Yeni Üyelik
40.
Bölüm

YIRTICI & ÇARPICI

@orenda

 

BÖLÜM-40-

 

 

Ahu gerginlik içerisinde otururken yanındaki adam başını geriye yaslamış bir halde onlar için gelecek olan jetin piste inişini bekliyordu. Yalnız kalamadıklarından sebep Ahu Korhan’ın neyi nasıl planladığını da açıkça soramıyor ama bu pervasız duruşu onu kokutuyordu.

“Gevşe artık…”

Korhan’ın mırıltısıyla tırnak kenarlarına verdiği hasar duraksadı. Ağır ağır başı sağına döndürdü. Gözleri sürekli Ceyda ve Zahirin nerede kaldığını anlamak için etrafta dolaşıyordu bir süredir.

“Mümkünmüş gibi…”

“Gevşe kelebek… Birazdan iniş yapmış olur jet.”

Ahu daha fazla dayanamayıp yan döndü.

“Korhan ne yapıyorsun sen?”

Sesi, istediğinden biraz daha yüksek çıkmıştı. Korhan tek gözünü açıp kısa bir bakış attı sadece.

“Dün geceyi düşünüyorum.”

Ahu yüzüne soğuk su çarpılmış gibi irkildi. Asla böyle bir cevap beklememişti.

“Ne?”

Korhan şimdi iki gözünü açıp yayıldığı koltuktan kendini düzelterek şok olmuş gözlerle kendine bakan kızı süzdü.

“Aslında seni ne kadar az tanıdığımı dün gece fark ettim.”

Ahunun hayretle aralanan dudakları ve şaşkınlıkla parlayan gözleri öylece kalakaldı.

“Sen bana sonunda kafayı yedirteceksin Korhan!”

“Ayakkabı da otelde kaldı. Aynısından Türkiye’de bulur muyuz acaba?”

Ahu sinirleri boşamış gibi bir anda bedenini esir alan kıkırtısına engel olamadı. Sürekli saçlarında dolaşan elleri yine aralara karışıp dolaşıklığını artırdı.

“Niye böyle yapıyorsun? Ne düşünüyorsan söylesene!”

Korhan yakınına yaklaşıp Ahunun dolaştırdığı saçları parmaklarını tarak olarak kullanarak açmaya başladı.

“Ne düşündüğümü söylersem korkarsın. Ve ben bunu asla istemem. O yüzden sen yanımda durup, elimi tut bir süre kelebek. Ama dün gece hakkında sohbet etmek istersen buna deli gibi gönüllüyüm.”

Ahu ağrı vuran ensesini rahatlatmak için başını sağa sola oynattı.

“Sen insanı delirtirsin!”

Korhan çenesinde dolaşan işaret parmağını izlerken -cık diye bir ses çıkardı.

“Asıl sen insanı delirtirsin kelebek. Hayatımda gördüğüm en aklı başında sarhoş sendin. Seninle sonra bir kez daha içmek istiyorum. “

Ahunun yanmaktan pembeleşen yanaklarına kaydı bu kez işaret parmağı.

“Bunu bana hep hatırlatacaksın değil mi?”

“Doğru… Asla unutmayacağım ve unutmana izin vermeyeceğim.”

“O kadar içmeme izin vermemeliydin.”

Korhan utanmışlık çöken sesiyle sadece fısıldayan kıza biraz daha yaklaştı. Burnunu sürtmeye başladı yüzüne.

“Seni öyle görmüşken mi? Benim için bir kadını parçalayacaktın… Hayatımda hiçbir şeyden böyle keyif almamıştım.”

Korhan sonra aklına bir şey gelmiş gibi yüzüne sinsi bir gülümseme kondurdu.

“Yok… Bu bariz yalan olur. Başka bir şey şu an listenin başında.”

Ahunun anlamamışlık haliyle çatılan kaşlarına bakıp, gülümsemesini büyüttü. Sonra kulağına dudaklarını yaklaştırdı.

“Gerçekten sünnet kesim seni tahrik mi etti kelebek?”

Ahu duyduğu soru cümlesiyle inler gibi bir ses çıkarıp, gözlerini sıkı sıkı kapattı.

“Lütfen bunu yapma…”

Yalvarır gibi çıkan sesi Korhan’ı zerre merhamete getirmedi.

“Dizlerinin üstünde bana bakışını nasıl aklımdan çıkaracağım ben? Üstelik konsantrasyona en çok ihtiyacım olan bir zamandayız.”

Elmacık kemiğinin üstüne dudaklarını yaslayıp öylece kaldı. Ahunun sık, kısa nefesleri heyecanı onu mest ediyordu. Her detayıyla geceyi hatırladığını sesli söylemese de Korhan biliyordu. Ahunun hafif çakırkeyif olduğunu, tam manasıyla sarhoş olmadığını odaya getirdiğinde zaten anlamıştı. Sadece her an kontrollü davranan yanları gevşemiş ve aklından söylediklerini sesli dile getirecek cesareti vermişti.

“Öhhü- öhhhüüüüü!!!

Hiç sevimli gelmeyen bir öksürük sesiyle Korhan minik bir öpücük daha bırakıp geriye çekildi. Ceyda sırıtan bir suratla ikisine bakıyordu. Elindeki çantayı havaya kaldırdı.

“İstediğini aldım vampir. Kızı rahat sıkıştırabilmek için bizi sepetlemişsin gibi hissediyorum ama şu an.”

Korhan tek kaşı havada ayağa kalkıp Ceyda’nın elindeki şık karton çantayı aldı. Ahu ne olduğunu anlamadığı çantaya ve Ceyda’ya bakıyordu.

Korhan elini uzatınca sorgulamadan uzanmış eli tutup ayağa kalktı ama yüzündeki meraklı ifade daha da artmıştı.

“Korhan ne bu?”

“Gel üzerini değişeceğin bir yer bulalım sana. Birazdan Fas üssünün lideriyle tanışacaksın. Sonra Umutta da görüşeceğin kişiler Atilla Saruhanlının kızını eşofmanla görme şerefine nail olamaz.”

Ahu üzerindeki Korhan’a ait tişörte ve altındaki tayta öylece baktı. Korhan demese asla düşünmezdi ama hali içler acısıydı. Özellikle gidileceği dillendirilen yerde bu kadar paspal bir şekilde görünmek utandırırdı onu.

Yüzü tatlı bir tebessümle yumuşadı. Korhan’ın onun hissedeceği rahatsızlığı bile önceden düşünüp, çözüm üretmiş olması çok kıymetliydi.

“Teşekkür ederim bitanem.”

Uzanıp çantayı alırken Ceyda’nın kınayıcı bakışlarına takıldı bu kez.

“Ben aldım? O düşünmüş olabilir ama ben seçtim, bil yani bu detayı.”

Ahu başını yana yatırıp gözler kısılası bir gülümseme de ona gönderdi. Hatta önceki davranışlarından birini tekrarladığını bilmeden uzanıp Ceyda’nın yanağına minik bir öpücük bıraktı.

Tıpkı bir zamanlar anneannesine yaptığı gibi. Tıpkı teşekkür etmek istediğinde Ahiyle böyle anlaştığı gibi. Tıpkı…

Tıpkı Sühan’ın çocuksu neşesi kanını kaynattığında sevgisini ifade etme yolu olarak yanağına bıraktığı öpücüklerden biri gibi…

Korhan’la beraber havaalanının lavabolarına doğru yürüdüler. Ceyda’nın aldığı ekru renkli, ipek kadar narin gömleği üzerine geçirdi. Altına bej tonlarında palozzo bir pantolon alınmıştı. Kıyafetlerinde detay denilecek hiçbir şey yoktu ama kumaşları öyle bir yapıdaydı ki hiçbir detaya da ihtiyaç durmadan saf bir asalet oturtmuştu üzerine. Kemerine kadar düşünülmüş kıyafeti giydiğinde Ahu bir süre aynaya bakıp kaldı. Onu eskiye çağıran bir şeyler yansımasında asılmıştı sanki.

İlk önce neden bu kadar resmi olmasını istediğini anlayamadı. Ama çocuk aklının kuytularında kalmış bir kadın silueti karşısındaki aynadan ona göz kırptı sanki. Korhan bile isteye Derya Saruhanlıyı Ahunun üzerine geçirmişti.

Ahu ne yaptığını bile bilmeden saçlarını sıkı bir atkuyruğu yaparak topladı. Şekil almış her detay ona özlemle kavrulduğu bir yüzü anımsatıyordu.

Korhan gittiği yere, Atilla ve Derya Saruhanlının kızlarını onlar kadar güçlü bir imajla şekillendirerek götürüyordu.

Dışarı çıktığında Korhan’ı da üzerindeki gömleği değişmiş bir halde kendini beklerken buldu. Ayağındaki topuklu ayakkabıların sağladığı imkanla Karhanın boyuna biraz daha denk bir hale gelmişti Ahu. Gözlerini bir an bile onu süzen kehribarlardan ayırmadı.

“Olmuş mu?”

Sorusu çok netti. Sesinde zerre titreme yoktu. Korhan’ın memnuniyetle kıvrılan dudağına baktı ama geri gözlerine döndü siyah incileri.

“Muhteşem olmuşsun kelebeğim. Senin kim olduğunu daha bakar bakmaz anlayacak hepsi. Ona göre hareket edecekler. Ona göre karşında konuşacaklar. “

Korhan’ın bakışları keskinleşti.

“Ona göre bir daha gözünün içine bakarak olmadık kelimeler kullanamayacaklar!”

Son cümlesi Timur’un kardeşleri için zayiat kelimesine atıftı. Ahu da sesindeki tonlamadan hemen anlamıştı. O geceden Ahuya korku olarak kalan bir cümle, uykularına neden olmuştu. Şimdi o cümlenin pişmanlığını yaşatacaktı hepsine.

