Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@orion

 

 

YİRMİNCİ BÖLÜM

 

 

⏳️

Hâlâ gerilmiş dudakların mutluktan olduğunu zannediyorsanız , kalbinizdeki masumluk yerli yerinde demektir . Tabi aynısını kendiniz yapmıyorsanız.

 

Uyandığımda tanımadığım bir yatağın üstündeydim. Ayrıca nasıl buraya gerdiğinden bile habersizdim. Uyduğum yataktan kalkıp karanlık odayı aydınlatan dolunayın yardımıyla ışığı açmak için anahtarı bulup lambayı yaktım ve perdesiz olan pencerenin Önünde dikilip dışarıyı seyrettim. Bakışlarım önce çok sevdiğim gökyüzündeydi. Gökyüzü o kadar güzeldi ki hayran kalmamak mümkün değildi.

 

Çocukken yıldızları sayardım. Öyle bir sayardım ki ne kadar çok olduğunu hesaplamaya çalışırdım sonra saatlerce gökyüzüne bakıp yıldız kaymasını beklerdim sırf bir tane bile olsa dilek tutmak için. Bazı geceler hiç yıldız kaydığını görmezdim . Sonra diğer gece tekrar gökyüzüne bakıp heyecan ve umutla yıldız kayması için beklerdim. Öyle tatlı bekleyişlerdi ki hiç acıtmazdı gönlümü. Her zaman umutla bekleyişlerime devam ediyordum. O yaşımda yıldızları sayışım bilinçsiz olarak yaptığım bir ölü ruh saymakmış ve yıldızların kaymasını beklememde ölü bir ruhun dirilmesi demekmiş meğer. Tabi bunların hepsini bu yaşımda öğrenmiştim.

 

On sekiz yaş, ne çok şey öğretiyor ve de ne çok şey alıyormuş insandan. Derin , karanlık ve bir o kadar yaralayıcı düşüncelerimden sıyrılıp bakışlarımı gökyüzünden yer yüzüne indirdiğimde babamın bahçedeki çardakta oturduğunu gördüm. Bu demek oluyordu ki burası annemin kaldığı ev oluyordu. Annemle aynı çatın altında nefes almak bana tuhaf hissettiriyordu. Bir yanım korku içinde hapsolsa da bir yanım da dört yaşımdaki annesi için bahçeden papatya toplamak için arayışta olan bir kız çocuğu gibi

hem heyecanlı

Hemde bir o kadar hevesli.

 

O kız çocuğu annesine papatya vermek için hevesle etrafta çiçek ararken nasıl mutluysa bende şuan annemle aynı evde olduğum için o küçük kız kadar mutluydum. Tek korkum dört yaşındaki kızın annesine verdiği papatyanın , annesi tarafından tekrar seviyor, sevmiyor falını yapıp papatyanın yapraklarını koparttığı için dört yaşındaki kızın akmak için gözyaşlarına direnmesiyle verdiği savaşın sonunda gülümsemeye çalışmak. Çünkü biliyorum ki kalp kırıklığına ve akmaya çalışan gözyaşlarına rağmen gülümseyen dudakların acısı çok acıtıyordu.

 

Aslında bir yandan da bakarsak ben alışığım. Sadece iki kişinin açtığı yaranın değil , artık üç kişinin açtığı yaranın acısı ve üzüntü içinde rol kesip gülümsüyorum.

 

Belki bu gülümsemelerim en şiddetli kahkahalarıma döner...

 

bilmediğim ve ban yabancı gelen odada bir kaç dakika daha oyalandıktan sonra ahşap kapıyı açıp dışarı çıktığımda mırıltılı bir ses duydum. Sesin geldiği yöne doğru ilerlerken çok geçmeden sesin kime ait olduğunu anlamıştım artık.

 

“hıhı biliyorum. O iblis” kapıya doğru daha temkinli ve sesiz adımlar arıyordum. “anlamayacak. O anlamayacak ve biz bu sefer yarım bırakacağımız işi tamamlayacağız” kapının önünde durduğumda elim istemsizce kapının koluna uzanmıştı. Heyecan ve korku damarlarımda gezerken sesiz ve kısık kısık nefesler almaya başlamıştım bile. “hayır Odin fark etmeyecek.

Asla .

