Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@orion

ONALTINCI BÖLÜM

⏳️

Son durak gibi olur hayat, geriye sadece anılar , geçirilen mutlu anlar ve yaşanılmış mutsuz , karanlık günlerimiz kalır .

Vazgeçişler olurdu hayatta , memullardan , duygulardan ...

vazgeçeriz .

Aslında vazgeçmişizdir çoktan sadece farkına varamamışızdır .

Vazgeçtiğimizi , artık hiç bir duygu barındırmadığımız da vazgeçtiğimizi anlarız .

Duygusuzluk , hissizlik durumunu anlamayana kadar bekler dururuz, ta ki kendimizi tüketene kadar.

Belkide tükenmeden fark etmeyizdir.

 

Arel’in evine vardığımız zaman aralığına kadar Adonisi bahane edip konuşmuştuk. O bana kızgındı , sırf haber vermediğim için, bende ona kızgındım sırf aşırı tepkiler verip nedenini sorduğumda, beni yanıtsız bıraktığı için . O beni her yanıtsız bıraktığında , sorularımdan kaçtığında, kalbim kırılıyordu . Arel’in bu hallerinin iki sebebi olabilirdi , ya bir şeyler saklıyor ya da ...

 

parçalanmış kalbimi toz parçacıklara bölen , düşmüş omuzlarımı bana daha fazla yük eden ... bana güvenmemesiydi . Oysa ben ona kendimden daha çok güveniyordum , bir insan başka bir insana kendinden daha fazla güvenmesi hatta güvenmemekle kalmayıp , o insana inanması, inandığın insana dolu bir silah verip , namlunun sana çevrildiğini bilmektir. İnanmak kavramı sadece tanrıya duyulan bir duyguyken ben , tanrıyla beraber Arel’ e inanıyordum.

 

İçeriye girer girmez , Arel’ e istemeye istemeye "tuvalet" dedim sesimden onunla konuşmak istemediğimi belli etmiştim . Oysa ne çok konuşmak istiyordum onunla , duygularımız , öyledir ya, saatlerce konuşmak , sohbet etmek için can attığımız insanın kalbimizi kırdığında, kendini korumak için bir mesafe koyar . Arel bu mesafemi sezmiş midir? keşke sezse , keşke anlasa ve keşke , bana sonsuz bir güven beslese .

 

Bunu tüm hücrelerimle isterken , o hâlâ bana asık bir suratla, parmağını beyaz solonun dar koridorunu gösterip , tıpkı benim gibi konuşmak istemeyen ses tonuyla ve bir o kadar bana uzak olan sesiyle "orada” dedi, gönlümdeki şelaleler , ırmaklar kurumuş , sanki gönlüm çöle dönmüş gibiydi , göz pınarlarımda , biriken göz yaşımla ona arkamı dönüp lavaboya gider gitmez, göz yaşlarımı taşıyamayan göz pınarlarımdan damla damla akıtıyordu göz yaşlarımı, aynaya baka baka ağlıyordum .

 

Bir göz yaşı,

bir hıçkırık,

bir kesilen nefes ve bin kez kırılan kalbim.

Ve kulağımda çalınan iki yabancı şarkısı.

Onunla asla iki yabancı gibi olmak istemiyorum. Tüm vücudum göz yaşlarımla titrerken , nasıl oluyor da sesim çıkmıyordu öyle , ilk kez ağladığımı hemen fark etmiştim.

 

Derledi ki göz yaşlarının akması , insanın yaşadığının farkına varmasıdır, peki neden ben ölüp ölüp diriliyormuşum gibi hissediyordum. Kalbimi heyecandan attıran adam şimdi kalbimi durdurup öldürecek gibi attırmıştı .

 

Herkese dayanırdım , herkese karşı dik durabilirken ona nasıl yeniliyordum , ona nasıl olurda savunmasız olabiliyordum , güçsüzdüm onun karşısımda, zayıftım ben onunla , o yanımdayken kendi gücüm önemsiz olduğuna inanıyordum, ama öyle değilmiş.

 

Şimdi göz yaşlarımla yıkanmış yüzümü , boğazımı kanatan hıçkırıklarımı, bin bir parçaya bölünen kalbimi her zamanki gibi bir araya getirip , kalbimi tekrar yaşatmalıydım...

 

artık güçlü olmam gerekiyordu . Aynaya tekrar bakıp kendi kendime "sen güçlüsün Mila , sen güçlüsün " bunu söylerken bile sol gözümden bir damla göz yaşı aktığında bir kez daha aynadaki yansımama bakıp "sen güçlüsün Mila , bir daha Arel için göz yaşı dökmeyeceksin " bu cümlem canımı acıtmıştım , canımı daha fazlı acıtarak aynadaki yansımama "sana söz veriyorum Mila , bir daha her ne olursa olsun Arel için bir damla göz yaşı dökmeyeceksin" dedim yansımama verdiğim sözün üstüne kendi kendime bu sözü tutmak için yemin etmiştim ...

 

sol gözümden yaş akmasının temsili acı ve hüzün ve ben bir daha her iki gözümden de gözyaşı akmaması için kendime söz vermiştim. Verilen bir sözün kanatlarımın kırılmasıyla eşdeğerdi...

kanatlarımın kırıldığını hissediyordum...

 

Kalptedir hep verilen sözler

Tutulur mu bilinmez

Hoş o kalpte sahibine ait değil ya

Taşısa bile ait olmaz bir türlü o kalbe

Tanrı gibi yerini alan biri için atar hep

Oysa taşıyan, Tanrı yapılan değildi ki

Nasıl olabiliyor böylesine bir kulluk

Verilen tüm sözlerden haberdardı

Yerine getirilmesi için emir verir.