Onları bekleyen Ceyda ve Zahire doğru ilerlediklerinde Ceyda bir ıslık çaldı ama başka yorum yapmadı. Zaten aynı dakikalarda Zahirin telefonu çalmıştı. Ve bununla beraber onlara eşlik edecek bir koruma ordusu etraflarını sardı.

“Şov yapmaya bayılır benim peder, çok da umursama Ahu.”

Zahirin dili ve dişi arasında mırıldandıklarıyla korumaların gösterdiği şekilde ilerlemeye başladılar. Geldikleri gibi hiçbir kontrol noktasına takılmadan onlar için hazırlanmış özel bir yoldan ilerlediler. Ahu jeti görür görmez tanımıştı. Pilotun ve iki adamın jete yakın bir mesafede beklediği kısma doğru ilerlediler.

Ahu babasının hangisi olabileceğini düşünürken siyah takım elbiseli kırklı yaşlarında birinin uyarısıyla pilotla konuşan adam ardını döndü. Rahatlıkla altmışlı yaşlarını bitirmeye yakın olduğu yüzündeki çizgilerinden, saçlarındaki beyazlardan belliydi. Sadece askeri eğitimlerin verdiği bir diklikle duruşu yaşını saklıyordu sanki.

Zahirle benzeyen tek noktası ince ve uzun yapıları olabilirdi. Onun haricinde Zahirin esmerliğine karşın adam beyaz tenliydi. Yüz hatları da daha yuvarlaktı.

Adamın gözlerini çekmeden Zahire baktığını aralarındaki mesafeden bile görebiliyordu Ahu. Elini sıkıca kavrayan el parmaklarını gevşetip geri sıkınca başını yanındaki Korhan’a çevirdi.

“Fas’ta kullandığı ismi farklı ama gerçek adı Bahadır Ataeva. İsmini kullanman gerekirse Bahadırı kullan kelebek. Türkmen kendisi, Zahirin annesi Fas kökenli. Soyunda çok fazla Türk var gerçi. “

Adımları olabildiğine ağırdı. Önden ilerleyen Zahir ve Ceyda’nın gerisinde kalmışlardı.

“Annesi…”

“Türkiye’de.”

“Hiç bahsetmiyor.”

“Annesi Zahiri doğururken doğum felci geçirmiş. Tedavi sonrasında ellerini kullanabilir hale gelmiş ama ayaklarını kullanamıyor. “

Ahu Korhan’ın fısıldadığıyla yutkunamadı “Babasından nefret ediyor.”

“Onu hamile haliyle Türkiye’ye bırakıp gittiği için aklı erdiğinden beri nefreti içinde taze.”

Daha fazla konuşamadı Ahu. Zahirin babasından öfkeyle bahsetmelerinin üzerine çok düşünmemişti. Korhan sadece bir kere annesi ve kendisini bıraktığı için deyip konuyu kapatmıştı. Annesinin bedensel engelinden söz etmemişti hiç. Soyadları farklı olduğuna göre Zahir annesinin soyadını kullanıyor olmalıydı.

Karşısındaki adam Zahirden ayırmadığı gözlerini kendilerine anlık değdirip geri Zahire çevirdi.

“Beklediğimden erken aradın beni.”

“Öyle gerekti.”

Ceyda bile araştıran bakışlarla ikisini inceliyordu. Zahirin birkaç yüzüne tanık olmuştu ama bu kadar soğuğuyla ilk kez karşılaşıyordu. Adam başını sallayıp gözlerine baktığında fark görmüş tavşan gibi kaldı. Eline uzanan eli bile birkaç saniye sonra fark edebildi.

“Timurun gözbebeği…”

Ceyda kendinden böyle bahsedileceğini asla tahmin etmezdi. İçinden geçen titremeye engel olmaya çalışarak uzanmış eli sıktı. Zahirin ellerine nefretle bakan gözlerine değdiğinde ise elini ateşe değmiş gibi geri çekti. Adamın aralarında bir iki kere gidip gelen bakışları küçük bir parlamayla açılmıştı.

“Sen sanırım benim kim olduğumu biliyorsun?”

Ceyda yüzüne keskin bir bakış atan Zahirle bir an göz göze gelse de kendini toparlayıp duruşunu dikleştirdi.

“Dokuz üsten Fas lideri Bahadır Ataeva… Dayımla hakkınızda sohbet etme şerefine nail oldum Başkanım. Üstelik bana sağladığınız imkanlarla çok fazla çalışma fırsatı yakaladım.”

Adam ağırca başını sallayıp duyduğu cevaptan memnun bir jest yaptı.

“Timurla, seni Fasa çekmek için çok münakaşaya girdim ama üssüne itaatsizlik etmeye devam ediyor.”

“Gökay Turan Türkiye’de hizmet etmeme karar verdikten sonra dayımın başka bir emri kabul edeceğini düşünmemiştim zaten.”

Zahir gülmek isteyen dudaklarını sıkıca bastırıp yüzünü sağına doğru çevirerek sakladı. Küçük fare bir ödülü hak etmişti. Özellikle karşısındaki adama Türkiye liderinin emri karşısında senin hiçbir forsun olmaz demeye getirdikten sonra.

Adamda bu taşı memnuniyetle kabul etti. Özellikle duyumları oğlunun bu kızla fazlasıyla ilgilendiği yönünde olunca farklı bir gözle incelemesine neden olmuştu.

Sonra iki adım ilerleyip Korhan’ın karşısında durdu.

“Yüz yüze tanışmak bugüne kısmetmiş Korhan Yıldıray.”

Korhan uzanmış eli aynı sertlikle sıktı.

“Böylesi uygunmuş Bahadır Bey. Bu beklenmedik emrivaki umarım planlarınıza zarar vermemiştir.”

Adam kısık bir kahkahayla karşılık verdi.

“Sabırla aramanızı bekliyordum. Anladığım kadarıyla birliğin istediğine ulaşmışsınız. Şimdi onu bana teslim edeceğinizi umuyorum.”

Ne kadar böyle söylese de Korhan’ın asla kolaylıkla mirası onlara teslim etmeyeceğini biliyordu.

Korhan yan bir bakış attı ve bu uyarı niteliği taşıyan soruyu görmezden geldi.

“Sizi Atilla Saruhanlı ve Derya Saruhanlının ikiz çocuklarından Ahu Nar Saruhanlıyla tanıştırayım. Kendisi aynı zamanda eşim olur. “

Adam anlık kaşlarını kaldırıp Korhan’dan çektiği gözlerini bu kez Ahunun üzerine çevirdi.

“Demek tüm birliği hizaya sokan adamın kızıyla tanışıyorum. Çok memnun oldum Ahu Nar.”

Korhan bir şey diyemeden Ahu uzanmış eli kavrayıp sıktı.

“Ahuyu kullanıyorum Bahadır Bey. Memnun oldum tanıştığımıza. Babam için söylediğiniz övgü dolu sözler gururumu okşadı. Teşekkür ederim.”

Tel gibi gerilmiş sinirlerin içerisinde tanışma faslı sonunda tamamlanmıştı. Korhan Zahire bir bakış attığında Zahir mesajı aldı ve telefonunda bir arama yaptı.

Sonradan kararlaştırdıkları üzere kasa onlarla beraber gelecekti. Artık yeri ortaya çıktığı için geri de bırakma riskine girilemezdi. Üstelik kasanın anahtarı hakkında yapacak hiçbir şeyleri yokken onları ekarte edip alsalar bile hiçbir gücü yoktu.

Ahi ve Ahu yan yana olmadığı sürece o kasa bomboş bir teneke parçasıydı. Ronald Brunnerin sağladığı imkanlarla kasa onu izleyen bakışlar altında jete taşındığında bunu beklemeyen Bahadır Ataeva şaşkınlıkla bakıp kalmıştı.

Sonra şüpheci gözleri Korhan’ın üzerinde dolaştı. Bu adamı tanıyorsa kasayı onlara bu kadar kolay teslim etmeyeceğini çok iyi biliyordu. Ve yıllardır oğluyla beraber her adımını izlettiği adamı Bahadır Ataeva gerçekten iyi tanıyordu.

Sessizlik içerisinde bir yönlendirmeyle hepsi jete yerleşti. Bahadır Ataeva tam karşısında kalan oğluna gözlerini diktiğinde Zahir de ona aynı karşılığı vermişti.

“Kasayı bulduğunuza dair bilgi sağlamadın bana!”

“Böyle bir sözüm yoktu çünkü.”

“Zahir ne denli önemli bir görevin olduğunu biliyorsun. Ne planlıyorsunuz?”

Zahir bacak bacak üzerine atarak zorla yanına oturttuğu kızın elini kavrayıp, parmaklarını parmaklarına geçirdi. Ceyda’nın buz kesmiş ellerini ve ne kadar gergin olduğunu hissedebiliyordu. Saniyelik bir bakışla yan taraflarında oturan Korhan ve Ahuya baktı.

“Ben herhangi bir şey planlamıyorum. Korhan ne diyorsa onu yapıyorum. Ona sormaya çekiniyor musun yoksa?”

Sonra çok eğlenceli bir şey söylemiş gibi Korhan’a sırıtarak bakıp ondan aldığı göz kırpma karşılığıyla babasına baktı.

“Görevim tam olarak buydu değil mi? Onun yanında olmam?”

