@orion
|
ONBİRİNCİ BÖLÜM
⏳️ Arel beni evime bırakıp gittiğinde eve adım atar atmaz annemin günlüklerini okumak istediğimden Adonisi ve mama kabını alıp odama çıktım . Kararlıydım annemin günlüklerini bu gün bitirecektim.
Odama girir girmez Adonisi yere koyup üstüme siyah eşofmanımı giydim ve üstümdeki sweati çıkartıp siyah atletimle kaldım. Hızlı hareketlerle komodinimin yanına gidip günlükleri kucakladım. Onları her elime aldığımda birer hazineymişler gibi hissediyordum, yüreğime tarifi imkansız duygular kaplıyordu, annemin oldukları içindi bu hislerim. Annemin duygularıydı, annemin sohbetiydi bu defterler .
Bu defterler annemin yalnızlığıydı , annemin arkadaşıydı...
bazı insanlar vardır işte kalabalıklar arasında da yalnızdılar , bende yalnızdım ama benim ruhani yalnızlığımla beraber fiziki bir yalnızlığımda vardı ama annem öyle değildi annemin arkadaşları , babam ve en önemlisi anne ve babası yanındaydı. Kendimi kıyaslamadan edemiyordum bu konuda. Mesela benim annem yoktu yanımda , babam desem bir vardı bir yoktu , hoş varlığı bile yoktu ya .
Babam evde bile işiyle meşgul oluyordu çoğunlukla. Benle ilgilendiği zamanlar kısıtlıydı bu durum kendimi fazlalık gibi hissetmeme neden oluyordu , kendimi büyük bir hatta olarak görüyordum. Dünyanın en iğrenç düşüncesiydi. Bir insanın ailesi için.
Bir hatta olduğunu düşünmek , onların bunu düşündürmeye zorlanılması kadar iğrenç bir duygu yoktur herhalde ama ne olursa olsun bir umut var içimde belki öyle değilimdir diye, belki çok istenilen biriyimdir , belki bende memulümdür, olamaz mıydım? benim memullarım vardı , belki bende bir zamanlar memul olmuşumdur. Bu düşünce bile kalbimin heyecandan kuşlar gibi ötmesine neden oluyordu.
Daha fazla düşüncelerimle vakit geçirmeden defterlerle beraber yatağımın ortasına oturup en üsteki defteri aldım , kendi kendime " ne olur ben istenilen olayım" diye mırıldandım , parmak uçlarımı siyah kaplı defterin üzerinde gezdirip derin bir nefes aldım ve hazır olduğumu hissettiğimde defteri açtım.
Defterin ilk sayfasında Korku Heyecan Sevgi Stres Hata Hata Hata Talat bir memuldu ve ben bir bekleyen Yazıyordu, annem duygularını yazmıştı sadece . Hata yazmıştı ,alt alta üç kez hata yazıyordu , içimi korku sarmıştı, korkuyordum ya o hatalardan biri bensem hayır ben hatta olmak istemiyordum, en azından bu hayatta anne ve babamın beni hatta olarak görmesini istemiyordum , onların beni istemesini istiyordum , onlar için bir hata olma düşüncesi yüreğimi kanatıyordu, zihnim düşüncelerimle boğuşuyordu .
Deftere gözlerim dolu bir şekilde bakıyordum, göz yaşlarım göz pınarlarımdaydı bir göz kırpmamla gözyaşlarım aşağıya süzülecekti . Ağlamak istemiyordum, hayır her ne olursa olsun ağlamak istemiyordum, güçlü kalmalıyım, benim güçlü kalmam gerekiyor her şeyi bilmeye gücüm olmalı, ben güçsüz bir kız değilim , güçsüzlük beni tanımlayamaz ...
derin derin nefesler alıp verdim uzunca bir soluk verip defterin yaprağını döndürdüm, karşımda yeni bir his, yeni bir anı duruyordu. Kendimi toparladığımda defteri kendime doğru biraz daha yaklaştırıp okumaya başladım.
Sen devamısın, o yüzden bazı şeyleri bildiğini var sayıyorum, geçen yıl ikinizi bitirmiştim . ilk kez yakmadım, doğrusu ona kıyamadım, onun içinde güzel anılarım var, onla paylaştığım sırlar vardı, aslına bakarsan artık hiç birinizi yakmayı düşünmüyorum , her ne olursa olsun iyi ya da kötü benim anılarım ve benim duygularım ve siz benim en yakınlarımsınız tabi sizden önce Odin var .
Ondan sonra geliyorsunuz siz , beni tüm çıplaklığımla görenlersiniz , etrafımdaki insanlar bana sadece bakıyorlar onlar beni görmüyorlar, ruhumu görmüyorlar, kalbimi görmüyorlar, görmek ve bakmak ayrı şeyler. Biliyor musun ? o da görmüyor beni . Beni sevdiğini biliyorum bende onu seviyorum ama ruhumu görmüyor.
Seven insan ruhu görmez miydi? mesela ona, ben bu gün böyle hissediyorum diyemiyorum. Belkide söylemek istemiyorumdur. Ben demeden o bilsin , o anlasın istiyorum. Bak ben ona, Odinden sizden bahsedemiyorum , peki ya hep öyle giderse , ikimize sadece sevgi yeter mi ? Odin yetmez diyor , sence peki? yeter mi? yeter , değilmi? yeter sevgi her şeyin üstesinden gelir büyüklerimiz öyle demiyor mu ? sevgi her şeyin üstesinden gelir ya öyleyse benim içimde neden korku var , onun ruhumu görmeyeceğiyle ilgili bu korku neden var ?Merih’in yanımda olmasıyla sizin varlığınız neden yok olmuyor peki ? yanlış anlamayın beni .
Odinle siz benim için çok kıymetlisiniz ama normal değil bu durum, bunu biliyorsunuz dimi ? ben bunun farkındayım Odini görmem , senle konuşmam, senin benle konuşman, kapağının kapattığımda senin bana cevap vermemen gerekirdi ama sen kapağın kapalıyken bile benle konuşuyorsun , bana geceleri annemin sesiyle çocukken benle Talat’a söylediği ninnileri söylüyorsun ve gittikçe ileriye gittiğini üçümüzde biliyoruz .
Artık Talat’ta biliyor , dün geldi ona çok kızdım omuzuna omuzuna vurup sen memul olmaya alıştın diye hesap sordum ama o hiç bir şey demedi .
Kızmama karışırdı normalde ama o kızmadı , dün sakinleştiğimde bana bilim insanı olduğunu söyledi . Biliyor musun ? bekleyişlerim son bulacak zannettim ama hayır tekrar gitmesi gerektiğini söyledi , buralara gelemezmiş . Aile kurmuş , bir çocuğu varmış , çok mutluymuş. Talat’ın bana bunu yapmasına ilk sinirlendim ama anladım onu sonradan. Ailesi vardı sonuçta bir karısı vardı, bir çocuğu vardı. Haklıydı Talat.
Bak benim yeğenim varmış . Bir yiyenimin olması içimde hoş duyguları beslememe sebep olmuştu sana anlattığımda bile o mayhoş duygunun tadını alıyorum hâlâ . Merak ettim, sordum ona ; adı ne çocuğunun diye ? gülümsedi bana, babam gibi gülümsedi , biliyor musun o an anladım ki gerçekten de baba olmuş. Kara dedi birbirimize verdiğimiz sözleri tutmuştu, ikimizden birinin erkek çocuğu olursa Kara, kız çocuğu olursa Mila koyacaktık .
Onun ki oğlandı ve Kara ismini koymuş, umarım benim kız olurda bende sözümü tutarım. Talat’la bir süre hasret giderdikten sonra vedalaştık ve ona beni görmeye gelecek misin? diye sorduğumda tüm kararlılığıyla gelecem dedi . Gelecem derse gelirdi o.
Talat yine memul olmuştu ve ben yine bekleyen olmuştum , sorun yok aslında, ne demişti şair ; gelecekse beklenen beklemek güzeldir , diye benim içinde öyle , Talat gelecekti, benim için gelecekti , hem ben hala olmuşum yaa bir yeğenim var benim keşke onu görebilsem .
Kara nasıl bir bebek acaba? babası gibimi yoksa annesine mi benziyordur ? ne dersin belkide halasına benziyordur. Umarım bana benziyordur da Talat Karaya her baktığında ben aklına gelirim . Ne? bakma öyle , bak Odin de öyle bakıyor , hatırlayınca geliyor çünkü , daha çok hatırlarsa bu sefer adresini de verir bana ne dersiniz , neyse sizi umursamıyorum , böyle düşünüyorum...
Aslında sen ve Odine söylemem gereken bir şey var , çekiniyorum sizden ama size söylemem gerekiyor. Ben galiba bir psikoloğa görünecem , sen de Odin gibi karşı çıkma lütfen, hayır sizi terk etmeyeceğim, asla bu olmayacak.
Bunu hissettiğim an bırakacam tedaviyi tamam mı ? hayır ağlama lütfen, bak sen de Odin gibi yapıyorsun ,konuşmayacak mısın benimle? yapmayın öyle ,bak söz veriyorum . Tedaviye bakacağım gerçekten sizi görmemeye başladığım an bırakacam, bakın Simay sözü ona göre, Simay verdiği sözleri tutar canı pahasına olsa bile o sözü tutar anlaştık mı ? hah şöyle işte ya yarına randevu alıyorum haberiniz olsun tamamı, merak etmeyin? Odinin ne dediğini duydun mu? git ama beni söyleme diyor , aslında mantıklı ikinizi anlatmıyacam sadece kendi kendime konuştuğumu söylicem ve zihnimde milyonlarca sesler olduğunu söylicem , ne senden ne de Odinden asla bahsetmeyeceğim, asla sizi kaybedemem çünkü bu hayatta beni anlayan bir tek sizsiniz ve ben sizden vageçemem . Sizi kaybetmeyi göze alamam.
Annem durumunun farkına varmıştı , bir tuhaflık olduğunu sezmiş ama ne Odini ne de defterinden vazgeçmeye niyeti yokmuş , annem babamın onu görmediğini söylüyordu, kimsenin onu görmediğinden şikayetçi değildi annem .
Annem sadece babamın onu görmemesinden şikayetçiydi , annem geleceğe korkuyla bakıyordu, haklıydı aslında, ruhunu görmeyen bir insanla gelecek kurmak korkutucu olurdu. Defterin her bir satırın, her bir cümlesini ve sayfasını okuduğumda kendimi annemin yerine koyuyordum, bu empatimle ona hak veriyordum, hayali arkadaşlarından vazgeçmemesini bile anlıyordum artık. Annemin ruhunu çıplak olarak görmeleri annemin hoşuna gidiyordu ,anneme göre onlar annemin ruhunu görüyordu.
Oysa annemdi kendi ruhunu gördüğü, kendi duygularının farkında olduğu, kendi kendinin farkındaydı annem. İki farklı düşüncesiyle savaş veren annemdi , defterler veya Odin değildi onlar annemdi , defterin birkaç sayfasını okuduğumda tedavinin ilklerine doğru hala Odin ve defter konuşuyordu ve annemle kavgalar bile ediyordu, annem defterin neden artık ninniler söylemediğinden şikayetçiydi bir kaç sayfadan sonra defterin ortalarına geldiğimi fark ettim ve okuduğum sayfayı değiştirip yeni olan sayfayı açtım. Yeni açtığım sayfa önümde açık bir şekilde duruyordu.
Oturmaktan yorulduğum için yataktan kalkıp pencereyi açtım ve soğuk havanın yüzüme çarpmasına izin verdim. Soğuk hava beni kendime getirmiş gibiydi. Arkamı dönüp Adonise baktığımda yer de öylece yatıyordu , ona tebbesüm edip önüme baktım.