 

Kendimi zar zor toparlayıp yüzümü yıkadıktan sonra, hep yaptığım gibi , canım acısa bile gülümseyip lavabonun kapısını açtığım sırada Arel duvara yaslanmış şekilde oturuyordu . Duymuş mudur kendime verdiğim sözü, duymuşsa da anlamışımdır neden o sözü kendime verdiğimi? ...

 

içimdeki aşık kız bağıra çağıra tekrar ve tekrar haykırarak anlasın , lütfen anlasın , lütfen anlasın... diye dileklere bulunurken diğer ses anlamaz , umursamaz, kalp kıran, göz yaşı akıtan...diye haykırırken ben her iki sesse de kulak vermeyip tarafsız bir şekilde davranacaktım . Yüzümdeki gülümsemeyi sürdürür bir şekilde ona baktığımda Arel başını kaldırdığında acı kahve gözlerinin kan çanağına dönmüş olduğunu gördüm , ağlamış mıydı? Onun canı da mı benim gibi yanmıştı? ...

 

onun bu halini görür görmez yüzümdeki yapmacık gülümseme solmuştu. Arel ayağa kalktı ve karşıma sağlam, kurşun geçirmez bir duvar gibi dikilip , kendine gelmiş gibiydi artık. Boğazını temizledi ve ardından göğüs kafesi şişecek kadar nefes alıp "yemek için " sertçe yutkunup ardından "yemeği dışardan mı söyleyelim ya da biz mi yapalım diye sormak için bekledim " bu gün kullandığım kaçıncı keşke saymadım .

 

Saymadığım keşkelerime bir keşke daha ekleyerek; kalbimden ,ruhumla beraber , keşke senin için burada beklediğini söyleseydin Arel . Yüzüme tekrar sahte gülümseme takınıp "ben eve gideyim Arel , sen nasıl istersen öyle yersin" dediğimde , dudaklarının titrediğini gördüm. Bu ifadesini saniyeler içinde suratından attı ve adem elmasının uzunca hareketlenmesini sağlayacak şekilde yutkunup "burada kalacaktın" evet burada kalacaktım , evet burada kalmak istiyordum ama şimdi biz bu hâldeyken burada kalmaktan korkuyordum.

 

Aynı evde olup iki yabancı gibi olmak bana ağır geliyordu , acıyla yutkunup "evet öyleydi ama" sözümü yarıda kesip "söz vermiştin" dedi, belki kiraz çiçeğim deseydi kalacak gibiydim . Sanki düşüncelerimi okur gibi , başını omuzuna yatırıp "burada kal kiraz çiçeğim" kiraz çiçeğim , demişti , kendime verdiğim sözüm olmasaydı ağlayıp , burayı tuz gölüne çevire bilirdim ...

 

bir süre onun cümlesiyle kalsamda en sonunda derin bir nefes alıp kafamı tamam anlamında salladım . Düğümlenmiş boğazımla ona kalırım diyemezdim. Ona arkamı dönüp salona doğru ilerlerken , beni kucağına aldı ve salona doğru ilerlediğinde , zayıflamış bedenin beni taşımakta zorluk çektiğini nefeslerinden anlamıştım , boynuna sarılıp "Arel indir beni" dediğimde sesim kısık kısık çıkmıştı , gözlerimin en derinine bakarcasına bakıp "hayır, kiraz çiçeğim seni bırakmam" dediğinde zar zor nefes alıyordu ardından

 

"kiraz çiçeğim" dediğinde beni salondaki deri koltuğa oturttu ve önümde diz çöktü, suratımı iki avucunun arasına alıp , rica kokan sesiyle "bu gün küsmesek olur mu ? İstersen yarın küseriz ama bu gün olmasın kiraz çiçeğim , bugün yabancı gibi olmayalım, lütfen bunu yapmayalım" dediğinde kalbimdeki ırmaklar , şelaleler tekrar canlanırcasına akmaya başlamıştı .

 

Bu adam nasıl oluyor da bir günde bana dört mevsimi yaşatabiliyordu . Tıpkı onun gibi, yüzünü iki avucumun içine alıp " küs kalmayalım" hiç bir zaman küs kalmayalım, hiç bir zaman birbirimize yabancıymışız , konuşmak istemiyor gibi bakmayalım . Sevgilim belki sen görmüyorsun ama ben param parça oluyorum , sana kırgın olmak , seninle yabancı olmak , aldığım her nefesimin kaburgalarımı nasıl acıyla kırıldığını göstersem keşke ...

 

kurduğum cümlemle hüzünle tebbesüm etti ,hüzünle tebbesüm ettim ve sanki yılarca birbirimize hasretmişiz gibi bana sarıldı , ona sarıldım , boyun girintimi koklamaya başladı her seferinden ayrıydı bu sarılma , farklıydı bu koklayış...

 

iç duyusal bir şekilde , sandal ağacının ve çam kozalağının birbirine harmanlanmış eşsiz kokuyu içime çektim , ciğerlerim odunsu kokusuyla dolmuştu ama ben doymak bilmeyen nefsim, kalbim ve ruhumla , o kokuyu hafızama hapis edecek şekilde duymaya devam ediyordum . Soğuk vücudumu ıstan vücudu , naif dokunuşları ve yeni dünyaya açılan pencereyi anımsatan kokusu ...

 

evrenin en varlıklı insanıymışım gibi hissettiriyordu , ruhum doyuyor gibiydi , sanki eksik bir yapbozun parçasını bulmuş gibi sevinçliydim. Onunla kaç saniye, kaç dakika , kaç saat öyle kaldığımızı bilmeden birbirimize sarılmıştık. Arelle birbirimizden uzaklaştığımızda vücudum tekrar eski soğukluğuna geri dönüyorken , ellerimi tutup önce kokladı ve sonra öperek "seni hissediyorum kiraz çiçeğim" onun seni hissediyorumu , herkesin seni seviyorumdu.

