Yeni Üyelik
8.
Bölüm

KABUS & KURTARICI

@orenda

 

BÖLÜM-8-

 

 

Yasemin'in zoruyla bir kase çorbayı içebilmişti. Arkadaşı kafası dağılsın diye girdiği doğumu anlatıyor, dikkatini bir şekilde okula çekmeye çalışıyordu. Yasemin'in iyi yüreğinin hiç kırılmamasını diledi Allah'tan.

 

Bedenini zorlayarak yatağına girdi. Tatmin edici, dinlendiren uykular haramdı artık. En azından gözlerindeki yanmayı geçirecek kadar uyumayı diledi. Bir ilaç alıp her önceki gün yaptığı gibi beyaz tavanını izledi.

 

İlaç tesir edip karanlığa çekilirken kısa sürede bile olsa ölmek ona iyi gelecekti.

 

Sislerin arasında yürüdüğünü biliyordu, ayaklarını acıtan çakıl taşlarının da farkındaydı ama nereye gittiğinden habersizdi. Gözleri üzerine düştü, etek uçlarında minik papatyaların olduğu bu geceliği daha önce nerede gördüğünü düşündü. Sonra ellerinin üzerine düşen zarif kumaş beynine bir balyoz gibi indi. Ne işi vardı üzerinde? Panik boynuna yılan gibi dolanıp soluğunu kesmeye başlamıştı. Hemen kurtulmaktan başka bir şey istemiyordu.

 

Ayakları hızla koşmaya başladı. Ama arzusu bir yere gitmek değildi. Tek isteği üzerindeki gecelikten kurtulmak, bir an önce nefes almaktı. Ayakları onu bir uçurumun kenarına taşıdığında düşme hissi sarstı bedenini. Bakışları aşağı düştüğünde ise sesini duyuramadığı bir çığlık attı.

 

Ahi uçurumun dibinde oturmuş ve dizlerine Sûhan'ı yatırmış saçlarıyla oynuyordu. Ahu sesini bulabilse kendini fark etmelerini sağlayacaktı ama attığı hiç bir çığlık küçücük bir ses bile çıkarmıyordu.

 

Kalbi ikisine ulaşmayı öyle istiyordu ki uçurumdan atlamak korkutmadı onu. Kendini boşluğa bırakmak istediğinde ise ayağında bir pranga ve geriye doğru bir zincir fark etti. Ayağını çekmek istediğinde ise pranganın korlaşmasıyla yanmaktan korktu. Zincir de asılıyor onu geriye çekmeye çalışıyordu.

 

Elleri yanacağını bile bile zincire gidip onu kendine doğru çekmeye başladı. İradesi dışında gözleri geriye döndüğünde ise alev alev yanan bir çift amberle karşılaştı.

 

Biraz önce elini yakmayan korlu zincir şimdi tenini tutuşturmuştu.

Ama Ahu'yu dehşete düşüren yanan avuçları değil zincirin amber hareli o adamın göğsünden çıkıp ayağına prangalanmasıydı...

 

Soluk soluğa nasıl kalktığını, kusmak için lavaboya hangi zaman diliminde gittiğini anlamadı. Kalbi ağzından fırlayacak kadar şiddetli atıyordu. Nabzın bu hızı biraz daha devam etse kalp krizi geçirmesi an meselesiydi. Sırtını buz gibi fayansa dayayıp nefes kontrolünü sağlamaya çalıştı.

 

Unutamıyordu! Amber rengi gözleri kaplayan ateşi de yaka yaka göğsünden çıkıp ayağına dolanan zinciri de unutamıyordu.

 

Ahu aslında rüyalara anlam yüklemezdi, bilinç altının oyun oynama şekline göre şekillendiğini bilirdi ama böylesi...

İlk kez böyle bir dehşeti hissetmiş ve rüya bile olsa kurtulamayacak zannetmişti.

 

O saatten sonra bir daha uyuyamayacağını bildiği için anı kutusuna gitti. Ahi'ye sarılamayacağı için anılarını kucaklayacaktı.