Bir süre pencerenin önünde durup soğuk havanın beni etkisi altına almasına izin verdim, üşüdüğümü hissettiğimde derin bir nefes aldım ve pencereyi kapatıp yatağıma tekrar oturup defterlerle bakıştım ilk defterdeki masum düşünceler , annemin babamla olan anıları, babama olan aşkı ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri varken bu defter daha farklıydı, bu defterde annem kendinin farkına varıyordu ve ben okuyacağım her cümleden korkmaya başlamıştım, annemin defterin başında da yazdığı duyguları hissediyordum korku, heyecan ve ona olan sevgim vardı , ben bu üç duyguyu aynı an da yaşıyordum bu üç duygunun da aynı an da nasıl hissettiğime şaşırıyordum .
Meğerse aynı an da birden çok duygu hissedilebiliyormuş insan. Kalp dipsiz bir kuyu ve ortaya çıkarttığı duygular aynı an da can bulabiliyordu. Zihnimdeki düşüncelerimden uzaklaşıp defteri ellime aldım ve uzun bir soluk verip "hadi bakalım Mila, bakalım seni neler bekliyor daha" diye mırıldanıp defteri okumaya başladım.
Neden benle konuşmuyorsun ? neden? Odin nerede biliyor musun ?cevap versene Odin nerede diyorum sana, nerede söyle artık? bak sen gidebilirsin belki ama Odin, o benim çocukluk arkadaşım o beni terk etmez , o beni terk edemez, bak göz yaşlarım seni ıslatıyor konuşsana, küstünüz mü bana, niye konuşmuyorsun sen ? Odin nerede biliyorsun biliyorum , sen biliyorsun. Odin beni öylece bırakıp gidemez.
Bak Merih’e anlatma dediniz anlatmadım, doktora bizden bahsetme dediniz bahsetmedin şimdi neden öyle yapıyorsunuz? ben size ne yaptım ?ben sözümde durdum anlatmadım , bak şimdi bu ilaçların hepsini atıyorum. Atım gördün, artık doktora da gittmiyicem tamamı? Simay sözünü tutar hadi ama sizde sözünüzü tutun. Odin çıksın ortaya sende konuş artık neye susuyorsun o kadar? sen bu kadar uzun susmasın ki neden şimdi ağızın bıçak açmıyor ? bak ben senin bana her gece ninni söylemeni özledim , bana ninni söylermisin? Lütfen bana ninni söyle, yalvarırım bana ninni söyle .
Odin gelsin ne olur gelsin ? yoksa siz Talat’a mı özendiniz? hayır ben sizin memul olmanızı istemiyorum, lütfen siz de giderseniz ben yaşayamam, anlayın artık , hadi ama ammada sustun sende, siz bana kıyamazdınız neden şimdi göz yaşlarımı görüpte geri gelmiyorsunuz ha? sen buradasın ama ağızın bıçak açmıyor , nasıl böyle vicdansız olabiliyorsun? siz , ikiniz hani beni çok seviyordunuz , sevginiz yalan mıydı? Odin 27 yıl boyunca yalandan mı yanımdaydı? yeni birini mi buldu? ama o benim Odinimdi nasıl olurda yeni birini bulur? söylesene , bir şeyler konuşsana, dilini mi yutun sen .
Ne oluyor ikinizde ? sana, Odin nerede diye soruyorum, cevap versene, kaç kere daha tekrarlıyayım Odin nerede ? cevap ver, Odin nerede ? Odin nerede? Odin nerede ? sen cevap verene kadar sana soracam, kalemi bastıra bastıra yazacam ki canın acısın , bak benim canım acıyor ve sen görmezlikten geliyorsun .
Odin nerede? söyle artık, bak ben sana kıyamıyorken sen nasıl olurda bana kıyabiliyorsun? senin önünde eriyip gidiyorum ve sen buna kayıtsız kalıyorsun . Sevmek bu değil , hayır sen beni sevmiyorsun, Odin beni sevmiyor , siz beni sevmiyorsunuz eğer sevseydiniz şimdi yanımda olurdunuz. Tamam diyelim , Odinin bir işi çıktı ve gitmek zorunda kaldı ya sen ha sen , sen buradasın ve konuşmuyorsun, sen benle neden konuşmuyorsun ? sorduğum soruya cevap ver artık .
Bunu bana yapamasın, seni ben yaratım cevap vermek zorundasın tamamı ? tamamı dedim, bana cevap vermek zorundasın. Odin nerede? Odin nerede? ne olur Odinin nerede olduğunu bana söyle, çocukluk arkadaşım nerede ? ne çabuk terk ettiniz beni , neden birden gittiniz, ben vedalaşmaya da mı layık değildim , o kadar mı kötü biriyim, ben size ne yaptım ?neden beni terk ettiniz? neden? ben ikinizi de çok seviyordum, ben sizi asla terk etmedim , bunu sezdiğimde bile sizin yanınıza geliyordum, siz dediniz Merih’le gitme New York’a gitmedim, onun gitmesine izin ver dediniz izin verdim , ya ben sizin için sevdiğim adamla uzağım , sizin için babamın teklifini kabul edip şirkette çalışmaya başladım, siz dediniz orayı sevmeye çalış diye sevmeye çalıştım, kampüsteki arkadaşlarına arana mesafe koy dediniz koydum , anne ve babanla daha yakın ol dediniz onlarla yakınlaştım...
ben sizin her dediğinizi yapıyorken siz neden gittiniz ha , neden ? sevgim mi size yetmedi ? sizde mi insanlaştınız ? Sizde mi İnsanlar gibi hep daha fazlasını mı istiyorsunuz? ama ben size hep daha fazlasını vermiyor muyum? ben sizi kırmamak için elimden geleni yapmadım mı ha, sizi herkesten korumak için saklamıyor muydum? özelikle seni , sırf sen savunmasızsın diye seni bir hazine gibi saklamıyor muyum? sana zarar gelmesin diye pamuklar arasına almıyor muyum? senin rahatlığın için her şeyi yapmıyor muyum? peki ne oldu da benden vazgeçtin, benden niye vazgeçtin ? ben vazgeçilmesi kolay birimiyim ? peki Odin neden benden vazgeçti ? hadi diyelim vazgeçti habersiz gidilir mi ? sen , Talat, Odin ne kolay öyle gidebiliyorsunuz, ben neden gözden ilk çıkarılan kişi oluyorum? Ben neden en son akla gelenlerden oluyorum?.. kıskanıyorsun diyeceksin belki ama seni Odinle tanıştıran bendim, nasıl olur da Odin seninle beraber gider? Odin sesini alıp gitti dimi ? neden peki neden? beni neden belirsizliğin içinde bırakıp gittiniz? neden yüzüme karşı geçip biz gitmek istiyoruz demediniz ? ben çok mu anlayışsızım? bırakmamı sandınız ? hayır ben bırakırdım istenilmediğimi hissettiğimde vazgeçen biriyim ben.
Tanıyorsunuz beni, vazgeçmeyi bildiğimi biliyorsunuz ve siz bunu bile bile beni böyle terk ettiniz, biliyor musun ? sana Odin kadar kızgın ya da kırgın değilim . Biz senle yeni dost olmuştuk ama Odin , o başka benim için biz onunla 5 yaşımdan beri beraberiz , hatta biz onunla siyah güçlere karşı savaşıp galip geldik .
Onla dosttuk , arkadaştık , biz onla birbirimizin her şeyiydik. En azından Odinin bana bir veda borcu vardı , birbirinin her şeyi olduğunuz biriyle veda borcunuz olurdu ama o borcunu ödemedi. Ben öyle yapmazdım ,ben size öyle yapmazdım ,ben Odine öyle yapmazdım anlıyor musun BEN ÖYLE YAPMAZDIM , ben sizin gibi yapmazdım seven biri öyle yapmaz bunu bil ,seven insan öylece çekip gitmez ,bak sen buradasın da cevap vermiyorsun neden peki cevap vermiyorsun ? neden ha ? neden? anlat bana ne olur anlat , neden öyle yapıyorsunuz ? size galip gelemem ki ben . Ben size hep yenilirim, ben sizi unutamam ,ben sizden vazgeçemem , ne olur yapmayın öyle ,yalvarırım yapmayın öyle , ne olur söyle bana Odin nerede ? söyle bana, onu getireyim tekrar üç kişi olalım, bak üç kişi olalım diyorum , çünkü ben senden de vazgeçemem , konuşsana artık konuş, hani siz benim göz yaşlarıma dayanamazdınız ha, senin önünde göz yaşı döküp yalvarıyorum, hatta gözyaşlarımla boğulacak gibisin ama tepki bile vermiyorsun, beni cevapsız bırakıyorsun, neden beni cevapsız bırakıyorsun? sen söyle bari, sen söyle hangi hata yaptım ,fark etmeden ne yaptım? söyle, söyle ki telafi edeyim , ben sizi seviyorum bunu biliyorsunuz ve bunu bildiğiniz halde ne sen konuşuyorsun ne de Odin geri dönüyor ,yüreğimi nasıl parçaladığınız görmüyor musunuz ha , görmüyor musun? sen karşımdasın işte nasıl acıma kayıtsız kalabiliyorsun ? bir şeyler söyle artık, bir şey söyle, ne olur artık bir şeyler söyle
,bağır çağır ama bir şeyler söyle sesine ihtiyacım var , sana muhtacım, size muhtacım , sizsiz yapamıyorum . Bak ben sizi şimdiden özledim , siz özlemediniz mi beni ? siz sevmiyor musunuz beni ? birazdan bu kapağını kapatıp kaldıracağım seni , sanma ki senden vazgeçiyorum ya da Odinden, ikinizden de vazgeçmiyorum . Sen cevap verene kadar ve Odin de dönene kadar seni göz yaşlarımla boğacağım anladın mı beni, ha anladın mı ? diyorum sana . Anladım desene, bunu de bari bunu de ... Annemin yakarışlarını , serzenişlerini okuyunca kalbimi biri avuçlayıp sıkıyor gibiydi , annem iyileşiyordu, annem iyileşme aşamasında gibiydi sanki ama ne defterden ne de Odinden vazgeçebiliyordu.
Odinin gidişi, defterin onu cevapsız bırakması annemi yıkıyordu, annem bir enkaz altındaydı ve yardım dileniyordu , annem can çekişiyordu , annemin onlara ihtiyacı vardı. Annem onlara açtı, onlar olmadan yaşayamıyor, nefes alamıyor gibiydi , onlar annemin her şeyiydi.
Her şeyleri gitmişti ve annem enkaz altında kalmıştı , annem onlarsız aldığı her nefesi sahiplenmiyordu , yalnızdı, şimdi yapa yalnızdı. Odinsiz ve defterin sesinin olmayışı kaburgalarını kırıyordu, kim bilir kaç nefes alışında yüreğine kaç bıçak saplanmıştır. Annem dizlerine çökmüş bir dilenci gibi deftere yalvarıyordu. Muhtaçtı onlara, bir alkoliğin içkisine bağımlısı gibi bağımlıydı onlara.
Annem böyleyken hiç kimse onu görmüyor ve de duymuyordu , annem onca insanlar arasında görünmezdi, kalabalıklar içinde yapa yalnızdı , yalnızlığıyla boğuluyordu. Bedenen var olan bir insanın ruhu neredeydi? annemin ruhu bedeninde değildi , annemin ruhu onu terk etmişti, ruhsuz bir insana dönüşüyordu.
Odinsiz geçen bir gün bile onu alt etmeye yetiyordu, onu zayıf tarafı buydu , annemin zayıf tarafıydı Odin . Annem kendine kurduğu kalabalıkta mutluydu, üç kişilik bir kalabalığı vardı annemin ; o, Odin ve defterin sesi onlar sırdaştılar, onlar dostlardı , onlar ayrılamaz üçlüydü, bu üçlünün ayrılıkları annemi perişan etmişti , annemin deftere yalvarışlarını okumuştum, insan bir deftere yalvara bilirmiş , hatta insan sahtede bile olsa kendince yaratığı dünya da mutlu olurmuş .
