Yeni Üyelik
2.
Bölüm

MEZAR TAŞI & ÇAMUR

@orenda

Yorumsuz ve yıldızsız bırakmayın bölümlerimi ballarım🖤🖤🖤

 

 

 

BÖLÜM-2-

 

 

 

Zaman akıyordu, saatler ard arda koşturarak kaçıyordu. İnsanlar geliyor, konuşuyor, soruyor, elini sıkıyor, 'vah-vah' diyor ve ağıt yakıyorlardı. Bir kadın sürekli Kuran-ı Kerim okuyor, mutfaktan bir kadın margarin, fıstık alması için çocuğu tembihliyor, annesi alnına sardığı siyah sıkı tülbenti daha da sıktırıp hıçkırıyor ama göz yaşı dökmüyordu.

 

Herkes bir şey yaparken Ahu sadece izliyordu. Bir sandalyenin tepesinde, salonun en köşesinde sadece izliyordu. Giren ve çıkanları sayıyor, okunan ayetlerden hangi sure olduğunu tahmin etmeye çalışıyor, onunla göz göze gelen kadınların en fazla kaç saniye ona bakabildiğini sayıyor, rekor kimde saptamaya çalışıyordu.

 

Ne olmuştu en son? Aklı başındayken, yemek yemiş, dizi izlemiş, odasına geçmişti. Postmatüre bebeklerde görülebilecek doğum sonrası komplikasyonlar hakkında makaleleri okumuştu.

 

Telefonu çaldı, Ahi arıyor sanmıştı. Hayır Ahi değilmiş, annesiymiş!

 

Akşam en geç on birde uyuyan annesiymiş.

 

Ne demişti ki annesi, ağlıyordu da üstelik? "Ahi gitti demişti, Ahi yok!" o nasıl oluyordu ilk anlamadı. Ahi nereye giderdi ki? Ahu'suz Ahi hiçbir yere gidemiyordu. Başka ne demişti annesi?

 

"Ahi kıydı canına!"

 

Böyle bir şey demişti galiba. Ahi parmağı kesilse üç gün Ahu'dan hizmet bekleyen adam canına mı kıymıştı? Yalnızda değilmiş üstelik Sûhan'da yanındaymış. Eğer kulakları olmayanı duyuyormuş gibi yapıp beynini kandırmayı planlamıyorsa beraber beyinlerini dağıtan birer kurşunla öldürmüşler bir birlerini. Yirmi üç yaş ölmek için çok erken değil miydi halbuki? Gerçi ölümünde yaşı olmazdı değil mi? Ama Sûhan yirmi yaşındaydı, öyle hatırlıyordu Ahu. Onun için çok daha erken bir yaş dedi beyninin içinde asla durmadan konuşan o ses.

 

Kurşunla yaralanmaları düşündü. Yakın mesafedeki ve metrelere göre oluşan tahribatları hatırlamaya çalıştı. Oldukça yakın mesafeden şakaktan giren bir kurşun, tabi silahın markası ve kurşunun yapısını da baz alarak düşündüğünde filmlerde olan o görüntü olmadığını düşündü. Filmlerde bir miktar kan sızar ve küçük madeni bir para boyutunda delik açılırdı.

 

Ahu kaşlarını çattı. Bu koca bir yalandı! Bu Allah'ın belası, çok büyük bir yalandı!

 

Yakın mesafeden ateşlenen bir silah minik sevimli bir delik açmazdı, beyni param parça ederdi. Kurşun çıkarken yüzün bir tarafını parçalayarak çıkardı. Minicik bir kan sızmazdı ve düşünmek istemese de çok acırdı.

 

Ahi'de Sûhan'da çok acımıştı.

 

'Tırnağımı derin kesmişim Ahu, bu acı nasıl geçer?" diye onu arayan Ahi'nin canı çok acımıştı. Sûhan geldi aklına. Kahve iri gözleri, kestane rengi saçları, herşeye her an gülebilen dudakları. Bir insan o kadar güzel gülerken kendini öldürebilir mi?

 

Bir insan, bir insanın gözlerine kocaman bir aşkla bakarken karşısında ölebilir mi?

 

İkisini yan yana defalarca görmüş biri olarak Ahu'nun hiçbir nöronu bunu kabullenemiyordu. Kalp atışının bile durduğunu düşünecek bir soğukluk esir almıştı onu. İstanbul'dan Sakarya'ya nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Bu eve nasıl girdiğini, bu insanların evlerinde neden var olduklarını hiçbir şey hatırlamıyordu.

