Yeni Üyelik
15.
Bölüm

İHTİYAÇ & İRADE

@orenda

 

 

 

Yıldızımı parlattıysanız keyifli okumalar😘

 

 

 

 

BÖLÜM-15-

 

 

 

Ahu ne diyeceğini daha da önemlisi ne hissedeceğini bilemedi.

 

Ama bir şeyin tam şu anda farkına vardı. Bu güne kadar Korhan ona hep bir perdenin ardından bakmış meğerse. Şimdi irisindeki sarılarda altın ışıltısını, her bir damarı, göz bebeğinin siyahında saklı gerçekliği görebiliyordu.

 

Korhan ona tüm benliğini gerçekten gösteriyordu. Tuhaf bir his sardı bedenini. Korku dolu bir heyecan bacaklarını titretti.

 

Dilin rahatlıkla söylediği o "güvenmek" yaşarken nasıl da farklıydı aslında. Ahu için Korhana inanmak, Korhana güvenmek bir mecburiyetti. Çaresizliğin içerisinde aradığı çareye bağladığı beldi.

 

Ama Korhan...

 

Korhan öyle değildi ki. İstese Ahu ne işine yarıyorsa yarar ve amacına ulaşırdı. Çok da zor değildi. Başından def etmemesi için hiç bir nedeni yoktu.

 

Şu ana kadar!

 

Ahu sesindeki muhtaçlığı fark etmesinden mi sebep öylece kaldı? Ne derse doğru olurdu bilemeyişinden miydi bu tutuk hali çıkamıyordu işin içinden.

 

Ama kuytu köşelerde ara ara kendini hissettiren cılız bir ses "acı çekiyor" diye fısıldıyordu. "Muhtaç!"

 

Korhan sanki Ahunun varlığına muhtaç bir yakarışla sesleniyordu ona.

 

Gözlerini çekmeden karşısındaki adama baktı. Çok düşünmeye ihtiyacı da yoktu esasında.

 

"Onu üzmeyeceğiz Korhan. Üzülmesin diye ne gerekirse yapacağız."

 

Bu bir kabullenişti. Korhanın yanından ayrılmayacağına, annesine giderken en yakın şekilde destek olacağına dair verilmiş bir sözdü.

 

Kalbinin ılıklığı Korhanı etkiliyordu. Bana ne diyebilecekken annesinin yanan canı için göz yaşı döken bu kız onu fark etmese de avuçlarının içine alıyordu.

 

İçinde tarifi mümkün olmayan bir sarılma isteği oluştu. Tenini ısıtan o hisse büyük bir muhtaçlık ortaya çıktı sanki.

 

"Teşekkür ederim..."

 

"Etme Korhan. Birbirimize bir söz verdik. Ben sözümü ne olursa olsun tutacağım. Tutunduğum dalımı kırma yeter."

 

Korhan gözlerinden anlık bile ayrılmadı.

 

"Tutunduğum dalı nasıl kırarım ben Ahu Nar?"

 

O andan itibaren Ahu sessizliğe gömüldü. Tam olarak iyileşememiş bedenini dinlendirmek için içeri odaya geçti. Bu ev küçüktü ve yalnız kalabilecekleri alanları çok sınırlıydı. Şu anda adamın odasında, onun yatağında uzanıyor olmanın rahatsızlığı çok fazlaydı onun için. Ama yapabilecek de çok bir şey bulamıyordu. Karnı da acıkmıştı.

 

Bir süre sonra mutfaktan gelen tıkırtılarla Korhanın bir şeyler hazırlamaya çalıştığını anladı. Dudakları kırık bir tebessümle kıvrıldı.

 

Beceremiyordu ama deniyordu.

 

Sonra yine o irkilme hissiyle yattığı yerden doğruldu.

 

Korhan siparişle bu işi hallettiğini söylerken şimdi onun için deniyordu. Aptal değildi ama şu anda aptal olmaya çok ihtiyacı vardı. Eğer irdelerse... Bunun altını deşerse...

 

Odanın lavabosunda yüzünü yıkadı. Biraz daha iyi hissediyordu. Aslında ağrıyan hiç bir yeri yoktu ama bedenini taşıyacak gücü bulamıyordu kendinde.