On sayfa kadar annemin deftere olan yakarışlarını ve Odinin dönmesini istemesini okumuştum ve her defasında defterden çok Odinin olmayışı ,Odinin ona veda etmemesi ve ne olursa olsun ona geri dönmesini istiyordu. Annemin Odinle olan bağı çok güçlüydü, öyle bir güçlüydü ki onun yokluğunda annem harabeye dönmüştü. Okuduğum her satırda annemin acısını hissediyordum bir kaç sayfa daha okuduğumda ise defterin ona cevap verdiğini gördüm, defterin sesini duymaya başlamıştı bu hâli eskiye döneceğinin işaretiydi.
Tekrar eskiye dönmesini istemiyordum , üzülmesine rağmen istemiyordum. Belki bencildim ama ben annesine hasret büyüyen biriydim, en azından annemin bir an , bir dönem iyi olmasını görmek normal olduğunu bilmek ruhumun dikiş tutmayan yaraların kanamasını durdurabilirdi belki .
Tampon olurdu belki bu bir düşünce ama hayat böyleydi işte bir başkasının acı çekmesine rağmen bize iyi gelen bir şeyi istemekti karşımızda kim veya ne olursa olsun bu her zaman böyleydi . Kalbimde milyonlarca olasılık vardı ve ilk kez milyonlarca umut tohumları ekilmişti gönlümde ve ben o tohumların filizlenmesi için her şeyi yapmaya hazırdım.. derin bir nefes alıp annemin yazdıklarını okumaya devam ettim. Bu gün nasılsın? ben biraz buruğum yani senin tekrar benimle konuştuğuna sevinçliyim tabi ama anlarsın ya Odinin yokluğu hâlâ beni derinden etkiliyor, onu çok özledim sen de özledin mi ? sana gitmeden bir şey demedi mi? sana da demediyse nasıl olur da aniden gider? biliyorum sen de o gitti diye bana kızıp günlerdir konuşmadın ama ben bir şey yapmadım ki bak sende masumluğumu gördün ,sen kendi sesinle dedin ya sana inanıyorum diye.
Aslında bana küstüğün için sana ufaktan kırgınım nasıl olur da sizi yok olma tehlikesine atacağımı düşündünüz. Ben sizden vazgeçmem ki siz benim her şeyimsiniz, insan her şeyinden vazgeçer mi hiç? keşke Odin de anlasa bak görüyor musun anlamıyor ki gelmiyor .
Bir şey var kafama takılan, o beni , ben daha çocukken tanıyan biriydi ona her şeyimi tüm çıplaklığıyla anlattığım kişiydi , beni ondan çok kimse tanımazdı , beni ondan başka kimse bilmiyorken nasıl olurda beni anlamıyordu ? nasıl oluyor da öylece çekip gitti, sen anlıyor musun? bak sende anlamıyorsun, böyle olmaz birinin ruhunu bilmek ona inanmayı getirir , o bana inanmıyor demek ki , ben ona tüm benliğimle inanıyorken o nasıl olurda bana inanmıyor.
Benim onu sevdiğimi , ona bağlı olduğumu, o olmadan eksik olduğumu bilmiyor muydu? biliyordu ve buna rağmen beni gözünden atı ve sonra gitti . Nedenini söylemeden gitti . Gelir mi tekrar sence , bana geri gelir mi ? belki gelir dimi ? evet haklısın iyi düşünmemiz lazım . Evet iyi düşünmeliyiz o gelecek. Odin benden vazgeçmez tabi ya Talat’a özenip gitti dimi? Sende mi öyle düşünüyorsun? bence öyle , bak yeni aklıma geldi , o hep diyordu ya ben de Talat gibi senin memulun olmak istiyorum , biraz da beni bekle diye, bence dediğini yaptı
. Ben ne mi dedim? Ben ona , gidersen beni bulamasın dedim ona ama haklıydım. Kızma lütfen , haklıyım bende kendimce , çünkü ben Talat’ı beklemekten yoruldum , belirsizlikte kalmaktan yoruldum, hep gri olanların arasında yaşamaktan, her zaman umut tohumlarını ekipte filizlenmeden kışı görmekten yoruldum, onca kalabalığın içinde kendimle boğuşmaktan yoruldum, bu hayat yoruyor beni, eksitiyor beni...
bak mesela Merih’te New York’ta ben onuda bekliyorum, iki kişiydiler şimdi üç oldular. Benim memullarım üç oldu ve ben belki ölüp gidecem ve onlar beni böylece bırakıp gelecem diye gittiler ya geldiklerinde ben olamasam , o zaman ne yapacaklar ha, geldiklerinde beni bulamasalar ne yapacaklar? geri gelir miyim sanıyorlar? hayır böyle bir şey olursa ne ben geri gelebilirim ne de onlar kendilerini affedebilirler , umarım böyle bir şey olmaz , onları hala nefes alıyorken görmek istiyorum. Çünkü toprak aldığını geri vermiyor. Odin de bunları düşünüyor mudur ? ah görüyorsun ne kadar aklımda , hayır sadece aklımda değil yüreğimde , senide seviyorum bunu bil tamamı? Odin ile Talat’a hiç demedim ve demediğim için pişmanım.
Onlar benimleyken bilmeliydiler ama bak sana söyledim sen bil ve beni asla terk ettme olur mu ? beni yalnız bırakma , hep benle kal . Seni sevdiğimi söyledim, belki onlara da deseydim onlarda gitmezdiler benden... Memulunu bekleyen1 Memulunu bekleyen2 Memulunu bekleyen3 Diğer sayfa; ___ Merih’le konuştum, bugün gelecekmiş. Hayır tabiki de mutluyum saçmalama, onu ne kadar sevdiğimi biliyorsun, onu görünce kalbimin yerinden fırlayacak gibi çarptığını , elim ayağım birbirine girdiğini, en önemlisi onun yanında nasıl çocuklaştığımı sana anlatamam, sen görmedin gerçi ama Odin görmüştü hatta bir keresinde Odin bana; onun yanında beş yaşına dönüyorsun demişti ve ben onun bunu deyişiyle sadece gülmüştüm , o gülüşüm evet biliyorum , farkındayım gülüşüydü tıpkı onun hakkında konuştuğumda dudaklarımın aldığı hal gibi , ben onu anlatınca sadece dudaklarım gevşemiyordu, içimden kuşlar cıvıldıyor, gönlüme ilkbaharın yeşillikleri, yeni açılmış çiçeklerle doluyor, onu her düşündüğümde kelebeklerimin kozalağından çıkıp uçmayı öğrenme gayretinde bulunmayıp göğsümde kanat çırpıyorlardı , evet inkar etmiyorum, ben onu çok seviyorum .
Seviyorum diyorum ya bu kelimeyi söyleyince bile aşkıma hakaret olarak sayıyorum, onca yoğun duygularımın böylece bir kelimeye, dokuz harfe sığacak kadar basit değil. Benim Merih’e karşı olan duygularım temsili bu kelime olamaz ve ben ona sana karşı böyleyim de diyemiyorum asla demeyeceğim de , evet asla demeyeceğim bunu ona söylemeyeceğim.
Keşke Odin burada olsaydı da o sana benim Merih’e olan duygularımı anlatsa, onun bende ne kadar olduğunu anlatsa keşke. Odin beni o kadar iyi tanıyor ki duygularımı o kadar iyi biliyor ki o burada olsaydı da o anlatsaydı sana. Biliyor musun? içimde Odine karşı büyük bir keşke var. Evet keşke diyorum ama Odini keşke hiç görmeme isteği değil , bu keşke o hiç gitmeseydi olan keşke. Nefret ediyorum keşke demekten, bak işte bu hayat bana keşke dedirtti ya her şey olabilir bu saatten sonra.
Oysa ben hayatımda keşke dememek için aklıma gelen her şeyi yapan bir insandım ama şimdi bak keşke diyorum. Bir keşke daha sana; keşke bu kelimeyi demeseydim , evet keşke demeseydim, beş harften oluşan bu kelimeyi demeseydim. Yeter ,bu benim iki keşke ve bu Keşkeler benim son keşkelerim bir daha asla o kelimeyi demiyecem, umarım demem , demem dimi ? evet sende haklısın , hayat bilinmez olan bir yol ve biz bu yolda ince bir tel üzerinde hiç düşmeyecekmişiz gibi yürüyoruz . Biz aşağılık insanlar öyleyiz işte ne olacağı belli olmayan hayatımızda milyonlarca düş saklayıp , planlar kurarak nefesler alıyoruz.
Oysa hesaplayamadığımız bir şey var ; ne bizim hayallerimiz gibi olacak ne de planladığımız gibi , kontrolü elimize aldığımızı varsayıp nefes alıp eskitiyoruz ruhumuzu koruyan, kalkan olan bedenimizi.
Sen daha alışmadın dimi ? Odin alışmıştı biz aşağılıklara, bencillere , kibirlilere...
sende alış olur mu ? biz insanlar böyleyiz işte, dünya kadar büyük görünürüz , büyük konuşuruz ve gelecekle ilgili bir çok söz veririz ama hiç birini yerine getirmez, sorulduğunda unuttum deriz, oysa insan ağızından çıkan her bir sözü unutur da kalbinin söylettiğini unutmaz... Memulunu bekleyen 1 Memulunu bekleyen2 Memulunu bekleyen3 Bir kaç sayfa daha annem Odini görmüyordu sadece defterle konuşuyordu, babamın gelişi annemi çok heyecanlandırmış bir hafta kadar babamın isteğiyle annem babamda kalmıştı.
Annem babama defteriyle konuştuğunu söylemişti bir sayfada ve defter, annemin babama söylediği için kızmamıştı. Büyük ihtimalle babam annem defterimle konuşuyorum dediğinde günlük anlamış olmalı, aksi taktirde illaki babam annemi tedavi olması için elinden geleni yapardı.
Annemin babamla olan anılarının güzelliğini anlatmasına rağmen tam anlamıyla mutlu değildi . Çünkü, Odini görmemek onu derinden yaralıyordu, Odinin gittiğini kabullenmiyor bir bahane uydurup kendinde suç buluyordu. Son okuduğum sayfada defterin anneme Odin geldi gelecek bana öyle söyledi demesi tüylerimi ürpertmişti. Bu nasıl olabiliyordu, annem defter olarak konuştuğu kişi kendisiydi kendi iç dünyasıydı ve kendi düşünceleriydi.
Odinin geleceğinin haberini kendine vermişti. Annem kendinin farkındaydı ve durumunu biliyordum ama nasıl Odini yakın zamanda tekrar görebileceğini anlamıştı bunu nasıl yapabiliyordu. Saatlerce bu konu hakkında düşünmüştüm ama ne yazı ki annemin Odinin yakın zamanda geleceğini bir türlü anlamıyordum. Korkarım ki ben bu durumu asla anlamayacağım da *** Keşke denen bir ilet sardı beni, Ne bir kurtarıcı geldi , ne de uzatılan bir yardım eli Her yer karanlık ve sisli Konuşan yok , gören yok, bilen yok Yaralıydım sustum, konuşmadım tıpkı bir dilsiz gibi Oysa ruhum çığlık attı, yüreğim kanlıydı, sayısız gözyaşı döktüm. Sevindi, gerildi dudaklarım Herkes mutluktan sandı Oysa hepsi koca bir yalandı. Kimse anlamadı, kimse görmedi, kimse duymadı. Kanadım, ağladım, öldüm. Kimse fark etmedi. Oysa kaç kez öldüm, kaç kez dirildim Acı çektim, kan gölüne döndüm Kimse görmedi, kimse bilmedi, kimse duymadı Kanadım, ağladım, öldüm Ruhum canımdan çıktı Dudaklarım gerildi, herkes mutluktan sandı Ruhum öldü, bedenim yalan söyledi Kimse fark etmedi Kaç kez öldüm, kaç kez dirildim Hep acı çektim, ruhum yok oldu, bedenim hasarsız ve diriydi. Kanadım , ağladım, öldüm. Gerildi dudaklarım, herkes mutluktan sandı. Sonra ruhum terk eti, ihanet eden bedenimi Şimdi yapa yalnız ve kimsesiz kaldı ortalıkta diri olan bedenim Neye yarar ki diri bedenim tek başına ortalıklarda. Yatağımdan kalkıp pencerenin önünde durup kollarımı göğsümün altında bağladım ve usulca dışarıyı izledim. Gün doğmak üzereydi, gökyüzü mavinin koyu bir tonunu almıştı.
