@orenda
|
BÖLÜM-4-
Bedenini, haşlayacak kadar sıcak suyun altında kırk dakikadan fazla tutuyordu. Ama "somut acı soyut acıyı bastırabilir" tezi neden onunla çürüğe çıkıyordu anlamadı. Kalbindeki acı yanan teninden daha güçlü olduğu için mi kıvranıyordu hâlâ?
Acıdan ölmek mümkünmüş, bunu da öğrenmiş oldu.
Bunu ona Ahi öğretmemiş olsaydı keşke!
Yalvar yakar bir kaç bilgi alabilmişti kardeşinin ölümüyle ilgili.
Olay yerinde yapılan araştırma intihar! Adli tıp raporu intihar!
Ama onların bilmediği bir şey vardı. Dünyadaki sekiz milyar insan bir araya gelse ve 'onlar intihar ettiler' dese Ahu yine de inanmazdı.
Bunu Ahi için değil Sûhan için de söylerdi. O kız milyonlarca hayal kurabilen, bunlarla bile mutlu olan biriydi. Kendi canına kıyacak insan geleceğe dair tek bir kelimeyi dilinden düşürür müydü hiç? Ahi'nin gözlerine nasıl baktığını biliyordu. Mucizeye bakar gibi bir bakıştı.
Ahu hiç birine öyle bakmamıştı mesela. Bu dünyaya ait değilmişçesine bir hayranlık gizliydi. Bir insan bir insana bu kadar güzel bakarken karşısında ölebilir miydi?
Sıcak suyun etkisiyle buhar olan aynayı eliyle sildi. Islak saçlarından hala su sızıyordu. Eli raftaki küçük makasa gitti. En son üniversiteye hazırlık yılında kesmişti saçlarını. Ahi kıyameti koparmış, günlerce konuşmamış üstüne üstlük her göz göze geldiklerinde büyük bir günahkara bakar gibi bakmıştı ona. Kendini affettirmek için haftalarca kölelik yapmıştı resmen.
Çocuk gibi "bok gibi olmuş saçların" diyen birine rahatsızlığını, uzun saçın yoruculuğunu anlatmak gerçekten çileden çıkaran bir eylemdi o zamanlar.
Ağlamayacağına ne kadar söz verse de gözleri dinlemiyordu işte onu. Tüm gökyüzünün bulutları sözleşmiş gibi bu kışı onun gözlerinde geçirecekti sanki.
"Parmaklarım dolaşmıyor, hemen bitiyor saçların!" diyen ses sürekli yankılanıyordu zihninde.
"Kokusu bile değişmiş, uzunken farklı kokuyordu..."
"Aptal kız, bok gibi olmuş! Ahu öremiyorum ben bunları!"
"Bir daha kes o saçlarını tıraş bıçağıyla dazlak bir Ahu yapmazsam beni tüm Sakarya elden geçirsin!"
Elindeki makas lavabonun içine düştüğünde parmakları, saç köklerini koparmak ister gibi yolmaya başlamıştı saçlarını. Sanki her şeyin sorumlusu onlarmış gibi acısını saçlarından çıkarmak istiyordu.
"Sus artık! Sus, bıraktın beni! Sesin de sussun, kızma bana artık dokunmuyorum işte!"
Lavabonun dibine çöküp çığlık çığlığa ağlamaya başladı genç kız. Bundan sonra böyle mi olacaktı yani? Geçmişlerindeki anılarından mı medet umar hale dönecekti? "Ahi!" diye bir haykırış koptu dudaklarından. Acısını öfkeyle perdelemek istedi, ne acizceydi. Saçlarını kesti diye günlerce onu cezalandıran kardeşini bu sefer o cezalandırmak isterken yanmak yine niye kendisine kalmıştı ki?