 

Ona gerçekten, ruhumla gülümseyip , "seni hissediyorum Arel" dediğimde Arel kederli olan gülümsemesini büyütüp , sanki bir umut, bir istekte bulunur gibi "beni hep hisset kiraz çiçeğim , beni hep kalbinde taşı , her ne olursa olsun kalbin benim mezarlığım olsun kiraz çiçeğim" derin bir nefes alıp ardından genzinden " senin kalbin sadece ban ait olsun kiraz çiçeğim" dedi "Seni hep hissedecem Arel, seni hep kalbimde taşıyacam ve her ne olursa olsun kalbim senin yeşil ve renkli çiçeklerden oluşan bahçen olacak" diye söz verdim , gözleri dolmuş gibi olduğunda kendini toparlayıp gülümsedi .

 

Arel , bana hep söz verdiriyordu, ve zaman zaman verdirdiği sözleri , hatırlayıp hatırlamadığımı test ediyordu . Bilmiyordu ki ben de annem gibi verdiğim sözlerin arkasında durup , her ne koşulda olursa olsun tutuyordum .

 

Sözler birer yemin , hayaller tanrıya ulaşan dualarımızdır sonuçta ve ben hiç bir yeminimi bozmak istemiyorum , günün birinde belki tek bir yeminimi bozabilirdim sadece...

 

Aramızdaki sesiz fırtına tamamen durulduğunda ve güneş tekrar kendini gösterdiğinde , Arel "yemek?" Diye sormuştu , onu bekletmeden , hevesle "ben yaparım" ardından "ama sadece ben yapacam" dediğimde kaşları yukarı doğru hareket etikten sonra tek kaşını havalandırıp "ya ben kiraz çiçeğim?" Diye sordu , iki elimi omuzlarına koyup ayağa kalktığımda o da benle beraber ayağa kalktı ve yüzünde soru soruyor ifadesiyle bakmayı sürdürüyordu " sen Adonisi yıkayacaksın Arel " bakışlarımı Adonise çevirip "oğlum çok kirlendi " diyip bakışlarımı ona çevirdim . Beni kırmadan "tamam kiraz çiçeğim" diyip anlımdan koklayıp öptü .

                                                                               ***

Arel, Adonisle beraber alt katta bulunan banyoya girdiklerinde , bende zaman kaybetmeden buz dolabına bakındım . Dolapta domates, biber ve yumurtalarının tek olduğunu gördüm. Kendi kendime "menemen ince çizgimiz" diyip Arel’in menemen konusunda hep kurduğu cümleyi mırıldanmıştım. Arel gerçektende menemeni seviyordu.

 

Menemen için malzemeleri çıkartıp, yıkadıktan sonra mutfak dolabını karıştırdığımda, makarnayı gördüm . Arel nasıl menemeni seviyorsa bende onun gibi makarnayı seviyordum . İkimizi yansıtacak bir yemek yapacaksam , o da menemenli makarna olurdu. Bu fikri aklıma koymuştum . Menemenli makarna yapacaktım , öncesinde telefonumdan karışık bir şarkı açtım . Mutfakta ne zaman yemek yapsam müzik açıp öyle yapardım , müzikle beraber yemeği yaparken sanki bir klipteymişim gibi hissediyordum .

 

Mırıldanarak eşlik ettiğim şarkıyı , artık sanki sanatçı benmişim gibi söylemeye başlamıştım.

Uyku nedir bilmiyorum, Harap oldum tersteyim,

kendimi şarkıya öyle bir kaptırmıştım ki arka fonda çalınan müzikle beraber dans etmeye bile başlamıştım. Şarkının en sevdiğim nakaratına geldiğimde daha bir slowlaşmıştım.

Ruhumuzda açılmış, Derin yaralar ve izler , hepsi birbirinden leş ,

kaynamış suya makarnaları atıp menemen yapmaya koyuldum,

Gözlerinden gökyüzüne açılan bir kapının eşiğinden , durmuşum , bakmışım seni görünce bir an şaşırmışım.

Dediğimde arkamı dönüp dolaptan bir tane yumurta alacakken , ıslak olan gri sweati ve mavi kotlarıyla , kocaman gülümseyip , sanki beni videoya alır gibi telefonunu tutuyordu . Onun gibi gülümseyip

"kalbinin surlarında , esir düşmüş kalmışım bur'da "

şarkının bu nakaratı dilimden döküldüğünde , sanki bir solistmişim gibi söylemiştim etrafımda dönüp dans ederek ona yaklaştığım zaman , elinde tutmuş olduğu telefonun ön kamerasına çevirdiği zaman gerçektende video çektiğini görmüştüm. Arel belimden tutup beni kendine doğru çekti ve benle beraber şarkının melodisiyle dans edip , elinde tutuğu telefonuyla bizi videoya alıyordu.

 

Sonsuza uzanan bu döngü benim kaderim. Bağlamışım kendimi , bu yolda köleyim .

 

Arel dansımızın arasında adeta haykırarak "kolay sevmezdim ben , güzelim baktığın o günden beri (sana deliyim)" tüm samimiyetiyle söylemişti, bakışlarından , ses tonundan bir kez daha beni sevdiğini bana öyle bir hissettirmişti ki şu an onun kollarında son nefesimi huzurla verebilirdim . Nasıl olabiliyordu da bir insan oksijen , su ... o benim en temel ihtiyaçlarım gibi olmuştu , sevgi öyle bir şeymiş meğerse, merkeze almakmış , tek bir çekirdekte bir bütün olmakmış .

