@orenda
|
BÖLÜM-41-
Saat kaç oldu farkında bile değildi. Sadece parmağındaki ince halkaya bakıyor ve kısık kıkırtısıyla ara ara yüzüğünü öpüyordu. İçine sığmayan, dolup taşan bir sevinç vardı. Yaşadığı bu şeye hem inanamıyor hem de bir yerde uyuyup kalmış sonra da rüya görmüş olmanın tedirginliğini yaşıyordu. Akşamdan beri çok mesai yapan kalbini dinlendirmek için yatağına uzandı. Sağa döndü rahat edemedi. Sola döndü, zaten darda olan kalbi daha bir sıkıştı. Sonunda geri kalktı. Sağ elinden ayrılmayan gözleri yine altın halkayı okşadı. Tam o anda kapı kolu hareket etmiş ve annesi içeri süzülmüştü bile. Elindeki sütü gördüğünde dudakları kıvrıldı Nurperinin. “Bildim ben kızımı. Uyuyamaz o dedim de ballı yaptım yavruma.” “Anneciğim…” Şükran hanım Nurperisinin badem gözlerine bakıp kıkırdadı. “Heyecanın uyutmadı mı?” Nurperinin yanakları daha bir kızardı. Ayıp bir şey yapmış gibi gözlerini kaçırdı annesinden. “Mühendis de mühendismiş ama. Maşallah rabbim özene bezene yaratmış. Tam peri kızımın yanına yakışanından nasip olmuş.” “Anne ya…” Şükran hanım geçip oturdu kızının yanına. Ilık ballı sütü de eline tutuşturdu. “Ben çok beğendim damadımı. Baban birbirinize yakışmazsınız deyince ne dedi duydun dimi?” Nurperi utanıp mutfağa saklanmıştı ama kulakları da salonda kalmıştı. Kapı aralığından babasının söylediklerini de Tarığın ettiği kelamları da çok iyi duymuştu. Babasına az gönlü kırılacak gibi olsa da onun kendi için korktuğunu hemen anlamıştı. Tarık Nurperiyi istemeye geldim demişti babası ise birbirlerine denk olmadığını mırıldanmıştı. Sesini kısık tutmasının sebebi Nurperinin duyup, kırılma ihtimaliydi. Ama kızını düşünmek zorundaydı Mehmet. Tarığın kendinden emin bir şekilde Nurperiye denk olmak için daha çok çalışırım demesiyle kalbi durmuştu sanki. Halbuki Nurperinin saf kalbi bile denk olmayanın kendi olduğunu duyar duymaz anlamıştı. Babası kızımı incitirler demişti ve Tarık yine kimse kılına zarar veremez diye yemin etmişti. Ailen ne der bu işe diye babası diretmişti Tarık, Nurperiyle beni sözlemeden bu evden gitmeyeceğim Mehmet ağabey diye inadını göstermişti. Nurperi gözleri kapanmış, dudağı kıvrılmış bir halde salon ve mutfağı birbirine bağlayan duvara yaslanıp söylediği her şeyi dinlemişti. Tabi ara ara çay bırakmaya girdiği anlarda da ne duyarsam kar niyetiyle kulaklarını iyice bir açmıştı. Onu esen yelden sakınacağım ben kim incitebilir diye babasını ikna etmeye çalışmıştı. Ben onun gibisini görmedim nasıl çıkarayım aklımdan, kalbimden diye babasından zerre çekinmeden hislerini açıkça söylemişti. Ama en zor kısmı babasının onu da çağırdığı vakit ne yapacağını bilemeyen o halleriydi. Öyle çok utanmıştı ki içeri girememişti bir süre. Babasının ikinci kez seslenmesiyle tırnakları avuç içlerini bereleye bereleye adım attı salona. Asla başını kaldırıp kimseye bakamadı. Babası mühendis izdivacını istiyor dediğinde zaten nasıl bayılmamıştı hala aklı almıyordu. Sadece bir an… Çok minik bir an Tarık’la göz göze gelmişti ve dudaklarının adını inler gibi fısıldadığına şahit olmuştu. O güzel gözlerin davetini nasıl reddedecekti ki Nurperi? Hem daha yeni söz vermişti ona yakın olacaklarına dair. Elini bile tutmuştu Tarık. Kendini zorlaya zorlaya müsaade edersen isterim baba diyebilmişti. Sonra da zaten tenini yakan utançla mutfağa geri kaçmıştı. Elini yüzünü mutfak lavabosundan akan buz gibi suyla yıkadı. Olmadı bağrına da çaldı o soğuk sudan. İçinde yanan ateş ferahlasın diye yarı beline kadar birde pencereden sarkıp ciğerlerini yakası oksijenle doldurdu. Ölüp gidecekti burada! Heyecandan çatlayacaktı kalbi. Tarık’la evlenemeden rahmetli olacaktı. Annesi mutfağa dalıp kahveleri yap çabuk diyene kadar derin derin alıp verdiği soluklar yüzünden başı felaket dönmeye başlamışı. Cezveyi devirmişti. Kahveyi köpürtememişti. Sonunda kaynayan kahveyi fincana alacakken birde dışına dökmüştü. İşi rast gitsin diye dua okumaya niyetlendi ama Fatiha’nın yarısını unuttu. Baştan başladı yine aynı noktada takılıp kaldı. Sonunda hayatı boyunca yaptığı en felaket kahveyi utana sıkıla ikram etmeyi başardı. Kahvenin yanına su ikram etmeyi unutacak kadar aklı leylaydı. Ama Tarın o kahveyi elinden almış, ona dünyanın en güzel şeyine bakar gibi bakmış ve tek seferde de içmişti ya dünyanın renkleri daha bir parlak olmaya başlamıştı sanki. Allah’ın emriyle Tarık kendine istemişti Nurperiyi. Babası nasipse olur demişti. Uygun bir vakit yüzük takalım diyecek olduğunda Tarık ceketinin cebinden bir kutu çıkarmış, şimdi olsun o uygun vakit diye diretmişti. Nurperi kendini tutmuştu ama annesi tutamayıp gülmüştü bu hallerine. Babası da bir tövbe estağfurullah çekip, dualarla parmaklarına geçirmişti altın halkayı. Şimdi annesi sağ elinin yüzük parmağındaki altın halkaya dokunurken yine iç çekti. “Çok tutulmuş benim peri kızıma. Öyle böyle değil aklı kalmamış kendinde.” “Deme öyle anne.” Annesi onunla böyle konuşunca Nurperi daha bir utanmış hissediyordu. “Nasıl demeyim kuzum, baban vazgeçer diye yüzükleri hazır gelmiş çocuk. Hemen adını koyalım diye tutturduğunda babanın yüzünü gördün mü?” “Kızmaz değil mi bana babam, anne. Tarık’ı istedim diye gönül koymaz değil mi?” Şükran kızının elini kavrayıp, avuç içini öptü. “Oyyy hisli kuzum benim. Kızmaz annem. Hiç kızar mı sana baban? O mühendis beyin ailesi pek zenginmiş ya ondan ürktü. Ama benim itimadım tam damadıma. İncitmez benim kızımı o gözler.” Nurperi başını annesinin omzuna yaslayıp tutamadığı kıkırtısını yüzünü saklayarak gizlemeye çalıştı. “Bak bak nişanlısını övdüm diye nasıl da keyfi yerine geldi. Ne dedi o çıkarken kaşla göz arasında sana?” Nurperi kapı ağzında kulağına fısıldanan iki cümleyi anımsadı daha bir kıkırtısı şenlendi. Çok güzelsin Nurperim demişti fısıltıyla. Nurperinin ayaklarını yerden kesecek bir gülümsemeyle yüzünü süzmüştü. Ayakkabılarını giyerken de yarın seni görmezsem ölürüm, ne olur gel diye de içini titretmişti. “Şey dedi.” “Ne dedi?” Şükran hanım tabi ki tahmin ediyordu ama kızının yaşadığı şu heyecanları da kaçırmak istemiyordu asla. “Yarın… Yani müsaaden olursa görüşsek dedi de bilemedim ben. Görüşsek mi ki? Böyle habersiz geldi ya mahcup oldu sanki. Ondan herhalde.” Şükran daha bir keyifle kıkırdadı. “Tabi canım. Yangından kaçırır gibi kız istedi diye çok mahcup oldu çocuk. Af dileyecek senden.” “Anne ya…” “Ne anne ya? E git madem ayıp olmasın çocuğa. Mahcup olmuş madem, derdini doğru düğün anlatsın sana da gitsin mahcubiyeti. Ama şimdi uyuman lazım güzel kızım. Yarın kalkamazsan nasıl gideceksin nişanlının yanına? Al bakalım sütünü de bitir.” Şükran hanım uzanıp şifonyerin üzerindeki sütü Nurperiye verdi. Bitirene kadar da başında bekledi. Nurperi uykuya dalana kadar da saçlarını okşamayı bir an bile kesmedi. Sabaha karşı anca uykuya dalan o değilmiş gibi babası işe gideceği vakit ayaklanmıştı bile Nurperi. Kahvaltısını hazırlarken, çayının tek şekerini atıp önüne verirken babasının ona nasıl baktığını yakalayacak, kızgın mı değil mi öyle anlayacaktı. Mehmet ise bir çıkmazın içinde sessiz sessiz üç beş lokmayı anca kursağına koyabildi. Mühendisin kararlılığı, ettiği yeminden başka senedi yoktu ama olmaz diyememişti. O kapının açıldığı ilk an kucağındaki çiçek zaten niyetini belli ettiğinden ilk gözleri Nurperiye değmiş ve badem gözlerinden akan neşeyi incitmeye dili gitmemişti. Şimdi kızının etrafında pervane oluşuyla tebessümünü saklayamadı. Hem gönlünü taa nerelerden geldiği belirsiz mühendise veriyor hem de babası küstü mü diye dibinde dolaşıyordu. Kapıdan çıkarken ondan önce atılıp ceketini tutan, sonra da ayakkabılarını çeviren kızını hep yaptığı gibi ilk sarmaladı sonra da saçlarının üstüne dudaklarını bastırdı. Pek konuşacak dermanı yoktu ama su damlası kızı bu kadarla idare edecekti bu günlük. Babası gider gitmez de Nurperi dans eder gibi toparladı kahvaltıyı. Onunla beraber geç yatan annesi uyanamamıştı daha. Canı sıkılıp ortalığı toparladı. Pazardan alınan yufkalar israf olmasın diye sarıldı. Eli değmişken bir de kek çırpıp kuzinenin fırınında başını bekledi. Zaman dolduracak ne kadar uğraş varsa sessiz sessiz kendini oyaladı. Sonunda kalkan annesi de gelen kokularla daha bir gülümsedi. “Nişanlına marifetlerini göstermek için erkenden mi kalktın güzel kızım?” Nurperi baktı da bir şey demedi. Şimdi aklından azıcık bekar adam sonuçta evde pişene hasret kalmıştır diye düşündüyse yanlış mıydı? Azıcık saklama kaplarına koyup götürse, sevap olurdu hem. Şükran hanım daha bir keyifle güldü mahcup hallerine. “İyi olmuş ama akıllı kızım benim. Daha çok yenisiniz kuzum, pek ortalarda görünmeseniz. Az sağdan soldan duyulana kadar en azından dikkat edin olur mu bademim? Bak ne güzel şeyler yapmışsın, piknik sepeti hazırlarız olmaz mı kızım?” Nurperi bu teklifle duraksadı. Nasıl da severdi piknik yapmayı. “Öyle mi yapalım anne? Piknik yapalım dimi? Kekim de bir güzel kabardı ki bak. Mis gibi oldu. Hem havada güzel sanki.” “Öyle yapın annem. Ben bugün zaten Nefise teyzenin gününe gideceğim. Orda çıtlatırım. Nurperimi sözledik diye duyururum. Şimdi bilen bilmeyen laf eder, babanın kulağına gider kuzum sıkılmasın canımız.” Nurperi annesi ne dese başını salladı hemen. Sonra annesinin yardımıyla küçük termoslarına çayını hazırladı. Sepete evdeki meyvelerden de yerleştirdi. Erinmedi ceviz bile ayıkladı. Öğlen saatine kadar aklına ne gelse küçük sepete sığdırmanın derdin düştü. Sonunda saat bir olup da Tarık’ın arabası kapının önünde görününce bekletmeden elinde sepeti fırladı dışarı. Tarık güneşin parlaklığından bile daha göz alıcı kehribar hareleriyle dışarı çıktı. Zaten heyecandan iki saat bile uyuyamamıştı. Şimdi karşısında beyaz elbisesinin üzeri kırmızı minik güllerle süslenmiş, saçları üstten bir tutamla tutturulup gerisi omuzlarından aşağı salınmış güzelliğiyle, elinde piknik sepeti ve yüzünde uğruna ölünesi bir tebessümle kendine bakarken nasıl aklını koruyacaktı? Dün babasının uzak dur sözlerinden sonra hiçbir yere sığamamıştı. İlk bir madem istemiyor bende rahat bırakırım diyecek olmuştu ama göğsündeki sıkışma nefes aldırmamıştı Tarıka. Kilometrelerce yürümüştü. Huyu olmamasına rağmen sigara içmiş, düşünüp, taşınmıştı. Aklı adam haklı diyecek olduğu her an kalbi feryat figan bağırmıştı. Sonra da sırtını yasladığı köhne bir duvar dibinde, sigarasından çektiği son nefesle dikelmişti. Bin yılda bir kulun başına gelecek o talih gelmişti ve Tarık savaşmadan pes mi edecekti? Nurperi gibisini hayat bir daha karşısına çıkarır mıydı hiç? Yıldırayların varisi vasfının zerre önem taşımadığı o bademlerden kimse Tarık’ı mahrum bırakamazdı. Evine gitti, güzelce bir duş aldı. Sabah tıraş olmamış gibi bir daha tıraşını yeniledi. Yol üstünden çiçeğini, çikolatasını kaptı. Mehmet ağabeyi korkuyorsa Tarık onu ikna ederdi. Ama kimse Nurperiyi gördükten sonra Tarık’ı bundan mahrum bırakamazdı. Yolu yarılayıp, evlerine yaklaştığı vakit ise yüzükler düştü aklına. Küçük yerdi neticede. Hemen bomboş, bembeyaz, ipek parmaklar dikkat çekerdi. Tarık böyle bir şeye müsaade eder miydi hiç? Geri dönüp birde kuyumcu aradı akşamın o darında. Şimdilik bulduğuyla idare edecekti. Sonra Nurperisine en güzelini alırdı nasıl olsa. Tüm akşam gerginlikten her tarafı ağrımıştı ama değmişti de. Özellikle şu an baktığı manzaranın kendi manzarası olduğu gerçeği her şeye değerdi zaten. Arabadan uzaklaşıp adım adım yaklaştı. “Nurperim…” Dün akşam ona böyle seslenince gözlerinde yanan ışığı gördükten sonra dümdüz adını dillendirir miydi hiç? “Hoş geldin Tarık…” Alıp cam bir fanusa konsa ve öyle saklasa Tarık yine ödü kopardı. Böylesi bir narinlik nasıl muhafaza edilirdi ki? “Çok hoş buldum Nurperim. Piknik mi yapmak istiyor canım?” Elindeki sepete bakıp söylemişti bunları. Nurperinin minik minik iki yana sallanıp, elindeki sepeti de hareket ettirmesiyle gülümsemesi büyüdü. “Börek yaptım da… Kek de var, çay seviyorsun diye… Akşam dört bardak içince seviyorsun…” Son dediğiyle durakladı Nurperi. Alev alev yanmaya başladı yüzü. Eliyle ağzına tokat atıp susturmasını engelleyen tek şey elindeki sepetti. Tarık’ın attığı kahkahayla daha bir yerin dibine girdi. “Vallahi saymadım, bende çok severim diye. Yani ben verdim ya ondan kaç tane içtiğini… Vallahi çok içtin diye düşünmedim Tarık.” Kendini ifade etmeye çalıştıkça Tarık’ın kahkahası arttı. Sonunda iyice dibine giren adam elindeki sepete uzanıp almıştı. “Nasıl bir şeysin sen? Nasıl inanacağım ben gerçek olduğuna? Nurperi annen şu an perdenin ardından bize bakmıyor olsa elma gibi kızarmış yanaklarını öpmemi kimse engelleyemezdi.” Son söylediğiyle Nurperi nefesini tuttu bırakamadı. Onu olur olmadık yerlerde zora sokan aklı vaad edileni hayal etmeye zorladı. Ama Nurperi bayılır kalırdı. Tarık’ın dudağı kendine değse güzelim elbisesini hiç eder, yolun ortasına serilirdi. “Hadi güzelim, binelim artık. Gitmek istediğin bir yer var mı?” Yol boyunca Tarık hiç susmadan Nurperiyi konuşturmaya çalışmıştı. Yüzünün kızarıklığı ona söylediği her sevgi kelimesinde arttıkça Tarık daha çok aşk sözcükleri kullanmıştı. Elbisenin üzerindeki küçük bir gülü sıkıştıra sıkıştıra oturuşu, o yola baktığı her an hayranca kendine bakışı ama gözünü Nurperiye çevirdiğinde suçlu bir çocuk gibi kaçışı delirtecekti onu. Şu an hissettiği, yaşadığı her şey bir sihir kadar efsunluydu ikisi için. Ailelerin piknik alanı olarak kullandıkları bir parkta durdurdu arabasını. Çardaklardan boş olana geçtiklerinde ise Nurperinin sepetten çıkardığı pötikare masa örtüsünü serişini, hazırladığı her şeyi özenle yerleştirişini, çay bardaklarının tabağını bile unutmayacak kadar hazırlıklı gelişini gözünü ayırmadan izledi. Sonunda oyalanmayı bırakıp, yanına oturduğunda ise nasıl olsa izin almış olmasının verdiği rahatlıkla kucağındaki elini kavrayıp kucağına çekti. Nurperinin badem gibi iri, kahve gözleriyle denk düşene kadar da önüne doğru eğildi. “Nurperim…” “Hmmm…” “Kızmadın değil mi bana?” Nurperi neden sorulduğunu anlamadığı soruyla azıcık çattı ince kaşlarını. “Neden ki?” “Sana sormadan öyle, alelacele geldi ya akşam…” Sonra sağ elinin yüzük parmağındaki alyansa bir öpücük bırakıp, Nurperiyi birkaç saniye nefes almayı unutacak kadar şaşkına uğrattı. “Ama