Yeni Üyelik
12.
Bölüm

SORULAR & SIRLAR

@orenda

Bu bölüm bizim ilk kilidimizi açıyor ve bu bölümle kaçınılmaz olana yakalanılıyor. Her satır arasında sesinizi duyurun bana çiçeklerim. Heyecanımı diri tutmak için buna ihtiyacım var🖤🦋

 

 

 

BÖLÜM-12-

 

Kapanan telefonla bir kaç derin nefes aldı önce. Bu gizem oldukça canını sıkıyordu artık. Ne olduğundan habersiz gözlerini ona dikmiş bakan kıza istemsiz bir öfkeyle doluyordu.

 

Hayatında en nefret ettiği şey hakim olamadığı konuların ortasında silahsız kalışıydı. Şu an Korhan koca bir savaş meydanında elleri bomboş, açık alanda gibi hissediyordu.

 

Korhanın damarlarında sinir olarak akardı gizemlere olan tepkisi. En azından kendi dışında kalan, hakim olamadığı gizemlere karşı oldukça sertti kuralları. Madem aynı evin içerisinde kalacaklardı ve beraber bir yol gireceklerdi kimsenin kimseden gizlisi saklısı olamazdı değil mi? Bu kız ondan zerde bilgi saklayamazdı! Onu dışarda bırakamazdı! Hayatta kimseye yapmadığı bir şeffaflıkla Ahuya yaklaşmayı kabul etmişken saklanılan her cümle bir ihanetti onun nezlinde. Ahu bunu tam olarak idrak edememiş olabilirdi ama Korhan onu evine sokmuşken, onun yanında uyuyacak kadar güvenmişken bu yaptığını hoş göremezdi!

 

Aklı fısıldadı; sende ona ondan beklediğin şeffaflıkla cevap verebilecek misin Korhan?

 

Buna şu an ki siniriyle cevap vermesi çok zordu. Dün ona sarılırken zihni böyle bir soru sorsa 'yapabilirim' derdi belki de.

 

Arkadaşının sözcüklerini sıralı şekilde tekrarladı zihninde. Beş yaşına kadar varlığı bilinmeyen iki çocuk! Nasıl doğum belgeleri olmazdı? Aşı da mı yaptırmamışlardı? Hiç mi hastalanıp doktora gitmemişlerdi? Aklı almıyordu! Nasıl olurda beş yaşına ulaşana kadar bir tane resmi dairede isimleri geçmezdi?

 

Derin derin bir kaç nefes aldı. Gözlerine titreyerek bakan siyah, ürkek gözlere kilitlenmişti.

 

Tedirgindi!

 

Gözlerine bakıp bir şeylerin ters gittiğini hissetmiş ve tedirginlikle, sandalyenin ucunda oturuyordu.

 

Ona bakarken su kenarında timsahtan korkan ama susuzluğuna da çare arayan bir ceylan görüyordu. Ya da bir kavanoza kapatılmak için yakalanmaya çalışılan o kelebeğin korkusunu hissediyordu. Peki ya Ahu ona bakınca ne görüyordu? Öfkesini mi? Zehirli dilinden çıkacak, kanatıcı kelimelerini mi?

 

Bir kaç derin nefes daha aldı. Sakinleşmek için! Baştan beri hiç yapmadığını yapıp kıza oldukça temkinli yaklaşmayı planlıyordu. Gözden kaçırdığı mimiklerine daha dikkatli bakıyordu.

Sonuçta Ahu artık kardeşini kaybetmiş masum bir kız değildi. Ahu, olması imkansız durumların içerisinde bir sır küpüydü!

 

"Ahu Nar benim hakkımda ne düşünüyorsun?"

 

Ahu ise sebepsiz hızlanan kalbini, korkunun içine sinsi bir düşman gibi sarışına anlam vermeye çalışıyordu. Korhanın sanki içini görürmüş gibi bakan gözleri ürkütüyordu. İrislerimdeki sarıların kızıla döndüğüne yemin edebilirdi.

 

Gözlerinde köz parçaları gördüğüne, inandığı her şey üzerine yemin edebilirdi.

 

Soruyu algılayamadı ilk önce. Sonra bir kaç kere içinden tekrar etti. Korhan hakkın da ne düşünüyordu? Aslında bir çok şey düşünüyordu ama şimdi dile getirmenin ne yeri ne de zamanıydı.

 

"Sana ihtiyacım olduğunu."

 

"Başka..."

