Yeni Üyelik
30.
Bölüm

SARAN & SARMALAYAN

@orenda

 

 

BÖLÜM-30-

 

 

 

15.04.1990

Tarık gözüne vuran güneşe elini siper edip çalışma yapan ekiplere üstten bakış atıyordu. Murgul'a geleli neredeyse üç hafta olmuştu. Bakır için keşfi yapılan maden yatağının işlenir hâle gelmesi için alan taraması yaptığında bölgenin bu kadar el verişli olacağı hiç aklına gelmemişti. Oluşturulan şantiye alanında maden için toprak, kaya ve derinlik anelizleri gelmiş ve hızla çalışmalar başlamıştı. Taşaron bir firmanın ihalesini aldığı yeni ocak açımında mühendis olarak onunla beraber beş kişi daha görev alıyordu.

Öğlen sıcağını ilk kez bu kadar net hissediyordu. İlk geldiğinde oldukça soğuktu halbuki hava.

Elindeki raporları son kez kontrol edip ekipler için onay gerektiren izni imzaladı. Yanında bekleyen adama dosyayı uzattığında alana doğru yürümeye başlamıştı.

İki gün önce gelen iş makinalarının konumu doğru değildi ama. Bunun için gömleğinin yaka cebinde her daim hazır duran not defterini alıp, notunu düştü.

Sonra nerden geldiğini anlayamadığı bir köpek sesi duydu etrafta. Gereksizce dikkatini çeken sesi bulmak için aranırken genç bir kızın etrafında koşturarak oyun arayan köpeği fark etti. Şehir merkezine mesafesi oldukça uzak olan maden yatağında kızın ne işi olduğunu anlayamamıştı. Kaşları çatıldı.

İzinsiz buraya bir sivilin girmesi yasaktı! Kızın elinde olan torbanın da ne olduğunu anlayamadı. Güneş görüşünü zorlaştırıyordu. Etrafa bakınınca herkesin işinin başında olduğunu görüp, uyarma maksatlı yürümeye başladı.

Yaklaştıkça hem yürüyen hem de köpeğin hareketlerine kıkırdayan kıza daha dikkatli bakmaya başladı.

Boyu çok da uzun değildi. Küçüktü yaşı büyük ihtimalle. Lise talebesi olması muhtemeldi. Saçları kestane rengiydi, saçlarını tutturmak için kullandığı kurdale nedensizce komiğine gitmişti. Genç bir kız için kırmızı puantiyeli bir kurdale çok çocuk işi değil miydi?

Tarık kızı uyarma maksatlı yanına giderken kız "babaaa!!!" Diye yüksek sesle bağırmış ve adımları koşturan bir halde şantiye alanını beklemesi için tutulan bekçiye doğru hareketlenmişti. Adam muhtemelen abdest almıştı, dirseklerine doğru kıvrılmış kollarını indiriyordu.

Yaşlı adamın başını kaldırıp, geleni görmesiyle yüzünde açan gülümseme Tarığın kaşlarını kaldırmasına neden oldu.

Kızının buraya girişinin yasak olduğunu bilmesi gerekiyordu aslında. Bu detaya çok takılmak istemedi ama bir uyarı iyi olurdu. Küçük bir hata nelere maal olur Tarık düşünmek bile istemiyordu.

Aradaki mesafe kısaldıkça sesler daha net duyulmaya başladı.

"Kızım ama yasak dedim. Hem o kadar yolu yürüdün mü Nurperi? Yavrum ya bir şey olsaydı?"

"Ama lahana sardık annemle. Sen yemeyecek misin? Sen yemezsen bende yiyemem ki."

"Eve gelince yerdim babasının perisi."

Kızın tatlı tatlı kıkırdamasıyla Tarığında dudakları kıvrıldı. Onların evinde herkes öyle resmiydi ki İlyas beyi kendine sevgi sözcüğü söylerken hayal etmeye çalıştı. Çok kısa bir kahkaha olarak çıktı dudaklarından bu düşüncenin etkisi.

Babasının otelinden başka bir şeye sevgi beslemesi imkansızdı.

"Sıcak bir de. Mis gibi koktu."

Kızın o ahenkli kıkırtısı yine doldu kulaklarına. İnsan bu yaşlarda böyle tasasız gülüşler salabiliyordu ortalığa.

"Sıkı sıkı sardım babacığım, soğumamış. Bak çok güzel oldu. Şunlar var ya onları ben sardım. Güzel mi?"

Adamın eliyle bir tane alıp ağzına attığını gördü.

"Bende diyorum bunlar daha tatlı niye görünüyor. Benim perim yapmış da ondan öyle güzelmiş."

"Ya baba yaaa..."

Adamın gülümseyen gözleri kendiyle çarpışınca gülümsemesi durulmuştu. Hazırola geçen hali ve ciddileşen yüzüyle Tarık da kendini toparladı.

"Hoşgeldiniz mühendis bey. Ben de tam şimdi... Eeee..."

"Rahat ol Mehmet abi, geçiyordum bir selam vereyim dedim."

Mehmetin şaşkınlıkla aralanan gözlerini görünce biraz önce hizaya soktuğu gülümseme yeniden dudaklarına kondu. Şu kadar zamanda adamla tek kelâmı yoktu ve şimdi oldukça samimi bir girizgah şaşırtmıştı. Adını biliyor olması da şaşkınlığını artırıyor olmalıydı ama Tarık beraber çalıştığı herkesin adını aklında tutardı her daim.

Şimdiye kadar hep sırtı kendine dönük olan kız yüzünü döndüğünde bir an, oldukça kısa bir zaman Tarık takıldı. Küçük sandığı kız tahmin ettiği kadar küçük değildi galiba. On beştir en fazla demişti ama sanki yirmiye yaklaşmış gibiydi. Kalp şeklinde bir yüz, badem rengi gözler ve tam da göz rengine yakışır badem şekli hatlarla oldukça güzel bir kızdı. Burnunun üzerine azıcık çil serpilmişti. Yüzünün şekline yaraşır, kalp şeklinde de dudaklar...

Kendine dönünce onunda gülümsemesi sönmüş, biraz korkuyla bakmıştı kendine. Neden korktuğunu ilk anlamadı ama bir babasına bir kendine bakışı ve şaşkın hâli oldukça eğlendirici görünüyordu.

"Ben... Şey ben yasak dimi buraya girmek? Yasak tabi."

Hızlı sıralanan sözlerin maksadını anlamadı ilk. Babasına korkuyla bakınca daha çok kaşları çatıldı. Babası kızacak mıydı?"

"Ben yine söz dinlemedim de ondan oldu. Yoksa babam hep tembihliyor. Gece gelmedi ya. Yemeği yoktur diye, acıkır burda. Lahana sarınca şey yapayım dedim ama babam vallahi billahi yasak demişti. Ben dinlemedim onu."

Parmaklarını bir birine dolayıp, bir miktar da acı verecek halde sıkarak kendine açıklama yapmasının sebebini anlayınca dudağı kıvrıldı. Babasına bir şey demesinden mi korkuyordu? Adamın mahçup yüzünü gördüğünde onun da bundan korktuğu belliydi. Tarığın içini vicdan azabı kapladı. Biraz evvel neşeyle şakıyan kızın sevincine gölge düşürmüştü varlığı. Adamı da tedirgin etmişti.

"Sorun yok küçük hanım, dediğim gibi Mehmet abiye selam vermek için geldim."

Sanki gerçekten amacı oymuş gibi yaşlı adama döndü yüzünü.

"Eee abi var mı bir sıkıntı? Geceleri sen bekliyormuşsun burayı. Gözüm arkada kalmıyor o yüzden. Daha önce dünya kadar demir, çimento çaldırdık biz. Şimdi şantiye açıldı açılalı hiç firemiz yok. Seni görmüşken teşekkür edeyim dedim. "

Mehmet azarlanılmadığı, üstüne bir de teşekkür aldığı için biraz rahatlamıştı. Elliyi geçmişti yaşı ve kolay kolay iş bulamıyordu artık. Madene bekçilik onun için mükemmeldi. Yapılacak küçük bir hatayla işi kaybetmek çok zorlardı onları.

"Bizim burada olmaz ya öyle şeyler yine de gözümü kırpmıyorum mühendis bey? Allahın izniyle malınıza gözümüz gibi bakıyoruz. "

Tarık duyduklarından memnun başını öne arkaya sallayarak onayladı. Aslında artık gitmesi lazımdı ama kaçamak bakışlarla kendine bakıp hemen gözlerini kaçıran kız istemsiz dikkatini çekiyordu. Oyalanacak bir şeyler arayası geldi.

"Eeee abi sen gece nöbet tuttuysan eve gitmen lazımdı. Niye sen devam ediyorsun?"

Mehmet kendi aralarında hallederler sanmıştı ama maalesef olmamıştı. Başlarına bir iş açmadan durumu anlatsa sıkıntı çıkar mıydı acaba? Adam oldukça anlayışlıydı, üstelik kızının burda olmasına bile bir şey dememişti.

"Şey mühendis bey, Süleymanın... Hanımı fenalaşmış da. Akşam sabaha doğumu olacaktı, hastaneye gitmesi icap etmiş. Benden de ricacı olunca... Bir sıkıntım yok benim, endişelenmeyin. Yani Allahın izniyle gözüm gibi sakınırım her şeyi. Hanımının yanında olsun diye..."

Tarık gezdiği şehirlerde bu tür insanlarla oldukça fazla karşılaşmıştı. Onun büyüdüğü dünyaya göre çok temiz ve düşünceli kalıyorlardı.
Şu an adamın çekincelerle dolu sesi istemsiz dışardan nasıl bir adam gibi göründüğünü sorgulattı ona.

