@orion
|
ONUNCU BÖLÜM ⏳️ Deniz kenarı bir restorant gelmiştik. Mekanın büyük bir kısmı denizdeydi. Mekanın dışı çok güzel görünüyordu , kendine hayran bıraktıracak bir mimarisi vardı. İçeriye girdiğimizde dışarıya zıt olarak otantik bir havası vardı. Mekanın dış kısmında bulunan modern havasından eser yoktu, kocaman avizeleri yetmişleri çağırtıyordu bana, masalar, yer döşemeleri ve duvarlar ahşaptandı hatta tavan bile ahşaptandı. Mekanın içinde kendimi bir dağ evinde olduğumu hissetmiştim. Mekan baskın olarak Areli andıracak kokusu vardı.
Dayanamayıp Arel’e " sen gibi kokuyor" dedim, fısıldar gibi söylemiştim, Arel " ben nasıl kokuyormuşum?" dediğinde bedenimi ona döndürüp " sandal ağacı ve çam kozalağın birbirine karışmasıyla ortaya çıkan odunsu bir koku gibi kokuyorsun, burasıda öyle kokuyor, aynı senin gibi " dediğimde bana çözemediğim bir şekilde baktı, bir şeyler demesini bekliyordum ama demedi. Hiç bir kelime kullanmadan bana bakmıştı .
Acı kahve bakışlarını benden çekip önümden yürüyerek denizi gören bir masaya yerleşti . Ben de onun arkasından yürüdüm ve tek elimle sandalyeyi çekip oturdum ve Adonisi kucağımdan alıp yanımda ki sandalyeye oturtup denize baktım. Adonis sandalyeden aşağıya inmiş etrafta dolanıyordu, herhangi bir sorun çıkmaması adına masadan kalkıp Adonisin arkasından gidecekken, Arel "otur kiraz çiçeğim" dedi sesi fısıldar gibiydi . Arel’in üstünde nedenini bilmediğim bir hüzün vardı.
Acıyla bakıyordu denize , bakışları dalgındı ara ara dalıp gidiyordu, karşımda başka biri adam varmış gibiydi sanki . Karşımda ki bu adam acı çekiyor, yorgun ve kalbi sızlıyordu sanki . Arel’in bu hallerine hiç alışık değildim onu üç yıl boyunca gözlemlemiştim , ona uzaktan bakıyordum , sevdiği renkten doğum gününe kadar her şeyini biliyordum. Tavırlarını biliyordum, umursamazlık dolu hâllerini ve sayamadığım bir çok şeyini görüp bilmiştim ama bugün Arel’in sert bakışları yoktu, bugün bakışlarında başka bir şeyler vardı.
Hiç tanımadığım bilmediğim hâller vardı.
Ona bu halini sormakla sormamak arasında kalmıştım . Ona bu hâllerinin nedenini sormalı mıydım ? hayır sormamalıydım, belki o anlatır , o anlatana kadar beklemeliydim. Her zaman mutluklar paylaşınca çoğalırdı derlerdi ama benim lügatımda acılar paylaşınca çoğalırdı. Çünkü, zorlukla topladığın acılarını anlatınca dağıtmaktan başka hiç bir işe yaramıyordu, paylaştığın acıyı bir daha toplamak kadar daha acı bir şey yok bu hayatta . Bir toplanışta bir acı , bir paylaşımda bin toplayış , kalıcı acı demekti bu hep öyleydi , hep öyle kalacak...
bakışlarımı Adonisten çekip yerime oturdum "Adonis etrafta koşturuyor , sorun çıkmaz mı?" dediğimde, Arel düşmüş omuzlarını dikleştirerek " yok yavrum ,sorun çıkmaz " dedi "eminmisin Arel? " dediğimde kafasını evet anlamda sallayıp kahve bakışlarını tekrar denize çevirdi " deniz çok güzel görünmüyor mu?" diye sordum, bakışlarını denizden ayırmayarak "her şey uzaktan güzeldir kiraz çiçeğim. Her şey uzaktan bakılınca mükemmel ve masumdur " dedi , sesinde hüzün vardı, sesinde acı vardı ,boğazı düğümlemiş gibi çıkmıştı sesi , ona bakmayı sürdürüp " evet öyle ama denize girmek ayrı bir his bence, denizi çok seviyorum " diyip heyecanla ellerimi çenemin altına aldım" Arel denize girelim mi? Hava biraz soğuk ama denize girmek için sorun değil " sormamla en acı tonuna dönüşmüş kahvelerini bana çevirip kaşlarını çatı ve masanın üstünde duran elini yumruk yapmıştı.
Gözlerindeki tanıdık duygu vardı , öfke vardı , o gece olduğundan daha öfkeli bakıyordu bana. Usulca ellerimi çenemin altından çekip ayağa kalktım. Onun bu hâllerinden korkuyordum. Geriye doğru bir adım atıp masadan uzaklaşarak " be - ben Adonise bakıyım " diyip hareketlendim , o da ayağa kalktı ve yanıma gelip yüzümü iki avucunun içine aldı " öyle bakma kiraz çiçeğim, bana böyle bakma, sen öyle bakınca kendimden nefret ediyorum" dedi, baş parmağıyla yanağımı okşayarak " benden korkma kiraz çiçeğim " dedi ,sesi kadifemsi çıkmıştı, ellerimi ellerinin üstüne koyup " Arel " diyebildim ,sesim kısık kısık çıkmıştı. Ona korkmuyorum diyemezdim , korktuğumu inkar edemezdim. Çünkü onun bu hâllerinden korkuyordum .
Suratım Arel’in avuçlarındayken "Arel" diye bir ses duydum, suratımı ellerinden çekip sağıma baktım, iri yarı adam, yeşil tişört altına krem renkte pantolon giymişti . Cenkti bu adam, Adonisin kazasında bize yardım eden veteriner . Cenk , kaşlarını havaya kaldırıp bana baktı. Beni gördüğüne şaşırmış gibiydi , bakışlarını benden ayırıp Arel’ e baktığında ikisinin arasında sözsüz bir konuşma geçmişti. Arel "tamam şimdi geliyorum Cenk" dedi " tamam Arel " diyip bana baş selamı verip yanımızdan ayrıldı. Arel demişti. Arel’e dönüp " sana Arel diye biliyor" dedim, bana gülümseyerek " evet kiraz çiçeğim bu kainatta iki kişi bana Arel diyor biri ailem diğeri kadim dostum " dedi, Kalbim kırılmıştı, beni saymamıştı oysa bende ona Arel diyordum " Arel bende Arel diyorum" dedim " beni saymadın" sesim boğulu çıkmıştı gülümseyerek " seni saydım kiraz çiçeğim" diyip göz kırptı, ben neydim o zaman , kadim dostu muydum? Cenk onun ailesi miydi? ona dönüp soracakken garson görünümlü bir adam yanımıza gelip " patron ne istersiniz?" diye sordu, bir şok daha, mekan Arel’in miydi? gece kulübünden sonra bu restorant beni şaşırtmıştı, iki farklı mekan ama sahibi bir kişi .
Bu mekan onu yansıtmasına karşın gece kulübü okuldaki görünen Borayı yansıtıyordu. Mekanlarından biri Arel’di diğeri ise Boraydı "kahvaltı yapmadık , serpme hazırlayın" dediğinde garson tamam anlamında başını sallayıp arkasını dönüp gittiği zaman Arel bakışlarını bana çevirip " Cenk’in yanına gidip gelecem yavrum, sen otur , Adonisde merak ettme çocuklar bakar ona" dedi ona tebbesüm etmekle kalmıştım.
Arel gittikten sonra dışarıya seyrettim, denizin masmavi oluşu ve dalgalandığında oluşan beyaz köpükler beni kendine hayran bırakıyordu. Deniz beni bu kadar hayran bırakırken, aynı olan deniz neden Areli hüzünlendiriyordu? Neden ona acı çektiriyor gibiydi?.. denize girme fikri onu öfkelendirmişti , denizi, suyu sevmiyordu galiba ama suyu sevmeyen bir insan sadece öfkelenirdi. Ama Arel’in gözlerinde hüzün ve acıda vardı . Deniz ona göre hüzündü, acıydı... Acı geçmişimizdeydi , acı geleceğimizde ve acı bizimleyken her yerdeydi , her anımızdaydı. Yok etmediğimiz sürece acı hep bizimle kalıp yaverlik edecekti belki ömrümüzün sonuna kadar... *** Ne zamandır böylece denizi seyredip düşüncelerimden boğuldum bilmiyordum. Düşüncelerimin prangalarından kurtulup Areli andıran mekanı gezmek için masadan kalktım ve barın yanındaki merdivenlerden ikinci katta çıktım. Bu kat alt kattan daha farklıydı. Alt katta olan otantik tarzdan daha çok bir bohem hava içerisindeydi bu kat. Bu kattın her yerinde yeşil ve mor tonları vardı.
Duvarlarında mor çiçeklerle desen alınmış duvar kağıtları , yerler alt kattaki gibi ahşaptandı ve yeşile boyanan duvarlarda Pablo Picasso, Salvdor Dali ve Edgar degas tablolarıyla doluydu. Bu kat bana bir sanat galerisindeymişim gibi hissettirmişti . Hayranlıkla baktığım bu kattan uzun koridorda yürüyüp sağa doğru bir yol izledim .
