@orenda
|
BÖLÜM-21-
Ahu gözlerini uzun zaman önce açmıştı. Tavana bakan hareleri arada kaysa da geri yerine dönüyordu. Oldukça uzun zaman olmuştu böyle uyumayalı. Uykuları artık bir sıkışmışlık hissi veriyordu ona. Rüya görmüyordu, çoğu zaman kabus da görmüyordu. Sadece... Sadece çok dar bir kutuda kapalı kalmış gibi bir his daraltıyordu ona. Bu gece dışında... Yine rüya görmemişti. Kırk yedi gün öncede kalmıştı rüyaları. Ahinin burakıp gittiği kırk yedi gün diye fısıldadı. Hani bir kaybın ardından kırk mum yakılıyordu. Kırkıncı güne kadar hani otuz dokuzu sönüyordu? O zaman Ahunun bağrında yanan kırk mum niye olduğu yerde öylece duruyordu? Beline sarılan kol ve karnında yaslı başın tüm gece farkında olarak uyumuştu. Ahiyle daha önce defalarca uyumuştu halbuki. Bu çok farklıydı ama. Gece odaya girip isyan eder gibi odadan gönderilişine dert yanması aklına gelince dudakları kırık bir şekilde tebessüm etti. Asla geri adım atmıyordu. Ahu elleri titreyerek yatağa girdiğinde Korhan bir saniye bile duraksamadan uzanmıştı. Ahu zor şer bulduğu sesiyle iyi geceler dileyip ardını döndüğünde sırtını izleyen gözler hiç çekilmemişti. Uyudyğunu düşünmesi için bile isteye nefesini düzenleyişi, kıpırdamayışı pes etsin diyeydi aslında. Ama Korhan öyle yavaş sokulup kolunu karnına sarmıştı ki Ahu istensiz kaskatı kesilmişti. "Beni bırakma" diye fısıldayışı hâlâ yankılanıyordu kulağında. Beni kokunsuz bırakma kelebek... Onun gibi biriyle hiç tanışmamıştı Ahu. Böyle pervasız, böyle hazırcevap ve böyle hissettiren kimse çıkmamıştı karşısına. Ahu kendi içine sorduğunda Korhanın yaptığı hiç bir şeye cesaret edemeyeceğini düşündü. Kıskançlıktan ölse mesela bunu bağıra çağıra söyleyebilir miydi? Çok utanırdı! Sonra... Onunla aynı yatağı paylaşmak istese de dile getiremezdi. Ama Korhanın bir sınırı yoktu. Düşündüğünü düşündüğü an söylüyordu Ahuya. Halbuki onu izlemişti. Zahirle, Ceydayla, Cemille bir konu üzerine konuşmalarında gözlerini ayırmadan onu takip etmişti. Karşısındakinin konuşması bitince o tuhaf gözleri kısılıyor, sanki içinden söylenileni tekrar edip öyle cevap veriyordu. Mutlaka bir kaç saniyelik duraksamaları vardı. Muzaffer denilen adamla da öyle konuşmuştu. Adamı gözleriyle tartmış, tüm yüzünü dikkatle izlemiş, her cümlesini öyle kurmuştu. Birilerinin tam gözlerinin içine bakıyordu konuşurken. Bile isteye "ben senden üstünüm" demek için karşısındaki gözlerini çekse bile çekmiyordu bakışlarını. İnsanlara sıkışmış bir his yayıp, kendi egemenliğine boyun eğdiriyordu. Çok tehlikeliydi... Uzun uzun kimsenin gözlerine bakamayan Ahuyu gözlerinde takılı bırakacak kadar tehlikeli. Büyü gibiydi. Korhan ona bakıyor, Ahu bir daha başka yöne çeviremiyordu irislerini. "Ahi" diye mırıldandı. Burda olsa hemen ona koşardı. Sorardı içindeki bu şeyi. O bilirdi mutlaka. Bir yol gösterirdi. Vicdanı sızladı. Kardeşi toprak altındayken Ahu huzurla uyumuştu. Hakkı mıydı bu? Bir karında bile aynı anda bulunmuşken şimdi onun toprak altında, Ahunun üstünde kalması reva mıydı? Kendine farkında olmadan iyi gelen tüm hisler davacıydı kendinden. Diğer yarısı olmadan iyi olan hiç bir şeyi istemeyen bir yanı vardı. Ahinin bilmediği bu kalp çarpıntısı yüktü omuzlarına. Farkında olmadan elleri karnındaki başa gitti. Saçlarının arasına parmakları tutundu. Gözleri tavanda, sağ gözünden kayan bir damla yüzüne aşağı kaydı. Çok özlemek ölmek gibiydi. Ahinin mutfak önlüğüyle, elinde tahta kaşık Sûhanın peşinden gittiği, yaptığı bamya yemeğini denemesi için dil döktüğü bir an canlandı gözünde. Çıplak ayakları için söyleniyordu. Sonra da bamyanın faydalarını sıralıyordu. Sûhanın kendi etrafında dönüp kahkaha atmasını, biraz daha yalvarırsa ikna olabileceğine dair sataşlamarını yüzünü kaplayan bir gülümsemeyle anımsadı. Dudakları gülümserken, gözlerinden incecik yaşlar sızıyordu. Parmakları bir bebeğin yüzünü sever gibi naifçe avuçlarındaki saçları okşamayı bir an bile bırakmadı. Sûhan, abisini koynunda uyuttuğunu bilse mutlu olur muydu acaba? Ahi çok kıskanırdı. Onur'un adını hiç dillendirmemişti. Mecburi bir iki kere 'ütülü züppe' demişti. Onun haricinde yok sayıyordu varlığını. Gerçi var mıydı ki? Ahu için bile o kadar az olmuştu ki Ahinin yok saymasına hak verdi. Bu konuda Onuru suçlamıyordu. Ahunun öncelikleri onların ilişkisini bitirmişti. Aslında çok daha erken beklediği bir sondu. Çok üzülememişti de zaten. Fazlasıyla yoruluyordu. İntörn hekimler sanılanın aksine hiç de kolay ilerlemiyordu. Saçlarını parmaklarıyla sevdiği adamın onda hissettirdiği hiç bir şeyi de hissettirmemişti. Uzun uzun gözlerine bakma hissiyatı hiç hissetmemişti. Ama güzel gülerdi Onur. Kibardı, centilmendi, hayvanları da severdi. Bir kız için yeterli kriterlerdi işte. Ama içten içe bilirdi Ahu. Sûhan ve Ahinin arasında olanın binde biri yoktu Onurla arasında. Sûhan, Ahiye baktığında bile çiçek açardı. Ahi, Sûhanı izler, izledikçe aklından hayal kurardı. Onun nefes alışını ezbere bilen Ahu neler düşlediğini hissederdi. Bir gelecek istiyordu Ahi. Sûhan ve kendiyle, dolu solu yaşayacakları bir hayat! "Kırk yedi" diye fısıldadı. Ahunun dünyası dönmeyi bırakalı kırk yedi gün. Mezarına gitmesi gerekiyordu. Gidemezdi ki. Sûhana da gitmemişti. Nerede olduğunu bile bilmiyordu. Korhan onu nereye götürmüştü? Kızıyorlardı kesin ona. Gidemezdi ama. Yaşamak zorundaydı. Onlara ne oldu bilmek için yaşaması lazımdı. İki mezara bakmak Ahuyu öldürürdü. "İçindeki hüzün... Nefes aldırmıyor bana kelebek." Korhanın fısıltıyla çıkan sesiyle irkilir gibi oldu. Tavanda saplı bakışları karnında kıpırdamadan yatan adamdaydı. "Canından sızan yas, beni elsiz ayaksız bırakıyor." Hala fısıldıyordu. Azıcık