 

Kelebekli tokaları eline aldığında sol gözünden bir damla kaydı. Dudakların da ise insanı acıdan kıvrandıran bir tebessüm yeşerdi. Yıllar önce çocuklar için çok özel olan "yarmagül" tokasını Ahi nasıl bulmuşsa yirminci yaş günlerinde alıp gelmişti. Ahu hayal meyal ilkokulda "Benim neden yok? Ebru'nun annesi almış" diye ağlamıştı. O zamanlar dikkate alınmayan isteği Ahi'si tarafından unutulmamış, yıllar sonra gerçek olmuştu.

 

Ahu, Ahi'nin aksine çok enerji yüklü bir karakter hiç olmamıştı ama o günü çok iyi hatırlıyordu. Kutunun içinden çıkan bir çift tokaya bakıp ilk ağlamış sonra deli gibi kahkaha atmış ve Ahi'nin yüzünde öpülmedik yer bırakmamıştı.

 

Ahi'nin ısrarla sinir olduğunu söylediği ama Ahu'nun yalan söylediğine kalıbını basacağı bir hareket yapmış, sağ bacağına bir koalanın ağacına sarılması gibi sarılmıştı. Evin içerisinde onu bu şekilde çekeleyerek bir yerlere taşımasına bayılıyordu. Ama en çok Ahi'ye olan sevgisini böyle net gösterdiğini düşünüyordu.

 

Koala ağacından ayrılırsa üzüntüsünden ölürdü...

 

Bu kadar çok anı varken, böyle çok severken şimdi yok oluşu katlanılmaz geliyordu. İnsanlar ölümle nasıl baş ediyordu ki? Bir yolu varsa söylemeliydiler artık. Ahu baş edemiyordu çünkü.

 

Zaman akıyordu... Ama işe yaramıyordu bu.

Günleri o eve gitmek, karşısındaki kaldırımda oturup, balkonunu izlemekle geçiyordu. Kendinde o gücü bulup kapısına bile yaklaşamamıştı.

 

Her gün iki saat yol çekip bir balkonun demirlerini izlemek kulağa çok acizce gelmiyor muydu?

 

Ahu hayatının en korkunç diyeceği anlarında bile bu kadar aciz hissetmemişti ki.

 

Bazen ikisini tanıyan komşular gelip, iki kelime etmeye çalışsa da hiç biriyle tek kelime konuşamıyordu. "Başın sağ olsun" ne demekti mesela? Sağ olacak başı kalmamıştı ki.

Ha bir de "Allah sana ömür versin" diyorlardı, niye ki?

 

İnsanlar hayatta kıymet verdikleri en değerlisini kaybedince uzun yaşamamalıydı aslında.

 

Ahu'ya bir dua etmek istiyorlarsa "Allah seni ona kavuştursun" demeliydiler.

 

Ahu için işte o zaman söyledikleri sözlerin bir anlamı olabilirdi.

 

Ellerini dizlerine sarıp yine o demir parmaklıkların olduğu balkona baktı. Ahu dan gizli saklı içtiği bir kaç sigaranın artıkları bile hala oradaki tabladaydı.

 

Sonra bir şey oldu. Yanına gelip tıpkı onun gibi kaldırıma bir beden oturdu. Kafasını çevirip bakabilirdi ama burnuna dolan koku dişlerini sıkmasına neden oldu. Sürekli takılıp, düşecek sonra da dizlerini kanatacak bir şeyler oluyordu. Bu adamda sevmediği belki de nefret ettiği tek şey kokusuydu. Arabasına binince de hissetmişti. Ama kendini dışarı atmamak için öyle sıkmıştı ki ellerinin nasıl titrediğini çok iyi hatırlıyordu.

 

Neden gelmişti ya da burada olduğunu nereden biliyordu hiç bir fikri yoktu?

 

"İşe yarıyor mu?"

 

Neyi sorduğunu anlayamadı. Başını dizlerinden kaldırmadan soluna çevirip adama baktı.

 

"Böyle burda akşama kadar oturup, o balkonu izlemenden bahsediyorum. İyi hissettiriyor mu, yada ne amaçla yapıyorsan işe yarıyor mu?"

