Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@orion

ONYEDİNCİ BÖLÜM

⏳️

Doğrular yanlışa ,

gerçekler hayallere,

gündüzler geceye,

beyazlar siyahlara, hatta en kara olana dönüşebilirmiş.

Yıldızların söndüğü bir gökyüzü ,karanlığa teslim olan gece nasıl olurda mavi gökyüzü bulutlarla dolu olabiliyor.

Yıldızlar sönmüştü ,gece hıçkırıklar içinde boğulmuştu , gündüz nasıl olabiliyor da masmavi ve beyaz bulutlarını bulundurup umut dolu olup gülümseyebilirdi?

Gündüz , geceye ihanet ediyordu .

Güneş, ışığını aydan mahrum bırakıyordu.

Oysa birbirine bağlıydılar , nasıl olurda ayrılmışlardı ki ? Gece ve gündüz , ay ve güneş , bulutlar ve yıldızlar ...

birbirlerine küs ve birbirlerine düşman , sevgileri nefrete dönüşmüştü .

Bu nefret aşkları öldürmeye yetmiyordu ne de olsa verdiği sözleri vardı . Tutulması gereken sözler vardı ...

Anne ve babam birbirlerine bir kaç aşk kadar yakınken , bin dünya kadar uzaktaydılar . Aşık tanır mıydı?

Aşık hisseder miydi?

Aşık görür müydü?

Aşık, ruhu bilir miydi?

İçimdeki kız bağıra çağıra evet görürdü , hisseder , bilir , anlar ... diye haykırıyordu . Peki böyleyken , babam kör , sağrımı olmuştu? Annemin gittikçe yalnızlığıyla boğuştuğunu ve hayaller âleminde ki dünyasında yaşadığını neden görmemişti ? Ruhum kanıyordu, kalbim sızlıyordu annemin yalnızlığıyla , burnumun direği sızladığında annem için ağlamıştım

 

Annem için ağır olan bulutlardan suları boşluğa bıraktım. Bekliyordu annem , tıpkı evladını kaybeden bir anne gibi acı çekip , anlaşılmayı , kurtarılmayı, fark edilmeyi ... bekliyordu bir kurtarıcı bekliyordu , bir açık kapı , karanlık tünelde ışık arıyordu . Ama çaresini bulamamıştı yenilmişti kendine , hayal dünyasının ihanetiyle sarsılmıştı . En acısı da ben annemi , beni sevmediği için , iyileşmek için çabalamadığı ve beni unutup hatırlamadığı için kızdığımda , annem iyileşmek için Odinden bile vazgeçtiği zamanlar bile olmuştu .

 

O kendince bir yol bulduğunda babam , annemin inşa ettiği tüm yolları yok etmiş , çöküntü haline getirmişti . Seven insan sadık kalırdı , annem sadıktı babama, annem babama aşıktı tüm ruhuyla , annem bağlıydı babama ... ama babam anneme aşık olsa bile sadık değildi annem babamın ihanetiyle cebelleşmişti . Babamın ihanetiyle annem yok olmayı , ölmeyi seçtiğinde babam sadece bedenini kurtarmıştı . Oysa annemin ruhu çoktan ölmüştü ve bedeni gömülmeyi bekliyordu . O ruhu ölen ama bedeni hayatta olan bir ölüydü artık. O gün, o ihanet üç kişinin sonu olmuştu .

 

Sonlar buna denerdi , hayatlarımızda orada bir noktaya kavuştu . Üç nokta olmasını isterdim devamı belirsiz ama uzun . Babam kendi elleriyle yok etmişti bir aileyi , iyileşmeyi bekleyen bir ruhu ve bebek olan bir çocuğun mutluğu bekleyen umudunu Yok olmuştu hepsi geriye sadece kocaman bir yıkıntı kalmıştı . Babamın ihanetiyle koca bir deprem olmuştu , o depremde üç kişi enkaz altındaydı , nefes alıyordular , hayataydılar o üç ruh ve bedenleri sapa sağlamdı . Kadın , adamın ihanetiyle bile sevmişti adamı ama yaklaşmamıştı adama .