"Keşke haber verseydi abi, ayarlardık birini. Tabi hanımının yanında olsun. Sen de iki saat idare et ben birini göndereceğim. Sonra eve gidip dinlenirsin."

"Yok mühendis bey Allah razı olsun. Akşama gelecek zaten Süleyman. Hiç düzeni bozmayalım. Benim bir sıkıntım yok."

Tarık onaylar gibi başını sallamıştı yine. O yapabilecek her şeyi yapmıştı. Sürekli gözü kıza takılıp durmasa hemen dönmesi lazımdı. Hâlâ burda dikiliyor olması da normal değildi. Sonunda ortamda oluşan boşluğu Mehmet bey bozdu.

"Mühendis bey... Eğer öğlen yemeği yemediyseniz... Nurperiyle, hanım lahana sarmış. Sever misiniz bilmem de..."

Tarık için oldukça iyi bir teklifti. Şu an ne yapıyorsun sen deseler zerre cevap veremezdi ama bir şey vardı. Ağzında tuhaf bir tad bırakan, ne olduğunu bilemediği ama anlamak için o tada yoğunlaştığı bir hissin kucağındaydı.

"Valla çok severim abi. "

Mehmet suratına oturmak isteyen şaşkınlığı bir şekilde saklıyordu da Nurperi bu konuda oldukça tecrübesizdi. Böyle üst mevkilerdeki insanlar pek muhatap olmazdı onlarla. Kaldı ki aynı sofraya oturup, yemek yeme oldukça tuhaftı gerçekten.

Babasının uyarısıyla Nurperi hemen kendini toparlamış ve babasının içerde tuttuğu küçük sehpayı dışarı çıkarıp hazırlamıştı. Geceleri burda kalırken kullanması için bırakılan iki tabak, iki çatal küçük sehbaya kondu hemen. İyiki annesini dinleyip ayranı büyük şişeye koymuştu. Bardakları doldurup sefer tasındaki lahana sarmalarını tabaklara paylaştırdı.

Küçük taburede oturan uzun boylu adam çok komik görünüyordu ama o ayıp olur diye gülmek isteyen yüzünü hep saklıyordu. Bir de insanın bakası geliyordu hep. Farklıydı. Yani gözleri çok farklıydı ve Nurperi istemsiz bakışlarını kontrol edemiyordu.

Adam gerçekten acıkmıştı galiba. Tabaktakileri çok hızlı yemişti. Babası öksürüp onu uyarana kadar iri iri açtığı gözleriyle adamı takip ettiğini anlamamıştı bile.

Sıcaktı yemek, ağzı yanardı böyle hızlı yerse. Ayrandan içseydi bari.
Boş bulundu bir an.

"Çok sıcak, ayran için yanacaksınız."

İki baş ona dönünce yüzünü domatese çeviren bir sıcaklık bastı.

"Baba! Baba çok sıcak ya. Yanma diye dedim. Yazık, ağzın yanar. Ayran güzel olmuş hem, içsene."

Tarık babasıyla konuşuyormuş gibi lafı çeviren kız daha fazla utanmasın diye tabağına geri dönmüştü. Gözü hemen bardağının yanında bitmek üzere olan ayrana kaydığında gülme isteğini tutmak hiç olmadığı kadar zordu.

Sonra küçük hanımın gönlü olsun diye çok da sevmediği ayranı eline alıp yudumlamaya başladı. Sonuçta ağzının yanmasını istemiyordu, kırmak olmazdı. O anda saniyelik göz göze geldiklerinde kızdan daha çok rezil olmasını sağlayan başka bir hata yaptı. Kalbine bir şey olmuştu. Bir an tekleyince soluğunu doğru alamamış, azıcık içtiği ayranı da genzine kaçırmıştı.

Öksürüklerini kontrol etmeye çalışırken biri eline bu sefer su tutuşturmuş, peçete uzatmış o ince kadife gibi sesiyle "helal helal bir şey yok, geçti" diye çocuk oyalar gibi kendini oyalamıştı.

Tarık kendine geldiğinde ayaklandı. Burda biraz daha durursa daha fazla rezil olacağını kabullendi. Bir kaç teşekkür mırıldanıp yanlarından ayrıldı. Giderken kendine söylenmeden yapamıyordu.

Yirmi yedi yaşında bir adamın gireceği haller miydi bunlar? Atilla görse hâlini zerre acımadan dalga geçer bir de yayın yapardı.

Sağ eliyle yüzünü sıvazlayıp hızla gözlem odasına doğru yürümeye başladı. Kendisine gelmesi lazımdı.

Bir sorumluluk almıştı ki bu şu ana kadar en büyük sorumluluktu, eline yüzüne bulaştırmadan altından kalkmalıydı.

Araya üç hafta girdiğinde buranın iklimi Tarığı artık deliretecek bir hâle getirmişti. Ya da sırf onlarda vardı bir sıkıntı. Herkesin bahsettiğine göre hava hiç böyle karmaşık değildi. Daha geçen hafta sıcak yüzlerini yakarken bir anda başlayan yağmurlar işleri durma noktasına getirmişti. Artık biran önce ocak için koridorlar açılmaya başlanmalı ve güvenli geçiş hatları oluşturulmalıydı. Islak toprak bunu imkansızlaştırıyordu.

Dünden beri operatörlerle uğraşıyordu birde. Kafalarına göre iş bırakma, çay saati eylemlerine başlamışlardı. Yaşının genç olması onlara bu yüzü veriyorsa Tarığın hiç tanışmak istemeyecekleri bir yüzüyle tanışmaları kötü olmamıştı. Biraz evvel kendiyle lakayıt bir tavırla konuşan operatöre artık ona ihtiyaç kalmadığını ve bundan sonra madenle ilişiğinin kesildiğini söylemişti. Şimdi de postaneye telefon etmek için gidiyordu. Bu durumu şirkete bildirse iyi olacaktı. Anında yeri doldurulan operatör diğerlerine göz dağı olmak için çok ideal bir yoldu.

Arabasının hızını biraz düşürüp sağ girişe saptığında hiç beklemediği bir şey yaptı. Kaldırım köşesindeki çöküntüye biriken su görmediği bir kızı yarı yarıya ıslatmıştı. Ardı dönük kızın kırmızı şemsiyesini indirip ıslanmış eteğini bacaklarından çekiştiridiğini görünce bırakıp gitmeye içi el vermedi.

Gözü hala çise şeklinde yağan yağmura kayıp sıkıntılı bir soluk bıraktı. Arabadan inip, muhmelen yiyeceği hakaretlere kendini hazırlayarak kızın yanına koşturdu.

"Çok üzgünüm, dönünce göremedim sizi. Afedersiniz."

Küfürsür bir kaç hakaretle atlatmak için kendini hazırladığında sesine dönen kızla konuşmak için aralanan ağzı kapandı.

İlginç olan şey haftalar önce şantiye alanında gördüğü, badem gözleri görüyor olması mıydı yoksa o gözlerin zerre sinir barındırmadan muzip bir bakışla kendine bakması mıydı emin olamadı. Zaten olmadık anlarda gözünün önüne hayal gibi düşüp, kayboluyordu. Şimdi bir de böyle görünce...

"Nurperi hanım?"

Nurperi de gördüğü kişinin kim olduğunu hemen hatırlamıştı. İnsanın pek aklından çıkası gözleri yoktu ki adamın. Çok tuhaftı rengi. Bir anda üstüne gelen suyla anlık paniklemişti ama tanış çıkmalarının verdiği bir rahatlıkla gülümsemesi daha da büyüdü.

"Mühendis Bey?"

"Ben çok üzgünüm, göremedim sizi."

Nurperi geri eteğine bakıp, kıkırdamış sonra ona şaşkınlıkla bakan adamın gözlerine bakmıştı.

"Olacak olanın önüne geçilmiyor. Annem boşuna tembihlemiş o kadar."

Tarık hiç bir şey anlamadı."

"Nasıl? Anlamadım."

Nurperi kırmızı şemsiyeyi kapatıp küçük çıtını taktı. Yüzü hâlâ biraz evvel çamurlu suyla ıslanmış bir insanda olmaması gereken bir ifadeyle örtülüydü.

"Annem diyorum canım. Bin kere tembihledi. Islanma Nurperi, üstünü kirletme Nurperi, sakın su birikintisine basma Nurperi. Bakın ne oldu? Benim suçum yok vallahi, olacak olan oluyor işte."

Tarık üstlerine düşen yağmur damlalarını unutmuştu artık.

"Kızar mı size?"

Nurperi teessüf eder gibi başını yana doğru eğmişti.

"Hiç kızar mı, kıyamaz annecim bana. O hasta olurum diye korkuyor. Şey... Ben hasta olunca çok zor iyileşiyorum da."

Tarık hâlâ kızı yağmur altında tutuyor olduğunu tam o an fark etti. Daha ne yaptığını sorgulamadan ceketini çıkarıp kızın kafasını içine alacak şekilde örttü.

"Hemen arabaya geçin lütfen. Islattığım yetmez gibi bir de hasta edeceğim."

Nurperi o tatlı, ezgi gibi kıkırtısını böyle fütursuzca Tarığa sunarsa o akıl karışırdı. Başında tutmaya çalıştığı aklın yerinde yeller eserdi.

"Ay yok, merak etmeyin siz. Ben yolunuzdan alıkoymayım, işiniz vardır. Giderim ben."

Tarık bunu nasıl yaptığını bile sorgulamadan kızın kolunu tutup arabaya doğru yönlendirmişti bile.

"Olmaz öyle şey! Yaptım bir ayıp, telefi edeyim. Evinize ben bırakırım sizi. Mehmet abiye çok mahçup olurum sonra. Tekrar kusuruma bakmayın."