Evin karşısında olan ağaç kuşlarla dolmuştu , sesleri pencere kapalı olmasına rağmen kulağıma kadar geliyordu. Hiç kimse yoktu. Sanki şehir ölmüş gibiydi, sokak lambaları kapanmış sadece mavi gökyüzünün koyu olan bu tonu sokağı aydınlatıyordu sanki. İnsanlar ölmüştü, insanlar yok olmuşta sadece ben ve ağaçta bulunan kuşlar kalmıştık , sokağın sessizliği huzurla doluydu. Sokak sessizdi, ıssızdı ama asla korkutucu değildi, bu anlamsızdı belki ama ben sokağın bu halini sevmiştim, bu halinde huzur bulmuştum, ruhumu sanki şarj ediyordum ve ben yeni bir güne gerçekten başladığımı hissediyordum.
Güneşin doğuşunu seyrettim, büyük ihtimalle saat altı olmalıydı. Arkamı dönüp göz ucuyla Adinosa bakındığımda hâlâ uyuyordu. Adonis uykucu bir köpekti ve ben onu her seyrettiğimde dudaklarıma hafif bir tebbesüm peyda yer alıyordu. Pencerenin önünde bir süre dikildikten sonra yatağıma tekrar gidip oturdum ve okuduğum defteri tam olarak bitirmediğimden içim buruktu , bu gün bitireceğime inanıyordum ama bitirememişti.
Defteri alıp kaldığım yeri beli ettikten sonra komidinin üstüne koydum daha sonra telefonumu da komidinin üstünden alıp yorganımın altına girdim. Telefonun ekranını kaydırıp baktığımda Arel’den mesajlar gelmişti. AREL ( 20.00) Seni yalnız bırakmaya gönlüm er vermiyor kiraz çiçeğim, sırf sen istemiyorsun diye gelemiyorum da ama bil ki ben hep seninleyim, bedenim senin yanında olmasa bile ruhum senin yanında ve sana sarılıyor güzelim . AREL (20.01) Annenin defterlerini mi okuyorsun ? Yavrum çok dalmış gibisin. AREL (20.01) Her ne olursa olsun kendini kötü hissettiğin an okumayı bırakıp beni arıyorsun , tek bir aramanla kapının önündeyim güzelim bunu biliyorsun . AREL (20.02) Yavrum mesajlarıma bakmayacak kadar mı yoğunlaştın? AREL (20.02 ) Tamam, anlıyorum seni , güzelim telefonuna bakınca benide görürsün :D Siyah sweatinin kapüşonunu kafasına çekip, acı kahve olan gözlerinin üstündeki tek kaşını kaldırıp gamzesini gösterecek şekilde gülümseyerek fotoğraf göndermişti bana ve fotoğrafının altına da AREL (20.03 ) Bu adamdan sana iyi geceler mesajı var kiraz çiçeğim <3 <3 :* Diye mesajlar atmıştı bana ve ben her bir mesajını okuduğumda gülümseyişim büyüdükçe büyüyordu, içimde ona karşı bir volkan patlıyordu sanki, ona olan duygularım bir okyanusta tusunami yaratır gibi taşıyordu...
annem haklıydı, annem nasıl babama olan duygularını seviyorum diye bir kelimeye layık görmemişse bende Arel’e olan duygularımı, o kelimeye layık görmüyordum. Benim Arel’e olan duygularım, tüm hücrelerimi ele geçirip içimde ona karşı duygularımdan patlayan bir volkan vardı ve bu kadar beni ele geçiren duygunun karşılığı sadece tek bir kelime olamazdı.
Nasıl olabilirde insanlar bu denli güçlü bir duyguyu sadece tek bir kelime, dokuz harften oluşmuş ,harflerle ifade edebiliyordu, bu kelime duygularımıza birer ihanet ve ben duygularıma tıpkı annem gibi ihanet etmeyeceğim , Arel’e hissettiğim yazmak için mesaj çekmek için parmaklarımı çalıştırmaya başladım. MİLA (06.45) Arel, sana olan duygularımdan kalbimde bir volkan patlıyor ve ben bu volkanın patlamasından oldukça memnunum :) MİLA (06.46) Sana olan duygularımın yoğunluğundan tüm okyanuslarda birer tusunami yaratıyor sevgilim <3 :) Arel’in gönderdiğim mesajlarımın bildirimden rahatsız olup uyanacağını takmamıştım çünkü kendimi tanıyordum eğer bu mesajları şimdi yazıp göndermeseydim belki daha sonra hiç bir zaman söyleyemeyecektim ve bu yüzden pişman değildim. Mesajlar gitmişti ama görüldü olmamıştı. Arel hala uyuyor olmalıydı.
Zaten bu aralar pek iyi görünmüyordu, göz altında koyu halkalar belirlenmiş ve gittikçe kilo veriyordu ve her zaman yorgun hissedip uyumak istiyor hasta oluyor galiba bu hâlleri mevsim değişikliklerinden olsa gerek.
Tüm gece boyunca uyumamıştım ve şimdi tatlı , sıcak huzurlu uyku bana uğramıştı ve ben de uykunun beni ele geçirmesine izin verdiğimden uykunun tatlı kolları beni ele geçirmeye başladığında karşı koymayıp ona teslim olup sadece benim görebileceğim bir karanlığa sürüldüm. Tatlı uykumdan kulak çınlatan telefonumun zil sesiyle uyandım. Kendimi toparlayıp telefonumu yorganın altında aramaya başladığı uzun bir uğraştan sonra telefonumu zor da olsa bulmuştum. Hırsla ekranı kaydırıp baktığımda Arel’den dört cevapsız arama vardı.
Derin uyuyor olmalıydım, zaten bu aralar uyku düzenim alt üst olmuş, eski benden eser kalmamıştı. Ufacık bir sesten uyanan ben , dört armaya rağmen uyanamamıştım. Areli daha sonra ararım diye onu erteleyip saçlarımı tepemde topuz yapıp, yatağımdan kalktım ve sırtımı esnetip yatağımı toplamaya başladım, yatağımın soluna baktığım da Adonis uyanıp pandufumu kemiriyordu.
Onu kucağıma alıp sevmeye başladım ve göz ucuyla mama kabına baktığımda ise mamalarının hepsini yemişti. Yere doğru eğilip mama kapları da alıp Adonisle birlikte odadan çıktım ve paytak adımlarla merdivenleri inmeye başladım. Salona indiğimizde Adonisi yere bıraktığım zaman dışardan iğrenç derecede rahatsız edici bir korna sesi geliyordu. Beni sinirlendirmeye yeten bu sesi umursamayıp Adonisle ilgilenmeye başladım ama korna sesi hâlâ aynı tempoda biri basıyordu ve beni çileden çıkartacak şekilde ses çıkartıyordu.
Sabrımın sonuna gelmiş ve en sonunda öfkeme yenik düşüp sinirle dış kapıya doğru yürümeye başladım "al kornayı müsait yerlerinde bas" diye hırladıktan sonra dış kapıya varana kadar korna çalana saydıra saydıra yürüdüm. Kapıya vardığımda derin bir nefes alıp kapıyı açtığım an da Arel arabanın sürücü kapısını açık bırakmış kornaya basıyordu, beni fark ettiğinde kornaya basmayı kesip arabasına yaslanmış bir şekilde durdu ve sigarasından bir nefes alıp izmaritini yere atıktan sonra ayağıyla atığı izmariti ezdi.
Arel başını yerden kaldırıp tek elini mavi kotunun cebine sokup bordo , bisiklet yakalı kazağının yakasını çekiştirdikten sonra acı kahve gözlerini kısıp bana baktı. Kaşlarım çatık bir şekilde ona doğru yürüyüp yanına vardığımda kollarımı göğsümde birleştirip sinirle " sen ne yapıyorsun öyle? " diye ciyakladım, sesim gereğinden fazla yüksek çıkmıştı, Arel beni baştan aşağı süzüp bakışlarını göğsümde sabitleyerek " atletlesin" dedi sesi uyarır gibiydi, dediğini umursamayarak " Arel bu korna neyin nesi öyle? " dedim , arabaya yaslanmış olan duruşunu bozup arabanın içine uzandı ve mavi kot ceketini çıkartı ve bana yaklaşıp ceketinin kolunu ,koluma geçirmeye çalışıyordu. Hareketiyle "ne yapıyorsun? “dedim şaşkınlıkla, bana göz devirerek " giy bunu " "gerek yok üşümüyorum" " atletlesin " dedi sesinde çıplakmışım gibi bir vurgu vardı, ceketi elinden alıp giydiğimde o sağa, sola bakınıyordu, ceketi bana üç , dört beden büyüktü, etraftan bakışlarını çekip bakışlarını bana çevirdiğinde kollarımı kaldırarak "oldu mu? " dediğim zaman, yarım ağız gülümseyerek " oldu" dedi sesinde zafer kazanmış gibi bir ton vardı, ona omuz silkip etrafa baktığım da gün doğmadan huzur dolu olan bu sokağa göz gezdirdim, sokağın o halinde eser yoktu, güneş tepede parlıyordu, Ekim ayının sonlarına yaklaştığımıza nazaran, bu gün hava ılıktı. Sarı , kahverengi yapraklar asılı olan ağaçları soymaya çalıştırır gibi yere dökülüyordu ve yoldan geçen arabaların gürültülü sesi , çıkarttıkları egzoz kokusuyla insanların nasıl da bir şeyleri bozdukları düşüncesi zihnimde dönüyordu.
İnsanların kirlettiği sokağı süzmeyi bırakıp bakışlarımı Arel’e çevirdiğimde onun bakışlarının başımın tepesinde toplanmış olan saçlarımdaydı. Kahvelerini gözlerime indirip " yenimi uyandın? " diye sorduğun da ona evet anlamında baş sallayıp " içeri girelim " diyip önden yürümeye başladım.
Arkamdan Arel’in çıkarttığı adım seslerini duyuyordum, eve girdiğimiz de sandal ağacı ve çam kozalağın kokusunun yanında sigara kokusu sinmiş olan mavi kot ceketini çıkartıp askıya astım. Arel de eve girdiğinde kapıyı usulca kapatıp onunla beraber salona geçtiğimde Adonis, Areli görür görmez ona doğru koşmaya başladığında Adonisin ona öyle koşması şaşırmama sebep olmuştu. Arel ,Adinosu kucağına alıp sevdikten sonra bakışlarını bana sabitleyip " biz gidelim oğlum, anne bugün suratsız " diyip bana göz devirdiğinde ona hadi ordan bakışlarını atıp iki elimi yumruk yaptım ve belime yerleştirdim.
Arel, Adonisle beraber kanepeye oturup bakışlarını ellerime daha sonra bana bakıp tek kaşını kaldırarak " iyimisin yavrum" dediğinde ona doğru yürüyüp yanına oturarak " iyiyim " dedim, Arel kahvelerini kısıp " sabah mesajını okudum " dediği zaman attığım mesajı hatırlayıp tebbesüm ettim, Arel yanağımı okşayarak " kiraz çiçeğim" dedi, gözlerinden sevgisini hissediyordum , gözlerinde bana olan aşkını görüyordum...
