhanı korkutan, pişmanlıkla kıvrandıran, gözünden düşen yaşları iz olarak gerisinde bıraktıran her şey Korhana cehennem zabanisi oldu.

Ondan kim ne istemişti de yapamam diye ağlatmıştı? Kim Korhanın kardeşini yarasından yakalayıp umutsuz kuyulara atmıştı?

Peki ya Suhan böylesi zincirler arasında kıvranırken abisi neredeydi?

Ayağa kalkıp cama doğru ilerledi. Bomboş gözlerle dışarıyı izledi. Nasıl öğrenmişlerdi bu halini? Birinin bir şeyini alınca mı çıkmıştı ortaya? Korkmuştur dedi zihni. Nasıl da korkmuştur, utanmıştır. Badem gözleri mahçup mahçup ayaklarına saplanıp kalkamamıştır yukarı. Ağlamıştır! Çok ağlamıştır Korhanın duyacağını düşünüp.

"Kim yardım etmiş anneme?"

İçinde bir harp meydanı yokmuş gibi duru çıkıyordu sesi. Ahu bu kadar sakin duruşundan o kadar korkuyordu ki. Yine mi içine saklayıp, üstünü örtecekti? Yine acısından kaçmak için başka şeylere bilenecekti?
Ayağa kalkıp sessiz adımlarla yaklaştı Korhana.

"Öğretmeni... Sonra Nurperi anneyle görüşmüş. Yardımcı olmuş. Pedogağa gitmişler. Ara ara dürtü kontrolünü kaybediyormuş ama genel olarak iyiymiş. Kendi de farkında olduğu için..."

Diyecekleri tükendi. Ne diyebilirdi burdan sonra ki? Kendi de farkında olduğu için çalmamaya çalışıyormuş mu? Kendi farkında diye tedavisi çok daha güzelmiş mi? Ne teselli ederdi Korhanı?

"Kaç yıl... Hiç bir şey demediler! Ben bilsem..."

Bu da devam etmeyecek başka bir cümleydi işte. Bilse ne yapacaktı? Normal stajyerlerden üç kuruş fazla kazanma ihtimalini öteleyip Mardin'e mi gitmeyecekti? Paraya olan ihtiyaçları yüzünden bulduğu her işe balıklama atlamayacak mıydı? Ya da kalleş dünya düzeninde sakat kalmış ve ondan medet dilenen insanları geri mi çevirecekti?

Gücü yettikçe çalışmıştı. Bir şeyler başardıkça daha fazla çalışmıştı. Tökezlemiş, düşmemek için bok gibi adamlardan medet dilenmişti. Ona ümit bağlayan annelere, kardeşlere, babalara bir şekilde olmayan adaleti sağlarken git gide çamura bulanmıştı. Babasının nulamadığı adaleti, Korhan dişlerini kana bulaya bulaya aramak istemişti.

Annesi ve kardeşini yokluktan kurtarırken bu sefer kendini kirletmişti. Hayatını onlardan uzakta, tehlike sıçratmadan yaşamaya devam ederse pisliği sıçramaz sanacak kadar nasıl iyi niyetli olabilirdi nasıl? Birazcık evlat, bir parça abi olmanın yetmesini gerçekten beklemişti Korhan.

Çünkü yılda bir iki kez annesine gidip sarılmak, azıcık zaman geçirmek yetiyordu iyi evlat olmaya!

Çünkü telefonun bir ucundan cıvıl cıvıl konuşan kız kardeşini dinlemek, onun kahkahalarına eşlik etmek onu mükemmel abi yapıyordu!

Her şey yolundaydı! Herşey babasının yaşadığı zamanlardaki gibi yolundaydı! Korhan başarmış ve annesiyle kardeşini hak ettikleri o rahat hayata ulaştırmıştı!

"Hiç bir şeyi başaramadım..."

Öyle bir durulukta çıktı ki sesi, Ahu bir kaç kelimeyle onu bu düşündüğünün yanlışlığına ikna edecek sandı.
Ona dokunmak için uzanan eli Korhanın camın yanında kalan zigonda duran bibloyu almasına, onu bir anda duvarda aksesuar olarak kullanılan aynaya fırlatmasına yetişemedi.

"Hiç bir şeyi başaramadım BABA!!!"

Bir anda o durgun bedenin delirmiş bir hızla zigonları kaldırıp masaya fırlatışını dehşetle izledi Ahu.

"Korhan dur!"

"Hiç bir şeyi başaramadım işte! Yapamadım BABA!!!"

Korhanın çıldırmış gibi sağa sola saldırması ve bulduğu her şeyi fırlatması o kadar korkunçtu ki.

"Korhan ne olur dur! Ne olur, lütfen!"

Ahu çığlığı andırır gibi seslenmişti ona ama Korhan onu duyamayacak kadar acının, öfkenin, hüznün, pişmanlığın içinde kaybolmuştu.

Yemek masasının etrafında sıralı sandalyelerden birisi, dışarıyı boydan boya izlemelerine imkan sağlayan cam duvara fırlatılınca Ahunun çığlığı daha güçlü oldu. Cam çatlamamıştı bile ama sandalyenin iki bacağı da kırılmıştı.

"Sen gittin ben bir bok yapamadım BABA!!"

Korhanda asla duymadığı yükseklikte bir haykırıştı. Yaralı bir aslanın feryadı gibi Ahunun içini sızlatmıştı.

Bu seferki sandalye duvardaki dekoratif saate denk gelmiş ve renklendirilmiş camdan olan saat bin parçaya bölünmüştü.

"Ben ne annemi ne kardeşimi koruyamadım bak! Sen bana bıraktın, ben hiç bir sikim yapamadım!"

"Korhan ne olur? Korhan yalvarıyorum dur! Zarar vereceksin kendine DUR!!!"

Ahunun çığlığı yine ulaşmadı ona. Hırsı her yerini sarmıştı ve kızıla boyanan gözleri gerçekliği göremiyordu. Yemek masasını devirmesinin mantıklı hiç bir yanı yoktu halbuki. Ama onu kavuran ateş de mantığa dair hiç bir şey bırakmamıştı.

Korhanın haykırışı salondaki duvarlara çarptı.

"Onu koruyamadım BABA!!! KIZINI ÖLDÜRDÜLER BEN HİÇ BİR ŞEY YAPAMADIM!!"

Korhanın olduğu yere diz çökmesi ve ellerini cam parçaları saçılmış yere çarpa çarpa vurması Ahunun ona doğru atılmasına neden oldu.

"Korhan! Korhan yapma ne olur? Korhan elin kesildi ne olur DUR! DUR ALLAH AŞKINA NE OLUR DUR!!!"

Parçalanmış camlar eline saplansa da öne doğru eğilmiş, dizlerini yere yaslamış öylece sol elinden hırsını alır gibi vurmalarına engel olamıyordu.

"Öldü Suhan baba! ÖLDÜRDÜLER!!!"

"Korhan yalvarıyorum, kanıyor ne olur?"

Korhandan gelen iniltili bir hıçkırıkla buz kesti Ahu. Sıkı sıkı kavradığı kola öylece parmakları saplı kaldı.

"Başaramadım baba. Emanetlerini koruyamadım. Berrak suyunu kuruttular ben engel olamadım."

Bir hıçkırık daha sesli bir halde çıktı.

"Korhan bitanem... Canımın için ne olur? Korhan çok korkuyorum ne olur?"

Korhanın kan çanağına dönmüş ve yaşlarla dolup taşmış kehribarları Ahuya doğru döndü. Yanağına aşağı kayan, sakalları arasında kaybolan yaşları Ahu gördüğünde titreyen dudağını da ağlama isteğini de kontrol edemedi.

"Korkutmuşlar... Benim küçük kardeşimi korkutup, neyin içine çekmişler? O bizim bebeğimizdi, koruyamadım."

Korhanın kana bulanan elini yüzüne aşağı akan yaşa sürttü. Yanağına kanı bulaştı, Ahunun ciğeri parçalandı.

Hızla üzerine atılıp, sıkıca doladı kollarını boynuna.

"Sen... Bizim suçumuz değildi. Bize kötülük ettiler bizim değildi..."

Aylardır Ahiyi koruyamadığı için vicdan azaplarında sürünen kendi değilmiş gibi Korhanı buna ikna etmeye çalıştı.

"Sen çok yalnızdın. Sen de çok küçüktün. Onları korumak için çok çalıştın. Bu bizim suçumuz olmaz ki. Ne olur?"

Ahu sıkı sıkı sarsa da Korhanın kanlı elleri dolanmadı beline. Öylece bir volkanın ağzında adım adım yürüdü lav deryasına.

"Çok korkmuştur... Her şeyden korkar o. Şimşek çaksa aklı çıkar, çok korkmuştur bensiz."

"Korhan..."

Ahunun titrek hıçkırığı Korhanın gözünden akan yaşları hızlandırdı. Aylardır içine akan köz sıcaklığındaki sular bu kez yanaklarına aşağı döküldü. Geçtiği her santimi eritip, bitirdi.

Suhan yokluğun içinde, çocuk aklının çaresizliğiyle bir hastalığın pençesinde kıvranmıştı.

Suhan hastalığının eziyetini atlatırken, ağabeyine boynu bükük bakmamak için içine içine saklanmış, gülen gözlerinin ardını gayya kuyularıyla doldurmuştu.

Suhan kim olduğunu bilemediği birilerinin elinde, yarasından yakalanmış ve oyuncak edilmişti.