 

Biz birbirimizin eksik parçasıydık ve birbirimizi hissetmemizin nedeni bundandır belkide , bir yerde okumuştum birbirinin eksik parçası olan iki madde birbirini hissedermiş . O yüzden ben ve Arel birbirimizin eksik parçalarıyız, tek bir atomun oluşması için çekirdekte elektron ve protonun aynı anda olup birleşmesiyle oluşurdu . Bu hissedişimizin bir atomun tamamlamasıdır biz bir çekirdekte bulunan birbirini tamamlayan iki parçayız.

 

Gülüşüyle belirginleşen gamzesine uzanıp öptüğümde , bir eli havada olan sevgilim bana daha bir gülümseyip baktığında daha bi belirginleşen gamzesine, parmak uçlarımla dokunup "gamzeni seviyorum" dedim "Hep sev kiraz çiçeğim " dedi , sanki bir söz verecek gibi "hep seveceğim sevgilim" dedim . İki gözlerimden öpüp saç diplerimi kokladı. Ne zaman öylece saç diplerimi kokladı bilmiyordum. Onun beni öpüşü , sarılışı , nefesi , varlığı...

 

sevmediğim bu hayata yaşam sevincim olmuştu. Saplantılı hâle gelen bu durum zaman zaman beni korkutsa da kalbim ve ruhum bundan son derece memnundu . Arel yukardan tutmuş oldu telefonu indirdiğinde , ondan ayrılıp başlamış olduğum yemeği tamamlamak için mutfağa gittiğim sırada büyük bir istekle "yemekten sonra dans edelim kiraz çiçeğim" dediğinde sesindeki kelimelere dökemediğim bir duyguyla söyleyip hissettirmişti . Bende hevesle "olur" dedim , Arel’in koltukta Adinosla beraber oturduğunu göz ucuyla görmüştüm.

 

Masayı kurup Arel’e "yemek hazır" diye seslendiğim an da Arel sesimi duyduğu zaman hemen yerinden hareketlenmişti . Sandalyeyi çekip oturduğunda bende onun yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Arel önce tabağındaki menemenli makarnasına ve sonra bana bakıp şaşkın gözlerle "bu neci makarna öyle" dedi, menemenli makarnadan bir çatal alıp mideme gönderip "bizli " dedim ardından ekleyerek "tadı iyi bence" dediğimde Arel menemenli makarnayı çatallayıp yedikten sonra "ilk kez duyuyorum bu çeşit makarnayı" kahkaha atarak "çünkü ben uydurdum" kaşları havalanmış şekilde "nasıl yani "demişti , omuzlarımı dikleştirip "menemenle makarnayı karıştırdım ve ortaya bizli makarna çıktı " bana alık alık bakmaya devam ederken açıklama yapar gibi "Arel sen menemen seviyorsun, ben makarna ikimizin sevdiği yemeği karıştırdım işte “dediğimde gülümseyerek "bizli makarna" diyip iştahla yemeye başladı .

 

Kendi tabağını bitirdikten sonra bana bakıp "yemeyeceksen kiraz çiçeğim ben yiyeyim" bu sefer şaşırma sırası bendeydi , şaşırmış olan suratımla "yemeyeceğim, yiyebilirsin" dediğim zaman tabağımı tabağının üstüne koyup makarnayı yemeye başladı. Benim tabağımdaki makarnayı da bitirdikten sonra arkasına yaslanıp "baya iyiydi kiraz çiçeğim eline sağlık" bu iltifatıyla yüzümde kocaman bir gülümseme yerleşmişti "afiyet olsun" dediğimde , sanki iki evli çiftmişim gibi hissetmiştim . Anlık gelişen olaylar , durumlar , duygular ... bizi bambaşka dünyalara götürebiliyordu. Ve bu dünyalarda hayal kırıklığına , mutsuzluğa yer yok.

 

Çünkü insanın kendi elleriyle kurduğu dünyada hep sevinç hep mutluluk ve huzur vardır. Belki insanlar hep kurduğu dünyada yaşamını sürmeliydi . Sırf mutlu olabilmek için olsa bile hep orada kalmalıydı insanlar . Belki çokça fazla bir istek ama yaşadığımız bu dünyada da bir yığın mutsuz olan insanlar var.

 

Arelle birlikte masayı topladıktan sonra Arel ona vermiş olduğum dans sözünü hatırlatırcasına Cem Adrian dan bir şarkı açıp telefonundan videomuzu çekmek için hazırlanmıştı. Belki bir şarkının her sesinde , Belki bir sahil meyhanesinde , Belkide içtiğim sigaranın dumanısın. nakaratıyla önümde diz çöküp "bu dansı bana lütuf edermisiniz kiraz çiçeğim" dedi, midemdeki kelebekler uçuşup votka atmaya devama ederken , büyük bir hevesle "memnuniyetle " dediğimde , ayağa kalkıp bir eliyle bellimden tutup dans etmiştik , aramızda tek bir kelime , söz geçmiyor sadece şarkıya eşlik edip birbirimizin irislerine bakıyorduk .

 

Bir yıldız gökte kayıp giderken , ıslak bir yolda yalnız yürürken , bambaşka bir şeyi düşünürken , aklımdasın .

Beni etrafımda döndürüp tek koluna yasladığında dansımıza uygun figürleri yapmaya başlamıştım .