Adam ölse tek bir kelime söylemeyecek oğluna başını iki yana sallayarak baktı ve geriye yaslandı. Ceyda ise üzerindeki takım elbisenin nasıl bu kadar pürüzsüz olduğunu düşünmekle meşguldü. Çünkü bunu düşünmezse Fas üssünün lideriyle bakışırken, oğlunun elini tutuyor olduğunu düşünmesi gerekecekti. Elini de kapana kısılmış gibi kurtaramıyordu. O gece gitmeyecekti bir akbabanın yuvasına. Akıllı davranıp evinde ne hali varsa görsün diyecekti. Nasıl bir aptallık anına gelip, bu adamın dediği şekilde bir ilişkiye rıza göstereceğine inanmıştı ki?

Dayısı onu parçalayıp her aşevine bir parçasını adak kurbanı diye paylaştıracaktı.

Cemil şu halini görse yerde yuvarlana yuvarlana kahkaha atardı muhtemelen. Düştüğü durum yüzünden akbabaya daha bir kinlendi.

“Suratın kâğıt gibi, kusmak istersen karşıdakinin üstü müsait.”

“Sen lanet bir pisliksin ve ben senin için gözü karartıp eskort kartı bastıracağım.”

“Beni paylaşmak istediğinden emin misin?”

Ceyda dikkatle ikisine bakan adamın irislerinden kurtulsa koymalı ve sıçmalı birkaç küfür edecekti ama yapamadı. En azından Ahunun yanına oturmuş olsa bu kadar kasılmazdı. Allah’ın belası bir değildi ki Ceyda baş etsin. Vampir de karım diye def etmişti onu yanlarından.

Neredeyse hiçbir konuşma geçmeden saatler sonra Türkiye semalarına geçiş yapmışlardı. Ahu bir ara Korhan’ın omzunda kısa bir uykuya dalmıştı. Korhan da gözlerini dinlendirme amacıyla kapamış ve kafasındakileri bir sıraya oturtmuştu. Belki çok büyük bir riske gireceklerdi ama daha fazla ne Ahunun ne de kendinin takati kalmamıştı.

Biran evvel kardeşlerini bulup, onlara teslim etmeleri için Korhan elindeki tek kozu gözü kapalı yanında götürüyordu. İçlerinde olmasa da birliğin kendine has kurallarını Timur aracılığıyla ölçüp, biçebiliyordu. Söz sahibi olmak için en büyük gücün kendilerinde olması gerekiyordu ve Korhan nihayet o güce kavuşmuştu.

Eskişehir- Konya arasına kurulmuş, askeri bir üs görünümüyle kamufle edilmiş Umuta inişleri sırasında Ahu tırnaklarını batırası Korhan’ın elini tutuyordu.

“Sakinleş…”

Ahu sadece yüzüne baktı. Korhan’ın ona güven veren göz kırpışı ve elini aynı güçle sıkması içini biraz ferahlatıyordu. Korhan yanlış yapmazdı. Düşünmeden mantıksızca hareket etmezdi. Eğer o kasayı yanlarında getirmelerinin doğru olduğuna inanıyorsa Ahu da buna inanırdı.

“Sakinleş çünkü sana istediğini vermek zorundalar artık.”

Mırıltısıyla Ahunun inceleyen bakışları Korhanın keskin kehribarlarında arayışa çıktı.

“Korhan?”

“İşaret fişeği yakmak zorundalar. Bunun ne olduğunu biliyorsun değil mi Ahu Nar?”

Ahunun yutkunmasıyla hareket eden boynuna değdi gözleri. Sonra kara incilerin titrek ışıltısı yerini bıçak gibi keskin bir ifadeye bıraktı. Korhanın dudağı da yavaş yavaş kıvrıldı. Ahu Nar ne yapmak istiyorsa artık anlamıştı ve anladığı andan itibaren de tüm tedirginliği uçup gitmişti. Baş parmağı sol gözünün altını okşadı.

“Batarsak da çıkarsak da…”

“Beraber…”

Korhanın cümlesini Ahu tamamladı. Buradan dönüşü yoktu artık. Ok yayını terk etmişti. Hedefi tutturmaktan başka çaresi yoktu.

Yolculuk bittiğinde jetten ilk önce Bahadır Ataev indi. Sıra ile Zahir ve Ceyda, Korhan ve Ahu da inişi gerçekleştirip onları bekleyenlerde göz gezdirdiler.

Üç adam, yan yana hepsini dikkatle inceliyordu. Ama Korhan’ın dudağının kıvrılmasına neden olan kişi bambaşkaydı.

“Elimi bırak Allah’ın belası, dayım burada!”

Ceyda’nın fısıltı şeklindeki çığlığı Korhan’ın dikkatle kendine bakan adamı üstten bir tavırla süzmesine neden oldu. İstemsiz yıllar önce Mardin’deki konağına girdiği gün düştü gözlerinin önüne. Kulaksız Timuru ininden çıkaracak kişinin o olduğunu biliyor muydu acaba o zamanlar? Yıllardır Mardinden dışarı adım atmamış adam şimdi tam karşısında duruyordu.

Önlerinden ilerleyen adam ilk olarak ortada duran ve kendi yaşıtı olan kişiyle tokalaşıp, beklenmedik bir şekilde kucaklaşmıştı.

“En son beni ağırladığında ne kutlu günlü değil mi Gökay?”

Aynı samimi karşılık Gökay diye seslendikleri adamdan da geldi.

“Biz bugün de o günkü gibi kutlu bir günün içindeyiz Bahadır.”

Bahadır bu kez sola kayıp Timur’un elini sıktı.

“Mardin’den çıkan yolu sana Tarığın ve Atilla’nın çocukları gösterdi demek. Onlarla kapatmıştın kendini, onların çocuklarıyla açtın.”

Timur ağır bir şekilde başını eğdi. O sırada iki korumanın taşıdığı ve altı korumanın etrafında ilerlediği kasaya göz attı Timur.

“Babaları başlattı, evlatları bitiriyor başkanım.”

Ahunun kaşlarını kaldıran bir kahkaha attı Bahadır. Bu kez diğer yanda bekleyen adama doğru uzandı.

“Duhan, seni Fas’ta misafir edemez olduk. Çıkmayacak mısın hiç Türkiye’den?”

Duhan uzanan eli sıkıp başını iki yana salladı.

“Biliyorsunuz gözümü buradan ayıramam başkanım. Uyurken iki gözümü kapatamam bile.”

Bahadır başını iki yana sallasa da gülümsemesini bozmadı. Geriye çekilip ardında bekleyenleri eliyle işaret etti.

“Bu kez tanıştırma vazifesi bana düştü Gökay. Seni Atilla ve Derya Saruhanlının kızlarıyla tanıştırayım. Tarığın oğlunu bilmeyenimiz yok nasıl olsa.”

Ahu bir adım öne çıkıp kendini dikkatle izleyen adamın uzanmış eline elini bıraktı. Adamın bir parça hayret içeren bakışları yüzünden ayrılmadı bir süre.

“Fotoğraflar aldatıcı Atilla’nın nar kızı. Sen annenin kopyasısın.”

“Onur duyarım.”

Ahunun renksiz sesiyle adam hala yüzünü izlerken elini bırakmamıştı. Sonra kırık bir tebessümle Duhana baktı.

“Babalarının emanetleri hep mi böyle yapacak bizi Duhan?”

Duhan da yüzünü ayırmıyordu Ahudan.

“Bize düşen bu demek ki başkanım.”

“Bu da diğeri gibi nimet değil mi?”

Ahu onu dikkatle izleyen Duhana bakmıştı bu kez.

“Nimet başkanım. Baş üstünde taşımamız lazım.”

Gökay bir kere daha yapmıştı bunu. Turan geleneğiyle karşıladığı ikinci alındı karşısındaki. Müsaade ister gibi bir bakış atmış sonra da Ahunun alnına üç öpücük bırakmıştı.

“Baban bana Serdarımın vasiyeti. Çok isterdim şimdi yan yana duralım ama yükü ağırdı.”

Ahunun düğümlenen boğazının aksine yüzünde zerre mimik oynamadı. Gökay Turan yanlarında dikkatle yüzüne bakan Korhanla göz göze geldi bu kez. Ahudan uzaklaşan eli Korhana uzandı.

“Demek Timuru tehdit edecek kadar babanın oğlusun. İkizleri ülkeye getirmek için baban ortalığı karıştırmıştı, sende Mardini karıştırmışsın. Aldım haberlerini.”

Korhan sıkı sıkı elini kavramış adamın tokalaşmasına aynı sertlikle karşılık verdi.

“Henüz değil Gökay Bey. Henüz hiçbir yeri karıştırmadım.”

Vaadler içeren sesi karşısındaki adamın gülümsemesine neden oldu.

“Atilla’nın gurur duyacağı bir damat…”

Bunu Korhan’a bakarak söylemiş olsa da daha çok kendine fısıldar gibiydi. Sonra bakışları ardında bekleyenlere değdi. Birinin çekmek için uğraştığı, diğerinin sıkı sıkı yapıştığı ve zerre yerinden kıpırdamadığı ellerine baktı.

“Bahadırla dünür olmak varmış kaderinde Timur. Sevinelim mi bu habere?”

Ceydanın kalbi her an ağzından fırlayıp çıkacaktı. Sanılanın aksine heyecandan değil korkudandı bu. Dayısının onu duygusuz bir şekilde izlemeleri yanık gibi acı veriyordu tenine. Gökay Turanın söyledikleri havada asılı beklerken gözleri yine de yüzünden ayrılmamıştı. Ceyda benim bir suçum yok der gibi baksa da umursamayıp Gökay Turana çevirdi başını Timur.

“Nasip diyelim başkanım.”

Asla denmemeliydi şu an. Timur üzerine konuşmadığı konuların canını çıkarırdı çünkü. Geçiştirdiği her konu geniş zaman için marine edilirdi. Ceydanın kalbindeki korku kulaklarını bile uğuldatıyordu.

“Allah senin belanı versin akbaba. Sana bu fırsatı veren benim de versin. Sıçtın ağzıma!”