 

"Neden bana böyle şeyler soruyorsun ki?"

 

"Ahu Nar, siz kimsiniz?"

 

Sorusu biter bitmez kızın gözlerinden kayıp giden yıldırımı da boğazından kayamayan yutkunuşu da fark etti adam. İşte tam da istediği gibiydi.

 

Açık veriyordu! Kaçırdığı bir yer vardı ve Ahu Nar o kaçırdığı kısma çok hakimdi.

 

Hadi ele ver kendini Ahu Nar!

 

"Bu nasıl bir soru?"

 

Panik boğazını sarmaya başladı. Parmak uçlarında bir uyuşma belki biraz daha ileri giderek his kaybı yaşadığını söyleyebilirdi.

 

"Ahu Nar ben seninle bu oyunu saatlerce oynarım. Kafanı öyle karıştırırım ki ne olduğunu, yerini, kimliğini, adını bile şaşırırsın. Her sorunu soruya çevirir belli bir zamandan sonra verdiğin cevabın bile farkına varmadan alırım istediğimi o güzel ağzından. Ama istiyorum ki sen söyle! Ben sana ne sorarsam sen söyle Ahu Nar! Sana güvenmek için bu kadar istekliyken beni iyi niyetime pişman etme!"

 

Masanın üstündeki ellerini dizlerine indirdi kız. Parmakları sıkmaktan kasılıyordu. Ne demesi gerekiyordu ki şimdi? Bu adam böyle bir soru sorduysa boşuna değildi. Yalan söylese daha mı kötü bir hâle düşerdi?Ya da bilmeden yanlış mı yapardı? Zaten durup dururken böyle bir soru niye sorulmuştu onu bile anlayamıyordu. Kendini çok aciz ve çok aptal hissediyordu.

 

"Korhan..."

 

Sesinden kopup kulaklarına ulaşan ses yardım çığlığıydı aslında. Ses tonunda bile bir yakarış vardı. Ne yapması gerektiğini bilmeyen, korkan bir sızlayış...

 

Korhan yerinden kalktı. Yüzü ellerine bakan, oturduğu yerde daha da küçülen kızın bembeyaz kesilen parmaklarını avuçladı. Sıcacıktı halbuki elleri. Şimdi girdiği stres buz kesmişti. İçinde varlığından bile kuşku duyduğu bir merhamet peydah oldu. Soğuk parmakları avuçlayıp dudaklarına yaklaştırdı. Düşünse asla yapmazdı. Düşünse, Korhan bir kadının önünde diz de çökmezdi.

Düşünemedi...

 

Bir kaç silik buse kondurdu parmak uçlarına.

 

İçindeki korkuya bir de çırpınarak eklenen heyecanla iyice kilitlenip kaldı Ahu. Neydi bu şimdi?

 

Göğüs kafesinin altında olan bu şey neydi? Nefesi daralıyordu, nabzı çok hızlıydı, aldığı oksijen yetmiyordu ciğerlerine.

 

Niye ki?

 

Onu korkutarak bir yere varamayacağını anladı Korhan. Sakinleşmesini sağlamalıydı. Ve en önemlisi tek güveneceği insanın kendi olduğuna ikna etmeliydi onu.

 

Korhan yavaşça ayağa kalktı ama avuçladığı eli bırakmadı. Aldı salona götürdü peşinde itaatkar ilerleyen bedeni. Koltuğa oturtup iyice dibine girdi. Kızın çırpınan şah damarının da hızlı hızlı yükselip alçalan göğsünün de farkındaydı.

Sesini olabildiğince kıstı. Kimsenin olmadığı evde duvarlar bile duyamasın diye. Duyamasın da nar parçası Ahu güvensin ona. Yine bir soru fısıldayacak oldu beyni ama izin vermedi Korhan. Kendi organlarını bile ilgilendirmezdi Ahu Nar'ın kendine güvenmesinin neden bu denli önemli olduğu.

 

"Söyle bana nar parçası, kimsiniz siz?"

 

İçinde çıkan savaşın sesi kulaklarını uğuldatsada adamı duydu Ahu. Bir şey öğrenmişti! Şimdi söylese verdiği söz bozulmuş mu olacaktı? Ama o kimseye bir şey demeden öğrenmişti işte. Ahu sözünü bozmazdı ki! Bir de çok yakındı adam, genzini yakan koku çok yakındı düşünemiyordu işte. Ölecek gibi oldu ama kalbi böyle atarken ölmeye bile gücü yoktu. Şu koku az uzaklaşsa...