Gündüzümde gecemdesin çalınmasın , söylenmesin sen benim şarkılarımsın. Geçmiş değil bugün gibi yaşıyorum hala seni, sen hep yanımdasın.

iki elimide omuzuna tutunduğumda o da benle beraber diğer elinide belime yerleştirip elini belimde bağlamıştı . Onun hapishanesine girmiştim adeta ve ben bu hapishanede, son nefesimi verene kadar kalabilirdim. Tıpkı onun cehenneminde zevkle yanmak gibiydi bu hapishane . Arel benim gökyüzümdü her şeyi içine alan bir gökyüzüydü benim için . Acı kahve gözlü çocuk benim herşeyimdi.

Müzik bitmişti ama biz hala dans ediyorduk . Zaten bizim bir müziğe ihtiyacımız yoktu .Arel’in değişiyle bizim atışlarımız bir melodi ve biz atışlarımızdaki melodiye ayak uydurarak dans ediyorduk.

Hava karardı , salon zifiri karanlık oldu ama biz ayrılmadık . Bizim yaptığımız tek şey vardı; o da dans etmek . İlk kez dans etmeyi iliklerime kadar sevmiştim . Yorulduğumun farkına vardığında beni kucağına alıp üst katta çıkartı . Merdivenlerden çıkarken , yapılı olan bedenin gün geçtikçe zayıflandığından beni taşımakta zorluk çektiğini nefes alışlarından anlamıştım.

 

Arel , sanki gün geçtikçe eriyordu. Morarmış göz altları ve kurumuş mora çalan dudakları onu hasta gösteriyordu . Ona nedeni sormuştum ve o beni geçiştirdiği için bir daha sormak istemdim. Odasına geldiğimizde sanki bir gökyüzündeymişim de yıldızların arasında yüzüyor gibiydim .

 

Odasının duvarları siyah renkteydi ve sarı boyalarla saçılmış şekillerin olduğunu gündüz gözüyle görmüştüm. Bir kez daha Areli tam olarak tanımadığımı anladım , birine saatlerce bakmak onu tanımak değildi , birini tanımak ruhuna dokunabilmekle tanılırmış. Arel , benim onu tanımam için özel alanlarına götürmüştü , götürdüğü yerlerde sanki birer yarasını göstermiş gibiydi , tek bir kelimeyi dilinden dökmeden sadece göstermişti. Herkesin acısını gösterme şekli başkaydı bazılarımız yarasını açık saçık gösterirken , bazılarımız suskunlukla anlatırdı ve bazılarımızda umursamazca davranıp kendini korumuş olmasıyla gösterirdi .

 

En zoruda üçüncüsü , hiç bir şey olmadan davranmak en ağırıydı bence .

 

Arel yaralarını suskunluğuyla anlatırken umursamazlık ve öfkesiyle hem kendini koruyup hemde kendine işkence ediyordu . Karanlık odanın içinde yıldızları anımsatan parlak noktalara bakıp şakın bir ifadeyle "gökyüzü" diyip bakışlarımı parlayan acı kahve gözlerine çevirdim . Fısıldar gibi "gökyüzü kiraz çiçeğim" söylemişti , ona çırıl çıplak şekilde duygularımı gösterecek bir renkte "sen " dediğimde tek kaşını havaya kaldırıp baktığı zaman söylediğim kelimeyi açıklayarak "sen benim için gökyüzüsün Arel , sen benim gökyüzümsün" dediğimde yüzünde histerik olan sevgiyle alışılmış bir gülümseme yerleştirip beni kendine çekip kendine hapis eder gibi sarıldı ve boyun girintimden bir kaç nefes çekti .

 

Hiç bir şey söylemedi suskunlukla karşılık vermişti , onun bana yaptığını bu sefer ben ona yapmıştım. Anlamış mıdır binlerce kelime söylemek isterken sırf büyüsü bozulmasın diye susmayı... Arel yanağımı okşayıp "seni hissediyorum kiraz çiçeğim" gülümseyip "seni hissediyorum Arel " dediğimde gözünden bir damla yaş düştüğüne yemin edebilirdim , gözünden süzülen yaşı sormak için hareketlendiğimde , omuzlarımdan tutup beni giysi dolabını olduğu tahmin ettiğim dolaba doğru sürükleyip " saat geç olmuşa benziyor " cevap vermemi beklemeden dolabın kapağını açıp siyah bir eşofman ve onunla uyumlu siyah bir tişört alıp banyoya doğru yürürken arkası dönük bir şekilde "sende rahat bir şeyler giy güzelim" dediği sırada arkasından ağız yamultarak "sanda rahot bur şeyler guy" dediğimde "neyseki ben düzgününü söyledim" ardından "o güzel ağızını yamulttuğunu gördüm ayrıca" diyip banyonun kapısını kapattı.

 

Arel çıkmadan bende gri eşofmanını ve mavinin açık tonlarında olan tişörtünü üstüme geçirdiğimde , Arel banyodan çıkmıştı . Duş alacağını zannetmiştim ama o sadece çıkardığı giysileri giymişti . Uzunca bir zaman banyoda kalmış gibiydi oysa ya da bana öyle gelmişti bilmiyorum.

 

Arel çıkar çıkmaz beni süzmeye başlamıştı bile , giysileri bana bir kaç beden büyük gelmişti . Bana göre uzun olduğu içinde giysilerinin içinde kaybolmuştum. Arel gür bir kahkaha atıp yanıma gelip "kızım kilo al kilo, giysilerimde kaybolmuşsun" dedi çenemi dikleştirip "kilom tam benim " dediğimde beni göğüsüne çekip saçlarımdan öpüp derin bir nefes aldı .