 

"Cenaze ikindi namazıyla gömülecekmiş. Bizde gitsek mi Birsen abla?"

 

"Gideriz yavrum. Ah ah gitti gencecik dalyan gibi oğlan."

 

Konuşmalar hep bu düzeyde ilerliyordu. Önce ah-vah deniliyor, biraz ağıt yakılıyor ve giden dalyanın arkasından iç çekiliyordu.

 

"Kardeşi de gül gibi sararıp solmuş. Hiç ağzını açmadı, ağlamadı mı Sevim?"

 

"Yok abla! Bir kelime etmedi, tek lokmada koymadı ağzına. Geldiğinden beri öyle bakıyor etrafa. Valla korkuyorum da kız aklını oynatacak diye."

 

Aklını oynatmasından korkulan kız kendisiydi galiba. Sık sık ona bakmalarından ve göz göze geldikleri anda hemen bakışlarını çekmelerinden anladığı kadarıyla kendisiydi.

 

Saat ilerlediğinde biri koluna dokundu.

 

"Ahu, hadi ablam kalk mezarlığa gidelim. Hadi kuzum."

 

Başını sallayarak onayladı onu Ahu. Herkes kalktığına göre gidilecekti demekti. Giderdi o da ne olacaktı sanki?

 

"Gel Hüseyin abin bekliyor arabada boş yer var anneni baban götürdü kuzum."

 

Hüseyin kimdi diye yokladı bir süre beynini. Sevim ablasının kocası Hüseyin'di. Komşularıydı değil mi bu kadın? Annesinden sürekli tatlı, yemek tarifi alan komşularıydı. 'Çok ders çalışmaktan komşularını belleğinden silmeye başlamışsın' dedi içindeki susmayan arsız ses.

 

Kolunda Sevim ablasıyla ağır ağır yürüyerek mezarlığa girdiğini hatırlıyordu Ahu. Bir tabutu ve derin diyeceği çukurun başına dizilmiş erkek topluluğunu ve geride hıçkırarak ağlayan kadınları izledi.

 

Tabuttan çıkarılan beyaz kefenli bir beden iki kişi tarafından o çukura konuldu. Tahtalar sıra sıra dizildi. Bir imam elinde Kuran-ı Kerimle sureler okudu.

 

Mezarlıklar hep çok soğuk olurdu galiba. Gerçi bu gün yağan yağmurda sebep oluyor olabilirdi buna.

 

Birkaç gündür ince ince, kimseye hissettirmeden içini döküyordu gökyüzü dünyaya. Kalbi sızladı! Sen yaşlarını ne zaman akıtacaksın Ahu?

 

Küreğin toprakla buluştukça çıkardığı ses ürperticiydi. Ara ara taşlara çarptıkça dişleri sızlıyordu. Annesini ağıtı artmıştı, sadece hıçkırmıyordu artık. Bağıra çağıra Ahi'nin adını haykırıyordu.

 

Ahu kendine sormaya korkuyordu ama " Burada neler oluyor?" demesine çok az kalmıştı.

 

"Oğlan intihar etmiş. Aman Allah sabır versin, hayırlı ölüm versin. Ahiretini de yaktı gider ayak."

 

İşte bu cümle Ahu'yu kaybolduğu o sis bulutundan çekip çıkardı. Buz gibi bir gerçeğin içine attı. Onun kardeşinden bahsediyorlardı. Ahireti yanan, onun bir rahmi aynı anda paylaştığı Ahi'siydi.

 

Anasınıfında onları ayırıp farklı sınıflara koymak istediklerinde sınıfın ortasına işeyen, "Ahu'yu götürürseniz hep işerim" diye tüm öğretmenleri tehdit eden Ahi'si.

 

İlkokulda ikisini farklı sıralara oturtmak isteyen öğretmeni "şeytan" ilan eden, dersleri işlenemez hale getiren, kadını korkutup geri adım attıran Ahi'si.

 

Şimdi o Ahi canına mı kıymıştı? Ahu'suz kalmamak için ODTÜ'de makine mühendisliğini elinin tersiyle iten. İstanbul'a elektrik-elektronik mühendisliği okumaya gelen Ahi...

 

Yeri göğü titreten bir çığlık koptu. Hareket eden her canlıyı olduğu yere mıhlayan bir çığlık. Gözlerini kızıl bir karalık kapladı. Bu çığlık kendinden kopmuşu. Koşarak önündekileri itekledi. Karşısındaki ıslanmış toprak yığınına baktı. Sonra gözleri 'Ahi Amber 1999-2022' yazısına takıldı. Elleri simsiyah saçlarına gitti. Tüm suç onlarınmış gibi yolmaya başladı.