 

Mutfak kapısında durup içeriye baktı. Korhan önündeki salatalıkların kabuğunu soymaya çalışıyordu. Yarısını israf ederek!

 

"Kolay gelsin."

 

Önündeki işe o kadar odaklanmıştı ki Ahunun geldiğini bile fark edemedi.

 

"Çok da kolay değil aslında."

 

Kabuk diye ayırmaya çalıştığı kısımlara baktı. Bunun böyle olmadığına emindi.

 

"Ne yapacaksın ki onlarla?"

 

Ahu ilerleyip yanına iyice yaklaştı.

 

"Saat geç oldu ama hiç bir şey yemedin. Daha toparlanamadın bile. Bu günlük sandaviç olsa olur mu?"

 

Bilerek mi yapıyordu Ahu bir türlü anlayamıyordu. Bazen... Bazı anlarda öyle bir şey söylüyordu ki aklında hiç olmayan, olmaması gereken şeyler şekilleniyordu. Ne olurdu acıktım, o yüzden dese? Neden hastalığının ilerlemesini böyle kafasına takıp, hiç beceremediği bir konuda emek harcıyordu ki?

 

"Ben hallederim... Sen işlerin varsa onlarla ilgilen lütfen. İyiyim zaten, kendimi kötü hissetmiyorum."

 

Ahu ne kadar kesme tahtasının üstündeki sebzelere baksa da yüzünü arşınlayan harelerin son derece farkındaydı.

 

Korhan bir şey demeden elini yıkadı ama mutfaktan da çıkmadı. Geçip sandalyeye oturdu. Ahuya asla yardımcı olmayacaktı bu tavırları. Bilerek yada bilmeyerek onu sonuna kadar demekki zorlayacaktı.

 

Korhan, bileğindeki lastikle saçlarını toplayışını, ziyan olan sebzeleri çöpe atışını ve mutfakta bir sağa bir sola seri hareket edişini izledi. Bu görüntü ona hiç düşlemediği bir şeyi istediyordu.

 

Biraz da eski güzel günlerden kalan bir kaç anının, yanaklarını okşuyordu sanki.

 

Kısa sürede önüne güzel bir sandaviç ve meyve suyu konuldu. Yine sessizlik içinde yediler yemeklerini.

 

Ara ara şakaklarını yoklayan sancı şiddetlendikçe eli başına gidip bir iki ovalıyor geri çekiyordu.

 

Ahu baş ağrılarından ne kadar azap çektiğini ilk günden beri fark ediyordu. Ama adamın alanen şikayet ettiğini hiç duymamıştı.

 

"Korhan migrenin mi var?"

 

Elindeki meyve suyundan bir yudum alıp masaya bıraktı. Ona dikkatle bakan kıza çevirdi yüzünü.

 

"Bildiğim kadarıyla yoktu."

 

"Gözlerinde kılcal damar çatlamasına neden olacak kadar şiddetli. Doktora gitmelisin."

 

"Ağrı kesici alırım."

 

Ahu bir süre daha baktı adama.

 

"Evde nane yağı var mıydı?"

 

Korhan duyduğu soruyu ilk anlayamadı ama sonra...

 

Dudakları kırık bir tebessümle kıvrıldı. Ahu yokken bile vardı aslında Korhanın hayatında, bunu anladı.

 

"Sen söyledin..."

 

"Efendim?"

 

"Ona bunu sen söylemiştin değil mi? Nane yağını..."

 

Ahunun ona kaşları çatık bakmasından ne demek istediğini anlamadığını fark etti.

Elinde yarısından fazlası yenmiş sandaviçi masaya öylece bıraktı.

 

"Telefonda konuştuğumuz bir anda başımın ağrımasından şikayet etmiştim. Bana ısrarla nane yağı almamı tembihledi durdu. Bir sürü şey saydı, söz verdirdi. Aldım... Ama hiç kullanmak aklıma gelmedi Ahu Nar ."

 

Sûhan'ın adını diline değdirmeyişi canını çok yakıyordu. Sanki bile isteye Korhan kız kardeşinin adını ağzına almıyordu. Belki de alamıyordu.