 

Yatağa geçtiğimizde benden aldığı yastığı gördüm ona kıkırdayarak baktığımda "ne yapayım kızım , bağımlı olduğumu söylemiştim" benden aldığı yastığı kendine çekip kendi yastığını benim tarafıma koyarak "günü gelince senide alacam ve seni" sözünü kesip " beni nasıl alacağımı biliyorum " dediğimde beni yoklar gibi "nasıl alırmışım" bende yatağa oturup "kucağında alacaksın ve istemezsen zorla alacaksın " diyip oturur şekilde uzandım " aynen öyle , günü gelince ister iste , ister isteme her türlü seni alacağım" o da benle beraber uzanıp beni göğüsüne çektiğinde başımdan öpüp fısıldar bir tonda "şimdilik parfüm ve yastıkla yetinmeliyim kiraz çiçeğim" dediğinden sonra sandal ağacı ve çam kozalağın birbirine karışmış kokusuyla karanlığa teslim olmuştum.

 

Kehribar gözlü kız uyurken , genç adam onun kokusunu içine çekip defalarca naif öpücüklerini genç kızın saçlarına konduruyordu . Genç kız derin uykusundayken , genç adam telefonunu sessize alıp her zaman ki gibi kehribar gözlü kızın , uyurken fotoğraflarını çekmeye başlamıştı . Bu sefer hiç yapmadığı bir şekilde kehribar gözlü kızla beraber ikisini aynı karede olacak şekilde fotoğraflarını çekmeye başladıktan sonra adamın boğazında düğüm varmış gibi yutkundu ve derince bir nefes alıp , dolu gözlerle tavana baktı ve ardından genç kıza bakıp

 

"senin için yaşamak istiyorum , seninle olmak için yaşamak istiyorum ama çok korkuyorum ya yaşamak isterken seni kaybedersem, o zaman kendi ellerimle kendimi öldürürüm , seni hissediyorum kiraz çiçeğim, seni tüm ruhumla hissediyorum" diye sessizce fısıldadı uyuyan kıza ,

 

kurduğu her cümle kalbine birer hançer gibi batıyordu . Aldığı nefesler kaburgalarını kıracak şekilde acı veriyordu genç adama . Zorlukla tutuğu gözyaşlarına yenildiğinde , uyuyan genç kızın başında sessizce gözyaşı dökmeye başlamıştı. Genç adam gözyaşlarını silip saçlarını koklamaya devam ederken telefonun titremesiyle genç kızın saçlarından başını kaldırıp telefonunu aldı ve yataktan inip odasına uzanan merdivenlerden üç basamak aşağıya inip telefonu açtı.

 

Genç adam sesini alçaltarak arayana "ne var Cenk" dediğinde bile her bir kelimesini bastırarak söylemişti , telefondaki sadık dostu "Arel yarın gitmemiz gerekiyor" dediğinde genç adam çaresizlikle " erken Cenk, yarın çok erken" diyip acıyla nefes aldı "Arel artık bir karar ver, istiyor musun? Yoksa istemiyor musun?" Genç adam sinirle "lanet olsun istiyorum, bu sefer istiyorum" diye sessizce feryat etmişti "istiyorsan bu hâllerin ne öyle?" Bir kaç saniye duraksadıktan sonra "ilaçlarla biraz daha idare edebilirim" çaresizce söylemişti

" vücudun dayanamıyor anla bunu ilaçlar etkisini kaybetti. Bak her ne olduysa ilaçlara başladın ama artık ilaçlar seni daha fazla hayatta tutamaz" gerçeklerle yüzleşmişti genç adam, ölmeyi iliklerine kadar isteyen genç adam can bulmak için savaş veriyordu bu kez " tamam , sikiyim böyle işi " diyip teslim olmuştu " tamam o zaman yarın haberleşiriz" cevap vermeyip kadim dostunun yüzüne kapatmıştı telefonu.

 

Genç adam kendini toparlayıp tekrar kehribar gözlü kızın yanına gidip oturdu ve sessizce "deprem, koca bir enkaz , sen, beni affetme kiraz çiçeğim" diye acıyla mırıldanmıştı. Kehribar gözlü kız derin uykusundayken, genç adam acılarla boğuşup gözyaşı akıtmaya devam ediyordu.

-

Huzur dolu uykumdan tarifini edemediğim bir hisle uyandığımda , Arel’in elinde telefon ve beni çekiyordu . Uyandığımı fark edip gülümseyerek video çeker gibi "günaydın kiraz çiçeğim" ona anlamsızca baktığımda , o şen bir sesle "kameraya gülümse güzelim" diye komutlar veriyordu, ona çatık kaşlarla karşılık verip " sen benimi çekiyorsun ?" Dudaklarında ki gerilmeyi sürdürüp " hıhı" dedi ve birbirine karışmış saçlarımı biraz daha karıştırmaya başladı ve önüme gelen uzun saçlarımı bir zombiyi taklit ederek " seni ısıracam" diyip kahkaha attıktan sonra "bir zombi tarafından ısırılacaksın Arel kaç " dediğimde yataktan kalkıp , sanki zombiymişim gibi kahkahalarının arasından "ne olur güzel zombim beni ısırma , daha çok gencim hayallerim var benim " dediğinde saçlarımı düzeltip kameraya doğru konuşarak "onu ısıracam" diyip yanına koştum ve kolunu ısırdığımda Arel telefonu elime tutuşturmuştu.

 

Videoya devam edip Areli gösterdim. Arel yerde kıvranıp "ısırdı beni " diye oyunculuk sergilerken kamerayı kendime çevirip "Oscar almalık performans" , parmağımı doğrultup kamerayı ona çevirip "sadece küçücük bir ısırık" dediğimde ayaktan kalkıp kucağına alıp, beni yatağın üstüne atı ve üstüme eğilerek " küçücük mü?" Başımı aşağı yukarı sallayıp küçücük olduğunu belirtmiştim . Hınzırca gülümseyip "zombi olduğuma göre seni ısırmam gerekiyor " bir şey dememe kalmayıp kolumdan ısırdığında , canımı acıtmamış olsada ben yine de, acı nidaları dökmeye başladım.