Biraz geride kalsa düşünürdü doğru düzgün. Kurtaracak bir kaç kelime bulurdu kesin ama Allah'ın belası koku sonu olacaktı!

 

"Söyleyemem! Ne olur Korhan sormasan, söyleyemem!"

 

"Ahu Nar! Biraz önce arayan adam Türkiye Cumhuriyetine kayıtlı her ferdin soy ağacına bile ulaşacak güce sahip biri. Sizi bulamamış! Beş yaşına kadar yoksunuz Ahu Nar. Hiç mi hastalanmadınız, aşınız da mı yoktu? Doğum belgeleriniz bile kayıp. Ahi'nin, Sûhan'ın başına gelenlerle bunun bir alakası olabilir. Gizlenme benden Ahu Nar, sana yemin ediyorum. Bu hayatta en kıymetlim olanın, Sûhan'ın adına yemin ediyorum sana asla ihanet etmeyeceğim. Sırtımı dönmeyeceğim, yarı yolda bırakmayacağım. Ahu Nar, elimi bıraksan bile ben tutmaya devam edeceğim. Gizlenme benden, önümüzü aç nar parçası."

 

Gözleri dolu dolu olmuş, küçük burnu kızarmış, dudakları titrerken küçücük bir yavrunun masumiyeti vardı yüzünde. Bakan her gözün ruhuna işleyecek, sarıp sarmalama, koruma isteği uyandıracak bir masumiyetle örtülüydü her zerresi.

 

Ahu'yu korku ele geçirmiş hiç bir şeyin farkında değildi ama Korhan niye böyleydi? Şu an titreyen bedeni niye bir kuş gibi kucağına oturtup göğsüne yaslamıştı. Ellerinin, saçlarında narince dolaşmasının mantıklı bir sebebi olamazdı ki.

 

Ona ilk kez bu kadar yakın hissetti Korhan. Halbuki Ahi'nin evinde, ağlarken sarılmıştı. İçi ürpermişti o zaman. Yine böyle 'çok yakınım' diye geçirmişti derinlerinden. Ama çok yanılmıştı. Şu an ki hissettikleriyle hiç bir ilgisi yoktu.

 

Şu an Korhan sadece kardeşinin cinayetini ortaya çıkaracak o adam değildi. Tam şu an göğsünde hıçkıran, sesi duyulmasın diye dudaklarını parçalayan kızı delirmiş bir kontrolsüzlükle korumak istiyordu. Onu kendine dikmek ve böylesi bir korkuyu bir daha hissedemesin diye tüm hakimiyetini eline geçirmek gibi sarsıcı arzuları vardı.

 

Sırtında dolaşan parmakları saçlarına turmandı yine. Göz yaşlarının ıslattığı yüze yapışmış saçları eliyle süpürdü. Ay beyazlığında ki tenini ortaya çıkardı. Yüzündeki her milimi amber hareleri yavaşça arşınladı.

 

"İkimiz de kimsesiziz nar parçası. İzin ver birbirimize tutunalım. Sana, bana güvenmeyi öğreteceğim. Söz veriyorum, kendinden çok bana güvenmeyi öğrenmen için elimden geleni yapacağım. Konuş benimle. Konuş ki kardeşlerimizi mezara koyanları cehenneme yollayalım."

 

"Korhan, biz beş yaşına kadar Türkiye'de bile değildik. Bununla bir ilgisi olmayabilir. Yani ben anlayamıyorum."

 

Türkiye'de olmasalar bile hâlâ adlarına dair bir şey bulunamaması mantıklı değildi. Üstelik araştırdığında Nihat ve Sahra Amber hiç yurt dışına çıkmamıştı. Adam sıradan bir öğretmen emeklisiydi, kadın ise sigorta girişi bile olmayan bir ev hanımıydı.

 

Düşündükçe sorularına soru eklenmeye başladı.

 

"Ahu Nar, neredeydiniz beş yaşınıza kadar?"

 

"Biz, İsviçre'de doğduk."

 

Bu beklediği bir cevap değildi. Annesiyle olan benzerliğini kendi gözleriyle görmese evlatlıklar diye düşünecekti. Ama görmüştü işte. Mezarlıkta kıza gözleriyle buzdan mızraklar fırlatan kadın Ahu'nun otuz yıl sonraki hali gibiydi. İkizler babalarına benzemese de bolca annelerinden almışlardı fiziksel özelliklerini.