Uzun koridorun sonuydu , şimdi ise dar , küçük bir köşeye varmıştım. Bu köşe diğer alanlara göre daha farklıydı, daha kasvetliydi, bütün duvarları siyaha boyanmıştı . Başımı kaldırıp tavana baktığımda tavanın duvarla hiç bir alakası yoktu . Tavan masmaviye boyanmış ve beyaz bulutların şekli gibiydi . Küçük , dar köşenin tavanı gökyüzünü andırıyordu. Siyaha boyanmış duvarların kasvetinde tavanın bu denli ferah ve umut dolu olmasına şaşırmıştım.
Kasvetli duvarların siyahıyla ferahlatıcı tavanın kombinasyonu beni şaşırtmıştı. Bakışlarımı tavandan indirip önüme baktığımda yarı açık olan siyah kapıda kırmızı dalgalı bir tablo asılıydı. Yavaş adımlarla kapıya yaklaştığım da Arel’in sesi geliyordu " bulduk Arel bu sefer red etme " bu ses Arel’in sesi değildi "hayır Cenk red etmeyeceğim , bu sefer olucam " dedi sesi durgundu " onun için değilmi ?", " uzatma Cenk tarih ver bana " dedi hiddetle " Arel bir ay ya da daha az bir vakit , durumun kötüye gitmemesi için erkene aldık" Arel "erken Cenk, çok erken " dedi
ne erkendi ne olmuştu " dayanmazsın artık bunu görüyor olmalısın" dedi kapıyı biraz ittirdiğimde çıkan tiz sesten ikisinin bakışları da bana yöneldi "ne erken ? ne oluyor?" diye sordum, Arel yanıma geldi ve elini ensesine koyup sıvazladı , bana gülümseyip " ne zamandır buradasın? " diye sordu sesinde başka bir ton vardı adını koyamadığım bir şey, tek bir nefeste " bulduk dediğiniz aşamada geldim , siz neyi buldunuz ? ne erken? " dedim . Cenk "Arel sizi yalnız bırakayım" diyip çıktı , kollarımı göğsümde birleştirip Arel’e çatık kaşlarla baktım "kiraz çiçeğim sakin ol " ,kaşlarımı biraz daha çatarak " sakinim Arel, neye dayanamasın ? artık söylermisin? " dedim , benim yüzümde mutluluğu simgeleyen tek bir mimik oynamazken o gülümseyerek " sana dayanamam güzelim " dedi , gürleyerek " Arel" dedim sesim sert çıkmıştı. Arel teslim oluyormuş gibi ellerini havaya kaldırıp " tamam, tamam teslim oluyorum" dediğinde çatık kaşlarla " anlat Arel" dedim , kollarını indirip belimden tutup siyah koltuğa yönlendirdi .
Oda da bir koltuk ve bir sehpa vardı odanın duvarları siyah ve kırmızı tonlarda boyanmıştı ve mavi bulutlu tavan bu odaya uzanıyordu. Arel saçlarımı okşayarak " kiraz çiçeğim " dediğimde bakışlarımı ona çevirdiğim zaman gözlerindeki ifadesizlik yine yerli yerindeydi , kalkanlar inmiş gibiydi. " anlat Arel ne oluyor?" diye direttim "buldum kiraz çiçeğim, sahi daha öncede bir kaç tane buldu da o zamanlar istemiyordum ama şimdi istiyorum kiraz çiçeğim" dedi, yine üstü kapalı cümlelerle karşımdaydı, dediklerinden hiç bir şey anlamamıştım.
Neydi Cenk’in bulduğu şey? Bu ne olabilirdi ki Arel’in gözlerine ayrı bir parıltı gelmişti ? gamzesi belirlenecek şekilde gülümsüyordu, yüzüne uzanıp yanağını okşayarak " Arel neyi buldunuz anlatırmısın ?" dedim bıkkınlıkla , o gülümsemeye devam ediyordu , umut doluydu, bu güne kadar onda görmediğim bir hal vardı. Kalkanlarını indirmişti bana , oysa bu kısa zamanda kalkan kalkanlardan uzunca bir zaman kalmasından korkmuştum. Arel’in gözlerindeki umut gülümsememi sağlamıştım. Arel’in bu durumuna bir ad koymak gerekirse en uygun ad yeniden doğuş olurdu . Bu halleri yeniden doğuşu simgeler gibiydi. Derin bir nefes aldığında bakışlarımı adem elmasından kaldırıp irislerine baktım.
Arel yanağını elime bastırdı ve kucağımdaki elimi tutu daha sonra tutuğu elimi öptü , elimi tutmayı sürdürüp " yeni bir mekan kiraz çiçeğim " dedi " yeni bir mekan neden daha önce istemedin de şimdi istiyorsun?" kafamda yerleşen yeni bir soru , saçlarımı okşayarak "çünkü artık yaşanılacak halde güzelim ve o mekan bizi bekliyor " dedi , dudakları düz bir çizgi aldı ve derince yutkundu " bu süreç biraz sancılı geçecek kiraz çiçeğim" dedi sancılı geçecek , bir şey dememi beklemeden ayağa kalktı ve elini bana uzattığında elimi ellinin üstüne koyup kalktım " dans edelimi kiraz çiçeğim?" aniden sormuştu , sorusuyla afallamıştım " ne ? dans mı ?" başını sağ omzuna yatırıp " evet kiraz çiçeğim bu dansı bana lütfeder misin" diyip önümde diz çöküp elini tekrar uzattı, gülümseyerek "Arel kalk ne yapıyorsun ?" aynı pozisyonda kalıp eli hâlâ bana uzatılmış şekildeydi "tamam " diyip elimi elinin üstüne koydum ve ayağa kalktığımda Arel bir elini belime yerleştirdi ve diğer elimi tutu , dans pozisyonu aldığımda " müzik yok " dedim tutuğu elimi diğer elim gibi omuzuna yerleştirip iki elliyle bellimden tutu ve beni kendine doğru çekti,
aramızda hatırı sayılır bir mesafe bırakmıştı . Kollarımı ona daha fazla doladım , Arel irislerime bakıp "bizim müziğimiz var kiraz çiçeğim " dedi sesi kadifemsiydi "var mı? " diye sordum omzumda duran elimi göğüsüne koyduktan sonra kendi elini göğsüme koyup gülümseyerek " bak kiraz çiçeğim , bizim müziğimiz, bizim melodimiz " bizim eşsiz melodiğimiz , atışlarımın sesini duyuyor muydu? dışardan duyuluyor muydu? ben sadece duyuyordum? " duyuluyor mu? " diye mırıldandım, kahkaha atarak "çok, orkestra var gibi hemde" dediğinde omuzuna vurarak " pislik , gerçek zannettim " diyip kolumu omuzuna tekrar doladım.
Arel, beni kendisine daha fazla çekmişti , iki kişi bir bütün olmuştuk. Arel boynumdan öptüğünde boynumu ateşe vermişim gibi yanıyordu , boynumdan ayak uçlarıma kadar tüm vücudum karıncalanıyordu , başım dönüyordu , kalbim yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu, göğüs kafesim yukarıya çıkıp kalkıyordu, vücudum adrenalin salgılıyordu, sakinleşmem gerekiyordu ama bir türlü sakinleşemiyordum .
Arel kimyamı bozmuştu, tüm iplerim onun elindeymiş gibiydi. Derin derin nefesler alıp veriyordum. Arel’in dudakları hala boynumdaydı, sıcak dudaklarını boynumdan ayırmamıştı . O da benim gibi derin nefesler alıyordu, nefesi boynumu okşuyordu, nefesi hücrelerimi canlandırıyordu...
dudaklarını boynumdan ayırdığında nefes nefese kalmış gibi " bak kiraz çiçeğim, duymasak ta hissediyoruz " dedi sesi fısıldarmış gibi çıkmıştı, parmaklarımın üstüne basıp dudaklarımı sıcak dudaklarıyla birleştirdiğimde beni kendine daha fazla yaslayarak alt dudağımı ağızının içine aldı. Ona ayak uydurup üst dudağını ağızımın içerisine aldım ve onunla beraber dudaklarımı hareketlendirdim
Arel’in eli bellimi okşuyordu , naif ve sakince yapıyordu hareketlerini . Elleri belimden yavaşça aşağıya süzülüp kalçama doğru indiğinde ağızının içinde inledim ve ensesini okşamaya başladım. Kalçamı her avuçladığında inleyip ensesine tırnaklarımı basıyordum . Ensesine tırnaklarımı bastırdığımda ağızımın içinden inliyordu . İnliyorduk .
Birbirimize aç gibiydik , dudaklarımız birbirinden ayırıldığında ikimizde derin nefesler alıp veriyorduk , her nefeste göğüslerimiz birbirine çarpıyordu, her nefeste kokusuyla ciğerlerim ziyafet ediyordu . Gamzesi beli edercesine gülümsedi. Gözlerimi , kahvelerinden çekip adem elmasına baktığımda yutkunuyordu, her yutkunuşunda adem elması hareketleniyordu.
Onunla beraber yutkunarak bakışlarımı kahveleriyle birleştirdiğimde hala gülümsüyordu. Ona gülümseyip, gözlerimi kaçırdım. Utanıyordum ondan , daha önceden de onla öpüşmüştüm alışmam gerekiyordu , utanmam gerekiyordu ama yapamamıştım , olmamıştı, utanıyordum. Arel başını boyun girintime koyup sıkıca belimden sarıldığında bende ona ayak uydurarak kollarımı ona sıkıca sardım ve kokusunu içime çekmeye başladım ,aldığım her solukta ciğerlerim kokusunu içine dolduruyordu . Odunsu kokusu beni bir alkolikmişim gibi bağımlı yapıyordu kendine .