Arel gözlerini dudaklarıma indirdiğinde ona daha fazla yanaşıp ilk hamleyi ben yapıp sıcak dudaklarından kısa bir öpücük verip " günaydın" diyip gülümsedim, o da gülümseyerek boynumu ısıtacak şekilde öpüp gülümsedi , gülümsememi sürdürüp " kahvaltı yaptın mı? " diye sorduğum zaman daha neler bakışlarını atıktan sonra "bir öğlene yemeğine hayır demem" dedi , öğle yemeğimi? ona anlamsızca bakıp "saat kaç ki ?" diye sordum ,gülümseyerek "on ikiydi en son " dediğinde " ne ? öğlen olmuş Arel " diyip telaşla ayağa kalktım. Arel’de benle beraber ayağa kalkıp " bir işin mi vardı ?" sorusuyla hiç bir işim olmadığını hatırlayıp kahkaha atarak " yok Arel işim " dedim "kızım o zaman ne öyle kalkıyorsun " dedi , kahkaha atamaya devam ederek " ne bileyim geç kalkmalara alışkın değilim, dengem bozuldu" dedim, üst dudağını sola kıvırıp "demek dengen bozuldu" dedi, dürüstçe " evet uyku düzenim bile bozuldu " diyi verdim " hım " dedi ona dik dik bakıp " senin yüzünden " diyip onu suçladım, kahkaha atarak " demek benim yüzümden" kararlıkla " evet " dediğimde aniden bana sarılıp boynumdan öptü ve bende kollarımı beline dolayarak başımı göğüsüne yerleştirip ona sarılınca onu özlediğimi fark ettim, nasıl olabiliyordu da onu kısa zamanda öyle çok özlemiş olabilirdim?
Kokusuna , sıcaklığına hasretmişim gibi hissediyordum. Ona daha fazla sarılıp kokusunu içime çekerek nefesler alıyordum, kalp atışlarını dinliyor ,sıcaklığını hissediyordum. Ona her sarıldığımda şefkati, sevgiyi ve bir çok güzel duyguları hissediyordum.
Arelle ne kadar öyle durduğumuzu bilmiyordum belki on dakika, belki on beş dakika. Arel başımdan öperek "bebeğim Adonisi veterinere götürmemiz gerekiyor randevuyu aldım, geç kalacaz" dediği an da başımı göğüsünde kaldırıp "unutmuşum" dedim , nasıl unutabilirdim ben? iyiki Arel unutmayıp randevu almıştı, randevu saatine geç kalmamak için acelece ondan ayrılmaya çalıştım ama ayrılamamıştım beni sıkıca sarmıştı , göğüsüne uyarır gibi vurduğumda başını boyun girintimden kaldırmayarak " hıı" dedi "Arel bıraktı hazırlanmaya gidiyim" dedim başını kaldırıp " hıı" dedi tekrar " Arel randevuya geç kalmayalım diye hazırlanmaya gidiyim diyorum" dedim "tamam" demişti ama hala bana sıkıca sarılıyordu, ona gülümseyerek ellerimi arkama götürüp bana sarılan kollarını çözmeye çalışarak "bırakırsan gidecem " dediğimde kendine gelmiş gibi kafasını tamam anlamında sallayıp kollarını belimden ayırdığında yanağına uzanıp öptüm ve merdivenlerden odama çıkmaya başladım .
Arel arkamdan "kiraz çiçeğim" diye bağırmıştı ama ben onu yanıtsız bırakıp odama girdiğimde ilk işim banyoya girip elimi ve yüzümü yıkamak oldu , banyodan çıkar çıkmaz dolaptan Arel’e aynı kombin olacak şekilde mavi kotumu , bordo tişörtümü ve mavi kot ceketimi giyip saçlarımı açık bıraktım. Saçlarımın düz olması işime yarıyordu, saatlerce şekillendirmem gerekmiyordu. Aynaya bir bakış atıktan sonra sırt çantamı da sırtıma alıp yeni parfüm şişemden vanilya kokumu sıktıktan sonra odama son bir kez bakındıktan sonra çıktım. Merdivenlerden inerken Arel’in sesi geliyordu "hayır ,daha erken “diye gürledikten sonra " biliyorum zaman yok , farkındayım " dedi ,başını yukarı kaldırıp saçlarını sertçe çekiştirip telefondakine " istiyorum Cenk " dedi merdivenlerden tamamen inip arkasına dikildiğimde varlığımı hissedip arkasını döndü ve tebbesüm ederek telefonda olan Cenk’e "tamam Cenk" diyip telefonu kapattı, acı kahve gözlerine bakarak " neyin zamanı yok Arel?" diye sordum, gözlerini kısıp gözlerime bakarak
" Cenk güzelim, mekan için zamanım yokmuş" dedi, gönlüme su serpilmişti, ona gülümseyerek " geçen bahsettiğin yeni mekan için mi?" diye sorduğumda bana sarılarak " evet güzelim yeni mekan için zamanım yok, o mekanda bir gelecek istiyorsam, onu almam lazım " dedi sesi fısıldar gibi çıkmıştı "ben sana güveniyorum, o mekanı alacaksın biliyorum " dedim neşeyle, Arel başımdan öptü ve Adonise uzanıp onu kucağına aldıktan sonra üçümüz de kapıya doğru yürüyüp dışarıya çıktık.
Arel’in ceketini askıdan alıp kapıyı kapattım ve onların arkasından arabaya bindim. Kliniğe doğru seyir etmeye başladığımızda yol boyunca aramızda sessizlik vardı. İkimizde alışık olduğumuz bir sessizliğin içimdeydik. Kırmızı ışıkta durduğumuz da Arel penceremi kapatıp " gel, zorla belamı sik diyorlar ,amına koyduğum çoğaltacağım en sonunda bunları" diye mırıldanmıştı ,ona dönüp " ne sen kime küfürler savuruyorsun ya , düzgün konuşsana" üzerime alınmıştım çünkü. Arel çenesini sıvazlayıp " yan arabadaki lavuklara" dediğinde sesi öfkeyle çıkmıştı ve yumruklarını sıkıyordu , kendini zor tutuyor gibiydi , ara ara benim tarafımdan yan arabaya bakıyordu.
Neden öyle öfkelendiğini anlamak için pencereyi açıp baktığımda esmer , genç bir adam bana bakıp sırıtıyordu. Penceremi kapattığın da bakışlarımı Arel’e çevirip gülmeye başlamıştım, beni kıskanması hoşuma gidiyordu.
Arel bakışlarını bana çevirip "kızım ne gülüyorsun?" diye hırladığında başımı pencereye çevirip adama baktığım an da tek eliyle kafamdan tutup başımı kendine çevirip "oraya bakma" dediğinde gür bir kahkaha atarak " sen beni kıskandın mı?" diye sordum, tek kaşını kaldırdı önce , sonra gür bir kahkaha atarak " ben ve kıskanmak, daha neler" dedi ona evet anlamında başımı sallayıp " evet kısandın" dedim baş parmağını üst dudağına sürtüp göz ucuyla bana baktı ve meydan okuyor gibi" bak güzelim, bu dünya üzerinde kıskandığım hiç kimse yok anladın mı?" dediğinde , sana inanmıyorum bakışları atıp " hıhı" dediğimde suratını bana çevirip " yok kiraz çiçeğim" dedi sesi netti ama hareketlerinden beni kıskandığını görebiliyordum, ona beni kıskandığını ispatlamak için penceremi açıp bana sırıtan adama baktığımda Arel bunu gördüğü an da penceremi kapatıp yumruk yapan elini direksiyona vurup sinirle " siktiğimin ışığı niye yanmıyor hala" diye gürledi , ona gülümseyerek pencereye baktığımda tekrar tek eliyle kafamdan tutup kendine çevirdi ve uyarı içeren bakışlarıyla " buraya bak kiraz çiçeğim, oraya değil " dedi kahkaha atarak " tamam sadece sana bakacağım " diyip kıkırdadığımda yanağımdan öpüp önüne baktı ve bıkkınlıkla " sonunda " diyip arabayı sürdü, o arabayı sürürken ben hala ona bakıyordum.
Bu halim hoşuna gitmiş ki gamzesi belirlenmiş şekilde gülümseyip " bana öyle bakma kiraz çiçeğim kalbim dayanmıyor" dediğinde sesi yumuşaktı, koluna dokunarak " bakmıyım mı?" dedim, cilvemi yapıyordum? bu halime gülmeye başlamıştım. Arel gülmemle kahvelerini bana çevirip "gülüşünden öperim kadın " dedi , nereden buluyordu bu lafları öyle? Sözleriyle kalbim yerinde çıkacakmış gibi hissetmiştim doğrusu onunlayken hep öyleydi ya .
Kalbime, kalbim demeye bile çekiniyorum artık, çünkü taşıdığım bu kalp sanki ben sahibi değilde emanet olarak taşıyormuşum gibiydi , çünkü bu derece onun için atmasının bana tek faydası vücuduma kan pompalıyor oluşuydu . Ona kocaman gülümseyerek önüme döndüğüm sıra da Arel bize Mehmet GÜRELİ' den bir parça açmıştı.Arelin bana bakan adamlara öfkesi hala geçemiyordu. Seher yeli eser, yırtar eteğini gülün. Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün.
"Sikerdim belalarını da sana dua etsinler" diye gürlediğinde ona bakmadan "Arel düzgün konuş, ayıp ya " Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye? " ayıp mı? Sen dua et onları çoğaltmadım" diye yeni yeni küfürler üretirken , bende dalga geçerek "ne? Sizin cinsinizde doğuruyor mu?" diyip güldüğümde bir ara duraksadıktan sonra o da benim gibi kahkaha atıp elimden öpmüştü. Kimse bilmez , Kimse bilmez.
Yol boyunca tekrar tekrar bu şarkı çalmaya devam ediyordu. İkimizde şarkıyı değiştirmiyor hatta ara ara şarkıya eşlik ediyorduk. Yaklaşık bir saat sonra PETLİFE KLİNİK adlı kocaman tabelanın önünde durduğumuzda Arel, Adonisi arka koltuktan alıp arabadan çıktı . Bende kemerimi çözdüm ve arabadan çıkıp Arel’in yanına gittim.
Yer yer camlı olan gri kapıdan girdiğimizde bizi danışman bir kadın karşılamıştı. Orta yaşlı olan kadın doktorun odasına kadar bize eşlik edip geri gittikten sonra Arelle birlikte odaya girdiğimiz zaman bizi yirmi dört, yirmi beş yaşlarında, uzun boylu, en az Arel gibi yapılı vücudu olan, esmer, yeşil gözlü ve kirli sakalı olan veteriner , giydiği formasıyla ben bu mesleği yapıyorum der gibi bizi karşıladı. Doktor önce bize sonra da Adonise bakarak masasının önündeki iki sandalyeyi göstererek " buyurmaz mısınız?" dediğinde Arelle aynı an da koltuklara geçtiğimiz sırada doktora tek nefeste Adonisin geçirdiği kazası ve bir kaç aşısını yaptırmak için geldiğimiz söyledim.
Doktor bana gülümseyerek " siz sahiplendiniz demek" diyip beni süzmeye devam etti. Arel kaşlarını çatıp sert bir ses tonuyla " ikimizin , sahipleri biz ikimiziz" dediğin de doktor şaşırır bir şekilde kaşlarını havaya kaldırdı ardından Arel’e anladım dercesine baş sallayarak " anladım " diyip Arel’ i es geçip bakışlarını tekrar bana çevirip tebbesüm etti ve bir spikeri andıracak sesiyle "köpeğin adını ne koydun?" diye sordu Arel benim cevap vermemi beklemeyerek " Adonis" dedi doktor yerinden kalkıp Adonisi Arel’in kucağından alarak "gel bakalım Adonis" diyip Adonisi sedyeye yatırdı ve onu muayene etmeye başlarken ayağımla Arel’in ayağını dürtüp kısık sesle "ne yapıyorsun öyle?" dediğimde , omuz silkip ardından bana göz devirdi. Her halinden öfkeli olduğu belliydi.