 

"İyi hissetmek için burda beklemiyorum."

 

"Peki neden bekliyorsun?"

 

"Bilmiyorum... Ben burada neden beklediğimi bilmiyorum."

 

"Daha çok canını yakıyorsun."

 

"Benim canım daha çok yanabilir mi gerçekten? Ben bilmiyorum bunun biraz daha üstü beni öldürmez mi?"

 

Korhan sertçe yutkundu. Sesi delirtecekti onu. Dişlerini sıkma dürtüsünü bastıramıyordu. Sesinde saklı bir tın, ona tuhaf şeyler hissettiriyordu. Korhan'ın asla yapmayacağı şeyler. Sarılıp, teselli etmeyi arzulatacak kadar aptalca şeyler.

 

"Çok çabuk düştün Ahu Nar. Ben ofisime geldiğin gün gözündeki intikam hırsı çok güçlü sanmıştım."

 

Ahu gözlerini kapattı. İpek gibi kirpikleri çok güzel görünüyordu. Korhan'a Kelebekler Vadisinde fotoğrafını çektiği nadir türü anımsatmıştı ona

 

Simsiyah saçlarına, kara kaşlarına ve kirpiklerine tezat inci gibi beyaz ten, çok muazzam bir görüntü oluşturuyordu.

 

Cevap bekliyordu Korhan. İnkar etsin, öfkelensin ve Korhan'a umut olan o inancı gözbebeklerine tekrar mühürlesin diye kışkırtıyordu.

 

"Kalkamıyorum Korhan Bey."

 

Yutkundu Korhan. Sesinde saf bir teslimiyetin ruhu saklıydı. Onu merak ederken buldu kendini. Tüm bunlar olmadan önceki Ahu Nar'ı düşünmeye çalıştı. Zihninde canlandıramadı. Sanki yüzüne ilmeklenmiş bu hüzün hep vardı. Öyle bütünleşmiş, o kadar katmanlarına işlemişti ki gülse nasıl olurdu zihni canlandıramadı.

 

Sonra canını sıkan diğer ayrıntıya yopunlaşmaya çalıştı.

 

"Ben senin için 'bey' olamam farkındasın değil mi Ahu Nar? Kendini sakınmanı anlıyorum ama seninle zamanını bilemediğim bir sürece giriyoruz. Mümkünse resmiyeti kaldırmanı rica edeceğim senden."

 

Ahu bir tepki vermeden sadece gözlerine bakmakla yetindi.

 

" Şimdi gelelim asıl meseleye. Ahu Nar buraya bir sebepten geldim ama önce senden bir şey isteyeceğim. "

 

"Nedir?"

 

"Okulunu bırakmanı istemiyorum. Biraz araştırdım intörn olman sıkıntı çıkardı ama özel durumlarda kaydını dondurmak için heyeti toplayabiliyor okul yönetimi."

 

"Devam etmek istemiyorum."

 

"Devam etmeni istiyorum ama şu aşamada bunu senden bekleyecek kadar gaddar değilim."

 

Ahu gözlerine cam kırıkları sıçramış gibi acıyla yumdu harelerini. Dudakları istemsizce "devam edemem" diyordu.

 

"Peki ya Ahi?"

 

"Ne olmuş ona?"

 

"Ahi buraya kadar geldikten sonra pes etmeni ister mi Ahu Nar? Ona bunu borçlusun. Ben kendi borçlarımı öderken sende Ahi'ye kalan son sözünü tutacaksın."

 

Ahu dilindeki sancıdan kurtulup cevap vermek istiyordu aslında. "Düştüm, kalkamıyorum" demek istiyordu. "O görmeyecek, ne önemi var" diye çığlık çığlığa haykırmak istiyordu ama dudakları izin vermiyordu.

 

"Bir ip ucu yakaladım Ahu Nar!"

 

İşte bu dikkatini çeken bir cümle oldu. Başını yasladığı dizlerinden kaldırarak daha dik bir konuma getirdi bedenini.

 

Korhan onu diriltecek cümlenin bu olduğunu en başından biliyordu. Şimdi istediğini yaptıracak kadar dikkatini çekmişti işte.