 

Bir adım , bir dokunuş , bir hissediş kendine olan saygısızlıktı tıpkı annem gibi annemin yaptığı gibi sadece küçük bebeği için hayattaydı . Anneme göre Odin haklıydı küçük bebeğin doğuşuyla bir kıyamet olmuştu . Oysa haklı olan Odin değildi , haklı olan annemin hisleriydi . Hissler yalan söylemezdi , hissedilen gerçekleşir , hissedilen her şey olurdu , yaşanırdı o hissedilen her neyse . Odini haklı gören annem ona daha fazla sarılmış , Odine öyle bir bağlanmıştı ki bebeğini unutacak kadar bağlanmıştı , bebeğini öldürtecek kadar bağlanmıştı .

 

O bebeğin doğuşu bir inancın sonuydu , bir güvenin yıkılışıydı . Bu bir cinayetti ,ihanet edenin cinayetiydi bu babamın bir katliamıydı ama suçlu olarak gösterilen tek bir kişi vardı annem . Annem artık o bıçağı elinde tutuyordu ve o kanlı bıçağı eline tutuşturan babamdı .

 

Ruhlar ölemezdi derlerdi , oysa ruhlar defalarca ölüp ve defalarca dirilirdi , nefesler kesilerken bile hayatı sürdürürdü aciz bedenler , ruhlara kalkan olan , koruyan ,gizleyen aciz bedenler nasılda dimdik , tek bir hasar ve çizik almadan öylece kalabilirdi , beden nasıl ruha ihanet edip saygısızlık yapabilirdi . Beden gerine gerine gülerken , ruh ise hıçkıra hıçkıra ağlayabilir, ruh gözyaşları içinde boğulabiliyorken , beden sadece gerilmiş kahkahasıyla gözyaşı döküyordu . Bu bir dolandırıcılık, bu bir oyun , bu kocaman bir kandırmaca ...

 

Gözyaşlarım içinde boğulduğumu hissediyordum , kalbimi demirle kaplanmış eller sıkıyor gibiydi, asıl olan ruhumun paramparçaya bölünmekle kalmayıp , toz kırıntılar haline dönüşmesiydi . Ben nasıl toparlayacaktım , ruhumun kırıntılarını nasıl birleştirecektim ?Okuduğum sayfaları nasıl unutacaktım , anneme kendimi nasıl affettirecektim?,

babamı nasıl affedecektim ? Bir kara deliğin içinde savrulduğumu hissediyordum , savruldukça savruluyor da kaybolmaya yüz tutmuş gibi uçsuz bucaksızdım...

 

nefeslerimi kesik kesik almaya başladığımda göğsümdeki acı daha da bir artmış , dayanılmaz bir hâl almıştı artık . Nefesler haram olurmuş insana , nefeslerim benim değildi , nefeslerimi sahiplenmiyordum . Uğursuz bir bebek, uğursuz bir çocuk , uğursuz bir insanken nasıl olurda utanmadan hâlâ nefes alabiliyordum? Odin haklıydı, annem haklıydı , defter haklıydı hepsi haklıydı ben kocaman bir yanlış , düzelmeyen bir hataydım .

 

Düşünmeden edemiyorum , ben doğmasaydım babam annemi aldatır mıydı yine ? Bağırarak "hayır " dedim kendi kendime. Bir hata , bir yanlış , kocaman boşluk , terk edilmeye mahkûm Mila Ak . Gözyaşı gölümden çıkıp , zorda olsa kendimi toparladığımda kucağımda ki defteri sehpaya doğru uzattığım zaman defterden bir kağıttın düştüğünü gördüm ve acelece defteri sehpaya koyduktan hemen sonra yere düşen kağıda uzanıp kaldırdığımda bunun bir fotoğraf karesi olduğunu gördüm bir adam vardı .

 

Yaşı yirmili , kara gözlü , esmer tenli ve oldukça uzun olan bu adam , Karanın babasından başkası değildi . Karanın geçen yılki doğum gününde aynı fotoğrafı görüp , Karaya sorduğumda babam demişti . Peki Kemal amcanın , fotoğrafı annemin defterinde ne işi vardı ? annemin Kemal amcayla bağlantısı neydi ? Neden bu fotoğraf karesi bu defterdeydi? Zihnimde annemin de ihanet ettme düşüncesi votka atarken , fotoğraf karesinin arkasını , önünü incelediğimde ne bir ad nede bir isim bulabilmiştim .