kıpırdayacak gibi olunca beline dolalı kol sıkılaştı. Sanki uzaklaşmaması için uyarıda bulunuyordu. "Çok... Özlüyorum..." Korhanın kafasına bakarak kurdu cümlesini. "Sûhan... Temmuz bitince anneme gideceğinizi söylemişti bana." "Evet, gidecektik... Ben mezun olunca gidecektik..." "Benim de gelmem için çok yalvarmıştı." Ahu küçük bir tebessümle o günleri anımsadı. Bahçedeki ağaçları sayan kızın neşesini, hevesini böyle buruk bir hisle hatırlamak çok zordu. "Bizimle gideceği yerleri yazmıştı liste olarak." "Bunu hep yapar. Unutuyormuş yoksa, sonra yapmadığını hatırlayınca üzülüyormuş. Yazardı çocukluğundan beri her şeyi." Ahu iç çektiği sırada Korhan da derin bir soluk aldı. "Gelecek miydin sende?" Şu an böyle birbirlerine sarmaş dolaş olmaları nasıl da doğal geliyordu ikisine? Hep bunu yapıyorlarmış gibi, sürekli sarılıyorlarmış gibi bir aidiyet vardı. "Gelecektim..." "Seninle öyle tanışacaktık yani?" Korhan başını salladı ama sarmalamayı bırakmadı. "Evet... Seninle temmuzda tanışmalıydım Ahu Nar." "Nasıl olurdu demeden duramıyorum." Ahunun fısıltısı, Korhanın genzini yaktı. Nasıl olurdu? Her şey istedikleri gibi olsaydı ve Korhan evine gittiğinde, bahçesinde kara kanatlı beyaz benekli bir kelebek görseydi... "Yine ben sana kafayı takardım." Ahunun dudakları duyduğuyla gerildi. Gözleri kısılıp, dağılmış saçlara baktı. "O kadar eminsin?" "Öyle..." "Nasıl bu kadar emin olabilirsin ki?" Korhan karnına burnunu sürtüp kaşırmış gibi bir hareket yapmıştı. Ahuyu huylandıran bir hareket. Sonra beline sarılı eli tişörtün üzerinden sol yanını okşamaya başladı. "Saçlarına zaafım var." "Nasıl?" Ahu anlamıyordu o böyle konuştuğunda. Zaten aklı karışsın diye mi nedir bir konunun ortasında hiç olmadık başka bir şey söyleyebiliyordu. "Seni görürdüm ve saçlarına takılırdım yine. Boya mı gerçek mi öğrenene kadar bir debelenirdim. Sevmiyorum cevabını bilmediğim soruları. Adını bana tam söylemezdin ama sen kesin. Sonra ben bir şekilde öğrendiğimde sinir olurdum sana. " "Ruh hastası..." Ahunun fısıltısına Korhan yine burnunu sürttü. Ahu anladı. Kokluyordu... "İçten içe bilenirdim de. Kesin sinirlen diye kışkırtırdım seni. Sonuçta adını eksik söyledin, cezalanmalısın." "Bu bir var sayım. Belki iki ismimi de söyleyecektim, nerden biliyorsun?" "Biliyorum... Ateşten çok korkan bir kızsın sen. Söylemezdin bana. " Ahu yaotığı tespite bir şey diyemedi. Doğruydu neticede. O ateşten korkardı. "Sonra ne olurdu?" Canını yaka yaka insan hiç olmayacak bir hayali neden düşlerdi ki? Korhan ve Ahu kendilerine bunu neden yaparlardı? "Seni izlerdim..." "Bende sinir olurdum sana. Birilerine öyle bakmamalısın!" "Bunu fark ettiğimde daha çok izlerdim. Saçlarını, ellerini, gözlerini. Ahu gözlerini çok izlerdim." "Bende Sûhana seni şikayet ederdim. Abine söyle taciz etmesin beni derdim." "Sûhan böyle bir fırsat yakalarsa bırakmazdı ki. Beni daha da çok teşvik ederdi." Ahu yanağına doldurduğu havayı bıraktı. Doğru diyordu bedenine yapışmış sülük. Sûhan Korhanın ilgisini fark ettiği anda daha da çok üzerine gelirdi. "Annen peki... O ne derdi?" "O... İzlerdi beni. Sonra görürdü. Annem çoğu şeyi görür ama kalbiyle yapar bunu. Gülerdi. Sonra da sen de ne gördüm anlamak için benden çok o izlerdi seni." "Anne oğul beni bakışlarınızla germekten rahat nefes aldırmazdınız yani?" "Annem güzel olan her şeyi izlemeyi çok sever. Bahçede portakal ağaçları var. Çiçeğe durduğunda saatlerce izler onları mesela. Sen gibi kokuyor o mevsim bahçe. Seni de izlerdi." Aralarında bir süre sessizlik oldu. Ahu ısırmaktan alt dudağının iç kısmını yara yapmıştı. "Bende... Çok ilginç gözlerin, hiç görmedim böyle bir renk. Ondan yani. Bakardım sana. Meraktan..." Korhan başını kaldırıp uykudan şişmiş gözlerini ona bakan kıza sapladı. Bedenini yastığına taşıyıp sol kolunu kaldırdı. Ahu düşünmedi hiç. Ne yapıyorum bile demeden bir refleksmiş gibi o kolun altına girdi. Korhanın, uzun saçlarında dolaşmaya başlayan parmaklarıyla gözleri kapandı. "Simsiyahlar..." Mırıldanmasındaki amacı anlamadı. Parmakları tutumlar arasında dolaştıkça mayışmasına neden oluyordu. Avuçlarına topladığı saçlarını yüzüne doğru kaldırıp öptü Korhan. "Çok güzeller...Bu gün saçlarına zaman ayırayım yarın ellerini izlerim." "Tuhaf adamın tekisin." Ahunun mırıltısına gülümsedi. Gözleri hala avucunda tuttuğu siyah saçlardaydı. "Annemden almışım bu huyumu. Güzel bir şeyi saatlerce izlemeyi seviyorum." "Ve patavatsızsın..." Mırıltısı devam eden kızın saçlarına tekrar uzanıp öptü. "Öyleyim." "Ukalasında biraz. Ya da çok, henüz karar veremedim." "Zekamın farkındayım diyelim." "Egoistmişsin de." "Kendime değer veriyorum. Sonuçta bu zamana kadar her işime yarayan yine kendimim." "Başka ne çıkacak merak ettim bak!" "Güzel ..." Ahu başını kaldırıp duyduğunun ne anlama geldiğini sorgular gibi kaşkarını çattı. "Ne güzel?" Korhan ise uzanıp alnına öpücük bıraktı. Alnından kaydırdığı dudağı burnunun ucuna da kondurdu busesini. "Beni merak ediyor olman. Güzel bir şey. Ceylan gözlü bir ahunun merakı çok güzel..." Sonrasında her zaman yapılan bir rutinmiş gibi kalkılıp hazırlandılar. Kahvaltı yaptıklarında Korhan inatla gözlerini üzerinden çekmiyordu Ahunun. "Yeter artık!" "Tek başıma gitmem daha doğru!" "Hayır! Tek başına gidersen öğreneceğin varsa da bir şey öğrenemezsin, bunu biliyorsun. Ama hâlâ içini kemiren kuşku yüzünden adamla karşılaşmamı istemiyorsun. Hiç profesyonelce değil vampir avukat." Korhan da montunu giyip hâlâ sürdürdüğü ters bakışlarının eşiğinde botlarını giydi. "Senden de avukat olabilirmiş. Uzun cümleler kurmakta hiç zorlanmazsın!" "Konuşma konusunda sana yetişeceğimi sanmıyorum. Artık şu tuhaf