Onun nazlı çiçeğini, yirmi yaşının güzelliğinde hiç acımadan koparıp atmışlardı.

Korhanın bebek kardeşini, masumluğuna acımadan söküp almışlardı.

"Ben... Ben bununla nasıl yaşayacağım Ahu Nar? Ben anneme nasıl bakacağım? Kızını bekliyor benim annem. Ben onu babamın mezarına bile götüremedim ki hiç. Ben..."

Ahunun hıçkırışları, Korhanın inilti gibi isyanı bitmedi bir süre.

Darma dağın olmuş salonda iki harabe ruh hiç bitmeyecek bir yasın yeni dalgasını göğüslemeye çalıştı.

Korhanın boynuna aşağı akan yaşları Ahunun etlerine asit gibi dökülüyordu. Her daim güçlü, dik duruşuyla izlediği adamın babasına yakarır gibi seslenişi kulaklarında çınlıyordu sanki.

"Korhan... Bitanem, elin kanıyor. Ne olur bakayım mı? Çok kesildi ne olur bakayım."

İç çeke çeke, zorla kurabildi bu cümleleri. Geriye çekilmeye çalıştığında Korhanın daha sıkı sarılan kollarıyla dudaklarında oluşan yarıklara biri daha eklendi.

"Çok kanıyordu ne olur? Cam vardır belki, lütfen bakayım."

Ahu zorla kollarının arasından çıktığında öylece yerde, perişan bir halde duruşu onu öldürüyordu. Ama sol elinden sızan kan parkede bile damla damla yer edinmişti. Koşturan adımlarla banyodan bir kaç ilkyardım malzemesi bulup geldi.

Korhanın dizlerinin dibine çöküp yumruk yaptığı avcunu kucağına çekti. Kan sızıntısı eline bulaştığında hiç bir kanın kendini böyle çarptığını hissetmemişti.

"Avcunu aç bitanem. Hadi canımın için, aç avcunu."

Titreyen sesi, küçük bir çocuğu ürkütmekten korkar gibi naifti. Sessizce dediklerine itaat eden ama yüzü yerden kalkmayan adama nasıl yaklaşacağını bilmiyordu.

Yarayı tamizleyip, ortaya çıkardığında gerçekten kıymık şeklinde parçaların elinde olduğunu gördü. Küçük bir cımbızla, olabilecek en hafif şekilde camları temizledi.

"Korhan buradaki kesik derin. Dikiş lazım, gidelim acile."

Avucunun etli kısmında açılan yaraya dişleri titreyerek bakıyordu. Ahu asla böyle bir şeyin varlığını hissetmemişti. Kesik Korhanın elindeydi ama Ahunun kalbinde gibi acısı canını yakıyordu.

"Sen... Dik..."

Mırıltı gibi gelen sesiyle kızıl damarların düştüğü aklara baktı.

"Lokal anestezi için hiç bir şey yok. Hadi acile gidelim."

Korhan ona tükenmiş bir halde böyle bakarsa Ahu yine ağlamaya başlardı. Ahu zaten ne çok ağlar olmuştu. Önceleri böyle değildi o. Göz yaşına ihtiyaç duymazdı. Şimdilerdeki Ahu ise asla söz geçiremiyordu o yaşlara.

"Sen dik Ahu Nar. Ya da bırak böyle kalsın. Öldürmez ya..."

Ahu avcunda tuttuğu eli bırakıp kan bulaşmış parmakalarını dudaklarına bastırdı Korhanın.

"Deme! Deme sakın öyle bir şey! Deme ne olur sakın deme!"

Tekrar bir yaş kaydı Korhanın sol gözünden. Ahunun yüzük parmağına dokundu. Kor kadar sıcak kar kadar dondurucuydu.

"Sen bana söz verdirdin! Bana bu kelimeyi yüksek sesle asla söyleme! Canımı böyle yakma ne olur?"

Dudaklarından kaydırarak çektiği parmakları yüzüne doğru kaydı. Islaklığı baş parmağıyla sildi.

"Bak ben öğrendim. Ahinin söylediği her şeyi senle öğrendim. Birinin canı yanınca başka biri nasıl acıdan kıvranır, acını izlerken öğrendim."

Ahunun silerek kuruttuğu yer tekrar ıslandı.

"Bir insan için nasıl kalbin kor olur senin aşkına düşünce öğrendim."

Ürkütmekten korkar gibi yaklaşıp ıslak izlerin olduğu gözünün altına dudaklarını bastırdı.

"Bir adamı canım yapacağım hiç aklıma gelmezdi. Ne olur kalkıp gidelim? Yaranı sardıralım. Senin kendine merhametin yok ama bana olsun. Elin kanıyor, canım çok acıyor Korhan. Daha fazla acımasına izin verme, canımı daha fazla yakma."

Ahunun yalvarışları sonucunda boş bir kabuk gibi itaat etti. Ahu elini sardı sesi çıkmadı. Islak mendille yüzündeki kan izlerini sildi ağzını açmadı. Üzerine üşümesin diye mont giydirdi öylece izledi. Arabaya bindirdiğinde kemerini bile Ahu taktı, Korhanın uyuşmuş hücreleri tepki vermedi. Ne acilden girişleri, ne elinin dikilmesi hiç bir şey hissettirmedi. Öylece izledi ama. Ahunun onun için çırpınışlarını suyun altından seyreder gibi izledi.

Geri evlerine girdiklerinde darmadağın salona hiç uğratmadı Ahu. Yatak odasına doğru yürüttü.
Avcundaki el koskoca bir adama değilde kaybolmuş bir sokak çocuğuna aitti sanki.

Yatağa oturttuğunda öylece bakan adamın yüzünü parmaklarıyla sevdi.

"Üzerini değiştirelim bitanem. Sonra da uyutayım mı seni Korhan? Kucağımda uyutsam hı?"

Ahu avuçlarındaki yüze yaklaşıp göz altlarının ikisine derin iki öpücük bıraktı.

Geriye çekilip dolaptan Korhan için kıyafetler aldı. Geri gelip üzerindekini çıkardı ve ince bir tişört giyidirdi. Sonra pantolonu için uğraştı biraz. Çoraplarını çıkarıp kenara koydu. Alt eşofmanını da giydirdiğinde yatağın sağ tarafını açıp yatırdı. Bu hâli Ahuyu o kadar üzüyordu ki.

Onun sûkutla itaati o kadar mahsundu ki. Hızla kendi de üzerini çıkarıp yanına girdi. Korhanın yastıkta ki başını dizlerine çekip, saçlarını parmaklarıyla okşamaya başladı.

"Benim canım kehribarım, uyu şimdi."

Mırıltı gibi çıktı sesi. Saçlarında dolaşan parmaklar uyuşan vücudu zaten hemen derin bir karanlığa çağırıyordu.

"Ben burdayım kalbimin sağ kalan tek kısmı. Her zaman senin yanındayım..."

Ahu bütün gece gözünü bile kırpmadan kucağındaki adamı uyuttu. Odanın sessizliği, Korhanın nefes alışlarını duymasını kolaylaştırıyordu.

Onu öyle çaresiz görmek, onun parçalanışını izlemek ne zorlu bir sınavdı? Babasına yakarışlarını dinlerken derisi etlerinden sıyrılıyordu sanki. Hıncını alamadıkça canına verdiği zarar, kalbini çok kırıyordu Ahunun. Onu incitmeden sarılı elini tutup yüzüne yaklaştırdı. Dudaklarını deva bulsun diye sargının her yerinde dolaştırdı. Korhan ondan gelenin şifa olduğunu söylemişti. Öptüğü her yer şifalansın diye yaralarını buseledi.
Saçlarını okşadı, eğilip saç diplerine de dudaklarını yasladı.

Eğilip, bükülmez sandığı omuzlarındaki yükler acıtmasın diye elleri tüm gece omuzlarında dolaştı.

Dibe batıyorlardı artık. Ahu bunu biliyordu. İkisinde de yüzüp, suyun dışına çıkacak mecal kalmamıştı.

Gün ışırken bile parmaklar kıyısına köşesine kan bulaşmış saçlardaydı. Korhan bir an bile kıpırdamamıştı. Dizindeki başını azıcık oynatmamıştı. Ahu ise bedenindeki ağrıları hissetmeyecek kadar uyuşmuştu. Aklı sürekli onu nasıl toparlayacağı kısmında debelenip duruyordu.

Yavaş yavaş hareketlenen başla eli duraksadı. Korhan dizine burnunu sürter gibi yapıp, sesli bir nefes almıştı. Geriye çekilip başını yastığa koyduğunda araladı gözlerini.

Korhanın yanan canını hep gözleri gösterirdi. Aklarında oluşan kılcal damar kanamaları beyninin ne denli zora düştüğünün ispatıydı. Ahuya sessizce baktı bir süre.

"Uyumamışsın..."

Sesi hasta gibi boğuk çıkmıştı. Ahu da ağrıyan bedenini kaydırıp uzandı. İyice Korhanın yanına yaklaşıp, aynı yastığa koydu başını. Eli sakallarını okşamak için yüzüne gittiğinde Korhan gözlerini kapatmıştı.

"Uyurum sonra..."

"Benim gibi işe yaramaz bir adam için çok kendini hırpalıyorsun Ahu Nar!"

Ahunun kaşları çatıldı. Kendine bu kadar zalim olması Ahunun zoruna gidiyordu. Nefesini hissedecek yakar yüzüne yaklaştı.

"Sanane!"

Sert sesiyle Korhanın kapalı gözleri aralanıp öylece baktı kızgın ahulara.