 

Saçlarımı geriye itip sehpaya koyduğum defterin en son okuduğum sayfanın bitişi olarak sandığım sayfanın iki boş sayfasından sonra

Bunca acı , bunca yara , bunca çaresizlik içindeyken sen ve Odin benleydiniz . Parmak uçlarıma kadar acı çekişimde ikiniz tek vardınız yanımda ve ben sana hayatımın , hatta ömrümün bir memulu, bekleyişimi anlatıp durdum merakını bu gün son verecem ve bir daha asla senin hiç bir sayfana çizik , kelime ve cümle kurmayacağıma yemin ederim . Hayatıma sadece Odinle devam edecem hoşça kal .

Annem bu cümlelerin atına kocaman harflerle TALAT , MEMUL OLANIM , BEKLENİLEN , YORULUŞUM diye cümleler koymuştu . Elimde fotoğrafı olan adam Kemal amcaydı , kemal amca Talat mıydı ? Madem ismini değiştirmişti ? Neden anneme uğramamıştı ?

 

Annem onu beklerken o sadece icatlarıyla meşguldü , onu bekleyen kardeşini , hayır doğrusu hasta olan kardeşini nasıl olurda önemsemez ? Annem onu bir gün olsun beklemekten vazgeçmemişken o , annemle aynı şehirde ailesiyle yaşarken , onunla bağlantısını üç ayda bir sürmüştü . Nasıl böyle bencil olurdu? Dedem ve büyük annem öldüğünde bile bir yabancı olarak gelmişti, bu nasıl bir vicdansızlıktı öyle ? Anne ve babası onu ölü biliyorken o ... İnsanlar yalancı , insanlar bencil ... alçak insan oğlunun daha ne kadar ileri gideceğinden bir haber yaşıyoruz bu dünyada .

 

Minnet duyulması gerek başlıca insanlar anne ve babamızken Kemal amca , yanlış Talat Şahoğlu onları ölü olduğuyla kandırmıştı . Peki neden? sadece şirketin başına geçmemek için onca eziyet , ona acı çektirmişti onlara . Affedilmemesi gereken insanlardandı Talat . İki insanın ona hasret olarak öldüğünü bilmek canını acıtmış mıydı ?, acır mıydı bencil insanların canı da, üzülebilir miydiler ? öyle insanlar ya da masumluğu simgeleyen gözyaşı dökmüşümdür peki ?..

                                                   ***

Düşüncelerimi bir kenara atıp kendimi toparladıktan sonra Kayaya gitmek için taksiye bindim . Taksi Kayanın evinin önünde durduğu da hala taksinin içinde eve bakıyordum , yapabilir miydim ? Annem için hesap sorabilir miydim? Diye düşünürken , şoför kalın sesiyle "abla geldik " dedi sesiyle irkilmiştim. İnmem gerekiyordu . Taksiden indiğimde kapıda ne zaman öylece durdum bilmiyordum .

 

Nefes almadım , yutkunmadım, yorulmadım sadece durdum ... bana nadir olan cesaretimin uğramasını bekledim , güç bekledim kendimde ama ne bir cesaret kırıntısı uğradı bana ne de güç kırıntısı bir türlü geçmedi damarlarımda ve artık ne gücü nede cesaretti bekledim çaldım kapıyı . Öyle bir çaldım ki kapı tekmelerim ve yumruklarıma karşı koymasa kırılacak güçteydi . Çok geçmeden gri eşofman atı ve mavi sweatiyle kapıyı Kara açtı .

 

Şaşkın ve anlamsız gözleri gözlerimi bulduktan bir kaç saniye sonra "Mila?" Bu bir soruydu, onu yanıtsız bıraktım ve içeri girdiğimde iki katlı olan evin tümünü kahverengi tonlarla eşlik eden siyah ve gri koltuklar ve mobilyalarla karşılaştım , salonda kocaman bir yemek masası vardı .