Arel doktora dövecekmiş şekilde bakmayı sürdürürken yerimden kalkıp Adonisin durumunu merak etmek için doktorun yanına gittiğimde Arel arkamdan gelip ben ve doktorun arasına geçmişti. Bakışlarımı doktora çevirip tedirgin bir sesle " her şey yolunda mı?" diye sordum, tedirgindim , Adonise iyi bakmış mıydım diye düşünmeye başlamıştım. Doktor eğilip bakışlarını benle buluşturarak " gayet iyi " dediğinde kocaman gülümsemeyle karşılık vermiştim.
Doktor , Adonise bakıp " bir kaç aşısı var onları şimdi hallederiz" diyip Adonise aşılarını yapmaya başlamıştı. Arel’e baktığımda kollarını göğüsünde bağlamış bir şekilde durup doktora ters ters bakıyordu. Neyse ki Arel’in boyu doktordan uzun olduğu için doktora yukardan bakıyordu ve doktorun Arel’in bakışlarını fark etmesi için başını kaldırması gerekiyordu. En sonunda doktor iğne işini bitirip Arel’e bakarak " tamadır " Arel doktorun dediğiyle Adonisi kucağına alıp " işimiz bitiğine göre biz gidelim" dedi sesi net çıkmıştı. Doktora teşekkür etiğim de doktor bana elini uzatarak " Barış ben " dedikten sonra masasından kartını alıp bana doğru uzatarak " Adonis hakkında aklınıza ne takıldıysa çekinmeden araya bilirsiniz" diyip elini tekrar uzatmıştı.
Arel , Barışın uzattığı kartı alıp elini sıkarak " Bora bende" diyip elini sıktı Barış, Arel’in elin bırakıp " memnun oldum" diyerek gülümsedi. Arel yüzünde hiç bir mimik peyda bulunmadan "ben olmadım" diyip elimden tutarak odadan çıktık. Klinikten çıkıp arabaya bindiğimizde " lavuğa bak , memnun olmuş ,sikerim öyle doktoru" diye kükredi , sakin bir sesle " böyle yapmamalıydın, adamın arkasından da öyle konuşma" dediklerimle kaşlarını daha fazla çatıp "ulan o lavuk sana yürüyordu "diye gürledi, sakinliğimi koruyarak " hayır , sadece kibardı" söylememle öfkesi kat be kat artmış, gözlerinden ateş çıkacakmış gibi bana bakıp "bir daha buraya gelmiyoruz " diyip Barışın verdiği kartı buruşturup pencereden atı ve arabayı asfaltı ağlar gibi sürdü.
Yol boyunca ikimizin ağızı bıçak açmıyordu. Sadece Arel konuşuyordu, hayır Arel konuşmuyor , yol boyunca Barışa küfür ediyordu. Onun sayesinde yeni yeni küfürler öğrenmiştim. Yol boyunca Arel’in küfürlerini dinledikten sonra Relicta' nın önünde durduğumuzda Areli beklemeden Adonisi de alıp arabadan indim ve derin bir soluk aldım. Bakışlarımı gökyüzünden indirdiğimde Arel de arabadan inmiş bana baktığını fark etmiştim.
Bana her zaman ki gibi aşık olan bir adam gibi bakıyordu. O her öyle baktığında ben ona ne kadar aşık olduğumu hatırlıyordum, ona olan duygularım o kadar güçlü ki tüm hücrelerim onundu, Arel’in yanına gidip " bakma öyle kalp var bende" diyip gülümsedim , Arel de gülümseyerek "hımm " dedi " hıhı" dedim biz öyleydik birbirimizi dilsiz bırakabiliyorduk. Bazen öyle anlar oluyordu ki aramızda kelimelerin tesiri bile kalmıyordu, sessizliğimiz konuşuyor, kalp atışlarımız konuşuyor ve nefeslerimiz konuşuyordu ve bize düşen tek şey vardı.
O da dinlemek, birbirimizi dinliyorduk biz , birbirimiz gördüğümüz an vücudumuz dile geliyordu ve ben bundan çok mutluydum çünkü bazen kelimeler yetersiz kalmalı, bazen dil mühürlenmeli ve sadece kalp ile nefesler konuşmalı ve kulaklar dinlemeli, hücreler baş kaldırmadan teslim olmalı. Mesela bazı kokular vardır huzurlu hissettiren , başka bir dünyadaymış gibi hissettiren sandal ağacı ve çam kozalağın bir araya geldiğinde oluşan eşsiz koku gibi ve o koku sadece tek bir insanda olmalı. Tıpkı Arel’de olduğu gibi. Mesela , o kokuyu koklamaya hakkı olan tek bir insan olmalı sonra sarılmalar olmalı, sarılmalar olsun ki iki insan tek olabilsin , öpüşler olmalı tek bir insanın öpüşü olmalı ve onun öptüğü her yerde mühürürnü bastırması gibi, tek bir kişiye özel tek bir mühür.
Biz Arelle öyleyiz, onun beni öptüğü her yer ona ait bir mühür vurulmuş gibi tenim yanıyor, onu öptüğüm her yere mührümü bırakıyordum , ona sarıldığım zaman huzur buluyor ,onun bana sarıldığı zaman yaralarım kabuk bağlıyor gibi. Arel’e olan duygularım o kadar yoğun ki miktarını anlatamam, çünkü miktarı yok ve de ölçülemez. Ona karşı duyduğum tüm duygularım sonsuz ve bu duyguların getirdiği tek bir korku var; ya giderse korkusu, ya yok olursa korkusu , kalbim buna dayanamaz bunu biliyorum ondan ayrılamam, ondan uzaklaşamam , o benden gitmesin istiyorum ve biz hep yan yana olup sonsuza kadar birlikte olalım.
Ben , ona bir içki bağımlısı gibi bağımlı olmuştum ona , kokusuna ve her şeyine bağımlıydım. Bir insana bağımlı olmakta tehlikeli miydi acaba? Arel beni kolunun altına aldıktan sonra birlikte Relicta ’nın girişine yürüdük ve kapıda bekleyen adamlar değişmişti ilk geldiğim adamlar değildiler, giyinişleri ilk geldiğim zaman ki adamlar gibiydi ama aynı insanlar değildi.
Biri esmer , diğeri kumral olan adamlar Arel’e saygıyla başını eğip " hoş geldin patron" dediklerinde Arel başıyla selam verip birlikte içeri girdik. İçeri girer girmez mor ışıklar gözlerimi almıştı merdivenlerden aşağı inerken " Relicta" dedim "Relicta kiraz çiçeğim “dediğinde dudakları titremişti , boğazında bir düğüm varmış gibiydi , her bir kelimeyi zorlukla söylemişti, kıyamadığım kahve gözlerine hüzün yerleşmişti.
Bana ben anlatmadan anla diye bakıyordu ama ben bu kelimenin anlamını biliyordum terk edilen bundan fazlası yoktu bende , neden bu kelime? Relicta Arel için bir geçmiş, bir acı sonsuz acı demekti bunu onun gözünde görebiliyordum.
Çünkü acı hissedilmeyi talep ediyordu, tıpkı benim acıyı hissettiğim gibi ve tıpkı Arel’in acıyı hissedip gizlemeye çalıştığı gibi. Herkesin acısı kendisineydi ve herkesin acısıyla yaşaması da kendisine hastı. Tutuğum elini diğer eliminde elinin üstüne koyup " eğer bir gün anlatırsan dinlerim" diyebildim elimden sadece bu geliyordu ve ben bu durumdan nefret ediyordum, ona sadece anlatırsan dinlerim demektense acısını almak ve yok etmek istiyordum , başımdan öpüp " bir gün anlatacam kiraz çiçeğim, bir gün " dedi sesi kısık kısıktı " söz mü Arel?" derin bir nefes alıp "söz kiraz çiçeğim" diyip uzun bir soluk verdi ve bir an düşmüş omuzlarını dikleştirip ifadesiz bir yüz ifadesi takındıktan sonra merdivenlerden aşağıya inmeye başladık.
O hep öyleydi ifadesiz ,bir tek benim yanımda içten gülüp belli ifadeleri yüzüne yerleştiriyordu çünkü benim yanımda büründüğü hâllerini hiç kimsenin yanında görmemiştim. Onun bu hâllerini çok seviyordum. Arel sanki bana bak sana özel bu hâllerim diyordu.
Merdivenlerden tamamen aşağıya indiğimizde müzik sesi baş ağrıtacak şekilde yüksekti, mekana baktığımda geceye göre daha sakin ve insanlar ayık görünüyorlardı , bu mekan ikinci bir dünya gibi aslın da. Doğrusu insanların küçük ,özgür dünyası, evet doğrusu bu ,çünkü insanlar buraya hiç bir şey düşünmeden bir şeyleri kafasına takmadan hareket ediyorlardı.
Burada olanların hiç birinde; bu ne dedi, iyi mi, kötümü? diye düşünmüyorlardı... Arelle mekânın orta kısmından geçip üst kata çıktığımızda Arya ve Kara bir masada oturuyorlardı. Arya sarı saçlarını başının tepesinde saçları koparılacakmış gibi bağlamış, buz mavisi gözlerini daha bir ortaya çıkaran uzunca bir eyelenir çekmişti. Arya bizi fark ettiği an da kocaman gülümseyerek el salladı. Karaya baktığımda ise ismini yansıtıyordu .
Karanın kaşı , gözü kara ve , teni esmerdi tanrı Karayı ismine göre yaratmış gibiydi, giydiği siyah gömleğinin yakasını düzelti ve Arel’e bakıp gülümserken onları bayadır görmediğimi fark ettim. Onların yanına vardığımızda Arya ayağa kalkıp kucağımdan Adonisi aldı ve bakışlarını ben ile Arel’in üzerinde gezdirerek " tam bir çift olmuşsunuz" diyip kıkırdadı, ona gülümsemekle karşılık vermiştim. Kara "ne haber kardeşim" diyip Arelle omuz tokuşturdular, Arel Karanın sorusuna ufak bir gülümsemeyle karşılık verdikten sonra hep beraber yerlerimize oturduğumuz zaman Arel beni kendine doğru yaklaştırdı ve omuzlarımı kolunun altına aldığında başımı göğüsüne koymuştum.
Arel kemikli elleriyle saçlarım da gezinirken bende boşta kalan elini kucağıma alıp elinin üzerindeki belirgin olan damarların üzerine parmak uçlarımla dokunuyordum, ardından ince, uzun ve kemikli parmaklarının arasına, kendi parmaklarımı geçirip sonrasından da çıkartıyordum. Bir süre ben Arel’in elleriyle , Arel ise benim saçlarımla oyalanıyorduk. Oluşturduğumuz dörtlü ortamın sessizliğini bozan Arya olmuştu " Ee nasılsınız gençlik" diyip Adonisin başını okşamaya devam etti. Aryanın gerçektende bu sessizlikten sıkıldığı belliydi .
Başımı yukarıya kaldırıp Arel’e baktım ve neşeyle " biz iyiyiz " dedim bizdik artık, ben ve senden oluşan biz olmuştuk. Arya bana gülümsedikten sonra göz kırptı. çok geçmeden garson yanımıza geldiğinde Arel " ne yersin güzelim" dedi iştahı olan biri değildim ama bu aralar gereğinden fazla acıkıyordum ve açlığa dayanmayan bünyeme yenik düşerek iştahlı bir şekilde "ne var " diye sordum, Kara kahkaha atıp "Boranın yediği yemekler tek yapılıyor ve sadece ona özel servis " demesiyle Arel’e şaşkın şaşkın baktım. Arel göz kırparak garsona işaret ettiğinde garson Arel’in komutundan sonra yanımızda uzaklaştı.