 

Kıza hangi kelimelerle yaklaşıp, ürkütmemesi gerektiğini düşünürken telefonu tekrar çaldı. İlk önemsemedi, kucağında titreyen kızı bırakmak gelmiyordu içinden. Ama ısrarla çalan telefonla Ahu da kendini çekmiş, sessizce yana kayıp oturmaya devam etmişti. Korhan ayaklanıp mutfağa doğru yürüdü. Masanın üzerinde kalan telefon araması bittiğinde yine arama sesiyle kaşları çatıldı. Ekranda gördüğü nokta kimin aradığını anlamasını sağladı.

 

Henüz konuşmasına bile cevap vermeden hararetle döküldü karşıdan sesler.

 

"Korhan, biraz işgillendim bu durumdan. İstihbaratta bizimkilerden birini aradım, birde o baksın diye. Abi Ahi Amber ve Sûhan Yıldıray dosyasını kapatıp kaldırmışlar. Korhan bir boklar dönüyor! Sen dava açmadın mı? Nasıl bir anda tüm her yer yüzümüze kapandı?"

 

"Ne demek bu? Karşı dava açtım tekrar ben. Soruşturmanın en baştan başlatılması için dosya hazırladım. Nasıl kapanmış? "

 

"Abi Ceyda da baktı diyorum dinlemiyor musun beni? Dava mava yok! Dosya yok lan. Ahi Amber, Sûhan Yıldıray intiharı diye bir olay bile yok!"

 

"Sikerim böyle işi! Kim temizliyor lan bu olayın arkasını?"

 

"Korhan bir şey diyeceğim abicim de sakin ol."

 

Sakin olmaktan çok uzaktı. Öyle uzaktı ki evde ne varsa yerle bir edecek kadar delirmiş gibi hissediyordu şu anda.

 

"Söyle Cemil lafı dolandırma!"

 

"İstihbarattaki abim, Ahu Nar Amber ve Ahi Amber adına kilitli bir dosya olduğunu söyledi, erişim engeli var."

 

"Cemil!"

 

"Abi ikisi de üst düzey devlet korumasında, bizim gücümüz oraya ulaşmaya yetmez. Açamam, boşuna isteme."

 

"Ceyda! Ceyda girer!"

 

"Abi girdiği anda alırlar kızı. Bu öyle bir şey değil. O dosyalar uluslararası bir güvenlik sistemiyle korunuyor. Yargılamazlar bile direk infazı istenir kardeşimin..."

 

Yutkundu Korhan. Bunu istemezdi zaten. Böyle bir riski göze alamazdı. Cemil'i de aynı yerden kanatacak kadar şerefsiz değildi o.

 

Telefonu bir şey demeden kapattı. Korhan da biliyordu gücünün yetmeyeceğini. Ona cevapları Cemil ya da Ceyda bulamazdı ama içerdeki kız bir bir dökecekti ne varsa! Telefonu tekrar masanın üzerine bıraktı. Ağır adımlarla salona yürüdü. Ahu tıpkı bıraktığı gibiydi, hâlâ ellerini izliyor ve bir çocuk gibi iç çekiyordu. Geçip yanına oturdu ve sol bacağını içe katlayarak yönünü kıza döndü.

 

"Şimdi konuşmamız gerekiyor Ahu Nar! Çünkü senin sakladıkların her neyse bizim kardeşlerimizi öldürdü! Duyuyor musun beni? He ne bok saklıyorsan ikisinin de ölmesine neden oldu!"

 

Ahu duyduklarıyla öylece kaldı bir an. İç çekişi bile durmuştu. Parmaklarında ki gözleri karşısında alev almış sarı, yeşil ve kahve parçalarına takıldı. Biri baksa gözleri yanıyor bu adamın derdi. Adından mı almıştı acaba gözlerindeki koru?

 

"Ne diyorsun sen?"

 

"Ahu Nar sabrım kalmadı!"

 

Adamın bağırmasıyla yerinden sıçradı Ahu. Onu ilk kez bu kadar öfkeli, bu kadar korkutucu görüyordu. Biraz önce saçlarını, sırtını okşayan o değilmiş gibi. Güven diye içine işlemeye çalışmamış gibi sesi duvarlara çarpacak kadar gürdü.

 

Oturduğu yerden kalkıp oda da bir sağa bir sola giden ve saçlarına yolacak gibi asılan adamla ürktü iyice.