"Can benim canım değil mi? Aşk da benim aşkım! Göğsünde taşıdığını da bana sen vermiştin, öyle söyledin malum! Sanane Korhan! Benim olan için hırpalarım da parçalarım da!"

Korhanın istemsiz dudağı gerildi. Gerçekten öfkeyle söylemişti bunları ama kalbinin atışı, nasıl hoşuna gittiğini saklayamıyordu.

Ama yine darbe gibi bir sızlayış sardı yüreğini. Akşam düştü hafızasına. Dağıttığı ev, haykırışları, Suhanın çaresizliği...

Ve bunların hepsi olup biterken hiç bir şeyden habersiz Korhan çöreklendi zihnine. Kendine olan öfkesi katmerlendi. Ama öfkeyi bile örtecek can acısı vardı.

"Canım... Çok acıyor Ahum..."

Ahu nasıl olur da bir anda kurulmuş tek cümle, bedenindeki siniri ağlama isteğine bırakır anlayamıyordu. Nasıl oluyor da Korhanın canının acısı, Ahuyu deşiyor çözemiyordu. Alnına dudaklarını yasladı, sol kaşına, şakağına, göz altına, elmacık kemiğine minik minik buseler bıraktı.

"İyileştiririm... Zor olsa bile bir şekilde iyileştiririm olmaz mı? Yapamazsam acına ortak olurum beraber çekeriz. "

Ahu geriye çekildi. Korhanda bir Ahu ne demek görsün diye gözlerine örttüğü tüm perdeleri kaldırdı.

"En başından beri bunu yapmıyor muyuz? Acılarımızı bir birine sarıp, dik durmuyor muyuz?"

Korhan ağır ağır başını salladı. Onunla bir pakta, bir kafede yada caddenin orta yerinde tanışmayı çok isterdi. Ama onlar bir mezar başında, ölenin toprağı Ahunun yüzüne bulaşmış bir hâlde görmüştü birbirlerini ilk.

Onlar için iki mezar açmışlardı... Kardeşlerini gömme işini de ikisine bırakmışlardı. Bir mezara tek ölü sığıyordu. Suhan ve Ahi gömülmüştü Korhan ve Ahunun cesetleri yer yüzünde çürüsün diye bırakılmıştı.

İki mezar açılmış ama dört ceset öylece yer paylaşmıştı. İkisi toprak altına, ikisi toprak üstüne kimsesizlik içinde terk edilmişti.

Ahu onu neyin kendine getireceğini biliyordu ama. Korhanın sönen ateşini yakacak olan cümleler Ahunun zihninin kuytularında gizliydi.

"Şimdi kalkıyoruz seninle! Bir şeyler yedikten sonra Suhanı tehdit edeni mahvediyoruz!"

Korhanın kaşları bir anda çatıldı. Gözleri çakmak çakmak yandı. Ahu biliyor muydu?

"Kim? Kim yaptı biliyor musun? Kim yaptı bunu kardeşime Ahu Nar!"

Ahu yattığı yerden doğruldu. Onunda kaşları çatılıydı.

"Kalk üzerini değiş! Ben iki lokma bir şey hazırlarken sarılı eline dikkat ederek kendini toparla!"

"Ahu Nar! Kim diyorum? Çabuk söyle kim?"

"Dediğimi yapmazsan o darmadağın aklın üç gün bulamaz! Kalk ve ben ne diyorsam yap!"

Ahunun oldukça sert çıkan sesinden sonra ağzı öylece aralık kaldı. Ahu yataktan kalkıp zerre çekince taşımadan üzerindeki tişört ve taytı çıkardı. Onu izleyen adama gözünün kenarıyla bir bakış atıp kendi kıyafetlerinden iki parça seçip, üzerine geçirdi.

"Kalk Korhan!"

Saçlarını bileğindeki tokayla başının üzerinde bir kuş yuvası topuzu yaptı. Korhan gerçekten ciddi olduğunu ve dediklerini yapmadan konuşmayacağını anlayınca pes etti.

Gidip yüzünü yıkadı, üzerini değişti ve ses gelen mutfağa ilerledi. Ahu tost yapıyordu. Sallama çay ve tosttan oluşan bir kahvaltıyı da hızlı sonlandırdılar. Konuşsun diye gözünün içine bakıyordu Korhan. Ahu da ne dese itaat edişine az biraz seviniyordu sanki. Onun hakkından tehditle gelineceğini kafasına yazdı.

"Söyle artık ne olur? Ne dediysen yaptım!"

Ahu tezgahta ıslak ellerini kurulayıp, ardını döndü.

"Kimle yolumuz kesişse bir sebebi var Korhan. Ahi ve Suhan birbirini tanımazken tek ortak noktaları ingilizce derslerine giren adamdı. Gidip onunla konuşacağız. Adım kadar eminim, onun Suhan yada Ahiyle bir meselesi var!"

Korhanın gözleri bu farkındalıkla irice açıldı. O nasıl böyle bir şeyi aklına getirmezdi? Halbuki dün Ahu, kardeşinin şantaja uğrayabilmiş olacağını söyleyince ilk aklına bu gelmeliydi. Ve Ahu çok haklıydı. Kıyısından köşesinden kimle yolları kesişse bir sebeptendi.

"Bakıp durma öyle! Neyle uğraşacaksın, kaç parçaya bölünceksin Korhan? Kabul etmek istemesen de sen bir insansın ve yüklerin çok ağır! Senin düşünemediğin yerde ben varım, öyle değil mi? Şimdi çıkalım ve şu adamı bulalım. Hadi bitanem.."

Dedikleri gibi oldu. Hızla evden çıktıklarında Korhanın bir yanı o adamın Suhandan ne istediğini sorgularken diğeri Ahunun sözlerinde ne kadar içten olduğunu sorguluyordu. Gerçekten gözünde aciz değil de yorgun bir durumda mı yer alıyor, yoksa onu mu teselli ediyor emin olamıyordu. Ama iyi geliyordu. Ahunun varlığı çaresizlikle çırpınan ruhuna öyle iyi geliyordu ki...

İnsan ne tuhaf canlıydı. Kimseye yetersizliğini göstermek istemezken hırs yapabiliyordu ama sevdiği kadın için bu çok farklı oluyordu. Korhan utanıyordu. Ahunun gözünde küçük düşmekten, hiç bir şeyi beceremeyen bir adam olmaktan çok korkuyordu. Babasına, annesine, Suhana mahçupluğu boyunu aşmışken en azından Ahu için en iyisi olmak istiyordu.

Ama burda da kanatları narib bir kelebek alaşağı ediyordu onu. Yorgunluğuna dinlence oluyordu. Ağrılarına ilaç... Kimsesizliğine öyle güzel kimse oluyordu ki eline uzanmaktan çekinmiyordu Korhan.

Tutulacağından emin olunan bir elin vsrlığı ne büyük lütuftu...

Sabah trafiğinde karşıya geçmek, Suhan ve Ahinin okuluna ulaşmak iki saati buluşmuş. Okula ulaşmadan önce Korhanın telefonundan Ahu, Ceydayı arayıp adamın adını, odasının hangi fakültede olduğunu öğrendi.

Kısa sürede mühendislik fakültesine ulaştılar. Bir iki öğrenciye sorarak da Yusuf Şener'in odasının kapısında duraksadılar.

"Sakin olacaksın!"

Ahunun mırıltıyla konuşması Korhanın ona bakmasını sağlamıştı. Şu an o kadar sakin görünüyordu ki Ahu bundan daha çok ürküyordu.

"Bakma öyle, burası okul. Polis yığılır başımıza!"

Korhan iki yana başını sallayıp kapıyı tıklattı, 'gel ' sesinden sonra da içeri ilk kendi girdi. Ardından giren Ahudan sonra kapıyı örttü.

Masasında oturan en fazla otuzbeşlerinde olan adam kaşları çatık, varlıklarını sorguluyordu.

"Merhaba!"

Bu daha çok siz kimsiniz ve burda ne işiniz var der gibi bir kelimeydi.

"Merhaba Yusuf Bey. Bir konuda yardımınıza ihtiyacım var."

Korhanın yalın sesiyle Ahu anlık yüzüne bakıp geri adama döndü.

"Tabiki, yardımcı olabileceğim bir konuysa neden olmasın? Ama ben şu an kimlerle muhatap oluyorum?"

Korhan haklısın der gibi başını aşağı yukarı salladı.

"Haklısınız... Tanıtmadık kendimizi! Ben Korhan Yıldıray! Şantajlarınız sonucu dayanamayıp intihar eden Suhan Yıldırayın ağabeyiyim!"

Bunları söylerken sesi kademe kademe artmış ve ardındaki kapının da kilidini çevirmişti. Adamın atan rengi, dehşetle aralanan gözleri ve bir kendine, bir Ahuya bakışındaki panik tam da doğru yere parmak bastığını gösteriyordu. Adam gıyaben de olsa kendini tanıyordu!

"Ne... Ne saçmalıyorsunuz siz? Çıkın odamdan hemen!"

"Senin ecdadını sikmeden mi?"

Ahunun tam da korktuğu buydu işte. Sakinliğinin altındaki öfke bir anda patlamış Ahu onu yakalayamadan Korhan öne doğru atılıp yakalarına yapıştığı adamı masasının üzerinden çekerek yere fırlatmıştı.

"Senin hayatını nasıl mahvedeceğim dinlemek ister misin?"

Yerde geri geri çekilmeye çalışan adam şaşkınlığını atıp bağıracakken Korhan hızla elini ağzına bir kapan gibi yaslamıştı.