 

Arel "Berbat bir oyuncusun kiraz çiçeğim" dediğinde kamerayı alıp kızarmış koluma gösterip "buyrun sayın seyirciler , bu da kanıtı , sevgilim beni ısırdı" ardından "flaş flaş sevgilisi tarafından ısırılan kız zombi olduğunu iddia ediyor" dediğimde Arelle birlikte gür kahkahalar atmaya devam ediyorduk. Arel burnumdan , yanaklarımdan , anlımdan , gözlerimden öpüp " kiraz çiçeğim" dediğinde yanağına uzanıp bir buse kondurdum ve videoyu kaydettikten sonra hevesle Arelle "doğru düzgün bir fotoğraf çekinelim mi?" Dediğimde dünden hazır bir şekilde " çek bakalım güzelim" söylediği zaman hemen bir kaç fotoğraf çektikten sonra tekrar video çekmeye başladık. Video çekmek bizi daha çok eğlendiriyordu ...

 

Arel telefonun ekranında uyurken ki fotoğrafım vardı. Çirkin çıkmış olsamda onun telefonun kilit ekranında kendi fotoğrafımı görmek beni sevindirip , kelebeklerimin midemde coşarak uçuşturduklarını hissetmiştim . Hayatım boyunca kendimi özel hissetmemiştim . Arelle beraber olduktan sonra bir çok kez, bu duygudan tatmıştım ve hala şuan bile tadıyordum . Arel bana ait olma duygusunu bile tattırmıştı.

 

Bir insan en çok bu iki duygu hissetmek ister bence, ait olma duygusunu ve özel olduğunu hissetmesi , Arel bana bu her iki duyguyu iliklerime kadar hissettirmeyi beceriyordu, ailemin bana hissettirmediği bu duyguyu o bana hissettiriyordu . Oysa ilk ait olma duygusunu insanlar ailesi tarafından hissederdi , onlar tarafından sevildiğini ve özel olduğunu hissederdi .

 

Bazılarımız şansız doğabiliyordu işte, kader bazılarımıza karanlık bir oda da görünmez ağlarını örüyorken bazılarımıza ise beyaz bir oda da ; çiçekli, rengârenk ağlar örüyordu. Kalbimizde yaralarla hayatta devam eder bazılarımız, mutlu olmaktan korkar , mutlu olduğunda da sessizce sevinir ki sonrasında tekrar acı dolu gözyaşlarını boğulmamak için ...

 

dünya asla adil bir yer olmadı ve olmayacaktı. Pamuklar içinde , sevgiler içinde sarmalanmış bir kalp ve bakıcılar tarafından büyüyen , eksiklik gören , sevgisizlik ve yalnızlık gören bir kalbin, bir olmadığı gibi adaletsizdi bu dünya ...

Çektiğim fotoğrafları kendime gönderdikten sonra "çirkin fotoğraflarımı siliyorum" dediğimde ben daha fotoğraflarımı silmeden elimdeki telefonunu tek hamleyle elimden çekmiş, çöp kutusunu kontrol ediyordu. Sessizce mırıldanıp "siktir , asla silmem, sildirmem" dediğinde sesini zar zor duymuştum . Ona bakmayı sürdürdüğümde , bakışlarımı hissetmiş gibi irislerime bakıp bana sıkıca sarıldı, tıpkı hiç bırakmayacak gibi ve tıpkı son sarılış gibi sarıldı . Kokladı , öptü . Kokumu öyle bir doyumsuzca içine çekiyordu ki bu halleri beni korkutuyordu . Sanki bu bir hayır o kelime yasak... telefonum çaldığında birbirimizden uzaklaşıp , telefonumu açtığımda , Arya ince sesiyle

 

"alo Mila , kuzum yine hangi cehennemdesin"

dediğinde "sana da günaydın Arya " dediğimde Arel boynuma küçük bir mühür kondurup aşağıya inmişti " sen ve bu saate günaydın , kıyamet koptu, dünya alt üst oldu da benim mi haberim yok" diyip kahkaha attı . Aryanın demesiyle saate baktığımda 12.45 geçiyordu Arya haklıydı ben ve bu saate uyanmak , ister istemez saat 6.00 da uyanan ben, Arelle uyanıp bu saate kadar yatakta oylanmıştım. Sevgi , aşk, heyecan ve kelebekler insanın dengesini bozabiliyormuş , benim bozmuştu biyolojik saatimi tekrar ayarlamam gerekiyordu ...

 

"Gerçektende günaydın ama" Arya bir kez daha haklı olarak inanmayarak "bu saate? ciddi olamasın Mila " ardından "inanmıyorum" dedi bu sefer inanmış gibiydi , Areli kast edip "sandal ağacı ve çam kozalağı biyolojik saatimi bozduğundan , bu saate günaydın olabiliyor" Arya haykırarak " oha siz birlikte mi yattınız?" Biz çoğunlukla birlikte yatıyoruz ama Aryanın kast ettiği şekilde değil tabiki , ona oflaya puflaya "kast ettiğin şekilde değil ama" dedim ama Arya bunu asla dinlemeyip sanki sevişmişiz gibi beni soru yağmuruna tutacaktı. “nasıldı ? Anlatsana," bıkkın bir sesle " Arya öyle değil sadece birlikte uyuduk , zaten bizim hep yaptığımız şey" hay eşek arıları soksun ağızını Mila , deterjan yutup , su niyetine çamaşır suyu iç Mila...