 

"Dava falan yok! Dosya yok, dosya! Ahi Amber, Sûhan Yıldıray intiharı bile yok!"

 

"Ne..."

 

Ellerini bitti gitti der gibi bir birine şiddetle çarpan adamın öfkesi ateş olup yakacaktı onu sanki. Tutmasa kendini, az salsa Ahu'yu koruyla, köze dönüştürecekti Korhan.

 

"Yok siktiğimin dosyası yok ortada! Amına koduklarım kimse mahkemeler bile ellerinde. Ha unutmadan, kim olduğunuzu söyleyeceksin bana Ahu Nar! Devlette adınıza olan ve erişimi imkansız olan o dosya ne sikim anlatacaksın bana!"

 

Korkuyordu Ahu. İlk kez bu kadar öfkeli gördüğü için mi yoksa şu âna kadar küfür edişine şahit olmadığı adamın ağzından dökülenler için mi bilmiyordu ama çok korkuyordu. Hızla ayaklanıp giriş kapısına doğru koşmaya başladı. Ayağında ayakkabısının yada sırtında montunun olmayışını zerre düşünmedi. Bir an önce buradan gitmesi gerektiğini fısıldayan beyni dışında hiç bir şey düşünmeden koştu. Kapıyı aralayıp tam çıkacakken bir el yitip aralanan kapıyı örtmeseydi başaracaktı.

Bedenine yaslanan ağır vücut kıpırdamasına izin vermedi. Yüzü soğuk kapıya yapıştı. Ardındaki adam tüm vücudunu ona bastırıp öylece kalmıştı. Kapıyı örtmek için uzanan elin yanına diğeri de eklenince Ahu iyice kapana kısıldı.

 

"Bırak!"

 

"Bırakmam!"

 

"Korkutuyorsun beni, çekil üzerimden."

 

"Üzerinde olmama alıştıracağım seni Ahu Nar. Nefesimin her zaman ensende olmasına, bedenimin sıcaklığına, varlığıma alıştıracağım seni. Korksan bile bir adım uzaklaşamayacağını öğreteceğim sana. İlk başta sır saklamamayı öğrenmen gerekiyor ama. Yalan söylememeyi ondan sonra halledeceğiz."

 

"Korhan çekil!"

 

"Sorularımı cevaplamadan kıpırdamayacaksın bile."

 

"Tamam, konuşacağım çekil!"

 

"O hakkını kaybettin küçük kelebek. Uçmaya çalışmayacaktın."

 

Ne olduğunu ikisi de anlamıyordu aslında. Biraz önce öfkeden deliren o değilmiş gibi sesi oldukça dingin ve kısıktı. İri bedeninin kapattığı narin vücudun varlığı bir şeyleri değiştirmişti. Korhan iradesinin nerede olduğunu bilmiyordu, soracak halde de değildi. Şu anda düşündüğü tek şey titreyen ve sıcaklığıyla büyüleyen bedenin varlığını her yerinde hissedişiydi. Saçlarından genzine sızan portakal çiçeği kokusuyla sakinleşiyordu. Öfkesi kaybolmuş, yerine daha önce asla tatmadığı değişik bir his bırakmıştı. Ondan kaçmaya çalışması bile öfkesini diri tutamıyordu. Tüm zerreleri bedenine yapbozun en kritik parçası gibi tamamlanmış bedendeydi.

 

Farkındaydı! Kendinin oldukça farkındaydı. Ahu'ya istemsiz çekilen hücrelerini görmezden gelecek bir adam değildi o. Kız fark etmeden ellerini, saçlarını izlediğini ve bunu yaparken aralarındaki meselenin bir alakası olmayışını biliyordu. Ama nedensizce dur da diyemiyordu. Diyebileceğini bilmesine rağmen azıcık bile bunu istemiyordu.

 

"Korhan..."

 

Üstelik o adını böyle söylerken Korhan nasıl direnebilirdi ki? İsmi hiç bir dudaktan böyle tılsımlı çıkmamıştı. Adını başka kadınların dudaklarından duymuştu. Bir çok müvekkilinden, okulda, işte yada her hangi bir yerde muhatap olmak durumunda kaldığı çok fazla kadından duymuştu. Belki bir iki kere çığlıkla, fısıltıyla, öfkeyle, şehvetle...

Ama duymuştu işte!