 

Tıpkı Korhan gibi elindeki yarım sandaviçi bıraktı. Elleri yüzünün iki yanına dayanıp, dirseklerini masaya yasladı.

 

"Ahinin süniziti var. Kış aylarında çok sıkıntı çıkarıyordu. Baş ağrısı yapıyordu. Bende de alışkanlık oldu. İlaç kullanmasın diye nane yağıyla masaj yapıyordum her ağrı döneminde. İçerisindeki mentolden sebep kasları gevşetip, ağrıyı rahatlatıyor. Sûhanın yanında da yaptığım çok oldu. Sûhanın ağrısı olunca, ona da masaj yaparak dizimde uyuttum. Uykuya hiç dayanamıyordu zaten. Saçlarıyla oynasak, kolunu okşasak uyuyup kalıyordu. Ondan sonra eğer berabersek ve başı ağrıyorsa elinde nane yağıyla dizimin dibine oturmaya başladı. Çok iyi geldiğini ballandırarak anlatıp durdu hep. Biliyorsun onu, sevdiği şeyleri büyüterek anlatmayı, bire bin katmayı çok sever."

 

Masada ki bardaktan ayırıp gözlerini, onu dikkatle dinleyen adama baktı. Yüzünde o günleri anımsamanın kırık bir gülümsemesi vardı. Korhanın kehribarları kısılmıştı ve yutkunurken hareket eden boynu gözlerine takılıyordu.

 

"Ordan... Ordan aklına gelmiştir."

 

Son sözcükleri kendinin bile zor duyacağı bir fısıltıyla çıktı ağzından.

 

Korhan sessizce masadan kalktı ve banyoya gitti. Sûhanın ona aldırdığı ama zerre faydasına inanmadığı o yağı avuçlarıyla sıkıca kavradı.

 

Mutfakta öylece oturan kızın yanına gelince elindeki şişeyi önüne bıraktı.

 

"Bana da... Yardım eder misin Ahu Nar?"

 

Ahu önündeki şişeye ve ona dikkatle bakan adama bakıp elini uzattı. Belki de kaderi buydu. Belki de bu hayata hasta olan Ahiye bakmak, kanayan parmakları bantlamak, ağrıyan başlara şifa olmak için gelmişti. Ahu belki farkında değildi ama o, hep birilerini kollayan, koruyan, gözetleyen o kişi olmak için var olmuştu.

 

Şimdi de demekki sıra Sûhandan kalandaydı...

 

Aralarındaki en gerçek olan şey buydu. Bir şeyleri uzun uzun konuşmadan, niye diye sorgulamadan, sessizce kabul edip harekete geçmeleri.

 

Yoksa Ahu niye geçip salondaki koltuğa oturup Korhana baksın? Korhan niye "ben ne yapıyorum" demeden Ahunun iki dizinin arasına geçip bedenini yere bıraksın?

 

Ahu eline biraz döktüğü yağı avuç içine yaydı. Sonra da öylece dik bir şekilde iki bacağının arasında, yerde oturan adamın saçlarına baktı.

 

"Başını geriye yaslamalısın..."

 

Yine neden denilmeden bir itaat daha düştü Korhana. Ahunun kucağına doğru başını geriye yasladığında güzel yüzü yukarda ve ters bir şekilde girdi görüş açısına. Topladığı saçlardan sızan bir kaç tel boynuna aşağı salınmıştı.

 

Korhan ne kadar Ahunun yüzünden gözlerini ayırmasa da Ahu ellerinin içine sıktığı yağı ısıtmak için avuçlarını birbirine sürmeyle oyalanıyordu.

 

İlk alnının ortasına daha sonra ise şakaklarına doğru yaydı yağı.

 

"Hafif bir yanma hissedebilirsin."

 

Fısıltısı çok cansızdı. İnatla Korhanın ona bakan gözlerinden kaçınıyordu.

 

Elleri yavaş yavaş masaja başladı, yağın kokusu genizlerine doldu. İnce parmakları sanki biliyormuş gibi sızlayan her bir sinirin üzerinde şefkatle dolaştı. Ne kadar zaman geçti farkında değildi ikisi ama ağrı sanki boyut değiştirmişti artık.