Zahir karşısındaki gösteriyi ilerken tıslayarak konuşan kıza verdiği tek tepki dudağının sağa doğru kıvrılması oldu.

“Bana fuckboddy olmayı teklif etmen cezasız kalmayacaktı değil mi?”

Gökay Turanın eliyle yönlendirmesi sonucunda geniş alanda ilerlemeye başladılar. Ahunun en çok dikkatini çeken şey bu kadar geniş bir alanda neden kendileri ve korumalar dışında kimsenin olmayışıydı. Özellikle eğitim için oluşturulmuş parkurlarda bile tek insanın olmayışı oldukça dikkat çekiciydi. Taş bir binanın önüne geldiklerine Ahu başını kaldırıp dikkatle izledi. Çok eski olduğu her halinden belliydi ama muazzam bir mimarisi de vardı.

Hepsi binaya girip bir kat çıktıktan sonra bir odaya geçtiler. Ahu gözlerini hiçbir detaydan ayıramıyordu. Özellikle odanın bir köşesine yerleştirilmiş cam bir kabinde yer alan askeri üniforma ve yakasına tutturulmuş iğne oyalı fular mı tülbent mi olduğu belirsiz örtüde bakışları asılı kaldı.

“O Serdara ait, yakasında ki de Serdarın Duasına…”

Sesle sıçrar gibi kendine geldi. Ardını döndüğünde herkesin oturmuş olduğunu sadece Korhanın onunla beraber ayakta beklediğini gördü.

“Serdar?”

Gökay Turan her gün baktığı üniformaya bir bakış daha atıp merakla kendinden cevap bekleyen kıza çevirdi yüzünü.

“Baban Tarığı bize getirdiğinde Serdar, Atillanın desteklenmesi için çok çaba harcadı. Ondan önce de neredeyse yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Serdar bizim inancımız için çok önemli bir görevi üstlenirken baban için de bu görevin onaylanmasında büyük emek harcadı. Babanın siyasi kimliği oluştuğu andan itibaren Serdar ve ekibi tarafından korunmaya alındı. Lakin baban gibi Serdarda kayaları sırtlayan bir adamdı. Serdarı 1998 de kaybettik. Bizimle son kez iletişime geçtiğinde talimatlarından biri Atilla ve ondan kalanların sonsuz bir sadakatle birlik tarafından desteklenmesiydi. O zamanlar sizden haberdar değildik, biz mirastan bahsedildiğini düşünmüştük. Ama Serdar annenizin hamileliğinden haberdarmış. En güvenilir adamını yakın koruması olarak tayin eden de Serdardı. Birlik için Atilla hep çok kıymetli olmuştu ama Serdarın talimatı bakanlık koltuğu için hızlanmamızı sağladı.”

Ahu bu yeni bilgileri beyninde bir yere oturturken Korhan başını yana yatırıp konuşan adamla göz göze geldi.

“Yeteri kadar iyi değilmiş koruması. Öyle olsaydı şu anda aramızda olurdu.”

Korhan’ın pasif agresif tavrını hiçbiri yadırgamıyordu. Timur’dan dolayı nasıl bir karakteri olduğuna hepsi hakimdi. Özellikle Mardin’de gerçekleşen konuşma sonrasında Birliğe karşı ne kadar öfkeli olduğunu hepsi biliyordu.

“Yanlış! Hakan işindin iyisi değil en iyisiydi. O yüzden meclise girdiği andan itibaren sürekli suikastlara maruz kalan Atilla Saruhanlı dört yıl bakan koltuğunda oturabildi.”

Gökayın konuşmasına ara vermesiyle Duhan sinirli bakışlarını Korhana çevirdi.

“Hakanın yanan ellerini umursamadan o araçtan ikisinin de naaşını çıkarması sonucunda Atilla ve Derya Saruhanlının mezarı var!”

Ahunun bakışları hızla Duhana çevrildi. Bunu bilmiyordu. Bunu soracak kadar bile büyük değildi ki o zamanlar. Sonra yasaklanan o iki isim için bir mezar var mı diye yüksek sesle konuşamamışlardı. Hiç yaşanmamış gibi… Sanki hayatlarının ilk beş yılı hiç olmamış gibi davranmışlardı Ahi ile. Belki de azıcık düşünen aklı bombayla patlatılan bir arabadan geriye bir şey kalamayacağını fısıldamıştı zihnine. Ve acı çekmekten deli gibi korkan o zihin mezarları var mı diyememişti.

“A-annemle babamın…”

Sesi titrediği için devam edemedi. Korhana öfkeyle bakan ela gözler kendine merhametle yumuşadı.

“Birliğe ait şehitlikte ikisi de. “

Korhan’ın eline dolanan, parmaklarını birbirine geçiren eli olmasa Ahunun dizlerindeki titreme onu yere kapaklanmak zorunda bırakacaktı. O mezarlar için her şeyi yapardı Ahu.

“Eminim görüşmemizin sonunda bizi ailemizin mezarına götüreceklerdir Ahu Nar.”

Korhanın Duhana bakarak kurduğu cümle sonunda Ahu cevap arar gibi gözlerini Duhandan çekmedi.

“Tabi ki…”

Duhan ne kadar çok mezarlıklardan nefret ederse etsin kaderi onu hep bir mermerin üzerinde yazılı olan isimleri okumaya itiyordu.

Hepsi kendine bir yer bulduğunda Gökay Turan, bakışlarını Ahu ve Korhanın üzerinde gezdirdi.

“Mirası bize bu kadar kolay getireceğinizi asla düşünmemiştim açıkçası.”

Korhan Ahunun tekrar baş parmağının kenarına zarar veren elini avuçlarının içine alıp sıktı.

“Düşünmeyin de zaten Gökay Bey, öyle bir niyetimiz yok zaten.”

Kaşları havaya kalktı Gökay Turanın. Bu kadar net bir cevabı beklemiyordu belli ki. Üstelik kasayı Umuta böyle kolay sokmuş olmaları daha çok işkillendirdi. Duhanın da kısılı gözlerle Korhanı izleyişi Korhanı germek yerine daha rahatlatıyordu sanki.

Açılan ağzı hızla aralanan kapıyla kapandı. İçeri giren kadın ve ardından elleri ceplerinde ilerleyen adam Duhanın gözlerini kapatıp, derin bir nefesi içine çekmesine neden oldu.

Ahu kapıdan giren kadınla göz göze geldiğinde yaşadığı şoku nasıl yöneteceğini bilemedi. Hayatı boyunca böyle bir göz rengi görmemişti. Aslında Ahu böyle bir rengin mümkün olduğundan bile haberdar değildi. Lens olabileceğini düşündü ama irisindeki parıltılar yapay olamayacak kadar canlıydı.

“Şifa!”

Duhanın sesiyle kilitlenip kaldığı gözlerden koptu.

“Bu o mu?”

Karşındaki kadının bal rengi saçları başının üzerinde toplanmıştı. Bedenini incelediğinde üzerindeki bol elbiseden hafif de olsa belli olan karnına baktı sadece.

“Burada olmaman gerekiyordu! Ve sen Alparslan! Sürekli emirlere itaatsizlik edişin hoş görülmeyecek!”

Duhanın sertliği artan sesi karşısındaki kadını zerre kadar etkilemedi bile. Kadın hala dikkatle kendine bakıyordu. Ardındaki adamsa tehdit edilmemiş gibi omuzlarını silkmiş ve aynı rahatlıkla odadakilerde gözlerini gezdirmişti.

“Karıma yalan söyleyemem Duhan. Nasıl bir koca olurum yoksa?”

Duhanın şerefsiz diye tıslamasına ise sırıtarak karşılık vermişti esmer, uzun boylu adam. Ahunun merakı daha çok arttı. Özellikle kadının kendine böyle bakıyor oluşu, tanıyormuş gibi gözlerini gözlerinden çekmeyişi…

Birkaç adımla karşı karşıya geldiler. Kadının gözleri gerçekti! İnanılmazdı ama göz bebeğinin siyahı da etrafını dalga dalga saran yeşil ve mavilikte, bir parça toprak serpilmiş gibi yer bulmuş kahvelerde ve en fenası yıldız sıçramış ışıltı da gerçekti!

“Merhaba…”

Mırıldayan kadınla Ahu incelemeyi bıraktı. Mırıltıyla selamına aynı şekilde karşılık verdi. Eline uzanan eli kurulmuş bir bebek gibi sıktı. Elinden çekilmesini bekledi ama sıkıca tutulmuş eller onu bırakmıyordu. Başı Gökay Turana doğru dönen kadın “bu o mu?” diye mırıldandı. Gökay Turanın başını sallayarak onaylaması sonrasında Şifa teklifsizce tek kolunu Ahunun boynuna dolamış ve sıkıca kendine sarmıştı.

“O’sun… “

Puta dönmüş bedeni öylece kala kaldı Ahunun. Ne yaşadığını da ne için yaşadığını da idrak edemeyecek kadar şaşkındı.

“Babamın bahsettiği emanetsin. Çok üzgünüm. Bu kadar geç kaldığımız için çok üzgünüm Ahu.”

Şifa onlar için dünyayı ters döndüren o günden sonra bambaşka şeylerle karşılaşmıştı. En önemlisi ise Babasının birliğe vasiyet niteliği taşıyan ses kaydıydı. Orada kardeşine verdiği görev de Atilla Saruhanlı adına bahsettiği talimatlarda zihninde yankılanıyordu. O zamanlar insanların anlamadığı, bilmediği şey Atilla ve ondan kalanlar korunacak talimatındaki kalanlar kısmıydı. Henüz hamileliğin ilk zamanlarına denk gelen babasının ölümü, onlardan haberdar olduğunu çocuklar beş yaşında Tarık Yıldıray tarafından Türkiye’ye getirildiğinde anlaşılmıştı.