Seslere koşup gelen Yasemin, arkadaşının halini görünce eli ayağı buz kesti. Ahu, gül yapraklarına kırağı vurmuş gibi solmuştu bir anda. Küçük bir bebeği şefkatle sarar gibi sardı kolları dostunu. Ahu'nun içli ağıtı, onun da dik duruşuna bir balta indirmişti. Banyonun buz gibi fayanslarında, kucak kucağa iki genç kız acılarını sızdırdılar. Biri kaybının yaktığı ateşte kıvranırken diğeri aynı karında yeşermemiş, can bağıyla bağlı olduğu kız kardeşinin acısına akıttı gözlerinden yaşlarını.
*************************
Öğleden sonra evine gelen adamı düşündü genç kız. Bir dekanı evde ağırlamak ona hiç bir şey hissettirmemişti. Önceden olsa eli ayağına dolaşırdı, şimdi ise koca bir boşluk vardı.
Ellerini tutmuş, metanetli olması için ona öğütler vermişti. Yılların emeğini harcamaması için dil dökmüştü. Son sınıf öğrencisi olarak girmesi gereken sınavları yoktu ama hastanede devam etmesi geren altı ayı vardı.
Ayakları onu odasına taşıdı. Yatağının hemen yanındaki küçük komodinin üzerindeki masaüstü isimliğe gitti. Ahi'nin okulu kazanınca ilk hediyesiydi.
Dr. Ahu Nar AMBER...
Şimdi ne önemi kalmıştı ki. Bu isimlik bir masada yer bulsa ne olurdu ki? Ahi görmeyecekti! O beyaz önlüğü giydiğini, adının önüne eklenecek sıfatı hiçbir şeyi görmeyecekti. Toparlanması gerekiyordu, ayağa kalkması, ona bunu kim reva gördüyse şifa olacağına söz veren elleriyle canını alması gerekiyordu. Ahu'ya olmadık şeyler yapmasını engelleyecek bir şey gerekiyordu.
Ahi'nin evine gitmek için karşıya geçmesi, o evde bir ip ucu araması lazımdı ama bunu yapamayacaktı. Henüz bunu kaldıracak kadar sağlam değildi iradesi.
Her yeri çamura bulanmış karta düştü yine bakışları. Belki de ilk buradan başlamalıydı. O adamın da gözlerinde kendisinde olan fırtınalar kopuyordu. Kim olduğunu o an için anlamamıştı ama şimdi Sûhan Yıldıray'ın ara ara bahsettiği ağabeyi olduğuna emin oldu. Yılların getirdiği bir alışkanlıkla Ahu'nun beyni işine yaramayacak hiç bir şeyi kaydetmiyordu sanki. O anlarda Sûhan'ı dinlediğine emin olsa da adam hakkında hiç bir şey hatırlamadığını düşündü. Soy adını bilmese ağabeyi olduğunu bile çıkaramazdı muhtemelen.
Siyah kalın bir tayt, gri renk polar ve siyah şişme kısa bir mont geçirdi üzerine. Ayağına bağcıklarını yarım yamalak bağladığı postal tipli bir bot giydi. Telefonundan mesleğiyle beraber adını sorgulattığında çıkan adres oldukça uzak olsa da umursamadı. Eve bir şeyler almak için çıkan Yasemin, geldiğinde onu göremeyecekti ama buzdolabının kapağına merak etmemesi gerektiğine dair bıraktığı notla yetinmek zorundaydı. Telefonuna mesaj bırakmak daha kolay bir yoldu ama zaman içinde Yaseminle aralarında bir espiri olmuştu bu. Belki devam ettirdiğini gördüğünde aklı kalmazdı Ahu da.
Belli bir mesafeye kadar metrobüs kullanıp daha sonra taksiye binerek gideceği adresi söyledi. Yaklaşık yirmi dakika sonra ise bir çok avukatın ofis olarak kullandığı yüksek katlı bir binanın önünde durmuştu taksi.
Binaya girdiğinde resepsiyondaki kadına doğru ilerledi.
"Merhaba. Avukat Korhan Yıldıray'la görüşmek istiyorum, kaçıncı katta ofisi acaba?"
"Merhaba efendim Korhan ve Zahir Beylerin ofisi beşinci katta. Sol taraftaki asansörleri kullanarak gidebilirsiniz."
"Teşekkürler."