gözlerini üzerimden çek. Çünkü bende geleceğim ve sen artık o çeneni kapayacaksın!" Ahu kapıdan çıkıp asansöre doğru yürüdüğünde Korhan sinirlenmek ve gülmek arasında sıkışıp kalmıştı. Bir şey demeden beraber yola çıktılar. Hafta sonu olduğu için evinde olacağını düşünüyorlardı. Ceyda sayesinde adresine ulaşmak hiç de zor olmamıştı. Villa tarzı evlerin bulunduğu bir sitede yaşıyordu dekan. Güvenlikten geçmekte sorun yaşamaları muhtemeldi. Şehir dışında kalan siteye vardıklarında Ahu bir an Korhana baksa da beklemeden aşağı indi. Peşinden inen adamın mırıltıyla söylenmelerine kulaklarını tıkamıştı. Site girişindeki güvenlik ekibine doğru yürüdüler. İki kişi kulubeden çıkıp gelenlere baktı. "Merhaba... Biz Doktor Ahmet Sungur'u ziyarete gelmiştik. Kendisine haber vermeniz mümkün mü?" Güvenlik görevlisi baş sallayıp telefona uzanırken isimlerini sordu. "Ad ve soyadlarınızı öğrenebilir miyim? Ahmet bey geleceğinizden haberdar mıydı efendim?" "Hayır... Plansız bir ziyaret olacak. Ahu Nar Amber derseniz görüşmeyi kabul edeceğini umuyorum." Güvenlik görevlisi başını sallayarak telefona döndü. Sonra da Korhana ismini söylemesi için dikkatle baktı. Bunu anlayan Korhan başını iki yana sallayıp Ahunun yanına ulaştı. "Korhan Yıldıray." Görevli telefona bakarken başını kaldırdı. Sonra elindeki telefonu kapattı. "Ahmet bey gelebileceğinizi söylemişti. Buyrun lütfen, kapıyı açalım isterseniz. Otoparkı kullanabilirsiniz. Ahmet beyin villası sitenin son kısmında kalıyor. Yürüme mesafesi için uzak olabilir." Adamın yaptığı konuşmada Ahu ve Korhan tek bir noktaya takılmıştı. "Gelebileceklerini" söylediği kısım gözlerinin kısılmasına neden oldu. Gerçi kendi adını söyleyene kadar Ahu için açılmamıştı kapı. Korhan hiç bir şey demeden Ahunun elini kavrayıp arabaya doğru yürüdü. "Geleceğini biliyormuş!" " Beni de şaşırttı." Arabaya tekrar binip görevliden evin konum bilgisini aldıklarında geniş araziye inşa edilen lüks sitede ilerlediler. Ahmet beyin evinin etrafında çok fazla yapı yoktu. Daha çok peyzaja ayrılan kısım hakimdi. Arabayı park alanına çekip indiler ve eve doğru yürüdüler. "Hoşgeldiniz efendim, Ahmet bey sizi bekliyor." Çalışan refakatinde geniş bir salona ilerlediler. Korhan kamera sistemlerini fark etmişti. Geldiklerini böyle biliyor olabilirdi. Salonun ortasında, ayakta dikilen adama doğru yürüdü ve elini uzattı. "Merhaba Ahmet bey. Biz habersiz geldik diye mahçuptuk ama siz bekliyormuşsunuz bizi." Ahmet Sungur yüzünde yumuşak bir ifadeyle karşıladı misafirlerini. "Hoş geldiniz. Merhaba Ahu, nasılsın kızım?" Ahu okul dışında bir ortamda bulunmalarından kaynaklı nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Ona elini uzatan adama doğru adımlayıp elini kavradı. "Hoşbuldum hocam. Biz habersiz geldik. Özür dileriz ama sizinle konuşmamız lazım." Ahmet Sungur başını aheste aheste sallayıp ardındaki oturma gurubuna doğru elini uzattı. "Geçip oturun çocuklar." Adam elindeki kitaba bakıp iç çekti. "Korhan Yıldırayın dün gelebileceğini bile düşünmüştüm." "Hocam siz?" Korhan dikkatle adamın her hareketini izliyordu. Oldukça sakindi ama üzerinde burukluk olduğu düşük omuzlarından belliydi. Ahuya şefkatle bakan gözleri kendine dimdik saplandı. "Tarık Yıldırayın oğlu Korhan. Babanın kim olduğunu öğrenince fark ettim benzerliğinizi. Zaman... Siliyor bazen hafızadan bir şeyleri." "Babamı... Nerden tanıyorsunuz?" Adamın yorgun gözleri, Korhanın ateş gibi bakışlarından çekinmiyordu. "Atilla tanıştırmıştı." "Hocam siz... Benim kim olduğumu biliyordunuz?" Bu bir soru cümlesiydi. Emindi Ahu zaten ama teyit de edilsin istiyordu. "Son altı ayına kadar baba olduğunu bile bilmiyordum Ahu. Atilla... Bize göre çok farklı düşünen bir adamdı. Sorgulamadım, sebebi vardır dedim. Haklıymış!" Ahunun bedeninde ince titreşimler dolaşıyordu sanki. Babasını bire bir tanıyan birine bu kadar yakın olmak! Ona soru sorabilecek mesafede bulunmak aldığı nefeste boğulmasına neden oluyordu. Ahu babasının şefkatini bilirdi. Ahi ve onu omuzlarında nasıl dolaştırdığını, annesine sıkı sıkı sarıldığını bilirdi. Ama babası nasıl bir adam hiç bilmezdi. Hakkında öğreneceği tüm kanallar tıkanmış gibi sadece suikast haberi vardı internette. "Ben hiç bir şey bilmiyorum hocam. Ben sıkışıp kaldım. Kardeşim... Onu öldürdüler. İntihar diyorlar ama yapmaz! Yemin ederim Ahi sırf benim için yapmazdı. Bana yardım edin lütfen. " Ahunun konuştukça dolan gözlerinden ip inceliğinde yaşlar sızdı. Korhan o saniyede eline uzanıp kavramıştı. "Ahmet Bey, Ahiyle beraber benim kız kardeşimde öldürüldü. Bize yardım etmeniz lazım. Nasıl bir şeyin içerisindeyiz bilmiyoruz. Siz... Ahu Nar için o okuldasınız bunun farkındayım. Babalarımızı çok iyi tanıyorsunuz o da kesin. Siz neden Ahu Narı izliyorsunuz?" Ahmet Sungur kelimeleri oldukça keskin kullanan adamdan ayırmadı bakışlarını. "Çünkü Atillanın bana verdiği görev buydu. " "Nasıl?" "Atilla tanıdığım hiç kimseye benzemezdi. Hayatı mutlaka bir plan üzerine inşaa ederdi. Bana iki çocuğunun olduğunu söylediğinde oldukça şaşırdım. Özel hayatı konuşulmazdı Atillanın. Annen İsviçre konsolosluğunda görev alan bir tercümandı Ahu. Haklarında bilinen tek şey sessiz sedasız evlenmiş olmaları. Fazlası yok. Ama olaydan altı ay önce bir dosya verdi bana. Senin bilgilerin var. Sağlık kayıtların, kimliğin, hangi okullara gideceğin, hangi mesleği seçeceğin ve en son nerde eğitimini tamamlayacağın. " Ahu babasının neden böyle bir şey yaptığını deli gibi öğrenmek istiyordu. Ondan neden doktor olmasını istemişti. Neden her şeyi planlayıp, kesinleştirmişti. Sonra Ahi geldi aklına. "Peki Ahi? Onunla ilgili ne söyledi?" Adam olumsuzca başını salladı. "Ben