@orion
|
YİRMİİKİNCİ BÖLÜM
⏳️ “merhaba” diyen genç, kumral korumaya baş selamı verip Karanın arkasından eve girerken adını bilmediğim koruma önüme geçerek “ben Bora” diyip elini uzattığı zaman bakışlarımı elinde bir kaç saniye takılı kalıp elini sıkmadan “Mila” diyip hoşgörüyle gülümsemeye çalışsam bile Bora denen bu korumanın neden kendini bana tanıttığını da anlayamamıştım.
“Merih beyin biricik kızısınız. Bugün öğrendim. Kusura bakmayın sabah size sorgular derecede baktım” diyip gülümsediği sırada ona mesafeli bir gülümsemeyle “sorun yok” diyip eve yürürken Bora “aslında ben de iki gün önce işe başladım” sözleriyle beni durdurmuştu. Oysa Bora denen bu korumayla konuşma havamda da değildim ve ne kadar mesafeli hatta isteksiz davransam da konuşmak için bahane üreten bu adamdan kuşkulanmaya başlamıştım.
Çünkü bu güne kadar babamın hiç bir çalışanı benle samimi olmak için bir adım atmıyor ve gerekli olmayınca benle herhangi bir konuşma gibi bir diyaloğa girmiyordu. “hayırlı olsun. Babam çalışanlarına kıymet verir. İyi bir patrona rast geldiğini söylim “ diyip tebbesüm ettiğimde Boranın suratında anlamadığım türden iki mimik ışık hızıyla yerleşip geçtikten sonra dudaklarını gerip “gerçektende öyle biri” dediğinde bir kez daha istemeye istemeye mesafe dolu gülümseyip yerimden hareketlendiğim sırada önümden çekilen Bora sağıma geçerek “kehribar. Gözlerinizin rengi çok nadir bulunan bir renk” dediği zaman buz kesen suratımla “ela. Göz rengim ela. Bir daha kehribar demezsen sevinirim” gözlerime sadece o öyle söyleyebilir çünkü. Arel’den başka kimsenin hakkı yok göz rengime böylece adlandırmasına.
Bora çatmış olduğu kaşlarını düzeltip “affedersiniz” dediğini umursamadan içeri girdiğimde Karanın salonda , şöminenin başında telefonla konuştuğunu gördüm. “öyle dedi” diye sesini duyumsadığımda arkası dönük olan Karanın Arelle konuştuğuna kanaat getirdiğimden ne diyeceğini merak etmeme rağmen adımlarımı merdivenlere doğru attığım an Kara “Mila” diye seslenen Karaya omuzumun üstünden efendim der gibi Baktığımda Kara hemen hemen beş adımda karşımda dikilip “Mila ya benim kafam karıştı” dediği sırada ona kısık gözlerle baktığımı fark ettiğimden bakışlarımı düzelterek “neyden kafan karıştı?” diyip kollarımı göğsümün altında birleştirdim. Kara “sen nasıl olurda Borayı affedebildin. Yani demek istediğim , o senle vedalaşmadan gitti ve hatta sen onun kapısına gittiğin zaman..” diye altında kaldığım enkaz gecesini bana hatırlatmaya çalıştığında sözünü kesip
“ne yani onu affetmeyip acı çekmem daha mı iyiydi Kara?” diye sert bir şekilde çıkıştığım sırada Kara tek bir söz söylemeden kısık gözlerle bana baktığını gördüğüm an onun Arel için bana böyle sorular sorduğu düşüncemle karşımda siyaha çalan gözlere en içten ciddiyetimle bakarak
“bak Kara! Kainat üzerinde unutulmayacak ve hatta affedilmeyecek hiç bir canlı yoktur. Ve asla kimse unutulmayacak kadar özel değildir. Hepimiz insanız ve herkesin de birer zayıf hafızası , insana hükmeden zihinleri vardır. O yüzden bana bir daha ne ondan bir haber ve ne onun hakkında soru sorup , hakkında konuşma” diyerek net bir şekilde konuştuğumu varsayıp arkamı dönüp tam gidecekken Karanın telefonun açık olduğunu görüp olduğum yere sabitlenerek çapkın bir gülümsemeyle
“ayrıca kuzen, Bora diyip durma.” Derin bir nefesin ardından aynı gülümsememi sürdürerek “bahçedeki yakışıklı korumanın adı da Bora ve sen öyle diyince aklım ona kayıyor” diyip birilerinin kudurmasını sağlamak amacıyla kurduğum cümlelerimle içten içe kahkaha atmaya başlamıştım. “sen ne ara tanıştın onunla” diyen Karanın gözlerindeki çılgınca oluşan soru işaretiyle Arel için detaya indiğini görebiliyordum.