"Korhan!"

Ahunun müdahale edip, etmeme arasında kararsız kalan sesiyle dönüp bakmadı bile Korhan. Zerre kadar kimseye acıması kalmamıştı.

Bir eli ağzını sıkıca kavramış, diğer eli boynuna yapışmış bir vaziyette yerdeki adamın çırpınışlarını umursamadan kaldırıp duvara yasladı. Kürek kemikleri şiddetle çarpmadan çıtırdamıştı. Elinin hapsettiği ağzından inilti duyulabildi sadece. Adam ne kadar çırpınsa da Korhan çok daha baskındı.

"Şimdi! Bana iyi bak orospu çocuğu! Senin ölüme ittiğin o kızın intikamını nasıl alıyorum iyi dinle! Suhanın sana dair şantajlarını yazdığı notlar var elimde. Onu bile isteye intihara sürüklediğin için, yanında da sevgilisini çektiğinden azmettirici konumunda kendini nasıl buluyorsun güzel seyret! Okulunu, kariyerini, hayatını nasıl sikip, seni kardeşimi ittiğin çukura kendi ayaklarınla yolluyorum iyi bak bana! Urgan boynunda nasıl izliyorum seni çok iyi bak!!!"

Adamın dehşetle aralanan gözleri Korhandan kopamıyordu. Karşısında bağırmadan öfke kusan adamın yüzü onu çok korkutmuştu. Yapmadığına dair sadece başını sallamaya çalışıyordu.

"Yapmadın mı? Yapmadın! İnan umurumda bile değil! Bana Suhanın canı için bir can lazım! Ahi için bir nefes lazım bana! Anlıyor musun? Benim için kısas lazım! O sen olacaksın. Kendini yine kendi ellerinle yok edene kadar durmayacağım!."

Adam daha çok pnikleyip ayaklarını çırpmaya başlamıştı. Boynundaki baskı artınca nefes alışı zorlaştı ve çırpınmayı bıraktı.

"Ben kimim biliyorsun çünkü! Biliyorsun değilmi Yusuf Şener? Korhan Yıldıray kim, sana neler yapar çok iyi biliyorsun! Geride kalacak bir ailen var mı? Sen ölüp gidince başlarına iş gelecek sevdiklerin? Var mı ha?"

Adamın gözünden akan yaş eline bulaştı. Sürekli başını iki yana sallıyordu.

"Suhana yaptıkların için her gün ölmeyi dileyeceksin! Sonra da kendin vereceksin cezanı. Suhan kafasına tek kurşunla öldü, sen soluksuz kala kala, acıdan morararak gebereceksin!"

Ahu öne doğru adım attı. Korhan farkında değildi ama adamın yüzü mosmor olmaya başlamıştı.

"Korhan!"

Yüksek sesiyle Korhan adamın damarları belirginleşmiş gözlerinden bakışlarını çekip, Ahuya döndü.

"Korhan izin verelim bir seferliğine Yusuf bey bunu neden yapmış açıklasın!"

Ahu medet dilenir gibi kendine bakan adama buz gibi baktı.

"Ben Yusuf beyin aptal bir adam olmadığına eminim! Bir öğrencisine şantaj yaptığı, buna dair delillerin dava dosyasında sunulduğu ve adının azmettirici olarak anıldığı bir olayda olmak istemez! Bunca yıl emek verdiği kariyeri bir anda mahvolup gidecek sonuçta. Mahkeme sürecine kadar kaybedecekleri bile kendi elleriyle ölüme iter onu diye düşünüyorum!"

Ahunun tehtidi daha altı dolu cümleler içerdiği için panik Yusufa daha şiddetli dağıldı. Korhan ise Ahudaki bakışlarını çekip başını onaylar gibi sallamaya çalışan adama baktı.

"Ne dersin Yusuf? Dinleyim mi seni? Onun dediği kadar akıllı mısın yoksa bağırma salaklığına düşüp yardım çağıracağına inanacak kadar aptal mı?"

Yusuf yine yapmam der gibi başını sallamaya çalıştı. Korhan boğazındaki eli çekmemişti ama ağzını aralamasına izin vermişti.
Adamın bir iki öksürme çabasına zerre merhamet etmeden baktı.

"Ben... Ben..."

Boğazındaki elin baskısı izin vermiyordu kendini toparlamasına. Çelimsiz bedeninin karşısındaki adamın yanında hiç gücü de yoktu.

"Konuş!"

Korhanın bağırmadan bağırıyor gibi çıkardığı sesle başını salladı yine.

"İnanın... Ben bir şey yapmadım! İnanın..."

"Onu neden tehtid ettin?

Tok sesiyle Yusuf yine ardındaki kıza baktı. Yardım isteyecek en son kişiydi belki ama başka çaresi de yoktu.

"İnanın bana! Ben kötü bir şey yapmak istemedim! Sadece...."

Ahu öne doğru yürüdü. Buz bakışlarını adamdan ayırmadı.

"Yirmi yaşında küçücük bir kız... Öldü Yusuf bey! Siz ona şantaj yaptınız diye... Hastalığıyla onu boğdunuz diye... Öldü Suhan!"

Adam yine başını salladı inkar eder gibi.

"Hayır hayır hayır! O mutluydu. İzledim onu mutluydu. Ben... İstemedim ama mecburdum! Sonra gördüm ikisini de mutlulardı onlar. Ben yapmadım, öldürmedim onları! "

Korhan yine Ahuya baktı ve onunda yüzündeki karmaşayı gördü.
Adamın gevşettiği bedeni sertçe duvara yasladı tekrar.

"Ne olduysa! En başından anlat! Kim istedi Suhana şantaj yapmanı?

Yusufun gerçekten üzgün gözleri ve her an ağlayacakmış gibi duran irisleri sürekli Ahu ve Korhan arasında dolaşıyordu.

"Tanımıyorum bile ben ikisini! Tanımıyorum! Allah belamı versin benim! Tanımıyorum! Gencecik iki çocuk öldü, tanımıyorum ki!"

"Neden yaptın? Nerden biliyordun Suhanın hastalığını? Ne için, neyle şantaj yaptın?"

"Ben bilmiyordum... Mecbur kaldım!"

Yusufun ağladı ağlayacak bakışları sertleşip Korhana dik bakışlar attı.

"Bak! Bak sen kardeşin için neler yapıyorsun, benim de ailem var! Ben adını bile bilmiyordum o çocuğun. Sonra telefonuma mesajlar gelmeye başladı. Karımın sporda çok yakından çekilmiş fotoğrafları! Oğlumun futbol kursundan, sınıf içinden, kantinden tost alırken çekilmiş ama en fazla bir metreden çekilmiş fotoğrafları geldi. Ne olduğunu bile anlamadım ben!"

Korhan yavaş yavaş elini gevşetip çekti boynundan. Adam bir kaç kez öksürüp boğazını ovaladı rahatlatmak için.

"Neler olduysa en başından anlat! İnan artık kim okkanın altına gidiyormuş, kimin karısı, çocuğu zarar görüyormuş zerre kadar umurumda değil!"

Korhanın sert tutumu adamı ürkütüyordu ama bir yerden de anlıyordu. O da iyi değildi ki. Suhan Yıldıray ve Ahi Amber ölümü okullarına bomba gibi düşmüştü ve aylardır o da çok iyi değildi. Halbuki onların kısa tanışıklığı geçen yılda kalmıştı. Yusuf defalarca mutlu oluşlarını izlemiş ve zararsız kurtulduğu işin hafifliğini yaşamıştı. O bir eğitimciydi. Büyük yada küçük kimsenin çocuğuna bile isteye zarar vermezdi. En başta da bir babaydı.

"Ben kimdir, necidir bilmiyorum inanın. Korhan bey bana bakın ve gerçeği söylediğimi görün!"

Korhan zerre kadar umursamadı adamın sözlerini.

"Ona neden şantaj yaptın? Hastalığını nerden biliyordun?"

Adam başını iki yana salladı.

"Bilmiyordum! Bir gün o resimler gelene kadar, Suhanın kampüs kütüphanesinden gizlice kitap aldığı bir video önüme düşene kadar bilmiyordum. Ben kimseyle birebir iletişime bile geçmedim. Bana ne söyledilerse yapmak zorunda kaldım sadece."

"Ne söylediler sana?"

"Video gelince kızın karşısına geçmemi ve videoyu ona göstermemi istediler ilk gün. Başka hiç bir şey yapmayacaksın yazılmıştı mesaja. İnanın yapmak istemedim. Ama karımın sabah bana el salladığı video geldi bu seferde. Çok yakınımızdaydılar. Zarar verirlerse... Ben sadece bir öğretim görevlisiyim Korhan bey! Oğlum ve bir karım var benim!"

"Sonra ne oldu?"

Adam serbest kalan bedenini misafirlerini ağırladığı sandalyeye yığılır gibi bıraktı. Gözünden kayan yaşı elinin ayasıyla hızla sildi.