Bu sefer biz kazanacağız sana söz veriyorum”

 

annemin sesi olduğundan gür çıkmıştı. Yine Odinle konuşuyor olmalıydı ve yine hayali arkadaşı onu karanlığa sürüklüyordu. Tutuğum kolu çevirdiğimde kapının kilitli olduğunu fark ettim. Kapıyı hiç zorlamadan kapının önünde oturup çatallaşmış sesimle “anne” diye seslendim. Annemin mırıltıları kesilmişti. “anne. Ben geldim. Anne” dediğimde yanağımdan sıcak olan gözyaşlarımın aktığını hissetim. “anne. Ben Mila. Kızın. Tanıdın mı?” dizlerimi kendime daha fazla yaklaştırıp sarılırken “hatırladın mı? Hani Talat çocuğunun adını Kara, sende kızının adını Mila koymuştun ya. Ben senin kızın Milayım anne” diye çaresizce kendimi tanıttığımda ayak sesleri duydum ve ardından yaslandığım kapıdan tak, tak, tak diye ses duyduğumda bende aynı annem gibi kapıyı üç kez tıklattım ve bir umutla “anne beni tanıdın mı?” diye sordum.

 

Annem tekrar kapıyı üç kez tıklatıp cılız çıkan sesiyle “bak Odin Mila gelmiş. Kızım gelmiş” diyip zayıfça bir kahkaha attığında ıslanan yanaklarımı elimin tersiyle silip “anne” diye bildim. “kızım” dediğinde bu kelimeye ne kadar muhtaç olduğumu hissetmiştim. Kızım. Annemin ağızından çıkan o eşsiz kelime ve bana karşı kullanıyordu.

 

“anne beni hatırladın mı?” diye sordum tekrardan. Annem varla yok olan güçsüz sesiyle “hatırladım tabiki. Hiç unutur muyum Mila” ama unutuyorsun anne demek gelmedi içimden . Annemin kurduğu bu cümleyle kocaman bir gülümseme yerleşmişti yüzüme ve ben uzun bir zamandan sonra ilk kez mutluktan gülüyordum.

“anne , ben seni çok özledim”

“bende”

“beni gerçekten hatırlıyorsun değil mi?”

“Hatırlıyorum tabiki. İnsan hiç doğurduğunu unutur mu Mila”

“anne. Ben seni çok özledim”

“Bende”

diye mırıldandığında Kara ahşap olan merdivenlerden tırmandığını görmüştüm. Mutluk ve heyecanımla “Kara annem beni hatırlıyor. Annem beni özlemiş Kara” dediğimde Kara ne oluyor bakışlarıyla yanıma yaklaştıktan sonra tek kaşı kalkık bir şekilde “eminmisin Mila?” diye şüpheyle sorduğunda, kendimden emin bir şekilde başımı evet anlamında sallayıp “eminim Kara” dedikten sonra Karaya göstermek için kapıyı üç kez tıklattıktan sonra “anne bak Kara da geldi. Ona beni hatırladığını söylermisin?” annem üç kez kapıyı tıklattı ve sonra “Kara, ben Milayı nasır unuturum. Doğurduğumu unutmam “ diyip cılız bir kahkaha atıktan sonra Kara bana annemin beni hatırlamasına rağmen sevincimin geçici olduğu bakışlarıyla “bir kaç saat sonra unutabilir Mila. Daha tedavi işe yaramadı. Zorla içiriliyor ilaçlar” diye gerçeklerle yüzleştiğinde papatyaların yapraklarının solup ,Tek tek yere düştüğünü görüyor gibi olmuştum. Bir an bile olsa kısa bir zamanda solgun papatyalar nefes alıp canlanmıştı oysa. Sevinmiştim ve halada bu serçe gözyaşına bağlı sevincim solmamışken Karanın söylediği tüm gerçekleri umursamayarak kapı üç kez tıklatıp “anne” diye seslendim korkuyla.

 

Sanki camlı bir yolda yürüyor gibi annemin bana cevap vermesini bekliyordum. Onun beni unutmamasını bekliyordum. “Mila” unutmamıştı hala, kızı olduğunu hatırlıyordu. Kara inanamıyorum gibi bana baktığı zaman onu anlayabiliyordum. Aslında annemi tanıyan herkes onun sakin ve hatırlıyor olmasına inanamazdı hele ki beni hatırlaması. Bana bile imkansız geliyorken onun beni hatırlamasını kim normal karşılardı ki. Suratımdaki gerilme yerli yerindeyken “anne” dedim bir kez daha. Ona karşı anne diye bilme hayalini o kadar çok kurdum ki , doymak bilmeyen nefsimle bu kelimeyi defalarca tekrarlamak ve annemin bana kızım demesini istiyordum. “kızım” diyip tekrar kahkaha atıktan sonra bıkın bir nefes verdi ve ardından “hadi yanıma gel Mila, uzun zaman oldu seni görmeyeli. Seni çok özledim kızım” diyip kapıyı üç kez tıklattı.