Mehmet ağabey benimle konuşunca… Nurperi çok korktum ben. Seni bir daha göremezsem diye ödüm koptu. Kızmadın değil mi?” “Yok kızmadım…” Nurperinin kısık sesiyle gülümsemesi büyüdü. “Sende evlenmek istedin o zaman benimle.” Nurperi gözünü bir saniye gözüne değdiriyor hemen geri çekiyordu. “İstemedin mi yoksa?” “Babama dedim ya…” diye yine mırıldandı. Tarık da pekala hislerinin karşılıklı olduğunu biliyordu ama Nurperinin şu anki halini izlemenin keyfinden vazgeçemiyordu. “Ne dedin ki babana? Ben heyecandan kaçırdım mı orayı?” “Ya Tarık…” Nurperiye yazık değil miydi? Hem böyle yakından yakından onunla uğraşıyor, utandırıyor hem de çok güzel gülüyordu. “Ya baban seni bana vermeseydi Nurperi? Ne yapardım ben? Baban istemiyor diye sende istemezdin beni…” Nurperi son söylediğiyle hemen başını kaldırdı. Gözleri de telaşla açılmıştı. “İsterdim! İstemez olur muyum isterdim tabi ki. Annem… Annem vallahi billahi ikna ederdi ki babamı! O hiç kıyamaz bana. Ama babam da kıyamaz zaten. O şimdi sen mühendissin diye korktu. Birde ailen çok zengin diye. Ben onlara sevdiririm kendimi vallahi bak. Çok güzel yemekler yaparım, bize geldiklerinde çok rahat ettiririm çok severler. O zaman babamın çok parası olmamasını umursamaz onlar da. Babam şimdi korktu diye biraz kötü düşündü ama ben hissediyorum kötü bir şey olmayacak.” Başını iki yana sallayan kızın allaşmış yanaklarına dokunmak isteyen parmakları söz dinlemedi. İki parmağının tersiyle bu kez yanağına dokundu. Sürekli aynı şeyi soruyordu aklı ona. Böyle bir insanın varlığı mümkün mü? Peki ya yeryüzünde asla eşi olmayan böylesi bir madenin Tarık’a nasip olmasının imkânı var mı? İlyas Yıldıray da Sanem Yıldıray da böyle bir kalbin güzelliğini göremeyecek kadar kördü. Onu kendine saklamalı ve hak etmeyen kimsenin yaklaşmasına müsaade etmemeliydi. “Çok az… Seninle geçirdiğim zaman, konuştuğum kelime sayısı çok az ama Nurperi seni bulmuşken nasıl kaybedeyim? Kızdıysan da affet ama ben senden başka bir şey düşünemez oldum artık.” Tarık’ın ılık sesinden duyduğu her şey çatlatacaktı yüreğini. Birde parmakları yüzüne dokunmuştu ya nasıl konuşması gerektiğini bile unuttu. Sadece sarıların bolca yer ettiği kahve gözlerine dalıp gitti. Ne güzel rengi vardı, hiç görmemişti Nurperi böylesi bir göz. Öyle hayran hayran izledi ki Tarık’ın söylediklerini bile unuttu zavallı aklı. Boş bulunup konuştuğundan bir haber dili “gözlerin nasıl böyle güzel olur” diye mırıldandı. Sonra o oynaşmayı seven sarılar daha bir parladı. Kaşları havaya kalkıp öylece bakındı birkaç saniye. Ama sonra başı geriye düşecek, Nurperiyi daha çok kendine hayran bırakacak bir güzellikle kahkaha attı. “Allah’ım aklıma mukayyet ol…” Tarık’ın geriye çekilip, tek eliyle de yüzünü sıvazlarken kurduğu cümlenin manasını çok anlayamadı ama kendine bu kadar güzel bakarken de çok önemi yoktu sözlerin. Tekrar yüzüne baktığında şimdi o sarıların etrafını sardığı kahvelikte kızıl kızıl damarlar da canlandı. “Nurperim ben bugün seni öpmezsem ölürüm…” Nurperi, Tarık’ı izlerken gülümseyen yüzünde bir donma hissetti. Gerçekten demiş miydi bunu? Nasıl öpmekti ki? Ferit eniştenin Fatma’yı öpmesi gibi bir öpmeyse Nurperi buna dayanamazdı. Ama Tarık dudaklarına baktığına göre öylesi bir öpmeydi galiba. Gerçi Fatma nişanlılar böyle öpüşür akıllım diye gülmüştü ona. Gerçi Nurperi ve Tarık nişanlı değildi ki sözlülerdi daha. Tarık’ın yüzü kendine biraz daha yaklaşmıştı. Tamam onlar sözlülerdi ama Tarık ya sadece nişanlıların dudaktan öptüğünü bilmiyorsa? Ya sözlüler de öyle öper sanıyorsa? Gözleri panikle irice açıldı. Ne yaptığını bilmeden hızla buz kesmiş eli Tarık’ın dudağına kapandı. “Olmaz Tarık! Olmaz biz sözlüyüz…” Tarık heyecandan buz gibi olmuş parmaklara minik üç öpücük bıraktı. “Ne olur öpeyim Nurperim? Bak sen de söyledin… Sözlüyüz biz artık.” “Ama ben çok heyecanlanırım Tarık. Vallahi bayılırım.” Heyecanı sesinin tınısından bile belliydi. Tarık bunu gördükçe daha çok böylesi bir hisle yanmaya başladı. Bu arzu değildi asla. Bu açlık gibi, susuzluk gibi, uyku gibi zaruri bir ihtiyaçtı. Şu an karşısında heyecandan titreyen kiraz dudaklara kendi dudaklarını değdirmezse ölecek kadar müşküldeydi. “Minicik… Ne olur Nurperi? Çok güzelsin, öpmezsem de ben ölecek gibiyim.” Nurperi ısırıp bıraktığı dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra burnundan nefes nasıl alınır unuttuğu için geri araladı ağzını. Böyle de isteyince nasıl yok diyecekti ki? E sesli de öp o zaman diyemezdi, utanırdı. Sadece ağırca başını önüne doğru eğerek onaylar gibi bir mimik sergiledi. İzni kapan Tarık ise daha büyük bir gülümsemeyle yaklaştı kızarmış yüzüne. Nurperinin rengine hayran kaldığı gözleri, yüzünün her bir santiminde ağır ağır dolaştı. Tarık aşkın bir kere olduğunu düşünüyordu aslında. Sesli dile getirmese de ilk görüşte aşka inanan romantik bir yanı da olmuştu. Ama aynı kişiye her görüşünde tekrar tekrar âşık olmanın mümkünatı üzerine hiç düşünmemişti. Bundan emindi artık. Zira şu anda rüzgar yüzünden dağılan üç beş telin kirpiklerine tutunmasına aşık oluyordu. O rüzgarın saçlarından yayılan kokuyu kendine getirişine de aşık oluyordu. Minicik burnunun üzerindeki kızartıya da aşık olmak üzereydi. Dudaklarını ürkütmekten çekinir bir yavaşlıkla üst dudağının köşesine yasladı. Sadece değiyordu ve Nurperinin heyecandan titreyen dudaklarının, dudaklarına bıraktığı hissin tadını çıkarıyordu. Gözlerini kapattı ve anın içerisinde kaybolmak için kendine izin verdi. Sadece değiyordu teni tenine ama damarlarındaki kanın bile sesini duyacak kadar duyuları açılmıştı. Daha fazlasını isteyen yanına engel olamayınca dudağını araladı. Üst dudağını minicik kıstırdı. Gözlerini aralamayacak kadar kaybolmuştu. Doyumsuz nefsi hissin yanında tadını da merak etmeye başladığı an azıcık çekilip alt dudağını iki dudağının arasına kıstırdı. Dilinin ucu da kıstırdığı küçük et parçasına dokundu. Ağzına doğru yayılan çilek aromalı bir tatla kendinin bile fark etmediği şekilde minik bir inilti kaydı boğazından aşağı. Sonra… Sonra asla beklemediği bir şey gerçekleşti. Nurperinin bedeni üstüne doğru yığılır gibi örtüldü. Tarık refleksle sıkıca kavrayıp Yüzünü görmek için geri çekildiğinde ise kapalı gözleriyle donup kaldı. Dinlememişti ama Nurperi onu uyarmıştı. Bayılırım demişti Tarık inanmamıştı. Kollarına yığılan kızla ilk şaşkınlık sonra ise tarifi mümkün olmayan bir his yayıldı benliğine. O hiçbir şeyi hiçbir zaman abartmıyordu. Bayılırım derken de gerçekten bayılacağı için Tarık’ı uyarmıştı. Kolları iyice bedenini bedenine yasladı. Eliyle yüzünü okşamaya, onu kendine getirmeye çalışırken istemsiz bir kıkırtı kaçtı dudaklarından. Nurperinin söylediği her şeyi daha çok dikkate alması gerekiyordu artık…
Odaya çöken buz gibi sessizlik bir süre herkesi sağır edecek kadar rahatsız ediciydi. Bunu bozan şey ise kimsenin beklemediği şiddette bir kahkahanın duyulması oldu. Alparslan’ın gürültülü kahkahasıyla tüm başlar ona dönmüş, bununla beraber ayakta dikilen Ahu da suratındaki ifadeyi zerre bozmadan Alparslan’a bakmıştı. Alparslan kahkahasını kontrol etmeye çalışırken Şifanın çaktırmadığını sandığı bir şekilde kolunu sıktığını da fark etti Ahu. Adamın verdiği tepki değil ama bu davranış onu gülümsetebilirdi. Sonun da durulan adam bakışlarını bir Ahuya bir Korhan’a çevirmiş ve kafasını iki yana sallayarak Gökay Turana geri bakmıştı. “Manyak olanın avukat olduğunu sanıyorduk biz, kız ondan fena çıktı başkan.” Gökay Turan alenen dalga geçişine ters bir bakış atsa da cevap verme zahmetine girmeden Ahuya baktı yine. “Siz… Neden bahsettiğinizin farkındasınızdır umarım!” Ahu öyle kendinden emin bir ifadede bakıyordu ki kimse kırılma noktasını bulup bulamayacağına emin olamazdı. “Neden bahsettiğimizin çok iyi farkındayız! Ne istediğimizin de siz farkındasınız.” Ahu susar susmaz Korhan konuşmaya devam etti. “Oyun oynayacak, dalga geçecek, zerre sabredecek hal kalmadı ikimizde de. Biz ne istediyseniz getirdik şimdi siz de karşılığını ödeyeceksiniz!” Duhan ve Bahadır göz göze geldiler bu kez. Duhan iş adamı kimliğini konuşturarak orta yolu bulmak için müdahale etme kararı aldı. “Sakinleşelim öncelikle. Bu şekilde yol alamayız Korhan. Bahsettiğiniz şey koskoca ülkenin cumhurbaşkanı. Mantıklı hareket etmezsek tüm her şeyi bir anda kaybederiz.” “Biz sakiniz Duhan Bey. Ne istediğimizin oldukça farkındayız. Daha önce Mardin’de aldığımız sözü talep ediyoruz şimdi de. 2004 de anne ve babamın suikasta uğradığı noktada şimdi yeni bir suikast düzenlenecek. Babamın ölümüyle önü açılan kişi yine aynı şekilde yok edilecek. Bundan daha iyi bir mesaj olabilir mi kardeşlerimizi alan kimse onun için?” Duhan seri bir şekilde gözlerinin içine bakarak konuşan kızla kaşlarını kaldırdı. Aslında öyle haklıydı ki. Ulaştırılmak istenen mesaj için oldukça netlik taşıyordu. Atilla Saruhanlıdan kalanın bulunduğu ve artık yeni düzen için harekete geçildiği çağrısı gibi bir ilk adımdı. Bu kez bakışları Gökay Turana kaydı. Yıllar içinde edindikleri bir alışılmışlıkla ne düşündüğünü Gökay Turanın da anladığından emin oldu. “Bu öylece atılacak bir adım değil yine de. Haklısınız! Olabilecek en net mesaj bu ama bahsedilen kişi de hiç kolay biri değil. Öylesi bir güvenlik çemberini kırmak zorlayıcı olacak.” Korhan’ın eli Ahunun sırtına dokunmuş ve yanına iyice yaklaşmıştı. Birbirlerine baktılar. Korhan’ın dudağı anlık kıvrıldı ama bunu Ahudan başkası fark edemedi. “Ama onlar yaptı.” Odada gözleri tek tek hepsinde dolaştı. “Sizin bir zamanlar korumanız altında olan, Türkiye’nin lideri vasfıyla yetiştirilen bakanını kolaylıkla makam arabasında öldürdüler. Siz mi kendinizi çok yüceltiyorsunuz yoksa onlar her kimse sürekli sizden önde mi hareket ediyorlar?” Korhan’ın küçümseyici bakışları Gökay Turanda durakladı. “Dünyanın seçilmiş dokuz bölgesine konuşlanacağınıza Türkiye’yi kontrol etmeyi deneseydiniz önce belki de şu an tam da istenildiği gibi Atilla Saruhanlı ülkeyi yönetiyor olurdu. Siz çoktan madeni işliyor olurdunuz.” Korhan’ın bir eşi olan küçümseyen bakışlar bu kez Korhan’ın üzerinde dolaştı. Gökay Turan ne yaptığını anlamayacak tecrübesizlikte biri değildi. Ama haklı olduğu kısımları da yabana atamazdı. “Kart oyunlarını iyi biliyorsun avukat. Duruşma sırasında kimleri daha kolay manipüle edersin biz de bunu iyi biliriz. Ama senin sandığın gibi ülkeler anlık kararlar, sonu düşünülmeden atılan adımlar, hırslı hezeyanlarla yönetilmez. Siz kardeşlerinizin derdinden önünü arkasını düşünmeden bir yola girecek kadar büyük bir ateşin ortasında kaldınız. Kör değiliz, vicdansız hiç değiliz. Ama ben iki can için yitirilecek canları yok saymam. Yıllardır bekledik biz bu günleri. Adım adım ilerledik, defalarca kayıplar verdik. Ölen hiçbir askerimiz sizin kardeşlerinizden daha az değerli değil. Ha sanma ki onları değersiz görüyoruz biz. Onlar canlı kanlı şu duvarların ardına girdiğinde üstümden on sekiz yıllık dağ kalkacak benim. Ama böyle değil! Sağlam bir planla adım atmadan, çıkacak kaosta milletin hasar almamasını sağlamadan olmaz! Sabırlı olmak zorundasın!” Korhan’ı öfke denizine atanda bu sözlerdi işte. Kehribarları lav gibi bir kızıllıkla örtüldü. “Sabır!! Sabır mı dedin sen? Sen bana sabırdan mı bahsediyorsun?” Öne doğru sertçe üç adım ilerleyip adamla iyice göz göze gelecek şekilde masasına doğru eğilirken ellerini de masaya ses getirecek şiddette çarpmıştı. “Yüz otuz sekiz gün! Lan yüz otuz sekiz gündür çığlık çığlığa bağıran tarafımı susturacağım diye çıldırıyorum ben! Onu benden aldıklarından beri acısını erteliyorum. Azıcık bile güçten düşerim diye yasımı tutamadım. Öldü sandım öldü! Ölen kardeşim için göz yaşı dökmeyi intikamının sonuna bıraktım, ne sabrı? Yaşadığını öğrendim yine susturdum feryat eden her zerremi! Bu kez onu bulana kadar korkamazsın dedim. Onu eve getirene kadar düşemezsin, endişelenmezsin, aç mı, tok mu, canını yakıyorlar mı diye aklından geçiremezsin…” Korhan çıt çıkmayan oda da tekrar ellerinin içini yakacak şiddette masaya bir kez daha çarptı iki elini. “Niye biliyor musun? Biliyorsun! Azıcık sendelersem devrileceğim! Ama benim kardeşlerimi evime sokmadan buna hakkım yok anlıyor musun? Onları bulmadan, anneme götürmeden acı çekmeye zerre hakkım yok.” Sonra gözleri Gökay Turandan ayrılmadan Elinin biriyle ardındaki Ahuyu işaret etti. “Kaç kere ölümünü izledim bakışlarından. Kaç kere öldü sandığı kardeşlerinin peşinden bende öleyim der gibi baktı bana. Ben düşersem ölecek korkusuyla belimi bile bükemedim. Geçip karşıma sabır mı diyorsunuz hala? Ben kafamın içindeki şeytanları susturacağım, zayıflık göstermeyeceğim diye son damlasına kadar tükettim benden istediğiniz sabrı. Ya siz istediğimi yaparsınız ya da bana, size, kime ne oluyormuş umursamadan ortalığın amına koyarım başkan!” Gökay Turan Korhan’dan bakışları çekmedi. Korhan da aynı kararlılıkla gözlerini ayırmamıştı. Müdahale kısmına Duhan karışacakken Alparslan ayaklandı oturduğu yerden. Korhan’ın yanına geçip ilk Duhanla göz göze geldi. Sonra ise Gökay Turana baktı. “Neyse ki avukatla ortak bir isteğim varmış. Artık geciktiremeyiz başkan! Yeterince herkes kendi düşüncelerini paylaştıysa meseleyi neticelendirelim.” Genel tavrı olabildiğine alayvari olan adamın ciddiyetiyle Ahu donmuş bir halde Korhan’da saplı kalan bakışlarını Alparslan’a çevirdi. Alparslan konuşmasının arasına kimse girmeden devam etti. “Avukat haklı! Sağlam bir mesajla çocuklar kimde ortaya çıkarırız. Kör dalış yapacak, dünyayı aramaya devam edecek zaman yok. Ama onun öncesinde avukatı görünür yapmak zorundayız.” Bahadır şakağına yasladığı iki parmağıyla konuşulanları dinliyordu sadece. Alparslan’ın bu önerisiyle oturuşunu düzeltti. “Var mı bir önerin?” Alparslan başını iki yana salladı sadece. “Onu da siz bulun, medyada dolaşsın haberleri. Korhan Yıldıray başlıkları atılsın birkaç yerde. Tetikleyici olsun en azından.” Korhan bu öneriyle gözlerini Duhanda sabitledi. İçinde yanan öfke sönmemişti ama biraz önce Gökay Turana söylediği gibi buna da hakkı yoktu. Öfkeyle duraksamaya, zaman kaybetmeye, ötelemeye bir saniyelik bile hakkı yoktu. Onun kardeşleri evlerine girene kadar hiçbir insani hissin pençesine kapılmaya