"Hiç bir şey. Sadece videoyu göster ve geriye çekil yazılmıştı mesajda. Bende öyle yaptım. Ama beş gün sonra yine telefonuma mesaj geldi. Bu sefer kızın karşısına çık ve ondan bir şey isteyeceğini söyle dediler. Yapmak istemedim. Bende çok korkuyordum. Sonra emniyete gittim. Şikayet edecektim yemin ederim. Ama mesajlar ben açılınca telefonuma hiç gelmemiş gibi siliniyordu. Yinede pes etmedim. Şantaja uğradığım, bir öğrencimi kullandıklarını söyleyecektim. Emniyetin kapısından girerken Aylin aradı. Karım! Arabasına çarpmışlar. Ben çok panikledim, neyin içine düştüğümü bile anlamadım. Ama bununla tek başıma baş edemeyeceğimi bilidiğim için dönmedim yolumdan. İfade vermek istediğimi söyledim. Aldılar beni, ifademi de verdim. Sonra bana su getiren polis memuru oğlumun kırılacak kolu için üzgün olduğunu söyledi. İnanın çok korktum ben Korhan bey. Kimden yardım isteyeceğimi bilemedim. her yerdelerdi sanki. Polisten yardım almaya gittim polis tarafından tehdit edildim."

Ahunun şaşkınlık kokan, Korhanın ise git gide öfkeye bulanan gözleri birbiriyle çakıştı.

"Sonra neler oldu?"

"Yeni bir mesaj geldi. Gidip kıza Ahi Amberle tanışmasını söyleyeceksin dediler."

Adam derin bir soluk almıştı. Hiç bir şey anlamayıp çözmeye çalıştığı o korkunç günler geldi yine aklına.

"Suhan çok korkmuştu zaten. Eminim videoyu gösterip bir şey dedirtmemeleri de bundan. Panikletmek için yaptılar. Yalvardı. Ağladı... Kimseye bir şey dememem için ayaklarıma kapandı. Öğrencimi bu hâle getirdiğim için çok kötüydüm. Ben kötü biri değilim Korhan bey!"

Kardeşinin korkuyla kıvrandığı bir hâl gözlerinin önüne serildi sanki. Boğazı düğüm düğüm oldu Korhanın.

"İnan... İnan nasıl bir adam olduğun zerre kadar umurumda değil! Kardeşlerimizden başka hiç kimse umurumda bile değil!"

Adam anlayışla baş salladı.

"Böyle böyle devam etti bir süre mesajlar. Ne yapmam gerekiyorsa mesaj olarak geliyordu ama ondan önce uyarır gibi ailemle ilgili resimler atılıyorlardı. Bakım evindeki annemin kanı alınırken bile fotoğrafı çekilmişti. Mecbur kaldım!"

"Başka ne istediler?"

"Suhanın, Ahi ile bir ilişki kurmasını istediler. Hiç bir anlam veremiyordum. Suhana söylediğimde çok şaşırdı. Yapamam, utanırım dedi yine ağladı. Gidip bulmuş onu, izlemiş. O bana bakmaz, çok güzel kızlar var yanında dedi."

Ahunun yine notlar geldi aklına. Ahiyi izlediği zamanlar için çok yakışıklı dediği anlar aslında nasıl bir korkunun kollarındaymış şimdi anlıyordu.

"Peki sonra?"

"Bir süre etrafında dolaşıp, arkadaş olmayı başardı. Bende izliyordum sürekli ikisini. İnanın zarar görme ihtimalleri bile uykularımı aldı benden. Yiyemiyor, konuşamıyordum bile. Sonra el ele gördüm onları. Suhan bana geldi yine ağladı. Çok sevdiğini söyledi. Acımamı, merhamet etmemi istedi. Sanki ben onu incitmeyi istiyormuşum gibi benden medet dilendi. "

"Seni tehdit edenlerle hiç sesli konuşman yok mu?"

Yusuf başını iki yana salladı."

"Sadece mesaj üzerinden. Onda da yazdıklarını ben görünce siliniyordu gelen her mesaj. Benim yazdıklarım da anında görülüyordu. Bende Suhan gibi onlara yalvarıyordum. Aşık olmuş, yapmayın diye bir telefona ağlayarak yalvardım ben Korhan bey. Sonra ilişkileri gerçek mi diye bir soru geldi. Evet dedim. İzledim onları birbirlerine aşık oldular, kıymayın dedim. "

Hiç ses çıkmadı on gün. Sonra bir mesaj daha geldi. Kıza artık özgür olduğunu, onu rahat bırakacağını söyle ve bir daha seni görmemesini sağla dediler. O günden sonra hiç mesaj gelmedi. Ben bunların hepsini Suhana söyledim. O kadar sevindi ki. O kadar çok ağladı ki... Ben yine nefret ettim kendimden. Çok özür diledim. Anlamadı, anlatamadım derdimi ama ben de ondan çok özür diledim. Affetmesini istedim. Dediklerini yaptılar. O günden sonra hiç bir arama, mesaj gelmedi onlardan. Ama aylar önce olanları duyunca... İnanın kaybınıza çok üzüldüm. Hâlâ çok üzgünüm. Ben bunları yaşamak, yaşatmak istemezdim."

Korhan iç yanağını eze eze dinledi her bir kelimesini. Karşısında perişan bir halde kıvranan adamı uzun uzun seyretti. Ahunun da sıklıkla ona baktığının farkındaydı.

"Mesajlar... Sen okur okumaz siliniyordu!"

Adam hızla başını salladı.

"Uygulama üzerinden bir silinme mi yoksa hiç atılmamış gibi mi?"

Adam hızlı hızlı iki yana salladı yine başını.

"Hiç gelmemiş gibi. Yani hani ben bir mesajı sildiğimde bu mesaj silindi ibaresi olur ya öyle değil. Mavi tık olunca mesaj iki üç saniye içinde hiç atılmamış gibi siliniyordu. Zaten numarayı aramaya kalktığınızda böyle bir numara yoktur deniyordu."

Korhan alt dudağına dişlerini geçirip başını onaylar gibi salladı.

"Yeter! Yeter bu kadar oyun!"

Korhanın kendi kendine söylediği sözlerle Ahunun kafası karıştı. Korhan son bir kez adama bakıp hiç bir şey demeden kilitlediği kapıyı açıp çıktı. Ahu da peşinden koşturan adımlarla ilerledi.

"Korhan!"

Hızlı adımlarına yetişmek gerçekten yorucuydu. Ahu yanına ulaştığında fakülte kapısından çıkmıştılar.

"Korhan dur artık! Ne oldu?"

Korhan öfkeden delirmiş bir aslanı andırıyordu. Gözlerindeki kehribar sarısı irisler kıpkırmızı lmuştu.

"Yüzüme karşı söyleyecek! Hep dedim ki yapmaz, yardım ediyor! Yüzüme söyleyecek ne istedi kardeşlerimizden!"

"Korhan kim?"

Ahu gerçekten hiç bir şey anlamıyordu. Tekrar yürüyen adamla o da hareketlendi. Arabaya bindiklerinde hırslı soluklarının sakinleşmesi için ona bir kaç dakika vermekti niyeti. Sonra ise nereye gittiklerini çözmek için etrafa bakındı.

"Korhan biz nereye gidiyoruz?"

Sağa sola bakındığında karşıya geçmek için bir yol izlemedikleri aşikardı. Yol Pendik-Kurtköyden Sabiha Gökçen kavşağına evrilince şaşkın bakışları daha da irileşti.

"Havaalanı mı? Havaalanına mı gidiyoruz?"

Korhan sadece başını sallayıp hızını artırdı. Bir kaç trafik kuralı ihlali yaptı ama gözü tam anlamıyla dönmüştü.

"Korhan ne olur bir şey söyle! Nereye gidiyordz?"

"Mardine..."

Korhanın kısık sesiyle öylece kalakaldı Ahu. orada ne yapacaklarını anlamamıştı ama Korhanın bahsettiği ve usta dediği adamın Mardinde olduğunu biliyordu. Cemil ve Ceydanın dayısıyla bu gün olanların ne alakası olabileceğini bir türlü eşleştiremedi.
Sorularına cevap istiyordu aslında ama Korhan o kadar öfke doluydu ki her hangi bir şeye patlar ve olay çıkarır korkusuyla ağzını açmaya cesaret edemedi.

Yaklaşık iki saat sonraki sefer için iki bilet aldılar. Uçuşu beklemek için bir kenara çekildiklerinde Ahu iyice yaklaştı Korhana.

"Bir şey söyle artık. Konuş benimle!"

Korhan telefonunu kapatıp Ahuya baktı.

"Talefonun yanında mı?"

Ahu iki yana başını salladı.

"Sabah çıkarken aklıma bile gelmedi almak."

"Güzel..."

Korhan öne arkaya onaylar gibi oynattığı başıyla sağa sola bakındı.

"Delirteceksin beni! Konuş artık!"

"Başımıza ne geldiyse o şerefsiz yüzünden! Eminim artık. Suhanı tehdit edenler onlardı!"

Ahu anlamadığı için boş boş baktı. Korhanın sanki dalga geçer gibi bir gülümsemeyle kaşlarını çatışını izledi.

"Salak gibi bana yardım ediyor sandım! Salak gibi Cemili, Ceydayı işimi kolaylaştırmak için yanıma gönderdi sandım!"

"Korhan... Ne diyorsun? Hiç bir şey anlamıyorum ben!"

"Ahu Nar! Suhana şantaj yapan da Ahiyle tanışmasını sağlayan da usta! Adama mesajları gönderen sonra o mesajlar hiç gitmemiş gibi sildiren usta! Adamın istihbarat elinin altında. Bir kaç mesajı tamamen sistemden sildirmek ne demek ki? Gerçi ona gerek bile yok! Ceyda için bu çok kolay!"

Ahunun ağzı açılıp öylece kaldı. Ama... Onlar yardım ediyorları. Cemil de Ceyda da ikisine yardım etmek için neler yapmışlardı? Ahu, Nurperiyle Suhan gibi konuşurken Ceydanın gözlerinden akan yaşı görmüştü.