Kızın konuşmasına izin vermeden tıkıştırır gibi arabaya bindirmişti. Kendi de hızla binip arabayı çalıştırmak istediğinde kızın sağa sola memnuniyetsiz bakışlarıyla ne yaptığını anladı. Elini alnına vurmamak için kendini sıkmıştı.

"Nurperi hanım... Bir sorun mu var?"

Nurperinin badem gözleri, olabilirmiş gibi daha iri bir hâlde adama baktı.

"Battı her yer mühendis bey. Mahvettim arabayı, keşke ben yürüseydim. Böyle çok pis yaptım her yeri."

Kızın dert ettiği şeyi duyunca kendinin bile farkında olmadığı bir tebessüm yayıldı dudaklarına.

"Ziyanı yok Nurperi hanım. Asıl ben mahvettim sizin üstünüzü. Çok mahcubum."

Nurperi hızla hayır der gibi başını salladı.

"Üstümde ne varki? Hemen bir su bir sabun temizlerdim. Ama böyle çok şey oldu. Tüh..."

"Üzmeyin güzel canınızı. Temizlenir döşemelerde. Eviniz ne taraftaydı?"

Konu değişsin diye sorduğu soruyla haklı çıkmış ve Nurperi hemen yolu tarif etmeye başlamıştı.

Kız gerçekten üzerinin halini azıcık bile dert etmiyordu. Saçları karma karışık bir hâl almıştı düzelteceğim, şeklini koruyacağım diye hiç daraltmıyordu kendini. Onun bulunması gereken ortamlarda yanlışlıkla üzerine şarap döküldü diye kovulan garsonlara şahit olmuştu. Dudağındaki ruj taştı diye neredeyse ağlayacak kızlarla sohbet etmek zorunda kalmıştı.

Ama hayatında ilk kez çok şeffaf bir kız görüyordu. Sebepsizce ne olursa çok sinirlenir diye sorgularken buldu kendini.

Sessizlik daraltınca laf atmak istedi. Kıza bakınırken işaret ve baş parmağına dolanmış yara bantları dikkatini çekti.

"Geçmiş olsun, elinizi mi kestiniz?"

Nurperi yolu takip ederken birden gelen soruyla sıçrar gibi dönüp adama bakmıştı. Tuhaf bir gerginlik vardı üzerinde. Kendini durdurmasa hep yanındaki adama bakası geliyordu. Ama annesi onu uyarmıştı defalarca. İnsanların yüzlerine öyle bakılmayacağını biliyordu. Sonra neden bahsettiğini anlamak için eline baktı ve güzel bir şey görmüş gibi yine gülümsedi.

Tarık bunu anlamıyordu tam olarak. Parmaklarındaki yaraya bile tebessüm edecek ne vardı ki?

"Ben biraz beceriksizin de. Annem terzi, bende öğrenmek istiyorum yaptığı her şeyi. O kadar güzel şeyler dikiyor ki komşularımıza. Ama bakın ne yaptım? İki kere iğneyi batırdım, yetmedi kırdım da. Zaten onun için çıkmıştım dışarı, makina için iğne aldım."

Tarık alt dudağını ısırıp ince uzun parmakların üstündeki bantlara tekrar baktı.

"Belki de... Başka bir hobi edinmelisiniz. Böyle canınız yanacak gibi."

Nurperi yine yüzünde teessüf eder ifadesiyle baktı Tarığa. Bunu oldukça sık yapıyordu. Küçük ağzını sımsıkı kapatıp başını eğmesi, gözlerini küçültüp bakması çok tatlıydı.

"Olur mu hiç öyle şey? İnsan bir iki yara aldı diye bırakır mı sevdiği şeyi? Öğreneceğim ben. Sonra da parmaklarımdaki izlerine bakıp, nasıl da beceriksiz olduğumu hatırlayıp güleceğim."

Tarığın yutkunmasına neden olan bir sözdü bu. Sahi insan bir kaç yara aldı diye sevdiğinden vazgeçer miydi? Bunun sorusu Tarıkta yoktu. O her hangi bir şeyi yara alsa bile sevmeye devam edecek kadar içine işlememişti.

Başını usul usul sallarken hiç düşünmediği bir soru fırladı dudaklarından.

"Kaç yaşındasınız Nurperi hanım?"

Nurperi o kalp gibi yüzüyle, Tarığa neler yaptığından zerre habersiz dudaklarını büktü.

"On dokuz oldum iki ay önce."

Onun yaşındaki kızlar şimdiye evlenmiş oluyordu. Tekrar gözleri parmaklarını inceledi. Yüzük olmayan parmaklar neden onu sevindirmişti ki?

Tam ağzını açıp o sesi duymak için başka gereksiz bir soru soracak oldu kızın "burada ineyim" diye mırıldandığını duydu. Gelmişler miydi yani? Bu kadar yakın mıydı evi? İçine bir kasvet oturdu.

"Evinize geldik mi Nurperi hanım?"

Nurperi sağa sola bakınıp adama dönmüş ve iki kez görmeyle Tarığı alıştırdığı gülümsemesini hemen hediye etmişti.

"Yok daha gelmedik ama ben burda ineyim olur mu?"

"Ama hava hala yağıyor. Eve bıraksaydım."

Nurperi tekrar sağa sola bakınıp kendine döndü.

"Şimdi bizim mahallede sizi tanımıyorlar ya..."

Tarık meseleyi anlayınca dudaklarını birbirine bastırdı.

"İşte ben böyle arabadan inersem korkarlar bana bir şey oldu diye. Bizim mahallemiz de çok endişeleniyorlar benim için. Bilemezler, merak ederler. Korkutmayalım insanları."

Tarığın kaşları anlamak ister gibi çatıldı. Gerçekten böyle mi düşünüyordu yoksa kendine söylediği bir bahane miydi emin olamadı. Kız yalan söyler gibi değildi ama. Gerçi böyle bir yüz yalan söylerken mutlaka kıpkırmızı olurdu. Onu yemek yerken sıcak diye uyardığında kulaklarına kadar pembeleşmişti.

"Çok yok değil mi evinize? Hâlâ ince ince de olsa yağıyor hava."

Nurperi iki yana salladı başını ve inci gibi dişlerini göstererek gülümsedi.

"Yok, hemen aşağısı zaten. Hem ıslansın saçlarım, bu mevsimin yağmuru hep şifa saçlara."

Tarık neden olduğunu bilmediği bir şaşkınlık içerisindeydi onu ilk gördüğü andan beri. O çok çok fazla...

Çok iyiydi...

"Peki öyleyse. Dikkatli gidin lütfen."

Tam genç kız inecekken dayanamayıp tekrar seslendi.

"Nurperi... Hanım!"

Kızın ona soru sorar gibi bakmasıyla alt dudağını diliyle süpürüp derin bir nefes aldı.

"Tarık adım. Yani mührndis bey diyorsunuz ya. Tarık deseniz daha iyi olur diye..."

Nurperinin gülmek için kıpırdanan dudaklarına ve badem gözlerine geri baktı. Bunu yaptığına inanamıyordu ama yapmazsa da kafasını sağa sola vuracaktı.

"Eğer bir gün... Uygun olduğunuz bir gün yani belki biz... Muhallebi severseniz yani. Gider miyiz?"

Nurperinin kıvrılmak için can çekilen dudakları daha fazla direnememişti. Ayın on dördü denilecek bir an gibiydi Tarığın manzarası. Ay gibi bir yüzle ona böyle gülümserse tabiki Tarık aptala dönerdi. Ama bir şey demeyecek miydi? Böyle ona bakacak, Tarığın kalbine eziyet mi edecekti?

Nurperi kapıyı açıp kendine son kez baktı.

"Allaha emanet olun Tarık bey. Siz de dikkat edin, yollar kaygandır."

Kız arabadan inip normal adımlarla yürürken öylece kalakalmıştı. Bu evet demek miydi? Hayır dese mühendis bey demeye devam ederdi değil mi? Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Bu bal gibi de evet demekti. Bu basbayağa beraber muhallebi yeme sözü vermekti. Üstelik kendine çok güzel gülmüştü. Bu nereden bakarsan bak Tarıktan hoşlandığına dair bir işaretti.

Kızın peşinden bakıp kaldı. Sonra Nurperinin duraklayan adımlarıyla daha net görebilmek için ön cama doğru iyice eğildi. Diğer sokağın başından da eli kolu dolu yaşlıca bir kadın görünmüştü. Nurperinin gülümseyen yüzünü yan profilden bile oldukça net görebiliyordu.

Sakinlikle yürüyen kız koşturarak yaşlı kadına ulaşmış, elindeki poşetleri almış ve kırmızı şemsiyesini kadına uzatmıştı. İkisi beraber yokuşun aşağısında gözden kaybolana kadar baktı. Tarığın boğazında nedenini bilmediği bir yumru oluşmuştu. O yumrunun büyüklüğünde bir ağırlık da göğsüne sancı veriyordu.

"Sen... Gerçek misin?"

🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋

Ahu kollarının arasında ağlaması dinmiş ama sarılmayı bırakmamış kadını aynı şefkatle sarmalıyordu.

Yaşı kendinden çok çok büyük olan ama şimdi teselli edilmek için başını göğsüne yaslayan kadına ne söylerse vicdan azabı hafiflerdi?

Korhanla tanıştıktan sonra bir şeyi çok iyi öğrenmişti Ahu. İnsan bazen öyle durumlar içinde kalıyordu ki yalanı inandığı saf bir gerçek gibi tüketebiliyordu.

Şu anlara kadar pek de ihtiyacı olmayan yalana sıkı sıkı sarıldı.