müsaadesi yoktu! “Ülkenin ileri gelen iş adamlarından biri tüm hukuk departmanının sorumluluğunu bana devrettiğine dair bir basın açıklaması yapsa yeterli olur mu?” Duhanın şaşırmış ifadesine karşın Alparslan sırıttı sadece. “Yüksek sesle kimsenin konuşmadığı ama alttan alta herkesin Birliğe sağladığı hizmetlerden haberdar olduğu Duhan Doğru yeterli gelir bence.” Duhan tek gözünü kısıp bu fikri kafasında dolaştırdı. Oldukça ses getirecek bir adım olacaktı gerçekten. Bununla beraber iş dünyası Korhan Yıldırayı ve geçmişini çok daha fazla irdeleyecek, mutlaka haber değeri olan davaları gün yüzüne taşıyacaktı. Ama sadece geçmişte kalan değil şu an yürüttüğü davalar da oldukça sükse yapacaktı. Tam o anda Korhan’ın neden bunu istediğini anladı. “Son davan…” Timur’a baktı bu kez. Timur gözlerini ağırca yumup açarak onunda bunu düşündüğünden emin oldu. “İktidarın desteklediği bir aileyi yıkarken ardında Güneşin olduğu bilinsin istiyorsun. Bu seni açık hedef haline getirir Korhan!” Korhan’ın göze almadığı bir risk değildi bu. Ama riske girmezlerse saklanmış gerçekleri de bulamayacaklarını biliyorlardı. “Başka şansımız var mı? Biraz önce de hepimizin anladığı gibi Ahi Saruhanlı zaruri bir ihtiyaç. Bu bizi izleyenler için atağa geçtiğimize dair küçük bir mesaj olacak. Mirasa yaklaştığımızın sinyali gibi. Ama suikast sonrası sizden birilerinin yeni seçim sürecine kadar o koltuğa vekalet etmesi sona ulaştığımızı gösterecek en net mesaj olacak. Eminim şu anda da o koltuklardan birinde işinize yarayacak kişi zamanını bekliyordur. Siz hazırlıklarınızı tamamlarken ben de Alparslan’ın dediği gibi daha görünür bir halde olacağım.” Gökay Turanın başı ağır ağır sallanarak onaylar bir hareket yapmıştı. Bu kez gözleri Ahu da durdu. Korhan’a bakarken kullandığı o sert kabuktan sıyrılıp daha yumuşak bir ifadeyle baktı Ahuya. “Ahu yanında güvende olmaz Korhan. Bu süreçte Umuttan ayrılmasına müsaade edemem!” Ahunun çatılan kaşları Gökay Turanda sabitlenirken Korhan, Ahunun yüzüne baktı içi giderek. Ne kadar kabul etmek istemese de adam haklıydı. Mirasta Ahi ve Ahunun ne denli önemli olduğunu bu odadakiler biliyordu. Ama kendilerini böyle dünyaya ifşa ettikleri bir süreçte mirasın korunmasında nasıl bir rol oynadıklarını bilmeyenler aradan çekilmesi gereken fazlalık olarak düşünebilirdi. Bu tabi ki bir ihtimaldi ama Korhan Ahunun canını içeren hiçbir ihtimali riske alamazdı. Ona saldırmak istenecek, bunun için de ilk seçin Ahu olacaktı. “Burada güvende olacağına nasıl emin olacağım?” Ahu ise asla ondan böyle bir karşılık beklemiyordu. İtiraz edip, Ahunun yanından ayrılmayacağı üzerine ortalığı dağıtacağına o kadar emindi ki afalladı. Şaşkınlıkla gözleri iri iri açıldı ve “Korhan” diye mırıldandı. Korhan şaşkınlığı geçen ama yerini hayal kırıklığına bırakan siyah incilere daha fazla bakamadan tekrar Gökay Turana baktı. “Ben nasıl emin olacağım ben yokken onu her şeyden koruyacağınıza?” “Umut şu an onun için dünyadaki en güvenli sığınak. Burada olduğunu kimsenin bilme ya da ifşa etme ihtimali yok. Onun güvenliği senin kadar bizim için de çok kıymetli.” Gökay Turan konuşurken Şifa da ayaklanıp Ahunun yanına doğru yürümüştü. Ahu sadece kilitlenmiş gibi onu geride bırakacağını söyleyen adamı izliyordu. “Ben de burada olacağım Korhan. Siz üzerinize düşeni tamamlayıp, dönene kadar Ahunun yanından ayrılmayacağım.” Korhan kendinden bu kadar emin konuşmasının maksadını çözemedi. Şifanın burada olmasının Ahuya sağlayacağı etkiyi kafasında analiz etmek isterken Şifa konuşmasını Gökay Turana bakarak sürdürdü. “Güneş, amacının olduğu bir yeri aklının alamayacağı bir güvenlik önlemiyle korur.” Şifa bu kez Alparslan’a baktı. “Alparslan Cihandar ise karısının içinde bulunduğu bölgeyi kimsenin girip çıkamayacağı bir kafese çevirir.” Duhan ne kadar Şifayı bu meselenin dışında tutmaya çalışsa da Şifa bile isteye Ahuyu kendiyle bir hale taşıyor ve olayların ortasına yerleşmek için elinden geleni yapıyordu. “Karımı duydun avukat, kimse kurdun inine giremez. Karınla beraber karım burada kalacak. Ben doğuda Barbaros batıda ne kadar fısıltı varsa toplamaya çalışırken siz de Türkiye’deki işleri düzene sokacaksınız. Var mı eklemek istediğin başka bir şey başkan?” Gökay Turan ayağa kalkıp Alparslan ve Korhan’ın arasında kalacak şekilde yürüdü. “Duhanın direktiflerine itiraz etme. Bize olan güvensizliğin ortada, fazlasını beklemiyoruz da senden. Ama şimdi bizimle iş birliği yapmak senin faydana olacaktır. Suikast sonrasını planlamadan saldırı olmayacak. Ne zaman ki tüm pürüzler çözülür, öyle harekete geçeriz.” Korhan sadece onaylar gibi başını salladı ama başka bir şey söylemedi. Daha fazla da burada kalmanın bir mantığı kalmadığı için elini bileğinden kavradığı Ahuyla odadan çıktı. Ahu ne kadar kendini çekmeye, bileğini kurtarmaya çalışsa da Korhan’ın sert tutuşundan ya da onun adımlarına yön veren sert adımlarından kurtulamamıştı. “Bırak!” Konuşmak istemese de istemsiz tek kelimelik bir uyarı çıkmıştı ağzından. Korhan cevap vermeden çekiştirmeye devam etti. Ahu ne kadar dirense de gücünü yetiremeyeceği kadar baskındı Korhan. “Bırak diyorum sana!” Ana binadan çıkıp daha önce onlar için ayılmış odaya girene kadar Korhan’dan tek bir sesli cevap alamadı. Odaya adım atar atmaz ise bileğini bırakan adam Ahunun elinden kaymasına müsaade etmeden atılıp iki eliyle yüzünü kavramış ve kaçmasına izin vermeden dudaklarına kapanmıştı. Ahu ne kadar itip, kendinden uzaklaştırmaya çalışsa da Korhan’ın gücü karşısında yetersiz kalıyordu. Korhan ısrarla dudaklarını açmayışına git gide sinirlenirken dişleri girdi bu kez devreye. Ahuyu mecbur dudaklarını aralaması için ısırıklarının şiddetini artırdı. Alt dudağına bıraktığı sert bir ısırık sonrası inleyen kız dudaklarını aralamış ve engel olamadan Korhan’ın dilinin ağzına kaymasına müsaade etmiş oldu. Yüzünü sızlatacak kadar sıkan ellerin baskısı azıcık hafiflediğinde ise Korhan’ın ağzında dolaşan diline sertçe dişlerini geçirip Korhan’ın refleksle ondan uzaklaşmasını sağladı. “Kahretsin! “ Korhan dilini kanatan ısırık sonrası iki adım gerileyip iki parmağıyla dudağına sızan kanı sildi. Ona tüm öfkesi gözlerinden akarak bakan kadınla o da sinirli bakışlarını alevlendirdi. “Kopardığında buna çok pişman olursun!” “Siktir git Korhan!” Ahunun ona bağırarak ettiği küfürden sonra Korhan’ın kaşları havaya kalktı. Sandığından daha öfkeliydi. “Ne dedin sen?” Ahu zerre kadar hırsını alamamış bir duruşla iki adım Korhan’a doğru attı. “Dedim ki siktir git! Duymadın mı? Tekrar edeyim o zaman! Hemen şimdi buradan siktir ol ve git!” “Güzel teklif! Ama sende çok iyi biliyorsun ki kelebek beni sikersen hiçbir yere gidemem. O yüzden bu teklifi dönüşüme sakla. Şimdi ise sakinleş ve beni dinle!” “Terbiyesizleşme! Dinlemeyeceğim ayrıca seni! Defol git görmek istemiyorum. Nasıl yukarda beni geride bırakma planları yaptığını yeterince dinledim. Daha fazlasına gerek yok. Şimdi nereye gidiyorsan çık git!” Korhan atılıp dirseğini yakaladı bu kez. İyice kendine yaklaştırdı. “Dinleyeceksin çünkü haklılar Ahu Nar! Seni risk altında bırakamam. Bir anda her yer karışacak. Bana saldırmak isteyen gözünü sana dikecek. Olmaz!” Ahu biraz önce tüm hırsıyla ona saldırmamış gibi duruldu. Gözleri ağır ağır dolmaya başladı. “Gideceksin…” “Döneceğim ama. Kardeşlerimizi alıp sana döneceğim güzel Ahum.” “Geri de kalacağım yine.” “Olmayacak öyle bir şey.” Ahu kolunu tutan eli silkeleyip geriye doğru adımladı. Sol gözünden kopup, yanağına aşağı inen yaşı Korhan hüzünle süzdü. “Anlamıyorsun sen… Anlamıyorsun ki…” “Ahu Nar…” Ahu dağılmış saçlarının arasına hızla parmaklarını geçirip çığlık atar gibi bağırdı. “Sen geride kalmak ne demek anlamıyorsun ki! Sürekli sürekli bunu yaşamak, sürekli hep gideni izlemek, kapı gözlemek ne demek anlamıyorsun ki!” Bağırtısı git gide şiddetlenirken atılıp iki eliyle Korhan’ın göğsüne çarpıp, geriye sendelemesine neden oldu. “Söz verdin bana! Söz verdin, inandırdın! Bırakmayacağım seni dedin. Öleceksek bile beraber diye kandırdın! Ben yine geride kalıyorum bak!” Korhan, Ahunun geçirdiği sinir krizinin git gide şiddetlenmesiyle atılıp onu kollarından yakaladı. Sıkıca bedenine bastırdığı kadın ne kadar çırpınsa da hareket etmesine izin vermedi. “Bırak beni! Defol git nereye gidiyorsan! Defolll!!!” Ahunun kurtulma çabaları onu mengeneye almış kollarla kısıtlı kalıyordu. Sesi git gide kısıldı. “Git” diye inlerken ağlamaya başladı. Biraz önceki öfkesinin aksine inilti gibi içli bir ağlayış Korhan’ın kalbine közden damlalar ekiyordu. “Hep gidiyorsunuz…” Ahu çırpınmayı bırakmış, başını göğsüne yaslamış, Korhan’ın onu tutan kollarında cansızca öyle duruyordu ama içli ağıdı sesini yükseltmeden devam ediyordu. “Hep izliyorum… Ben elim kolum bağlı hep izliyorum…” Korhan göğsüne yaslı başını elinin içiyle daha bir kendine bastırdı. Dudakları saç diplerine baskı yaptı. Birkaç solukluk dinlenme molası verdi olduğu yerde. Sonra ise Ahuya anlamadığı kısımları geri hatırlatmaya başladı. “Sen beni anlamamışsın kelebek… Sana nasıl saplantılı bir manyak olduğumu çözememişsin. Öyle ki geride kalacağını sanıyorsun.” Ahuyu ıslak yanaklarından kavrayıp ona bakacak şekilde kendinden ayırdı. Yüzünü yüzüne doğru kaldırıp, kendine çekti. “Ben eğer öleceksem benimle beraber ölmeni isteyecek kadar bencil bir piçim Ahu Nar! Bu dünyadan defolup gideceksem benimle beraber kendi ellerimle seni de çekerim ölüme anlamıyorsun değil mi? Bu yüzden o güzel aklından geri de kalmayı sil kelebek. Öleceksek de yaşayacaksak da beraber! Anlıyor musun beni?” Ahunun damlalarla parlayan siyah gözlerine dudaklarını bastırdı. Ağzına yayılan tuzlu su damlası dilini yakıyordu sanki. İyice kafasına çakmak ister gibi gözlerindeki hırs alevini saklama çabasına bile girmedi. “Bensiz alacağın nefese bile düşmanım ben! Sana bensiz yaşam da ölüm de yok Ahu Nar. O yüzden burada benim sana gelişimi bekleyeceksin!” İlahi bir metnin, değiştirilemez o zaruretini okur gibi toktu sesi. Ahunun inanmaktan, kabul etmekten başka seçeneği kalmamıştı. Sonra titreyen dudakları bu kez daha yumuşak bir baskıyla örtüldü. Korhan biraz önceki sertliğinin aksine tüm şefkatini paylaşıyordu. Usul usul berelenmiş dudaklarda gezindikçe Ahunun elleri bilinçsizce ensesine doğru kaydı. Nefes almak için bile ayrılmadan Korhan’ın dudaklarından dökülen yeminleri yudumladı.
Korhan ve Ahunun odadan ayrılmasından sonra bir süre sessizlik oluşmuştu odada. Timur’un Ceyda’ya bakan gözleri tek bir bakışla Ceyda’yı ayağa kaldırıp, karşılarına dikilmesine neden oldu. Ceyda bu anın geleceğini bildiği için hiçbir korku emaresi taşımadığı bakışlarla geçip Gökay Turanın karşısında bekledi. Gökay Turan bu kadar zaman içerisinde çokça faydasını gördükleri kızı süzdü ilk önce. Sonra Timur’a baktı ama Timur’da hiçbir mimik yoktu. “Kasa hakkındaki ip uçlarına ulaşmalarını sen mi sağladın?” Zahir ne olduğunu anlamamıştı. Kaşları çatılı Ceyda’ya soru soran adama baktı. “Ne oluyor? Sorguda mı?” Oda oturduğu yerden ayaklanıp Ceyda’nın yanında dikilmeye başladı. Ceyda ona sadece kısacık bir bakış atmıştı ve bu Zahirin kaşlarının daha çok çatılmasına neden olmuştu. O bakışlarda hüzünle karışık bir yalvarış vardı. Karışmaması için bir uyarı gizliydi. “Zahir!” Zahir, Bahadırın sesiyle bu kez ona baktı. “Karışma!” “Ne sikim dönüyor burada? Neyin hesabını soruyorsunuz siz bu kıza?” Gökay Turan Zahirin anlamaya çalışmasını umursamadan Ceyda’dan ayırmadı bakışlarını. “Soruma cevap ver!” “Ben yardım ettim…” Ceyda’nın itaatkâr sesiyle Zahir bu kez öfkeli bakışlarını ona çevirdi. “Ne yapıyorsun sen?” Ceyda Zahir ona hiç bağırmamış gibi Gökay Turana bakmaya devam etti. “Kasanın İsviçre’de saklı olduğunu biliyor muydun?” “Biliyordum…” “Türkiye’den çıkış yapmadan bizi bilgilendirmedin!” “Öyle olması gerekiyordu efendim…” “Kurallara ihanet ettin!” “Evet…” “Baskı altında mıydın? Herhangi bir şantaja ya da tehdite mi uğradın?” Ceyda başını iki yana sallayarak önerileri reddetti. “Bile isteye verdiğim bir karardı.” “Kardeşin de dahil mi verdiğin kararlarına?” “Hayır! Cemilin hiçbir şeyden haberi yok. O kendi görevinin başındaydı, araştırırsanız emin olursunuz. Bana yardım edeceğini bildiğim için hiçbir şeyden haberdar etmedim onu. Şu anda da dayımın yanında olduğumu sanıyor. Korhan Yıldıray ve Zahir Eğilmez’le genelde ben irtibattaydım. İstihbarat ihtiyaçlarını ilk önce dayıma bildirdim, Cemilden yardım alma onayını almadan hiçbir konuda bilgilendirilmedi.” “Buna inanmak oldukça güç. Ne yaparsan yap seni destekleyeceğini biliyoruz.” “Tam bu sebepten dolayı onu dışarda bıraktım.” “Birliğin değişmez kuralını çiğnedin.” “Evet… Üzgünüm ama sadakatimi arkadaşlarım için kullanma kararı almak özgür irademle verdiğim bir karardı.” “Ne oluyor lan burada?” Zahirin bağırtısıyla Ceyda yine korkak bakışlarını anlık Zahire çevirse de geri karşıya bakmıştı. Gökay Turan bu kez Zahiri yok saymadı ama. “Ceyda Birliğe bağlı bir mürit. Korhan’ın yanına gönderilirken her adımından birliği haberdar etme görevi verilmişti. Ama o dediği gibi sadakatinin yönünü değiştirme kararı almış. Ne yapman gerektiğini biliyorsun Ceyda! Dayın bizim için çok kıymetli, o nedenle uygulanması gereken ceza senin için geçerli olmayacak. Ama sana verilen tüm imkanları geri iade edeceksin.” Ceyda onaylar gibi başını salladı. “Biliyorum efendim. Birliğin bana sunduğu tüm ekipmanı teslim edeceğim. Bana verdiğiniz anahtarları kullanım dışı bıraktıktan ve oluşturduğum kodları seçtiğiniz kişiye teslim ettikten sonra birlikle olan tüm bağımı bitirmiş olacağım.” “Öğrendiklerini bundan sonraki hayatında kullanamazsın Ceyda.” “Biliyorum efendim. Bilgisayarlar olmayacak hayatımda, denetlemek için alacağınız her türlü önlemi kabul ediyorum.” Gökay Turan ağırca başını salladı. O sırada ayağa kalkan Timur tek bir bakış atıp, başıyla selam vererek odadan çıkmıştı. Zahir anladığı şeyin olmaması için gözlerini açıp kapattı. Ceyda’nın yanından hafif adımlarla kayıp gidişine baktı. Sonra bakışları babasının üzerinde durdu. “Kızı kovuyor musunuz şimdi siz?” “Sınırsız sadakat sonsuz itaat ilkesine ihanet etti. Artık birlikte güvenilir bir kimlikle yer alamaz Zahir.” “Yıllardır