Ahu kendini tanıyacakmış gibi gözlerini yüzünde gezdiren kadının bakışlarından ayrılamıyordu.

“Ben Yüzbaşı Serdar Seçkinin kızı Şifayım. Babalarımız aynı inanç uğruna şehit oldu.”

Ahu üşüyordu sanki. Bu duyguyu tarif edecek tek terim buydu. Üşümek… Karşısında babasının adını gururla seslendiren kadında kendi hasretini görüyordu. Belki de bile isteye ortak olan yazgıları kaynaşsın diye Şifa özlemini sesindeki o saklı tınıyla Ahuya sunuyordu.

“Atilla ve Derya Saruhanlının kızı Ahu Nar Saruhanlı…”

Bir şey demek için söylenilmiş bir tanışma cümlesi. Sadece Şifanın babasının adını nasıl gururla dile getirdiğini görmüş ve yıllardır ona yasaklananı bir oda dolusu adamın içinde yüksek sesle sözcüklere dökmüştü. Çünkü aynı gurur Ahuda da vardı. Muhteşem bir anne babanın kızları olma ayrıcalığına o da sahipti.

Ahunun dikkatini Şifanın ardındaki adam dağıttı. Elini Şifanın beline atan adam kulağına yakın bir şekilde “çok ayakta kaldın peri” diye mırıldanmıştı. Şifanın gözlerini devirmesi nedensizce çok sevimli geldi Ahuya. Sonra yanındaki adama bakıp tekrar Ahuya gülümsemişti.

“Seni kocamla tanıştırmak istiyorum Ahu. Alparslan…”

Esmer adam başıyla selam verip elini uzatmış ve sıkmıştı. Ahu da aynı şekilde başını eğerek selamına karşılık verdi. Yanına sokulan sıcaklıkla başı sağına çevrildi. Korhan karşısındaki ikiliyi süzüyordu dikkatle.

Alparslan’la bakışları birkaç saniye çarpıştı. Ve Ahunun asla beklemediği o tepkiyi verdi. Önce bir ıslık çınladı odada.

“Bizim kulaksıza posta koyan avukat değil mi bu?”

Böyle bir tanımlama Korhan’ın kaşlarını kaldırmasına neden olmuştu. Kendileri tanımıyor olsa da buradaki herkes her şeye hakimdi belli ki.

Duhanın yine dili ve dişi arasında Allah’ın cezası diye mırıldanması Alparslan’a kısa bir kahkaha attırdı. Sonra elini uzatıp sıkı bir şekilde tokalaştı.

“Alparslan Cihandar! Sen kendini tanıtma hiç ben çok hakimim kim olduğuna.”

Sonra köşede, koltuğunda oturan ve tiyatro izler gibi sessizce onları izleyen adama göz kırptı. Korhan bir tık şaşkınlıkla izliyordu.

“Gücenmiyorsun değil mi usta? Şimdi yiğidi öldür hakkını yeme, fena ayar çekmiş Mardin’de sana. Bak nasıl çıkarmış o küflü konaktan seni?”

Timur gözünü Duhana çevirip geri Alparslan’a baktı.

“Müsaade verilirse küflü konağımda orta doğunun kurdunu ağırlamak isterim.”

Alparslan daha sesli bir kahkahayla karşılık verdi bu alakasız görünen cevaba. Alttan alta kendi mekânında bu lafları ona nasıl yedireceğinin ültimatomunu veriyordu ihtiyar kulaksız.

“Özledim senin yemekleri, gelirim elbet.”

“Bu kadar eğlence yettiğine göre geçip oturun artık!”

Gökay Turanın sert sesiyle Alparslan omuzlarını silkip, Şifayı belinden yönlendirerek Duhanın yanındaki boş koltuğa oturmasını sağladı. Kalçasını da kol kısmına yerleştirdi.

Duhan Şifaya bakıp başını iki yana salladı. Şifa da izinsiz katıldığı toplantıyı hoş görmesi için sadece gözleriyle gülümseyerek baktı.

“Bize miras hakkında bilgi vermenizi istiyorum Korhan. Kontrol ettiğinize eminim. Maden hakıında tüm bilgiler detaylandırılmıştır. Koordinatları ve en önemlisi nasıl bir işlemle kullanıma hazır hale getiririz babanın çalışmaları da yer alıyor mu?”

Korhan Ahuylşa oturduğu ikili koltukta duruşunu dikleştirip Gökay Turana baktı sadece. Konuşmasını bekleyen adam süre uzadıkça kaşlarını çatmıştı.

“Suhna ve Ahi nerde?”

Gökay Turanın bakışları Bahadır Ataeva ile çarpıştı. Sonra geri Korhana çevrildi.

“Dünyanın her köşesine elçi aracılığıyla arama ekipleri yayıldı. En kısa sürede bulunacaklar.”

“Dört ay! Dört aydır ne var elinizde?”

Sert sesi bağırmasa bile odada yankı yapmıştı sanki. Ahu hüzünle kendine bakan Şifayı izliyordu ama. Burdaki herkes biliyordu ne büyük acıyla sınanmış dört aydan bahsedildiğini.

“Ölümlerinin bir kurmaca olduğunu bulmak bile oldukça uğraştırdı bizi. Ama bu konuda tüm Güneş seferber olacak. Çocuklar eve dönecek. Sana söz veriyorum.”

Korhan iki yana başını salladı sadece.

“Söz istemiyorum ben. İstediğim kardeşlerimiz!”

Gökayın çatılan kaşları Korhandan aynı tepkiyle karşılık buldu.

“Bunu en az biz de sizin kadar istiyoruz! Ama önceliklerimiz belli! Mirası biran evvel kullanılır hale getirmek zorundayız!”

“Umurumda mı?”

İşte bu gerçekten yüksek bir sesti. Korhan Ahunun elini kendi soğuk elinin üzerinde hissettiğinde Gökay Turandaki gözleri Ahuya çevrilmişti.

“Umurumuz da mı? Biz dört aydır kan kusuyoruz sizin derdiniz bizim umurumuzda mı?”

Bu kez daha yalındı sesi. Ahunun titrek hareleri dolmak için can çekişiyordu ve Korhan bunu ilk anda görecek tek kişiydi.

“Dostum sakin ol! “

Alparslanın sesiyle bu kez yüzü oraya çevrildi.

“Sakin… Sakin olayım öyle mi? Beklettiler mi seni bir morg kapısında? Daha yirmi yaşında buz gibi cesetten nabız arattılar mı? Sevdiğin kadın uykusunda hıçkırarak ağlarken kardeşinin adını sayıklarken izledin mi sen? Ne diyorsunuz lan siz bana? Ne sakinliğinden bahsediyorsunuz?”

Alparslan baktı. Acısının şiddeti görülmeyecek gibi değildi. Ama odada Korhanı anlayacak tek kişi varsa bu Alparslandı aynı zamanda.

“Bilmem… Yirmi yaşını görmek nasip olmadı. Cesedini de görmedim ama kanlı kundağını hatırlıyorum.”

Asla yükselmemişti sesi ve asla acı yarıştırır bir hali yoktu. Korhanın kurdurmaya çalıştığı empatiye eşlik ediyordu sadece. Korhan sakinliğini kaybedip, böyle çığırından çıktığı için öfkesini derin soluklarla yatıştırmaya çalıştı. Gözleri kapanıp birkaç saniye öylece bekledi. Sonra geri açtığında Alparslan hala ona bakıyordu.

“Cesedinde nabız aradığım kardeşim yaşıyormuş aylar sonra öğrendik. Şimdi onları geri istiyoruz. Hiçbir şeyden haberi olmayan, korkuyla kurtarılmayı bekleyen kardeşlerimizi geri istiyoruz. Onları verin neyi alırsanız alın!”

İkisinin konuşmasına bu kez Bahadır ataeva dahil oldu.

“Öncelikle bu şekilde ilerleme kaydedemeyiz bunu anlamak zorundasınız! Gökay mirası incelemeye alacağız. Korhan iyi niyetini ortaya sererek yanında getirdi zaten. Ama aynı zamanda çocukları bulma işini de hızlandıracağız. Sonuçta onlar bizim emanetlerimiz. Bize emanet edilene ihanet etmeyiz! Hiç birimizin unutmaması gereken o detay ise aynı gemide olduğumuz.”

Bakışları en köşede, sessizce oturup izleyici olan ikiliye takıldı. Oğlunun küçümseyici bakışları ateşe değmiş gibi gözlerini kaçırmaya itmişti. Hayattaki en değerlisi ve en büyük vicdan azabı onu böyle izlerken her zaman yaptığını yapmak ve mantıklı hareket etmek hiç kolay olmuyordu.

Korhan tekrar odadaki herkesi tek tek göz merceğinden geçirdi. Bir şey demeyecekti. EN azından şimdilik konuşmasına lüzum yoktu. Herhangi bir çıkış yapmadığı için bunu onay sayan Bahadır Ataeva tekrar Gökay Turana baktı.

“Kasa burada. Bakalım öncelikle. Bize ne bıraktıklarını görmemiz gerekiyor.”

“Haklısın… Çocuklar konusunda da çok daha kapsamlı araştırma yapılacak. Bunu geri plana atmadığımıza emin olun çocuklar. Sandığınızın aksine sizi sadece kasa için ağırlamıyoruz burada. Kıymetiniz çok fazla bizde. Siz ve kardeşleriniz Güneşin kıymetlisi.”

Ne Ahudan ne de Korhandan hiçbir ses çıkmadı. Bahadır sonunda korunmalarına kasayı odaya taşımaları emrini vererek beklemeye başladılar. En fazla on beş dakika sonrasında kapı çalmış ve iki koruma kasayı özenli hareketlerle odada bulunan toplantı masasının üzerine yerleştirmişti.