Derin bir nefes alıp " kokun beni delirtiyor kiraz çiçeğim " diyip kafasını kaldırdığında ellerim hâlâ ensesindeydi , yanağımı okşayarak "kiraz çiçeğim" dedi sesi fısıldar gibiydi " benden hiç bir zaman vazgeçme olur mu? " dedi ona sarılarak " asla Arel . Senden asla vazgeçmem" kollarını belime daha fazla doladı ve başımdan öpüp derin bir nefes aldı. Çenesini başımdan kaldırıp "sen aç değil miydin" dedi , başımı göğsünden kaldırıp altan ona baktım ve dudaklarımı büzerek " açım ve sen beni doyurmuyorsun" dedim burnuma fiske vurup " berbat bir oyuncusun kiraz çiçeğim" dedi , ona göz devirerek ondan ayrıldım ve kollarımı göğsümde bağlayıp " elimizde bu kadarı var bayım" kahkaha atarak ensemden beni kendine çekip anlımdan öptü " hadi seni doyuralım " diyip elimden tutu .
Odadan çıkıp merdivenlerden indiğimizde Arel’e dönüp " her iki katta birbirinden çok farklı " dedim " öyle kiraz çiçeğim " dedi, merdivenlerden bir basamak inerek, birinci kattı gösterip " bu kat ve o oda seni yansıtıyorken ikinci kat senden bağımsız gibi duruyor " gözlerini kısıp bana baktı " nasıl ?" diye sordu " ikinci kat daha klasik , bohem bir havası var. Of ya da boş ver anlatamıyorum zaten " anlatamamıştım, gülümseyerek " anladım güzelim , anladım iki farklı tarz var, böyle olmasını istedim burası beni yansıtan tek yer kiraz çiçeğim" dedi ona gülümseyerek "seni yansıtıyor" dedim , merdivenlerden inip masaya doğru yürüdüğümüzde Adonisin havlama sesi geliyordu sağıma baktığımda bize doğru koşuyordu .
Arel’in elini bırakıp Adonisin kucağıma gelmesi için diz çöktüm . Adonis üç ayağının üstüne basarak koşup kucağıma geldi ve onu kucağıma alıp Arel’e doğru çevirdim. Arel kollarını uzatıp "bana ver " dediğinde Adonisi ona verip onları seyrettim. Adonisin kafasını okşayıp " senin için elimi bıraktı , değerini bil tüylü kafa" diyip bana baktı, ona gülümseyip masaya oturdum ve çantamdan telefonumu çıkartım.
Telefonumda ki bildirimlere baktığımda Arya altı kez beni aramıştı. Hiç beklemeden Aryayı aradım , ikinci çalışımda açmıştı " alo Arya" dedim" kızım sen nerdesin ?" ses tonu sert olmasıyla birlikte meraklandığını da belli ediyordu. "Arel’leyim, kusura bakma duymadım" dedim, Arya "Bora’ yı da aradık, Mila bir şey oldu sandık " telaşlanmıştı " iyiyiz, sakin ol Arya " dedim , nefes verdi "Mila ya" diyip ardından " ha bu arada sana söylemem gereken bir şey var" " ne?" "Zehra hoca , son sınıf olduğumuz için okula gelmeye biliriz dedi, anlayacağın serbestiz kızım " diyip kahkaha attı "gerçekten mi?" diyip masadan ayaklandım , bu çok güzel bir haberdi. Arya kahkaha atarak " evet gerçek " dedi
Arel , Adonisle yanıma geldi ve bakışlarını yüzümde gezdirerek" ağızın kulaklarında kiraz çiçeğim" dedi gülümsemeye devam ederek " Arya kapatıyorum sonra konuşuruz" Arta anlayışla " tamam bebeğim" dediğinde telefonu kapatıp Arel’e " Arel okula gitme zorunluluğumuz yok artık" dedim , sandalyeyi çekip oturduğunda onunla beraber bende oturdum . Üst dudağını yana kıvırıp " benim zaten yoktu " diyip baş parmağını üst dudağında sürdürdü, umursamaz adam , ona göz devirip sırtımı sandalyeme yasladığım zaman Arel kolunu havaya kaldırıp eliyle gel işareti yaptı .
İşaretiyle üç garson elinde dolu tepsilerle yanımıza geldiğinde Arel’e baş selamı verip tepsidekileri masaya koymaya başladılar. Bakışlarımı Arel’e çevirdiğimde onun bakışları zaten bendeydi garsonlardan biri " afiyet olsun efendim" diyip gittiler, garsonların hemen hemen Arelle aynı yaşta olmasına rağmen ona saygı duymasından saygının kazanılan bir şey olduğunu anlamıştım. Saygı asla zorunlu bir şey olmadığını kazanılan bir şey olduğunu anlamıştım. Arel omuzlarını dikleştirerek "afiyet olsun kiraz çiçeğim" diyip tabağımı doldurmaya başlamıştı.
Ona tebbesüm edip bende onun gibi tabağını doldurmaya başladım. İştahlı biri değildim ama mideme gönderdiğim tüm yemekler başka yere gidiyordu sanki . Masadakilerin büyük bir kısmını yemiş olmama rağmen hâlâ doyamamıştım. Masaya göz gezdirdiğimde masada yiyecek hiç bir şey kalmamıştı . Arel’e masum gözlerle bakıp " doymadım ben" dedim , Arel kahkaha atarak "kızım dünyaları yedin, nasıl doymadın? " dediğinde kaşlarımı çatıp " ne yapayım? açım hala, doymadım" diyip tabağında kalan yarım olan böreğe baktım. Arel bakışlarımı fark ettiğinde böreğini elline alıp " bu benim " diyip kahkahalar savurdu , hâlâ açtım ve bakışlarım hâlâ börekteydi.
Arel elindeki böreği önümdeki tabağa koyup “kıyamadım, al bakayım obur titan" dedikten sonra eliyle garsona gel işareti yapıp kulağına bir şeyler fısıldadıktan bir kaç dakika sonra garson , dolu tepsiyle geri döndü ve masanın ortasını açıp üstü kapalı bakır tavayı masaya koydu ve yanında getirdiği ekmekleri de köşeye koyup sakince bizden uzaklaştı.
Arel öne doğru eğilip bakır tavanın kapağını açtı, Arel’in kapağı açmasıyla tavanın üstünden buharlar çıkmıştı. Bende aynı Arel gibi öne doğru eğilip , tavadan ne olduğuna bakındım . Tavada menemen vardı. Menemene kocaman gülümseyerek ellerimi şaplatıp. Arel gülümseyerek " bunla doyarsın kiraz çiçeğim" dediğinde sesinde artık doyarsın gibi çıkmıştı.
Arel beni beklemeden sepetten ekmek alıp menemene bandırdığında ona kaşlarımı çatıp baktım. Menemene batırdığı lokmayı ağızına götürüp ımm der gibi başını hareketlendirdiğin de kaşlarımı daha fazla çatıp ona baktığımda bakışlarımı fark edip gülümsedi " bunu tek başına yiyeceğini düşünmedin galiba " dedi aslında öyle düşünmüştüm. Arel’e göz devirip düşüncemi belli ederek "düşünmüştüm “deyip ekmekten bir lokma aldım ve menemene batırdım
"halt etmişsin güzelim" menemenden bir lokmayı ağzına attığında "menemen kırmızı çizgim " diyip bir lokma daha batırdı. Bende tıpkı onun gibi ağızımda lokmayla " az ye o zaman " dediğimde beni tiye almayarak "tabi tabi" dediğinde ona göz devirip tavadaki menemene yoğunlaştım. Son lokmamı da batırıp ağızıma attığımda doyduğumu hissetmiştim, tıka basa doymuşluğumla sırtımı sandalyeye yasladım ve Arel’e baktığımda beni seyrediyordu. Arel en sonunda dayanamayarak " bu yemekler nerene gidiyor acaba" dediğinde kahkaha atarak " midemde canavar var benim, malum zor doyuruyorum onu" mizah yapmıştım, birlikte kahkahalar attık ve bir süre muhabbet ederek oturmuştuk. *** Mekandan çıkarken Cenk yanımıza gelip " yenge köpeğin gelecek ay aşısı var, bir veteriner arkadaşımın numarasını Arel’e vereceğim, onu oraya götürürsün" dedi söylemek istediği şeyi lafı dolandırmadan hemen söylemişti , en sevdiğim insan tipi bir şeyler söylemek için kıvranmayan , boş kelimeleri araya sokmayan insan.
Bir de Cenk yengemi demişti ? hayır ama.
Benden baya büyük olan adam bana yenge diyemezdi. Doğrusu kimse bana yenge diyemezdi , demesinler . Sevmediğim bir kelimeydi o. Cenk’e gülümseyerek " Mila " dedim Cenk anlamadığını belli eder gibi bakıp "efendim yenge" dediğinde Arel araya girip " adını söylüyor Cenk" dedi " biliyorum zaten adını" madem biliyorsun niye bana adımla hitap etmiyorsun acaba? İçimden sitemlerimi etmiştim ama dışımdan asla bu beli olmuyordu. İnsan zihni işte milyonlarca şey düşünür ama tek bir şey söyler . Tıpkı benim yaptığım gibi.