 

Âh o yemek masaları , kim bilir kemal amca ailesiyle , mutlu kahvaltılar ve huzurlu akşam yemekleri yemişti . Kim bilir ailesiyle belkide şen şakrak sohbetler edip kahkahalara boğulmuştur . Ne yazık bana , anneme ve babama biz hiç oturmamıştık o yemek masasına, o yemek massında hiç yemek yiyip konuşamamıştık , Kemal amca , âh Talat Şahoğlu gibi ailecek bir arada olmamıştık hiçbir zaman.

 

Çünkü biz hep ayrıydık , hiç bir zaman bir arada bulanmamıştık , yakın ama uzaktık, ailem vardı ama yoktu , hem vardıydılar hem de yoktuydular tıpkı gri gibi hem temiz hem de kirli , hem beyaz hem de siyah , hem kalabalık ve hemde yapayalnız...

 

öfke tüm bedenimi esir almaya başlamıştı kendimi sakinleştirmeye çalısamda bunu bir türlü yapamıyordum . Kara bileğimden tutup beni kendine döndürdüğünde "Mila iyimisin ? " dediğinde Karaya sertçe "baban nerede?" Diye sordum , Kara anlamsız bakmayı sürdüğünde bir kez daha haykırarak" baban nerede diye sordum sana " sesim salonda yankılanmıştı . Kara tedirgin bir sesle "ne yapacaksın babamı?" Diye sorduğunda anlıma bir şaplat atıp bağırarak" Kemal amca" diye gürlediğimde derin bir nefes alıp "âh Talat Şahoğlu mu demeliydim ?" Dediğimde Kara bana bir adım atıp " öğrenmişsin" diye mırıldandığı sırada transa girmiştim , Kara her şeyi biliyor muydu? Kara her şeyi biliyordu ve bunca zaman benden gizledi ve bunca zaman ...

 

Karayı omuzlarından ittirip "biliyorsun, Allah kâhretsin sen her şeyi biliyordun ve bana söylemedin " onu ittirmeye devam ettiğimde bileklerimden tutup "sakin ol Mila , sakin ol " sesi gür çıkmıştı , sakin ol Mila diyordu bunca gizli saklı olan her şeyin içinde bana sakin ol Mila diyordu . Çıldırmak üzereydim , kafamda birer , onar şimşek çakıyordu onlarca binlerce şimşek art arda çakıyordu, sakinleşemiyordum nefeslerim kaburgalarımı kırıyor gibiydi , hıçkırıklarımın arasından "ne zamandandır biliyorsun" diye sordum Kara sakince "senin beni tanımadan önce biliyordum" şaşırmıştım nasıl yani Karayla lisede Arya sayesinde tanıştığımızı zannederken o beni daha önceden mi tanıyordu ? Ona şaşkınlığımı belli ederek “ne?" Diyebildim , Elimden tutup "otur konuşalım , evde benden başka kimse yok " dediğinde beni siyah kanepelerden birine oturttu ve boğazını temizleyerek "sana şimdi her şeyi anlatacam ve ne olursun sözümü kesme , olur mu Mila?" Dediğinde burnumu çekip "tamam" diye cevapladım.

 

Kara yanıma oturup derin bir nefes aldı ve sertçe yutkundu zorlanıyordu "Mila babam evi terke ettiğinde, yani aile evini terk ettiğinde halam " durdu halam demişti sahipleniyordu annemi , kendini toparlayıp " annen daha çocuk yaştaydı ve babama kopamayacak kadar bağlıymış , dedemiz babamı şirketin başına geçirmek için her şeyi yapıyor ve hatta okuyacağı üniversitesini seçmiş, babamın tek bir hayali varmış o zamanlar bilim insanı olmak " kendimi tutamayarak "lafı dolandırmadan anlat" dediğimde uzunca bir soluk verdi " babam arkadaşıyla tatil seyahatindeyken arkadaşıyla trafik kazası yapıyor ve arkadaşı ölüyor , babamda bunu fırsat bilip kendini ölü gösteriyor" bu nasıl bir vicdansızlık " baban bencilin teki" diye haykırdım, Kara bana karşı çıkıp babasını savunmamıştı , adaletli insanlardandı Kara çünkü "kendini ölü gösterdikten sonra annene ulaşmış ve yaşadığı her şeyi , kurduğu oyunların hepsini ona anlatmış"