“demin tanıştım. Üstelik adam dehşet yakışıklı” diyerek elimi ağızıma götürüp öylece sesli bir şekilde kıkırdamaya çalıştığımda Kara kalın kaşlarını bir birine değecek şekilde çatıp “bir daha onunla konuştuğunu görmeyeyim” diye azarladığında omuz silkeledikten sonra “sana ne bundan. istediğimle konuşur istediğimle konuşmama bu seni hiç ilgilendirmez” diyip telefondakini çıldırtmaya çalışıyordum.
“kırarım bacaklarını Mila. Söz dinle!” dediğinde onu ciddiye almadığımı beli eden bakışlar savurduktan sonra arkamı döndüğümde “Mila!” diye arkamdan ikaz ettiği zaman aşamasında, ben bu ufak başarımla keyifleniyordum. Belkide böylece onu kıskandırmak yerine onu tamamen unutabilmeye çalışmak benim için daha sağlıklı olabilirdi ama ben onu hem en küçük hücrelerime kadar onu unutmak hemde onu son nefesimi vereceğim vakte kadar hatırlamak istiyorum.
Onun gidişi aslında beni terk edişinin acısı hala tazeyken ben neyime sığınıp unutmak istiyorum onu. Hadi diyelim istiyorum onu unutmayı peki nasıl olacak bu? İlk öpüştüğüm, aşk olarak sarıldığım, kokusunu ciğerlerimi patlatırcasına kadar içime çektiğim birini nasıl unutabilirim. Ya biz insanlar neden kendimizi böyle zavallıca kandırıyoruz ki. Oysa kabullenmek, kabullenmem ve belki kabullenmemiz gerek ve her şeyden önce kalbimizde yeri olanın zihinde unutulması gibi bir eylemin gerçekleşmesi imkansızdır. Kabullenmem lazım artık ve bu acı ne zaman diner bilmiyorum ama günün birinde yüreğim soğuyacak ve ben ölmüş ruhumu dirilteceğim.
*** Yine gecesi onu düşündüğüm ve her rüyamda olduğu gibi onu gördüğüm sabaha göz açtığımda beni hiç bir zaman terk etmeyen kalp burukluğuyla uyanmıştım.
Hani derlerdi ya bir gün olsun mutlu olacağın gün bir Pazar sabahı olur ancak ve bu gün bilmemem kaçıncı Pazar sabahı ve mutlu olmayacağıma inanmadığım kaçıncı günüm. Bazı zamanlar zordur ve bazı zamanlarda oldukça zordur.
“seni küçük iblis. Uyanmadın mı hala?” Kabus görüyor olmalıydım, bu sesin sahibi ve bu sözler... hayır şimdi uyanacağım ve her şey bir hafta öncesi gibi olacak. “benim doğurduğum iblisin bu gün son günü Odin” hayır gerçek değil. Uyanmam lazım artık. Gözümü sıkıca kapatıp açarsam uyanır mıyım?.. “iblis” ardından kapıyı kilitlemem için beni tembihleyen babamın sözünü dinlediğimden dolayı kilitli olan kapı annem tarafından vahşice tekmeleniyordu.
“Aç kapıyı seni küçük iblis. Bugün senin son nefes alışların ve benimde lanetten kurtulmam günüm. Aç kapıyı !” kapıyı açmak için direnen vücudumun yanında duyduklarımın bir kabus olduğuna beni inandıran zihnimle bir savaş içindeyken annem bana iblis demeye Devam ediyor ve kapıyı kıracak gibi bir hali varken ben yatağıma uzanmış pozisyonumu bozmayıp gözlerim sımsıkı kapalı bir şekilde uyanmayı bekliyorken bu sefer babam yüksek sesle “Mila kapıyı sakın açma” dediğini duyduğum an olayın gerçekliğini farkına varmıştım artık ve korku beni tamamen esir almıştı.