"Onlar... Bizi mi izliyormuş? Onlar mı öldürmüş kardeşlerimizi?"

"Öğreneceğiz! Ne yapıyorlarsa tek tek öğreneceğiz!"

Sessizlik içinde beklediler saatin gelmesini. Ahu çok üzgün hissediyordu. Hayal kırıklığı, acı, öfke, isyan... Bütün duygular içinde savaş veriyordu sanki.

Ama o kıza güvenmişti Ahu. Sarılmışlardı! Acısını paylaşmıştı. Çok bir arada olamamışlardı ama Ahu ağlarken Ceyda da gözleri dolu dolu bakmıştı ona. Cemil! Cemil de Korhan ne isterse yapmak için deli gibi uğraş vermişti. Bunlar Korhana duydukları sadakatten yada sevgiden değil miydi? İhanet mi etmişlerdi onlara?

Ağlamak istiyordu Ahu. Kardeşleri için kıvranırken onlar zaten neler olduğunu biliyorlar mıydı? Bir sürü soru vardı kafasında ama bir tanesini sesli soracak gücü yoktu.

Uçağa binerken de kısa uçuş tamamlanırken de ikisi zihinlerinde ardı arkası kesilmeyen kelimelerde kayboldular.
Uçak Prof. Dr. Aziz Sancar havalimanına indiğinde çıkışa el ele ilerlediler. kendileri için taksi bakınan Korhanın önüne iki adam geldi. Sıradan, sivil görünümlü iki adam yüzlerini taramış sonra birbirlerine bakmıştı.

"Hoşgeldiniz Korhan bey. Usta sizi bekliyor, gidelim mi?"

Ahunun şaşkınlıkla bakışına tezat Korhan hiç şaşırmamıştı. Başı dik iki adamı ve arkalarında dörtlüleri yanıp sönen aracı süzdü. Başını onaylar gibi eğip, Ahunun elini daha sıkı kavradı. Geçip ilk Ahunun binmesini sağladı sonra kendi yerleşti arabaya.

İkiside konuşmuyordu ve imanılmaz gergin bir hava vardı ortada. Şehrin içine girildiğinde, merkezde bir süre ilerleyip kentin yoğunluğu hafiflediğinde Ahu etraftan gözlerini ayırmadı.

Araç eski görünümlü, demir kapıların önünde durduğunda anında kapı kayarak açılmaya başlamıştı. Araç içeri girdiğinde ise onları çok geniş bir alan karşıladı. Bura İstanbula göre baya ılıktı. Bahçede görünen ağaçlarda çiçekler vardı. İstanbulun aksine buraya bahar gelmişti. Geniş bir avlu ve sıra sıra dizilmiş oldukça büyük bakır kazanlar görünüyordu. Başlarında genç erkek çocukları kazanları karıştırıyor, kimisi altına odun parçaları taşıyor, kimisi de kazanların içine eklemek için büyük sinilerde malzeme getiriyordu. Avlunun arka kısmında genelde televizyonlarda görülen bir konak vardı.

"Korhan bey, usta odasında olacak. Sizin yerini bildiğini söyledi. Kendiniz çıkmak ister misiniz, eşlik edelim mi?"

Korhan hürmetle konuşan adama anlık bir bakış atıp konağın ikinci katında uzun bir balkon sistemiyle oda kapılarına erişimi sağlayan yere baktı. Ahşap küf yeşili kapıya daha derin baktı.

"Gerek yok!"

Tok sesiyle adamlar geri çekilip, yanlarından ayrıldılar. Korhan, Ahunun elini tekrar kavrayıp konağın sağ tarafına doğru yürüdü. Kazanların ordan geçerken kendilerine bakan genç çocuklara bakış attı. Alt kısım mutfak olarak kullanılırdı onun zamanında. Elinde doğranmış soğan leğeniyle çıkan çocuk hâlâ da öyle olduğunu kanıtlar gibiydi. Yan tarafta ikinci kata çıkmalarını sağlayan ahşap merdivene doğru yürüdüler. Ahu farklı bir evrene gelmiş gibi sürekli gözlerini etrafta dolaştırıyordu.

"Ben... Senin anlattıklarından hiç böyle bir yer olacağını düşünmemiştim."

Korhan Ahunun mırıldanmasıyla anlık ona bakıp aşağıda kalan ve büyük kazanlarda yemek pişiren çocaklara tekrar baktı.

"Aşevine gidecek yemekler akşam için hazırlanıyor. Eğer arkadaşıyla konuşmaya devam ederse soğanlar yanacak, kavak çipiliyle de bu hatasını ödeyecek!"

Ahu her ne konuşuyorlarsa kahkaha atan iki gence baktı. En fazla yirmi yaşında olmalılardı. Küf yeşili, ahşap kapının önüne geldiklerinde Korhan zerre nezaket belirtisi göstermeden içeri girdi. Peşinden çekiştirdiği Ahu da ona eşlik etmiş oldu.

Bir adam, boydan boya kitap rafları dizili alanın önünde, elinde Kara Davut yazılı eski olduğu da her halinden belli kitabın sayfalarını çeviriyordu.

İçeri paldır küldür girmemişler gibi başını anlık kapıya çevirmiş sonra ise parmaklarıyla araladığı iki kitabın arasına elindekini yerleştirmişti. Bunları öyle dingin bir halde yapmıştı ki Ahu şaşırmadan edemedi.

"Hoşgeldiniz çocuklar."

Atmışlı yaşlarının başında bir adamdı karşılarındaki. Beyaz sakalları yüzünü kapatmıştı. Başının üstündeki saçlar azalmıştı ama tamamen de kel denilemezdi.

"Sen çağırdın ben geldim ihtiyar! Kapatalım mı artık şu meseleyi?"

Adamın duru yüzünde sadece kendi bildiği bir espiriye güler gibi bir tebessüm oluştu.

"Niye kapatalım çocuk! Ben seni açılacak meseleler için sabırla kaç zamandır bekliyorum!"

Sona doğru sesi bir tık yükselmişti. Mavi gözleri Korhanla konuşup Ahuya saplandı. Onu boydan boya inceleyip yine tebessüm etti.

"Deryanın saklı hazinesi Nar... Sonun da yüz yüze görmek nasip oldu seni kız çocuğu."

Ahu ise neye şaşıracağını, ne duyması gerektiğini kavrayamayıp bocalıyordu. Sürekli bir Korhan bir karşısındaki adama bakmanın ötesine geçemiyordu.

"Uzatmayacağım lafı! Ne istedin kardeşlerimizden? Ne istedin bizden ki mahvettin hayatımızı?"

Adamın sakinliğine ters Korhan oldukça hırpalayıcı bir tutum sergiliyordu.
Adam ona Korhan hiç bağırmamış gibi aralarında birbirlerine kenetledikleri elleri gördü. Tebessüm eder gibi yine baktı.

"Atilla, kızının elini böyle ulu orta tuttuğunu görse ne yapardı acaba sana?"

Bu da dalga geçer gibi kurulmuş bir cümleydi.

"Yeter! Yeter artık konuş! Yeter, niye öldürdün Ahiyi? Niye öldürdün Suhanı, ne istedin?"

Adamın sakinlik barındıran mavileri kademe kademe kızışıp biraz evvelki o sempatik surattan uzaklaştırmıştı yüzünü.

"Haddini bil! Kiminle konuştuğunu unutmuşsun, hatırlatırım sana!"

Korhan da öne doğru iki adım atıp, duruşunu daha da heybetli bir hale getirdi.

"Asıl sen kiminle konuştuğunu idrak et! Yirmi iki yaşında o her şeye tamam diyen çocuk yok karşında! Neden öldürdün kardeşlerimizi? Neydi bizimle zorun?"

Usta olarak bilinen, adı neredeyse hiç anılmayan Timur, öfkeden cayır cayır yanan bakışları izledi. Aynı gözler yıllar önce ona böyle bakmazdı. Saf nefretle yanan kehribarlar, babasında saf inançla değerdi kendi gözlerine.

"Ben emanetlerimin kılına bile zarar getirmedim! Ben ne kan kardeşim Atillanın ne de aynı bardaktan su içtiğim Tarığın çocuklarına kıymadım! Önce öfkeni kapının dışında tut çocuk! Ben öfkenin oturduğu masada hep ziyan oluşlar izledim. Ziyan olma!"

Sesinde öyle bir eminlik vardı ki ne Ahu ne de Korhan yalan söyleyebileceğine ihtimal vermedi. Babalarından böyle bahseden adam o zaman niye yapmıştı bütün bunları?

"Söyle o zaman? Neden Suhanı tehdit ettiniz? Niye onu böyle bir şeye sürüklediniz?"

Timur eliyle ardını gösterdi. Sedir şeklinde düzenlenmiş oturma alanını işaret etti.

"Geç ve otur! Dinlemeyi öğren! Sorulara doğru yerden başlamayı öğren! Bana gel diye sabırla bekliyorum, sabrımı zorlama!"

Korhan dişlerini sıksa da Ahu elini tekrar kavrayıp yürümesi için çekiştirdi. Odanın içerisinde yürüyüp,sedirlere doğru ilerlediler. Ahu gözlerini adamdan bir an bile çekemiyordu. Ona merhametle bakan adamla göz göze gelince yutkundu.

"Beni tanıyorsunuz?"

"Tanıyorum..."

"Peki biz neyin içerisinde kaybolduk biliyor musunuz?"