Tebbesüm ederek " o zaman Mila diyebilirsiniz " dedim Cenk’e. Ona sen diyemezdim. Gözlerini kısıp hafif bir gülümsemeyle " yenge daha uygun bence " diyip Arel’e baktı. Arel bıyık altından gülümseyerek ona göz kırptı. Pislik sevgilim . Yenge konusunu es geçip Cenk’e " Adonisi sizin kliniğe getirsem olur mu? " diye sorduğumda Arel bana gülümseyerek " güzelim Cenk veteriner değil " dedi , ama o gece ona ilk müdahaleyi yapan Cenkti. Onlara anlamadığımı beli edercesine bakıp " ama o gece müdahale etmişti " diyip Cenk’e baktım , Cenk " doktorum yenge " dediğinde Arel onu onaylarcasına kafasını sallayıp " kendisi kalp cerrahı olur " Cenk , Areli onaylayarak kafasını evet anlamında sallayıp tebbesüm etti . Şaşırmıştım, şaşkınlıktan kaşlarımın yukarı doğru hareket ettiğini hissetim. Oysa ben Cenk’i veteriner hekim zannediyordum . Üstelik Cenk ve Arel’in ne bağlarının olduğunu merak ettiğimden Cenk’e Areli göstererek " siz ne zamandır tanışıyorsunuz?" diye sordum . Cenk elini Arel’in omzuna atarak "yirmi yıldır tanışıyoruz" dediğinde bir şaşkınlık daha bana uğramıştı " ne yirmi yıl mı ? Arel sen yirmi yaşında değil miydin?" tek nefeste sormuştum , Arel gülümseyerek " yirmi yaşındayım güzellim" diyip cebinden bir dal sigarasını alıp yaktı.
Sigarasını baş ve işaret parmağının arasına alıp bir nefes çekip nefesini bize ters şekilde verdi ve gamzesi gözükecek derecede gülümseyerek " Cenk benim kuzenim kiraz çiçeğim, ayrıca o benim kadim dostum" diyip Cenk’e göz kırptı . Cenk onaylar derecesinde kafa sallayıp " biz birbirimizin her şeyiyiz Mila" diyip Arel ile yumruk tokuşturup omuzlarını birbirine vurdular. Arel " biz gidelim artık mekan sana emanet " dedi , Cenk uyarı akan sesiyle "dediklerimi unutma ve mekanı aksatma " dedikten sonra gür bir sesle " onlara devam et . Bir süre idare eder seni" dediğinde Arel umursamaz tavrını takınıp arkasını döndü ve gür bir sesle " aklımda" diyip elini kaldırdı.
Cenk’e , görüşürüz işareti verip Arelle arabaya bindik. Arabaya bindiğimizde Adonis arka koltukta havlamaya başlamıştı . Adonisi buraya ne zaman getirdiklerini bilmiyordum , arka koltuğa dönüp Adonisin kafasını okşadıktan sonra Arel’e baktığım zaman o bakışlarını benden çekip saçlarıma çevirdi ve elini saçlarıma götürdü ve saçlarımı dağıtacak şekilde elini başımın üstünde sağa sola ardından yukarı aşağıya doğru hareket ettiriyordu .
Ona ne yapıyorsun bakışlarını atarak kaşlarımı çattım, o ise gülümseyerek çenemden hafifçe tutup yanağımdan öptü "bu kadar tatlılık bünyeme zararlı kiraz çiçeğim" dediğinde ona göz devirip önüme döndüm ve alıngan bir tonda " sen tatlı sevmezsin ki" diye mırıldandım Arel kahkaha atarak " ben başka tatlıları seviyorum kiraz çiçeğim " dedi ve ardından kahve gözlerini kısıp " sende papatyaları sevmiyorsun kiraz çiçeğim" beklemediğim bir anda söylemişti , neden pat diye söyledi ki? Üstelik papatyaları sevmediğimi de biliyordu, bilmem bu gün kaçıncı şaşırışım , kaçıncı şok oluşum . Acaba benim hakkımda daha neler biliyordu? Hücrelerim onun sözleriyle mayışmış gibiydi , onun beni tanıması , bilmesi benim için önemliydi, ben onu kendimden daha çok tanırken onun da beni tanımasını istiyordum . Elini ensesine götürüp " Aryayla konuşurken duymuştum " dedikleriyle tebbesüm etmekle kalmıştım .
Bir yılığa üç yılık hangimiz daha çok tanıyor ve hangimiz daha çok seviyordu . Yıllara göre bendim çok seven, bendim tanıyan... Acı kahve gözlerini kısarak " neden sevmiyorsun? yani papatyaları neden sevmiyorsun kiraz çiçeğim " diye tek nefeste sormuştu gözlerinde merak vardı , neden sevmediğimi merak ediyordu.
Hakklıydıda, her kız papatyaları severdi ama ben sevmiyordum işte ona dönüp durgun bir sesle " papatyalar ölüm kokar Arel , hem ben gülüşü güzel kadınlardan değilim ki papatyaları seveyim " diyip gülümsemeye çalıştım. Oysa papatyalar bunların yanında benim için bir kaybedişti, papatyalar kaybedişleri simgelerdi tıpkı yılar önce ben çocuk ve hatta bebek denilecek yaştayken anneme papatya verip onu kaybetmem gibi o yüzden papatyalar birer ayrılık , birer ölüm ve kaybedişleri simgeliyordu bende. Papatyaların solduğunda kokusun çıkması da beni destekleyen birer unsurdu...
Arel kucağımda olan ellerimi tutup "sen dünyanın en güzel gülüşüne sahip kadınsın , nasıl olurda kendine böyle bir haksızlık ediyorsun? Bir daha böyle söylemeni istemiyorum kiraz çiçeğim" diyip elimi sıcak dudaklarına bastırdı. Sanki elim dudaklarının altında filizlenip çiçekler açmış gibiydi ve ben onun filizlendirdiği her yerde nefes almak istiyordum. Onu ölçer gibi bakıp "Arel , ben hangi çiçeği seviyorum peki?" tıpkı bir sınav , bir sözlü gibi Areli sınava tabi tutmuştum.
Arel omuzlarını dikleştirip ben biliyorum bakışını attı ve hınzırca gülümseyip " sümbül seviyorsun kiraz çiçeğim, mor sümbülleri hemde " dedi ona şaşkınlıkla bakmıştım. Sevdiğim çiçeği biliyordu . Başımdan öpüp " hatta zamanında neden o çiçek diye anlamını araştırmıştım " sesi kadifemsiydi , ona tekrar ve tekrar aşık olmamı mı sağlıyordu? tüm hücrelerimde o varken onu daha fazla içime atıyordum sanki. Onunla doluyordum adeta , ona sevgiyle gülümseyip
" mor sümbüller Arel " dedim derin bir nefes alıp " umutlar kiraz çiçeğim" dedi
sesi o kadar yumuşak çıkmıştı ki sesinde kaybolabilirdim, bana sevgiyle gülümsüyordu . Gülümsemesinde sadece sevgi yoktu, gevşeyen iki dudağında şefkat vardı, aşk vardı ve adını koyamadığım bir çok duygu görüyordum , elimde olan elini öptüğümde Arel’in bakışlarında adlandıramadığım hüzün kapladı. Elini tekrar öpmem için bakıyordu bana, elini kimse öpmemiş miydi? hayır öpen olmalıydı annesi , babası , akrabaları ve de tek gecelik kadınlar...
onlar aklıma gelince damarlarımda öfkeyi hissedebiliyordum , hayır Mila kendine gelmelisin, onlar geçmişte kaldı , onları unut, sen ve Arel varsın ve sizin birbirinize duyduğunuz aşk var başka hiç bir şey düşünme diye iç sesim zihnime söz geçirmeye başlamıştı bile , iç sesimi dinleyen zihnim rahatladığında elini usulca bıraktım ve gülümseyerek " nereye gidiyoruz?" diye sordum bana göz ucuyla bakarak " evime güzelim" dedi , ona yok artık diye bakışlar atığımda Arel kahkaha atarak " sen neler düşünüyorsun öyle?" diyip hınzırca gülmeye devam edip "kıyafetlerimi değiştirmeme lazım, dünkü ıslak giysilerleyim kızım, ben bu kadar bakımsız kalamam , o yüzden beni bekleyeceksin " dedi, haklıydı sabah banyoya götürdüğüm ıslak elbiselerini geri istediğinde ona geri getirmiştim ve o kirli elbiseleri giymişti , yıkamadığıma pişman olmuştum. Arel’in haklı olduğunu anladığımda aklıma gelen düşüncelerimden utanır bir şekilde başımı önüme eğerek " anladım" dedim , saçlarımı dağıtacak şekilde başımı okşayarak " sevindim " diyip önüne baktı .
Bende pencereden dışarıyı izledim . Bir süre sonra evi olduğunu düşündüğüm eve geldiğimizde evinin yolu ormanlık alana giriyordu ve şehirden uzaktı, arabayı iki katlı gri taşlı bahçesinde yaprakları sararmış ve ağaçlarla örtülü bir evin önünde durdurduğunda bakışlarını bana çevirip " gerçek benliğime hoş geldin kiraz çiçeğim" diyip arabadan Adonisle birlikte indi, evine benliğim demişti , neden benliğim demişti ? Gerçek benliğim. Arabadan indiğimde evinin kapısının önünde durup beni seyrettiğini fark etim.
Taşlı yoldan yürüyüp yanına gittiğimde kapıyı açtı ve beni içeri buyur edip önümden yürümeye başladı. Adonisi salona bırakıp mutfağa doğru gittiğinde evine göz gezdirmiştim. Arel’in iki katlı bir evi vardı. Tek başına yaşayan biri için oldukça büyüktü. Beyaz renge boyanmış duvarlarına mor ve pembe çiçekli tablolarla doldurmuştu bu tablolar bugün gittiğimiz mekandaki tabloların benzeriydi tavana baktığımda masmavi renge boyanmış ve tavanına beyaz pembe ve mor tonlarında bulutlarla kaplamıştı tıpkı gün batımında oluşan renkli bulutlar gibiydi. Evin hemen her mobilyası beyaz renkteydi , tamamen salona geçtiğimde mutfağın salona açık bir şekilde olduğunu gördüm.