Ahu Nar Saruhanlıdan sorumluydum. Kardeşini sorduğumda görevim dışında hiç bir şey sorgulamamamı istedi. Biz okulu beraber okuduk. Onun keskinliğini bildiğim için sorgulamadım. Ordan sonrasında göz hapsimdeydin. Anasınıfı müdüren, ilkokul öğretmenin ve dershanede ki sorumlu hocan. İnce ince işlendi zihnine aslında doktorluk senin." Ahu bir an anasınıfında düşüp, dizini yaralayan arkadaşına öğretmeninin yardım etmesini istediğini anımsadı. Şulenin elini tutmuş, geçeceğine dair teselli etmişti. Sonra ise yakasına bir gülen yüz takılmıştı o gün. Arkadaşının sağlık durumuyla ilgilenen, ona yardım eden Ahu günün öğrencisi seçilmişti. Sonra gülümseyecek gibi oldu. Klüplerde ne istediği sorulmadan sağlık klubüne yazılırdı adı. Sonra nasıl oluyorsa sağlık kulübü başkanı olurdu. Hayatının her anı bir manipülasyon süreci miydi yani? "Neden? Neden avukatlık, öğretmenlik yada mimarlık değil de doktorluk?" Adam omuzlarını silkti. "Bunu bilemem. Ben Atillanın bana söylediği kadarlık kısmında varım." Korhan avucunda sıkı sıkı kavradığı eli kucağına çekti. Kendinin bile farkında olmadan, Ahunun elinin üstünü baş parmağı okşamaya başlamıştı. Ahmet Sungur gözlerini bir saniye ellerine diksede hemen çekti. "Ben nerdeyim bu denklemde? Atilla Saruhanlı diyelim ki tehdit alıyordu ve çocuklarını güvenceye almak istedi. Güvenlik adımı duyduğunda sizi aramadı bile. Benimle bağlantınız ne?" Ahmet bey gözündeki gözlükleri çıkarıp gömleğinin yaka cebine koydu. Bacak bacak üstüne atarak rahat bir profil sergilemek istiyordu. "Atilla ülkelerin yönetim stratejisi üzerine bir strateji geliştirmiş anladığım kadarıyla." "Strateji?" "Dünya yönetilirken tüm ülkelerin önündeki yirmi yıl planlanır genç adam. Atilla bunu özel hayatına da işlemiş sanırım. Ama tehdit olayına gelirsek Atilla siyasi bir kimliğe büründüğü an başladı onlar. Hiç eksilmedi. Ben başına bu talihsiz olay gelene kadar Ahunun kardeşinin ismini bile bilmiyordum çünkü yasaklandı. Ben sadece Ahunun eğitim hayatından sorumluyum. Düşündüğünün aksine Atillanın her şeyi anlattığı o kişi ben değilim. Atillanın hayatında üç güvendiği kişi vardı. Karısı Derya, kardeşi Tarık ve akıl hocası Hafsa Hanım!" Ahu yere bakan gözlerini son duyduğu isimle kaldırdı. Şaşkınlığı çok güçlüydü. "Anneannem mi? Ama nasıl?" Adam tebessüm etti. "Anneannen, babanın aklına güvendiği tek kişi bile olabilir kızım. Ben, Ankarada bir konuya sıkışan Atillayı bir anda Sakaryaya yada Hafsa hanım İstanbuldaysa oraya gittiğini bilirim." "Ama... Ama anneannem bize hiç bahsetmedi." "Dediğim gibi Ahu. Ben babanın sadakat testlerini geçmiş, yanında bulunma yemini etmiş arkadaşıyım. Babanın önü bir anda açıldı ki kontrol etmek zorlaştı. Hiç kimse siyasete atıldığı yıl iktidara gelmiş bir partinin İstanbul milletvekilinden böyle çıkışlar beklemedi. Kabine açıklandı ve baban dışişleri bakanı oldu. Dönemin başbakanı onu Cumhur başkanlığına hazırlamaya başladı. Halk, partiden çok Atilla Saruhanlının adını zikreder oldu. Dış ülkelerle kurulan bağlantılar hiç bir dönemde o kadar faal ve işlevsel gerçekleşmemişti." "Bundan sebep mi? Yani babam yükselişi engellenemediği için mi öldürüldü?" Ahmet Sungur başı ağrıyormuş gibi elini alnına atıp ovaladı. Hiç konuşmadan onu dikkatle tartan adama saniyelik bir bakış attı. "Hayır... Sanmıyorum. Tabi bir varsayım ama Cumhurbaşkanlığı konusunda iktidar ve muhalefet ilk kez aynı fikirdeydi. Onlar... Yani Tarıkla ikisi çok başka bir şey yakaladılar. Ne olduğunu bilmiyorum gerçekten. Ben yakındım ama o kadar değildim. Sık sık Manisaya gider olmuştu. Tarık da oldukça sık geliyor günlerce ortadan kayboluyorlardı. İkisinde de çok başka bir şey vardı, bilmiyorum. Atillayı hiç o kadar enerji dolu görmüyordum. Üstüne çok başka bir umut çökmüştü. Sık sık yurt dışı seyehatleri de oluyordu ki İsviçreye gitmesi gerekiyordu Derya için. Temposuna yetişmek çok zordu. Sonra Derya gelmeye başladı. O süreçde de neler yapıyor bilmiyordum. Atilla kapalı kutudur, kendi istemezse kimse bilmezdi ne yaptığını. Hafsa hanım sadece! Onun bir kaç kere meclise geldiğini biliyorum. Saatlerce makam odasında konuştuklarını, kimseyi yaklaştırmadıklarını gördüm." "Bizim geleceğimizi nerden bildiğinizi hâlâ söylemediniz!" Ahmet uzun konuşmasını Korhanın sesiyle böldü. Bu soruyu geçtiklerini düşünmüştü aslında. Tarığın oğlu, Tarıktan alabileceği her şeyi almıştı demekki. Terleyen avuçlarını bir birine sürttü adam. Korhan bunu da kaçırmadı. "Çünkü baban bir gün bana geleceğini söyledi!" Korhanın kaşları derince çatıldı. "Ne demek bu?" "Ahu... Ben bir gün geleceğini biliyordum ama Ahuyla geleceğini hiç düşünmemiştim. Kardeşin... Yani Ahunun kardeşi ve kardeşinden kaynaklı geleceğini bilmiyordum." Adam ayaklandı. Hiç bir şey söylemeden salondan çıktı. Beş dakika sonra geri geldiğinde Korhan Ahuyla gerilmiş bir hâlde onu bekliyordu. "Sana sorularının cevabını ben veremem genç adam. Atilla öldükten sonra Tarık çocukları İsviçreden buraya getirdi. Sizinle ilgili bilgilerin tamamını Tarık hazırlattı. Benim görevim değildi o kısım. Sonra araya yıllar girdi. Hiç görüşmedik Tarıkla. Bana verildiği Tıp kariyerine geri dönme emriyle siyasi her bağlantıdan çekildim. 2007 de birgün kapıma dayandı. Bana sadece bunu verip, senin geleceğin zamana kadar saklamamı istedi " Ahmet Sungur elinde bir anahtar tutuyordu. Uzatıp Korhanın eline bıraktı. Korhan, avcuna bırakılan farklı bir diş sistemi olan anahtara baktı. "Bu ne?" "İnan bilmiyorum. Sadece senin emanetin olduğunu biliyorum. " Ahuya baktığında onun da dikkatle anahtara baktığını gördü. Alışıla gelmiş bir stilden çok farklıydı. Yaklaştığında üzerinde ki sayılar dikkatini çekti. 