Ahu kadının bahsettiği yöne doğru yürüyüp asansöre bindi. Kapı kayarak açıldığında ve çalan zille bir anda sıçrayarak kendine gelmişti. Bir kaç saniye de nasıl da daldığının farkına varmamıştı bile. Asansörden çıkar çıkmaz tıpkı kartta olan Zeus şimşeği ve şimşeğin üst ucunda Korhan Yıldıray, alt ucunda ise Zahir Eğilmez isimleriyle karşılaştı. Sağ tarafın daha aydınlık olmasına güvenerek o tarafa doğru ilerledi. Kumral küt saçları olan ve yirmilerinin sonlarında gibi duran bir kadın hararetle önündeki dosyanın sayfalarını çeviriyordu. İşine öyle dalmıştı ki geldiğinin farkına bile varmadı.
"Merhaba, Korhan Beyle görüşebilir miyim?"
Kadın sesle bir anda sıçramış eli ayağına dolanmıştı. Klasörü olduğu gibi yere düşürdü panikle.
"Ah affedersiniz, geldiğinizi duymadım. Korhan Beyin bu saat için belirlenmiş bir randevusu görünmüyor, sizi bekliyor muydu?"
"Hayır, sanmıyorum. Ama Ahu Nar Amber geldi derseniz belki görüşmeyi kabul eder."
"Bu gün hiç misafir kabul edeceğini sanmıyorum ama yine de sorayım."
Kadın üzerindeki panik halden sıyrılamamışken elini masanın üzerindeki telefon götürdü.
"Korhan Bey, ah hayır efendim bir beş dakikaya bulacağım. Ben bir misafiriniz olduğunu söylemek için aradım. Biliyorum efendim ama hanımefendi kendisiyle gürüş...Evet biliyorum efendim ısrar edince belki görüşmek istersiniz diye. Ahu Hanım..."
"Pardon soy isminiz ne demiştiniz?
"Amber."
"Ahu Amber efendim, peki yönlendiriyorum."
Kadın iki düğmesi açık gömleğinin boyun kısmına elinin sürerek kendini rahatlatmak istedi.
"Buyurun Ahu Hanım, sizi bekliyor Korhan Bey."
Kadın önden Ahu arkadan yürümeye başladı. Mermer zemin kadının topuklu ayakkabısının çıkardığı sesle çınlıyordu. Karşılıklı iki ceviz renkli kapıdan sol tarafta kalanı tıklattı kadın. Eliyle yol vererek Ahu'yu geçmesi için yönlendirdi.
Başı önde odaya girdiğinde Ahu gözlerini kaldırıp hiç bir yere bakmadan kehribar gözlere baktı. Masanın önüne gelene kadar adamın kahve,sarı harelerinden bir an bile ayırmadı bakışlarını. Kendisinin konuşmasına fırsat vermeden ayağa kalktı adam.
"Ahu Nar Amber... Geleceğini biliyordum ama bu kadar kısa zamanda geleceğini düşünmemiştim."
Elini tokalaşmak için kıza uzattı adam. Ahu bir an gözlerini adamdan çekse düşecekmiş gibi hissediyordu. Adamın söylediklerine bir cevap vermeden elini sıktı. Elleri buz gibi olan bu adam bir anda onu kutuplardaymış gibi üşüttü. Halbuki dışarıdan gelen oydu, soğuk en çok onun ellerini esir alması gerekiyordu ama avuçlarındaki el bir ölünün elini hissettirecek kadar soğuktu. Kaşlarını çatarak bir kaç saniye ellerine baksa da bu yaptığının çok aptalca olduğunu düşünerek geri çekildi.
Ardında kalan koltuğa adamın söylemesini beklemeden oturdu. Korhan da aynı şekilde yerine oturup kızı gözleriyle arşınlamaya devam ediyordu.
"Bir şey içmek ister misin?"
"Hayır! Neden o gün o mezarlıktaydınız?"
Korhan kızın direk konuya girmesiyle kaşlarını kaldırmıştı. Bu onu oldukça şaşırtmıştı açıkçası. O gün çamura bulanmış, acıdan kıvranan kızla şu anki kızın hiç bir benzerliği yoktu.