"Nurperi teyzem, üzme lütfen kendini. Sen çok güzel bir anneydin ve mükemmel iki evlat yetiştirdin. Tarık amca gurur duyuyor seninle."

Kadın geriye çekilip kan çanağına dönmüş badem gözlerini Ahuya çevirdi.

"Yok... Biliyorum ben, sen üzülmeyeyim diye diyorsun ama biliyorum. Korhana iyi bakamadım, yükünü hiç hafifletemedim. Öyle çok çalışmak zorunda kaldı ki. Sonra Suhanı da güzel büyütemedim. Bir arkadaşı görmüştü, hırsız demişti kızıma. Ne kadar ağlamıştı Suhan. Çocuklar bilmiyor ki ama böyle şeyleri. Canı çok istemiş, dayanamamış ki. Kötü bir şey olduğunu bilse arkadaşının beslenmesindeki keki yer mi? Vallahi yemez Ahu. Çok canı istemiş."

Yine gözünden bir damla yaş aktığında Ahu parmağının ucuyla sildi. Yüzünde zorla oluşturulmuş bir tebessüm vardı.

"Suhan... Mükemmel biri Nurperi teyze. Üstelik o artık hasta falan değil. Ahiyle çok mutlu. Korhan ise öyle başarılı ki. Herkes karşısında tir tir titriyor biliyor musun? Herkes avukatı olsun diye onu ikna etmeye çalışıyor."

Nurperinin çocukları, böyle övgüyle anlatılınca anne kalbi hemen gururla doldu.

"Öyle dimi? Herkes imreniyor benim yavrularıma."

Sonra sanki bir ayıp yapmış gibi dudaklarını birbirine bastırıp Ahuya tedirgince baktı.

"Ama sizde öyle olmuşsunuz Ahu. Öyle güzel evlatlar olmuşsunuz ki Derya da Atilla abim de cennetten izliyorlar sizi. Çocuklarımız çok güzel diye mutlu oluyorlar. Gerçekten Deryanın sakladığı kadar varsınız. İnsan bakmaya kıyamıyor yavrum sana."

Ahu son söylediğine kadar tebessümünü korumuştu. Ama annesiyle ilgili söylediği şey kafasını karıştırdı. Onları saklayanın babası olduğunu düşünmüştü Ahu.

"Annem dimi? Annem sakladı bizi. Ama biliyor musun niye böyle yaptı hep çok merak ettim ben."

Nurperi evde kimse olmasa da kapıya bakıp Ahuya yaklaştı.

"Böyle şeyleri konuşma annem. Yasak bunlar, tehlikeli. Onlar... Gitmeseydi anneannen de öğrenemeyecekti sizi. Zaten Tarık hep söyler biliyor musun?"

Ahu teninden geçen ürpertici hisle sadece bakıyordu. Anneannesi bile Türkiyeye gelene kadar onları bilmiyor muydu? Ama neden annesi bunu saklamıştı? Kurumuş dudağını diliyle ıslatıp ona badem gözleriyle bakan kadını daha derin inceledi.

"Tarık amcam... Ne diyordu Nurperi teyze?"

Nurperinin yüzü tekrar gururlu bir gülümsemeyle şenlendi.

"Derya kocaman bir denizmiş ve onda saklı olan hazineleri Derya izin vermediği sürecek kimse bulamazmış."

Nurperi başını kendi söylediğini onaylar gibi salladı.

"Çok haklı ki. Vallahi çok haklı Tarık. Derya çok akıllıydı. Çok güzeldi birde. Aynı annen olmuşsun sen Ahu. Sana baktıkça hep sarılasım geliyor."

Ahu yeterince zorladığını ve fazlasıyla canını yaktığını bildiği için bu muhabbeti burda kesti. Yine tebessümle bakıp kollarını açtı.

"Canın ne zaman isterse sarıl Nurperi teyzem. Bu beni çok mutlu eder."

Kadın hemen atılıp, dediğini yapmıştı. Sonra ise Ahuyla kalkıp mutfağa gittiler. Korhan gelene kadar Ahu kafasının içini toparlamalıydı. Ne yapacağını bilmiyordu ama şu an için Suhanın durumunu Korhana söylemek bir felaket olurdu. Bunu gizlediği için Korhan ona kızar mıydı acaba?

Kararlılıkla omuzlarını dikleştirdi. İstediği kadar kızar, kırılabilirdi. Ahu, onun içi rahatlayacaksa kendinden bağıra çağıra hırsını alabilirdi. Şu an için bu doğru değildi asla. Yanındaki kadın ona böyle baksrken oğlunun dağılışını izlemesine izin vermek merhametsizlikti.

Korhanın gerçekten yükü çok ağırdı. Zaten büyük bir vicdan azabıyla boğuşuyordu. Suhanın kleptoman olduğunu öğrenmek onu mahvederdi.

Ama bir yandan da bu saklayabileceği bir şey değildi. Korhan parçalanacaktı ve Ahu bunun annesinin yanında olmasını istemiyordu. Onlar buraya mutsuz bir kadını sevindirmek için gelmişken, yanında sık sık omzuna saçlarına öpücükler bırakan kadına kıyamazdı. Evlatları için neler çekmişti ve oğlunun o halini görmesine müsade edemezdi.

Ahu, Korhanı toparlardı. Onu sarıp, sarmalar, acısını hafifletmek için koynunda saklardı. Yetmediği yerde girdiği taşın altına bedenini sokar, Korhanı çektiği zulümden kurtarırdı. Ama burda olmazdı! Bu kadına böyle bir şeyi yaşatamazdı.

Hâlâ kulağında iyi anne olamadım sözleri yankılanırken kaldıramazdı Ahu bunu.
Korhan hakkında anlattıkları içinde öyle büyük bir delik açmıştı ki. Yaz tatili için evine gelen genç bir çocuk, bütün yılın yorgunluğunu atmak için dinlenmeliydi. Gece boyu fırında çalışıp, sabah ekmeğini yetiştirmeye çalışmamalıydı. Ertesi gün en azından uyuyup dinlenmesi gerekirken inşaatlara çimento, tuğla taşımaya gitmemeliydi.

Ahu şu an gördüğü adamın bir zamanlar üç beş kuruş için ne kadar çaba harcadığını düşündükçe kalbi paramparça oluyordu.

Küçücük bir yaşta böyle ağır bir sorumluluğun altına giren adamı göğsüne saklayıp, geçti diye teselli etmek istiyordu.

Geçmemişti ama...

Korhan ne kadar güçlü olursa olsun Ahu onun sırtındaki yükün, belini nasıl büktüğünü biliyordu. İstemsiz gözleri hep kapıdaydı.

Gelse ve Ahu ona sımsıkı sarılsa...
İçindeki bu ağrıyı Korhanın kokusuyla uyuştursa...

Çok özlemiş gibi bir his vardı içinde. Deli bir özlemle onu görmekten başka bir şeyi düşünemezken o zil sonunda çaldı.

Nurperi daha ne olduğunu anlayamadan Ahunun "geldi!" diye biraz yüksek sesle konuşmasını ve koşturarak kapıya ulaşmasını kıkırdayarak izledi.

Bu haller öyle tanıdıkdı ki onun için. Tarığın akşam eve gelişini kapı ağzında beklediği günler gibiydi. Saatleri sayıp, dakikalara kızardı bazen. Şimdi ise oğlu aynı heyecanla karşılanıyordu.
Ahunun peşi sıra kıkırdayarak o da dış kapıya doğru yürümeye başladı.

Ahu kapıyı açar açmaz elleri dolu ikiliye bakmış, poşetlere uzanmıştı. Korhan müsade etmedi ama Emine hanımın elindeki iki üç parçayı aldı hemen.

Mutfak tezgahına bırakılan poşetlerden sonra Korhan ne olduğunu bile anlayamadan Ahu kollarını bedenine dolamıştı.
Korhanın elleri havada kaldı bir kaç saniye. Sonra sıkı sıkı kendine kenetlenen kızın belini kavradı.

"Kelebeğim... İyi misin?"

"İyiyim Korhan..."

Elleri saçlarını okşarken, başını göğsüne biraz daha bastırmıştı Ahu.

"Bir şey olmuş bebeğim? Annemle... Kötü bir şey yok değil mi?"

Ahu herkese yalan söylerdi ama Korhana yapamazdı. O yüzden başını göğsünden ayırmadan iki yana salladı.

"Bunları şimdi konuşmayalım bitanem. Ben sadece... Özledim..."

Sona doğru kısılsa da sesi Korhan duymuştu. Duymuş ve yüzünü kaplayan bir gülümsemeyle dudaklarını saçlarına bastırmıştı. Biraz geriye çekilip Ahunun yüzünü görmek için alan oluşturdu.

"Özledin?"

"Hıhımmm..."

Gözlerine bakan siyah incilere uzanıp iki öpücük bıraktı.

"Ağlamışsın Ahum... Kızarmış gözlerin. Ne oldu lütfen söyle. Bir şey öğrenmişsin, onu bana söyle!"

Ahunun sızlayan burnu hemen yine yaşları doldurdu gözlerine. Başını iki yana salladı.

"Bana güven lütfen. Nurperi teyze... Eskilerden bahsetti, senin onlar için ne kadar çalıştığından..."

Korhanın başının yana eğilmesiyle bir damla kaydı gözlerinden.

"Sen çok mükemmel bir adamsın. Benim olduğun için öyle çok şükrediyorum ki."

Annesi ne demişti de dilinde bin prangayla yaşayan bu kelebek, süzgeçsiz konuşur olmuştu. Çok mu üzülmüştü Korhan için? Gözlerine baktığında görmemek elde değildi. Çok üzülmüştü.