Salon oldukça iç ferahlatıcıydı , zemini gri ve beyaz parkelerle döşenmişti , bakışlarımı merdivenlere çevirdiğimde merdivenler zeminle aynı tonda ilerliyordu. Bir şaşkınlık daha yaşamıştım Arel’in evi bu denli beyaza renge hakim olmasına şaşırmıştım. Kendini hep siyah olarak gösteren birinin evi beyaz olmasına şaşırmıştım . Beyaz renk ne Relicta da ne de bugün gittiğimiz deniz manzaralı mekanda vardı . Oysa Areli tanıdığımı zannetmiştim bu büyük bir yanıltıydı . Ben , Areli tanımıyormuşum, birini tanımak neyi sevdiğini veya neleri yaptığını, hobilerini bilmek değil, birini tanımak ruhunu görmekti, ben onun ruhunu tanımıyordum ben sadece okulda gizliden gizliye baktığım birini görmüştüm.
ben Arel’in maskeli hâlini görmüştüm. Taktığı maskeden derinine inmemiştim ,kalbime bir sancı girmişti , yüreğimin sızladığını hissetim . Arel üç yıl boyunca sadece gösterdiği kişi olarak gördüğümün acısını yaşıyordum şimdi . Beni götürdüğü mekanın mimarisi , denize olan hüznü , evinin rengi, Relicta nın özgürlüğü , benim gibi yalnız oluşunu göstermişti bana.
Arel , bana ruhunu açmıştı. Bana, bak ben okulda gördüğün insan değilim der gibi göstermişti. Evet o okulda gördüğüm insan değildi umursamaz, kızlarla tek gecelik ilişkileri olan, etrafında gürültülü kalabalığı olan bir değildi , o yalnızdı , o hüzünlüydü , onun ruhu yaralıydı , nedeni bilmediğim bir yara vardı ruhunda, hiç kimsenin yanında kanamasına izin vermediği yarası vardı.
Onu bu denli görmemem , onun gerçek benliğini yeni yeni görmem ona olan aşkımın bir milim bile azalmamış aksine ona daha fazla aşık olmamı sağlıyordu. Arel’in her haline aşığım, onu her türlü seviyordum , hücrelerim onunla can buluyordu, kalbim onun için atıyordu, kokusunda can buluyordum, dokunuşlarıyla cehenneme sürükleniyordum ama ben o cehenneme defalarca atlamaya hazırdım, onun cehennemi cennetimi canlandırıyordu.
Onun ateşi beni hem yakıyordu hem yaşatıyordu. Ruhumla onundum, birini bu kadar sevmek, birini çekirdeğe yerleştirmek yasaklanmalıydı. O çekirdekte yalnız benim olmam gerekirdi onu ise yörüngelerden birine almalıydım, hatta onu çekirdeğe yakın olan yörüngeye koymalıydım ama ben öyle yapmadım . Bu hiç bir zaman olmadı o hep çekirdekteydi ve hala çekirdekte yerini koruyordu. İkimiz bir atomun çekirdeğindeydik, belki birbirimizi yok edecektik , hayır biz birbirimiz yok etmemeliydik .
İkimizde yalnızdık ve yalnızlığımızı birbirimizle doldurup yaşatmalıydık. İkimizde bu kadar yalnızken birbirimizde can bulmalıydık , ruhumuzda açılan, dikiş tutmaz yaraların kabuklanmasını sağlamalıydık...
Arel, Adonise mama koyup merdivenlere doğru yürüyerek " kiraz çiçeğim " diye seslendi bakışlarımı Adonisten çekip ona çevirerek " efendim" dedim sesimden ortama emanet kaldığımı beli edermiş gibi çıkmıştı . Çekindiğimi fark etmiş ki üst dudağını yana kıvırıp " emanet gibi durma orda" dedi gömleğinin düğmelerini açmaya başlayarak " yavrum ben banyo yapıp geliyorum, keyfine bak sen" diyip gülümsedi , ona tamam anlamında başımı salladım. Adonise mama almıştı Adonisi böyle düşünmesi hoşuma gitmişti .
Arel merdivenlerden tırmanıp üst katta gitmişti . Onun gitmesiyle salondaki beyaz deri koltuklardan birine oturdum ve etrafa bakındım. Koltuğun yanında resimsiz gri renkte, küçük bir çerçeve duruyordu , çerçeveyi alıp incelediğimde çerçevenin içinde kâğıttı almak için çerçevenin arkasını açtım. Kağıt değildi. Çerçevenin içinde bir fotoğraf vardı ve resim çerçeveye ters bir şekilde yerleştirilmişti. Fotoğrafı çıkarıp baktığımda; küçük , kahve gözlü bir çocuk , saçları sağa doğru taranmış ve üzerinde kırmızı dizlerinde biten bir pantolon ve beyaz üzerinde kırmızı puanterlerin kısa kolu polo yaka bir tişört giymişti.
Fotoğraftaki bu çocuğun gözlerindeki mutluk vardı . Yüzüne takındığı mutluk o kadar masumdu ki dudaklarının gülümsemesi önemsiz kalıyordu. Çocuğun yanında ise dizinde biten kırmızı elbiseli bir kadın vardı . Küçük kahve gözlü olan çocuk kadının elini tutuyordu . Kadının yüzü yoktu, aslında fotoğrafta kadının yüzünü bilerek yok etmiş ve yahut alıp kopartılmıştı, sadece kahverengi düz saçlarını görebiliyordum. Kadının saçları göğsünün altında bitiyordu. Fiziği oldukça iyiydi. Kapı açılma sesi geldiğinde Arel’in banyodan çıktığını düşünerek fotoğrafı ters çevirip çerçeveye yerleştirdim ve çerçeveyi yerine koydum,
Arel üst kattan " kiraz çiçeğim" diye seslendiğinde merdivenlerin ilk basamağına gidip gür bir şekilde " efemdim Arel" dedim Arel mahsur kalmış gibi " buraya gelsene " dedi, komutunu alıp merdivenlere tırmandığımda bu kat alt kattan farklıydı, tıpkı mekanlarında yaratığı ayrı dünyalar gibi. Bu katın duvarları siyaha boyanmıştı , hayır sadece siyah değildi duvarları mor ve mavi renkte boya damları vardı, tavana baktığımda uzayı temsil ediyordu. Tavanda galaksiler, yıldızlar vardı . Bu kat Arel’in odasıydı . Gezegenlere ve uzaya merakı olduğunu bilmiyordum.
Daha bilmediğim neler vardı acaba , Arel’in siyah yatağının yanında Satürn simgeli abajuru vardı . Bu kat başkaydı, bu kattın kokusu da başkaydı bu katın kokusu sandal ağacı ve çam kozalağın birbirine harmanlanmış kokusu vardı , burada onun kokusu vardı ama aşağı katta duyulan lavanta kokusundan eser yoktu, o kattın kokusu buraya yabancı gibiydi.
Arkamı döndüğümde siyah renkte ,beş raflı ,geniş bir kitaplık vardı. Kitaplara göz ucuyla baktığımda Arel " kiraz çiçeğim geldin mi?" diye haykırıyor gibiydi , banyo kapısına dönerek " geldim ne oldu? " dediğimde , Arel tek nefeste " havlu kiraz çiçeğim, yatağın üstünde onu bana ver" demesiyle yatağının yanına gidip siyah havluyu aldım " havlumu Arel?" dedim, onu kıvrandırmak istiyordum " evet ver onu bana" tek kaşımı kaldırıp " beni çağırmadan da alabilirdin " dedim uzunca bir soluk verip " evet alabilirdim ne yazık ki banyodan çıplak çıksaydım aşağıdan beni görürdün " gerçektende üst katın balkon tarzı bir oda olduğunu fark etmiştim. Bu evin mimarisi beni şaşırtıyordu gerçekten.
Arel banyo kapısından üst vücudunu çıkartı ve hınzırca gülümseyerek " yok yani beni giyinir bir şekilde görmek istemiyorsan öylede çıkabilirim, benim için sorun yok" diyip hınzırca gülmeye başladı. Sözleriyle elektrik çarpılmış gibi olmuştum. Siyah havluyu kafasına atıp " sapık" diye inledim , kahkaha atarak " sadece sana güzelim , sadece sana" diyip banyo kapısını kapattı. Arel kapıyı kapattığında bende kitaplığın önüne geçip kitapları incelemeye başladım .
Arel banyodan çıkıp belimden tutup bana sarılıp "kitaplara mı bakıyorsun?" dedi , arkamı dönüp ona baktığımda yarı giyinir bir şekilde önümde duruyordu. Bakışlarımı , kıvrımlı vücudundan zorlukla çekip yüzene bakarak " üstünü niye giyinmedin öyle “ dedim, çapkınca gülümseyip " kiraz çiçeğimin gözleri beni biraz yesin istedim " diyip elini yüzüme doğru uzattı ve yanağımı okşadı, dedikleriyle ona göz devirip " daha neler, al bu sapık düşüncelerini de git üstünü giy " dememle beni kendine çekip sıkıca sarıldı , sarılmasıyla dudaklarımın göğüsüne yapıştığını hissetim ,hissetti. Dolaylı yoldan göğsünden öpmüş bulunuyordu, aşktan delirmeme bir iki cıvatalarımın daha gevşemesi kalmıştı.