"Bana neden kartını verdiniz?"
Ahu sadece kendine tuhaf bakışlar atan adamdan oldukça rahatsız olmuştu. Gözleri tarif edilemez bir derinlikle bakıyordu. Sanki en derinini hiç izin istemeye gerek görmeden görüp, zerrelerine kadar öğrenecekmiş gibi bir keskinlik vardı.
"Sûhan'ın ağabeyi olduğumu biliyorsun değil mi?"
"Biliyorum!"
"İntiharları hakkında ne düşünüyorsun Ahu Nar!"
Ahu, adamın cümlesi biter bitmez iki elini de şiddetle masaya geçirmişti. Daha oturalı bir kaç dakika bile olmadan koltuktan kalkmış ve adama doğru eğilmişti. Gözlerindeki öfke yuvasına sığmayıp adamı yakacak kadar kuvvetliydi.
"Ağzından çıkanı önce tart sonra söyle! Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum, umursamıyorum da ama ne Ahi ne de Sûhan intihar etmedi! Anlıyor musun beni avukat?"
Korhan karşısında alev alev yanan gözlere ve masasına doğru dağılan saçlara baktı. Belki karşısında başka biri onunla bu ses tonunda ve tehdit içeren bir konuşmada olsaydı gözünün yaşına bakmazdı. Ama istediği tepkinin mislini gördüğü genç kıza sadece derin derin baktı.
"Ahu Nar!"
"Adım Ahu, sadece Ahu!"
Genç kızın cümlesini bitirmeden bölmesine ve adıyla ilgili yaptığı düzeltme gözlerini kısmasına neden oldu. Bu tepki nedensizce fazlaydı ama nedense ilgisini çekmişti.
"Ahu Nar! Seni bunun için çağırdım. Lütfen otur ve beni dinle."
Ahu ısrarla adının tamamını söyleyen adama öfkesinden zerre azaltmadan bakmaya devam etti. Yine de dediği gibi kalktığı koltuğa geri oturdu.
"Kim ne derse desin ben kayıplarımızın dosyasını kapatmayı düşünmüyorum. Bana yardım etmelisin Ahu Nar."
"Ne yapmam gerekiyorsa yaparım. Ahi'yi benden alanları bulmadan ölmeyeceğim."
Korhan yutkunma ihtiyacıyla doldu. Mezarlıktaki kız aklına geldikçe başka bir kadınla konuşuyormuş gibi hissediyordu. Öyle kararlı öylesi gözü kara bir kadın vardı ki karşısında o an emin oldu. Sesindeki tını içinde bir noktaya kıyım getiriyordu resmen.
"Ne kadar ileri gidersin Ahu Nar? Ahi için en fazla ne yaparsın?"
Ahu kardeşinin adını hiç tanımadığı bir adamın dudaklarından duyunca bilinçsizce gözlerini kapatmış, ağzında biriken tükürüğü zorla yutmuştu. Güç toplamaya çalıştığını adamın anlamaması imkansızdı.
Korhan, sessizce gözleri kapalı yutkunan kızı belli etmeden ilgiyle izliyordu. Gözlerini açtığında ise biraz önce öfkeden yanan siyah harelerin şimdi hüzünle bulutlandığını gördü.
"Herkesin mezun olunca, benim ise okulumun kapısından ilk girişimde ettiğim yemini yakar geçerim. Şifa olacağına söz verdiğim ellerime kan mı sıçrayacak bir kere düşünmem."
Sesinde öyle bir ahenk öyle bir tını vardı ki yeminli bir ferman dinler gibi dinledi adam. Sorgulamasına, tereddüt etmesine mahal vermiyordu o tını. Kendi gibi emin oldu karşısındaki ahu gözlü nar parçasından.
"Bizden geriye hiç bir şey kalmayabilir Ahu Nar."
"Benden geriye hiç bir şey kalmadı Korhan Yıldıray. Benim her şeyimi kan içinde bıraktılar, herşeyimin canını aldılar...!"
|
0% |