 

Annem beni özlemişti ve ben annemin beni görme isteğine karşılık vermek için can atıyordum. “Kara annem beni yanına istiyor. Kapı kapalı anahtarlar nerde biliyor musun?” diye hızlıca ayağa kalktım. “Mila bu odanın anahtarı sadece Merih amcada” dediğinde kapıyı üç kez tıklattıktan sonra “anne yanına gelecem. Anahtarları alıp yanına gelecem” diyip ahşap olan merdivenlerden koşar adımla aşağıya indim ve kocaman olan salondan bahçeye açılan camla kaplanmış kapıdan kendimi dışarıya atıp nefes nefese çardakta olan babama “baba, annem beni hatırlıyor. Anahtarları-“ adımlarımı daha büyük atıp babamın yanına vardığımda babam oturduğu yerden kalkık bir şekilde şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu. “baba anahtarları ver annem beni yanına istiyor” dedim nefes nefese, babam ifadesini değiştirmeden “Mila “ dedi , ardından suratına tüm ciddiyetini yerleştirip “Mila , bunu yapma kızım. Ne kendine ne de bana bunu yapma “diyip tekrar oturduğunda arkamdan gelen Karaya bakıp “Kara bana inanmıyor. Sen anlat ona”

 

babam bana inanmıyor. Ne çok acıtmıştı bu kelime. Oysa yalan söylemezdim ki ben.

 

“Merih amca, Mila doğru söylüyor. Halam onu hatırladı hatta onu yanına bile çağırdı.” Kara gerçekleri babama anlatırken , babam başını sağa sola salladı “kısa bir süreliğine “ diyip acıyla bana baktı. Ama hatırlamıştı ve üstelik beni yanına çağırıyordu bu fırsatı kaçırmamalıydım. Annem ilk kez beni yanına çağırıyordu. “baba anahtarları ver. Annemin yanına gideceğim” diye elimi ona doğru uzattığımda, babam yüksek sesle “Mila” diye haykırdığı zaman bende ses tonumu olduğundan fazla yükseltip “anahtarlar baba” diye çıkıştım.

 

Kara kolumdan tutup geriye doğru çekmesine rağmen suratımdaki ifadeyi ve uzatılmış elim hala yerli yerindeydi. “baba anahtarları ver. Annem beni yanına istiyor” başını çevirip bana bakmaya tenezzül etmiyordu. “baba. İlk kez ya , ilk kez annem beni hatırladı. Baba annem bana kızım dedi, Mila dedi. Beni yanına istedi. Lütfen baba. Ne olur benden bu küçük umut kırıntısını alma. Ne olur sana yalvarıyorum baba” diye düğümlenmiş, nefes almakta zorluk çeken bir seste söylemiştim.

 

Bana bakmadan “odana Mila” olduğum yerde dikildiğimden bir kez daha “Kara Milayı odasına götür” diye Karaya emir vermişti. Kara , babamın emir kuluymuş gibi koluma girip “hadi kuzen” dediğinde ona ayak uydurup salona doğru yürümeye başladık. Salona vardığımızda “Mila” dedi Talat Şahoğlu ya da Dayım demeliydim. Ona ters bir bakış atıp ilerlemeye çalıştığımda “Mila” dedi bir kez daha. İma içeren sesimle ve bakışlarımla “efendim sevgili dayıcım” diyip tiksintiyle baktığımda Talat Şahoğlu kısa bir kahkaha atıp “tıpkı annen gibisin” dediğinde sevinse mi , üzülsem mi bilememiştim.

 

Tek şey biliyordum ; o da, ona asla iyi davranmamak “ooo, bir yabancı olarak anneme benzediğimi söylemen tam bir trajedi. Midem bozuldu gibi” diyip ardından gür bir kahkaha atıp “acaba bendemi bu mide bozulmamdan dolayı kendimi ölü gösterip kaçayım. Âh bir de adımı değiştirmem gerekiyor dimi? Siz daha iyi bilirsiniz” diyip aşağılayıcı bakışlar attım.