Yatağımdan kalkıp kapının önünde dikilip “baba” dediğimde babam düğümlü sesiyle “Mila. Kızım ne olursa olsun o kapıyı açmayacaksın . Anladın mı? o kapı açılmayacak!” gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken “baba. Baba ne oluyor? Aa-annem-“ cümlemi tamamlayamadığımda bir el silah sesini duyduğum an kilitlediğim kapıyı hırsla açıp kendimi dışarıya attığımda Karanın sağ omuzundan vurulduğunu görmüştüm.
Elinde silah ve karşımda olan annemin kahkaha atmasıyla bakışlarımı anneme çevirdim. “bak. Senin yüzünden herkes kanıyor, herkes yaralanıyor. Çünkü iblisler çevrelerine kötülükten başka bir şey veremez. Ama ben bu laneti bozacağım.” Dedikten sonra silahın namlusunu bana doğru dikip “keşke rahmime ilk düştüğün an öldürseydim seni . Senden nefret ediyorum” diyip silahı ateşe verdiğinde, büyük bir gürültünün yanında göğsümde oluşan derin bir acı ve ıslaklık hissetmiştim.
Annemin bana nefret baktığı görüntüsü yavaş yavaş silik bir hal aldıktan bir kaç saniye ya da dakikada tamamen karanlığa teslim olmadan önce annemin bana olan bakışlarını ve benden nefret ettiğini duymak kadar acı bir şey yoktu benim için bu iğrenç dünya da...
Artık vücudumu her zaman olduğundan daha fazla soğuk hissediyordum ve ben ilk kez soğuk bedenimde sanki tüm iliklerim donacak kadar üşüyordum. Sanki biri ufacık, az ve bana yetebilen sıcaklığımı elimden alıyormuş gibi hissedip karanlığa hapsetmiş gibi ancak bu karanlığın içinde sesleri uzaktan duyuyormuşum gibi geliyordu bana. “Mila. Kızım. Takat doktoru çağır hemen” “Ku-kuzen...” Gür bir kahkaha sesini duyumsadım sonra. Ve bu kahkaha sesi sanki kalbimi milyonlarca parçalara ayırıyordu. “Başardım. Başardım Odin. Bu sefer öldü. Ben kurtuldum. İblis öldü. Benim doğurduğum iblis öldü ve artık karanlık güçler bize zarar veremez. Kurtuldum. İblis öldü” dediğini duydum annemin
ve ben sırf benim ölümüm bile olsa onu mutluluğu için ölmek istiyordum artık. Belkide birinin mutluğu için ölmek en doğru karardır. Ve bu en sevdiğimiz insanlardan biri ise daha bir doğru karardır. Artık benim içim teslim olma zamanı. Teslim olmalıyım.
Babamın hayatta kalmam için bana olan yakarışlarına rağmen bu hayattı terk ettmem gerekiyor. En azından annem için, onun mutlu etmek için benim bu zaman aralığında son nefesimi vermem lazım. “Mila. Hadi babacım aç gözünü. Kızım beni yalnız bırakma. Kızım annesi olmayana öksüz, babası olmayana yetim derler. Ama evladı ölene bir ad vermemişler. Kızım beni acınla sınama. Hadi kızım” “Mila, hadi kalk. Benden hesap sormayacak mısın. Kızım hadi kalk. Hadi bana anneni yalnız bıraktığım için hesap sor , benden babam ve annemin mezarına bir yabancı gibi geldiğim için...Hadi benim güçlü kızım aç o güzel gözlerini...” “lan kuzen kalksana artık. Zevk mi alıyorsun bizi üzmekten. Kalk ulan kalk artık. Daha senin bacaklarını kıracağı. Ulan daha yeni...” “Çok kan kaybediyor” “Nabız alamıyorum!” “Hemen hastaneye götürmemiz lazım. Onu kaybediyoruz!” İLAHİ ANLATIM Her yer bir annenin evladını vurmuş kanıyla donarken sıska vücuduyla duran anne kahkaha atıp kendine övgüler sayıyordu. “kurtulduk. Kurtulduk Odin” yerde yatan kanlar içinde duran kehribar gözlü kızın babası, dayısı ve canı kadar çok sevdiği kuzeni başında duruyor kehribar gözlü kızı tedavi etmeye çalışan doktora sert ve bir o kadar da çaresiz bir şekilde genç kızın zayıf atan nabzının eski atışlarına geri döndürmesi için emirler veriyordu.