 

"Ama bunu seninle paylaşmadan önce bana bir söz vereceksin. Ben senin için bir arkadaşımla görüştüm. Psikiyatr Hekim kendisi. Senin için bir dosya hazırlayacak, travma sonrası stres bozukluğu nedeniyle heyetin karşısına çıkacaksın ve okulunu bir yıl dondurma izni çıkaracaksın. Birinci derece kayıplar zaten özel durum kapsamında ama işimizi sağlama alacağız."

 

Her şeyi planlamış sadece Ahu'ya kabul ettirme kısmı kalmıştı anlaşılan. Ama neden bunu yapması için böyle bir çabaya giriyordu anlamadı? Ahu'dan ne alması gerekiyorsa alıp, işini bitirip gitmek varken neden onun için uğraşıyordu ki?

 

"Bunu neden yapıyorsun?"

 

Korhan ceketinin iç cebinden gümüş bir tabaka çıkardı, içinden bir dal sigara alarak tabakanın sol alt kısmına dokunup kalem inceliğinde bir çakmakla tutuşturdu. Zehri ciğerlerine doldururken içeri çöken yanaklarına, daha da çatılan kaşlarına baktı Ahu.

 

Korhan bir süre sessizce karşı balkonu izledi, tıpkı Ahu'nun günlerce yaptığı gibi.

 

"Çünkü bir umudun olsun istiyorum. Biz gerçek neyse bulup, yüzleştikten sonra yaşama devam etmen için bir sebebin olsun istiyorum. Sana bakınca ne görüyorum biliyor musun Ahu Nar?"

 

Ahu başını yavaşca sağa sola salladı. Düşünce mekanizması sanki onu terk etmiş gibiydi. Adamın sözlerini düşünemiyordu, sadece neden böyle konuştuğunu merak ediyordu.

 

"Birinin gelip canını bedeninden sökmesini bekleyen, kanatları kırılmış bir kelebek. Canın çok acıyor ama ölemiyorsun. Daha da kötüsü kanatların kırılmış, kıpırdayamıyor kendini öldüremiyorsun. Sadece acı içinde feryat ediyorsun."

 

Boğazına düğüm olan kelimeleri yutmaya çalıştı. Bu kadar şeffaf mıydı adamın karşısında? Her şeyini böyle çırıl çıplak görüyor muydu yani?

 

"Yaşamanı istiyorum Ahu Nar. Yaşayıp emek verdiğin o diplomayı almanı. Sûhan öğretmen olamayacak, Ahi mühendisliğini bitiremeyecek ama sen tamamlayacaksın. Onlar için, kendin için ve benim için bunu yapmanı istiyorum.

 

" Nefes alamıyorum... "

 

İnilti gibi çıktı kelimeleri. Sesindeki yardım çığlığını Ahu bile bilmese de Korhan duydu. Kaderin çok tuhaf bir espiri anlayışı vardı gerçekten. Korhan insanları önemsemezdi. Ölebilirlerdi, acı çekebilir, sürünebilir, karşısında kıvranabilirlerdi. Korhan sebep olmadığı sürece bu umurunda olmazdı. Ama şimdi istemsizce bu kızın acısını dindirmek istiyordu. Belki yine bencildi. Ahu'nun acısını öyle çok düşünüyordu ki kendine yer kalmıyordu. Zihnindeki şeytanlar 'kaçış yolun o' diye fısıldayıp ağrısını katlanılmaz bir hale getiriyordu.

 

Yarısını içtiği sigarayı yere atıp ayağıyla ezdi. Silkelendi ve şeytanlarından uzaklaştı.

 

"Şimdi ise kendine gelmeni istiyorum Ahu Nar. Ben elini tutacağım ve sen balkonuna bakmanın ötesine geçemediğin o eve gireceksin."

 

Bir cevap beklemedi. Ayağa kalktı ve üzerine çeki düzen verdi. Sonra elini hala oturup kendine bakan kıza uzattı.

Bu ilk ama son olmayacak bir uzanıştı...

 

Loading...
0%