 

“Mila karşıdan bakılınca her şey çok iğrenç ve mide bozucu hatta bulandırıcı gibi görüne bilir ama-“ sözlerini yarıda kesip “bla bla bla” dedikten sonra Karaya bakıp “ben odaya çıkıyorum” dedim ama annemin kapısının önüne oturmaya gidecektim . Arkamı dönüp merdivenlerden çıktığımda Kara “haklı” diye mırıldanıp yanıma gelmişti. “Kara, yanımada olduğun için sana minnettarım” diyip ona sarılmak için kollarımı açtığımda, o bir adım geriye gidip “kuzen demeden olmaz, Arya kızıyor sonra “ diye bana kuzen dedirtmeye çalışıyordu. Ona samimi bir şekilde gülümseyip “gel buraya Kara kuzen” diyip kısaca sarılıp merdivenlere çıkmaya devam etikten sonra annemin kaldığı odaya doğru adım attığım zaman Kara arkadan saçlarımı çekip “bir kat daha” dediğinde ona dönüp çatık kaşlarla

“ sakın bir daha saçlarımı çekme ve ayrıca annemin yanına gidecem” diyip bir adım ilerlediğimde Kara “ayroca sakun bür diha saçlarımı çekme “ diye ağzını yamulttuğunda arkam dönük bir şekilde “neyseki ben doğrusunu söylemiştim” diyip gülümsediğimde gülümsemem hemen bozulmuştu. Dejavu . Hayır bu dejavu değil bu ondan kalma cümlelerin ağzıma dolanmasıydı. Ondan nefret ediyordum, onun beni bıraktığı günden ve onu hatırlatan her şeyden nefret ediyordum. Ama bir o kadar da özlüyordum onu, iliklerime kadar özlüyordum . Kokusunu arıyordum, sanki bir yerlerde...

 

Bu duygularımın yanında kendimden de nefret ediyordum artık, sırf onu hala sevdiğim için. Neyseki insanlar unutan varlıklardır ve bende onu bir gün unutacağım ve ona verdiğim tüm sözlerimi...

 

O gün bir gün gelecekti ve o gün geldiğinde onun kıyameti, benim ise yeniden doğuşum olacak.

                               ***

Bir kaç adımdan sonra annemin olduğu odanın kapının dibinde oturdum ve bir umutla “anne” dedim, beni unutup unutmadığını kontrol etmek için. Kapı üç kez tıklandıktan sonra olduğundan cılız bir kahkahadan sonra genzinden bir sesle “Mila” dedi annem, onu adımı tekrar zikretmesi ve en önemlisi beni hala hatırlıyor olması mutlu olmama yetiyordu. Dudağımdaki gerilmeyle “anne bana masal anlatırmısın?” çekinerek sormuştum.

 

Annem beni hatırlıyorken ondan dinlemediğim bir masalı dinlemek istiyordum. Kara da yanıma gelip Benim gibi kapının dibine oturup bacaklarını uzattı ve teselli veren bir şekilde elimi tutup kısa bir süreliğine gözlerini yumup açtığı sırada annem kapıyı üç kez tıklatıp “dinle” dedikten sonra öksürüp boğazını temizleyerek “bir varmış bir yokmuş Mila. Kötü insanların yaşadığı bir dünya varmış. Orada yaşayan insanlar öyle karanlık, öyle kötüymüşler ki iyi insanlar önce kaçıp saklanmışlar daha sonra kaçmayı bırakıp savaştıklarında kötü ve karanlık insanları yok etiklerini sanıp o dünyayı güzelleştirmek için çalışıp didindiklerinde , güzelleşen dünyaya bir iblis doğmuş .

 

İblisi doğuran iyi insan iblisi doğurduğu için lanetlenmiş ve bu lanet yüzünden hastalanıp zindanlara atılmış üstelik. İyi insanı zindanda ziyarete gelen arkadaşı bu lanetin kalkması ve özgürlüğüne kavuşması için iblisi öldürmesi gerektiğini söylemiş.