Dikkatli gözlerin takip ettiği kasaya ilk olarak Bahadır ayaklanarak yaklaştı. Kasanın kapağı aralanıp içerisinde orta boyutta bir valizi andıran bilgisayar sistemini görünce kaşları çatılmıştı. Sonra odadaki bakışları Ceydaya çevrildi.

“İnceledin mi?”

Ceyda terlemiş avuçlarını pantolonunun diz kısmına silerek ayaklandı ve ağır adımlarla adama doğru yaklaştı.

“İnceledim efendim ama daha önce çalıştığım hiçbir sisteme benzemiyor. Sizin daha hakim olacağınız bir teknolojiyle üretilmiş gibi.”

Bahadır kasadan bilgisayarı dikkatle çıkardığında odanın geri kalanı da masanın etrafında yerlerini almaya başladılar. Yerinden kalkmayan ve izleyici olmayan kişiler sadece Ahu, Korhna ve Zahirdi. Şifa ve Alparslan da dikkatle bilgisayara bakıyorlardı.

“Bahadır ilk olarak bilgisayarın üst yüzeyine yerleştirilmiş retina güvenlik korumasını inceledi. Özellikle son yıllarda güvenlik merkezleri için tasarlanan bir teknolojinin benzerliği dikkatini çekmişti. Daha sonra ise iki ped.de dolaştı bakışları. Olabildiğine dokunmadan sadece girişlerin sisteme dahil edilme mantığını çözmeye çalışıyordu. Bilgisayara sonrasında dahil edilen pedler şu ara özellikle sağlık koruması üzerine çalıştıkları bir sistemi hatırlattı. Onlar saatin tenden elde ettiği enerjiyle olası bir kalp krizi, beyin kanaması, yüksek tansiyon ve yaklaşan epilepsi nöbetlerini önceden haber verecek teknoloji üzerine çalışmalardı. Bu çalışmalar yaşlı ebeveynlerini gözetim altında tutmak isteyen bireylere yaklaşan krizleri önceden bildiren telefon bağlantısı da sunuyordu.

“Bahadır?”

Gökay Turanın sesiyle pedlerin bilgisayara bağlı kısımındaki sekansı tekrar inceledi.

“Bunu öylece açamayız.”

Sadece mırldanmıştı. Gözlerini bilgisayardan ayıramıyordu.

“Bunu nasıl yapmış olabilir?”

Kendi kendine mırıldanması sonrasında gözleri tekrar Gökay Turana çevrildi.

“Fas üssünden bir ekibi çağıracağım. Aklım almıyor hala. On sekiz yıl önce bunu nasıl yapmış olabilir?”

“Sorun ne?”

BaHadır ataeva olabilecek en ağır hamlelerle bilgisayarı kasasına yerleştirmiş ve başını iki yana sallamıştı.

“Dediğim gibi ekibim ayrıntılı bir incelemeye almak zorunda. Ama anladığım kadarıyla bilgisayar sistemini devreye sokan iki insani güvenlik önlemi alınmış. Retina taraması sonucunda sistem açılıyor desek o pedlerin mantığını çözemedim. İki ayrı sunucu girişiyle bilgisayarın bütünlüğüne dahil edilmiş. Retina ile ortak mı yoksa onun da başka bir görevi mi var çözemedim.”

“Yani güvenli açılış için iki güvenlik sistemini de doğru çalıştırmamız gerekiyor.”

“Bilemeyiz… Emin olmadan açmaya çalıştığımızda sistemin kendini tamamen kapatmayacağına da emin olamayız. Ama bu kadar üst düzey bir teknolojiyi Atilla nasıl elde etti?”

Gökay Turan kasada öylece bekleyen bilgisayara baktı ama bunun cevabını sadece Serdarın bileceğine emindi. Serdar, ikizlerden haberdar olduktan sonra Atillanın karısını sessizce ülke dışına çıkarmasına yardım etmişti. O zamanlardan eline yarayacak bir şeyler düşünmeye çalıştı. Tarık ve Atillayla geçirdiği zamanlarda yanlarında olma izni olmamıştı hiç Gökayın.

"Ekibine haber ver. Biran evvel bilgisayarı açmamız lazım, içindekini hayata geçirmek için ne kadar zaman harcanır onu bile bilmiyoruz."

 

Geri yerlerine geçtiklerinde Bahadır odadan çıkmıştı. Gökay Turan sessizce oturan ikiliden gözlerini ayırmadı. Onların bilmediği bir şey biliyorlardı ve bunun rahatlığıyla kasayı getirmişlerdi.

 

"Nasıl açıldığını biliyorsunuz?"

 

Çıkarımında buram buram soru işareti vardı. Korhan avucunda ki elden başını ağırca kaldırıp sadece baktı.

 

"Çok yorgunuz, dinlenmemiz için bize bir yer gösterilecek mi?"

 

Gökay Turanı duymazdan gelişi Alparslanın da kaşını kaldırarak izlemesini sağladı.

 

Hoşlanmıştı avukattan. Şu sıra duymak istediği dışında konuşulanı es geçen kişi sayısı sınırlıydı ziraa.

 

"Misafirini güzel ağırlayamıyorsun galiba başkan. Adamlar yoldan geldi bir yemek ısmarlar insan."

 

Gökay Turanın ters bakışları altında ayaklanıp, pantolonunun paçalarını düzeltti.

 

"Bunlardan hayır yok dostum, sen gel ben güzel ağırlayacağım sizi. Kurdun ensesi niye bu kadar kalın anlaşılıyor işte. Yenge de dinlenir bir süre."

 

Korhan ayağa kalktığında Ahu da çekilen eliyle toparlandı. Gökay Turanla göz göze geldi.

 

"Ahu?"

 

"Efendim..."

 

"Şehitliğe gitmek istersen..."

 

Sesi biraz önceki otoritesinden sıyrılmış, oldukça babacan bir tınıda çıkmıştı. Ahu yutkunup, kendini izleyen Korhana baktı.

 

"Ahi... Ahi olmadan gidemem. Kardeşimle beraber gideceğiz ailemize."

 

Korhanın kolu beline dolanıp, Ahuyu kendine yasladı. Gökay Turanın da anlayış dolu gözleri onaylar gibi kapanıp geri açıldı.

 

Şifanın koluna dokunmasıyla Ahu gözlerini kaçırdı.

 

"Bende çok acıktım Ahu. Birlikte yemek yiyelim, hem daha iyi tanıma fırsatı buluruz birbirimizi."

 

Önden Alparslan ve Şifa ardından ise Korhan, Ahu ilerledi. Ahu Ceydaya bakmıştı ama o dayısının merceğindeydi. Zahir de eliyle gidin işareti yaptığı için önlerindeki ikiliyi takip etmeye başladılar.

 

Yemekhanede dört kişilik bir masaya geçtiler. Yemeklerini söyledikten sonra bir süre sessizlik olmuştu aralarında.

Şifanın ekmeğini lokmalık yapıp tabağının kenarına bırakan Alparslan sessizce oturan ikiliye baktı.

 

"Madene giden yolu öylece getirip masalarına bıraktın."

 

Korhan tabağından başını kaldırıp karşısındaki esmer adama baktı.

 

"İstediğiniz bu değil miydi?"

 

Alparslan geriye yaslanıp, suyundan bir yudum alırken iki kadın sadece izleyici olmaya karar vermişti.

 

"Maden değerli. Çok işe yarar da benim alanım değil. O yüzden değeri ve ne kadar istenildiği Güneşin sorunu."

 

Korhan da aynı Alparslan gibi geriye yaslanıp, kollarını göğsünde topladı.

 

"Sende Güneşin hizmetindesin."

 

-Cık diye bir ses çıkardı Alparslan. Sonra Şifanın çatalında öylece duran tavuk parçasını ağzına alması için eliyle müdahale etti.

 

"Bitir tabağını peri! Ben Şifanın hizmetindeyim dostum. Tabi bir de aklımın doğru kabul ettiği şeyler için hizmet ederim."

 

Korhan çenesindeki kirli sakalını kaşır gibi yapıp, adamı şimdi biraz daha dikkatli inceledi. Bu sırada Alparslan da aklındakini dile getirdi.

 

"Bir şekilde istediğini yaptıracak güçtesin. Bunu bildiğin için bu kadar rahat getirdin o kasayı. Özellikle yıllar için de adına hazırlanmış dosyayı görünce insanın ilgisini çekiyor aklındakiler. Planın ne çok merak ettim."

 

Cümlesini tamamlarken gözünü kırpıp, sırıtmıştı birde.

 

"Diyelim ki bir planım var. Peki bunu neden sana anlatayım?"

 

"Planın var demek. En azından kesinleştirmiş oldum. Kardeşlerinize ulaşmadan kasayı dümdüz teslim etmezler dedim ben sana değil mi peri?"

 

Şifaya bakıp, tek kaşını kaldırdı.

 

"Bahsi kaybettin adını ben koyuyorum."

 

Şifa gözünün altından ters bir bakış atıp, hırsla bir lokma daha attı ağzına.

 

"Ben öylece teslim ederler demedim ki. Sadece pazarlık yaparlar dedim."

 

Ahu ne döndüğünü anlamamış bir hâlde, öylece tartışan ikiliye baktı.

 

"Çamura mı yatacaksın? Pisleşeceksek ben varım. İsim hakkı benimdir."

 

"Kaybetmiş sayılmam diyorum Alparslan!"

 

Şifa sonra ilgiyle kendini izleyen ikiliye baktı.

 

"Pazarlık yapacaksınız değil mi? Bunun için kasayı getirdiniz."