 

Korhan kısıtlı uykuya dalabildiği o anların acısını almak ister gibi bir rüyaya dalmanın peşindeydi.

 

"Çok uykum var Ahu Nar."

 

Ahunun gözlerinin önüne aynı cümleyi bir zamanlar kullanan o kız çocuğu serildi. Ağabeyinin aksine gözleri badem kahvesi olan o kızı özlemek bu kadar zor olmasaydı keşke.

 

"Koltuğa uzan ve dizime yat Korhan. Sen uyu..."

 

Yine bir zamanlar kardeşine söylediği gibi "ben buradayım" demek istedi. Dilinin söylemediğini kalbi dillendirmişti. Bu sayılmaz mıydı? Kalbinden geçen bu iki kelime Korhana bir şekilde ulaşmaz mıydı?

 

Korhan sersemlemiş bedeniyle bir çocuk gibi başını hafifçe sallayıp, koltuğa çıktı. Sonra da hiç bir şey demeden Ahunun onun için açılan kucağına başını yasladı. Alnından uzaklaşan parmaklar tekrar aynı yerine konunca ferahlık hissi yine bedenini sardı sanki. Şakaklarında dolaşan, avuç içini kaşlarının üstünde düzenli şekilde kaydıran bu ellerden tüm ağrılarını alan bir şifa akıyordu sanki.

 

Ağrı hafifledikçe ve ciğerlerine dolan mentolün kıskacından kurtulmuş portakal çiçeğini soludukça, özlemle beklediği o rüyaya daldı.

 

Uyusa bile alnından ayrılmayan o parmakları hissediyordu. Büyük bir dinginlik içerisinde bedenini kaybetmiş olsa da hayatının en güzel uykusuna kavuştuğunu zihni ayırt edebiliyordu.

 

Gece karanlığını şehrin üzerinden çekerken bile aynı hâlde durdular. Bir zamandan sonra kucağında uyuyan adamı izlemeyi Ahunun da gözleri bırakmıştı. Başı, ne zaman olduğunu bilmediği bir anda koltuğun ardında kalan kısmına düşmüş, öylece uyumuştu.

 

Halbuki sabah ezanını dinleyene kadar kucağındaki adamın her bir zerresini izlemişti. Ne düşünüyor, ne yaşıyor, nelerle baş ediyor aklı ona sürekli sorular sormuştu. Çatılmaktan iki kaşının arasında oluşan çizgiyi farkına varmadan okşamıştı. Uykusuzluk ve ağrıların getirisi olan göz altı karartılarında kelebek dokunuşlarıyla dolaşmıştı.

 

Korhana merhamet duyan yanına "neden" diye defalarca sormuş, cevabını duymamak için kaçmıştı. Korhan bilmiyordu ama Ahu avuç içlerine batan sakallarla, parmakları sayesinde tanışmıştı.

 

İçinde fısıltı gibi sesini duyurmaya çalışan yanının tüm sorularını dinlemiş birine bile cevap verememişti.

 

Sonra, zamanının bilmediği bir anda o da uykunun kollarında koybolmuştu.

 

Uzun zaman sonra böyle rahat bir uykuyla tüm bedenini dinlendirerek açtı gözlerini Korhan. İlk nerede olduğunu anlayamadı. Sonra koltuktan taşan ayaklarını fark etti. Bedenini yan dönderdiğinde yüzüne sürtünen kazakla duraksadı. Gece gözünün önüne serildi.

 

Ağrı ile sızlayan alnında dolaşan parmakları hatırladı. Öylece uyumuşlar mıydı yani? Gözünü tamamen açtığında Ahunun yana düşmüş başını fark etti. Bedeni tutulmuş olmalıydı.

 

Topladığı saçlar dağılmış, boynuna dolanarak etrafa saçılmıştı sanki. Yüzünü görebiliyordu ama. Güzel ahu gözleri kapalıydı lakin kaşları, gür kirpikleri, solmuş, kurumuş dudakları, kar beyazlığındaki teni ortadaydı.

 

Onu uyutmuştu... Önce ağrılarına deva olmuş sonra da kabuslar olmadan derin bir uyku armağan etmişti.