2004 yazıyordu. Ahuya doğru uzatıp görmesini sağladı. Ahu görse de yine bir şey anlamamıştı. Başını iki yana salladı. "Bize söyleyebileceğiniz hiç bir şey yok mu? Yolumuzu açacak her hangi bir şey?" Adam sanki bu durumdan utanıyormuş gibi bakıyordu. "Ben içlerinde değildim. Gerçeten değildim ama ikisini ölüme götürenin Atillanın siyasi hayatıyla ilgili olmadığını düşünüyorum." "Anlamadım!" Adam yutkunup Korhana baktı. "Onları öldüren Tarığın bulduğu, Atillanın peşine düştüğü bir şey..." 🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋 Korhan, bir zamanlar sadece kendinin geldiğini anlattığı o sahil kenarında yine Ahuyla yan yanaydı. Uzun bir süre sadece dalgaların ara ara sularını sıçrattığı denizi izlediler. "Biz ... Neyin içine düştük Korhan?" Korhanında zihninde yankı yapan soru tam da buydu. Onlar kardeşlerini kaybetmiş, acılı iki insandı. İki mezar kazılmıştı. Mezar iki gencecik insanı içine alırken bir sürü sır da dışarı taşmıştı sanki. Eli montunun iç cebine yerleştirdiği anahtara gitti. Çıkarıp baktığında bir boşluktan başka hiç bir şey yoktu. "Bu anahtar ne için olabilir ki?" Korhan o zaman kaldırdı başını. "Bilmiyorum Ahu Nar. Babamın bulduğu, babanın peşine düştüğü her neyse onunla alakalı olduğu kesin." Ahu bankta kayıp Korhana biraz daha yaklaştı. "Sence Ahmet hoca bildiği her şeyi anlattı mı? Yani başka bir şey varsa ve saklanıyorsa?" "Sanmam. O adama bir görev verilmiş o da tamamlamış. Benim aklımı kurcalayan neden sen? Ahi değil de baban neden senin için böyle bir hayat planlaması yaptı?" Ahu da burada takılıyordu ya aslında. Onlar ikizdi. Ahu sadece on beş dakika büyüktü Ahi den. Neydi babasını böyle bir şeye iten? Gerçi bundan da emin değillerdi ki. "Korhan aynı şeyi Ahi için yapılmadığını bilmiyoruz ki. Belki o da aynı benim gibi yönlendirilerek büyüdü." Sona doğru sesi kısılmıştı ama. Ahi, Ahu İstanbulu kazanmasa o puanla OTDÜ de olacaktı. Son anda Ahunun bile haberi olmadan tercihlerini değiştirmişti. Sonuçlar açıklandığında hepsi şok olmuştu. Belki de Ahi kendi için planlanan geleceğin gidişatını Ahu yüzünden değiştirmişti. "Benim için geldi İstanbula..." Mırıltısına Korhan daha dikkat kesildi. "Anlamadım?" "O aslında OTDÜ makina mühendisliği istiyordu. Puanı iyiydi. Her türlü geleceğinden emindi tüm hocaları. Ama o son anda değiştirmiş tercihlerini. Hiç birimizin haberi olmadı. Tercihler açıklanınca da büyük şok yaşadık. Bensiz hiç bir yere gitmeyeceğini söyledi. Ne kadar sevindiğimi, ağladığımı hatırlamıyorum bile. Çünkü tercih zamanına kadar ondan ayrılacağım ihtimalini hiç düşünmemiştim. Bir döngünün içerisindeysek Ahi kırmış olmalı." Korhan duyduğu her şeyi kafasında tarttıkça önemsiz sandığı detaylar önemli bir hâl almaya başlamıştı. Sûhanın kazandığı gün onu arayışı. Tercih ettiği okulun kodunu aslında yanlış girdiğini ve İstanbulun geldiğini hem şaşkınlık hem büyük bir sevinçle bahsetmişti. "Sûhan! Tercih sırasındaki ilk yazdığı okulun kodunu fark etmeden yanlış yazmış. Öyle acele ediyormuş ki kontrol etmemiş bile. Tercihler açıklandığında şok olmuştu. Puanı o okul için düşüktü. Okul tercih listesinde bile yokmuş Sürekli mucize diye bahsetti. Mucize! Mucize!!!" Korhan ayaklanıp deniz kenarına kadar yürüdü. Sûhanın mucize dediği tasarlanmış bir plandı. Ahiyle bir araya getirilmek için hazırlanmış bir döngü. Çünkü Korhan da Sûhanın orayı kazanmasının oldukça zor olduğunu pekâlâ biliyordu. Sonra aklına Ahunun söylediği düştü. Ahi OTDÜ ye gitse Sûhan da mı gönderilecekti? O puanla mı? "Korhan!" "Sûhan ve Ahi nasıl tanıştı? Sûhan bana okulda deyip durdu ama koca kampüs! Binlerce öğrenci var. Eğitim fakültesiyle Mühendislik arasında bir şehir var nerdeyse! Nasıl tanıştılar?" Ahu anlamak istiyordu tam olarak sorguladığı şeyi. "Sûhan... Yani bir öğlen kantinde masa kalmadı diye Ahinin oturduğu masaya gitmiş. Oturabilmek için izin istemiş?" "Nasıl aynı kantin? " "Yani bahsederken öyle demişti. Çok yoğundu bizim kantin öğlen arası. Bende mühendisliğinki daha sakin olur diye oraya gittim dedi. Ama doğru! Arada kaç fakülte var. Niye o kadar mesafe kantin için gitsin ki? Saçma! Bilmiyorum hiç sorgulamadık. 'Arada geziyorum diğer fakülteleri, bizimkinden güzelse şikayet dilekçesi yazarım' deyip şaka yapıyordu. Sonra sohbet etmişler. Hemde ilk dersi kaçıracak kadar uzun sürmüş sohbetleri. Sûhan, Ahiden telefonunu istemiş. Bununla da dalga geçtik. Biliyorsun aslında böyle konularda çok utangaç bir kız. Biz dalga geçerken bile yüzü kızarıyor, yastıkla falan saklıyordu kendini. Of bilmiyorum Korhan, delireceğim!" Korhan ellerini saçlarına atıp çekiştirir gibi tutan kızın parmakalrına doğru uzandı. Kafasındaki elleri çekip, başının ardından tutarak kendine yasladı. "Bulacağız kelebek... Ne olup bittiyse beraber bulacağız." Ahu montunun açık önünden kollarını geçirip Korhanın beline sıkı sıkı sarıldı. "Korkuyorum..." "Bende..." "Hayal kırıklığına uğramak istemiyorum. Ailem yada sevdiğim kimseden zarar görmek istemiyorum Korhan. Baksana anneannem bile nelerin içerisindeymiş. Hiç bir şey söylemedi bize. Adlarını anmayı yasakladı. Unutmak güvende olmak dedi." Korhana daha sıkı sarıldı. Göğsünde kaybolmak ister gibi bir hâli vardı. "Sen yalan söyleme bana Korhan. Ne olur?" Korhan saçlarına burnunu gömüp kokusunu soluğu. Ahu gibi diğer kolu sırtına dolandı. Sakallarını saç diplerinde hissedeceği şiddette saçlarına öpücük bıraktı. "Sadece sen Ahu Nar. Bir tek sen. Geri kalan herkese ne yapılması gerekiyorsa öyle ama sadece sana şeffaf kalacağım..." Korhanın çalan telefonuyla birbirlerini teselli edişleri son buldu. "Zahir arıyor..." Mırıldanarak konuşup telefonu cevapladı. Tamam