Arel elimi tutup kalkmasıyla onunla beraber bende ayağa kalktım, Kara yaramaz bir çocuk gibi gülüp " Afiyet olsun Mila " dedikten sonra " tabi nasıl olacaksa " diyip yüzünü buruşturdu, çok mu kötü yemekler yiyordu ki Kara bu tepkiyi vermişti? Merakla Karaya "ne yiyor ki? " diye sordum, Karaya yönelttiğim sorumu bu sefer Arel’e dönüp " ne yiyorsun ki ?" diye sordum, Kara yarım ağız gülümseyerek " birazdan göreceksin Mila" dedi. Arel, Karanın ayağına sertçe bir tekme atıp " kapa çeneni, at ağızlı " dedikten sonra Arya ve Karanın yanından ayrılıp merdivenlerden aşağıya indik. Aşağı kat kalabalıklaşmaya başlıyordu, yeni geldiğimiz zaman ortamda en fazla yirmi ve yahut yirmi beş kişi vardı şimdi yaklaşık yüz küsur insan var gibiydi. Arelle birlikte dans pistin yanında ki kapıdan içeri girdiğimizde aşağıya doğru uzanan bir merdiven vardı. *** Gizli odalar ve sırlar Şifrelerle sınanan güvenler Kaybolan inançlar Terk edilen bedenler Acı çekmiş kalplerin aşkı Renklerle dolandı hayatlar Belki de siyahtı tüm ruhlar. Gizlenmek için sığınmış karanlığa Beklemekte hep karanlıkta, beklemekte hep açığa çıkmakta. Simsiyah olan duvarları ve mor tavanla yapılmış dar merdivenler ortama loş bir ışık sarıyordu. Merdivenlerden tamamen inip odaya girdiğimizde oda da içki ve sigara kokusunun keskin bir kokusuyla karşılaşmıştım. Etrafa göz gezdirirken oda da dikkatimi çeken ise odanın kırmızıya boyanmış duvarların olmasıydı aslında sadece duvarlar kırmızıya boyanmamış, bu odada ki her şey kırmızıydı.
Kırmızıdan başka hiç bir renk yoktu kırmızı tavan, kırmızı deri bir kanepe, kırmızı renklerle boyanmış tablolar, kırmızı zemin ve hatta odayı aydınlatan ışık bile kırmızıydı. Arel ellimi bırakıp kırmızı renkte olan pencereyi açıp deri kanepeye yayılır bir şekilde oturdu ve başını kanepeye yaslamıştı bende onun yanında yerimi alıp ve onunla aynı şekilde oturup başımı geriye yasladım ve kırmızı renkte olan tavana baktım.
Tavanı dikkatlice inceleyince tavanın renginden bir ya da iki ton koyu renkle yazılmış Relicta yazılıyordu. Tavanı Relicta diye doldurmuştu terk edilen, terk edilen, terk edilen tavanda sayısızca terk edilen yazılıydı RELİCTA . Areli kim terk etmişti. RELİCTA bu kelimenin Arelle bağlantısından dolayı merak tüm damarlarımda kol geziniyordu. Ona kim diye soramazdım , o anlatmadan benim bunu sormaya hakkım yoktu, onu beklemeliydim , onun anlatmasını beklemeliyim, RELİCTANIN Arel’e olan geçmişini, hayatını ve acısını onun anlatmasını beklemeliydim...
tüm merakımı yok etmeye çalışarak "ne yiyeceğiz?" diye sordum ben sorduktan sonra kapı şiddetle çalınmaya başladı. Arel kapıyı işaret ederek " birazdan göreceksin " diyip yerinden kalktı ve kapıya doğru ilerledi kapının açılmasıyla yukardaki sağır edici sesler duyulmaya başlamıştı oysa kapı açılmayana kadar hiçbir ses duyulmuyordu. Kapı kısa sürede kapandığın da sesler tekrar yok olmuştu arkamı dönüp "kapı açılmayana kadar sesler duyulmuyordu " dedim Arel elindeki tepsiyle yanıma gelirken "yalıtımlı bu oda, ne bu odadan hiç bir ses dışarıya gider ne de dışardan içeriye " dedi, aklına bir şey gelmiş gibi
" güzelim bu kapı varya" diyip bakışlarıyla kapıyı işaret ederek" sadece içerden açılır, dışardan açılması için şifre girmen gerekiyor" şifremi? ona şaşkın gözlerle bakıp " ama ben senin şifre girdiğini görmedim ki" diyebildim, evet ben Arel’in şifre girdiğini görmemiştim. Tepsiyi önümdeki sehpaya koyarak " etrafına bakmaktan görmedin be güzelim" dediğinde gerçektende etrafı süzdüğümden bir şeyleri kaçırdığımı fark etmiştim, başımı öne eğip mahçup bakışlar atarak " ne yapıyım böyle bir mekana ikinci kez gelişim ve ben merak ediyorum" dedim yanıma oturup iki parmağıyla çenemden tutup başımı kaldırıp " merak edeceğin mekanlar değil güzelim " dedi ardından " ve sadece benle beraber bu tür mekânlara gelebilirsin " dedi, kurduğu cümlede emir vardı, gerçi o demese bile ben bu tarz mekanlara onsuz asla adım atmazdım, bu tür mekanlar beni kendine hayran bıraksa da nedense yanlış bir ortam olduğu düşüncesi aklımdan çıkmıyordu.
Benim için yanlış olan bir düşüncemin gerçekleşmesi birer kaos ve korkutucuydu her hangi bir felaketten kaçmak için düşüncelerime sadık kalmak en doğrusuydu.
Arel’e tamam anlamında baş salladıktan sonra bir çocuğun doğum gününde aldığı hediyeleri açma hevesinden" peki bana bu odanın şifresini vermiyecekmisin" dedim önüne dönerek " yeni değiştirdim ve kimseye verme gibi bir düşüncem yok" diyerek tepsideki yemeklerden birer çatal alıp ağızına koydu. Ketum herif yeni değiştirmiş, verip vermemesine takılmayıp tepsiye baktığım da iki tabak ıspanak yemeği, bir kase salata ve iki kase de çorba vardı.
Gerçekten Arel bu yemeklerimi yiyordu, ıspanak nadir sevilen yemeklerdendi ve bu yemeği Arel her defasında yiyor muydu? kendimi tutamayıp " en sevdiğin yemekler bunlar mı gerçekten" kafasını evet anlamında sallayıp " ıspanak güzelim her türlüsüne bayılıyorum, tabi menemeni es geçemem" dedikten sonra iştahla tepsideki yemekleri yemeye devam ediyordu.
Çatalı elime alıp ıspanaktan ve içerisindeki yumurtadan bir lokma aldığımda gerçektende güzel pişirilmiş olduğu kanısına vardım. Aç olan midem tüm tabakları bana boşaltana kadar yemekleri içine aldı doyduğumdan emin olduğumda Arel’e bakındım. Arel yayılır bir şekilde oturup bana bakıyordu, ona " ne öyle bakıyorsun?" diyip arkama yaslandığımda Arel eliyle karnımı ovuşturarak " sağlam yiyorsun" diyip kahkaha attı, kaşlarımı çatıp elini karnımdan çektim ve koluna bir yumruk vurarak "iştahlı değilim normalde, senin yanındayken midem kazınıyor " gerçektende sadece onun yanında çokça acıkıp dünyaları yiyordum,
Arel üst dudağını sağa kıvırıp hınzırca gülümseyerek " demek öyle kiraz çiçeğim " dedi, hala kaşlarım çatıktı, ona bakmadan sert bir sesle "öyle" diyip kollarımı göğsümde bağladım. Arel belimden tutup sert bir şekilde beni kendine çekip başımdan öptü ve başımı göğüsüne yaslayıp fısıltılı bir sesle “öyle olduğu için mutluyum kiraz çiçeğim, çünkü bir insan bir insanı sevince her şeyiyle ona aç olur. Sen her böyle gördüğünde, ben nasıl seni hissediyorsam seninde bana aynı duygular duyduğunu görüyorum , hissediyorum ve ben bunun için çok mutluyum güzelim , hep öyle olsun, hep öyle olalım " dediğinde göğsünün yavaşça kalktığını hissetim, derin nefes almış olmalıydı " ve biz hep bir birimize aç ve muhtaç olalım kiraz çiçeğim" dediğinde kollarımı beline sıkıca sarıp bacaklarımı, bacaklarının üstüne koyup" hep öyle olalım sevgilim, hep birbirimize aç ve muhtaç olalım" diye fısıldadım beni duymamış olmalıydı.
Kollarını belime sarılı bir şekilde oturmaya devam ettiğimizde saçlarımdan öptü , saçlarım ki onun mührüyle çiçekleniyordu, bedenim onun ateşiyle can buluyordu ve dokunuşları var bir de yaşadığımı hissettiğim dokunuşlar " biraz yatalım mı kiraz çiçeğim" diye sorduğun da sesinden yorgunluğunu hissetmiştim, başımı göğsünden kaldırdım ve yanağını sevdiğimde benden ayrılmayarak kanepeye uzandı ve bedenim onunla beraber ona sarmaşıklanmış bir şekilde şekil almıştı, yüzümü usulca yüzüne yaklaştırdığım zaman sıcak nefesini suratımın her bir noktasında hissediliyordum. Acı kahve gözlerini kısıp bana baktı ve bende gözlerine baktığımda Arel’in gözleri sıradan kahve gözlerdi , gözleri bir çok insanda bulunan gözlerdi , bu renk herkesçe sıradan gelmesine karşı onun kahve rengi gözleri bana sıradan gelmiyordu, benim için eşsiz bir göz rengi gibi geliyordu, onun gözleri acı kahve gözlerdi çünkü.
Tıpkı acı bir kahveden bir yudum almayla ilk önce boğazda acıyı hissedilip ardından sadece acı bir kahve içmek gibiydi Arel’in gözleri ve ben o gözlere bağımlıydım, acı olmasına rağmen bağımlıydım , Arel benim acı kahve gözlü sevgilim , o benim acı kahvemdi...
ben ona bakmayı sürdürürken başını hafifçe kaldırıp gözlerime mühürünü bastığında sıcak dudakları gözlerimi ısıtmıştı. Başını tekrar aynı pozisyona getirdi ve önüme düşen bir kaç tutamı önce okşayıp, kokladıktan sonra kulağımın arkasına yerleştirip " kehribarların yolum kiraz çiçeğim ve sen benim " dedi cümlesi yarımdı tamamlamasını bekledim ama o tamamlamadı, bende tamamla diye diretmedim. Gamze olan yanağına uzunca bir mühür koyup göğüsüne uzanıp atışlarını dinliyorken nefesini duyuyordum, kokusunu içime , en derinlerime çekiyordum , verdiğim her nefes sanki kokusunu içimden söküp atıyormuşum gibi hissediyordum, ona has olan kokusu beni çılgına çeviriyordu, onun sıcaklığı benim güneşim oluyordu, onunla ısınıyordum, onunla nefes alıyordum ve onunla var oluyordum...
nefes sesleri derindenmiş olarak duyuyordum artık. Arel uykuya dalmıştı ve nefesleri bana annemin bana hiç bir zaman söylemediği ninni gibi geliyordu, bir süre öylece kalıp sakin derin çıkan nefes seslerini dinledim ve en sonunda o huzurlu hissettiğim uykuya daldım . *** Gözüme açtığımda başım Arel’in kolunun üstünde ve bir bacağım beline dolanmış diğer bacağım onun bacağının altında ona sarılmış bir halde duruyordum. Bakışlarımı vücutlarımızdan çekip yüzüne çıkarttığımda irislerim irisleriyle buluştuğun da sevgiyle gülümsedi ve belimdeki elini belimden çekip yanağımı okşadı. Dokunuşları naif ve yumuşaktı, irislerimin en derine bakıp " benle evlensene kiraz çiçeğim, her zaman beraber uyuyalım, beraber uyanalım" dediğinde ona yok artık bakışlarımı attım ve ani bir hareketle başımı kolunun üstünden kaldırıp gülerek "baya iyiydi " dediğimde omuzumdan beni geriye doğru ittiğinde başım tekrar kolunun üstüne yerleşmişti. Arel’in suratında ciddi bir ifade yerleştirdi ve kahvelerini kehribarlarıma sabitleyerek " ben ciddiyim, evlenelim, ben gözümü kapattığımda son gördüğüm kişi ve gözümü açtığımda ilk seni görmek istiyorum kiraz çiçeğim" dedi ardından başını bana doğru olacak şekilde kaldırıp suratındaki ciddiliğinden ödün vermeden " ne diyorsun kiraz çiçeğim evlenelim mi?" diye sordu, beklemediğim bir an da bu teklifi etmişti, kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor, kaburgalarım atışlarımdan kırılacakmış gibiydi...
yüzünü avuçlarımın içine aldım ve irislerimin en derinlerimi görmesi için irisleriyle buluşturarak " çok isterim Arel ama" dedim gözlerindeki umut ışıltılarıyla " ama?" diye sordu " ama ben reşit değilim " diyerek onu reddettim, keşke ona tabiki senle evlenirim, salak tabiki demek istiyordum ama bu olmadı.