 

İyi insan ilk duyduğunda kabul etmemiş tabi ama daha sonra iblisin iyi insanları yok ettiğini görüp duyunca tüm insanlar için kendi doğurduğu iblisi öldürmeye karar vermiş . İyi olan insan ilk öldürme denemesinde başarısız olduğundan tekrar cezalandırılmış hatta bu seferki ceza daha ağır olanlarındandı. Ve lanetleri arasında boğuşan iyi insan zindandayken iblis ortalıkta gezmeye ve kötülük yaymaya devam ediyordu. İyi insanın sadık arkadaşı tekrar zindana gelip bir plan hazırlamış ve iblisi nasıl yok edeceklerinin kararına varmışlar” diyip kahkaha attığında bir süre sustuğu için masalın sonunu merak ettiğimden

 

“iyi insan iblisi yok etmeyi başara bilmiş mi anne?” diye sorduğumda annem cılız kahkahasını yükselterek “hemde nasıl. İblisi öyle bir yok etmiş ki bütün lanetler kalkmış ortadan ve iyi insan ömür boyunca mutlu yaşadı sevdikleriyle” dedikten sonra “Mila. İblisler yok olmalı dimi?” diye sorduğunda anlattığı masalı düşünerek “kötülük getiriyorsa yok edilmeli” diyip Karaya baktım.

 

Kara annemin anlattığı masala karşı tepkisizliğini koruyup “Mila artık odana git istersen” dediğinde annem “sen artık uyu Mila” diyerek kapıyı üç kez tıklattığında bende kapıyı üç kez tıkladıktan sonra “iyi geceler anne” diye dilekte bulunduğumda annemin sesi anlaşılmayan bir şekilde duymuştum. Annemin ne mırıldadığını soracakken kara ayağa kalkıp tek eliyle oturduğum yerden elimi tutarak beni kaldırmıştı ve beni odama sürüklemeye başladığında “tamam Kara, ne sürüklüyorsun geliyorum ya” diye çıkışmıştım. Kara beni umursamadan sürüklemeye devam ediyordu. Çok geçmeden uyandığım odaya geldiğimizde Kara masum bir tebessümle

“kuzen gözlerini kapa”

“nedenmiş o?”

“bir şeyi de sorma kızım be ,sorma”

“off tamam kapatıyorum” diyip gözlerimi kapattığımda Kara başıma hafifçe vurup “aferin , yavaş yavaş yola geliyorsun” dediğinde “Kara” diye ciyakladım. Kara beni umursamayarak kolumdan tutup beni odaya soktuktan sonra “aç gözlerini” diye emir verir vermez gözlerimi açtığım an karanlık odayı aydınlatan dolunayla birlikte bir pastanın üzerinde bulunan bir ve sekiz sayısından oluşan mum ışıkların aydınlatmasıyla birlikte açık olan tabletten Aryanın görüntüsü odayı haddinden fazla aydınlatmıştı.

 

Kara ve Arya bir ağızdan “iyi ki doğdun Mila. İyi ki doğdun Mila” diyip alkışladıklarında onun yanımda olmasını ya da benim onun yanında olup doğum gününü kutlamayı ne kadar istediğimi anlamıştım. Farklı yılar ama aynı gün ve aynı ay. “hey ,Kuzen üflesene mumları eriyip bitecekler” diyip omuzuma vuran Karaya dik dik bakarak “erisinler” dediğimde Arya kahkaha atarak “sevgilim her şey pasta için dimi?” Kara yanımdan ayrılıp tableti kucağına alarak “ziyan olacak canım pasta” dediğinde ensesine hafifçe vurup “üflüyorum” diyip mumları üflemek için pastanın önünde diz çöküp tek nefeste üfledim.

 

Kara diz çöktüğü yerden kalkıp lambayı yakıp tekrar yanıma gelerek tüm samimiyetiyle “iyiki doğdun kuzen. İyiki varsın” dediğinde keşke hiç var olamasaydım dileğimi imkânsız bulan zihnim bu isteği yok ettikten sonra Karaya tebbesüm ederek “teşekkür ederim. Benim için çok özelsiniz bunu biliyorsunuz dimi?” diyip Aryayı da kast ettiğimi beli eden bakışlar atım. Arya “sende bizim için çok değerlisin kuzum seni çok seviyoruz” diyip Adonisi gösterdiğinde gözlerim dolu bir şekilde “Adonis” dedim. Adonis beni görür görmez havladığı zaman Kara “lan Adonis” diyerek kahkaha atmıştı ama ben hiç bir şeyi umursamayarak uzun bir süre Adonise baktım.