diyerek kapattı. "Evine çağırıyor. Cemil ve Ceyda da ordaymış. Ceydanın söyleyecekleri varmış. Hadi gidelim kelebek." Ahunun tekrar parmakalrını parmaklarıyla sarıp arabaya doğru yürümeye başladılar. Kırk dakika sonra yüksek katlı bir binanın önünde durmuşlardı. Korhanı tanıyan güvenlik kapıyı sorgulamadan açtı. İçeri girip 12. Kata kadar hiç konuşmadılar. "Gergin misin?" "Bilmiyorum..." Mırıldanışıyla asansörde ayırdığı eline yine uzandı. Montunun içine sıkışan saçlarını kurtardı tek eliyle de. Kapı açıldığında hiç istifini bozmadan saç tellerini düzeltiyordu. Zahir kaşları havada gördüğü manzaraya baktı. İşleri büyütmüşlerdi anlaşılan. "Hoşgeldiniz gençler. İçeri geçin..." Ahu baş selamı verip "hoşbulduk" diye fısıldadı. İçeri geçtiğinde ne tarafa gideceğini bilememişti. Korhan elini çekiştirerek onu yönlendirdi. Ev çok aydınlıktı. Sade ama çok şık döşenmişti ve olabildiğine genişti. Tek başına bir erkek için beyazın bu kadar hakim olduğu ev Ahuyu şaşırmıştı. "Evimi beğendin mi Ahu?" Zahirin takılır gibi kurduğu cümleyle fark etmeden biraz fazla izlediğini anladı. Yüzü ısındı. "Çok güzel... Çok ferahmış, güle güle otur." Zahir dişleri görünecek kadar gülümseyip teşekkür etti. Önden ilerlediğinde yüzünde bir nefes hissetti Ahu. "Beğendin burayı?" "Evet, güzelmiş. Çok aydınlık." Korhan omzunu da tutarak iyice kendine yaklaşmasını sağladı kızın. "Bizim evimiz küçük." Ahunun kalbini çok hızlı attırıyordu böyle cümleleri. "Evimiz" diye bahsedecek kadar onu benimsemiş olması değilik hissettiriyordu. Korhan öptüğünde, yüzünde hissettiği alevi şimdi de hissediyordu. "Olsun..." Korhan dışarıda üşümüş yüzünü avuç içiyle kavradı. Uzanıp yanağına dudaklarını bastırdı. Burnunu sürttü ve bir kere daha öptü. Dudakları yanağına değerken "istersen değiştiririz" diye mırıldandı. Ahunun ayaklarındaki gücü kesen sesini biliyor muydu? Ondan mı kendine yaklaştığı her an böyle bir tını da konuşuyordu? Sesini bulmak için kendini zorladı. Tutunma ihtiyacı hisseden yanı montunun uç kısmını avcuyla kavramıştı. "Yok... Orası da güzel. " "Seviyorsun yani evimizi?" "Korhan!" Korhan yanağına sürttüğü burnunu çene çizgisine de sürtüp dudakları ve çenesi arasında kalan kısma dudaklarını bastırdı. "Evimizi seviyor musun Ahu Nar?" Cevabı duyana kadar bırakmayacağını biliyordu. O cevapta özellikle duymak istediği kelimenin de pekâlâ farkındaydı. Korhan ateşti ve ateşten korkan Ahuyu kendine çekmekten zerre gocunmuyordu. "Seviyorum! Seviyorum evimizi seviyorum çekil artık!" Korhanın çenesinde yaslı duran dudakları gülümser gibi gerilmişti. Sonra Ahu ne olduğunu anlamadan saçlarındaki eli ensesine gitmiş ve bir anda dudaklarını dudaklarıyla örtmüştü. Ahu nefes almak için araladığı ağzının içinde bir anda adamın dilini buldu. O kadar hızlı ve o kadar sardırgan bir hamleydi ki nasıl karşılık vereceğini bilemedi. Ağzında bir kaç saniye dolaşan dili geri çekilip biraz ses getirecek kadar dudaklarını tekrar öpmüş ve onu rahat bırakmıştı. Ahu soluğunu düzene sokabilmek için önden ilerleyen adamın ardında kaldı bir süre. "Ruh hastası! Allahım bacaklarım titriyor..." Kendi kendine mırıldanarak ardından yürümeye o da başladı. Geniş bir salonda, üçlü koltukta oturan kardeşleri gördüğünde yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. "Of of offff bu kız gülebiliyormuş yahu." Ceyda ayaklanıp yanına geldiğinde Ahu beklediğinden fazlasını buldu. Ceyda sarılmış bir iki de sağa sola sallanmalarını sağlamıştı. "Ahu ceylan görüşemedik senle. Nasılsın?" "İyiyim Ceyda, sen nasılsın?" Ceyda koluna girip Cemilin oturduğu koltuğa doğru yürüttü Ahuyu. "Hoşgeldin Ahu, nasılsın?" "Teşekkürler. Hoşbuldum ve iyiyim. Sen?" Cemil gülümsemesini büyütüp Korhana baktı. "Arap atı muamelesi yapılıyorum ama olsun. Korhanımın canı sağolsun." Ahu biraz önce yaşadıkları şeyin etkisinden pek çıkamadığından yüzünü ısıran bakışlara karşılık vermedi. "Evimde misafir ağırlıyorum resmen, olaya bak. E ne içersiniz?" Ceyda gözünü kısıp elleri belinde konuşan adama baktı. İfrit oluyordu. "Ben bir White Chocolate Mocha alayım canım ya. Başka bir şey içemiyorum da." Ahu kaşlarını kaldırmış biraz evvel kendiyle sevimlice konuşan kızın aynı kişi olup olmadığını sorguluyordu içinden. Zahir de ondan aşağı kalmamıştı. Ağzı bir iki kere açılıp kapanmıştı. "Ulan batı özentisi muhabbet kuşu, soruyorsak kibarlığımızdan soruyoruz. White Chocolate mış! Dümdüz kahve neyine yetmiyor?" "O zaman soruyu doğru sor. Avukat değil misin sen? İkram edebileceğin neyse onları seçenek olarak sun. Ne alırsınız dedin sen? Bende istediğimi söyledim." Zahir yine ağzını açıp geri kapattı. Sonra Cemile baktı. "Bunun kini ne kadar sürer? Ne zaman bitecek şu tribi?" "Pardon!!!" "Aynen pardon! Kızım tamam kusura bakma dedik ya işte. Ağzımızı açsak hırlıyorsun. Yeter la!" "Ay haklısın ya. Büyüttüm ben değil mi? Çok üzgünüm. Çok üzgünüm beni sizin için yazdığım kodları ifşalayıp hapse attırmakla tehdit ettin diye nasıl laf sokarım? Çok üzgünüm ya! Sizin götünüzü topladım diye yirmi yıl hapisle tehdit edildim altı üstü. Neyin şımarıklığını yapıyorsam değil mi?" Ceydanın bağıra çağıra konuşması ve hızını alamayıp ayağa kalkıp aynı şiddetle devam etmesini hiç kimse ses çıkarmadan dinliyordu. Zahir bir Cemile bir Korhana baktı. " Şimdi böyle söyleyince tabi biraz şey oldu tabi. Ayıp etmiş oldum ama sende amma nazlı bir şey çıktın. Mecbur bırakıyorsun adamı. Dedim ki şu adamın mail adresine bir sız. Neler var bir bak çık, ne olurdu çemkirmeden yapsan?" "Lan manyak. Şu adam dediğin İstanbulun mafya takımından. Buldukları yerde topuğuma falan sıkmazlar alnımın çatından vururlar beni." "Yok daha neler? Abart istersen?" "Gerzek