size çalışıyor ve siz şimdi kıza siktiri mi çekiyorsunuz? O kız Bilgisayarlardan başka bir şeyle mutlu olmaz ne demek bir daha hayatında olmamak.” “Size yardım etmeyi kabul ettiği an o zaten bunların olacağını biliyordu. Şu an böylece çıkıp gidebilmesine neden olan tek şey dayısına ve bunca yıllık emeğine olan saygımız. Güneşin tüm kodlarına hâkim bir hackeri öylece bırakmamız normalde mümkün değil.” “Biz zorladık onu! Biz mecbur bıraktık!” Gökay Turan başını iki yana salladı. “Korhan’a söylediğimi sana da söyleyeceğim Zahir. Ülkeler böyle yönetilmez. Bir kere ihanet eden her zaman bu riski taşır. Onun görevi Güneşe hizmetti, sizinle kurduğu dostluk bunu geçemez. O bir asker, ona verilen görevin dışına inisiyatif alıp çıkamaz.” Zahir kime ne anlatıyorum der gibi öfkeli bir bakış atıp hızla odadan çıktı. Ceyda ve dayısının nerede olduğunu anlamak isterken ileride, aralık kalmış bir kapıdan seslerinin geldiğini duydu. Bu kez adımları o yöne doğru koşmaya başladı. “Başımı eğdin!” “Özür dilerim dayı…” “Bana verdiğin sözü tutmadın! Doğru söyle Cemilin haberi var mı?” “Yemin ederim yok dayı. Onu tanıyorsun, haberi olsa seni hemen bilgilendirirdi. Bunu bildiğim için Korhan’ı da Zahiri de ben uyardım. Cemil doğru düzgün madeni bile bilmiyor. Miras hakkında hiçbir fikri yok. Onu bu konunun dışında tut, ihanet eden benim.” “Buna inanmıyorum ama sesimi keseceğim. Gözlerini üzerinden ayırmayacaklar. Telefonun bile nasıl olacak biliyorsun değil mi?” “Biliyorum… Özür dilerim…” “Sen bilgisayarların olmadan yaşayamazsın çocuk, niye yaptın bunu?” Zahir eli kapı kulpunda kaldı. Tam girecekken Ceyda’nın sesiyle duraksadı. “Çok çaresizlerdi… O kız, kardeşi için ellerime kapanıp ağlarken çok çaresizdi dayı. Cemilsiz kalsam benim olacağım kişiyi izledim. Hem… Korhan’a ömür boyu bir borcum var benim.” “O borcu defalarca yardım ederek ödedin sen!” “Ödeyemem dayı…” Ceyda’nın titreyen sesiyle Timur’un çatık kaşları sekteye uğradı. “Korhan beni sadece hapse girmekten kurtarmadı. Uyuşturucunun içinden de aldı. Senin öfkenden de korudu. Ben yasaklı kodlar yazmadım dayı. Ben sizin bana öğrettiklerinizle hırsızlık yaptım. Korhan bana yeni bir hayat verdi.” Timur duyduklarıyla dumura uğramıştı. “Sen… Sen ne yaptım dedin?” Zahir de ondan kalır halde değildi ama Timur’un vereceği tepkiyi kestiremediği için içeri doğru hızlı bir hareketle girdi. “Sorgu burada devam ediyor demek ki.” Ceyda’nın inler gibi çıkardığı sese normal zamanda kahkaha atardı. Ama şu an küçük faresini moruklamış adamların elinden alması gerekiyordu. “Yeğenimle konuşuyorum, bizi yalnız bırakın!” Zahir tüm umursamazlığıyla odaya girip, kapıyı da oldukça zarif bir hareketle kapatmıştı. “Bizim onunla gizlimiz saklımız yok dayı bey.” Timur’un yavaş yavaş öfke kaplanan suratına inat gülümseyip, Ceyda’nın yanına yürüdü. Hiç çekince göstermeden elini kavrayıp parmaklarını da özenle doladı. “Birlikten kovulduğuna göre benim için çalışırsın artık. Sağlam maaş vereceğim söz.” Ceyda ne yaptığını anlamasa da çok tuhaf hissediyordu kendini. Gözleri öylece Zahirin ona sırıtarak bakan gözlerinde takılı kalmıştı. Normalde şu an elini bir şekilde kurtarmanın derdine düşmesi gerekirken tuhaf bir dinginlik vardı ruhunda. “Sanırım bana anlatman gereken diğer konuyu da şimdi konuşacağız Ceyda!” Dayısının sert sesiyle Zahirin bakışlarından anlık koptu. Zihni karman çorman olduğu için ilk anlayamadı soruyu. Birde boş bulunup “ne gibi “diyecek kadar şuursuzlaşmıştı. “Aranızda olan bu şey gibi! Ne oluyor böyle? Ne var aranızda sizin benim bilmediğim? Konuşsana çocuk, beynini mi erittiler!” Zahir sırıtışını bozmadan Ceyda’ya göz kırpıp Timur’a baktı. “Aramızda mı? Çok takılma dayı bey, biz Ceyda’yla sadece fu…” “Yeni!!! Çok yeni dayı!!! Vallahi billahi Allah çarpsın çok yeni. Yani ben emin olmadan bir şey söylemek istemedim tabi. Birbirimizi tanıma aşamasındayız. Kuran çarpsın başka bir şey yok!” “Çok yeni?” Dayısının hala çatık kaşlarla kendine bakmasından sonra panikle Zahire baktı. Yardım etsin diye gözleri iri iri açılmış dayısını işaret ediyordu. Zahir gülümsemesi yamuk bir şekilde göz kırptı önce sonra da yüzündeki gülümseme hiç var olmamış gibi Timur’a baktı. “Ben gelip kimseye özel hayatımda olanlar için izin alacak adam değilim kulaksız Timur. Gözün Korhan’dan arta kalanlarda benim üstümde olduğuna göre hakimsindir huyuma suyuma. Ama elini tuttuğum kadın da senin yeğenin sonuçta! Mecburi bir akrabalık söz konusu bir zahmet tahammül edeceğiz birbirimize.” Timur’un yüzünde zerre mimik oynamadan dinleyişine hafifçe gülümsedi Zahir. Sonra dehşetle kendine bakan kıza alıştırdığı piç sırıtışını yolladı. “Yeğenin bir akşam bana gelip…” Ceyda’nın gözleri yuvasından fırlayacak kadar irileştiğinde neredeyse kahkaha atacaktı. “Bana karşı hisleri olduğunu, eğer benim de duygularım beklentisi yönündeyse bir ilişkiyi deneyebileceğimizi teklif etmesiyle başladı. Ceyda’nın benden beklediği doğrultuda tabi ki niyetim ciddi. Şu yaştan sonra birkaç günlük bir şeyler yaşayacak halim yok. İşler karışık olmasaydı aslında Mardin’e beni de davet etmişti ama malum benim de Korhan’a göz kulak olma gibi oldukça zorlu bir görevim vardı. Bugüne kısmetmiş diyelim…” Ceyda ağzı ayrılmış, olayın bizzat yaşayanı olmasa kesinlikle inanacağı senaryoyu dinledi. Sonra dehşetinde zerre eksilme olmadan dayısına baktı. Gözleri kısılı, düşünürmüş gibi bir ifadeyle ikisini süzüyordu. “Ciddi düşünülen bir durum?” Tok sesinden çıkan kelimeler soru içeriyordu. Zahir tekrar sırıtarak Ceyda’ya baktı. “Yeğenine sen sormak istersen buyur. Ben diyeceğim her şeyi söyledim zaten.” Timur’un gözleri bu kez Ceyda’ya değdi. Ceyda da kendini bir anda bulduğu durum karşısında nasıl hareket alanı kazanacak çözemiyordu. “Dayı…” “Doğru mu? Ciddi bir ilişkiniz mi var?” Ceyda başını salladı ama cevap veremedi. Timur da onaylar gibi kafasını salladı sadece. Zahir yeterince bu odada durduklarını düşünüp elini hala tuttuğu kızı yürütmeye başladı. Kapıdan çıkarken Ceyda’nın “Allah belanı versin akbaba” lafıyla güçlü bir kahkaha atmıştı. Koridorda ilerlerken biraz önce ilişkileri adına hiç de önemli bir görüşme yapılmamış gibi bir rahatlık vardı Zahirde. “Seni Allah kahretmesin! Sen!!! Sen tam bir iblissin!” Ceyda’nın lafı biter bitmez de tutulu eline asılan adam hızla onu çevirmiş ve sırtı duvara gelecek şekilde koridorda sıkıştırmıştı. “Bak kızım! Şimdi bu konuyu netleştirelim. O gece geldin, bana fahişe muamelesi çektin eyvallah! Sabahına çıkıp gittin, istemiyor bırak Zahir dedim yine kafamı karıştıracak laflar ettin ona da eyvallah! Sonra yine çağırdım koşarak yine geldin ya! Hah işte orda işler değişti anlıyor musun? Ben seni İsviçre’de bütün gece öpüp okşadım sen de beni hayran hayran izledin. İçine boşaldım lan ben senin, sesini çıkarmadın. Var mı bir ahrazın diye sormadan güvendin! Niye doğum kontrol hapı kullanıyorsun dedim itlik yapma hakkın varken reglim düzensiz deyip, birde açıklama yaptın. Ödün koptu başka takıldığın var sanarım diye. Kucağımda yıkadım seni, sesini çıkarmadan öylece izlemeye devam ettin. Şimdi dayına aramızda olanın – en azından benim için olanın- ne olduğunu söyledim diye sinirlenemezsin bana! En azından koynumda bütün geceyi geçirip, sabaha gülümseyerek uyanıyorsan bu hakkı sen vermişsindir bana. Senin nazını, niyazını bekleyip biz şimdi senle neyiz triplerine girecek ılıklıkta bir gavat arıyorsan da bende bulamazsın!” Ceyda’nın kendine şaşkın şaşkın bakışında duraksadı. Bu kadar ayar olmuş olmasa kahkaha atardı şu haline. “Şimdi ya adam gibi elimi tut ya da ben siktir olup gittikten sonra selamı sabahı kes!” Ceyda ne diyeceğini bilemedi ilk önce. Ama o kadar ciddi konuşmuştu ki gerçekten yok dediği an Ceyda’yı hayatından çıkaracağına emindi de. Baktı birkaç saniye. O asla gelemezdi böyle zorbalanmaya. Nereye gidersen git demek için hazırlanan dili kendi kontrolünün dışında “ne bağırıyorsun be” diye mırıldandı. Tut elimi dememişti ama yine kendini sorgulamadan uzanıp kolunu kavramış eli tutmuştu. Zahirin kademe kademe düzelen kaşları, trip atmam deyip ama surat asan bakışlarıyla yürümeye başladı. Dayısı çıkıp birde onları bu halde görmese de olurdu. Bin tane derdinin arasına bir Fas kırmasını dahil olması da Ceyda’nın imtihanıydı demek ki. “Yürü çıkalım şuradan yetti bana bugün!” Zahir yanında yürürken karşıya bakmaya devam etti ama yüzüne azıcık sirayet eden tebessümü durdurmadı. “Saçlarına attığın o renklerden yine yapsana…” Ceyda en son lacivert yaptırmıştı ama sırf elbisesine olmadı diye İsviçre’de siyaha çevirmişti. Eli eskiden lacivertlerin olduğu kısma dokundu bilinçsizce. Ana binadan çıkıp, Ceyda’nın yönlendirmesiyle ona ait odaya doğru ilerlerken “ne yapayım” diye sordu. “Saçlarını diyorum… Lacivert yaptırsana uçlarına. Gri de güzeldi ama lacivert daha iyi.” Ceyda ciddiyetini ölçmek için suratına baktı ama Zahir saçlarına bakıyordu. Sonra sinirleri bozulmuş gibi kıkırdamaya başladı. Gerçekten şu günü atlatmaları gerekiyordu artık. Yoksa bozulan sinirleri hayatta en çok sevdiği şeylerin elinden alındığını hatırlayıp bu sefer de ağlamaya başlayacaktı. Yüzü asılınca kaşları çatıldı Zahirin. “Ne oldu tipine?” Ceyda hemen düzeltti bakışlarını. Omuzlarını da silkip bir şey yok der gibi yürümeye devam etti. Zahir tuttuğu eline asılıp yaklaştırdı kendine. “Ne oldu dedim?” “Kovdular beni. Sanırım gerçekten sekreterin falan olacağım. Ama eski usul dosyalama olacak, bilgisayarlara yaklaşamam artık. İşine yarar mı böyle bir sekreter?” Bunu yüzünde zoraki bir tebessümle söyleyişiyle Zahirin tek gözü kısılmış ve ardında kalan büyük taş yapıya bakmıştı. “Yok öyle bir dünya! Halledeceğim ben o işi.” Tekrar yürümeye başladı ama nereye gittiğine dair bir fikri yoktu. Ceyda da aynı şekilde uyum sağladı. “Üzgünüm akbaba bu senin atar ve giderinle çözülecek bir sorun değil. Yapacak bir şey yok, başka alanda kendimi geliştirmeyi öğrenmem lazım. Teknolojiye en uzak alan!” “Kızım yürü diyorum, ölüyorum yorgunluktan. O işi kafana takma dedim değil mi?” Ceyda elinden asılarak çekiştiren adamın ardından bakarken yürümeyi bıraktı. Onunla beraber Zahir de durmuştu. “Yapılacak bir şey yok Zahir. Ortalık yeterince karışık, lütfen sende sivrilme. Şu an ne yaparsan Korhan ve Ahuyu baltalamak olur. Hem… Hem böyle olacağını biliyordum ben. Şok falan olmadım yani. Haklılar…” Zahirin kahve gözlerine kademe kademe yerleşen öfkeyle istemsiz bir adım geriledi Ceyda. “Haklılar mı? Yıllardır onlar için çalışıyorsun ve senin elindeki en değerli şeyini alıyorlar! Haklılar mı?” Ceyda hırçın yapısının aksine bugün oldukça durgundu. Bağırmaya, öfke kusmaya ya da hırçınlığını içinden atmak için sinir krizlerine hiç ihtiyacı yoktu. “Haklılar Zahir. Bir kere ihanet eden her zaman bu riski taşır. Gözleri kapalı bana emanet ettikleri her işte acaba mı kuşkusu yaşanılmayacak kadar bıçak sırtı bir zamandayız. Niyetimin iyi olup olmaması hiç önemli değil. Çünkü niyet de soyut bir durum. İyi olduğuna ben karar veriyorum ama gerçekte böylemi, karar merci kim ki? Güneş bugüne ulaşmak için çok büyük kayıplar verdi, çok emek harcadı. Bunları yaparken de kimseyi ezip, zorlayarak hareket etmedi. Şimdi ben kendi irademle onların verdiği emrin dışında adım atıyorsam bana tekrar güvenin diyemem. Ayrıca senin de o kadar büyük forsun yok Güneşte, egon incinirse kusura bakma artık.” Ceyda’nın uzun konuşmasıyla Zahir kaşları havada bitirmesini bekledi. “Forsum yok!” “Aynen akbabacığım, bu gerçekle ağlamak istersen banyoyu kullan.” Zahir uzun boyunun avantajıyla iyice dibine girdiği kızı üstten üstten süzdü. “Şu karmaşayı çözelim, çocukları eve getirelim sana yazılım şirketi kurdurup başına da geçirmezsem adam değilim!” Ceyda kendine olan güvenine her seferinde hayret ediyordu. Nasıl bu kadar büyük sözleri böyle bir rahatlıkla verirdi ki. “Sa- saçmalama! Böyle bir işe kalkışmak sadece bana değil dayıma, Cemile de zarar verir. İzinleri dışında akıllı telefon kullanamam diyorum Zahir sen işin ciddiyetini çözememişsin.” Zahir ürpertici bir gülümsemeyle baktı Ceyda’nın gözlerine. “Senin yazılım şirketinin onayı için, o adam ve annemin olduğu masada bir akşam yemeği kadar sabretmem yeterli fare. Güneşi gözünde büyütürken beni küçültme cüretti gösterme. O adamın en büyük zaafı annem, annemin ise ben! Ve inan etik değerleri sikip atmada üstüme tanımam!” Ceyda ağzı aralanmış öylece konuşan adamı dinliyordu. Hayatı boyunca en nefret ettiği kişiyle sırf Ceyda için zaman geçirmeyi mi kabul edecekti yani? Bir şeyler söyleme gereksinimiyle ağzı tekrar açılıp kapandı ama yapamadı. Birliğin hizmetinde olması artık imkansızdı. Ama birliğin gözetimi altında kendi için bir şeyler yapması mümkün olabilir miydi ki? Ya da dokuz üssün liderlerinden biri onun için böyle bir talep de bulunsa Gökay Turan bunu geri çevirir miydi? İçinde sönmeye yüz tutmuş umut ışığı filizlendi. “Sen… Sen bunu yapmazsın… Nefret ediyorsun ondan…” Birliğin beyninde gezmek her zaman iyi olmuyordu işte. Mesela Zahire yüksek sesle söylemediği ama geçmişine dair her ayrıntıya hakim olduğu bilgilerin elinden geçmesi gibi. Annesiyle durumunu biliyordu. Bahadır Ataevanın sırf Zahiri yakınında tutmak ama birliğin de içine çok karışmasını önlemek için Korhan Yıldırayın çevresinde görevlendirmesi gibi. Adam kendi çapında Zahiri böyle koruyor ama bir yandan da bağlarının kopmaması için ona incecik iplerle tutunuyordu. “Yaparım… Çıkarıma gelen her şeyi yapabilirim.” Zahir başını eğip, gözlerini iyice yaklaştırdı Ceyda’nın gözlerine. “Bunu da en iyi sen biliyorsun değil mi? Sadece Korhan hakkında bilgi ulaştırmadığına eminim bilgisayar faresi.” Ceyda’nın yutkunana boynuna değdi irisleri ve dalga geçen bir gülümseme yollayıp geri çekildi. “İki saat uyuyabileceğimiz bir yer göster bize. Gözlerim yanıyor artık.” Elini bırakmadan yürümeye devam edenin peşinden Ceyda da ilerlemeye başladı. Aklı karman çormandı. Kalbi ise hiç olmadığı bir dağınıklığın ortasında öylece bekliyordu. Zahir haklıydı. Sadece Korhan hakkında bilgiler ulaştırmamıştı birliğe. Bahadır Ataeva için de hazırlanan dosyaları vardı. Peki bu adam tüm bunları bilirken Ceyda’nın hayatında kalıcı olma cesaretini nasıl gösterirdi?