 

Başını da sallayarak o değişik gözleriyle insanı etkisi altına almaya çalışıyordu. Ahu bu kez Korhana baktı. Korhan da boşver der gibi omuzlarını silkti.

 

Alparslanın bir iki kısa öksürükle sesini temizlemesi ve dirseklerini masaya yaslayarak öne eğilmesiyle dikkatler tekrar onun üzerine toplandı.

 

"Bakın... İkinizin de temkinli hareket etmesine hak veren tek kişi varsa o da benimdir. İnanmasan da anlıyorum Korhan ben seni. İkinizin de aylardır ne kadar büyük bir çıkmazla baş ettiğini emin olun çok iyi anlıyorum. Güneş amacını asla kötüye kullanmaz ama o da senin gibi iyiye ulaşmak isterken elini kirletmek durumunda kalır."

 

Korhan senin gibi derken neyi kastettiğini çok iyi anlamıştı. Davalarında başvurduğu illegal yöntemlere atıfta bulunuyordu.

 

"Ahu, Şifa için kıymetli. Şifanın kıymet verdiği her şey de benim için değerli."

 

Alparslan bu kez Ahuya baktı.

 

"Sen, benim her şeyini ezber ettiğim adamın emanet olarak bıraktığısın. İster şüpheyle bakın, ister samimiyetimize inanın ama kardeşlerinizi size getirmek için elimizden gelen her şeyi yaparız biz. Yeni tanışmış olmamızın çok önemi yok. Mazimiz çok sağlam bir yerden düğümlenmiş."

 

Ahu gözlerini bile ayırmadan ciddiyetle konuşan adamı dinledi. Şifanın Alparslana uzanan eli yarı yolda kocası tarafından karşılanıp tutulmuştu.

 

"Alparslan her bir kelimesinde doğru söylüyor Ahu. Sizi öğrendiğimde Ahi ve Suhanın ölmediği kanıtlanmıştı. Maden bilgilerini incelerken babalarımızın bağına ulaştım. Sonunda babamın vasiyet olarak bıraktığı son ses kaydını dinledim. Dayım yani Duhan bana hakkınızdaki tüm her şeyi anlattı. Ne büyük bir cefanın içindesiniz görüyoruz. Acınıza da çabanıza da büyük saygı duyuyoruz. Maden Güneş için çok kıymetli ama sakın kendi değerinizi küçümsemeyin. Benim için, bizim için çok büyük anlam ifade ediyorsunuz."

 

Ahu siyah incilerini karşısındaki kadına kaldırıp, genzini yakan gerçekliği görsün diye gözlerini ayırmadı bir süre.

 

"Ahi yok... Suhanla beraber aldılar onu. Bulamıyoruz... Neyin içine düştüğümüzü bile bilmeden paramparça olduk. Şimdi yaşıyorlar diye hakkıyla sevinemiyoruz biz. Çünkü dört aydır neler yaşıyorlar korkusu boynumuzda urgan oldu. Bize yaşadığını söyledikleri gün, o maden için gerekirse zayiat olurlar dediler siz bunu biliyor musunuz?"

 

Şifanın hassas hormonları, karşısında çaresizliğini anlatmaya çalışan kız yüzünden burnunun kemiğini sızlattı.

Alparslanın öfkeli burun çekişiyle dikkatleri dağıldı.

 

"Sikerler adamı! Zayiatmış!"

 

Sonra ne yaptığını fark edip elini ağzına çarptı.

 

"Alparslan!"

 

"Kusura bakma yavrum, birden kaçtı ağzımdan. Sen başlamadan ben söylüyorum kendime. Küfür yok!"

 

Sonra tekrar Ahuya baktı Alparslan.

 

"Yok öyle bir dünya. Eziyet edip durma kendine. Öyle yada böyle dahil olduk artık mevzuya. Duhan hırstan kuduracak ama bir şey yapamaz. Yerlerini tesbit edelim ben gidip alacağım!"

 

Korhan gözlerini kısıp, Alparslanın samimiyetini ölçmeye çalıştı. Gerçekten söylediklerinde ciddi mi yoksa birliğin onları etkilemesi için gönderdiği piyon mu emin olamıyordu.

 

"Bu özgüven nerden geliyor?"

 

Alparslan omuzlarını silkip geriye yaslandı.

 

"Ben seni sorup öğrendim, sende beni soruştur avukat. Yemeğini ye yemeğini, daha gidip başkana posta koyacaksın. Ekibin gelmesi uzun sürmez."

 

Korhan karşılık vermeden öylece karşısındaki ikiliyi izledi. Tabağını bitirmesi için karısını ikna edişi, arada ağzından küfür kaçırınca süt dökmüş kediye dönüşü net çıkarımlar yapmasını engelliyordu.

Sık sık Ahuyla göz göze gelse de konuşmak için yalnız kalmayı beklemeleri gerekiyordu.

 

Yemek sonrasında Şifa ve Alparslan onları oldukça ferah bir odaya götürmüştü. Bir kaç saat dinlenmeleri için yalnız bıraktığında Korhan ve Ahu yığılır gibi yatağın üstüne bıraktılar kendilerini.

 

Çıkmadan onlar için yedek giysi bırakıldığını söylemişti Şifa. Ahu bir şey demeden ayaklanıp, poşetlere baktı. İkisi için de siyah pantolon ve siyah birer tişört bırakılmıştı. Paketli halde duran çamaşırlar bile düşünülmüştü.

 

Ayağındaki ayakkabıları çıkardığında gömleğin de düğmelerini açmaya başladı. Korhan bir mesaj almış gibi aynı şekilde düğmelerini çözüp ayaklandı.

 

"Gel yıkayayım seni kelebek. Ben de çok terledim."

 

Ahu odanın içerisinde gözlerini gezdirip "olur" diye mırıldanarak Korhanın uzattığı elini tuttu. Banyoya girdiklerinde tüm kıyafetlerini çıkarıp, küçük kabine geçtiler. Korhan suyu açıp başlarından akmasını sağlayana kadar ağzını açmadı Ahu.

 

"Korhan?"

 

"Mahremiyete saygı duyduklarına inanmak istiyorum ama emin olamayız kelebek."

 

Ahu gözlerini açıp kapatarak, onayladı. Küçük kutulardaki şampuanı aline sıkan Korhan saçlarını yıkamaya başladı Ahunun.

 

"Ayakkabı ayağını acıttı değil mi?"

 

Ahu ağırca başını salladı. Suyun ıslattığı bedenlerini birbirine yaklaştırıp, Korhanın beline kollarını doladı.

 

"Acıdı..."

 

"Geçecek bebeğim..."

 

"Korhan emin misin?"

 

Korhan üstlerinden akan suya doğru yüzünü kaldırıp bir süre öyle bekledi. Eli Ahunun çıplak sırtında aşağı yukarı hareketlerle dolanıyordu.

 

"Değilim Ahu Nar... Ama babana güvenmek zorundayım."

 

"Peki onlar... Yani Şifa ve Alparslan. Amaçları ne sence?"

 

"Kadın duygusal olarak yaklaşıyor meseleye. Durumundan dolayı empati kuruyor büyük ihtimalle. Adamı çözemedim. Çok pervasız cümleleri var."

 

"Babası, babam ile yakınmış. O yüzdendir belki de... Sonuçta o da kaybetmiş babasını."

 

"Evet... Dediğim gibi işin duygusal boyutuyla ilgileniyor o."

 

"Bence adam da samimi."

 

"Oldukça yüksek bir ihtimalle bende öyle düşünüyorum. Karısı için yapamayacağı bir şey yok gibi duruyor. Bakışlarından belli."

 

Ahunun dudakları kıvrıldı. Korhanın omzuna bir öpücük bıraktı.

 

"Kendimden biliyorum diyorsun yani."

 

Korhan suyun etkisiyle yüzüne yapılan saçları elinin içiyle süpürüp, güzel yüzünü ortaya çıkardı.

Kehribarları her gün görmüyormuş gibi yine ilmek ilmek yüzünü izledi.

 

"Kendimden biliyorum kelebek. İnsanın karşısına, uğrunda öleceği bir kadın kaç kez çıkar ki?"

 

Ahu parmaklarının üzerine yükselip, ıslak dudaklarını Korhanın dudaklarına yasladı.

 

"Uğrumda yaşayacak bir koca istiyorum Korhan. Benim için, benimle yaşayacak bir koca..."

 

Banyoda geçirdikleri süre sonrasında çıkıp, giyindiler. Oyalanmak için Korhan Ahunun saçlarını uzun uzun kuruttu. Yorgun bedenini, göğsünde uyuttu.

 

Çalınacak kapıyı beklerken gözlerine uyku girmemişti ama Ahu sıcaklığına dayanamayıp, bir hayli zaman uykuda dinlenebildi.

 

Saat gece yarısına yaklaştığında kapıları tıklatıldı. Ahu sanki bunu beklermiş gibi derin uykusundan bir anda sıçrayarak uyandı.

 

"Şşşiittt... Bir şey yok güzelim. Kapı sadece."

 

Ahu uyku mahmuru hemen toparlanıp, sağa sola bakındı. Ayaklanan Korhanla beraber kendi de ayağa kalktı.

 

Kapı aralanınca Şifa ve Alparslanı gördü karşılarında. Şifanın tedirgin bakışları, Alparslanın eğlenceli bir şeyler yakalamış o hin ifadesi yüzünü süzdü.

 

"Kusura bakmayın, saat çok geç ama Gökay Turan odasında toplanılmasını istiyor. Ekip, incelemeyi bitirmiş galiba."

 

"Sorun değil, bir kaç dakika verin bize. Geliyoruz."

 

Kapıyı tam kapatmadan ardını dönüp Ahuya baktı.

 

"Hadi güzelim. Çıkıp bitirelim şu işi."