 

kendime saydırdığıma başladığımda Arya kahkaha atarak " oha kızım be, ne hızlı çıktınız sizde , demek artık " sözünü yarıda kesip "Arya" diye haykırdım ama o asla beni dinlemedi , böyle bir şeyi nasıl ağızımdan kaçırırdım . Kaçırırdım tabiki , çünkü karşımda en yakın arkadaşım , sırdaşım dostum... vardı o yüzden aklıma gelen her şeyi düşünmeden söylüyordum . "Buzlar prensi Bora eniştemle beli ki her zaman pembiş pembiş geceler geçiriyorsunuz demek" diye dalga geçiyordu "Of Arya öyle değil , biz Arelle hiç bir zaman birlikte olmadık. Anlasana artık sadece beraber uyuyoruz ya , sadece uyuyoruz " diye açıklama yaptığımda ellerini göğüsünde bağlamış ve yüzünde çapkın bir gülümsemeyle bana bakıyordu , Aryanın bir şey demesine izin vermeyip "bana gel konuşuruz sonra " diyip telefonu Aryanın yüzüne kapattım , bu kapatışımın celebesini çekecektim , hemde en ağır bir şekilde, Arya bana günümü gösterecekti ya da karanlık günler yanında tirip dolu saatler demeliydim.

 

Arel yanıma geldiğinde hala çapkın olan gülümsemesi suratındaydı "demek Ar" sözünü kesip yataktan kalktım ve saçlarımı geriye doğru atarak "her neyse ne," nefes alıp "benim eve gitmem gerekiyor" dediğimde gergin dudakları yok olmuştu . Sertçe yutkunup tamam anlamında kafa salladığında , bir kez daha nedenini merak etmiştim , neden kötüleşmişti? Bana neden son kez bakıyor gibi bakıyordu? ...

 

dudağımı ısırdım , tedirgindim , ikilemdeydim ... kararsızlığımı bir kenara atıp "Arel iyimisin?" Diye sorduğumda , omuzlarını dikleştirdi ve daha fazla bana yaklaşıp başıma bir buse kondurduktan sonra "iyim güzelim" dedi , ama iyi olmadığı her halinden belliydi. Bir süre onunla kaldıktan sonra kalkma kararı almıştım. Arelle uzun bir sarılmadan sonra Adonisle beraber taksiyle eve doğru giderken , ilk kez Arel’in beni eve bırakma gibi bir girişiminde bulunmadığını fark etmiştim , kendini iyi hissetmiyor olmalıydı , zaten yorgun ve hasta gibiydi umarım hastaneye gider . Eve vardığımda Arya kapının önünde oturmuş beni bekliyordu . İçimdeki kız tirip , tirip diye haykırırken "tirip" diye mırıldandım kendi kendime , bu sefer sağlam bir tirip olacaktı en ağırından , nefret ediyordum tiripten ...

 

" Arya" diye yanına geldiğimde kaşları çatık bir şekilde "bir şeyler yok mu yüzüme doğru fırlatsaydın" diyip kollarını göğüsünde bağladı

"Ama kapatmam gerekiyordu"

"Kezzap iç tamam mı Mila kezzap " dediğinde kahkaha atarak

"Daha öldürücü varsa onu içeyim " dediğimde kahkaha sırası ondaydı " saçmaladım galiba , ama olsun , neyseki sana darılmadım Mila hanım"

"Sana minnettarım" dediğimde beni süzüp "üstündekiler buzlar prensinin mi?"

"Deme öyle "

"Ne diyim"

"Arel de mesela , hani bir ismi varya ondan" dediğimde kahkaha atarak

" beyefendimiz kimseye Arel dedirtmiyor , onun adı Bora hazretleri " dediğinde "Arya sen Arelle kızgınmısın?" Dudaklarını aşağıya doğru büzüp" ya kızım , Bora yüzünden ben arkadaşımı göremiyorum , özledim seni hemde çok" diyip bana sarıldı . Ona sımsıkı sarılıp " bende özledim "

Dedim. İçeriye gittiğimizde Arya, Arelle aramızda bir şeyler olup olmadığını sorup duruyor , ona olmadı desem de inanmayıp imalarda bulunuyordu . En sonunda o imalardan olmalı ki dün gece Arelle aramızda bir şeylerin geçtiğini sanmaya başlamıştım...

 

Kara aradığında Arya vedalaşıp gittikten sonra , aklıma annemin günlüklerinin gelmişti son bir kaç sayfası kalan defteri okumalıydım. Günlükleri Arel’in dediği yerden çıkartıp kaldığım yerden okuduğumda annem beni doğurmuştu, her şey çok güzel ve yerinde ilerliyordu tek bir sorun dışında ,Odin , Odin beni hala istemiyordu ve anneme beni öldürmesi için isteklerde bulunuyordu .

 

Annem her defasında Odine hayır derken , ona yenilip bebeklik saçımı kesmişti . Okuduğum bu cümle yüreğimi kanatmış , yeni bir hançer saplamasına neden olmuştu . Annem saçlarımı keserken babam ne halt ediyordu, babam neden evde değildi? Neden annemi yalnız bırakmıştı? Babam annemi neden anlamamıştı? Nasıl olabiliyordu böyle bir şey?...

 

Evlilik meğerse bir arada olmak değilmiş , evlik ruhların bir araya gelmekmiş . Zihnimde gezinen tek bir soru vardı ; annem ve babam bir birini severken , nasıl oluyor da babam annemi görmemiş, onun bu hastalığını anlamamıştı? ...

Oylamayı unutmayın canlarım

keyifli okumalar ☆

:*)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%