 

aklıma takılan tek bir soru vardı "annem babanın ismini değiştirdiğini biliyor muydu?" Kara kendinden emin bir sesle " biliyordu " dediğinde ağzımın aralandığını hissetmiştim ,şaşkınlık içerisinde

" günlüklerde bahsedilmiyor" diye bir cümle döküldü dudaklarımdan "yakmadığı günlüklerde yok zaten " bir kez daha şok yaşamıştım , Kara sen benim bilmediğim neleri biliyorsun "annemin yakmadığı günlüklerini nerden biliyorsun?" İki elini yüzünü sıvazlayarak "babandan , baban ve babam anneni iyileştirmek için çabalıyorlardı ve hatta hâlâ bile çabalıyorlar " neler oluyordu ? Neden ben hiç bir şey bilmiyorken Kara her şeye hakimdi ? "Babam ve baban ne zamandandır çabalıyorlar?" Dedim sertçe "sen daha doğmadan önce" babam annemin hasta olduğunu biliyor muydu ? Fark ettmişmiydi? Ama nasıl günlüklerde öyle bir detay yoktu ve hatta annem sırf babam bilmiyor, fark etmiyor diye yakarıyordu ."ama defterlerde annem , babamın hastalığını fark etmediğinden bahsediyordu " diye mırıldandım" Mila halam bir şizofren hastası onun dedikleri , yazdıkları sence ne kadar doğru ?" Yönelttiği soruyla kalbim sıkıştı , yüreğim kanadı , nefes alamadım.

 

Tüm bildiklerim neydi o zaman ? Yalan mıydı , sahte miydi okuduklarım? Ruhum can çekişiyordu , kalbim kan gölüne dönmüş sızlıyordu alçak bedenim niye hâlâ dimdikti peki ? Bedenimin elinde olsa kahkaha savurup dans edecek, ne bu ihanet , ne bu kandırmaca ? ...

 

Boğazımdaki düğümlerin arasından yutkunup "babam annemi hiç aldatı mı Kara ?" Elimde sanki bir silah vardı da namluyu kendime tutuyordum , namlu şakağımdaydı , tetikte benim parmağım , emri veren Kara . Gür bir kahkaha attı Kara " sen gerçekten babanın böyle bir şey yaptığına inandın mı gerçekten?" Samimiydi , yalansız , gerçekçiydi ... sorusunu yanıtsız bıraktım , ben ne düşünüyordum artık bilmiyordum çünkü . Kara bana kısık gözlerle bakıp "gerçekten de mi Mila , bu basit soruya bir cevabım yok mu?" Yok kara demek istiyordum ama o kelimeleri söyleyebilecek güç yoktu bende ve zihnim defterde yazılanlarla bulanırken ne diyebilirdim ki .

 

Bakışlarını yumuşatıp ellerimi tuttu ve tüm dürüstlüğüyle "annen sana hamileydi ve baban , babamı bulmuştu , hatta o gün baban anneni de bize getirmişti , tabi biz o zamanlar New York'taydık babamın işleri için " babam, annem için abisini mi bulmuştu doğrumu duymuştum ve annemi aldatmamıştı da bir kez daha teyit ettirerek " yani babam annemi aldatmadı " Kara gülümseyerek "böyle bir şey imkansız Mila. Baban, annene o zamandan bu zamana kadar sırılsıklam aşık ve sevgisi bir tık bile azalmadı " ihanet yoktu , aldatma yoktu , sadakat vardı. Yüreğim kanamayı bırakmıştı artık , içimdeki iyi kız kanlı olan giysilerini değiştirip tekrar beyazlara boyanmıştı . Karanın bildiklerinin hepsini anlatması gerekiyordu, çünkü annemin yazdıklarına artık inanmıyordum .

 

Karaya tüm samimiyetimle "Kara bana her şeyi anlat lütfen " diye mırıldandım Kara olumlu anlamda baş salladı ve bana her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatı. Ölü ruhlar canlanır , kanayan kalpler sevinçle dolmaya başladığında sevinç masasının önünde tadına varıyordu hayattın. Tökezlendiğinde bir insan kalkmalı , kalkamasa ezilmeli derdi dedem . Kalkmaya mecali olmayanın yürümeye hakkı da yoktu çünkü .