Derin bir nefes aldığımda odunsu kokusu beni sarhoş ediyordu . Odunsu kokusunu ciğerlerime hapis olurcasına içime çekiyorken Arel saçlarımı okşayarak " dudakların göğsümde kiraz çiçeğim, şuan göğsümü öpüyorsun " diyip çapkın bir şekilde gülmeye başladı. Başımı göğsünden çekmeye çalıştığımda başımı göğüsüne daha da bastırdı. Bu hareketiyle dudaklarım göğsüyle bütün olmuş gibi yapışıktı , sıcak nefesim göğsünü ısıtıyordu . Arel’in sık sık olan derin nefesleri alıp vermesiyle onu öpüyormuşum gibi dudaklarım hareket ediyordu , başımı göğsünden kaldırıp kahvelerine baktığımda acı kahve gözlerinde bana olan aşkını görebiliyordu. Yüzümü avuçlayıp
" nabzımı değiştiriyorsun kiraz çiçeğim" diyerek gülümsedi ona tebbesüm ederek ayrılıp bakışlarımı ona çevirdiğimde hınzırca gülümsemeye devam ediyordu, bana göz kırpıp banyo kapısının yanın da olan siyah dolabının kapısını açıp lacivert pantolonundan bir kaç ton açık bir renkte olan kazağı üstüne geçirdi ve anlına düşen ıslak saçları ve belirgin çene hatlarıyla bir kez daha ne kadar kusursuz olduğunu görmüştüm. Arel her şeyiyle mükemmeldi uzun boyu , dalgalı , dağınık saçları, geniş omuzları , çene haltları , yapılı vücudu , acı kahve gözlerini süsleyen uzun kirpikleri ve dolgun dudaklarıyla tek kelimeyle mükemmeldi.
Her kızın beğendiği bir tipti. Gerçi her kız onu beğeniyordu da zaten. Kızların onu beğenip arzu etmesi damarlarımda kıskançlık duyguları akıyordu. Kollarımı göğsümde bağlayıp " Arel " diyip yanına gittim, seslenmemle bana dönüp efendim anlamında bakışlar atığında onun karşısına geçip onu incelemeye başladım.
Mükemmel adamdı, ya da güzel adam mı demeliydim? Ya da tablo gibi adam mı demeliydim? Her neyse işte o çok iyiydi... bu kadar iyi olmasına en sonunda dayanamayıp kollarımı saçlarına uzatım ve saçlarını karıştırdım. Ellerimi nemli saçlarından çekip ona baktığımda hala yakışıklıydı, bir kez daha saçlarını başka yöne doğru dağıttığımda hiç bir şekilde çirkin görünmüyordu aksine daha da yakışıklı görünüyordu.
Bir erkeği iyi gösteren saçlarıydı, durum öyleyken onun saçlarını dağıtmama rağmen nasıl hâlâ güzel görünebiliyordu öyle. Arel gözlerini kısık şekilde bana bakarak "ne yapıyorsun güzelim? " dedi kaşlarımı çatarak " seni çirkinleştirmeye çalışıyorum" kahkaha atarak "peki başarılı oluyor musun bari " ona göz devirerek " hayır " diyip ofladım ,Arel gür kahkaha atıp gülüyordu, ona bakıp " sus , tamam ,yeter " dememle beklemediğim anda beni kucağına alıp kitaplığın yanına götürdü ve kucağından yavaşça indirip omzuma bir buse kondurup belimden sarılarak " tamam bak artık gülmüyorum" dedi , başımı arkama doğru eğip gözlerine bakarak "aferin" diyip tekrar kitaplığa baktım. Arel’in başı boyun girintimdeydi ben ise kitapları inceliyordum. Kitaplığındaki rafları beli bir düzene göre ayırmıştı , ilk rafta ansiklopediler vardı, diğer rafta dünya klasikleri vardı bazıları yabancı dildeydi ,klasiklerin yanında Nazım hikmet vardı ve üst raflara baktığımda kişisel gelişim ve bilimle ilgili kitap türleri vardı . Nazım hikmetin kitabını alıp " Nazım mı seviyor musun ?" diye sordum, Nazım Hikmet , Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Pablo Neruda sevdiğim sanatçılardandı. Arel başını kaldırıp genzinden çıkan bir sesle
"Nazım farklı kiraz çiçeğim " dedi sesinden Nazım Hikmet hayranı olduğu beli ediyordu . Bir erkeğin kitap okuması benim etkileyen kriterlerdendi ve sevgilime aşık olmamla beraber ona tekrardan etkilenmiştim . Bu adam beni kendine daha ne kadar aşık bırakacaktı... kitabın sayfalarını karıştırırken " kurgu roman hiç okumuyor musun?" diye sordum, ellerini saçlarımda gezdirerek " dünya klasiklerini saymasak, kurgu okumuyorum" keşke okusaydı çünkü ben kurgu okumaktan zevk alıyorum " ben seviyorum kurguları " dedim o da sevsin istiyordum "hım " diye ses çıkarmıştı " evet " dedim, kadife bir seste " birlikte bir kitapçıya gidip seninle kurgu kitapları alıp okuruz olmaz mı?" dedi , kalbimden vurmuş , aşk şelalerimi sonsuza kadar akmasını sağlamıştı .. ona kocam gülümseyerek " çok güzel olur “dedim sesimden heyecanlandığımı anlaşılıyordu. Kitabı karıştırdığımda herhangi bir sayfayı okumak için kitabın rastgele bir sayfasını açıp seslice okudum,
"Erkek kadına dedi ki: – Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya… Erkek kadına dedi ki: – Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beşyüz yüzde hudutsuz kere yüz… Kadın erkeğe dedi ki: – Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana… Ve artık biliyorum: Toprağın Yüzü güneşli bir ana gibi En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini… Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olanım parmaklarına başımı kurtarmam kâbil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak… Sen yürümelisin, beni bırakarak… Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere… Kapandı bir pencere… AYRILDILAR.. ( BİR AYRILIŞ HİKAYESİ)" Ayrıldılar kısmında sesim kısık çıkmıştı . Bu kelimeyi söylerken içim burkulmuştu , yüreğime binlerce hançer saplanmıştı , yüreğim sızlıyordu , ruhum bir darbe almış gibi morarmıştı...
Arel’e dönüp "ayrıldılar " dedim sesim fısıldar gibi çıkmıştı. Arel yüzümü avuçlayıp " biz ayrılmayacağız kiraz çiçeğim, biz hep beraber kalacaz, hep beraber olacağız. Ayrılıklarımız olsa bile kıssa olacak , biz birbirimizden hiç vazgeçmiycez" diyip beni göğüsüne doğru çekip sarıldı . Bende tıpkı onun gibi ona sıkıca sarılarak " senden hiç vazgeçmiyecem" dedim ondan asla vazgeçmeyeceğim
" senden asla vazgeçmem kiraz çiçeğim, sen benim" dedi cümlesini tamamlamamıştı , devamında ne söyler diye üstüne gitmedim. Söylemek isterse söylerdi . Birbirimize verdiğimiz tek bir söz vardı o da asla vazgeçmemekti . Adonis havlama sesi geldiğinde Arel " bizimki çağırıyor" dedi , başımı göğsünden kaldırıp ondan uzaklaştım ve kitabı yerine koydum . Arel elimi tutup " hadi bakalım bizimkinin yanına gidelim" dedi sesi yumuşaktı, şefkat vardı sesinde . Başımı tamam anlamında sallayıp elini hiç bırakmayacak gibi tutum. Arel’e birlikte aşağıya indiğimizde Adonis salonun ortasında kendi ekseni etrafında dolanıyordu. Adonis bizi fark ettiğinde üç ayağının üstüne basarak yanıma koştu. Arel’in elini bırakmak istemiyordum ama Adonise de karşılık vermek istiyordum.
Arel’in elini tutmaya devam ederek Adonisin önünde diz çöktüm. Arel de benimle beraber diz çöküp Adonisin kafasını okşadı " bak oğlun bırakmadı bu sefer " diyip gülümsedi " hey siz ne işler çeviriyorsunuz öyle " dediğimde üst dudağını sağa kıvırıp " bizim aramızda sen karışma kiraz çiçeğim" diyip göz kırptı, ona vay be anlamında bakışlar atarak elini bırakıp tamamı camdan olan alanın yanına gidip dışarıyı seyreltim. Sararmış yaprakların yere dökülmesi ,yer yer yeşil kalmış ağaçları ve mavi gökyüzünün beyaz bulutlarla süslenmiş olmasını seyrediyordum.
Doğanın eşsiz bir güzelliği vardı, doğa her haliyle insanı kendine hayran bırakıyordu . Gecenin karanlığında bile yıldızların cazibesi, gündüzün mavisindeki bulutların beyazlığı, kışın beyazlığının korumacılığı, ilkbaharın yeşilliği tıpkı yeniden doğuş gibi , son baharın sarılığı , yazın güneşi...
hepsinin ayrı bir güzelliği ve ayrı bir anlamı vardı. Doğa ana her haliyle aşık ettiriyordu kendine ama sonbaharın yeri farklıdır bende yağmuru seviyordum, yağmurun insanları temizlediğine inanırım ben . Yağmur temizler insanı , yağmur masumluk katar , yağmurda ayrımcılık yoktur, yağmur adildir, eşittir herkese , herkesi eşit şekilde ıslatır ama herkesi eşit şekilde temizler mi onu bilemiyorum. Tabi bu dünyada çok kirli ve çok temiz insanların olduğuna inanıyorum. Tüm kötülüklere karşı bir iyilik ve tüm iyiliklere karşı bir kötülük var bu dünyada, her şeyin içinde bir karmaşanın olduğu gibi ... Bazen düşünmüyor değilim ,onca kirliğe rağmen yağmurla temizlenebilir mi kirli insanlar? ya da temizlenip tekrar mı kirlenirlerdi?.. Temiz insanlara da çamur bulaşmışımdır? Zihnimde dolaşan bu soruyla kendimi sorgulamaya başladım. Temiz miyim ya da kirli miyim diye, çok temiz bir insan değildim ama çokta kirli bir insan da değildim. Saf değildim mesela ama bir şeyleri bilmiyormuş gibi yapmışlığım çoktu.