"Ben şükrediyorum ceylan gözlü Ahum. Sana bu kadar yakından bakabildiğim için... Bana böyle güzel baktığın için asıl ben şükrediyorum."

Uzanıp dişiyle kıstırdığı dudaklarının üstüne tatlı bir öpücük bıraktı.

"Ama ağlama olur mu? Onlar benim ailem. Ben bu zamana kadar onlar için yaşadım. Şimdi ise sende varsın. Bunun için ne kadar çalışmam gerektiğinin bir önemi yok."

Ahunun bir şey demeden yine kendine sıkıca sarılmasıyla bu kötü ruh halinden onu uzaklaştırmak istedi. Dudakları muziplikle kıvrıldı.

"Annem dayanamayıp şimdi gelecek ve bizi böyle görecek kelebek. Şarkı söyleyerek gezer evin içinde."

Ahu omuzlarını silktiğinde Korhan kısık bir kahkaha attı.

"Görsün... Ben ona söyledim ki zaten."

"Hmm... Neyi söyledin sen ona zaten?"

Ahu yine omuzlarını silktiğinde Korhan başını biraz eğip sol omuz başına dişlerini geçirdi. Ahudan çıkan tiz bir çığlıkla daha fazla kahkaha attı.

"Neyi söylediğini bana da söylemeyecek misin?"

Ahu geriye çekilip ona merakla bakan adamın gözlerine zerre çekince hissetmeden baktı.

"Ona dedim ki... Oğlun benim her şeyim. Tutunduğum dalım, nefes alma sebebim... Senin oğlun benim umudum dedim."

Bir kul başka kulu kendine böyle aşık etmemeliydi. Ceylan gözlü bir ahunun elinde dişleri kan damlatan vampir eriyip gitmemeliydi.

Ahu ne olduğunu anlayamadan dudaklarına kapanan dudaklarla soluğu içinde kaldı. Korhanın kendine zerre müsade etmeden onu yer gibi öpmesine sadece boyun eğebiliyordu. Sıcak dili ağzının içinde geziyor, azıcık çekilip dudaklarını ısırarak geri dudaklarının arasından kayıp, tadını özümsüyordu.

Tam Ahu kendini karşılık vermek için zorlayacağı an bir çığlık duyuldu ve ne olduğunu anlamadan ikisi de birbirinden kopmuş oldu.

Ardını dönmüş iki eliyle gözlerini kapatan annesini gördüğünde Korhan gözlerini sıkıca kapatıp açtı.

Ahu onu gebertecekti!

"Görmedim... Vallahi görmedim bir şey. Hiç görmedim ben. Poşet kalmış bir tane onu bıraktım gittim ben. Görmedim annecim hiç bir şey."

Ardını dönmüş, iki eliyle yüzünü kapatmış bir vaziyette dururken söyledikleri hiç inandırıcı değildi. Ahu girdiği şoktan aynı hızla çıktı.

Yakalanmışlardı!

Korhan ağzını tam anlamıyla yerken annesine yakalanmışlardı!
Ahu dehşetle açtı gözlerini. Manevi teyzesi olarak kabul ettiği, sevgilisinin annesi olan kadına oğluyla birbirlerini parçalar gibi öperken basılmışlardı!

"Anne... Dön ardını Allah aşkına. Tamam inandık, görmedin bir şey."

Ahunun dirseği sağ boşluğuna hiç de nazik olmayan bir şekilde girdi.
Korhan kahkaha atsa ölümü çok acılı olur muydu acaba?

Büyük bir umursamazlıkla kollarını katlamaya başladı. Ahu üzerindeki panikten hiç bir şey eksiltmeden Korhana bakıyordu şimdi de .

"Hadi hanımlar, ben kasaptan et almıştım. Güzel bir mangal yakalım olur mu? Salatayı siz halledin ben bahçeye gidiyorum."

Ahu dehşetle kapıdan çıkan adamın ardından baktı. Ne yani onu bu hâlde yalnız mı bırakmıştı? Onu daha basılmalarının üzerinden iki dakika bile geçmeden annesiyle öylece bırakmış mıydı?

O!

O pis sülük bunu çok fena ödeyecekti!

Başı önde ne yapacağını bilemedi. Yerin yarılması gerekiyordu. Yerin biran evvel yarılıp Ahuyu yutması ve ona bakan kadının karşısından kurtarması lazımdı.

"Ahum... Annecim iyi misin? Yüzük kireç gibi bal kızım."

Çocuk gibi ayaklarını yere vura vura ağlasa ne olurdu ki? Yirmi üç yaşındaydı ama bu güne kadar hiç böyle utanmamıştı. O pis sülük de bir başına bırakıp kaçmıştı onu. Birde utanmadan üzerine yapışmak için gelirdi birazdan.

Nurperi küçük adımlarla yanına yaklaşıp başı önde bekleyen kızın çenesinden tutup kaldırdı yüzünü.

"Annecim? Bak bi kuzum, iyisin dimi Ahu?"

"Nurperi teyze" diye inleyerek geri gözlerini kapattı Ahu. Deve kuşu sendromunu da yaşamadım demezdi artık.

"Utanma annem. Ben biliyorum ki zaten. O arsız öyle işte. Edepsiz annem o. Bak nasıl bırakıp da kaçtı. Hem öyle şey yap sonra fırla dışarı. Utanmaz annem o utanmaz. Hadi bak bi bana kuzum."

"Çok utanıyorum..."

Mırıltısına Nurperi şefkatle gülümsedi.

"İnsan birini sevince birde o sevgiyi doya kana gösterince utanır mı annem? Hem benim sıpam utansın. Gelmiş parmak kadar kızımı mutfak köşelerinde sıkıştırmış, birde kaçmış. Ayıpsız bu oğlan."

Ahu bozulan sinirlerinin etkisiyle dudaklarındaki kıvrılmayı tutamadı.

"Hah şöyle, gülümsesin ay yüzün kızım. Hem ben çok sevindim ki."

Ahu utana çekine baktı yakınındaki kadına.

"Öyle Korhan eşim dedi ya sana. Böyle birde birbirinize güzel güzel bakıyorsunuz. Çok sevindim annem. Benim oğlumun buza dönmüş kalbine kelebek konmuş. Korhan sana bakıyor da benim tüm korkularım kayboluyor. Yavrum hiç gönlünü sevda ateşiyle yakmayacak sandıydım ben. Siz beni çok mutlu ettiniz yavrum. Allah iki cihanda güldürsün ikinizi de."

Ahu atılıp hemen sıkı sıkı sarıldı kadına. Anne işte böyle bir şeydi. Anne denilen kişi tam olarak böyle hissettirmeliydi. Soğuk gözler, eleştiren kelimeler, tenini ısıran bakışlar olmazdı annelerde. Anneler tam böyle kokardı üstelik. Sıcacık, mis gibi bir hisle sarmalardı.

"Çok teşekkürler Nurperi teyze."

"Oy kurban olurum senin ürkek yüreğine bal kızım. Hadi şu salatayı yapalım biz annem. Korhan et almış, ne zamandır mangal yememiştim. Emineyle biz beceremiyoruz annem. Korhan çok güzel yapar."

Ahu geriye çekilip hızla başını salladı. Sonra da poşetlerdeki sebzeleri ve kasaptan alınan eti çıkarıp hazırlamaya başladılar. Emine ablası yanlarına gelmişti ama alışverişte yorulduğu her halinden belli olunca Ahu onu yemeğe kadar dinlenmeye ikna etmişti.

Aslında Nurperi teyzesini de oturtmak istemişti ama o böyle çok mutlu olduğunu söyleyince karışmadı bir daha.
Kendine kaçamak bakışlar atıyor, gülüyor, yanına yaklaştıkça omuz başına bir öpücük bırakıp geçiyordu yanından.

Kısık kıkırtısını duyunca daha fazla dayanamadı.

"Ya Nurperi teyze ne olur ama. Vallahi çok utanıyorum."

Nurperi tekrar kıkırdadı Ahunun veryansınına inat.

"Ama annem... Çok güzelsiniz ya ondan gülmem geliyor benim."

Ahu doğradığı rokayı limonlayıp mutfak masasına bıraktı.

"Hayır, kandıramazsın beni. Neye güldüğünü biliyorum ben."

Nurperi daha sesli güldü bu seferde. Tam da Ahunun istediği gibi gelişleri kadına neşe vermeliydi böyle.

Nurperi kapıya bakıp Ahuya doğru yaklaştı iki adım.

"Onun babası da öyleydi biliyor musun? Kuytuda köşede hep şey yapıyordu."

Gözleri tekrar kapıya dönüp gülümsedi.

"Öpüyordu hep beni. Ayıp desem bile hiç laf dinlemiyordu ki. Oğlum da babasına çekmiş."

Ahu başını iki yana sallayıp yüzünü eğdi. Bir insan kayınvalide olarak adlandırılan biriyle bunları konuşur muydu? Gerçi neleri normaldi ki bunda tuhaf olanı sorguluyordu Ahu.

Nurperi iyice dibine yaklaşıp omzuyla Ahunun omzunu dürtmüştü.

"Ama ben de ne yapıyordum biliyor musun Ahu?"

Ahu başını kaldırıp merakla ne diyecek diye baktı. Yüzündeki şu yaramaz ifadenin aynısı...

Nurperi o alıştıkları kıkırtısıyla elini ağzına kapatmıştı.

"Böyle şeyler var ya. Küçük top kutularda çilekli dudak kremleri. Hep ondan sürüyordum ki Tarık hep öpsün diye."

Yaptığı yaramazlığı keyifle arkadaşına anlatan bir çocuktan zerre farkı yoktu. Ahu hayatı kaymadan önce en son kızına yaptığı bir eylemi yaptı. Gerçi yaptığını da sonradan fark etti. Bir an karşısında Suhan varmış gibi hissetmişti ve elleri yanaklarını sıkıştırıp şap diye öpmeyi asla planlamamıştı.