Kara , annemin saçlarımı kestiği zamanları biliyordu, Kara her şeyi biliyordu ve bana her şeyin en ince ayrıntısına kadar anlatmıştı. Annemin dayım hakkında, babam hakkında yazdıklarının bir çoğu doğru değildi. Anemin hastalığı onu farklı dünyalara itmişti . O dünyalar ; karanlıktı, acımasızdı, bolca umutsuzluk vardı o dünyada ve annem o dünyada nefesler alıyordu. Belkide hâlâ o dünyada nefes alamaya devam etiği için iyileşmiyordur. Saat kaçtı bilmiyordum ama geç bir vakit olduğunun farkındaydım, yerimden hareketlenip kalkacağım sırada Kara bileğimden tutup "nereye?" Diye sordu "evime" dediğimde kolundaki saate bakıp "saat 02.30 Mila, geç oldu ben bırakayım seni" onu red edemezdim "olur " diyip oturduğum yerden kalktığımda Karada benimle beraber kalkıp hazırlandı .

 

Arabaya bindiğimizde Kara , Arelle göre arabayı daha yavaş kullandığını fark etmiştim . Arel’leyken kendimi araba yarışındaymışım gibi hissediyordum ve bu bana zevk veriyordu . Gerçi onunlayken her şey bana zevk veriyor..

 

. saat başı beni arayan, beni görmek için bir bahanesi olan gökyüzümün , en son evinden ayrıldığımdan bu yana beni araması tuhaftı. Telefonuma baktığımda ondan bir mesaj vardı

AREL

(23.35)

(,)

Bana sadece bir virgül mü atmıştı , buda neyin nesiydi öyle? Adına tıklayıp aradığımda tele sekreterin aradığınız numara kullanılmamaktadır sesiyle vücudumda karıncalanan şok dalgasını uzaklaştırıp , tekrar çaldırdığımda tele sekreterin bir kez daha aradığınız numara kullanılmamaktadır sesini duydum , telefonlarda bir sorun vardı galiba ya da başka bir şey , tanıdık olan o korku tekrar filizlenmişti ve kalbim o korkuyla atışlarına mani olamıyordu , üzerime sıcak sular dökülüyor gibiydi , aldığım her nefes yüreğimi parçalıyordu ...

 

düğümlenmiş boğazımı temizlemeye çalışarak "Kara bana telefonunu verirmisin ?" Bakışlarını yoldan ayırıp önce bana çevirdi ve sonra telefonunu montunun cebinden çıkartıp uzattı . Ekranda şifre vardı "şifre?" Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme yerleştirdikten sonra "Arya" dedi şifresi Arya mıydı? Şifreyi girdikten sonra Arel’in ismini aradım ama ne onu Arel olarak nede onu Bora olarak kaydetmişti.

 

Arel’in her iki ismi de rehberinde yoktu. " Areli ne olarak kaydettin?" Deyiverdim Kara yaramaz bir çocuk gibi gülümseyerek "perzevenk" dedi ardından "sen telefonla ne yapacaksın?" Diye sorduğunda acelece" Areli arayacağım" araba ani bir frenle durmuştu . Kemerim bağlı olmasına rağmen öne savrulmuştum .

 

Bana dönüp "Bora " dediğinde Areli aramıştım bile ve bir kez daha tele sekreter aradığınız numara kullanılmamaktadır dedi , üç kelime , bir cümle zihnimde dolanırken içimdeki beyazlara boyanmış kız haykırarak numara kullanılmamaktadır , virgül diye olanları bana hatırlatıyordu. Karaya dönüp "numarasını mı değiştirdi" dediğimde Kara tedbirli bakışlar atıp "hayır, şehir , ülke değiştirdiği için ulaşılamıyor" bir hançer , bin hançer , milyonlarca yara "ülke mi değiştirdi" diye tekrar ettim " Bora Kanada’ya gitti ya Mila" deprem , enkaz , çöküntü , kıyamet " Kanada’ya mı gitti?" Diye haykırdım , gitti mi demişti? nasıl olurdu? hayır Arel gitmez , Arel bana haber vermemişti bile Kara beni kandırıyor olmalıydı "sen , bilmiyor muydun?" Kahkaha atarak " yeter geyiği , boktandı zaten" diyip umursamadım , gerçektende berbat bir şakaydı "Mila bugün Bora beni aradı Relicta da buluştuk , Kanada’ya gitmesi gerekliymiş diyip vedalaştık" yalan , kandırmaca , ona inanmayan bakışlar atıp "hıhı saat kaçta peki buluştunuz?" Diye sordum kendimden emin bir şekilde, Kara tüm ciddiyetiyle "14. 15 geçiyordu, Bora tek değildi yanında Cenkte vardı" bu saate onunla değildim ama Karaya inanamayan tarafım ağır basıyordu .