 

Onu ilk bulduğumuz gün gözlerimin önündeymiş gibiydi. Nasıl çaresiz ve acı dolu bakıyordu bana. Onu görür görmez farklı duygularla kaplanmıştı içimi yanımda, o olmasına rağmen daha baskın duygularım vardı Adonise karşı . Bu hayatta en büyük iyikim Adonis , iyiki o gece onu sahiplenmişim. “Adonisim” diye bir kez daha mırıldandığımda Arya heyecanla “hadi Mila hediyeleri açmıyacakmısın” diye duyuruda bulunduğunda ayağa kalkıp asker selamı vererek “hemen açıyorum” diyip yatağın üzerinde bulunan iki poşeti açmak için işe koyuldum.

 

İlk önce mor renkte olan kutuyu açtığımda kutudan kurutulmuş mor sümbüllerin içinden ahşap koyu kahve renkte bir kum saati olduğunu gördüğümde dövmeme gözüm kaymıştı. Kum saatleri benim için birer memuldu ve ne acı ki bileğimde olan dövmeyi yapanda istemesem de benim birer memulumdu. Elimdeki kum saatine bakmayı sürdürüp “kim aldı bunu?” diye sorduğumda Kara elimdeki kum saatine uzunca bir vakit baktıktan sonra “ben” diyip bakışlarını bana çevirdi ve tekrar elimde olan kum saatine indirdi.

 

Arya bağırarak “hadi benim hediyemi de aç Mila” dediğinde çok beğendiğim kum saatini tekrar mor kutuda bulunan kuru sümbüllerin arasına koyup gri hediye poşetini açtığımda Aryanın bana mor bir çantanın aldığını gördüm ”teşekkür ederim Aryanikom” diyip gülümsediğimde Arya rica etmeden “çantanın içine de bak” dediği zaman çantanın zincirini açıp baktığımda çeşit çeşit makyaj malzemelerin olduğunu gördüğüm an oha der gibi Aryaya baktım.

 

Arya “bir kızın olmazsa olmazları bebeğim” diyip kendini alkışladığı sırada Kara burun kıvırıp “suratınızı tuval yerine kullanmanız bencede alkışlanacak bir şey” diyip küçümsediğinde Arya sesini yükseltip “kapa çeneni Kara” diye terslediği zaman Kara, Aryayı övmek için “sevgilim, sen hariç herkes sulu boyayla yüzünü boyalar gibi duruyor iğrenç” dediğinde ona çenemi dikleştirip baktığımda Kara bu sefer göz ucuyla bana bakıp “bir de Mila hariç ama en çok sen hariç sevgilim” dedikten sonra Arya “tamam , tamam konuşunca yok olmaya başladın, sus artık” tartışmalarına daha fazla dayanamayıp yatağın üzerindeki pastayı alıp Karaya uzatarak “al bunu da kendi odanda tartışın artık” dedikten hemen sonra Aryaya bakarak “oğluma iyi bak Arya sana emanet bak ona göre” diyip tembihledim onu.

 

Kara elindeki pastayı parmaklayıp çikolatasını yiyerek “ver sevgilimi de gideyim artık suratsız şey” yatağın üzerinden tableti alıp diğer eline verdikten sonra kapıyı açarak “defol “ dediğimden bana üsten bakış atıp çıktıktan sonra kapıyı kapattığım zaman Kara bağırarak “kapıyı üzerime fırlatsaydın” diye gürlemişti. Bende sesimi en az onun kadar yükseltip “ben öyle uygun gördüm” diyip yatağa atım kendimi. Bir süre yatakta öylece uzanıp tavana baktıktan sonra onun bana bir doğum günü mesajı atıp atmadığını merak edip telefonuma bakmak için uzandığım yerden kalkıp telefonu aramak için etrafa bakındıktan bir kaç dakika sonra telefonumu bulup bildirimlere baktığımda sadece sınıftan bir kaç kişi dışında doğum günümü hatırlayan bir bildirim yoktu. Aslında ondan gelen bir mesaj yoktu.

 

Üzülmemem gerekiyordu , çünkü o beni terk etti ve terk eden biri mesaj göndermez , üstelik benle vedalaşmadan giden birinden böylesine bir şey beklemek oldukça gülünç olurdu

 

 

 

Ballarım oy vermeyi ve yorum yap ayı unuttmayın

 

 

Keyifli okımallarr...

 

 

şarkı; Cem Adriana ben seni çok sevdim

🥰

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%