Suhan çok seviyordu dokunmayı. Korhan da temas bağımlısıydı. Bu özellikleri ise eli kolu sürekli kendine değen kadından geçmişti demek ki. Suhanın öperek sevgisini gösterme halleri Ahuya da sirayet etmişti bir zamandan sonra. Bazen öyle tatlılıkları olurdu ki Ahinin bile kaşlarını kaldırarak ona bakmasını sağlayacak hamleler sergilerdi.

Bir anda kalp şeklinde bir suratı öpmek gibi.

Kalbi sürekli araftaydı Ahunun. Şu an olduğu gibi acıyla kıvranmak veya ona büyük bir sevinçle bakan kadına aynı gülümsemeyi sunmak arasında gidip geliyordu.

"Maşallah sana Ahum. Nazarım değmesin, çok güzelsin kuzum."

Yanında durdukça Tarığın neden Nurperi için ailesini bile geride bıraktığını öyle iyi anlıyordu ki.
İnsan böyle temiz bir kalbi bulduktan sonra gerisinde koyamazdı. İçinden geçen her şeyi saklamadan söyleyen, zerre kadar kötü düşüncenin sinmediği cümleleri hemen dudaklarından sızıyordu.

Dünya kötülüğün arasında bu kadar beyaz kalmak büyük bir mucizeydi.

Korhanın seslenmesiyle sosladıkları etleri alıp Ahu bahçeye çıktı. Suratını da bir güzel astı.

Korhanın sürekli gözlerini görme çabasını boşa çıkarıyordu. Çiğ etleri ve piştikten sonra konması için getirdiği tencereyi bırakıp geriye döndü ama bir kol hemen beline dolanmıştı.

"Kelebeğim... Hiç bakmadan mı gideceksin? Hani özlemiştin?"

Ahu şap şap belindeki ele vurup hırsla ardını döndü.

"O beni sömürdükten sonra annenle bırakıp gitmeden önceydi sülük avukat! Utanmaz, pislik! Rezil oldum kadına!"

Korhanın yüzünde ki lakayıt sırıtışa şimdi pat diye geçirecekti. İnsan azıcık mahçup olurdu.

"Ama bebeğim annem sana bir şey demezdi. O böyle şeyleri ayıplamak yerine gülmeyi tercih ediyor. Ama bana söylenirdi bak. Gerçi o da lafta, sen daha çok utanma diye bana kızıyormuş gibi yapar."

Ahu hayretle baktı adama.

"Sen gerçekten utanmaz bir zeytin yağısın. Resmen mutfaktan tüydün pislik. Şimdi de bir şey demez zaten diyorsun. Sen bundan sonra beni öpmeye kalk da bak neler oluyor gör?"

Kolunun altından çekilmeye çalışan kıza biraz daha güç uygulayıp diğer koluyla da sarıldı. Bedenleri birbirine yapışınca tehditinden hiç etkilenmemiş gibi sırıttı.

"Güzel şaka kelebek, güldüm. Ama yok öyle bir şey yavrum. Bak görüyorsun ki dokunmazsam uyuyamam bile. Yani her türlü öpme hakkı verir bu bana."

Ahu aralarında sıkışmış ellerini yukarı sürterek çıkardı ve yanaklarını avuçladı Korhanın.

"Araştırmalara göre en uzun uykusuz kalan insan 11.gün ölmüş Korhancığım. Sen de baya dirayetli bir vampirsin. Güveniyorum sana. Ama merhamet konusunda annenle çok benziyoruz. Ben o kadar uykusuz bırakmayacağım seni. Onuncu gün ayağıma dokunabilirsin."

Daha Korhan ne olduğunu anlayamadan Ahu kollarından çıkmış ve eliyle siyah saçını omzundan geriye atarak ardını dönmüştü. Kızın salınarak eve soğru yürümesini izledi. Dişleri alt dudağını acı verircesine kıstırdı.

Ahu merdivenleri çıkarken ardından bağırdı.

"On gün mü? Kafayı yemişsin sen! On gün diyor birde!"

Ahu kapıyı eliyle tuttuğunda başını Korhana doğru çevirip, dudaklarındaki minik kıvrılmayla adama baktı. Gözünü kırpıp, içeri girmesini Korhan öylece izledi.

"On gün diyor... İnadı tutuncada delirtir adamı. On günmüş! Ben o on günde kaç kere seninle sevişiyorum gör bakalım!"

Hırsla, gelen etleri kızgın mangala dizmeye başladı. Sanki bir şeylerin suçlusu etlermiş gibi onlara oldukça kaba davranıyordu.

"On gün dokunmayacakmışım! Asıl manyak sensin be!"

Sıra sıra dizdiği etler eşit pişsin diye yellemeye başladı.

"Kafayı yersem en çok olan sana olur saftirik kelebek. On günmüş!"

Küçük bir parça yere düşünce hırsla eğilip onu yerden aldı. Sokak kedileri toplanmıştı bile kokuya. Gözüne kestirdiğine fırlattı parçayı.
Sonra da kedileri bile sıçratan sesiyle "Nah on gün!" diye bağırdı eve doğru.

Emine kalkınca masa bahçeye hazırlandı. Hava biraz esiyordu ama üstlerine kalın bir şeyler alıp bahçe keyfi yapmak istediler. Ahu ve Nurperi hızla masayı tamamlamıştı. Korhan mangal işini bitirene kadar dışarı çıkarılan kedilerle oynamaya başladı.

Biri kahve sarı tutamları olan ama patileri bembeyaz bir kediydi. Diğeri ise kulakları dışında her yeri simsiyah bir oyunbazdı.

Azıcık Ahudan yüz bulunca üstüne tırmanmaya, sürünerek sevgi aramaya başlamıştı. Suhanın bahsettiği kedikerdi. Nurperi teyzesi badem ve zeytin adını vermişti onlara. Suhandan kaldıkları için belki de Ahu yavrusuna sarılan anne gibi sürekli göğsüne yaslıyordu kedileri. Nurperinin üşürsün ısrarıyla oturması için verilen minderin üzerinde kedileri seviyordu.

Sürekli üzerinde dolaşan ve etini ısıran bakışları yok saymakta öyle iyiydi ki bu onu keyiflendiriyordu bile artık. Ne zaman tepesi atacak onu da beklemek ayrı bir zevkti.

Gerçi çok beklemesine gerek kalmadığında saçlarıyla gizlediği yüzü tebessümünü büyütmüştü.

"Ahu Nar! Bir baksana buraya!"

Sesindeki keskinlik onu hiç etkilememiş gibi başını ahestece kaldırıp Korhana çevirdi.

"Efendim Korhan."

Korhan V yaka kazağın açıklığına patisini vurup duran kediye bakıp geri kıza döndü.

"Yanıma gelsene kelebeğim, pişenlerden birinin tadına bak. Eksik olmasın tuzu falan. "

Ahu parmaklarını ensesinde oynattığı kedinin başına bir öpücük bırakıp boş boş Korhana baktı.

"Tad duyuna ne oldu?"

Öyle yalın bir ses tonuyla sordu ki bunu Korhan bir an gerçekten merak ettiğini düşünmüştü.

"Sen bak güzelim tadına. Çok iyi anlamam ben."

Ahunun yüzüne sürtünen kedi biraz daha yukarı tırmanıp boynuna doğru sırnaştı. Korhanın gözü sık sık kediye takılıyordu.

"Çok sorun olmaz Korhan. Piştiğinde hep beraber yeriz."

Korhan yanağının içini ısırıp kendini izleyen ve güldüklerini zerre saklamayan iki kadına saniyelik bir bakış attı.

"Pişşşttt... Kedicik sen gel. Gel bak ne var burda?"

Elinde minik bir parça etle küçük kediyi kandırmaya çalışmasına Ahu kaşlarını kaldırarak baktı.

"Bebek o daha Korhan. Böyle şeyler yemesi sağlıklı değil."

"Lan neresi bebek! Sırnaşıp dururken de bebek olsaymış!"

Hayır bunu söylemeyecekti. Gerçekten kafayı yediğini tastikletmeye hiç ihtiyacı yoktu ama küçük şerefsiz, kız onu kucağına aldığından beri dibinden ayrılmıyordu. Kediyse diğeri de kediydi. Bak o efendi uslu minderin ipiyle oynuyordu. Ona eşlik etseydi ya!

Burnunun ucunu çenesine sürtüp bir de mırlamıyor muydu ifrit ediyordu insanı.

"Acıkmış heralde Ahu Nar. Sen kalkıp süt falan mı getirsen?"

Ahu sen adam olmazsın der gibi başını iki yana salladı. Korhanı daha fazla sinir etme fırsatı yakalamışken tabiki ona acımayacaktı.

"Haklısın Korhan, aranıyor gibi. Ben süt getireyim ikisine de."

Korhanın kıvrılan dudağına aynı şekilde karşılık verip ayaklandı. Boynundaki kediyi iki eliyle havaya kaldırıp bakmış sonra da daha sıkı bir halde göğsüne yaslamıştı.

"Patilerin üşümüş bebeğim."

Kedinin tenine değen patilerini eliyle kavrayıp göğsüne biraz daha yasladı.

"Bak böyle daha kolay ısınırsın zeytin göz. Gel hadi kardeşe ve sana süt getirelim."

Korhana bir an bakıp ardını dönmüş ve neredeyse kazağının içine soktuğu kediyle beraber eve doğru yürümeye başlamıştı. Ardında şaşkınlıkla bakıp kalanın tabiki farkındaydı.

Göğsüne başını yaslamış miniğe baktı tekrar.