Ama herkes biliyordu ki ölüm kapıyı çalınca hiç kimsenin ne sözü ne de gücü yetiyordu. Çünkü ölüm öyle bir şeydir ki sadece kul ve tanrı arasında gerçekleşen bir olaydır. Belkide ölüm en çok isteyen insanları bulur ya da en çok yorulanları. Veya en çok acı çekenleri...
acı çekmek öyle bir histir ki genişçe olan omuzlar bile öne çöküp, en dik ve güçlü sırtta birer kambur oluşturur. Belkide bu acı çekişlerden ölüm bulur insanı. Sırf daha çok rol yapılmaması için. Canı yanarken ve kalpte milyonlarca yaralar varken güneşin altında mutluymuş gibi rol kesip tüm engin hıçkırıkları yutup ay ışığında okyanusları dolduracak kadar akıtmak için kendini serbest bırakan gözyaşlarının hikayesidir dünya...
ve en çok, acı çeken insan bilir ki böyle bir hissin sonunda mutluluğun ona kucak açması birer mucizedir...
artık genç kızın nabızları duyulmuyordu ve bu çöküntünün altında kalan bir acılı babanın çaresiz son serzenişleri kapı aralığını dolduruyordu “ne olur, uyan benim güzel kızım. Sen daha çok küçüksün. Ölemesin. Seni bekleyen güzel, mutlu dolu günlerin var bunu yapma. Sen hep demiyor muydun, baba ölüm korkakların işidir. Sen korkak değilsin kızım. Sen çok güçlü bir kızsın. Biz seni o küçük yaşında yapayalnız bırakmamamıza rağmen sen pes etmedin. Sen yalnız ve kimsesizliğe yenilmedin şimdi pes edemesin. Uyan benim güzel kızım. Kalk ta sana hiç anlatmadığım masalı anlatayım. Benden hiç istemediğin çikolatayı alayım kızım. Uyan benim canım kızım. Kalk benim cesur kızım. Hem ben daha senden özür bile dilemedim bu ayrılıkta neyin nesi. Senin bana sert sert bakıp , baba artık yeter . Demen lazım. Uyan kızım, uyanda aile olabilelim artık. “
genç kızın bedeni bir ölü gibi soğumaya başlıyordu ve bu soğuma kızın babasını daha bir korkutuyordu. Aslında herkes korkuyordu, herkes pişmandı. Kimisi kızı mahrum ettiği sevgiden ve onu yalnızlığa terke edişinden kimisi ise yalanlarından ve sırlarından pişmandı ama orada biri vardı ki en küçük atomuna kadar mutluydu. Ne yazıktır ki o sevinç nidaları attan kadın genç kızın annesiydi.
Oysa ne çok severdi kız annesini. Ne çok isterdi annesi iyileşsin de bir aile olabilsinler. Ama hayat genç kızın mutlu olmaması için elinden geleni yapıyordu ve bu oyunlardan en büyüğü ise annesinin hayali arkadaşına kendinden vazgeçecek kadar bağlanmasıydı. Hayali arkadaşına duyduğu sevgi ve şefkatin ufak bir kısmını kızına verseydi belkide bugün kanlar içinde yatan genç kız bu durumda olmazdı. *** Hep gözlerimiz uzaklarda birini bekliyor, birini görmek için aralıyor. Ve bu istek öyle bir ateştedir ki insanı yakacak derecede yakıcıdır. Duyduğum seslerin yanında uzun bir zamandan sonra o aşina, aşık olduğum sesi duymuştum. Belki birer rüyadır bu ya da ben cennetin her hangi bir köşesindeyimdir ki bu sesi duyuyor ve hatta bana yabancı olmayan, bana zevkle heyecanlandıran o sıcaklığı tenimde hissediyordum.