 

Aslında Ahuyu uyandırmalı ve rahat bir şekilde uyuması için yatağa göndermeliydi. Nefsine yenilip, yüzünü doya doya izleme fırsatını tepemedi.

 

Çenesinin altında su çiçeğinden kalma küçük bir leke vardı. Kusur gibi görünmesi gerekiyordu ama muazzam bir güzellik katıyordu tenine. Sonra yüzünü tekrar kazağına dönüp iyice kafasını yasladı. Ahunun kokusunu bu kadar yakından solumak çok iyi bir hisse neden oluyordu.

 

Görmezden geldiği o çıkmazın farkındaydı. Çıkmaz sokakları onu bir kelebeğin kanadına takmış, hiç olmadık bir anda yakalamıştı.

 

Kabullendi...

 

Zahire büyük bir özgüvenle "ona yalan söylemem" dediği kızın kimliği onun içine ne kadar önemli kabullendi.

 

Korhan annesi dahil herkese yalan söylerken Ahuya sıçramamasını istediği yalanların nedenini artık biliyordu.

 

Ahu, onun yaşama tutunmasını sağlayan ellerin sahibiydi...

 

Bir süre daha öylece onu izlerken sessizliği bozan telefon sesiyle Ahu irkilerek uyandı. Korhan da düşüncelerine daldığı için onunla aynı tepkiyi verdi.

 

"Korhan?"

 

Korhan yavaşca ağırlaşmış bedenini düzeltip, oturdu. Vücudu rahatsız bir yerde yatmaktan dolayı ağrımıştı ama hayatının en güzel uykusunu da yaşamıştı.

 

"Telefon... Ahu Nar yatağa gitmelisin. Bütün vücudun tutulmuştur."

 

Ahu sızlayan belini, sancılanan boynunu dinlese inleyerek devrilirdi yana doğru.

 

"Uyumuşuz..."

 

"Uyumuşuz Ahu Nar. Hadi yatağa git ve biraz daha uyumaya çalış. Saat erken."

 

Ahu bir şey diyemeden ve hâlâ bulanık bilinciyle başını onaylar gibi salladı. Eli boynunda kalkıp yatak odasına doğru yürümeye başladı.

 

Telefon tekrar çalınca Korhan arkasından bakmayı kesebildi.

 

Zahirin sabahın altısında neden aradığını anlamadı.

 

"Zahir?"

 

"Dostum hemen buraya geliyorsun! Kutu olayının arkasından Yalçın Koçhan çıktı!"

 

Korhan hiç bir şey demeden ayağa kalktı. Yalçın Koçhanın kim olduğunu adını duyduğu andan itibaren hatırlamıştı. Üç yıl önce karşı davasını aldığı bir iş adamıydı. Kara para aklayan paravan şirketin yönetimi sağlayan leş yiyici bir şerefsizdi. Kanıtlarla mahkemede onu kıskıvrak yakalayan Korhanın dişlerinden kuzenini öne sürerek kurtulmuştu. Sıklıkla karşılarına çıkan bir durumdu aslında bu. Asıl olan suçu işler ama birikeri mutlaka üzerine alarak o iblisi kurtarırdı. Aile şirketi yönetmenin ekmeğini kuzenini yakarak yemişti.

 

Hızla hazırlanıp ofisine doğru yola çıktı. Bu kadar zamandan sonra amacı neydi? Neden şimdi ortaya çıkıp, intikam peşine düşmüştü anlayamıyordu.

 

Odasına girdiğinde Zahir ve Cemil bilgisayarda bir şeylere bakıp kendi aralarında konuşuyorlardı.

 

"Zahir! Ne yaptınız?"

 

Zahir ekrana bakan gözlerini çekmemişti. Eliyle Korhanı yanına çağırdı.

 

"Abi durumu bana anlatınca Ceydaya söyledim. O da sitenin kamera sistemine sızmaya çalışmış. Ama ne hikmetse o günün kayıtları yok. Sonra etraftaki ağları dolaşmış. Karşı kısımda kalan bir erkek kuaförü de güvenlik kamerasıyla korunuyormuş. Şans mı tesadüf mü berberin kamera sistemi de sitenin sistemini kuran güvenlik firması çıkınca kırıp girmiş Ceyda. Bak şuraya."