Zamanın oldukça ağır geçtiği bir kara deliğin ortasında kaldı Ahu. Elinde kahvesi Onun için Korhan’ın gidişinden sonra düzenlenen odadan aşağıda eğitim gören askerleri izliyordu. Yirmi kişilik bir ekip oldukça acımasız denilecek zorlayıcılıkta yakın temas saldırısı gerçekleştiriyordu. Birbirlerine uyguladıkları her darbe gerçekti. Ahu bunları izleyeme öyle alışmıştı ki artık eskisi gibi tepki de vermiyordu. Kırılmış bir burun ya da çıkmış bir omuzda odadan fırlayıp, yardım etme refleksleri kontrol çizgisindeydi artık. Gözleri kapandı. Otuz yedi gün önce onu burada bırakıp giden adam düştü zihnine. Her Allah’ın günü yapmıyormuş gibi vedalaştıkları anı düşlerken buldu kendini. Onun, Duhanın ve Alparslan’ın birlikten ayrılmalarını sağlayan helikopterin sesi kulaklarını uğuldatırken sıkıca sarılmıştı Korhan. Ahunun acıyla karışık öfkesini yatıştırmak ister gibi kardeşleriyle beraber geleceğini sürekli tekrar etmişti. Yüzünün her miliminde dudaklarını dolaştırmış, bunun onlar için son kez ayrı geçecek bir an olduğu yeminlerini sıralamıştı. Ahu gözünün yaşı durmadan sadece dinledi o gün Korhan’ı. Sıkıca sarıldı. Kokusunu içine çekti ve geri dönmesi için kalbiyle yalvardı. Gidişini de saatlerce aynı noktada gökyüzüne bakarak izledi. Şifa yanına gelip, bugünlerin geçeceğini fısıldamıştı o dinlendirici sesiyle. Zahir de o gün içerisinde gitmek durumunda kalmıştı. Korhan’ın yokluğunda kalan işlerle sadece kendisi ilgilenecekti ama sık sık yanına uğrama söz vermiş, bir ağabey gibi kollarını Ahuya dolamıştı. Ama onu çileden asıl çıkaran şey giden Korhan’ın acısını bile azıcık hafifletemeden Ceyda’ya yapılanı öğrenmesi oldu. Birlikten ayrılmak zorunda olduğunu söylerken utanıyormuş gibi bir de gözlerine bakamamıştı Ceyda. Korhan dönene kadar yanında kalamadığım için affet demişti. Hayatını adadığı tutkusunu, Ahu ve Korhan için feda eden Ceyda’yken Ahuyu burada bir başına bırakmanın utancını yaşar gibi gözleri Ahudan kaçmıştı sürekli. Halbuki Ahu bunu hiç düşünmemişti ki. Ceyda’dan yardım isterken onun hayatına böylesi bir hasar verecekleri asla aklına gelmemişti. İşini kaybettiği gibi artık Birliğe ait hiçbir yapının çatısı altında bile olamayacağını öğrenmek o güne kadar koruduğu tüm sükûneti silip atmıştı. Odasından fırlayıp çıktığında ayakları çıplaktı. Koca bir eğitim alanını koşarak geçtiğinde taşlar kesmişti derisini. Zerre peşinden koşan Ceyda’nın bağrışlarını umursamadan Gökay Turanın odasına kapı çalma nezaketi bile göstermeden dalmıştı içeri. Odasında üç kişiyle toplantı yapan adamın gözlerine bakmış ve ne büyük bir öfkeyle yandığını görmesi için öylece beklemişti. Gökay Turan odasını boşaltıp, neler olduğunu sorduğunda ise olabilecek en durgun sesiyle Ceyda’nın çıkıp gittiği an onun da gideceği olmuştu. Gökay Turan bunun mümkün olmayacağını söylediğinde yine onu Birliğin değişmez ilkelerinden iradeye itimadı öne sürmüştü. Kendi isteğiyle buradan ayrılmasına hiçbirinin mâni olamayacağını, zerre kadar yumuşaklık göstermeden adamın gözlerine baka baka anlatmıştı. Onların Birliğine ait bir mürit olmadığını unuttuysa diye hatırlatmıştı. Ahudan sonra odaya giren Şifa ve Ceyda’ya takılan gözleri geri Ahuya bakmış ve kurallara uyulmazsa bozulacak düzeni anlamasını istemişti. Ama Ahu birilerini anlama, birilerinin işini kolaylaştırma evresini geçmişti artık. Ceyda’nın çıktığı an onu burada hiçbir gücün tutamayacağını tekrarladı. Onu zorlarlarsa Korhan’a, nasıl tehditle tutulduğunun haberinin gideceğini korkusuzca fısıldadı. Şifanın uzlaşmacı yanı sayesinde kurallarda esneklik yapılma kararı verilmişti. Ceyda Ahunun yanında ne kadar süre kalmak isterse o kadar kalacaktı. Kendi iradesi dışında yollanmaya çalışıldığında Ahu da ayrılacaktı Umuttan. Ahu bir yudum daha aldı buz gibi olmuş kahveden. Sağlıklı düşünemiyordu artık. Çok az uyuyor, çok az yiyebiliyordu. Korhan’la neredeyse hiç iletişim kuramamıştı. Şifa ve medyaya yansıyan haberler sayesinde takip edebiliyordu. Bir ay… Bir ayda ülke ne kadar karışabilirse o kadar karışmıştı. İlk önce Ülkenin en zengin ilk beş iş adamından biri olan Duhan Doğrunun tüm şirketlerinin hukuk yönetimini Korhan Yıldıraya emanet ettiği haberleri ekonomi kanallarında yayınlanmıştı. Onunla beraber böyle büyük bir yetkiyi üstlenen adamın hakkında bilgiler sosyal medyada dolaşmıştı. Daha önceki aldığı davalar, başarı oranı, özel hayatı bir şekilde ama Korhan’ın izin verdiği miktarda yer edinmişti. Sonrası ise büyük yangın öncesi çıkarılan küçük bir tutuşturma çalışması gibi gelmişti. Korhan Yıldıray oldukça basit görünümlü bir davasını medyaya taşımıştı. Dava içeriği ilk önce dikkat çekmese de ucunun dokunduğu aile magazin sayfalarının bile kanının hızlanmasını sağlamıştı. Duruşmanın görülmesi, iş dünyasının ileri gelenlerinden olan aile şirketinin küçük bir ihale sonrası haksızlığı çorap söküğü gibi başka haksızlıkların da ortaya dökülmesini sağlamıştı. İhalelerin nasıl daha önceden zaten aileye satıldığı, devlete ödenecek vergilerden muaf olmak için hayali iş istihdamları, nerden giriş yaptığı belli olmayan büyük paraların dağıldığı hesaplar, yurt dışına ihraç edilen inşaat malzemelerinin tırlarından çıkan yüksek miktardaki kokain ve bu tırların aile şirketiyle olan bağı, batmaz denilen titaniği derin sulara gömmüştü. Bir anda karışan ortalıkla medya bile şaşkına dönmüştü. Tüm mallara gelen tedbir, şirkette hissesi olan herkese konulan ülkeden çıkış yasağı, hızlı göz altılar, ifadeler, soruşturmalar, nöbetçi mahkeme kararıyla gelen tutuklamalar derken gözün görebildiği her yerde onun adı vardı. Korhan Yıldıray! Basit bir ihaleye fesat karıştırma davasının Türkiye devi bir aileyi nasıl böyle bir çizgiye taşıdığına kimse akıl sır erdiremiyordu. Onunla beraber Duhan Doğrunun desteği tüm ekonomi kanallarının radarındaydı. Bu adam kimdi? Bu adam neden böylesi bir iş insanı tarafından destekleniyordu? Korhan Yıldıraya elindeki kanıtları kim ulaştırmıştı? Çok daha korkutucu olanı ise kulislerde konuşulan bu dosyanın Korhan Yıldırayın elindeki en hafif dosya olduğu haberlerinin doğru olup olmamasıydı. Tüm iş dünyasına ürperti yayan bu haber örümcek ağı gibi sarmıştı her yeri. Korhan Yıldıray çıktığı avda ilk olarak bu davayla kendini göstermişti. Elinde yolsuzluk yapmış herkese ait bir şeyler olduğu söylentileri Duhan Doğrunun onu sonsuz bir güvenle desteklemesi sonucunda cevabını buluyordu. Eteği tutuşan herkes Korhan Yıldıraya ulaşma çabasına girmişti bile. Ahu her okuduğu yeni haberle daha kötü olmaya başlamıştı. Korhan’ın böylesi bir ses getireceği, birkaç yabancı haber kanalının bile onu konu edinişi ödünü koparıyordu. Fransa’nın en çok okunan Ouest-France gazetesi Türkiye de neler oluyor diye atmıştı manşetini. İtalya’da, II Sole 2 ORE ise Türk iş dünyasının dibine dinamit döşeyen avukat manşetiyle Korhan’ın resmine yer vermişti. Ahu oldukça büyük bir yıkımın ön hazırlıkları olduğunu biliyordu bunların. Ama içinde sürekli ona, zarar görürse diye fısıldayan yanı eziyet ediyordu. Kafası cama yaslanmış bir halde görmeyen gözlerle eğitimlerini devam ettiren askerleri izlerken kapısı aralandı. “Ahu?” Ceyda’nın sesiyle daldığı bataktan çıkan Ahu camdan başını ayırdı. “Kapını üç kere çaldım ama duymadın galiba.” Ahu solgun yüzüyle gülümser gibi bir mimik sergiledi. “Özür dilerim dalmışım.” Ceyda yatağının üzerinde hala ekranı açık tablete göz attı. Korhan’ın adına yapılmış bir haber metni açıktı. Görmemiş gibi davranarak çekti bakışlarını hemen oradan. “Aşağı inelim biraz, bütün gün çıkmadın. Hiçbir şey yemedin de.” Ahu sanki elindeki yeterliymiş gibi bardağını havaya kaldırıp yine o alışılmış sahte tebessümlerinden birini yolladı. “Kahve içiyordum canım. Cemille görüşecektin sen, görüştün mü? Nasılmış?” Ceyda ayaklarını sürüye sürüye içeri doğru yürüdü. Son günlerde git gide soluyordu Ahu. “Konuştum ahu ceylan, iyiymiş. Selamı var. Akbaba da aradı, o da gelecekmiş yarın.” Ahu diğerlerinin aksine biraz daha gerçekçi bir gülümsemeyle baktı Ceyda’ya bu kez. “Sevgiline akbaba demekte ısrarcısın ha?” Ceyda kendini bırakır gibi yatağa yayıldı. “Biz öyle anlaşıyoruz kendisiyle. Ayrıca sevgili falan demeyelim ya. Ne o öyle romantik romantik isimler.” Ahu aynı şekilde yanına gelip uzanmıştı. Omzuyla da hafifçe Ceyda’yı dürttü. “En son adam dayına neredeyse fuckbody olduğunuzu söylüyordu ve sen kalp krizi geçiriyordun hatırlatırım.” “Aptal! Nerde ne söyleyeceğini bilmeyen puşt! Birde kimseyi iplemeyip bana yazılım şirketi açma sözü verdi inanabiliyor musun? Burjuva köpek!” “Çok özlemişsin sen Zahiri.” Ceyda başını geriye doğru yaslayıp iç çekti. “Regli azgınlığı bu ahu ceylan. Çok da anlam yüklemeyelim lütfen.” Ahu Nar artık şaşırma işini de bırakmıştı. Sadece ters ters bakıp geri o da tavanını izlemeye devam etti. “Tam birbirinize göresiniz gerçekten. Bazı gerçekleri benden saklayabilirsin Ceyda, alınmam ben buna.” Ceyda yan dönüp, dirseğini yatağa yasladı ve avuç içiyle başını destekledi. “Olmaz. Biz arkadaş olduğumuza göre her şeyimi biliyor olmalısın. Şifa nerde bu arada? Sabah gördüm bir daha yok ortada.” “Veronica gelecekti ama benim yanıma uğramadılar. Şu ara taş binaya giren çıkanın haddi hesabı yok. İşleri vardır belki.” “Fena dağıttı ortalığı seninki. Ana binadan uzak durmam gerekmese kimler geliyor diye gözümün birini orda bırakırdım. Maliye bakanı gelip gittiğinden beri çok daha arttı trafik.” Ahu bunları düşünmek istemiyordu artık. Gözlerini kapatıp öylece bekledi. Ceyda yine dayanamadı. “Hadi kalk bir şeyler yiyelim. Korhan beni mahvedecek şu halini görse.” Ahunun kapalı gözleri yanmaya, burnu sızlamaya başladı adını duymasıyla. “Gelmiyor ki…” “Ortalığın ağızına sıçmakla meşgul ahu ceylan. Ama az kaldı. Gerçekten her yer yanıyormuş gibi bir durumun içindeler. Anladığım kadarıyla hazırlıklar tamam.” Ahu son söylediğiyle başını hızla kaldırdı yasladığı yerden. “Ne? Ne demek bu?” Ceyda gözündeki kalemin dağılmasını umursamadan elinin tersiyle gözünü ovaladı. Kendine merakla bakan kızdan gözlerini kaçırdı. “Suikast ve sonrası için hazırlıklar…” Ahu soluğunu tutup devam etmesini bekledi ama Ceyda konuşmayacak gibiydi. Bu çok büyük bir şeydi. Bu Ahunun kardeşlerine kavuşacağı günün yaklaştığını gösteren ama aynı zamanda da her yerin mahşer alanına döneceği o kaosun habercisiydi. Ceyda gibi gözlerini kapattı. İçinden her zaman yaptığı gibi dualar mırıldanmaya başladı. Bir an önce bugünlerin bitmesi ve hayalini kurduğu o güne uyanmak için her şeyi yapardı… Kıyametin koptuğu gün o andan sekiz gün sonra gerçekleşti. Umut’a inip kalkan helikopter ve jetlerin sayısını tutamıyordu artık. Bir gün öncesinde eğitim için orda buluna tüm askerler tahliye edilmişti. Sadece güvenlik önlemlerinde görevli askerler Umut’u korumaya almıştı. Alparslan ve Şifa yanına gelmişti bir gün önce. Yarın başlıyoruz demişti Alparslan. Yarın Dünyaya, onlardan haber bekleyen kimse Atilla Saruhanlının mirasına eriştiklerini, artık her şey için hazır olduklarını duyuracaktı. Şifa, Ahu ve Ceyda onun odasında öylece beklerken üçü de çok sessizdi. Ahu gözünü odasındaki saatten ayırmıyordu. Kimse ona bir şey söylememişti ama saatin 11.47 olması gerekiyordu. Ahunun hayatını mahveden o zaman dilimi şimdi donup kaldığı andan Ahuyu kurtaracaktı. On sekiz yıl önce 11.47 de duran zaman şimdi yeniden akacaktı. Ahudan alınanların verilmesi için 11.47 den sonraki anlara çok ihtiyacı vardı Ahunun. 11.15
11.22
11.27
11.35
11.43 11.47…
Ahu gözleri kapalı nefesini tuttu. Ceyda’nın elini sıkan parmakları daha bir sıkılaşmıştı. Şifanın sırtında dolaşan eli aynı noktada donup kaldı. Neredeyse on beş dakika boyunca nefes sesi bile duyulmadı odada. Ahu alıp verdiği nefesleri sayıp sonunda titreyen elini yatağın üzerinde öylece bekleyen tablete uzattı. X e girdi. Son dakika haberlerine titreyen parmağı dokundu. Kalbi çok hızlı atıyordu. Suratındaki tüm kan çekilmişti ve kulakları uğulduyordu. Saniyede binlerce haber düşüyordu akışa. Aynı görüntü binlerce hesap tarafından paylaşılıyor, çok hızlı bir sayfa yenilenmesi yaşanıyordu. Şifanın eli odadaki küçük televizyonu açmak için kumandaya dokundu. Açılan ilk kanalda ise yayın kesilmiş acil son dakika haberleri girmeye başlamıştı bile. Birkaç kanalı dolaştı. Onlarda da durum aynıydı, sabah kuşakları yarıda kesilmiş ve acil son dakika girmek için spikerler kamera karşısına geçmişti. Hepsi büyük bir şaşkınlık, korku, bolca dehşet izleri taşıyan suratlarıyla aynı şeyi tekrarlıyordu. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, açılacak yeni şehir hastanesinde kurdele kesme törenine katılmak için Ankara’dan İstanbul’a doğru makam araçlarıyla yola çıkmıştı. Üst düzey güvenlik önlemleriyle hareket eden konvoyun arasındaki bir araç, saatler 11.47’yi gösterdiği an büyük bir patlamayla küle dönmüştü. Şu an gelen haberler çok kısıtlıydı, müdahale edilmeye çalışılıyordu, suikasta uğrayan aracın Cumhurbaşkanını taşıyıp taşımadığına dair net bilgiler henüz haber kanallarına ulaşmamıştı ama oldukça güçlü bir patlama olduğu teyit edilmişti. Haber kanallarına ait kamera ve muhabirlerin olayın gerçekleştiği noktaya hızla intikal etmeye çalıştığı spikerler tarafından izleyicilere defalarca tekrar edildi. Telefonlar sayesinde ellerine ulaşan görüntülerin netliği yeterli bilgi vermiyordu. Sadece çok büyük bir kaos ortamının hâkim olduğu, bölgeye en yakın emniyet ve ordu birimlerinin harekete geçtiği bilgisi veriliyordu. Ahu elindeki tableti bırakıp, omuzları düşmüş bir halde yatağına yığılır gibi oturdu. Şifa hala spikerin panik sesinin odaya yayıldığı kanalı kapatıp Ahuya baktı. Ceyda çok daha insani hisler taşıyordu yüzünde. Telaşı parmaklarını karıncalandırıyordu. Birliğin ona sunduğu tüm imkânları teslim ettiğinden beri ilk kez keşke dedi. Keşke şu an tüm kameralara ulaşma izni olsaydı ve neler yaşandığını kendi gözleriyle izleyecek sistemlerin içine dalsaydı. “Bitti mi?” Ahunun fısıldayan sesiyle Şifa karnındaki elini dolaştırmayı bıraktı. Ahu gözlerini kaldırıp Şifaya baktı. “Tamam mı artık? Ahi ve Suhanı verecekler mi bize?” Siyah incileri dolu dolu Şifadan birkaç kelime bekledi. “On sekiz yıl önce babam ve annemi kaybettiğim yerde bugün ölen adam kardeşlerimi bana verecek değil mi?” Şifa yaklaşıp, gücü sönmüş siyah saçlarına dokundu. “Sona çok yaklaştık Ahu. Bugünden itibaren her an beklediğimiz o haber gelecek bize. Pazarlık için irtibata geçtikleri an kimdeler bileceğiz ve onları alacağız. Çok az kaldı.” Yine sükûnetle beklemek düşüyordu Ahuya. Geride, sessizce beklemek… Şifa öğleden sonra Veronica ile Yuva dedikleri bir yere geçmesi gerektiğini söyledi. Ceyda ise zor şer yalvarmaları sonucunda izleyici olacak kadar sadece bilgi işlemde bulunma izni yakalamıştı. Ahu ondan istenildiği gibi bekledi. Helikopter ve jetlerin iniş kalkış seslerini dinlerken uykuya daldı. Uyandı. Korhan’ın haftalardır dokunmadığı saçlarını taradı. Akşamüzeri odasına birisi yemek bırakmıştı sadece çorbasını içti. Sonra yine uyudu. Tek kaçış noktası uykuymuş gibi sığınak olarak rüyaları seçti. Son günlerde çokça rüya görür olmuştu. Bazen öyle bir hal alıyordu ki rüyaları uyanınca bir süre gerçek ve hayal arasında sıkışıp kalıyordu. Bazen anneannelerinin evinde Ahi ve Sühan’la oluyordu. Bazen bunları hiç yaşamamış gibi bir zihinle Manisa’ya gidiyordu. Bazen ürperticiydi ama çoğu zaman uyandığında mutluluktan ağlatacak kadar güzel de oluyordu. Ahinin kokusunu hissediyordu sanki. Korhan oluyordu sağ yanında. Soğuk elini tutup, ısınıyordu gerçekmiş gibi. Özlemine, korkusuna, sabrına destek olan tek şey rüyalarıydı. Kötüydü Ahu… Gören her gözün anlayabileceği kadar yorgun, bitap, çaresizdi. Ceyda’yı ürpertecek kadar çok dalıp gidiyordu. Olayın ertesi günü haberler tuhaflaşmıştı ama. Suikastın, korumaların olduğu bir araca gerçekleştirildiği, Cumhurbaşkanının yaralı olarak kurtarıldığı servis edilmişti medyaya. Ahu bunu gördüğünde neredeyse aklını oynatacakken Ceyda bunun zaman kazanmak için bir yalan olduğunu söylemişti. Çıkabilecek karmaşayı kontrol altına almak için iktidardaki partinin uyguladığı strateji diye içine serin sular serpmişti. Tuhaf bir şekilde ana muhalefette iktidar söylemlerini destekleyen açıklamalar yapıyordu. Daha ilginç olan ise Cumhurbaşkanına yapılan suikastın tarihin tekerrürüne dair haberlerdi. Medya da dolaşan haber açısı bir anda yıllar önce tam aynı noktada, aynı zamanda ve aynı yöntemle vefat etmiş Atilla Saruhanlıyı göstermeye başlamıştı. Bir anda güncel olan muktedir olay değil de yılların unuttuğu hadise dirilmişti mezarından. Atilla Saruhanlıya ait videolar, fotoğraflar, meclis konuşmalarından kısa kesitler, karısıyla özel hayatına dair içerikler tüm sosyal ağı kaplamıştı. Ahunun hiçbirine bakma cesareti gösteremediği tüm görüntüler her yerdeydi artık. Önceden canının acımasını göze alıp ailesine dair arşiv kayıtlarını arama motorlarında taratamayan Ahu bir tanesini bile es geçmeyecek kadar tükenmişti. Acıyacak canını umursamayacak bir ruh halindeydi. Yaklaşık bir hafta daha bu şekilde galeyanı önleyici açıklamalar yapıldı. Ama sonunda asıl olan ortaya çıktı. Sabah on sularında devletin iç işleri bakanlığını yapan ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı yardımcılığında görev alan Altay Özdemir beklenilen açıklamayı yaptı. Ahu gözlerini kırpmadan adamı izliyordu. Yakasında bulunan güneş figürünün ortasında kalan bayrak armasını, duruşunu, seçtiği kelimeleri hafızasına kaydeder gibi bakışlarını canlı yayınla ülkeye konuşan adamdan ayırmıyordu. Bir hafta önce suikast sırasında yaralanan, durumu git gide olumlu yönde gelişen ama bu sabah yaşanılan bir komplikasyon sonucunda hayata gözlerini yuman Cumhurbaşkanı için devlete ve millete başsağlığı dileklerinde bulunuyordu. Kırk gün ulusal yas ilamından sonra bakan, bakışlarını kameraya çevirmiş ve Ahunun asıl beklediği sözleri söylemişti. “Yas süreci sonunda yapılacak olan seçimle ülkenin bekasını, milletin dirlik ve birliğini tekrar sağlayacağız. Bu süreçte merhum cumhurbaşkanımızın yerine vekillik yaparak, düzenin bozulmasına mahal verilmeyeceği sözünü milletimize duyurmak isterim.” Kameralar kadrajlarına sadece Altay Özdemiri aldığı sırada bakan konuşmasını son cümlesiyle tamamladı. “Türkiye Cumhuriyeti bölünmez bütünlüğünü korumaya devam edecek. Bugünden itibaren Güneş sadece Türkiye topraklarının üzerine doğacak! Türkiye’nin başı sağ olsun…” Ahu Bakanın son söylediklerinde kimlere, neyin mesajının verildiğini anlayabiliyordu. Ahu gibi mesajın muhatapları da anlayacaktı. Sona bir adım kala dudakları keyiften yoksun bir gülümsemeyle kıvrıldı. Hissediyordu. Beklediği haberin gelmesi için çok az bir zaman kalmıştı. Şimdi biraz uyuyup bu zamanın hızla akması için kendini gerçekten soyutladı.
Ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla Şifa ve Veronica giriş yaptı Umut’a. Ahu henüz gözlerini bile açmadan kapısı hızla tıklatılıp, açıldı. “Ahu!” Ahu gözlerinin rengi daha bir parlamış Şifaya baktı. Ceyda da sanki yeni uykudan uyandırılmış gibi darmadağınık bir haldeydi. “Kalk Ahu! Giyin, taş binaya geçiyoruz.” “Ne? Ne oluyor?” “Kalk hadi çabuk, elçiden haber var! Alparslan haber verdi Korhanlar geliyor kalk.” Ahu Korhan’ın adını duyar duymaz ayaklanmıştı zaten. “Nasıl? Kim dedin Şifa? Haber…” “Hadi çabuk olalım, acil çağrı aldı tüm üsler. En geç akşama hepsi ülkeye giriş yapmış olur. Elçi yolda.” Ahunun haftalardır ritmi yavaşlamış kalbi bir anda hızını artırdı. “O kim? Allah’ım! Tamam…” Ölecekti heyecandan. Korhan geliyordu! Bekledikleri haberle beraber sonunda Ahunun kehribarı ona dönüyordu. Hızlı bir şekilde siyah tişörtü ve bol, yazlık bir pantolonu üzerine geçirdi. Saçlarını sıkıca bir topuzla topladı. Sendeleyecek gibi olduğunda Ceyda yakaladı kolundan. “Dur! Tuttum seni. Tansiyonun düştü ahu ceylan.” Ahu gülümsedi. Daha öncekilerin aksine gerçek bir gülümsemeydi ama bu. “Hızlı hareket ettim sadece. İyiyim endişelenme. Hadi gidelim.” Ceyda da ondan aşağı kalır bir halde değildi. Aylardır çekilen çilenin biteceği umudu onun da kalbini çiçeklerle dolduruyordu. “Son ahu ceylan… Sondayız, geliyor kardeşleriniz.” Ahu atılıp sarıldı Ceyda’ya. Kolları öyle güçlü sıkıyordu ki. Yüzündeki gülümsemeye inat bir iki damla ıslattı yanağını. “Bitiyor… Korhan gelecek! Ahi Suhan gelecek. Bitiyor artık.” Geri çekildiğine eli karnında tebessümle onları izleyen Şifaya baktı bu kez. Ceyda’ya yaptığı gibi bu sefer ona sarıldı. “Çok teşekkür ederim… İkiniz olmasanız ben aklımı kaçırırdım. Çok teşekkürler.” Neredeyse iki aydır buradaydı. İki aydır sürekli yanında olan bu iki kadın Ahu için çok değerliydi. Şifa gitmesi gerektiğinde gidiyordu ama çok kısa bir zamanda hemen geri dönüyordu. Korhan’a verilen söze sadakatleri gerçekten hayranlık uyandıracak kadar değerliydi. Buradaki herkes Ahu rahat etsin diye emek harcıyordu ama Şifa ve Ceyda ona kız kardeşlik yapmıştı. Hatta iki kere bir araya geldiği Veronica bile çok sıcak davranmış, Ahuyu zihnini deşeleyen düşüncelerden uzaklaştırmıştı. “Her şey bitecek ve biz hepimiz çok güzel bir kutlama yapacağız ahu ceylan.” Tıpkı Ceyda gibi ona seslenince kıkırdadı Ahu. Sonra üçü de konaklama binasından ayrılıp taş binaya doğru ilerlemeye başladılar. Gökay Turanın odasına adım atıldığında mavi gözlü, oldukça uzun boylu bir kadın vardı odada. Kadın boydan boya Ahuyu süzmüştü. Elektrik mavisi gözleri ilk baktığında tüylerini diken diken etmişti. “Gel Ahu.” Gökay Turanın yer göstermesiyle içeri adımladı. “Geliyorlar mı? Neler oluyor?” “Duhan ve Korhan’ın helikopteri birazdan piste iniş yapar. Ama Alparslan ve Barbaros henüz ülke sınırlarının içine girmediler.” Ahunun kaşları çatıldı. Barbaros ismini duymuştu ama kim olduğu hakkında zerre fikri yoktu. Soru sorar gibi Şifaya baktı. “Elçi Barbaros canım.” Başını onaylar gibi salladı sadece. Sonra Gökay Turana bakıp “Piste gitsem” diye mırıldandı. Adam küçük bir tebessümle başını onaylar gibi eğmişti. Yol gösteren eli kapıyı işaret etti. Önden Ahu ardından Gökay Turan, Ceyda, Şifa ve adını bilmediği kadın çıktı. Ahunun seri adımları her gün izlediği piste doğru ilerledi. Geniş alanda güvenli bölge olarak işaretlenmiş kısımda ileri geri adımlarken başı sürekli gökyüzündeydi. Yaklaşık kırk dakika sonra yaklaşan helikopter sesiyle adımları kilitlenip kaldı. Piste iniş yapan ve gitgide pervanesi yavaşlayan helikopteri daha fazla izlemeye tahammül edemediğinde ise seri adımlarla alana doğru yürümeye başladı. Kapağı açılınca içinden ilk Duhanın sonrasında ise Korhan’ın çıktığı helikopterden bakışlarını ayırmadan neredeyse koşan adımlarla ilerledi. Hala pervanenin sesi çok güçlüydü ve etrafa yaydığı rüzgar gözlerine toz dolmasına neden oluyordu. Ahu umursamadı. Gözlerini aralayabildiği anda Korhan’ın da ona doğru hızlı adımlarla ilerlediğini gördü ve artık koşmaya başladı. Sonunda orta bir noktada birbirine dokunan eller hızla kenetlenip, bedenleri hasretle sarmalandı. Korhan’ın sol eli beline dolanırken ayakları yerden kesilmişti bile. Sağ eli hızlı bir manevrayla saçlarını toplayan tokaya uzanmış, hızla saçlarından ayırmıştı. Ahunun etrafa saçılan saçlarının arasına yüzünü gömdü. “Korhan…” “Ölüyorum sandım…” İkisi de aynı anda konuştu. Korhan başını gömdüğü boynun her yerine öpücükler bırakırken Ahu da saçlarına, şakağına ya da neresine denk gelirse dudaklarını bastırdı. “Sensiz ölüyorum sandım kelebek…” Ahunun kalbi ağzından fırlamayacak olsa konuşurdu. Hasretiyle yandığı iki ayı anlatırdı. Şu an ona sarılıyor diye bayılacak raddeye geldiğinden bahsederdi. Ama bu çabaya girmedi. Sadece sıkıca sarıldı. Dudaklarının ulaştığı her noktaya öpücükler bıraktı. Korhan’dan ona akan aşkı soluyup, karşılığını sundu. Birkaç dakikaları hasretin kontrol edilebilir olması için sarılmak, öpmek, koklamakla geçti. Korhan azıcık geriye çekildiğinde Ahunun yüzünü süzmüştü. “Kaşık kadar kalmış suratın.” Ahu tebessüm edip, kehribarlarına baktı. Eli yanağından ayrılmamıştı hala. “Sen sanki farklı durumdasın. En son ne zaman uyudun?” Bunu söylerken koyu halkalar kaplamış göz altlarında parmakları dolaşmıştı. “Sensiz uyuyamıyorum. Seni o kadar çok özledim ki…” Korhan içi gider gibi yüzünden ayırmıyordu irislerini. Gözünü kapatsa kaybolacakmış sanrısıyla birkaç santim gerisine bile çekilemiyordu. “Sensiz bir şey yiyemiyorum ki. Çok özledim Korhan…” Dudaklarını rengi solmuş, derisi çatlamış dudaklara yasladı. Öpmekten ziyade dinlenmek gibi orda öylece kaldı sadece. Dudakları hala dudaklarında yaslıyken “çok seviyorum” diye fısıldadı. Ahu da “çok aşığım” diye mırıldandı. Sonunda kendilerine gelebildiklerinde Ahu biraz geriye çekilmişti. Hafif bir utanç sardı tenini. Ardındaki insanların varlığını tamamen unutacak kadar Korhan’a saplı kalmıştı. Şimdi izleyicilerinin varlığıyla tedirginlik çöktü. Korhan onu kolunun altına alıp tekrar başının üzerine dudaklarını yasladı. Ahuyu yanından milim uzaklaştırmadan ileri doğru yürümeye başladı. “Alparslan ülkeye girdiğine dair haber verdi. Bir saate burada olurlar.” Gökay Turan başını salladı. “Elçiyi güvenle getirme görevi onundu. Sıkıntı olmadığına dair bize de bilgi sağlandı.” Duhan Gökay Turana politikler arasındaki karmaşadan bahsederken Korhan odanın bir köşesinde Ahuya sarılmış bir halde gelecek olanları bekliyordu. Ahunun saçlarında dolaşan parmakları solgun yüzünü okşadı. “İyi bakmamışsın benim kelebeğime.” Ahu masum bir çocuk gibi omuzlarını silkti sadece. “Sen bak… Madem senin, sen bak o zaman. Ben bakamıyorum.” Korhan iki aydır beynini darma dağın eden ağrının tatlı bir esinti gibi kulağından sızan sesiyle geçtiğine inanamıyordu ama tam olarak bu oluyordu. Ahunun sesi, gözleri, kar beyazı teni Korhanı sancıyla kıvrandıran ağrıyı tedavi ediyordu. “Korhan ne olacak şimdi?” Korhan saç uçlarından bir tutamı parmaklarıyla kıstırıp öpücük bıraktı. Ahunun telaşlı kısık sesine inat onun dikkati çok daha farklı bir noktadaydı. “Alparslan iletişimimizi sağlayacak adamı getirecek kelebek. İsteklerini ulaştırdıkları anda kim oldukları da ifşa olmuş olacak.” Ahu tedirgin bakışlarını Korhan’ın kehribarlarından ayıramadı. “Kötü bir şey olmaz ama değil mi?” Korhan sonunda elindeki saçla uğraşmayı bırakıp Ahuya baktı. “Ne olursa olsun sonunda Ahi ve Suhan yanımızda olacak Ahu Nar!” Başka bir ihtimal söz konusu bile olamazdı Korhan için. Verdikleri savaşın sonuna ulaşmışlardı. Alparslan’ın ve elçi diye bahsedilen adamın jeti alana iniş yaptığında Ahu soğuk soğuk terlemeye başladı. Korku, heyecan, panik ve içinde kavuşmak için can çekişen özlem bir anda benliğine saldırıyordu sanki. Alparslan yanında ondan en az beş santim kısa, otuzlarında görünen sarışın bir adamla içeri girdi. Gökay Turan ve Duhan ayaklanıp karşısına geçmişti. Gökay Turan “Barbaros” diye mırıldandığında adam canı yanıyormuş gibi bir mimik sergileyip elini gözlerine attı ve iki lensi olabilecek en özensiz şekilde çıkarıp ceketin yaka cebine bıraktı. Biraz evvel mavi olan gözler şimdi toprak rengine dönüşmüştü. “Aslar işin içinde başkan. Hangi ülke yönetimiyle anlaşma yaptılar bilmiyorum ama ejder ailesinin desteğini alıyorlar!” Gökay Turanın gözleri hızla Şifaya çevrildi bu kez. “Buna nasıl cesaret ederler? Canı Şifanın ellerindeyken…” Alparslan’ın suratı ise hiç olmadığı kadar öfke yüklüydü. Şifa neler olduğunu bilmiyordu ama Alparslan’dan ona yayılan katran karası öfke nedeniyle bakışlarını kocasından ayıramıyordu. “Neler oluyor? Alparslan!” Alparslan çalışma masasının önünde duran tekli koltuğa hızlı bir tekme atmış, odayı inletir gibi de bir bağırtı koparmıştı. “Alparslan!!!” Şifa da aynı şekilde yüksek sesle bağırdı. “O amına kodumun kılıcını biz daha ilk başta götüne sokacaktık itin! Biliyor! Biliyor ecdadını siktiğimin boku biliyor!” Alparslan’ın öfke patlaması sonucunda Ahu Korhan’ın eline sıkıca yapışmış, dehşet dolu gözlerle onları izliyordu. “Ne oluyor dedim sana? Barbaros!” Barbaros Alparslan’ın sakinleşmeyeceğini anladığında başını iki yana salladı. “Bebekten haberleri var. Şifanın bu halde ona hiçbir şey yapamayacağını biliyor ve son kumarını maden üzerinden oynamaya çalışıyor.” Gökay Turanın kaşları daha çok çatıldı. “Doğum sonrası olacakları göze alamaz! Emin misiniz?” “Bu şekilde bizim tasmamızla da yaşayamayacağına karar vermiş demek ki. Son kozunu oynamak için kardinallerden birini anlaşmak için gönderdi. Madene ait tüm bilgileri ve zehri etkisiz hale getirecek saf devayı istiyor.” “Bunu yapmayacağımızı bilir!” Gökay Turanın soru sorar gibi kurduğu cümleyle Barbaros başını iki yana salladı. “Kibri ve hırsı her şeyi yaptırır. Ciddiyetinin anlaşılması için…” Barbaros duraksadı. Gözleri Şifaya değmişti ve dünyanın en güzel renklerini saklayan gözlere öylece bakmıştı. Şifa ona neden böyle bakıldığını anlamadı. Ama Barbaros’un gözlerindeki hüzün içine ürperti olarak yayıldı. Bu bakışlar bebeğinin öğrenilmiş olmasıyla alakalı değildi. Şifa bebeğinin güvende olduğunu, ona dokunmak istedikleri an zarar görenin kim olacağını biliyordu. Bu inancı ona rahmini sarmalamış devası veriyordu. “Bir video kaydı gönderdi…” İşte bu cümle Şifanın elinin ayağının buz kesmesine neden oldu. Panikle gözleri sağ yanında onları izleyen Ahuya çevrildi. Bir video kaydı daha… Şifayı aylar önce mahveden bir video kaydı vardı zaten. Şimdi kimin için gelmişti o kayıt? Ahuyla göz göze geldiğinde dolu dolu gözlerle ona bakan kızdan çekilemedi. Aylarca beklediğinin acısını mı izleteceklerdi? “Hayır!” Şifa başını iki yana salladı. “Kaydı kontrol etmeden kimse görmeyecek!” Şifanın bağırtısı Korhan’ın da fitilini ateşledi. “Siz ne diyorsunuz? Ne kaydı? Kim bunlar?” Şifa Korhan’ı duymamış gibi Alparslan’a baktı bu kez. Sular çoktan gözlerindeki hazineyi sarmalamıştı. “Hayır Alparslan! Olmaz! Kontrol edilmeden olmaz!” “Neden bahsediyorsunuz dedim? Nerde video?” Korhan’ın yüksek sesiyle çıt bile çıkmadı odada. Korhan Ahunun elini bırakıp Barbaros dedikleri adamın karşısına dikildi. “Ne kaydı?” Barbaros konuşmadığında bu kez Alparslan’a baktı. “Ver onu bana!” Alparslan’dan da beklediği hamle gelmeyince ortalığı yıkası bir sesle “VER ONU BANA!!!” diye kükremişti sanki. “Korhan! Sakinleş, kayıt kontrol edilsin. Sonra anlaşmak için hazır olduğumuzu Barbaros aracılığıyla bildireceğiz.” Duhan, Gökay Turanın söyledikleriyle başını hızla ona çevirdi. Gökay Turan ise yılların verdiği bir tecrübeyle yüzündeki her hissi katmanlarının arasına saklamıştı bile. Anlaşma olmayacaktıç Anlaşma sonucunda Ahu ve Ahinin canı hiç olmadığı kadar büyük bir tehlikeye girerdi ama zaman kazanmaları lazımdı. Odada bulunan iki kişi haricinde herkesin korkarak bahsettiği kayıt, onunda soğuk tutmaya çalıştığı yüreğini sıkmıştı. İnsani hislerini eğitmeyi, onları gerektiği yerde durdurmayı yok saymayı öğrenmişti ama aylar önce ziyaret ettiği mezar kokusu tekrar burnuna dolmuştu. Korhan hissediyordu. Onlara söylenmese de bir şeylerin ters gittiğini, ne oluyorsa çok kötü şeylerin yaklaştığını hissediyordu. “Bana o kaydı vereceksiniz!” Biraz öncekinin aksine sesi daha durağandı ama gücü bakiydi. Gökay Turan Şifaya baktı. “Ahuyu odasına götürün Şifa!” Şifa titreyen çenesini zorla zapt edip Ahuya doğru bir hamle yapacağı zaman Ahu elini havaya kaldırıp dur der gibi bir işaret yaptı. “Hiçbir yere gitmiyorum! Gönderemezsiniz beni! Ne oluyorsa söyleyeceksiniz! Aylardır sizi dinledim, sabrettim beni kovamazsınız. Ne oldu benim kardeşlerime!!!” Tane tane konuşurken son sorusu bir feryat gibi çıktı ağzından. “Ver Alparslan!” Korhan Alparslan’ın zifte bulanmış bakışlarından kaçmak ister gibi Duhana baktı. Duhan gözlerini hüzünle kapatıp, geri açmıştı. “Ver Alparslan!!!” Şimdi çok daha toktu sesi. Alparslan onaylar gibi ağırca başını sallayıp Barbaros’un elinden bıraktığı çantaya doğru yürümeye başladı. Çanta açılıp küçük bir bellek ile geri karşısına dikildi Korhan’ın. “Ne görürsen gör…” Durdu… İkizlerden birinin zarar görmeyeceğine emindi ama kızın madende etkin biri rolü olmaması Alparslan’a en kötü senaryoyu düşündürüyordu. “Karını düşünmen lazım!” Korhan gözünü bile kırpmadan Alparslan’ın elindeki belleği kavradı. Hiçbir şey söylemeden Gökay Turanın masasına doğru ilerlediğinde Ahu da onunla beraber adımladı. Kalbi çatlayacaktı! Kalbi bu korkuyla çatlayacak, sonunda Ahunun acısı tamamlanacaktı. Tırnakları avuç içlerine öyle batmıştı ki avcundan sızan kanın bile farkında değildi Ahu. Korhan masanın üzerinde duran açık bilgisayara belleği taktı. Açılan ekrandan videoyu oynatmaya başladı. Video kaydı başladığında boş bir oda görünüyordu önce. Sonra ise ite kaka bir arbedeyle Ahinin bir sandalyeye oturtuluşu şekillendi görüntüde. Ahunun bir anda “Ahi” diye attığı çığlık ne kadar uzak durmak istese de dayanamayan Şifa ve Ceyda’yı ona doğru yürümeye itmişti. Şifa hareket eder etmez Alparslan da yakınına girmiş ve elini korumak ister gibi karnına sarmıştı. Görüntü hareket etmeye devam etti. Ahinin ağzı kıpırdıyordu ama ses yoktu videoda. Sonra ise Suhanın küçük bedeni, kendinden çokça iri bir adam tarafından görüntüye dahil edildi. Ahunun yanan gözlerinden hızlı bir damla kaydı. Çığlık atmak isteyen dudaklarını elleriyle sıkıca kavradı. Korhan hareket etmiyordu. Korhan nefes bile almadan karşısındaki görüntüye kilitli kalmıştı. Suhanın saçlarına asılan eli gördüğünde Ahu acıyı kendi saç diplerinde hissetmiş gibi inledi. Dudakları acıyla “Suhan” demişti ama ağzını kapatan elleri yüzünden sesi çok boğuk çıktı. Ahinin yanındaki sandalyeye saçlarını kavramış o el oturttu Suhanı. Korkudan hiçbir çaba harcamadan bekleyişleri Ahuyu parçalıyordu. Kaderlerine razı gelmiş şu bekleyiş Ahuyu öldürüyordu. Bir hareketlilik daha oldu. Kameranın