Adamın Horhana keskin bir bıçak olan yüzü kendine şefkat akıtıyordu.

"Biliyorum..."

Sonra tekrar Korhana bakıp sedirin yanında yer alan sallanan sandalyesine geçip oturdu.

"Öfkeni dizginledin mi?"

"Benimle oynama ihtiyar! Yemin ediyorum artık sabır diye bir şey kalmadı, bana kelime oyunları yapma!"

Ağır ağır başını salladı milletin kulaksız usta dediği adam.

"Çok çağırdım seni, neden bu kadar geciktin?"

Korhan gözlerini bile kırpmadan bakıyordu.

"Sana gebe kalmam için neden sürekli çağırdın beni ihtiyar?"

"Artık usta demiyorsun!"

"Sen benim ustam mısın bilmiyorum ki! Sen beni can evimden mi vurdun bilmiyorum!"

"Seni çağırdığımı ne zaman anladın?"

Korhan yanındaki kızın yüzüne bakıp geri dikkatle onu sorgulayan adama döndü.

"Ceydayı bana yardım için gönderdiğinde!"

"Neden gelmedin?"

"Neden zorla getirtmedin?"

Sonra etrafta bir şey görecekmiş gibi süzdü amberleri her yanı. Dalga geçer gibi bir sırıtış ekledi yüzüne.

"İstesen bunu çok kolay yapabileceğini ikimiz de biliyoruz değil mi? Niye getirtmedin beni zorla yanına?"

Timur başını aheste aheste salladı.

"Sen gel diye çocuk! Bile isteye, kendi ayaklarınla sen gel diye... Sen beni çözemedin ama ben senin ciğerini bilirim. Kimse sana zorla bir şey yaptıramaz Korhan Yıldıray. Kimse senin boynuna tasma takamaz. Böyle olabil diye çok uğraştık biz. Benim de böyle bir şeye ihtiyacım yok! Ben buraya kendi ayaklarınla gel diye sabırla bekliyorum!"

"Bak dediğin oldu! Geldim! Şimdi neyse bu kadar düzmecenin sebebi söyle!"

Timur ağır ağır sallanıp tekrar ayaklandı. Kitap rafına doğru ilerleyip klasörlerin dizili olduğu bir raftan kırmızı renkli bir klasörü çekip aldı.
Hiç başka bir şey yapmadan onu dikkatle izleyen ikiliye döndü.

"Kardeşlerinizi biz öldürmedik ama onları birbirlerine biz ittik! Sen hep doğru yolda yürüyüp, iz sürdün. Bu günde o okula gidişin bunun göstergesi."

"Neden yaptın neden?"

Adam hırsla ona seslenilmemiş gibi hiç istifini bozmadı.

"Hep sorguladın değil mi?"

"Neyi?"

"Asille buraya geldiğiniz zaman odama giren adamları senin görmeni ama onun hiç görmeyişini. Ya da sabah ezanı öncesi buradan alınan çocukların gidişini bir tek senin izlemeni ama Asilin hiç fark etmeyişini. Sen oldum olası hep çok zekiydin çocuk!"

"Çünkü her ne bok yiyorsan bilmek istemedim!"

"Çünkü ne yaptığımı hep biliyordun Korhan! Çünkü ne yapıyorsam görmeni ben sağlıyordum ve sen bunun hep farkındaydın!"

"Benim umurumda bile değil sizin derin devlet meseleleriniz!"

Adamın sakallı yüzünde bir gülümseme peydah oldu.

"Öyle bir hak verilmediki sana çocuk! Sen doğduğun andan itibaren buraya gelene kadar planlanmış bir hayatı yaşamışken bu söylediklerinin bir önemi yok!"

Ahu yutkunup tane tane konuşan adama baktı. Bunlar ne demekti?"

"Nasıl? Ne demek bu?"

Adam bu sefer Ahuya dönüp gülümsedi.

"Ama bak siz büyük sürprizdiniz bize. Beş yaşına gelene kadar Atilla ve Derya nasıl sakladı sizi aklım almıyor. O ikisi hep benim aklımla oynadılar ama Derya... "

Ahunun git gide karışan aklı milyon soruya ev sahipliği yapsa da birine bile cevap bulamıyordu.

"Derya bir ummandı ve sakladığı iki sırrı o ölmeden ortaya çıkmadı. Halbuki benim oluşumum onları bir araya getirdiğinde kat-i sûretle evlat sahibi olmalarını yasaklamıştı."

"Ben... Ne diyorsanız hiç bir şey anlamıyorum!"

Adam yine başını onaylar gibi sallayıp karşılarında ayakta durdu.

"Bir oluşumun mensubuyuz biz. Bilmeseniz de bir oluşumun mensubusunuz ikiniz!"

"Oluşum?"

Korhanın soru kokan kelimesiyle yine başını salladı.

"Birliğime Güneş diyoruz kendi aramızda. Türk ulusunu hak ettiği iktidara taşıyacak güç için yıllardır sabırla bekliyor birliğim. Dünya üzerine dokuz üst kurup, sabırla zamanının gelişini gözlüyoruz!"

"Ne... Ne için?"

Ahunun titrek sesiyle başını yana eğdi adam.

"Yeni bir dünya düzeni için kızım. Kaostan, sefaletten, eziyetten kurtarılmayı hak eden, bir kurtarıcı bekleyen dünya yüzündeki mazlum insanlar için zaman sayıyoruz. Türk ulusunu dünyaya hükmedecek konuma taşımaya çok yakınız."

Korhan ne kadar bu sözleri umursamak istemese de kendileriyle ne ilgisi olduğunu çözemiyordu.

"Bunları bize niye anlatıyorsun? Benim sorularıma cevap ver!"

Timur yine başını salladı.

"Kardeşlerinizi biz öldürmedik çocuklar! Biz sizin artık zamanınızın geldiğini görüp bir araya getirmek için harekete geçtik. Suhanı yumuşak karnından vurup onu Ahiye ittik. Doğal bir şekilde birbirinizin hayatına dahil olun diye önünüzdeki taşları kaldırdık. Normal bir hayatın içinde adım adım bulacaktınız siz kimsiniz. Önünüze kırıntılar bırakarak çekecektik sizi buraya. Güneşin bir amacı vardı çünkü. O amaç artık gücüne kavuştu. Şimdi ise o amacı göklere taşıyacak anahtarın peşindeyiz. Siz Güneşin anahtarı olarak bize yollar açacaksınız!"

Ahu kurumuş dudağını ıslatıp ilk Korhana baktı. Onun da bakışlarındaki karmaşa elle tutulacak kadar fazlaydı. Sonra adama döndü.

"Neyin yolunu açacağız? Biz hiç bir şey bilmiyoruz ki! Bizim kardeşlerimize kim kıydı onu bile bilmiyoruz!"

"Bu çağ çok uzadı kız çocuğu! Yeni çağı kapatıp Hüküm çağını başlatacak anahtar siz bilmeseniz de sizin ellerinizde. Bunlar oldukça uzun mevzular. Anlamak için, anlatabilmek için zaman lazım. Ama bundan önce bilmeniz gereken çok daha önemli bir şey var."

Elindeki klasörü aralayıp bir kağıt çıkardı ve Korhana uzattı. Korhan elinde tuttuğu kağıtta neler yazıyor hiç bir şey anlamıyordu.
Timur tekrar yerine geçi oturdu.

"Biz Atilla için bir yol belirledik. Geleceğin Cumhurbaşkanı olması için yetiştirilip, eğitildi. Ama Atilla bize çok daha başka bir yol olabileceğini kanıtlamak için Tarığı getirdi. Atilla, Tarıkla büyüyen bir şöför çocuğuydu altı üstü. Ama kader sever dengesiz dengeleri. Şöförün oğlu bir zaman sonra ülkenin başına gelecek o kişiydi. Tarık ise bize dünyaya hükmedecek zenginliğin kapılarını gösterdi. Elinde tuttuğun o kağıt, bir madenin verilerini içeriyor."

Korhanın karışmış aklı bir kağıt birde sakince konuşan adam arasında gidip geliyordu.

"Biz ilk önce toryum sandık. Ama çok yanıldık. Elinde tuttuğun ve sadece zerre miktarda bir madenin enerji ölçümlerini içeren kağıt, Hüküm çağında Türkiye'yi süper güç haline dönüştürecek enerjiyi saklıyor."

"Babam mı? O mu keşfetti."

Timur yine başını salladı.

"Baban keşfetti. Çinin yıllardır işlenebilir toprak enerjisi arayışını yerle bir edecek bir maden. Dünyanın petrol yada doğal gaza ihtiyacını silip, yok edecek bir güç. Sadece yumurta büyüklüğünde bir parçası doğru teknolojinin çekirdeğine yerleştirildiğinde Ankaranın bir aylık enerji ihtiyacını fazlasıyla karşılayacak bir güç."

Hiç bir şey anlamayan ama anlasalar asla kabul edemeyeceklerini bilen ikili yine birbirlerine baktılar.

"Bize bu enerji nerde bulacaksınız çocuklar! Babalarınızdan size miras kalan davayı siz yürüteceksiniz! Tarığın bulduğu, Atillanın geliştirip sakladığı maden koordinatlarının saklı olduğu bilgiler nerde sizin içinize yerleştirdi o ikisi."

Korhan yutkundu. Ya gerçekten yaşlılıktan delirmişti ya da delirmeye ramak kalmıştı.

"Kafayı yemişsin sen! Bizim bunlarla zerre alakamız yok! Biz kardeşlerimize ne oldu sadece bunu bilmek istiyoruz!"