 

Korhan uzanıp önünde akan kamera kayıtlarına gözlerini dikti.

 

Adamın biri taksiden elindeki paketle iniyor ve demir kapıdan içeri giriyordu. Elindeki pakeki Ahunun yatağının üzerinde görmüştü. Aynı zamanda da telefonla görüşüyordu. Kameranın görüş açısının aldığı kısıma kadar gördüğü diğer ayrıntı ise elinde anahtar vardı.

 

Aradan iki dakika geçmeden tekrar sitenin dış kapısından çıkıp onu bekleyen taksiye binip gidiyordu.

 

"Ben yüzü durdurup sorgulatmak için gönderdim. Mehmet Uçar, GBT temiz sadece trafik cezası yemiş. Ama tabi bizi asıl ilgilendiren kısım sigorta kaydı. Şu an kendisi Yalçın Koçhan'ın şöförlüğünü yapıyor."

 

Korhan ekrandan çekmediği bakışlarını sonunda ayırıp Cemile baktı.

 

"Bu kadar zamandan sonra ne diye şimdi tehdit edesi tutmuş?"

 

Cemil bilmiyorum der gibi omuzlarını silkti.

 

Korhanın içini kademe kademe bir öfke sarmıştı. Ahunun nasıl korktuğunu, titrediğini, konuşmakta bile ne kadar zorlandığını hatırladıkça öfkesi daha güçlü bir hâl aldı.

 

Bir süre daha ofisinde bekleyip diğer meseleler üzerine fikir yürüttüler. Cemilin öne sürdüğü bir iki detayla bir yol haritası belirlediler. Ceydadan bir kaç bilgi üzerine geri dönüş bekledi. İstedikleri eline geçince de ayaklandı.

 

Korhan, Koçhan holdingin kapılarından girdikten sonra yüzüne sıklıkla taktığı maskeyi geçirdi.

 

İsmini söyledikten sonra bekletilmeden Yalçın Koçhanın odasına doğru yönlendirilmişti.

 

Kapıyı çalma zahmetinde bulunmadan içeir girdi. Onu koltuğuna yaslanmış bekleyen adamın gözlerinden gözlerini ayırmadan geçip karşısında yer alan koltuklardan birine oturdu.

 

Yalçın Koçhan rahat hareketlerini küçük bir gülüşle izliyordu.

 

"Allah biliyor seni bekliyordum avukat ama bu kadar çabuk değil. Kamera kayıtlarını silememiş mi bizim çocuklar?"

 

Korhan sol bacağını sağ bacağının üzerine atıp sanki kumaşta toz var gibi parmağının ucuyla bir fiske attı. Ona dikkatle bakan adama işte o zaman lütfedip baktı.

 

"Aslında çok daha erken buldum Yalçın. Sadece bakmam gereken çok daha önemli davalarım vardı, sana yeni sıra geldi."

 

Yalçın fazla sigaranın getirisi olan hırıltılı bir nefesle büyük bir kahkaha attı.

 

"Bak bu beni üzdü işte. En azından biraz bile uğraşmadın mı?"

 

Korhan aynı umursamazlık maskesiyle başını hafif sağa yatırdı.

 

"Adamların temiz iş yapmıyor Yalçın. Sitenin kamera kayıtlarını silebiliyorlar ama etraftaki dükkanlarınkini akıl edemiyorlar. Boşuna para veriyorsun."

 

"Ha sen tek tek esnaf gezip aldın kayıtları?"

 

Yalçın da Korhan kadar umursamaz davranmaya çalışıyordu.

 

"Cık... O kadar zahmet vereceğim bir iş değil. Ben istersem herkesin sistemine rahatlıkla erişebilirim Yalçın."

 

Sonra gülümsemek denilemeyecek bir bakışla Yalçının önündeki bilgisayara ve sol tarafında bulunan dolaba gözlerini biraz fazla takılı tuttu.

 

Yalçın da anlamak ister gibi bakıyordu sadece.