sadece sırtlarını yansıttığı iki takım elbiseli adam dahil oldu görüntüye. Ahinin dudakları kıpırdıyordu. Suhan korkuyla bir Ahiye bir karşısındaki iki adama bakıyordu. Sonra bir anda Suhanın ardında duran iri yarı sarışın adam Ahinin ensesini kavradı. Suhanı tutan elini de hızlı bir manevrayla sırtına doğru büktü. Ahunun sessiz göz yaşını yeni bir hıçkırık böldü. Canı çok yanıyordu. Ahiyi tutan el ,Ahunun canını çok yakıyordu. Korhan hala bir tepki vermedi. Sadece izledi. Yüreği çıldırmış gibi çarparken bu kez odadaki saçları sıfıra vurulmuş adam Suhanın saçlarını tekrar kavrayıp oturduğu yerden kaldırdı. “Hayır! Hayır Suhan…” Ahunun yalvarır gibi çıkan sesiyle bir el koluna yapışmıştı. O kadar büyük bir acıyla yanıyordu ki Ceyda’nın koluna dolanan elini bile hissedemedi. Ahin dudakları bağırdığını kanıtlar gibi açılıp kapandı. Sol eli sandalyenin kollarını sıktığından damarları patlayacak gibi olmuştu. Kel adamın elinden Suhanı alan takım elbiseli kişi Suhanı hareket edemeyecek bir şekilde tuttuğunda Ahu dondu. Boynunu geriye yatırışıyla tüm hücreleri buz kesti. Elinin hareket ettiğini, Suhanın vücuduna sürtündüğünü gördüğünde ise dişleri ağzını kapatan eline saplanmıştı Ahunun. Korku gözlerini iri iri açmasına neden oldu. Korku kılcal damarlarını çatlatıp, gözlerinin akına kan bulaştırdı. Ahinin çırpınışları artsa da bir şey yapamayışı Ahunun etine asit dökmüşler gibi bir acıya neden oldu. Adamın ,Suhanın bedenini ötmesinden dolayı ne yapıyorsa göremiyordu ama kameranın rahat açı aldığı sol elinin Suhanın göğsünü acı verecek şiddette sıktığını gördüğünde bir çığlık attı. Odayı inleten, duyan kulakları sağır bırakacak, acıyı arşa taşıyacak şiddette bir çığlık… Suhanın saçlarına asılıp boynunu sağa yatırmasını, dilini boynuna sürterek ilerletmesini gördüğünde ise artık aklını oynatacak noktaya ulaşmıştı. “HAYIR!!! HAYIR SUHANNNN!!!” Ahu atılıp bilgisayarı kavradığında Ceyda onu tutmaya çalıştı ama çok geçti. Ahu bilgisayarı kavrayıp ortaya doğru fırlattığında bu kez Alparslan Ahuyu tutmak için herekte etti. Belinden kavradığı kızı durduramayacak kadar Ahu çığırından çıkmıştı. “SUHANNNNN!!!!” Çığlıkları tüm Umuttan duyulacak kadar yüksekti. Alparslan’ın kendine zarar vermesini engellemek için verdiği mücadele bir işe yaramıyordu. Duhan uzanmaya çalıştı. Ahunun saçlarını yolan ellerini ondan uzaklaştırmaya çalıştıklarında tırnakları yüzüne kan akıtan çizikler bıraktı. “HAYIR!!!!! SUHANNNN HAYIRRRR ALLAHIM SUHANNNNN!!!” Ahunun feryadı Ceyda’nın donup kalmasına, ellerini kulağına bastırıp sadece göz yaşı dökmesine neden olmuştu. Ahunun çırpınışlarını iki adam kontrol edemezken Korhan kilitlenmiş gibi öylece Ahunun fırlattığı bilgisayara bakıyordu. Alparslan, Ahunun geçirdiği sinir krizinin boyutundan korkmaya başladığında ise elini ensesine attı. Omuriliğin başladığı noktada bulunan sinirlere iki parmağıyla güçlü bir bası uyguladı. Ahu kendinden geçene kadar basının şiddetini hafifletmedi. Ahunun kollarının arasına yığılmasıyla başı Korhan’a çevrildi. Kilitlenmiş hali endişe vericiydi. “Duhan al kızı, Korhan’a bakacağım!” Duhanın kucağına bıraktığı Ahudan sonra ardını dönüp Korhan’a doğru ilerledi. “Korhan!” Korhan nefes alma belirtisi bile göstermeden kapağı ayrılmış görünen laptopa bakmaya devam etti. “Korhan kendine gelmek zorundasın! Bak bana!” Alparslan’ın onu sarsmasıyla bile bir tepki göstermedi. “Korhan şimdi zamanı değil! Bak bana, bulacağız onları. Sana kızımın üzerine yemin ediyorum bulacağız kendine gel!” Alparslan’ın söylediği hiçbir şey Korhan ulaşmıyordu ki. Korhan Suhanın istismar edilmiş teninde, çekilmiş saçında, acıtılmış canında kilitlenip kalmıştı. Korhan çığlıklarla bağıran Ahuyu bile duyamıyordu. O anda yüzüne sert bir darbe aldı. Çenesi güçlü bir acıyla sızladı. “Bak bana! Onların analarını sikeceğiz ama şimdi bana lazımsın Korhan! Bak Ahu çok kötü, kendine gel!” Korhan’ın kehribarları Alparslan’ın zift karalarına çevrildi. Sağ gözünden aşağı bir damla kaydı. “Çiçeğimi… Yaktılar…” “Bunu yapanları ananlarının amına sokmazsam adam değilim kardeşim ama şimdi kendini bırakamazsın!” “Benim bebeğimi…” Korhan devamını getiremedi. Alparslan’ın hızla iki yana sallanan başı ve kollarını tutmak için uzanan ellerini engellemek için hızla iki eliyle Alparslan’ın göğsüne sert bir darbe indirdi. “Ben öpüp, koklamaya korkardım!” Korhan’ın odayı inleten bağırtısı sonucunda Ahuyu ikili koltuğa yatıran Duhan ve Barbaros üzerine doğru hamle yaptı. Korhan’ın masanın yanında duran döner sandalyeyi kavrayıp cama doğru fırlatmasını engelleyemediler. Kırılmaz camlardan seken sandalye odaya geri düşmüştü. “BEN DOKUNMAYA KORKARDIM!!!!!” Alparslan kolunu kavrasa da engel olamadı masanın üzerinde ne varsa yere fırlatıldı. “Dur Korhan! Ahu baygın dur!” Alparslan dikkatini dağıtmak için uğraşırken Korhan daha çok çığırından çıkmaya başladı. “Anneme götürecektim ben onu!!!” Alparslan’ın kolunu tutan elin savuşturup güçlü bir yumruk salladı. Alparslan’ın çenesini çatırdatacak kadar sert inmişti darbe. “EVİMİZE GÖTÜRECEKTİM KARDEŞİMİ!!!” “DUR ALLAHIN CEZASI DUR! ALACAĞIZ ONU!” Korhan bir darbe daha indirdi Alparslan’a. Alparslan karşılık vermiyordu ama engelleyemiyordu da Duhan ve Barbaros atılıp kollarını tutmaya çalıştığında sert bir tekme Duhanın karnına isabet etti. “DUR DEDİNİZ BANA SİZ! HEPİNİZİN AMINA KOYACAĞIM DUR DEDİNİZ!” “Barbaros başını tut çarpacak!” Alparslan’ın bağırtısı duyulmayacak gibiydi. Korhan’ın kükreyişi her yeri dolduruyordu çünkü. Korhan’ın gücü tükendiğinde üç adamın kapanından kurtulmak için debelenmesi yavaşladı. Elleri arasında kayıp yere dizlerini yaslayan adamla Alparslan da dizini kırıp boylarını eşitledi. Elleri Korhan’ın yüzünü kavradı. “Bak bana! Bak!!!” Korhan’ın alev alev yanan gözlerini söndürmeye çalışan yaşlar yüzüne aşağı aktığında Alparslan’ın çenesi daha bir kilitlendi. “Aylardır…” “Bulacağız!” “Dokunmuşlar benim bebeğime… Teni narin onun incitmişler…” “Bulunca iyileştiririz! Hep beraber kardeşim. Sana yemin ediyorum getireceğim onları size.” “İyileşmez… Öldürmüşler benim bebeğimi…” Alparslan daha bir sıkı tuttu ensesini. “İyileşir! Ailesiyle olduktan sonra her yara iyileşir. Abisisin sen onun. Babasısın! İyileştireceksin… Hadi kalk ayağa bulalım çocukları. Hadi Korhan bak seni bekliyor kardeşin kalk ayağa!” Alparslan Korhan’ı omuzlarından kavrayıp ayağa kaldırdı. Ardında onları izleyen adama baktı. “Flaşı incelemeye alın hemen! Ses yok. Demek ki ses de ip ucu var. Bulunacak en küçük detay kimin elinde olduklarını gösterir bize.” Yüzü ağlamaktan şişmiş, kıpkırmızı olmuş Ceyda attı kendini ortaya. “Ne olur başkanım? Ne olur yalvarıyorum inceleyim. Sizin gözetiminiz altında videoyu piksellere ayırırım. Sonra size yemin ediyorum telefon dahil kullanmayacağım hayatımda. Takip çipini kendim takacağım derime. İsterseniz dilediğiniz yerde gözetim altında yaşarım bundan sonraki hayatımı. Ne olur?” Gökay Turan ağırca başını salladı. “Duhan acil çağrı sağla üslerin tamamına. Tüm liderleri topla. Barbaros git ve şartları kabul ettiğimizi ilet. Zaman kazanmak orundayız!” Korhan kendi aralarında konuşanları dinlemedi. Ayaklarını sürüye sürüye Ahunun baygın bedeninin bulunduğu koltuğa ilerledi. Yüzünü kapatan saçlarını eliyle süpürerek kenara çekti. Ahunun çenesinde ve elmacık kemiğinde üç uzun çizgi vardı. Çenesindekinden daha çok kan akmıştı. Korhan’ın gözünden tekrar bir damla kaydı. Başını koluna yasladığı kızı kucağına doğru çekip, ayağa kalktı. Ona birileri seslendi ama duyamayacak kadar kötüydü. Ağır adımlarla, kucağında karısı daha önce kaldıkları odayı bulmak için taş binadan ayrıldı. Konaklama kanadına doğru yürürken gözü Ahunun kendi tırnaklarıyla açtığı yaralara baktı. Kendi ellerinin yolduğu saçlarda dolaştı. Kulağının üzerindeki saç diplerinin de kanlı olduğunu gördü. Bir yaş daha kaydı gözlerinden. Odalarına ulaştıklarında Ahunun baygın bedenini yatağa bıraktı. Bitkin adımları odadaki banyoya ilerleyip bir havlu buldu. Islattığı havluyla geri yatağa döndü. Ahunun kanamış yüzünü acıtmaktan korkan bir özenle temizledi. Avuç içlerindeki tırnak kesiklerini gördüğünde gözünden akan yaş sayısı çoğaldı. Dudaklarını avuç içlerine bastırdı. “Ahum… Uyan…” Korhan’ın sesi çatladı. Boğazındaki yumru onu boğacak kadar büyümüştü. “Ahum uyan canım çok acıyor…” Onu gören herkesin alıştığı Korhan Yıldıray küçücük bir çocuk gibi acıdan ağlamaya başlamıştı. Omuzları sarsılmaya, göğsü harlı bir yangının içinde atmaya devam etti. “Ahu Nar ne olur uyan canım çok acıyor…” Ahunun ellerini yüzüne yaslayıp, tüm çaresizliğiyle medet dilenirken hiçbir anında böyle aciz bir duruma düşmemişti. Ne barların kusmuk dolu tuvaletlerini yıkarken bu kadar zordu hayat, ne de elindeki son kuruşu annesine yollayıp açlıkla terbiye olurken. Ahunun kıpırdayan parmaklarıyla avuç içini açtı. Yaralı ellerini yüzüne yaslayıp ıslak gözlerini yüzüne çevirdi. Ahunun çatılan kaşlarını fark etti sonra. Kendine geldikçe inler gibi çıkardığı sesler kulağına doldu. Ağzı aralandı, kısık sesi Suhan diye mırıldandı. Korhan’ın yüzünü yakan bir yaş daha kayıp Ahunun avuç içine düştü. Gözleri açılmamış ama acısı olduğu yerde onu bekleyen karısının göğsünden bir hıçkırık daha kaydığında gözlerini sıkıca kapattı Korhan. Uykunun içinde bile nefes aldırmıyordu bu zulüm. “Ahum…” Tekrar medet dilenen sesi adını inledi. Ahunun aralanan gözleri ilk tavana değdi. Yüzüne aşağı kayan bir yaş, yanağında bir yeri yakmıştı. Sızılar vardı bedeninde ama tarifi mümkün olmayan acı sinesini kavuruyordu. “Canını… Yaktılar…” Ahunun çığlıkları yüzünden kısık çıkan ses,i Korhan’ı elinin içine yüzünü gömerek, hıçkırarak ağlattı. Herkesin vampir dediği, aklından, cesaretinden, gözü karalığından korktuğu o adam hıçkıra hıçkıra kız kardeşi için ağladı. Korhan’ın sarsılan omuzlarında Ahunun eli durdu ama geçecek diyemedi. Zamanın ne kadar aktığını bilmedikleri bir süreçte Ahunun gözleri tavandan ayrılmamıştı. Korhan yatağın yanına bıraktığı bedeniyle Ahunun eline sıkıca sarılmış, uzaklaşmamıştı. Ahu sonunda başını çevirip avuç içine yaslı halde uyuyup kalmış adama baktı. Gözünün yaşı bitmiş gibi akmayı bırakmıştı artık ama içinden küçük, badem gözlü bir kız çocuğunun ağıtı devam ediyordu. Yönünü Korhan’a doğru döndü. Başı yatağa yaslıydı. Avcu iki elin arasında uyuşmuştu. Korhan’ın başını kendine doğru biraz daha çekip, göğsüne yaslanmasını sağladı. Gözleri kapandı. Saçlarının arasına burnunu yasladı. “Ben, bizi nasıl iyileştireceğim kehribar…” Uzun zamandır okulu hakkında düşünmüyordu hiç. O kadar çok düşünecek şeyleri vardı ki okulu aklına bile gelmemişti çoğu zaman. Ona asıl doktorluğu hastane stajları hissettirmişti. Hiçbir şey kâğıt yapraklarında yazıldığı gibi olmuyordu hastane kokusunun içinde. Hastalığın her evresini okuyarak öğreniyorlardı kitaplardan ama o hastalığı yaşayan kişinin çektiklerini izlemedikçe anlayamamıştı Ahu ne denli kutsal bir vazifeyi üstlenmek istediğini. Yeni bir yaşamın müjdesini veriyordu doktorlar. Ama ölümlerin ağırlığı da hep sırtlarındaydı. Ailelerin, sevenlerin feryatlarını izlemek zorunda kalıyorlar, yüzlerini bozmadan bir sonraki vakaya müdahale etmek için koşturuyorlardı. Ameliyat masasında bir hastasının canını bırakan doktor on dakika sonra başka bir canın şifa bulduğu müjdesiyle gülümsüyordu. Ahu saçlarını okşadığı adama, kendine, bunları yaşayan kardeşlerine şifa olacak gücü nasıl bulacaktı? Suhanı gördüğünde yaşadıklarını hiç görmemiş gibi gözlerine eski Ahu olarak nasıl bakacaktı? Ahinin şahit olduğu bu acıyı yüreğinden söküp nasıl alacaktı? Dudakları tekrar uyuyan kocasının saçlarına gömüldü. Hayatını, babasından kalanları koruyup kollamaya adamış, genç olma imkanı olmadan koca bir adama evrilmiş sevdiğini gördüklerinden sonra Ahu nasıl toparlayacaktı? Gözleri düşmandı Ahuya. Zihni acımasızdı. Gördüklerini unutma imkânı varmış gibi her anıyla beyninin içinde çevirip duruyordu. Ahinin çırpınışları gitmiyordu gözünün önünden. Suhanın korkusunu yaşamış gibi yüreğinde hissediyordu. Onun saçlarını kavrayan el Ahunun damarlarını deşiyordu. Suhana dokunan parmaklar, kor alev olup derisini kaynatıyordu. Suhana yaşatılan bu istismar Ahuyu öldürüyordu. Kendini o anda Suhanın yerine koymaktan geri tutamıyordu ki. Bunları yaşayan Ahu olsa… Bunları izleyen Korhan olsa… Ahu kardeşlerini bulacak, annelerine gidecek ve her şeyi hafızasından silecekti. O günün hayaliyle tutunuyordu yaşama. Peki şimdi canlı kanlı ulaşsalar bile onlar eski Ahi ve Suhan mıydı? Bakamamıştı daha fazla videoya. Korhan’ın görmesine tahammül edememiş ve fırlatmıştı bilgisayarı. Peki ya devamı varsa diyen aklı çıldırtacaktı onu. Suhan daha kötü şeyler yaşadıysa… Ahi bunları izlediyse… Ahinin yüzünü hatırladıkça kurudu sandığı gözleri yeni yaşlar doğurdu. Bir bilgisayarın ardından bile ne kadar korktuğunu görebilmişti. Suhanın yüzünün yarısı ekrandaydı ama dehşeti Ahunun dilini yakmıştı. Suhan çırpındıkça Ahinin debelenen halleri gitmiyordu işte zihninden. Gitmeyecekti de! O adam kolunu kırmak ister gibi sıkmış, başını Suhanı görsün diye sıkıca kavramıştı. Ahinin demir sandalyeyi sıkıca kavrayan elinin damarları ortadaydı. Ahu Korhan’ın saçlarından kaydırdığı elini sırtına sürterek indirdi. Saplanıp kaldığı görüntülerden kurtaramıyordu kendini. Sol elinin işaret parmağı bir tık yaptı, bir çizgi çekti. Ahi ne diyordu acaba o anlarda? İşaret parmağı bir tık, orta parmağı bir çizgi ve işaret parmağı yine iki tıkla durdu. Ahunun adını haykırıyor muydu duvarlara karşı? Korhan’ın sırtında dolaşan eli yaptığını bırakmadı. Bu kez orta parmağı iki kesik çizgi çizip, işaret parmağıyla bir tık tekrar kısa çizgiyle duraksadı. Kaşları çatıldı. Kapalı gözleri aralandı. Biraz önce yaptığını bir kez daha yapıp işaret parmağıyla nokta koyar gibi Korhan’ın sırtına bir tık yaptı ve bilinçsizce orta parmağı kısa çizgi çekti. “a…” Mırıltısı kendinin duyacağı şekildeydi. Göğsü bir anda çok büyük bir depremle sarsıldı. İşaret ve orta parmağının bu hareketini tanıyordu Ahu. Nabzı şiddetlendikçe dişlerinin dibinde karıncalanmalar başladı. Uyuşuk bir his ağzına yayılıyordu. Elleri buz kesti, şiddetle titremeye başladı. “İki çizgi bir nokta…” Titreyen ellerini kontrol edemeyeceği kadar şiddetli bir sinir atağıydı. “Korhan!” Sesi istediği kadar güçlü çıkmadı. Acıyan boğazı yüzünden öksürmeye başladı. “Korhan!!! Korhan uyan ! İki nokta iki çizgi…Korhan Uyan!!!” Uykunun derinliklerinde kaybolmuş Korhan, Ahunun sesiyle gözlerini kısıkça araladı. Kan çanağına dönmüş akları, şişmiş göz kapakları başka zaman Ahuyu zırıl zırıl ağlatırdı. Ama şu an değil şu an asla değil! “Ahu Nar…” Korhan’ın cızırtılı sesiyle Ahu uzandığı yerden toparlandı. Ne yüzündeki, ne de saçlarının diplerindeki acıyı umursamadı. “Bir nokta bir çizgi! Bir çizgi bir nokta! Kalkman lazım!” Ahunun aklını kaçırmış gibi konuşmalarıyla