Timur sanki Korhan bağıra çağıra asıl gerçeklerini haykırmamış gibi yine başını salladı.

"Kardeşlerinize bunu kim yaptı?"

Bu soru ortaya öylece söylenmiş bir cümleydi.
Tekrar ayağa kalktı. Elindeki dosyadan iki kağıt daha çıkardı ama bu sefer Ahuya uzattı.

"Bak bakalım doktor hanım. Bu raporlar bize ne söylüyor?"

Ahu ürkek bakışlarla uzatılan kağıdı aldı. Gözleri yazılan her şeyi okuduğunda fal taşı gibi açılmıştı. Sonra altındaki diğer kağıda hızla geçti ve bir çok kelimesi aynı olan kağıdı yine okudu.

"Bu! Bu nasıl olur? BU NE DEMEK? BU NASIL OLUR?"

Korhan dehşetle ayağa fırlayan ve boğazı yırtılır gibi bağıran kızla oda kalkıp yanına adımladı.

"Ahu Nar! Ne onlar? Ne elindekiler?"

Korhan hiç bağırmıyormuş gibi Ahu delirmiş bir ifadeyle sakinliğini koruyan adama bakıyordu.

"Doğru mu bu? Konuş Allahın belası! Doğru mu?"

Timur başını eğdi onaylar gibi.

"Doğru..."

Ahu aklını yitirecekti. Tekrar okudu elindekileri ve yazılanlar değişmiyordu. Gözlerine aşağı yaş akıyordu ama içindeki kaosdan ne hissettiğini çözemiyordu.

"Korhan! Korhan bunlar! Ahi, Suhan!!!"

Tekrar adama baktı. Kardeşlerinin adlarını diline değdirmek gözünden akan yaşları hızlandırmıştı.

"Gerçek mi? Allahının aşkına yalan söyleme. Ne olur, gerçek mi? Yalan değil!"

"İki mezardan da iki farklı DNA örneği alındı. Mezardakiler Ahi ve Suhan değil..."

Ahu elindeki kağıtları canına basar gibi göğsüne bastırıp hıçkırarak ağlama başladı. Korhan duyduklarıyla buz kesmişti. Ahunun ona dönen yüzüne kilitlenip kaldı.

"Bak... Bak ne yazıyor bak! Korhan Allah için bak ne yazıyor? Suhan Yıldırayla eşleşmedi yazıyor. Kemik analizi Ahiyle örtüşmedi yazıyor, bak Korhan!"

Adını bağırır gibi söylediğinde dizlerinin üzerine mecalsizce çökmüştü Ahu. Korhan düşmesin diye atılıp kollarını kavradı. Ne demesi gerektiğini bile bulamıyordu. Aklı durmuştu. Aklı tam manasıyla durmuş, duyduklarını idrak edemiyordu.

"Allahımmmmm.... Allahım ne olur? Allahım ne olur doğru olsun ne olur?"

Ahunun feryadıyla onu göğsüne bastırdı. Korhan Ahuyu, Ahu ise koynundaki kağıtları sıkı sıkı kavramıştı.

"Bu... Bu ne demek? Ne demek bunlar?"

Timur acıyla hıçkıran kıza bakıp dişlerini sıktı.

"İhanete uğradık. Atillanın yeni dünya düzenindeki rolü kabullenilmedi ve öldürüldü. Tarığın bulduğu madenin varlığı ifşa oldu. Şimdi ise o madene ulaşmak için anahtarın siz olduğunuzu biliyorlar. Sizi koşulsuz şartsız itaate sürükleyecek tek güç kardeşleriniz! Onları aldılar ve siz peşlerine düşün diye ölümlerine inandırdılar. Günü geldiğinde..."

Timur sustu ama Korhanın bakışları üzerinden çekilmedi.

"Günü geldiğinde pazarlık masası kuracaklar. Siz onlara yeni dünyada lider kim olacak, o gücü verirken onlar da kardeşlerinizi koyacak masaya!"

Korhan hiç bir şey anlamıyor yada algılayamıyordu. Göğsünde hıçkıran kıza dönüp yüzünü görmek için avuçlarıyla kavradı.

Ahunun siyah gözleri yaş akıtsa da galaksideki en parlak yıldızları kıskandıracak bir ışıltıyla bakıyordu yüzüne. Ahunun gözleri sıra sıra yağmur dökse bile aylardır bir kere görür müyüm dediği gülümsemeyi yüzüne ilmek ilmek dokuyordu. Bir fotoğrafın ardında gördüğü o güzel gamze, yüzünde tekrar bahar çiçeği gibi açıyordu.

"Yaşıyorlar Korhan..."

Titreyen sesinden çıkan fısıltı Korhanı yaşadığı ana fırlatarak attı. Öldü diye parçalandığı, vicdan azabından kavrulduğu kardeşi yaşıyordu. Bir yerde, kim olduğunu bilmediği birilerinin elinde tutsaktı ama nefes alıyordu.

"Ahu Nar..."

Ahu onu ikna etmek ister gibi hızla başını salladı. Dağılan saçları yüzüne geldiğinde Korhan eliyle yüzünden çekmişti. Öyle güzel bir gülümsemeyle bakıyordu ki Korhana görüşünü kapatacak hiç bir şeye tahammül edemezdi. Bu dolanıp kaldım dediği saçlar bile olsa Ahunun yüzünde açan bahardan, amber harelerini ayıramazdı. Bir ölümle solmuştu tüm çiçekleri. Şimdi ise iki nefesin varlığıyla toprakdan çıkmış, güneşe yüzünü dönmüştü.

Sonra başka bir korku çöreklendi içine. Kaşları hızla çatılıp ayakta onları izleyen adama saplandı.

"Bizi kullanmak için ... Sırf biz o aradığın her neyse bulalım diye yalan söylüyorsan. Sana yemin ederim! Her şeyin üzerine yemin ederim gider arayıp bulurum o dediğini! Sonra da zerre acımadan düşman bildiğin kim varsa veririm ihtiyar!"

Hırslı gözleri avuçlarındaki yüze geri dönmüştü. Ahu duyduklarıyla bir an paniklemiş, gerçek olma ihtimaliyle siyah incilerini iki adam arasında hızla gezdirmişti.
Korhan solan yüzüne bakıp baş parmağıyla dudağının kenarını izledi. Sonra yine karşısındaki adama baktı.

"Sana yemin ederim onun iki mezara gömdüğü gülümsemesini kendi çıkarların için bir kere daha toprak altına atarsan... beni! En çok kanadığım yerden avlarsan!"

"Hayır hayır hayır! Doğru bu değil mi? Hayır ne olur? Allah aşkına kandırmayın! Ne olur?

Ahunun panikle kıvranan hâli ve yalvaran sesi onun da dik duruşunu kırıyordu. İkisi de bilmşyor olabilirdi ama çok kıymetli bir yere sahiptiler kalbinde.
Timur başını iki yana salladı.

"Ben ihanet bilmem çocuk! Ben yalan üzerinden kimsenin acısını kendime oyuncak etmem. Çocuklar ellerinde ama yaşıyorlar. Öldüremezler! Tarık kendi payına düşen yükü sana bırakmış olsa da Atilla hangi evladına bıraktı bilemezler. Öldürme riskine girip, sizi ellerine alma fırsatını tepemezler. Onlar yaşıyor ve biran evvel kurtarın diye sizi bekliyor!"

Adamın kesinlik içeren cümleleri Ahunun yanan yüreğine sular serpti .Bir an yaşadıkları gerçeğini tam olarak idrak edememişken diğer an Korhanın sözleri onu başka bir oyuna mı çekiliyoruz diye mahvedecekti. Ama şimdi....

Geriye çekilip tekrar açılan mezarlara yapılmış DNA eşleştirme raporunu gözleriyle taradı. Yoktu işte! Ne Ahiyle ne de Suhanla her hangi bir eşleşme yoktu. Onların üstünü kapattığı mezarlarda kardeşleri yoktu.

Tekrar yüzü sevinçle Korhanın hasretle beklediği portakal çiçeklerini açtı. Dişleri görünecek kadar kıvrıldı dudakları. Canının en büyük yangını söndü bir anda. Tüm dertlerine deva ondaymış gibi yine göğsüne bastırdı iki kağıdı. Sonra da yüzündeki o güzel gülümsemeyle karşısında öylece bakınan adama baktı.

Korhan ise sakinliğini korumanın yada sevinçten delirip kalmanın arasında sıkışmıştı.

Suhan yaşıyordu. Ahi ve Suhanın nerde olduklarını bilmeseler bile nefes alıyorlardı. Korhan annesine kardeşinin öldüğünü söylemek zorunda kalmayacaktı. Korhan, Ahunun her gün biraz daha parçalanışını izleyip, elleri kolları bağlı bakmayacaktı.

Kapkaranlık, buz gibi, upuzun bir kıştan sonra portakal ağaçları çiçeğe durmuştu. Gözlerinde hüzün rüzgarları esen, kırağı ayazlarda titreyen bahar dalı yüzüne çiçeğini kondurup ona bakıyordu.

"Ahu Nar..."

Yalvarır gibi çıktı sesi. Sanki sen söyle ki inanayım der gibi yakarış saklıydı her bir harfin tınısında. Ahu hızla başını salladı.

"Yaşıyorlar Korhan. O mezarda yatanlar bizim kardeşimiz değil. Nefes alıyorlar. Bir yerde... Onları bulalım diye bekliyorlar. Yaşıyorlar Korhan..."

 

Loading...
0%