Bir çok kadın onun adını seslenmişti. Ama Ahu! O bambaşkaydı, çok başkaydı. Korhan'a hissedebileceğini bile bilmediği şeyler vaad ediyordu sesi. İstemsizce bedenini biraz daha yasladı. Tüm kıvrımlarını hissedecek kadar yakın, nefesiyle ensesindeki minik tüyleri ürkütecek kadar yakın. Bir erkeğin bir kadına olabileceği en yakın halinden bir adım öncesi kadar yakın...

 

"Bana anlatacak mısın nar parçası?"

 

Dudakları, kulağına her kıpırdanışında çarpıyordu ve bu Ahu'nun minik kalbini kaldıramayacağı bir heyecana sürüklüyordu.

 

"Lütfen..."

 

"Lütfen ne Ahu Nar?"

 

"Biraz çekil, konuşalım Korhan lütfen..."

 

"Çekilmek istemiyorum, tam da böyleyken benimle konuşmanı istiyorum Ahu Nar. Benden kaçamazsın artık. Çok geç!"

 

Ahu ölecekti! Şimdi kalbinin böyle delirmiş gibi atmasından sebep ölüp gidecekti. Korkuyordu! Ama korkunun yanı sıra adını bile bilmediği farklı bir şeyler daha vardı. Paniği, derisinde kızgın yağ gibi sürükleyen bir şeyler.

 

Kaçamayacağını biliyordu artık. Kabullendi...

 

"Bizim... Bizim babamız Atilla Saruhanlı!"

 

Bir kaç nefeslik zaman tanıdı Korhan kendine. Duyduğu fısıltıyı zihninde bir kaç kez tekrar etti. Ama bedenini yüklendiği küçük bedenden çekmedi.

 

"Ne?"

 

"Atilla Saruhanlı'nın çocuklarıyız biz."

 

Korhan bilmiyordu Ahu'ya o an ne yaptığını. On sekiz yıl bir kere bile ağzına almadığı ismin dilini nasıl yaktığını bilmiyordu. Ahu'nun etlerinin nasıl çekilir gibi acıdığını, zihninin en kuytu yerlerinde saklı ismin ona çektirdiği ezâyı bilmiyordu.

 

"2004'de suikaste uğrayan Dış İşleri Bakanı Atilla Saruhanlı değil dimi?"

 

"Karısının da içinse bulunduğu makam arabası patlatılan adamın çocuklarıyız."

 

Korhan dakikalardır kapıyla arasında sıkıştırdığı kızdan bir kaç adım geriledi. Yüzü allak bullaktı. Sıradan bir ailenin üniversite öğrencisi iki evladıydı onlar. Döneminin adından her yerde söz ettiren, genç yaşına rağmen önünün Cumhurbaşkanlığına kadar açık olduğu iddaa edilen adamıyla ne işleri olurdu. Korhan o zamanlar henüz on üç on dört yaşında ancaydı ama hatırlıyordu. Ülkenin nasıl bir anda karıştığını, suikast haberlerinin haftalarca ana haber bültenlerinin gündemi olduğunu. Sürekli adama dair başarı bilgilerinin, hedeflerinin, iktidarda görev aldığı dört yılda ne kadar yol kat ettiğinin belgeleri yayınlanıyor, iktidarın bel kemiğinin kırılışını anlatıyorlardı. Bir anda istifaların, makam değişikliklerinin, kabinedeki depremin etkisi aylarca sürmüştü.

 

Babasının haberi alınca 'Atilla' diye feryat edişi geliyordu kulaklarına.

 

Tanımıyorladı halbuki adamı, evlerine hiç gelmemişti, tanışmamışlardı ama babası saatlerce bir kardeş kaybetmiş gibi ağlamıştı. Annesi ilk kez o gün yemek yapmamış, hiç konuşmadan korkulu gözlerle babasını izlemiş küçücük kız kardeşiyle hiç ilgilenmemişti.

 

Ondan sonra babası günlerce ortadan kaybolmuştu. Geldiğinde ise sanki yaşlanmış, yüzüne derin bir keder işlenmiş gibiydi.

 

Kapıya dönük olan yüzünü donmuş gibi öylece kalan adama çevirdi Ahu. Biraz önce onu zorlayan, ona dokunan, konuşması için her şeyi yapacak olan adam neredeydi? Gözlerine böyle büyük bir bilinmezlikle bakmasının sebebi neydi?

 

"Neler oluyor, biz kimiz Ahu Nar?"

 

Loading...
0%