 

"Yani özel bilgilerin varsa şahsına ait bir bilgisayarda olmasın Yalçın. Yada saklaman gereken bir şeylerin varsa ofisindeki kasanı kullanma."

 

Aslında adamı tehdit edebileceği tek bir verisi yoktu elinde. Sadece insanları analiz etmede zaman içerisinde kendini iyi geliştirmişti. Kara para aklamadan yargılanan bir adam mutlaka hâlâ bir şeyler saklıyor olmalıydı. Korhan sadece bunu biliyormuş imajı çizerek tedirgin etmenin peşindeydi.

 

Odaya girdiğinde adamın yüzüne bakmadan bilgisayarı kapatması ve açık olan dolap kapağını itelemesi sadece varsayımlarına yol veren ip uçlarıydı.

 

Adamın yüzünün aldığı şekli gördükçe de hata yapmadığını fark etti. İşi biraz daha büyütmeye karar verdi.

 

"Ama hayır! Sen artık akıllandın değil mi Yalçın? Holdingine her an bir maliye baskını olabilir. O yüzden neyin varsa evindeki çalışma odandadır."

 

Ona hala öylece bakan adama odaklandı.

 

"Hangi ev demeyecek misin Yalçın? Bak bu gün çok konuşasım var seninle kıymetimi bil. Bu seferki metresinle oldukça uzun bir ilişkiye başlamışsın. Ama taktir ettim yengeyi, hiç umursamıyor seni."

 

"Sen!!!"

 

"Ben bunları nereden biliyorum Yalçın? Ben senin metresine aldığın Sapancadaki evi nerden biliyorum acaba? Üstelik evin alımında senin hiç bir bağın yokken ben nasıl oluyorda bu bilgilere erişebiliyorum? Sen düşün Yalçın. Ben bu bilgilere bile çok kısa bir sürede erişebiliyorsam daha nelere erişirim sen düşün. Şimdi asıl meselemize gelelim mi? Çünkü şu ara işlediğin yolsuzluklarla ilgilenmiyorum, gerçi benim de işim hiç belli olmuyor be Yalçın. İlgilenesim de tutabilir."

 

"Buraya kadar geldin ama senin işine yarayacak o bilgi bende yok avukat. Ben aracıyım."

 

"Sorun değil Yalçın. Ben sana sorarım, sen bildiğin kadarıyla cevaplarsın. Baktım hoşuma gitti cevapların senin Sapancadaki evle ilgilenmeyi bırakırım bende."

 

Yalçın kollarını masaya dayayarak öne doğru eğildi. Kaşları çatılmış ve burun kanatları sert soluklarından dolayı açılıp kapanır hale gelmişti.

 

"İster inan ister inanma. Ben güzel bir bilgi karşılığında benden hazırlamamı istedikleri bir paket hazırladım. Sonra da yine istenildiği bir notla sana ulaştırdım. Olan bu!"

 

"Yani bu paketin içeriğini sana sadece tarif ettiler. Başı kesilmiş bir yılan! Oldukça dramatik olmuş ama taktir ettim."

 

"Benim seninle olan meselemle zerre kadar alakalı değil. Gerçi o meselede de sana bir teşekkür borçluyum. Sayende bir akbabadan kurtulmuştum. Yani sandığın gibi bir intikam peşine düşmedim."

 

Şimdi biraz rahatlamış bir imaj çizerek geriye yaslanmasını izledi Korhan.

 

Hiç bir şey demeden ayağa kalktı. Daha fazla bu adamdan bir şey öğrenemeyeceğini anlamıştı.

 

Kapıya doğru yürürken ardındaki adamın sesiyle duraksadı.

 

"Yerinde olsam o kızı iyi saklardım avukat. Meseleye dair zerre kadar bilgim yok ama tehdit edilen sen değildin bana sorarsan."

 

Korhan yüzünü hafif döndü. Ona dikkatle bakan adama küçük, tehlikeli bir bakış attı.

 

"Canımı sıktın Yalçın... Yapacak bir şey yok. Mecbur canını yakacağım!"

 

Geldiği hızla terk ettiği binayı. Yüzüne yansıtmamak için çabaladığı sinir, içinde kor ateşleri harlıyordu.

 

Eli tekrar telefonuna gitti.