"Sende sahiden fırsatçısın ama. Patin nereye değiyor senin fırlama şey. Gel bakalım gel. Erkek her şekilde erkek yemin ediyorum."

İçerde sütü ılıtıp biraz suyla inceltince kediler için ayırılan kaplara boşalttı Ahu. Sonra tek eliyle kediyi yine göğsüne bastırdı ve dışarı çıktı.

İşi bitip masaya yaklaştığında Korhan etleri pişirmişti. Kendine tripli bakışlar atıyor olması o kadar komikti ki ve onun bambaşka bir yüzü olduğunu görmek Ahuya çok iyi gelmişti.

İstanbuldan ayrılıp, topraklarına, evine gelen adam çok başka bir kimliğe bürünmüştü sanki.

Ahu bunu düşünmeden yapamıyordu. Eğer hayat bu kadar acımasız olmasaydı ve Korhan böyle zor sınavlardan geçmeseydi çok eğlenceli, hayat dolu bir adam olacakmış bunu görebiliyordu.

Normal insanlar gibi bir hayat yaşamış olmak nasıl büyük bir nimetti onlar için. Tek dertlerinin okul yada ev işi olması... Akşam yemeğinin zamanında yetişmesi... Faturaları unutup unutmadığı üzerine birbirine sataşılan bir ev onlar gibi insanlar için çok değerliydi.

Oturup keyifle yemeklerini yerken çok uzun zamandır Ahunun boğazından böyle lezzetli bir tad geçmemesi öyle ironikti ki.

Ahu bu gün çok başka bir kişiliğe bürünmüştü tıpkı Korhan gibi. Hayatları ellerinden alınmadığı zamandaki Ahu gibiydi. İçten içe canını yakan ama şu an anlattıkça ona parlak gözlerle bakan kadının hatrına yüzünde tebessümünü koruduğu anılarını paylaşıyordu.

Gerçekten Ahi ve Suhan şu an yurtdışında eğitim alan iki kişiymiş gibi arkalarından dedikodusunu yapıyordu Ahu. Çok acizceydi ama bir an buna inanmak istedi. Gerçekten de bir zaman sonra gelecek olan kardeşleri hakkında konuşmak, utanç verici anlarını paylaşmak ve karşısında sürekli kahkaha atan kadının daha çok gülmesini sağlayacak başka şeyler anlatmanın peşindeydi.

Suhanın Ahi karşısında düşmesinden bahsetti. Ahinin Suhanı etkilemek için yaptığı kurabiyeye pudra şekeri yerine mısır nişastası atmasını atlamadı. Beraber kapadokya hayali kurdukları gün Suhanın yükseklik korkusu yüzünden ikisini ikna etme çabasını, denize gitmek için rüşvet tekliflerini sıraladı.

Ahu kendini kaybettiği anın içinden sıyrılıp durulunca paçasına tırmanmaya çalışan kediye dudaklarını büzmüştü. Gerçekten sevgi arsızıydı bu. Hemen kollarının arasına aldığı ve sırnaşık hallerini tebessümle izlediği anlarda üzerine dikilmiş bakışların tenini karıncalandırmasıyla başını kaldırdı. Korhan ve Nurperi teyzesi ona oldukça derin bakıyordu ki bir an ne oldu demek gelmişti içinden. Sebepsiz bir utanç yayılmıştı üstüne. Bir şey mi yapmıştı? Bir yerinde bir şey mi vardı da böyle bakıyorlardı ona?

"Şey... bir şey mi oldu? Ben... yanlış bir şey mi yaptım?"

Ahunun şaşkın yüzü, Eminenin kahkahasıyla kadına döndü. Ne olduğunu gerçekten anlamıyordu.

"Bir şey mi yaptım Emine abla?"

Kadın yanındaki kızın kolunu sıvazlayıp başını iki yana salladı.

"Yok kuzum, bir şey yapmadın. Ben ahiretliğimden alışkınım da Korhanın da annesinin kopyası olduğunu bilmiyordum. Sayende onu da öğrendim kuzum."

Ahu zerre bir şey anlamıyordu. Boynuna doğru tırmanan kediyi sakinleştirmek için okşadı ve hâlâ ona bakan ikiliye küçük bir bakış atıp Emineye döndü.

"Nurperi güzel bir şey görünce pek sever uzun uzun izlemeyi. Oğlu da anasına çekmiş ne yapalım? Bir içim su, ahu gözlü ceylana dalıp gitmiş ana oğul."

Yüzünü basan sıcaklık, tenini karıncalandıran utanç çok kuvvetliydi. Böyle açık açık birine sıralanan iltifatlar da inasanın elini kolunu bağlıyordu.

"Ama Emine baksana, çok güzel. Hem becerikli, hem merhametli. Tam annesinin kızı, çok güzel."

Ahu ağzını açıp teşekkür edecekti de gerçekten böyle yoğun bir sevgiyle kucaklanmak o kadar zordu ki. Tepki vermeyi unutmuş gibiydi.

Korhan annesinin omzuna kolunu sarıp, göğsüne yaslanmasını sağlamıştı.

"Öyle değil mi annem? Ben söyleyince hemen utanıp saklanıyor ama çok güzel değil mi benim Ahum?"

Ahunun ne kadar utandığını bile bile böyle konuşmuyor muydu sinir oluyordu Korhana. Birileri size böyle şeffaf hissettiklerini söyleyince nasıl karşılık verilirdi ki? Ahunun kelime haznesinde saklı tüm harfleri tükenmişti sanki.
Bir şey diyemeyince, onu daha da çok utandıran Korhana kaşları çatık baktı.

Korhanın dudağı o şeytani ifadeyle tekrar kıvrılmıştı ve bu Ahunun soluğunu tutmasına neden oldu. Bir şey yapacaktı! Onu delirtecek kesin bir hinlikler geziyordu o aklından.

"Ama bana küstü annem, Ahu Nar."

Ahunun ağzı şaşkınlıkla açıldı. Nurperi de hemen yaslandığı göğüsten doğrulup bir Ahuya bir Korhana gözlerini iri iri açarak baktı.

"Küstü mü? Ama neden küstü? Bir şey mi dedin, üzdün mü onu? Özür dile annem, olmaz. Küsmesin, yazık."

Nurperi ne kadar panikse Korhan o kadar utanmaz ve arsızdı. Birde dudağını büzüp omuzlarını silkiyordu. Ahu azıcık fevri biri olsa yada sinirlenince kendini kaybedecek iradede olsa önündeki su bardağını Korhanın başından aşağı dökerdi.

"Hayır Nurperi teyze, Korhan şaka yapıyor!"

Kadın bir ona bir de onaylasın diye oğluna bakmıştı.

"Yok annem, konuşmuyor benimle hiç. Yüzüme bile bakmıyor. Hiç gülümsemedi bana bu gün."

Nurperinin hüzünle düşen suratına baktıkça Ahu vicdan azabı çekiyordu da bu Allahın cezası vampirin hiç mi içi sızlamıyordu?

"Korhan! Neden şimdi üzüyorsun anneni? Öyle birşey olmadığını, şaka yaptığını söylesene!"

Korhan yine küskünce omuzlarını sikti. Ahu hanım yaparken gayet eğleniyordu bu hareketten nasıl olsa.

"Bizi mutfakta gördün diye kızdı bana anne. Barışmayacakmış on gün. Hiç konuşmadı, hep kediyi sevdi. Gel azıcık yanımda dur, özledim dedim eve gitti. Bak masada bile yanıma oturmadı."

Ahu hayretini zerre saklayamıyordu artık. Böyle! Böyle pislik yapacağı azıcık bile aklına gelmemişti. Bu! Bu adam gerçekten sinir hastası edecekti Ahuyu."

Nurperi ona mahsun gözlerle baktı. Başını da yana yatırmış, gözlerini doldurmuştu.

"Küsme Ahum. Ben bir şey görmedim ki annem. Hem olsun siz birbirinizi seviyorsunuz ya. İnsan sevince hep sarılası gelir, ondan yapmış Korhan. Küsme güzel kuzum, Korhan çok üzülür. Başı ağrıyor benim oğlumun hemen. Şimdi sen konuşmazsan, bakmazsan ona hasta olur."

Ahu sinek kaçmaya çok müsait bir tiple kadına bakıyordu. Burda ne oluyordu? Burda dönen muhabbet gerçek miydi? Şaşkın gözleri Emine ablasına döndü. Kadın gayet keyifle onları izliyordu.

Düştüğü halin korkunçluğunun kimse farkında değil miydi yani? Burda utanmadan mutfakta onu sıkıştıran pislik, kadını manipüle ederek acınacak duruma mı düşmüştü?

Ne yani Ahu azıcık uzak durdu diye asla üzülmesine kıyamayacağı annesini üzerine böyle itmesi normal miydi?

"Ahum... Küsmedin değil mi annecim? Söyle de korkmasın Korhan. Yanlış anlamış değil mi? Küsmez benim kızım."

Ahu omuzlarını düşürüp ciğerindeki soluğu pes etmişlikle bıraktı.

"Küsmedim tabiki Nurperi teyze. Korhan! Yanlış anlamış. Kedilerle ilgilenirken yanına gidemedim ya küstüm sanmış!"

Korhan ona bakışlarıyla bıçaklar fırlatan kıza sırıtarak bakıp, yüzünü anında yine düşürüp annesine döndü.

"Öyleyse niye masaya otururken yanıma çağırdım da karşıya geçti anne? Küsmüş işte."

Ahu esen rüzgarla kirpiklerine takılan saç tellerini çekip alt dudağını hırsla ısırdı. Gerçekten bu adam! Bu adam... Tüm küfürleri hak ediyordu!