Mesela ben kimseye bile isteye zarar vermem ama bir şeyleri görmezden gelecek kadarda kirleniyordum. Görmezden, çünkü bildiğim şeyleri bilmediğimi göstermekte birer lekeydi bazen. Ben ikisinin ortasındaydım galiba, ne bu salon gibi bembeyazdım ne de Arel’in odası gibi siyah , ikisin karışımıyla oluşan griydim, yağmur gri olanı temizleyip beyazlatır mıydı ki acaba.
Yağmur grilerin rengini değiştrirmiydi. Siyah, gri ve beyaz hem iyi hem kötü ortaya sıkışan bir renk tıpkı karsızlıkta kalmış bir ruh gibi. Arel yanıma gelip belimden kavradığında çenesini omzuma koyduğu an da düşüncelerimden sıyrılıp ona odaklandım. Arel’in bana her dokunuşuyla vücudumun alevler alması şaşırtıyordu beni. Defalarca bana dokunuyordu ve ben defalarca onun dokunuşuyla o alevi hissediyordum , vücudum onun dokunuşlarına olan reaksiyonunu değiştirmiyordu, ah bir de bu kalbim; kokusunu , sesini ve varlığını hissettiği an da deli gibi çarpmasını değiştirmiyordu , bazen öyle bir çarpıyordu ki şiddetiyle göğsüme ağrılar giriyordu sanki. Kulağıma kadar gelen bu çarpıntı sesi bir melodiyi andırıyordu bana .
Sadece o varken çalan bir müzik, eşsiz bir melodi . Her defasında vücudumun bana yaşattığı bu duruma zihnimin onu sevdiğine inandırıyordu . Zihnim de artık ona aşık olduğumu kabullenmişti ve onun hakkında ufacık bir ters düşünceyi bile geçirmiyordu , o da kabullenmişti. Ruhum, artık zihnim ve kalbim arasında değildi, ruhum artık kalbimleydi ve aşkımı kabullenen zihnimleydi. Ruhum artık Arel’indi , tüm benliğimle tamamen Arel’e teslim olmuş gibiydim, ben onundum o ise benim Memulumdu. Onunla yaşadığım her şey birer memuldu benim için . Memul , bazen bir insan, bazen bir duygu , bazen bir his. bazen bir an... memul olabilirdi .
Arel benim için hepsiydi ve ben memuluma kavuştuğumu hissediyordum ama bu güzel duygularıma gölge düşüren bir duygu vardı. Kalbimin karanlık tarafın Arel tekrar benim için memul olacağını söylüyordu. Hayır bunu istemiyorum, onu çok bekledim ,onunla yaşadığım her şeyi , her hissi ve her anı çok bekledim .
Annem ve babamın bana yaşattığı yalnızlığı onun aşkıyla son bulmuştu. Yalnızlığım , eksikliğim tamamen son bulmasada büyük bir kısmını yok etmişti. Benim memulum sadece Arel değildi benim memullarım vardı Arel dışında annem vardı mesela o benim memulumdu , onunda bana kavuşacağına inanıyorum, karanlık bir odada yanan küçük bir mum ışığı gibi inanıyordum... o benim kavuşamadığımdı , belki bir gün ...
Arel’e dönüp gülümseyerek " oo bakıyorum Adonisle muhabbetiniz bitmiş" dedim beni göğüsüne çekti ve saçlarımdan derin bir nefes aldı " burada saçları yasemin, teni vanilya kokan biri varken öncelik olmazdı güzelim" dediğinde kollarımı beline sardım ve başımı kaldırıp ona aşağıdan bakarak " hımm kimmiş efendim o saçları yasemin, teni vanilya kokan kişi "dedim acı kahve gözlerinden sevgi akıyordu , huzurla bakıyordu bana... hafifçe gülümseyip " onun için yaşamayı göze alcağım bir hanımefendi ve ben onunla huzur buluyorum " diyip gözlerimden öptü " ve de kehribar olan gözleri benim yolum olan biri " dedi ona tebbesüm edip" gözleri pusulanız mı bayım?" saçlarımı okşayarak "sadece pusulam değil , gözleri dünyam" gülümsemem daha fazla büyüyerek " kendisi neyiniz olur peki?" gözlerimin en derinine bakarak " kendisi benim ailem olur ve bir adam için ailesi her şeyidir hanım efendi " dedi bana ailem demişti, beni ailesi olarak görüyordu ona doğru içimden sevgi şelalesi akıyordu sanki .
Kalbim yerinden çıkacaktı , sıcak dudaklarını anlıma dokundurup bıraktı ve " o kişiyi merak etmediniz mi hanım efendi?" dedi sesi kadifemsi çıkmıştı başımı evet anlamında salladım bana sevgiyle gülümseyerek " ben ona kiraz çiçeğim diyorum hanım efendi ama isimi de bendeki anlamı kadar büyük " dediğinde bende ona " sen benim ruhumun sahibi olan kalbimsin " diyip aşk itirafında bulunmuştum. Başımı göğüsüne koyup ona sıkıca sarıldım benim ona sarılmamla o da bana sıkıca sarıldı. Soğuk vücudum sıcak vücuduyla ısınıyordu. Teni beni ısıtıyordu. Başımı göğsünden bir saniye olsun kaldırmıyorken Arel saçlarıma küçük buseler konduruyordu.
Onun her bir busesi saçlarıma yerleşen birer yıldız gibiydi . Arel’in her busesinde bir şeyler mırıldanıyordu lakin ben , onun kalp atışını dinlemekten ne mırıldadığını duymuyordum , sadece atışlarına odaklanmıştım. Bir süre öyle kaldıktan sonra Arel sırtımda olan ellerini belime kaydırıp okşadıktan sonra beni kucaklayıp beyaz , deri kanepeye oturttu, benim oturmamla o da yanıma oturdu ve beni belimden çekip uzandı.
Onun bu hareketiyle bende onunla beraber uzanmıştım . Bir ayağım onun ayağının üstünde ve başım göğsündeydi , benim bir kolumu beline sarılıydı ve diğer kolumu belime sarıp belimde duran elini tutmuştum. Birbirimize kenetlenmiştik. Başımdan öpüp bir rica gibi çıkan sesiyle " biraz uyuyalım mı kiraz çiçeğim?" dedi sesinden yorgun olduğu belliydi, onu kırmayıp " uyuyalım " diyip başımı göğsünden kaldırıp dudaklarına küçük bir buse kondurdum ve tekrar göğüsüne başımı koyduğumda bana sıkıca sarıldı.
Bir kaç dakika sonra Arel’in nefeslerinden uyuduğunu hissetmiştim. Uyku kokan nefesi ve sandal ağacıyla çam kozalağın eşsiz uyumuyla ortaya çıkan kokusuyla birlikte sıcak göğüsünde mayışmıştım. Uyumak için gözlerimi kapattım ve aldığım her nefeste kokusunu hissetmiştim. Beyaz deri kanepede birlikte sarılarak uyuyorduk. Uykunun tatlığı beni tamamen esir aldığında bu huzurlu mabette uykuya teslim olup kendimden geçtim . *** Bir yağmurlu geceydi ve ben bir kapının önünde duruyordum. Elimdeki kitap yere düşmüştü, kitap sırılsıklam olmuştu , tanıdık olan kapının önünde diz çökmüştüm. Üzgündüm, acı çekiyordum ama gözlerimde tek bir damla yaş akmıyordu .
Kalbimin acıdığını hissediyordum bu nasıl bir acıysa ben ağlamıyordum oysa ağlayıp rahatlamam gerekiyordu. Ben ağlamıyordum , kimse ağlamıyordu sadece yağmur bana ağlıyordu. yağmur gözlerimden akmayan gözyaşlarım oluyordu . Hep temizleyen yağmur bu sefer temizlemiyordu, sadece benim yerime ağlıyordu.
Bu nasıl bir şeydi de ruhuma bıçaklar saplanırken ağlamıyordum . Gökyüzü haykırır gibi gürlüyordu tıpkı bir annenin evladını kaybettiği zamanki haykırışları gibi , gökyüzü feryat ediyordu . Gökyüzü benim için feryatlar döküp gürlüyordu, sesim olmuştu...
yağmurun şiddetli yağışından sırılsıklam olmuştum, aldığım her nefes kalbimi hançerleyip parçalıyordu, yüreğim bana ağır geliyordu , tanıdık olan kapı bana açılmıyordu, ayağa kalkıp eve baktığımda evin tüm ışıkları sönüktü ve her yer karanlıktı. Bahçenin ışıkları açıktı sadece . Onlar aydınlatıyordu , sonra bir not yazılmıştı kapıya, Mor kare bir kâğıtta yazılmış, bir şeyler karalanmıştı ne yazıyordu o kağıtta ? Ne kadar çabalasamda okuyamıyordum sonra ayağa kalkıp kapıya vurdum tak, tak , tak açılmadı bana o kapı , seslendim "Arel " diye duymamıştı sonra bir kez daha kapıya vurdum bir tak, iki tak, üç tak tekrar açılmadı o kapı , bir kez daha seslendim "Arel" diye duymadı beni, yılmadım defalarca seslendim ama o yoktu sonra kapıyı tıklatmayı bıraktığım gibi Arel’e seslenmeyi de bırakmıştım.