 

"Bir bilgi karşılığında paketi gönderen olmayı kabul etmiş. Paravan olarak kullanmak istemişler. Yalçın Koçhanın şu ara en çok hangi bilgiye ihtiyacı olduğunu öğreniyoruz. Sonra da elinde patlamasını sağlayacağım."

 

"Eğer ilgisi yoksa uğraşmaya değer mi?"

 

"Net olmasa da bir iki şey biliyor. Ayrıca Ahu Narı korkuttu Zahir! Bana bulaşmak ona çok ağır şeylere mââl olmalı."

 

Başka bir şey demeden telefonu kapattı.

Bir kaç hatırı sayılır eski dostunu aradı. Zahirin aracılığıyla bir iki görüşme sağladı ve kafasında üstün körü bir plan oluşturdu.

 

Ahu Narın kolları arasında titreyen bedenini hatırladıkça kini katlanıyordu.

Bütün gününü ve gecesini Yalçın Koçhan için harcadı. Eve oldukça geç saatlerde girdiğinde hiç ışık yoktu. Ahunun uyuduğunu anladığında daha dikkatli attı adımlarını.

 

Salona girdiğinde ise ince bir battaniyeye sarılarak uyumuş kızı fark etti. Yatağında uyumadığı için istemsiz bir kızgınlık baş gösterdi içinde. Sonra mutfağa su içmeye girdi. madem yatağında yatmak istemiyordu tabiki onu zorlamazdı. Korhan onun iyiliği için yatağından vazgeçmişti ama Ahu yatmak istemiyorsa kendi bilirdi.

 

Mutfakta bardakların olduğu dolabın hangisi olduğunu ayrıştırmaya çalışırken içindeki kırık öfkenin de sesini dinliyordu. Sonra bakışları ocağın üzerindeki tencereye kaydı. Yaklaşıp baktığında en fazla iki kaşık kenarından alınmış pirinç pilavı fark etti.

 

Sonra eli bilirmiş gibi fırının kapağını açtı ve ordaki patatesli köfteye takıldı. Onun için de yemek yapmış olması ilk tuhafına gitse de biraz önce bir çocuk gibi Ahuya küsen kalbi yine Ahu fark etmeden onunla barıştı.

 

Yemeklerin soğumuş olmasını umursamadan gecenin ikisinde kendine bir tabak hazırlayıp, oturup yedi.

 

Sessiz adımları sonunda onu odasına taşıdığında ise yatağının nevresimlerinin değişmiş olduğunu gördü.

 

Ahu bilmiyordu... Ahu gerçekten Korhanı ne kadar sinirlendirdiğini bilmiyordu ama Korhan da söz konusu Ahu olunca çok mantıklı düşünen o adam olamıyordu.

 

Düşünmeye fırsat verse zerre yapmayacağı o şeyi yapıp banyoya ilerledi. Kirli sepetindeki nevresim topağından çekip aldığı yastık kılıfıyla odasına geri döndü.

 

Hareketleri karşıdan hırslı bir çocuğu andırıyordu. Yenilenmiş yastığa tekrar geçirilen kılıfla sonunda yatağına geçebildi. Burnuna dolan kokuyu gözleri kapalı bir süre soludu.

 

Uyku yorgun bedenini çekiyordu. Şükürler olsun ki dünkü uykunun sayesinde bütün gün ağrısız bir başla işlerini halledebilmişti. Sonra yan dönüp başlığın yanındaki komedinin çekmecesini açtı. İçinden aldığı resime bir süre baktı.

 

Bu fotoğraf üniversite sınavını kazandığı gündendi. Bu gülümseme başarmış olmanın haklı gururuyla şekillenmişti. Parmakları kahve saçlarında dolaştı. Boynuna sıkı sıkı dolanmış kolları okşadı.

 

"Kendini uzaklaştırdığı gibi kokusunu da esirgemiş benden nazlı çiçeğim."

 

Bir süre daha Sûhanın gülen yüzüne baktı.

 

"Beni kokusuna bağımlı ettikten sonra bu yaptığı haksızlık. Varlığına bu denli alıştırmışken bu yaptığı insafsızlık..."

 

Loading...
0%