herif sen niye düştün adamın peşine. Hesaplaşma adı altında kaç cinayet faili meçhul kaldı diye peşinde değil misin? Ulan Cemil! Allahın cezası! Senin yüzünden muhatap olduğum heriflere bak!" "Ceydam... Çiçeğim şimdi yine bana niye döndü ok? Bu davar yapmış bir ayıp ben niye ya?" Ceyda aynı sinirle kardeşine baktı. "Haklısın kardeşim. Az aklım olsa doğduktan sonra ayağımı tıkardım ki çıkama! Senin yüzünden biri vampir diğeri sansar kılıklı iki adamın elindeyim." Zahir umursamaz gibi omuzlarını silkip geçip Korhanın yan kısmında duran berjere yerleşti. "Zeki olmayaydın. Yok muydu daha usturuplu bir iş. Niye teknolojiyle oyun oynuyorsun? Al bak başımız sıkıştıkça seni tehdit ediyoruz, iyi mi oldu böyle?" Ceyda arsız arsız konuşan adama gözlerinden ateş çıkararak baktı. "Ben senin kadar putperest bir pezevenk görmedim lan! Oğlum kendine mukayyet ol. İlk falsonda ben tıktıracağım seni o deliğe." Zahir yine umursamazca omuzlarını silkti. Bacak bacak üstüne attı. "Pederim de mafya. Topuğuna sıkarlar. Sen bilirsin." Ceyda durdu. Yapar mıydı ki? Adam Fasta ileri gelenlerden biriydi. Oranın yönetimi de çok tuhaftı. Ülkede güç sahibi olanlar yönetim de bile sözünü geçiriyordu. Gözlerini kısıp tekrar baktı. yapardı bu şerefsiz. "Kalk Ahu. Gidelim kahve falan pişirelim. Ben zıvanadan çıkıp şunu kırk sekiz yerinden bıçaklamadan uzaklaşalım şu ortamdan!" Ceyda önde Ahu arkada şaşkın bir halde mutfağa doğru yürüdüler. Ceyda dolap kapaklarını oldukça sert örtüp açarak aradıklarını buldu. Kahve makinasına yaklaştı. "Ağzına sıçtımın gevşeği, en iyisini getirtmiş. Lüks düşkünü pezevenk!" "Zahire çok sıcak duygular besliyorsun." Ahunun gülümseyerek izleyişine anlık baktı. Kaşları çatılmaktan ortada iki ince çizgi oluşturmuştu. Saçlarının uçlarındaki lacivert tutamları küçük bir tokayla tutturmuştu. "Öldüğünü görsem zevkle izlerim. Öylesi bir his işte. Gavat! Şantajcı puşt! Şekersiz mi içiyordun? Domatese sırık olmayacak adamı ne yapmışlar? Üf bu kupalar ne böyle be? Tipini silktiğim! Yok mu lan bunun evinde yiyecek bir şey? Hah burdaymış! Baban olmayacak ki bak ben sana yeni bir kimlik nasıl oluşturuyorum! Fındıklı kek sever misin Ahu? Bunları biz yiyelim. En pahalısını almış burjuva köpek! " Ahu hem söylenen hem kahve yapan aynı zamanda kurcaladığı dolaplardan bulduğu atıştırmalıkları tabaklayan kızı gözleri iri iri açılmış izliyordu. Böyle değildi sanki bu kız. Gerçi ne kadar tanıyordu ki? Ama hak verdi. Ne demek tehdit? üstelik ne çok işlerini hallediyordu Ceyda. Teşekkür edeceklerine nankörlük ediliyordu ona. "Haksız mıyım Ahu?" "Valla haklısın, ne diyeyim? Ben tanışana kadar böyle insanların olabileceğini bile hiç düşünmemiştim?" Ceyda aldığı destekle küfür eşliğinde saydırmalarına devam etti. Hazırlanan kahveleri tepsiye dizdiklerinde Ahu kahveleri aldı. Ceyda ise atıştırmalıkları. İçeri geçip üç erkeğe kahvelerini uzattı Ahu. Ceyda zigonlardan birini Ahu ve kendi ortasına koyup atıştırmalık tabağını yerleştirdi. Zahir tabağa dik dik bakıyordu. "Bizim tabağımız nerde? Ayrıca onlar benim özel getirttiğim kekler mi?" Ceyda cevizden bir tık büyük boyuttaki kek topunu ağzına atıp gözüne baka baka çiğnedi. Bitirince kahvesine uzandı. "Sizin zıkkım yemenizden yanayım şahsen ben. Hizmetçin mi var, kalk al. Ayrıca kahvelerinizi yaptığım için bile minnet duymalısın. Evyenin altındaki tuz ruhu bana bir göz kırpmadı değil çünkü. " Zahir kahvesine uzanıp içti. Başka da bir şey demeden dik dik baktı. Korhan Cemile dönüp elindeki kahveyi kenara bıraktı. "Ne için çağırdınız?" "Ha... Abi bir şey bulmuş bizim kız da işinize ne kadar yarar emin olamadık." "Her şey yarar işimize. Söyle." "Abi hani dekan olayını söylediniz ya Ceydadan Ahinin okulu da bi taramasını istedim." Ahu duruşunu dikleştirip dikkatle konuşan adama baktı. "Bir şey buldunuz mu?" Ahunun lafıyla bu sefer Cemil açıklamayı ona yapmaya başladı. "Emin değiliz. Tesadüf de olabilir." "Olmaz! Artık hiç bir şey tesadüf olmaz, neymiş?" Korhan Ahuya bakarak söylemişti bunları. Onların hayatında tesadüfe yer yoktu. Ahunun tırnaklarını avuçlarına sapladığını gördüğünde ayaklandı. Koltuğun ucunda oturan kızın yanına oturup tırnaklarıyla iz yaptığı avcunu eline aldı. Parmaklarını yavaşça gevşetip içinde oluşmuş kızıl hilalleri okşadı. Ceyda, Zahir, Cemil şaşkınlıkla bakıyordu. Ceyda da ayaklanıp Cemilin diğer tarafına, koltuğun kol kısmına yasladı kalçasını. Diğer yanında Zahir kalıyordu. "Ne olmuş bunlara" diye fısıldadı. İki adamdan da ses çıkmadı. Sonra cemil konuya dönmek için bir iki kere öksürerek dikkatleri kendinde topladı. "Ahinin hazırlıkta aldığı akedemik ingilizce dersiyle, Sûhanın birinci sınıfta aldığı ingilizce iletişim I dersinin hocası aynı kişi." Korhan başını çevirip ardında kalan Cemile döndü. "Ortak ders hocası?" "Dediğimiz gibi tesadüf de olabilir. Dekandan dolayı proğram hocalarını falan hep tarattık. Ama siyasi kariyer yada Atilla Saruhanlıyla bağlantılı bir geçmişe ait kimse yok. Tek bu var elimizde." Korhan başını önüne eğip kafasında tartmaya başladı her şeyi. Babası ne planlıyorsa Ahu üzerine kurmuştu. Ahi için de bir şey düşünmüşse de henüz onlar bimiyordu. üstelik kendi babası da bir gün eline geçmesi için bir anahtar bırakmıştı. Suhanın okul mevzusu da vardı. Elinde hâlâ tuttuğu Ahunun elinin içinde parmaklarını dolaştırmaya başladı. Yüzünü tekrar Ahuya çevirdi. "Sakladıkları her neyse sen ve beni birinci dereceden ilgilendiriyor..." Ahu ona dikkatle bakan adama aynı ilgili bakışlarla karşılık verdi. Avcunu okşayan eli işaret parmağının ucuyla bilinçsizce dolaşmaya başladı. "Bir nedenden ötürü doktor olmamı istemiş. Aynı zamanda bunu