 

Arel’in gitmemiş olduğunu kanıtlamak istercesine "beni Arel’in evine götür" dedim , şüphe tohumları filizlenmiş ve binlerce korku ağaçlarım meyvelenirken ben sadece tırnaklarımı ellerimle kopartıyordum. Bekleyiş , kaçış , yıkılış . Arel’in evine vardığımızda iki katlı olan evin lambalarının yanmadığını gördüm . Gitmiş olamazdı geç bir vakitti uyuyor olmalıydı , bahçeyi aydınlatan sokak lambalarını anımsatan ışıklar vardı arabadan indim ve koşarak kapıya vardığımda kapıda , mor bir kağıtta kocaman , tüm kağıttı kaplayacak derecede siyah bir renkte bir virgül işareti vardı . Bu ne demek oluyordu ? Gittmişmiydi ? Terk mi etmişti ? Kapının önüne yıkılmıştım olanları kafamda birleştirdiğimde her açıdan aynı yola çıkıyordu , aynı sonuca varıyordum , kaçmak istiyordum kaçamıyordum ,

Arel gitti ,

Arel beni terk etti .

 

Bulutlar biriktiği yağmur sularını üzerime döküyordu , gök benim içim gürlüyordu . Arel gitti , evinin kapısında diz çöküp oturuyordum. Oturmayı bırakıp şiddetle kapıyı yumrukladım duyar diye ardından yumruklarımla beraber tekmeledim kapıyı ama açılmadı o kapı bana, kapılıydı.

 

Bir umut bağırdım " Arel , aç kapıyı bak ansızın geldim" diye duyan yoktu , kapı kapalıydı, açılmadı kapı bana. "Arel " diye son kez bağırdım. Duyan yoktu, kapı açılmamıştı bana, kimse yoktu , Arel beni terk etmişti. İdrak etmiştim artık Arel’in beni terk etmesini. Ayaklarımda sanki derman yokmuş gibi yıkıldım kapının dibine saatlerce diz çöktüm, ama tek bir damla olsun gözyaşı akmadı gözlerimden , tek bir acı feryat inlemedi dudaklarımdan, tepkisizdim , sessizdim , boş bakıyordum ama ruhum paramparçaydı , ruhum hiç dirilmemek üzere ölmüştü , kalbim yerinden çıkmıştı, gökyüzü bana ağlıyordu , gökyüzü benim için ağlıyordu, gök benim için haykırıyordu , gökyüzü duygularıma dil oluyordu , yağmur son hızda akıyordu tıpkı dökmek istediğim gözyaşlarım gibi , şimşekler çakıp gök gürlüyordu tıpkı bağırmak istediğim gibi, ellimdeki kocam bir virgül simgesi yazılan mor kağıt yere düştü . Tıpkı Nazımın şirinde olduğu gibi Bir kitap düştü yere…Kapandı bir pencere… AYRILDILAR..

 

Bir mor kağıt düştü yere ayrıldılar. Ayrıldık. Acı çekiyordum parmak uçlarımdan , kirpik uçlarıma kadar, iliklerime kadar acıya bulamıştım . En küçük hücrem bile Arel gitti diyordu . "Arel gitti" diye defalarca mırıldandım . Yüreğim defalarca kanadı , kanadı hiç durmadı kanı . Yaralarıma birer yara daha en acıtanından , en derinlerinden ve hiç kapanmayanındandı bu yara .