 

"Ahi gitmez!" diye haykırdı. Bu görüntü göz yaşı hafiflemiş kalabalığı yeni bir ağlama nöbetine taşımıştı.

 

"Ahi beni bırakıp gitmez!"

 

Kızdan çıkan her kelime duyan herkesin içine acı olarak düştü. Dizlerinin üzerine çöküp, çamur olmuş toprağı okşayışı en buz kalbi bile çözerdi.

 

"Yalan söylüyorlar! Kıydılar benim canıma. Ahi, söyle onlara ben Ahu'suz bir yere gitmem de. İftira atıyorlar sana, kalk Allah aşkına. Beni ağlatıyorlar Ahi, kalk koru beni!"

 

Ona acıyarak bakan her göze uğradı hareleri. Hiç biri inanmıyordu ona. Hepsi bir yalana kanmıştı. Hepsi bunun gerçekten intihar olduğunu düşünüyordu. Gözleri annesine kaydı, ağlıyordu. Sonra ona sarılarak destek olan babasına baktı. Bakamamıştı Ahu'ya. Herkes bir yalana inanmış, kabullenmişti.

 

"Defolun! Hepiniz defolun buradan!"

 

Fırlayarak ayağa kalkmış, eli kime çarparsa onu itiyordu. Kardeşinin canına kıymışlardı ve herkese bir oyun oynamışlardı. Bu aptallarda hemen kabullenmişti. Hiç sorgulamadan, şüphe bile duymadan "tamam" demişlerdi.

 

Onun bağırtıları, kovmaları neticesinde söylene söylene boşalttı kuru kalabalık kabristanı. Bir annesi bir de babası kalmıştı. Annesine bakmamıştı bile.

 

"Baba bir şey de! Ahi'me kıymışlar bir şey de!"

 

"Yavrum."

 

"Baba, Ahi yapar mı? Acır diye korkar yine yapamaz."

 

"Kızım adli tıp raporu, polis tutanakları intihar diyor."

 

Ahu elini kalbini üstüne bastırdı. Bir adım geri gitti. Kendi ailesi bile ona inanmıyordu. Ahi'yi bilmezmiş gibi söylenen her şeyi kabul etmişlerdi.

 

"Gidin buradan, sizde defolun!"

 

Annesinin gözlerindeki bakışı yakaladı Ahu. Ahu'nun konuşturmaya çekindiği o ses yine zehirli dilini çıkarmıştı. ' Ha şöyle Sahra Hanım, bana gerçek gözlerinle bak!'

 

Annesi elini babasının koluna koyup, tek kelime etmeden çekip gitti. Zahmet edip tek bir sözcüğü bile yine israf etmemişti. Geri geri adımladı Ahu. Gidenlerin ardından son kez bakıp, canını gömdükleri mezarın başına çöktü.

 

Bedenindeki üşüme ve ıslaklığı zerre kadar önemsemedi. Yüzüne yapışan saçları geri iterken yanağını boyayan çamuru azıcık bile dert etmedi. Öylece Ahi'nin ismini yazan tahta parçasını seyretti.

 

Ne kadar zamanın geçtiğini bilemediği bir anda üzerine bir karartı çöktü. Çamura bulanmış botlar, siyah bir kot ve aynı siyahlıkta monta değdi gözleri. Başını geriye yatırdığında kendi gibi ıslanmaktan yüzüne yapışmış saçlara ve yağmur sularının daha da belirgin hale getirdiği amber rengi gözlere tutundu.

 

Karşısındaki adam sadece ona bakıyordu. Ağzını açmadan, bakışlarını kıpırdatmadan öylece başında dikiliyordu. Adam gibi Ahu'nun da konuşası yoktu. Sustu!

 

Adam bir süre daha baktıktan sonra Ahu'ya doğru eğildi. Çamur olmuş elini tutup içine bir kart bıraktı. Aynı geldiği gibi sessizce geri dönüp yürümeye başladı. Ahu sadece sessizce giden adamı izliyordu. Beş-altı adım gittikten sonra ardını dönmeden konuşmaya başladı adam.

 

"Acını yaşa, ahını çıkar. Tüm zehrini bu gün de kus, geri kalanı yut. Almamız gereken bir intikam var. Yakmamız gereken bir sürü can var. İşimiz bittiğinde yasını tutarsın!"

 

Loading...
0%