babanla planlamışlar." Onları dikkatle izleyen üç kişinin varlığını tamamen unutarak sadece birbirlerine bakarak konuşuyorlardı. Ahu sol elini tutan sağ elin üzerinde parmağıyla yuvarlak çizmeye devam ediyordu. Korhan da o anda sol eliyle omzundan aşağı sarkan siyah tutamların ucunu yakaladı. Gözleri saçlarına düştü. "Sûhan bir şekilde Ahiyle bir araya getirilmiş." "Öyle... bilerek mi bilmeyerek mi bunu bulmamız lazım. Ortak hoca tesadüf değildir." "Kaç fakülte var. Başka hoca mı yoktu? Tesadüf değil." "Anneannem bildiklerini mutlaka muhafaza etmiştir." "Şu teyzeyle bir ara görüşelim, ondan bir şey çıkabilir. Kini dikkatimi çekiyor." Ahu başını salladı. Gözleri işaret parmağının şimdide sonsuzluk sembolü çizer gibi dolaşmasını izledi. Korhan da avucunda azıcık kalan saçlardan parmaklarını kaydırıp daha büyük bir tutamı omuzlarından aşağı düşürdü. Onları dikkatle ve nefes almadan izleyen üç çift göz şaşkınlık içindeydi. "Owww bunlar hakkatten ne olmuş böyle?" Zahirin biraz evvel Ceydanın ettiği lafa atıfta bulunmasıyla Ceyda ela kahve arası gözlerini adama çevirdi. "Birinin yarım bıraktığı cümleyi diğeri tamamlıyor." "Benden de kıskanıyordu zaten kızı." Fısıltıyla edilen cümleleri birbirine dalan Korhan ve Ahu duymuyordu. "Ahmet hoca siyasi bir sebep değildi dedi. Sence ne demek istedi?" "O da bilmiyor ama babam ve baban bir şey bulmuş. Herşeyin nedenini onunla ilişkilendiriyor." "Buldukları şeyin anahtarı olabilir mi o?" "Mantığını çözemedim anahtarın. Alıştığımız gibi bir dişli sistemi yok." "Üzerinde iki çizgi var sayıların yanında. Ne demek olabilir ki?" "Bende fark ettim. Roma rakamına benziyor." "İki demek mi o zaman?" "Öyleyse biri de olmalı." "Bir anahtar daha. Nereyi açar ki?" "Sûhanla Ahi neden tanıştırılmış bulmamadan oraya ulaşamayız." Ahu başını salladı. Parmağındaki gözlerini tekrar Korhana çıkardı. "Eşyalarına... Bakalım mı?" Korhan da saçlarını izlemeyi bırakmıştı. Hiç birine dokunamamıştı bile. telefonunu doğru düzgün açamıyordu. Ama buna artık cesaret etmek zorundalardı. "Beraber mi?" Ahu da onayladı. Gözleri dolu dolu oldu. "Beraber... Her şeyi yazmayı seviyordu. Belki bir şey çıkar ha?" "Ahinin de telefonuna bakmalıyız." Ahu yutkundu. Yine onaylar gibi başını salladı. "Bakarız... Beraber." O anda bir telefon sesi durmuş zamanı sanki harekete geçirdi. Korhan sıçrayarak uyanmış gibi bir iki etrafa baktı. sonra Ahuya baktı. Daha sonra ise gözlerini ikisine dikmiş üç kişiye baktı. Derin bir nefes alması lazımdı. Ne yaptığını hiç düşünmeden avcundaki elin içerisine bir öpücük bıraktı. "Tırnaklarını batırma, yara olacaklarmış nerdeyse." Sonra duruşunu düzeltip koltuktaki oturuşunu değiştirdi. "Şu hoca hakkında neler var Ceyda sen bir daha bakarsın. Doktordan haber yok ama değil mi?" Ceyda ilk onaylar gibi salladı başını sonra ise olumsuzlukla. "Bir kere telefonunu açsa sinyali yakalayacağım. Adam yer yarıldı yerin içine girdi." "Bulmamız lazım onu. Birde şu anahtarı taratsana. Dünya üzerinde bir eşi daha var mı?" Cebinden çıkardığı anahtarı kıza uzattı. Ceyda alıp inceledi sonra da resmini çekti. "İlginç bir yapı. Araştırırım." "Aklımdan çıkan başka bir şey var mıydı Zahir?" Zahir biraz evvelki o rahat adam halinden çıkıp kaşlarını çattı. "Olmaz mı? Muzaffer! Ne olacak o iş?" "Ne gerekiyorsa o olacak!" Korhan bunu Ahuya bakarak söyledi. Ahu da gözlerini çekmiyordu hiç üstünden. "Nasıl yani? Korhan, abi biz böyle şey yapmayız lan! Oğlan katil! Bak ben biliyorum seni, sen kaldıramazsın bunu!" Korhan gözlerinden buz közleri fırlatır gibi baktı Zahire. "Ne yani gerçekten çıkaracak mısın o şımarık zengin züppesini?" "Ne söz verdiysem onu yapacağım Zahir, kes sesini!" Zahir ayaklanıp ortadaki boşlukta bir kaç tur volta attı. "Lan ölen çocuğun ailesi ne olacak? Onlar dikilmeyecek mi karşına? Nasıl bakacaksın yüzlerine? Oğlum başka bir yol buluruz. Lan sen bulursun, hep buldun bunu da bulursun?" "Ne söz! Verdiysem tutacağım!!!" Korhanın da yükselen sesiyle Zahir öylece kala kaldı. Gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Tamam amaca gidene kadar elleri pisleniyormuş umursamazlardı ama gidecekleri yere vardıklarında sonuç adil olan olurdu. "Sen şimdi zenginliğine güvenen bir piçi beraat ettireceksin ha?" Zahirin kızgınlık, hayal kırıklığı, pes etmişlikle bezeli sesine sonunda Ahu bakışlarını çevirdi. Ayakta onlara bakan uzun ama zayıf bedeni izledi. "O hiç bir zaman beraat ettireceğim demedi!" Sesi şu zamana kadar hiç kullanmadığı kadar keskindi. Zahir kaşlarını çattı. Ne demek istediğini anlamamıştı. Ahu yüzünün yanında, nefesini teninde hissettiği adama bir saniye bakıp geri Zahire döndü. "O sana yada Muzaffer Soyluya hapistekini beraat ettirme sözü vermedi. İlk duruşmada tutuksuz yargılanma sözü verdi. İkisini karıştırma!" Zahirin sonunda ne olduğunu anlayan bakışları şaşkınlıkla irice açıldı. "Korhan?" "Kullandığı cümlelerin hiç birinde beraat lafını dillendirmedi! Ne konuşuyorsa doğru dinle! Tutuksuz yargılanmasını sağlayacak, beraat etmesini değil!" Ahunun soğuk sesi, Zahirin, Ceydanın, Cemilin şaşkın bakışları ve Korhanın hayranlığını içinden taşıran hisleri bir salonu daralttı. Küçülttü, fazlalıkları sildi sadece birbirine çok yakın iki nefesi bıraktı. Korhan uzanıp saçlarının arasına burnunu dayadı. Ona hiç bir şey söylemeden kendini bu kadar dikkatle izliyor olması, ayrıntıları böyle rahat yakalamasına hayranlık duyuyordu. Birinin onu böyle şeffaf göreceğine asla inanmazdı. Ahu Nar avuçlarını yakan, kalbini serinleten, zihninin önünü açan Nar'dan yaratılmış bir kelebekti. "Benim güzel ateşim. Ben bedenimi çıplak bırakırsın ilk diyordum, sen ruhumu soymakla başladın..."
|
0% |