 

Ahu hemen onlar için alınan spor ayakkabıları ayağına geçirip, Korhanın uzattığı ele parmaklarını geçirdi.

 

Şifayla kapıda göz göze gelince küçük bir tebessüm edip başıyla selam vermişti. Onun tebessümüne karşın Şifa yüzünü kaplayan bir gülümseme armağan etti.

 

"Dinlenebildin mi Ahu? Öğlen çok solgundun. Kendini iyi hissediyor musun?"

 

"Teşekkür ederim, dinlenmek iyi geldi."

 

İki kadın önden ilerlerken Alparslan Yanında yürüyen adamın omzuna omzuyla çarpıp, elleri ceplerinde, yüzünde keyifli bir gülümseme yürümeye devam etti.

 

"Derdin ne senin?"

 

Korhan dayanamayıp sormuştu tavırlarının sebebini.

 

"Sayende adını ben koyuyorum. Biliyordum ama ben. Müneccim boku yesem bu kadar olur."

 

"Ne çeşit bir ruh hastasısın sen?"

 

Alparslan yan bir bakış attı.

 

"Kaç yılım ortadoğuda geçti benim haberin var mı? Bunu bulduğuna şükret, çoğu kafayı yiyor."

 

"Bu yememiş halin yani."

 

"Sana şu an siktir git demek isterdim ama kız babası olarak küfürü bırakmaya çalışıyorum. Dolaylı yoldan isim hakkını da sen kazandırdın bana. O yüzden siktir git demeyeceğim sana."

 

Korhan başını iki yana sallayıp, gülümsemesini saklamak için yürümeye devam etti.

 

"Kız demek..."

 

"Öyle..."

 

"Sağlıkla doğsun. Güzel bir evlat olsun inşallah."

 

"Darısı başına diyelim o zaman avukat. Gerçi öğrendiklerime göre yukardakilerin belasını sikecek gibisin. İnşallah Duhanı hamile bırakmazsın."

 

Kendi dediğine kendi kahkaha atmıştı birde. Korhan ne çeşit bir manyak olduğunu çözemediği adama cevap bile vermedi.

 

Odaya girdiklerinde öğlen bıraktığı herkes oradaydı. Dört kişilik bir ekip ve Ceydanın masa başında fısıltı şeklinde konuştuğunu gördü. Zahir de üzerine değişmiş, ve dinlenmiş görünüyordu. Geçip ikili koltuğa oturdular. Odada çıt bile çıkmıyordu.

 

"Dinlene bildiniz mi çocuklar?"

 

Gökay Turanın sesiyle masadaki bakışları çekildi Ahunun. Başını öne eğerek onaylar gibi bir hareket yaptı.

 

"Ekip, çalışmasını bitirdi. Henüz bende net bilgileri dinlemedim. Sizin de burda olmanız için rahatsız ettik."

 

"Sorun değil Gökay Bey. Sizi bekliyorduk bizde."

 

Bahadır Ataeva elindeki dosyayı rulo haline getirip, masanın başından ayrıldığında Ceyda da küçük adımlarla yanlarına geldi. Ahu soru soran gözlerine Ceyda onaylar gibi kapatıp açmıştı.

 

Ayakta duran adam Korhana baktı dikkatle.

 

"Kasa hakkında size hiç bir bilgilendirme mesajı bırakılmamıştı değil mi?"

 

"Hayır... Yazılı ya da sözlü kasa içeriğiyle ilgili bilgiye hakim değiliz. Yerini bulmamız için bırakılmış ip uçlarıyla kasaya ulaştık."

 

Bahadır, Gökay Turanın masasına doğru ilerleyip elindeki dosyayı bıraktı. Sonra ağzından çıkacakları dikkatle bekleyenlerde gözlerini dolaştırdı.

 

"Bilgisayar güçlü bir anahtar sistemiyle korunmaya alınmış."

 

Gökay Turan elindeki verilere bakıp başını kaldırdı.

 

"Açılışı için ne gerekiyor?"

 

Bahadır, Korhanın kendine bakan gözlerinden bakışlarını ayırmadı.

 

"Anahtar ikizler. Retina taraması ve kalp atışarıyla bilgisayar sistemini devreye sokan bir güvenlik sekansı kurulmuş."

 

"Nasıl yani? Birinin retinası, diğerinin kalp atışı mı çalıştırıyor bilgisayarı."

 

Timurun sesiyle Korhandan bakışlarını çekti Bahadır. Başını iki yana salladı.

 

"Retina güvenliğinde iki farklı göz retinası tesbit edildi. Sağ göz için birinin ki sol için diğerinin ki gerekiyor. Retina onayıyla bilgisayarı açabiliriz. Ama bilgisayarda saklanmış dosyalar için iki kalp atışı dalgası enerji görevi üstleniyor. "

 

Bahadır Gökay Turanın önündeki dosyadan bir sayfa açtı.

 

"Bilgisayara enerjiyi elektrikle sağlayamıyoruz. Sanırım maden ilk kez burada kullanılmış. Çekirdek oluşturulmuş bilgisayara. Merkezinde daha önce çalışmadığımız bir enerji kaynağı tesbit ettik. Bu enerjiyi harekete geçiren ise pedlerin bağlantı noktası. Yani kalp atışları. Dalgalar frekans sınırıyla tekrar bir şifrelemeye yönlendirebilir bizi. Bu da dosyaların güvenli bir şekilde açılması için ritmik bir kalp atış dalgasına ihtiyacımız olduğunu gösteriyor."

 

Timurun bakışları da Korhana çevrildi yine. Bahadır konuşmasına devam etti.

 

"Yani bu sistemi açmak için ikisinin sağlıklı, korkudan, heyecandan veya kalp atış ritmini değiştirecek her hangi bir duygudan arındırılmış olarak yan yana olmalarına ihtiyacımız var. Retina taramasının da aynı anda olması gerektiğini söylememe gerek yok galiba."

 

Açıklamasını bitirip tekli koltuklardan birine oturdu. Masanın başında kalan ekibine bir göz işaretiyle odayı boşaltmalarını emretti.

Odadan çıkanlar kapıyı kapatana kadar kimseden ses çıkmadı.

 

Tam o anda iki elini dizine vurarak ses çıkaran ve ayağa kalkan Korhan odada gözlerini gezdirdi. En son bakışları Timurda durdu.

 

"Şimdi... Artık kasayı açmak için ikizlerin yanyana ve sağlıklı bir şekilde burada bulunmaları gerektiğine hepimiz hem fikirsek onlara nasıl ulaşacağımızı konuşalım!"

 

Alparlsan ve Zahir dışında herkesin yüzü duvar gibiydi. Ceyda tedirgin, Şifa şaşkın ve Ahu saklamaya çalıştığı bir heyecanla dimdik Korhana bakıyordu.

 

Gökay Turan ağır ağır başını salladı.

 

"Atilla çocuklarının hayatını güvenceye almadan ölmemiş. Sen anahtarın ikizler olduğunu bildiğin için böyle kolay kasayı verdin..."

 

Timur ise geriye yaslanıp, kollarını göğsünde topladı.

 

"Buna hiç şaşırmadım ama. Senden beklediğim ne varsa önüme seriyorsun çocuk!"

 

Korhan yavaş yavaş kızıl bir ateşin sardığı gözlerini Timura değdirdi.

 

" Yapma ama ihtiyar! Zayiat olabilir dediğin çocuk olmazsa yıllardır beklediğiniz her şeyin çöp olacağını öğrenmek biraz da olsa sarsmıştır seni diye düşünüyorum."

 

Timurun yüzünde kırık bir gülümseme peydah oldu.

 

"Beklentini karşılayamadım galiba ama ben Atilladan daha azını beklemedim ki hiç."

 

Korhan boşver der gibi elini havada sallayıp tekrar Gökay Turana çevirdi yüzünü.

 

"Ahi ve Suhanı bize getirecek her hangi bir fikriniz var mı? Yoksa bunu da biz halledelim mi?"

 

Gökay turan tek kaşı havada bu pervasız soruyu inceledi.

 

"Görünen o ki sen gelmeden önce bunu da düşünmüşsün. Konuş bakalım avukat, çocukların yerini nasıl bulacağız?"

 

Korhan bu kez Ahuya bakıp sanki onun onayı olmasa söylemeyecekmiş gibi bekledi. Ahunun başını ağır ağır sallamasıyla tekrar yüzünü, merakla onu bekleyen üssün başkanına çevirdi.

 

"Mirasa ulaştığımızı, pazarlığa açık olduğumuzu göstermemiz gerekiyor öncelikle. Kardeşlerimiz kimin elinde bulmamız gerekiyor."

 

Kaşları çatılan adamın konuşmasını beklemeden devam etti.

 

"Atilla ve Derya Saruhanlıya düzenlenen suikastın yeri, zamanı, patlayıcı türü ve hatta saati aynı olacak şekilde onların ölümüne sebep olacan kişiyi öldürmenizi istiyorum."

 

Odaya derin bir sessizlik çöktü. Herkes kitlenmiş gibi Korhana bakıyordu. Ahu ayağa kalkıp Korhanın yanına doğru yürüdü. Elini uzatan adamın elini kavradı. Bu kez Ahu, Timura baktı.

 

"Bana Mardinde verdiğiniz sözü tutmanızı istiyorum Timur Bey. Anne ve babamın katilini, onlar nasıl öldüyse aynı şekilde yok edeceksiniz!"

 

Nefes sesleri bile suskunluğu seçti.

Tüm ülkeye sessizlik yemini ettirilse dünya bu kadar suskun kalmazdı çünkü. Karşılarında korkusuzca gözlerine bakan ikili, bir ülkenin cumhurbaşkanı için suikast planlamasını yapıyordu...

 

 

 

 

 

Loading...
0%