Arel bana olsun bakışlarını atıp oturur pozisyonuna geçtiğinde bende onunla beraber oturma pozisyonuna geçtim ve onu seyrettim bir şeyler düşünüyor gibiydi. Hafifçe koluna dokunduğum an da dokunmamla başını bana çevirip gülümsedi . Arel’in gözlerindeki umut hala canlıydı ve hala rengini koruyordu , kolunun üstünde olan elimin üstüne, elini koydu ve yüzüne yine tanıdık ciddi ifadeyi kondurup kısık gözlerle bana bakarak " o zaman kiraz çiçeğim beş yıl sonra " diyip sakince ve bir o kadar yumuşak bir ifadeyle " beş yıl sonra doğum günümüzde evleniyoruz tamam mı kiraz çiçeğim? " sorduğunda sesi kendinden emin bir şekilde çıkmıştı.
Arel ikimizin doğum günü demişti, ikimizin farklı yılarda ve aynı gün doğduğu günü biliyordu, onun bunu bilmesi damarlarımdaki akan kanın daha hızlı akıp vücudumun ısınmasını sağlıyordu, ona gülümsedim ve hevesle " beş yıl sonra 15 kasımda evleniyoruz" dedim net bir tonda söylemiştim. Arel kurduğum cümlemle bana sıkıca sarılıp boynumdan öptü ve sonra suratımı avuçlarına alıp gülümseyerek " beş yıl sonra, 15 kasımda benim karım olacaksın kiraz çiçeğim " diyip önce anlımdan sonra gözlerimden ve daha sonra tüm yüzüme mührünü kondurmuştu.
Onunla beş yıl sonrasını bekleyecektik ve biz o tarih geldiğinde evlenip dünyanın en mutlu insanları olacağız. Arel bana sıkı sıkı sarılıp beni adeta kendine hapis ederek kokumu içine çekiyordu. Bende bir elimle ensesini diğer elimle de sırtını okşuyordum bir süre başımızı birbirimizin boyun girintisine koyup kokularımızı bir bağımlı gibi içimize çektik.
Ne Arel ne de ben birbirimizin kokusuna doymuyorduk, kokumuzu birbirimizden tüketecek şekilde ciğerlerimize çekiyorduk. Ciğerlerimiz kokularımızla ziyafet edip şenleniyordu. Kokumuzu tüketmeyi bırakıp birbirimizden ayrıldık, ne zamandandır birbirimize baktığımızdan bir haber öylece kalmaya devam ediyorduk, bu durumumuzu bozan Arel’in telefon sesiydi. Telefonun sesiyle ben kıpırdansam da o bana bakıp elimi okşamaya devam ediyordu.
Ona uyarıcı bir sesle " telefonun çalıyor" dediğimde omuz silkerek bana ne bakışlarını attı , ona gülümseyerek " Arel aç, önemli olabilir" diye direttim. Arel tamam anlamında göz işareti verip ahşap sehpaya doğru uzanarak telefonunu alıp arayana baktı. Sanki kötü haber gelecekmiş gibi telefona bakış atıp "söyle Cenk" diye telefonu açtı, Cenk’in sesi dışardan duyulacak şekildeydi, Cenk Arel’e " sen nerdesin? Sana durum ciddi diyorum, zamanın yok , anla artık , istiyorsan bu son şansın " Arel Cenk’in cümlesini yarıda kesip " seni sonra arayacağım " dedi , Cenk bir kez daha " zamanın yok anla artık" dediğinde Arel hiddetle "bu akşam yanına geliyorum, o zaman konuşuruz " diyerek telefonu kapattı ve ensesi acıtacak şekilde sıvazlamaya başladığında yüzüne dokunarak "istediğin mekan için mi zamanın yok? " dememle elini ensesinden çekip yanığındaki elimi tutu ve gözlerine tanıdık olan, nefret ettiğim ifadesizliği yerleştirdi.
Benim yanımdayken yok sayılacak kadar nadir bir şekilde gözlerine kondurduğu ifadesizliği tekrar gözlerinde görmüştüm. Elimi suratından indirdi ve iki elimi tutarak " yeni mekanı istiyorsam, elimi çabuk tutmam gerekiyor yavrum" dedi " madem istiyorsun Arel , ne için zaman kaybediyorsun " dedim düşünmeden söylemiştim, dediklerimden sonra Arel’in önce kaşı seyirdi sonra zorlukla yutkundu "zorlu bir süreç kiraz çiçeğim ve ben " dedi, yine cümlesi yarımdı ,yine tamamlamamıştı.
Elini dalgalı olan saçlarına götürüp saçlarını parmak uçlarından geçirdi. Kendini toparlamış gibi silkelenip omuzlarını daha fazla dikleştirdi ardından yüzüne yapmacık olduğu belli bir gülümseme yerleştirip ayağa kalktı ve arkasını dönük bir şekilde " hadi güzelim yukarı çıkalım artık" dedi , kaçıyordu, benden değil cümlesinin tamamını sormamdan kaçıyordu, madem kaçıyordu bende ona sormayacağım.
Eksik olan , tamamlanmamış cümleler ortalıkta kol gezsin o zaman. Tüm merakımı karanlığa zincirleyip mesafeli bir tonda " ben artık eve gideyim " dedim bana cevap vermeyerek merdivenlerden yukarıya çıkmaya devam ediyordu bende onula beraber merdivenlerden çıkıp üst katta geldiğimizde renkli ışıklar gözlerimi rahatsız etmişti, gözlerimi kısma ihtiyacından kısık gözlerle mekana göz ucuyla göz gezdirdiğimde, mekan tamamen dolmuştu, hatta başka insanları almayacak kadar doluydu. Areli beklemeden üst katta geçip Aryaya bakındım. Arya aynı yerde oturup Karayla öpüşüyorlardı onları rahatsız etmek istemeyerek onları bekledim. Arel belimden tutup "hadi" dediğimde başımı yukarıya kaldırıp " şimdi değil " diyip başımla onları işaret ederek " onlar bu durumdayken değil" dedim kahkaha atarak "düşünceli kızım benim " dedi ona göz devirerek önüme baktım .
Adonis Aryanın kucağından bizi fark eder etmez havlayarak üç ayağına basıp bize doğru koşarak yanımıza geldiğinde onu kucağıma alıp başını okşadım ve bir öpücük kondurdum. Arel beklemediğim an da Adonisi kucağımdan alıp havaya kaldırıp " senle daha sonra görüşeceğiz" diyip kaşlarını çattı . Bana azarlar gibi bakıp " bir daha benden başka hiç bir canlıyı ve cansızı öpmeyeceksin tamamı?" dedi sesi sert çıkmıştı , kocaman açılmış gözlerle " ne?" diyebilmiştim " anladın kiraz çiçeğim" " sen delirmişsin " dedim, yüzünü yüzüme yaklaştırarak "öpmeyeceksin kiraz çiçeğim , o dudakların sadece beni öpmek için kullanacaksın, başkasını değil " " sen gerçekten delirmişsin" dedim gözleri gözlerimde , yüzü yüzme yakındı, sıcak nefesi yüzümde hissediyordum, bu yakın mesafeden beni suçlar şekilde bakıp" sen delirtin " dedi derin bir nefes alıp ekleyerek " bana bir söz daha vermeni istiyorum, benim dışında hiç kimseyi öpmeyeceksin. Canlı veya cansız , o dolgun , pembe dudaklarınla sadece benim dudaklarımla birleşip benim tenime değecek
" ona göz devirdiğimde uyarır bir sesle " söz mü?" diye bağırdı onu yanıtsız bırakıp Aryalara baktığımda önüme geçip tekrar " söz mü kiraz çiçeğim?" dedi yüksek bir sesle " söz Arel , söz sadece seni öpeceğim " dedim ve derin bir nefes alıp " oldu mu?" diye gürledim, Arel sevgiyle gülümseyerek " oldu güzelim, hemde çok güzel oldu " dedi ,zafer kazanmış gibi gülümsüyordu.
Bakışlarımı ondan çekip Aryalara bakındığımda öpüşmeyi bırakmış ve Kara Aryanın iki elini tutmuş ve sırayla öpüyordu. İki aşıktan bakışlarımı ayırıp Arel’e çevirdim " tamam gidelim " dedim bana anlamsızca bakıp " Hı" dediğinde "Arya ve Karanın yanına gidip çantamı alayım diyorum sonra ben diyorum eve gideyim diyorum" diyip gülmeye başladım . Arel kaşlarını çatıp " ne öyle kızım değişik değişik konuşuyorsun, adam akılı deseydin ya" dedi gülmelerimin arasından" sende adam akılı tepkiler versen keşke" diye sitem ettim" ne yapayım kızım, sana dalmaktan akıl mı kaldı " dedi ona sevgiyle gülümseyerek " etkilemedin bayım" hınzırca gülümseyerek " seni daha fazla etkileye bilirim hanım efendi" dediğinde uzatmadan "gidelim" diyip Aryaların yanına doğru ilerledik. Çantamı alıp Arya ve Karaya veda edip mekandan çıktıktan sonra Arel beni eve bırakıp Cenk’e gideceğini söylemişti, bende Adonisin mama kaplarını doldurup odama gidip üstümü değiştirdim ve aşağı inerken de yanımda annemin defterlerini getirmiştim.
Şu an da tek düşüncem defterleri okumaktı. Kanepeye yerleşip defterleri yanıma koydum ve en son okuduğum defteri elime alarak " kötü olan hiç bir şey olmasın" diye mırıldandım aslında bu mırıldanışlarım birer dilekti.
Derin bir nefes alıp kaldığım yeri açtım ve bir süre deftere bakmayı sürdürdüm. Okumaya cesaretim yoktu. Beni bekleyen bir dünya ve o dünyada beni sarsıp enkaz altında bırakan hisseler vardı. Bir başkasının hisleri nasıl olurda birini öldüre bilecek güçte olabiliyordu? Oysa o hissetmiş, o yaşamıştı. Herkes kendi hayatından sorumlu değil miydi? Madem değildi , neden bizi kandırdı insanlar? Bağlı deseydiler tüm hayatlar...
Evet arkadaşlar farkındayım çook uzun bir bölüm oldu ancak hiç pişman değilüm hatta :) daha uzun bölümlere diyim ne diyim efenim hayat bazen bir şeyleri anlatmak, söylemek için uzun cümleler kurdurtur :;))) diyim konuyu kapatıyım KEYİFLİ OKUMALAR EFENİMM :):)
|
0% |