Korhan yerdeki bedenini yükseltip yatağa çıktı. “Ahu Nar ne oluyor?” “Bir nokta, bir çizgi, iki nokta. Video! Video nerde? Nerde video kalkman lazım Korhan!” Korhan’ın göğsü sıkıştı. Ahunun aklını kaçırmışçasına ayağa kalkma çabasına ve çarşafa takılıp yere doğru düşmesine atılarak müdahale etti. “Dur! Dur ne oldu?” Ahu geçekten insanı korkutacak kadar şuurunu yitirmiş bir şekilde ayağa fırladı. Çıplak ayaklarını umursamadan koşmaya başladığında Korhan da peşinden fırlamıştı. “Ahu Nar!!! Ahu Nar dur!” “Bir nokta bir çizgi! Ahi geliyorum!” Ahunun sayıklar gibi konuşmaları kulağına değdiğinde Korhan’ın bağırtısı güçlendi. “Ahu Nar dur!!! Dur bekle!” Ahu kimsenin ondan beklemeyeceği bir çeviklikte ve hızda konaklama binasından fırlamış ve eğitim alanını yine çıplak ayaklarla geçmişti. Ayağını kesen taş, baş parmağına saplanan diken parçasının acısını hissedemiyordu bile. Ardından yere bıraktığı kanları Ahu görmese de Korhan hemen fark etti. “Ayağın yaralandı dur Ahu Nar!” Taş binaya gördüğünde merdivenleri üçer üçer atlıyordu. Ayağının mermerde bıraktığı kan izleri git gide yoğunlaşmaya başlamıştı. Bilinci dışında çıktığı odaya girdiğinde oda kalabalıktı. Herkesin başı ona dönmüştü. Daha önce gördüğü ama kim olduğunu bilmediği elektrik mavisi gözlere sahip kadın ordaydı. Zahirin babası ve onun yaşlarında iki adam da kendisine çevirmişti bakışlarını. Ama o direkt Gökay Turana baktı. “Video! Video nerede?” “Ahu?” Gökay Turan Duhanın verdiği dosyayı masasına bırakıp ayağa kalktı. Ahunun yüzünde hastalıklı bir gülüş meydana geldiğinde ise kaşları çatıldı. O an Korhan da odaya aynı şiddetle daldı. Yüzü gözü bereler içinde, saçları darma dağınık, ayağından akan kanla karşılarında ona gülümseyen kız Gökay Turanın hayretle bakmasına neden olmuştu. Korhan ürkütmekten korkar gibi küçük adımlarla yaklaştı . “Kelebeğim.” diye mırıldandığında Ahu bir an Korhan’a baktı ama hemen yönünü Gökay Turana çevirdi. “Bir nokta bir çizgi! Video nerde? Nerde o video?” Biraz evvel gülen o değilmiş gibi gözleri doldu yüzüne aşağı yaşlar akmaya başladı. “NERDE VİDEO? NEREDE O ALLAHIN BELASI VİDEO AHİ BENİ BEKLİYOR NERDE???” Odada kimsenin sesi çıkmıyordu. “Ahu Nar ne olur sakinleş. Bana bak kelebeğim. Lütfen gözlerime bak.” Korhan’ın yatıştırmaya çalışan sesiyle başını bu kez ona çevirdi. “Ahi beni bekliyor Korhan video nerde? Ne yazdı bana ne olur nerde video?” Korhan dediklerinden bir şey anlamasa da kaşlarını çattı. “Bana bak güzelim” diyerek kollarını kavradı. Ahunun yüzünden aşağı yaş aksa da bu kez gülümsemesi Korhan’aydı. Korhan’ın kolunu tutan elini kavradı. Avcunu açtı. “Bak Korhan! Bak bir nokta bir çizgi. Noktalar işaret parmağıyla çizgiler orta parmakla. Ahi bekliyor ne olur verin videoyu bana.” Korhan eliyle yüzünü kavrayıp kendine yaklaştırdı Ahuyu. Ahu da hemen Korhan’ın yüzünü avuçlarının içine almıştı. “Anlat bana bebeğim. Ne demek bu? Sakin ol ama olur mu? Korkuyorum Ahu…” Ahu gülümsemesini büyüttü. Alnı Korhan’a sürtüne sürtüne iki yana salladı. “Korkma Korkma korkma bulduk. Ahi… O işaret dili öğrendi benim için, ben mors alfabesi. İdeaya girdik. Ama kazanamadık ikimiz de maç berabere bitti. Kaybettik o zaman. Dedi ki ikimizin de dediği olsun. Benim için işaret dili onun için mors alfabesi Korhan. Bir nokta bir çizgi. A demek o. A dedi. Başka bir şey daha demiştir. Sol eli sandalyeyi sıkıyor. İşaret parmağı hareket etti hep. Video nerde, ne olur verin artık bana!” Korhan Ahu konuştukça kaşlarını çattı. Söylediklerinin birçoğunu mantık çizgisine oturtamıyordu ama Ahu ne derse Korhan yapardı. Başı Gökay Turana çevrildi. “Nerede video?” Gökay Turan bu kez Bahadır Ataevaya baktı. “Bahadırın ekibi ve Ceyda bilişim katında videoyu anelize soktular. Ses kurtarılabilir mi bakacaklar.” “Hayır hayır durun ne olur? Hiçbir şey yapmasınlar, zarar görür belki.” Ahunun yüksek sesiyle yine ona çevirdi gözlerini. “Ahu… Kızım ne oldu tane tane anlat. Hadi yavrum, yardım edelim sana. Ne demek istiyorsun söyle.” Ahu başını hızla salladı. “Mors alfabesi biliyoruz biz. Ahi için öğrendim.” Sonra atılıp bu kez Gökay Turanın elini kavradı Ahu. “Bak böyle ve böyle yaparsan ‘a’ olmuş olur.” Gökay Turanın işaret parmağını avcuna nokta kor gibi bastırdı. Orta parmağını noktanın yanına tire şeklinde bir çizgiyle tamamladı. “Ahi mesaj bırakmış diyorsun yani. Mors alfabesiyle bir şeyler yazmış.” Ahu yine hızla başını salladı. “Evet evet! O çok akıllıdır. Videoya çekildiklerini anlamış. Bir daha bakayım ben ne olur. Tam göremedim ki o zaman. Ben çok korkunca tam göremedim her şeyi.” Gökay Turan, çatlayan sesiyle Ahunun başının ardına elini yaslayıp, göğsüne doğru çekti. “Tamam yavrum. Tamam sakinleş. Şimdi getirecekler bir daha bakalım. Hadi sakinleş.” Gökay Turan Duhana baktığında Duhan hızla odadan çıktı. Ahuyu göğsünde tutan adam bu kez Korhan’a baktı. “Macaristan, Moskova ve Tayland üssünün başkanları geldi Korhan. Ahunun dediğiyle yeni bir yön çıkaramazsak hazırlıklı olacağız.” Korhan başını yana yatırdı. “Ne demek bu?” “Elçiyi yolladık. Anlaşmayı kabul ettiğimiz haberiyle çocukların teslimini sağlamamız lazım ama kasanın açılması işçin ikizlerin önemini anlarlarsa çocuğu alamayız. Bu yüzden hazır olup, saldırı noktaları seçeceğiz. Masa başında çözemezsek kanla çözeriz!” Korhan bu kez ayakta ona bakan üç adamda gözlerini çevirdi. Kadın ise mavi gözlerini Ahudan ayırmıyordu. “Ne yapılması gerekiyorsa yapın! Bana verdiğin sözü tut! Daha fazla…” Cümleyi tamamlamasına gerek yoktu. Daha fazla zarar görmeden kardeşlerini istiyordu Korhan Yıldıray. Gökay Turan başını eğdiğinde odaya dalar gibi Ceyda girdi. Kolunun altına sıkıştırdığı bilgisayara sıkıca yapışmıştı. Koştuğu için yanakları kıpkırmızıydı. Onun ardında Şifa ve Alparslan da girdi. “Ahu?” Ceyda’nın sesiyle Ahu geriye çekildi. Hali içler acısıydı. Yüzündeki çizikler beyaz teninde çok belli oluyordu. Ayağındaki kesikten ise acı bileğine yukarı yayılıyordu. “Ahu… Güzelim iyi misin?” Şifanın sesiyle bu kez bakışlarını ona çevirdi. “Videoya baktınız mı? Benim bakmam lazım.” “İncelemeye aldık canım, her detay analizleniyor.” “Yok olmaz! Bakmam lazım.” Ceyda’ya ve sıkıca sarıldığı bilgisayara baktı bu kez. Titreyen sağ eli solu tuttu. “Ama sadece elini göreyim olur mu? Ahinin sol eli. Ben… “ Başını iki yana salladı. Tekrar Suhanın çırpınışlarıyla karşı karşıya kalamam, onların o perişan hallerini bir kez daha bütünüyle izleyecek takat yok canımda diyemedi. Ama Ceyda anladı. Başını salladı. “Sadece eli ahu ceylanım. Gel otur ama olur mu? Hadi canım arkadaşım.” Ceyda bir eliyle bilgisayarını tutarken diğer eliyle Ahunun titreyen buz kesmiş eline uzandı. Onu küçük adımlarla yürütüp tek bir koltuğa oturttu. Bilgisayarı açıp kayıt altına aldığı videoyu önce Ahunun istediği gibi tekrar boyutlandırdı. Ve Ahunun görmeye tahammül edemeyeceği kısma mozaikler ekledi. Bilgisayar Ahuya çevrildiğinde ekranı video kaplıyordu. Görüntü yakınlaştırılmış, Ahinin sandalyeyi kavramış eli büyük bir çoğunluğu kaplamıştı. Video başladığında hiçbir şey olmadı ama sonra sıkılaşmaya, şamar atar gibi sandalye koluna vurmaya başladı. Ahunun gözünden ip inceliğinde bir yaş aktı. Elinin nasıl can çekiştiğini görmek ilk gördüğü kadar canını yakıyordu ama şu an kendini kontrol etmesi gereken o yerdeydi. Öleceğini bilse zihni Ahuyla olmalıydı. Sonra Ahunun hatırladığı hareket başladı. Bir nokta işaret parmağıyla bir çizgi orta parmağıyla. Ahu atılıp masanın ortasında duran ajandayı kavradı. Onun bu hareketiyle odadaki herkes de görüş açısına kadar girdi. Korhan ekrana bir an bile bakmadan Ahunun oturduğu koltuğun koluna kendini yasladı ve Ahunun kötü olma ihtimaline karşı hazırda bekledi. Ahunun titreyen elleri bozuk bir ‘a’ yazdı ilk. Sonra ekrana iyice yaklaşan yüzü az geriye çekildi. Bilgisayarın imlecini hareket ettirip videoyu geriye sardı ve tekrar etti. Kalem tutan eli kâğıdın üstünde bahsedip durduğu noktaları yapıyor sonra çizgiler çiziyordu. Alparslan da sırtının ardında dikilmeye başladı. Kâğıda dökülen her harfle kaşları çatıldı. Ahunun noktaları ve çizgileri sıralaması sonucunda ortaya çıkan kelime A-L-M-A-N olmuştu. Ahu tekrar videoyu başa sardı biraz daha baktı. “Yazacakmış! Başka bir şey daha yazacakmış ama onu çekiyorlar. “ Mırıldanır gibi ekrana bakarak konuşup başını sağına çevirdi. “Bir şeyler daha söyleyecekken onu incittiler.” Alparslan uzanıp Ahunun yazdığı kâğıdı aldı eline. Korhan da başını kaldırıp ona baktı. “Alman demekle ne istemiştir? Yanındaki adamlardan mı bahsediyor?” Alparslan bilgisayarı çekti bu kez Ahunun görüş açısından. Ceyda’nın videoya uyguladıklarını sıfırladı, orijinal haline baktı. Dilini katlayıp ısırdığında başı videodan kalktı. “Hepsinin alman asıllı olduğunu söylüyor. Kendine bulduğu imkânda bunu yazıyorsa önemli görmüş bu detayı. Asker traşlı soldaki. Bir yerde asker varsa devlette var demektir. Ülkeyi bilemez belki ama onları alanlar Alman ve Ahi bunu bilmemizi istemiş.” Başını iki yana salladığında Şifayla göz göze geldi Alparslan. Sonra ise geri Korhan’a baktı. “Siktik belalarını dostum. Ejder kılıcını götüne soktuğum iblis Almanlarla anlaşmış. Madeni onlara verecek, canını onlar sayesinde kurtaracak.” “Alparslan?” Şifanın sesiyle bu kez de ona baktılar hepsi. “Alman hükümeti işin içinde midir gerçekten?” Alparslan’ın sırıtması büyüdü. Ne düşünüyorsa anında anlıyor olmasına bayılıyordu. “Bilmiyor olması imkânsız. Duhan Barbaros’u ara! Görüşme iptal. Çocukları bizzat almaya ben gideceğim.” Korhan Alparslan’ın kendinden emin ifadesinin sebebini çözemedi. “Ne demek oluyor bunlar? Yerlerini biliyor musunuz? Alparslan yüzünde ürperten bir tebessümle Korhan’ı onayladı. “Gökay Başkan, Kerimleri hapishaneden çıkarıyorsun en acilinden. Yeter bu kadar yatış.” Gökay Turanın kaşlar havaya kalkmıştı bu söylenenle. “Emin misin Alparslan?” “Bizim sessiz sedasız Baltık denizinin dibinde ilerlememiz, Almanya’ya girmemiz lazım. Sende biliyorsun ki Kerimin SAT’ları bu işte bir numara. Beni de size onlar getirdi neticede. Çelik vatoz bir kez de Baltık da dolaşsın bakalım. Barbaros da Alman dışişleri bakanına şantaj için rota değiştirsin. Gününü bekleyen bilgiler bakanı tehditte kullanılacak.” Duhan “işe yarayacağından emin misin” diye mırıldandı. Alparslan da kendinden emin bir şekilde başını salladı. “Bakan ülke bilgilerini Yunanistan’a satıyor Duhan, bunun şantajına boyun eğmezse kaç ülke birden siker biliyorsun değil mi? Konum bilgisi elimize ulaşır ulaşmaz çıkacağız.” Duhan bu kez onay için Gökay Turana bakmıştı. Gökay Turanın eğilen başıyla eli telefonuna gidip hızlı adımlarla odadan ayrıldı. Korhan Alparslan’ın kolunu tuttu bu kez. “Ne olduğunu anlat bana!” “Madenin en başından peşinde olan ülkeler vardı ama Almanlar bu konuda çok daha istekliymiş. Maden karşılığında çok da tanışmana lüzum olmayan bir düşman kardeşlerinizi almış. Güneşin zamanını gözleyen kozları olur Korhan. Bugün Alman hükümetinin dış işleri bakanına dair çok ciddi bilgilerle biz şantaj yapacağız. Mutlaka çocuklara ait bir şeyler biliyor olmalı. Yerlerini öğrenir öğrenmez de gidip alacağız çocukları.” Korhan kolunu bırakmadı Alparslan’ın. “Kim alacak?” “SAT’ların oluşturduğu bir tim var. Tatildelerdi göreve dönme zamanları geldi. Türkiye’nin ağır silahlarından sayılan deniz altını yüzdürme yetkisi sadece o timde. Suyun yakın olduğu her yere kimsenin iznine ihtiyaç duymadan girerler. Kimse onların geldiğini bilmez, duymaz. Çocukların zarar görmesine izin vermeden sessiz sedasız almamız çok önemli . Anlaşma ya da çatışma ortasında kalmayacak durumdalar.” Korhan’ın gözlerinde yanan umut ışığına Alparslan minik bir tebessümle karşılık verdi. “Canı sağ olduktan sonra her yara iyi olur Korhan Yıldıray. Nefes alıyor olduktan sonra sen bebeğini iyileştirmek için her şeyi yaparsın. Acına saygım büyük ama şanslısın.” Korhan öylece baktı. Alparslan’ın yüzündeki gülümseme acıyla harmanlanmıştı. “Çok şanslısın sana geri gelecek. Geceni gündüzünü onun yap, iyileştir küçük kız kardeşini. Nefes alıyor olduktan sonra gerisi sarılacak yara…” “Ya… Getiremezsen…” Alparslan’ın başı iki yana sallandı. “Eskiden güçsüzdüm bir kız kardeşi koruyamadım. Artık o zamanlardaki çocuk değilim. Sana sözüm olsun kardeşim. Yirmi dört saat sonra kız kardeşine sarılıyor olacaksın.” Alparslan başını kaldırdığında dolu dolu gözlerle, eli karnında onu izleyen Şifaya baktı. Sonra ise ruhundaki hasarların yansımasını bedeninde taşıyan kıza çevirdi yüzünü. “Diğer yarına kavuşturacağım seni Ahu ceylan.” Alparslan Ahunun darmadağınık siyah saçlarına iç çekerek izledi. Uzamasına izin verilse onun kız kardeşinin saçları da simsiyah olurdu muhtemelen. Ahunun siyah incileri boncuk boncuk yaşlarla parladı. “Söz mü?” Çaresiz çocuk seslenişiyle gülümsemesi büyüdü. Kollarını açıp Ahuyu çağırdı. “Sana ağabey sözü Ahu ceylan.” Ahu onu çağıran kolların arasında girdiğinde çocuk sever gibi dağınık saçlarını sevdi Alparslan. Ardında onu izleyen gözlerden ayırmadı bakışlarını. Zihni aşığı olduğu sesle okşandı. “Sen benim başıma gelen en iyi şeysin kurt…” Dudağı kıvrıldı. Şifanın hayranlık akan yüzüne bakıp, göz kırptı. Kimsenin duymadığı, bir tek ikisine özgü olan o yolla bu kez Alparslan seslendi ona. “Şu güzelliğin öldürür adamı peri.” Şifa ıslak gözlerine inat gülümsemesini büyüttü yüzünde. Ahu geriye çekildiğinde ardında onu bekleyen adama döndü bu kez yüzünü. “En geç yarın akşam onlara sarılacağız Korhan. İyileştireceğiz. İkimiz beraber olup ne yaşadılarsa unutturacak kadar iyi bakacağız onlara.” Korhan yanına yaklaşıp ellerini tuttu. Avcunun içini dudaklarına bastırdı. “Sen olmasan ben ne yapardım?” Ahunun tırnak izleriyle dolu yüzünde işaret parmağının ucunu dolaştırdı. Deli gibi inanmak isteyen yüreği, en ağır acıları sırtlamış beyniyle çatışma halindeydi. Gördüğü her şey paslı bir çiviyle hafızasına kaydedilmişti. Unutmasının imkânı yoktu ama Ahuya inandı. Beraber unuttururuz dediyse Korhan Ahusuna inanırdı. “Geçecek… Geçmek zorunda…” Ahunun kolları boynuna sarıldığında Korhan da yaralı ayağını yerden kesecek şekilde kaldırdı bedenini. Sıkı sıkı sarıldı küçücük kalmış vücuduna. “Geçer mi?” Ahunun saçları arasına girmiş burnu sızladı. Gözüne dolan yaş siyah saçların arasından akıp, kayboldu. “Geçiririz. Biz onlar iyileşsin diye her şeyi yine beraber yaparız…” Ahunun boynuna sıkıca tutunan kolları, Korhan’ın yaşama tutunmak için son şansıymış gibi kelebeğine sarılmış elleri birbirine kenetlendi. Sona bir adımdı. Acıyla harmanlanmış aylar geride kalmışken dirayeti yitiremezlerdi. Yaz bitmeden bekleyeni vardı onların. Çok şiddetli bir kış atlatmışlardı. Buz yanığı etlerini kesmiş, soğuk iliklerine işlemişti. Abilerin ve ablaların küçük kardeşleri zordayken düşmeye hakkı olmazdı. Küçük kardeşleri sarıp sarmalamadan, yaralarını öpüp, okşamadan abiler ve ablalar yıkılamazdı…
|
0% |