 

İz olamayacak kadar taze kalan , iz olsa bile hep görünen yara . Tüm renklerim solmuştu artık tek bir rengim vardı siyah . Tüm renklerden oluşan ama hepsini yok eden bir renk siyah . Ben artık siyah olmuştum , artık benim renklerim yoktu bulutlarım yoktu . Çünkü umut barındıramazdı yüreğim .

 

Hevesleri , heyecanları , sevinçleri tükenmişti. Hastalıklı bir beden gibi olan ruhum gömülmeye yüz tutmuştu . Ruhum gömülmek için bekliyordu . Ruhum yoktu , bedenim vardı ama gereksizdi , ihtiyacım yok gibiydi . Bu gece bir kıyamet koptu , herkes kurtuldu , herkes nefes aldı . Bir tek ben öldüm ve bir tek ben nefesiz kaldım . Herkes renklere boyandı bu gece, bir tek ben kara kaldım ben simsiyah oldum .

 

Meğerse kıyamet insanın yüreğimdeymiş , kaç terkediliş , kaç yüz üstü bırakılış , paramparça olmuştum hayır artık paramparça olmakla kalmayıp kırıntılar haline dönmüştüm . Gücüm yok kendimi toplamaya, mecalim yok yaşamaya . Ruhum ölü benim, ruhum gömülmek için bekliyor ...

 

filmlerde bir silah sıkılırdı ölen kişinin ardında simsiyah kuşlar ağaçlardan uçardı. Benim ruhum öldü ve bana sadece gökyüzü; ağladı , haykırdı . Gök benim dostum olmuştu bu gece, bu lanetli gecede benle beraber acı çekti. Artık yağmur temizlemiyordu, artık yağmur gözyaşı döküyordu en acı gözyaşlarından. Gök bir kez daha benim için haykırdığında Kara yanıma gelip , bağıra çağıra "kalk Mila " dedi sapa sağlam bedenle oturduğum yerden kalkamadım, çünkü ruhum öldü bu gece , ruhum siyah oldu en koyu rengine boyandı karardı ruhum "Arel gitti , ruhum öldü " diye mırıldandım .

 

Gözyaşlarım akmadı bir damla bile akmadı . Bağırmadım ,hıçkırmadım, tek bir söz dilümden dökmedim. Kalbim yoktu artık , renkler yoktu , ruhum ölmüştü ve gök benim için ağlayıp , hıçkırıyordu.

 

Bu gece bir kıyamet koptu ölen bir tek bendim , rengi siyaha dönen bendim , enkaz altında sapa sağlam bir bedendim ama ruhum ölmüştü , renklerim yok olmuştu ben artık siyahtım.

 

Bu gece karanlık, yağmurlu gökyüzünde, hiç bir yıldız yokken bir yıldız parladı. Öyle parlak ve öyle ihtişamlıydı ki, her hangi bir bu yıldızın adını merak edip sorsalardı; ölü ruhumun yıldızı derdim. Bu yağmurlu, karanlık ve gürleyen gökte, ölmüş ruhumun yıldızı nefes aldı. Çünkü, ruhlar ölür yerine gökte bir yıldız nefes alır.

                                                                                                                             

Herkesin vardı cebinde birer pinokyosu

Saklardı herkesten ustaca

Fark etmezdi bakan

Ustaydı o yalanda

Kalp kırmayı çok iyi bilendi

pinokyosunu saklayan

Paramparça ettikten sonra

Çıkarırdı pinokyosunu

Dökerdi en tatlı sözler ve vaadler

Mabedine alırdı duyanlar

İnanırdı hiç sorgulamadan

Görmezdiydiler ki pinokyoyu

Aldırtılırlardı zavallıca

Bin kez kırardı sonra tekrar inanırlardı,

pinokyosunu ustaca saklayana

Ne yazık onlara ,çürüttüler kalplerini

Öldürdüler ruhlarını

Parladılar gökte ihtişamlı bir şekilde

Tatlı dil kullanıldı sonra,

bir zaman söndü ışıltıları

Bilmiyorlardı ki tekrar parlayacaklardı

Ne yazık onlar , onlar ne zavallı öyle.

Oy vermeyi unutmayın :*)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%