"Sen! Yanlış anlamışsın Korhancığım, küsmedim canım ben sana. Neden küseyim, çocuk muyum ben! Küsmedim yani."

Korhan şu andan öyle çok keyif alıyordu ki... O kadar iyi gelmişti ki bu masada böyle olmak, hiç kendini geri çekesi yoktu.

"Madem küsmedin niye hiç bitanem demedin bana?"

Korhan tekrar annesine baktı.

"Ahu Nar bana hep bitanem der ama bu gün hiç demedi anne. Ne zaman bana baksa öfkeyle baktı. Annem... Azıcık omzuna koyayım mı başımı, bir ağrıyor ki."

Nurperi hemen elini yanağına yaslayıp Korhanı omzuna doğru çekmişti. Hızlı hızlı saçlarını okşayıp, bir dizi öpücük bıraktı.

"Oy annem, gözümün nuru... Çok mu ağrıyor yavrum? Sen yanlış anlamışsın oğluşum, bak dedi Ahu. Boşa içerlenmişsin annem. Hem bana söyledi. Vallahi bak bana Korhan umudum dedi. İnsan kime umut diye bakar annem? Çok sevdiğine bakar. Oy benim pamuk oğlum, ağrımasın bir yerin annem. "

Nurperi hüzün, mahçubiyet dolu gözlerle Ahuya baktı.

"Değil mi Ahu? Sen dedin ya annem bu gün bana. Şimdi de desen olmaz mı? Çok üzülür Ahu. Korhan çok üzülünce o kadar hasta oluyorki. Bak kehribar gibi gözleri hep kırmızı kırmızı oluyor."

Ahu iki elini yüzüne sürüp ayağa kalktı. Derin ve oldukça sesli bir soluk almıştı.

"Korhan... Bitanem niye böyle yapıyorsun? Küsnedim dedim ya. Küsmedim hayatım sana! Hadi bak çok üzülüyor Nurperi teyze."

Ahu Korhana doğru elini uzatıp, tutmasını bekledi.

"Gel bitanem ben sana ilaç vereceğim. Başının hiç ağrısı kalmayacak bitanem. Hemen kesilecek o ağrı, gel canım."

Korhan sırıtarak doğrulmuş ve ona uzanmış elin kavramıştı hemen.

"Olur kelebeğim, senden gelen şifa değilde nedir ki?"

Ahu eline tırnakları batasıya kavradı tutuşunu. Biraz çekiştirir gibi yanına çekti.
Sonra onlara bakan kadına geri döndü. Yüzüne o her daim misafir olan ölçülü tebessümüyle baktı.

"Ben Korhana ilaç vereyim Nurperi teyzem, ağrımasın hiç bir yeri bitanemin! Olur mu, geliyoruz biz şimdi?"

Korhanı peşinden sürükler gibi içeri doğru çekiştiriyordu. Korhan ise yiyeceği azarı zerre takmayan bir yüzle peşi sıra sırıtarak ilerledi.

Ahu içeri girer girmez kapıyı kapatmış ve ardını hırsla döndüğünde Korhanın o çok kullandığı küfürlerden birini söylemek için ağzını açmıştı. Ama Allahın belası vampir çok güçlüydü ve Ahu bedenine dolana kollardan da dudağını parçalar gibi öpen dudaklardan kopamadı.

Elleri bıraksın diye omuzlarına vurdukça Korhan çok daha vahşileşmişti. Onun heybetinin yanında Ahunun narin bedeni çok güçsüzdü. Yapabildiği tek şey omuzlarına vurmak, bacaklarını vurmak için hareket ettirmeye çalışmaktı. Korhanın bedeninin üstüne abanan vücuduna gücü azıcık bile yetmiyordu.
Kan tadı alıyordu bir yandan da. Hayvan öperken yaralamıştı galiba dudağını. Ya da Ahu hırsına yenilip ısırmış mıydı? Emin olamadı. Birde karnının altına baskı yapan sertlik çok hissedilesiydi.

Kasıkları sancılandı. Korhanın kendini bir kere daha ona bastırması sonucu kısık bir çığlık kaçtı ağzından.

Korhan sonunda merhamet edip geriye çekilmişti.

"Çığlık şu an için iyi bir tercih olmaz kelebek. Annem seninle farklı şeyler yaptığımızı düşünüyor olsabilir."

"Pis köpek! Seni var ya! sen Allahın cezası bir pisliksin!"

Korhan tekrar aynı şiddetle sertliğini Ahuya bastırdı. Ahu refleks gibi bir etkiyle daha güçlü çığlık atmıştı.

"Şiiitttt... Bu kadar bağırma kelebeğim. Annem gerçekten bebek yaptığımızı zannedecek."

"Arsız pislik! Rezil oldum senin yüzünden! Ama gideceğiz biz Korhan. Seni mahvedeceğim. Zaafımdan vurmak ne demek göstereceğim sana!"

Korhan atılıp tekrar dudaklarını ağzının içine almıştı ve cezalandırır gibi ısırmıştı. İnlemesini duymak mest ediyordu onu.
Geriye çekilip saçları darma dağınık kızın alnındaki tutamı kulağının ardına itti.

"Küçük, kanatları ipek kelebeğim. Benden kaçarsan daha çok peşine düşerim. benden uzak durursan seni kendime dikerim."

Amber gözlerinde kıvılcımlanan ateşle Ahuya baktı.

"Benden başka ki bu küçük bir kedi de dahil birine fazla sevgi gösterirsen, benden esirgediğin dokunuşları senden mutlaka alırım."

Ahu, ya alışmıştı onun bu hallerine yada böyle saplantılı bir manyağı ıslah edemeyeceğini kabullenmişti.

"Ruh hastası. Küçücük kediye bile düşman gibi bakıyorsun."

Biraz evvelki hırslı hâli durulmuştu. Buna yüzünü okşayan parmaklar da neden oluyor olabilirdi.

"Ama çok aşığım Ahu Nar. Kanatlarındaki zerafete çok aşığım. Beni bu hale getirmeden önce düşünecektin."

Ahunun dudağı kıvrıldı. Kendi kontrolü dışında elleri göğsünü okşayarak boynuna doğru çıkmıştı.

"Ben bir şey yapmadım, bu tamamen senin manyaklığının getirisi. Üstelik Kadını da üzdün pislik. Yazık değil mi? ben azıcık kıyamıyorum, sen gözümün önünde üzüyorsun."

Korhan burnunu burnuna sürtüp, sol kaşının bitim noktasına minik bir öpücük bıraktı.

"Şimdi biz masaya dönsek, sen yanıma otursan, anneme sık sık verdiğin o minik öpücüklerden birini yanağıma bıraksan dünyanın en mutlu kadını olur benim annem."

Ahu daha fazla tebbessüm etti.

"Babanı çok iyi anlıyorum Korhan. O kadar iyi biri ki. Onu tanıyan hiç bir Allah kulunun sevmemesi imkansız."

Korhanın hüzünlü tebessümüne anlam veremedi Ahu.

"Yanılıyorsun benim güzel ateşim. Senin azıcık üzülse kıyamadığın anneme öyle çok kıydılar ki. Dışarda başka terzilere elli lira vermeyi dert etmeyen insanlar, annemin eline on lirayı utanmadan bırakırken gördüm gerçek dünyayı. Ben yokken... Ona ellerindeki her şeyi diktirip sonra da emeğinin zerre karşılığı olmayanı bırakıp gidenleri duydukça insanlardan nefret ettim ben."

Ahu gözlerini kırpmadan ona bakan adamın yüzü ne kadar ifadesizse içi yanar dağ kadar karmaşık olduğunu biliyordu.

"Seni ona benzetiyorum kelebeğim."

"Beni mi?"

"Evet... Senin de kalbin çok güzel. Merhametin, sevgin tıpkı anneminki kadar sınırsız. Ne kadar kzdırırsam kızdırayım bana kıyamayan yanına hep yeniliyorsun Ahu Nar. Ve ben bunu gördükçe sana sınırsız bir aşkla bağlanıyorum. "

Ahu parmaklarının üzerine yükselip yanağına derin bir öpücük bıraktı.

"Çünkü sen bir kadının sahip olabileceği en değerli kehribarsın."

Bir kaç dakika birbirlerine sarılı bir vaziyette kalmışlar sonra da onları deli gibi merak eden kadının içi rahatlasın diye el ele dışarı çıkmışlardı. Kafasını kapı girişine uzatmış öylece bekleyen kadını görünce Ahu başını iki yana salladı. Tarığın resmini gördüğünde, görüntü olarak Korhanı ona benzetmişti ama yanılmıştı. Korhan tamamen annesinin oğluydu. Masaya yaklaştıklarında Korhanın telefonu çaldı. Ahunun saçlarına bir öpücük bırakıp telefona bakmak için elini çekmişti.

Ahu da başını çevirip adama baktı. Korhan göz kırpıp arayana baktığında Ceydayı asla beklemiyordu. Genelde bir şey olursa Cemil yada zahir arardı.

Kaşları çatılık cevap verdi.

"Ceyda?"

"Korhan biliyorum Manisadasınız ama bu önemliydi.

"Ne oldu? Söyle!"

"Korhan doktorun telefonundan anlık sinyal aldım. Çok hızlı kaybettim ama yakaladım onu."

Korhan soluğunu tutup ona merakla bakan siyah incilere sapladı amber rengi gözleri.

"Nerde Ceyda? Hangi ülkede?"

"Korhan salak gibi her yere baktık adam burnumuzun dibindeymiş. Sinyal evinden geldi. Aylardır evinde saklanıyor adam. Çabuk İstanbula dönün. Sinyalimi kesen oldukça güçlü jemmarlardı! "

 

Loading...
0%