Bir el uzandı bana karartıydı bu el diz çöktüğüm yerden kaldırdı o el beni oysa benim bakışlarım kapıdaydı dilim suskundu ama bakışlarım tek bir ismi haykırıyordu "Arel" diye sessizce haykırıyordu . Uğultular oluştu ardından karanlık gökyüzünden "gitti, gitti, gitti" diye terk ettim orayı ama ruhum yokmuş gibiydi ...
uykumdan Arel diye bağırarak sıçramıştım gözlerimi açtığımda Arel oturmuş bir şekilde beni kucağına almış ve yüzümü siliyordu
" uyan kiraz çiçeğim, uyan " diyordu , gözlerimi tamamen açıp ona baktığımda buradaydı. Ona sıkıca sarılıp ağlamaya başladım, rüyamın etkisinden bir türlü çıkamıyordum . Arel’in olmama ihtimali beni parçalıyordu , hıçkırıklarım arasından aldığım nefesler kaburgamı ağrıtıyordu, boğazımı parçalıyordu . Arel saçlarımı okşayarak " geçti güzelim, geçti, kabustu sadece " diye tesellilerde bulunuyor ve başımdan defalarca öptü , saçlarımı okşadı, teselliler vermeye devam ediyordu , kabus olduğunu söylüyordu, geçti diyordu ama neden benim hala yüreğim sızlıyordu, o duyguyu ben neden yüreğimle hissetim, o duyguyu neden tüm hücrelerimle hissetim, o yağmurun beni ıslatmasını hissetmiştim .
Hissedilen her şey gerçek değil miydi ? ben neden bu kabusu hissetim , tüm kalbimle o acıyı hissetmiştim...
kendimi toparlamaya çalıştığımda başımı kaldırıp aşağıdan Arel’e baktım, bana acıyla bakıp göz yaşlarımı silmeye başladı ve anlımdan öpüp suratımı iki eliyle tutu " bir daha sakın ağlama , tamam mı güzelim ?" ağlamamla kötü olmuş gibi görünüyordu , gözlerime bakmayı sürdürüp " göz yaşlarında ölmek istemiyorum kiraz çiçeğim, beni göz yaşlarınla öldürme " dediğinde burnumu çekip onun kendini iyi hissetmesi için zorlukla tebbesüm etiğimde burnuma fiske atı.
O da benim gibi zorlukla gülümsemeye çalışarak "anlat bakalım, seni sümüklü ne gördün de bu duruma geldin ?" dediğinde ona hüzünle , acıyla baktım, onu kaybetmekten korktuğumu beli edermiş gibi baktım ve yüzüne dokunup yanağını okşadım, kaburgalarımı ağrıtacak şekilde nefes alıp " beni terk etmiştin Arel ve ben kapına geldiğimde anlamıştım" diyip göğsünden kalkmaya çalıştım. Benim kalkma hareketimle belimden sımsıkı tutup kendine doğru çekti .
Kaşlarını çatık bir şekilde bana bakıyordu dediklerime kızmış gibiydi , kaşlarını daha fazla çatıp kendinden emin bir sesle " bu asla olmayacak , ne ben seni terk edeceğim ne de senin beni terk etmene izin vereceğim, aramıza mesafeler girse bile yine birbirimizi terk etmeyeceğiz, anladın mı ? bunu aklına sok artık " dedi sesi o kadar net ve o kadar kendinden emin çıkmıştı ki , ona inanmayı seçmiştim.
Biz ayrılmayacağız, o beni terk etmeyecek düşüncesine inanıp gülümsedim. Baş parmağını şakağıma hafifçe dokundurup tehditkâr bir tonla " ve sen benden asla vazgeçmeyeceksin tamamı?" dedi ,bende baş parmağımı ona savurup " sen de benden asla vazgeçmeyeceksin tamamı Arel Bora Eris? " dedim, yüzüne tüm ciddiyetini yerleştirip " asla, ben senden asla vazgeçmem " diyip dudaklarıma mührünü bastırdı . Sıcacık dudakları dudaklarımı ısıtıyordu. Sıcak dudaklarını , dudaklarımdan çekti ama yüzünü yüzümden ayırmamıştı. Sıcak nefesi yüzümü okşuyordu, her soluk aldığımda nefesini de ciğerlerime aldığımı hissediyordum ,kokusunun tazeliğiyle başım dönüyordu, bir kuş çırpınışıyla atan kalbim deliye dönmüştü, gözlerimi daha fazla açıp ona baktığımda kahveleri hâlâ kapalıydı, yanağını okşayıp dudaklarına küçük bir buse kondurduğumda dudaklarında hafif bir tebbesüm gördüğüm zaman usulca anlımı anlından ayırdım ve başımı göğüsüne yatırdım .
Kollarımı beline sardığımda o da kollarını bana sarıp geriye doğru yaslandı uzunca bir süre öylece dururken " Arel saat kaç " diye sordum, sesim fısıldar gibi çıkmıştı, sol kolunu kaldırıp siyah saatine bakarak " 16. 25 geçiyor güzelim " telaşla göğsünden kalkıp , ona dönerek şaşırmış bir şekilde " ne saat 16. 25 mi? bu saate kadar uyuduk mu biz?" dedim, gözlerim kocaman açılmıştı diğer elini de belime koyup sırtıma doğru okşayamaya başladı ve alt dudağını diliyle ıslatarak
"ben halimden memnum " dedi , üstünden tamamen kalkıp oturduğum zaman benle beraber oturur halde şekillenmişti. Adonise göz gezdirdiğimde karşımızdaki koltukta yatıyordu bakışlarımı Adonisten çekip tekrar Arel’e çevirip " ben eve gideyim artık " açmış olan bacağına dirseklerini koyup " burada kal" dedi sesinde yine adlandıramadığım bir ton vardı , ardından " senin o evde yalnız kalmanı istemiyorum " dedi bu sefer sesi yumuşak çıkmıştı . Yalnız kalmanı istemiyorum bu cümle benim için ne kadar kıymetli olduğunu bir bilsen keşke Arel , ilk kez hayatımda biri bana yalnız kalmanı istemiyorum demişti , hayatım boyunca kendimi hiç bu kadar özel hissetmemiştim , bana kendimi özel hissettirmişti bu cümlesiyle , sahiplenmiş gibi hissetmiştim, bir yere ait gibi hissediyordum , o kadar özeldi ki benim için bu cümle, yalnız kalmanı istemiyorum kısacık olan bu cümlede bir çok anlam vardı ve ben hayatım boyunca ilk kez bunu duymuştum.
Uzanıp elini tutup hafice tebbesüm ederek " ben alışığım Arel " dedim , ben alışığım çünkü bu güne kadar hep yalnızdım , yalnızlığa alışan bir insana koymaz .
Âh sadece acıtıyordu.
Arel’in gözlerine bu gün gittiğimiz mekandaki gibi hüzün yerleştirmişti, boğazı düğümlenmişti " alışıyor insan " diyip etrafını gösterir gibi baktı ve bakışlarını tekrar benle buluşturup işaret parmağını kalbine bastırıp " ama siktiğim kalbimiz alışmıyor " dedi ardından elimi tutup derin bir nefes aldı " yalnızlığımızın bir kısmı dolsa da bir kişinin eksikliği hep var kiraz çiçeğim, tıpkı senin anneni eksikliği gibi " diyip sehpanın üstündeki çerçeveye baktı , ellerini sıkıca tutup " senin de mi Arel? benim gibi o tarafın yalnız" dedim , sesim kısık kısık çıkmıştı her bir kelimemi zorlukla söyleyebilmiştim , bakışlarını çekmeyerek kafasını evet anlamında salladı ve ardından derin bir nefes verdi ardından elini saçlarına götürüp sertçe karıştırdı sonra da ensesini ovalayıp bakışlarını çerçeveden çekip karşısına baktı.
Burnumun direğinin sızladığını hissetmiştim , acısını hissetmiştim , acısını anlıyordum, acısını... omuzunu sıvazlayıp " anlatmak zor Arel biliyorum ama eğer içini birine dökmek istersen ben hep buradayım bunu unutma olur mu? “dediğimde başını bana döndürüp gülümsemeye çalışarak "biliyorum güzelim " diyip tek eliyle beni göğüsüne doğru çekip başımdan öptü " sen hiç benden gitme olur mu kiraz çiçeğim , hep benim kiraz çiçeğim olarak kal " dedi oda benim gibi kaybetmekten korkuyordu kollarımı beline sarıp " hiç gittmiyicem, ben seni hiç terk ettmeyecem " dediğimde başımdan öptü ve hiç konuşmadan, tek bir söz, söylemeden sadece sarıldık, bu sarılışımız bir yaranın kabuk bağlaması içindi , iyileşmeye çalışmak içindi.
Belkide sadece sarılmalar kabuk bağlayabilirdi yaraları... Kuzularım bu bölüm biraz uzun oldu keyifli okumalar diler oylarınızı unutmamnızı rica ederim💐🦋🎀⭐️
|
0% |