Gözlerimi aralamamak için kendimle savaş halindeyken merakım bu savaşıma son verecek bir durumda ,ağır ağır gözlerimi açtığımda onu karşımda gördüm. Gereğinden fazla zayıflamış ve bitkin bir durumdaydı üstelik gözaltları mosmor ve de gözlerinin beyazlığının yerine kırmızı renk almıştı. Ama bir şey vardı ki bana olan bakışı ve kokusu aynı. Evet bu bir rüya.
Beni terk eden adam bana böyle bakmazdı çünkü. Hep burada ne işi olurdu ki. Neye gelmiş olabilirdi. “Mila” sesi yorgundu ama her zamanki erkeksi sesiydi. Demek rüyalar gerçek gibi hissedebiliyormuş. “Beni çok korkutun. Nefes almayı bana güç kıldın güzelim. Yaşamak için tutunduğum tek dalımın kırıldığını zannettim. Mila ben çok korktum” korktum mu dedi o? Kimseden korkmayan Arel Bora Eris şuan rüyamda korktuğunu söylüyor.
Kaçıncı boyuta geçtim öyle. “güzelim bir şey demiyecekmisin?” yok artık gerçek gibi resmen. Tutmuş olduğu elimi dudaklarına götürüp ufak bir buse kondurduktan sonra yüzüme doğru uzanıp iki gözümden de öptükten sonra sıcak nefesi yüzümün her bir karşında dolanırken o sesiz bir fısıltıyla “seni hadimden fazla özledim” dediğinde rüyamda bile olsa ona alık alık bakmaya devam ediyordum.
Bir rüya bu kadar gerçekçi olabilir miydi. Kalp atışlarımdan ağrıyan göğsümden ve damarlarımdan heyecanla karışmış kanımın gezmesine kadar gerçek hissettiriyordu ancak ben biliyorum ki zihnim bana oyun oynuyor. Evet zihnim bana oyun oynuyor, çünkü bunun başka bir açıklaması olamaz.
Kapının çalınmasıyla gözlerime özlemle bakan adam düzgün bir pozisyona geçtikten sonra uzun zamandır mahrum olduğum acı kahvelerini benden ayırdı ve kapıyı açan kişiye çevirdiğinde benimde onun gibi bakışlarım kapıya yönelmişti artık Kara içeriye girdiğinde siyah olan gözlerinde yer alan mutluk ve bir ohla bana doğru büyük adımlarla yaklaşıp “sonunda ben kızım. Anamızı ağlatın burada. Bak bu perzevenk ta Kanadalardan geldi hem de bu hal-“ Arel Karanın cümlesini yarıda kesip sert bir tonda “ulan sen ne boş boğaz bir herifsin öyle” diye azarlayıp düzgün bakışlarla bana baktığında hafızam yavaş yavaş ve bana çokça acı veren annemin beni vurma anını gözlerimin önüne getirdiğinde Karanın vurulduğundan dolayı Karaya hasar tespiti yapar bir şekilde baktım.
Kara ona olan bu bakışlarımdan dolayı “iyim ben” diyerek açıklama yaptığında Karanın omuzunda sargı ve herhangi bir şeyin olmadığını fark etiğimde aklıma ilk gelen soruyu Arel ile hiç bir göz teması kurmayıp “ne zamandandır buradayım?” diye sordum. Kara bıkın bir nefes aldıktan sonra “iki haftanı dolduruyorsun” çatık kaşlarla yok artık der gibi baktığımda Kara “komaya girmiştin kuzen. Bu perzevenk her ne yaptıysa geri döndün” diyip Arel’e baktığı sırada ben intikam hırsıyla yanıp tutuşmuş bir şekilde olduğumdan tanımıyormuşum gibi bir ifadeyle önce Arel’e sonra tekrar Karaya bakarak “o, kim?” ardından Arel’e aynı surat ifademle “affedersiniz, siz kimsiniz acaba?” sormamla Arel’in suratında hiç bir mimik oynamıyor şoka girmiş gibi bir hali vardı.
Ben ise içten içe başardığım rolün keyfini çıkarıyordum. “kuzen, Arel sevgilin” diye açıklayan Karaya şaşkın bir ifadeyle “benim sevgilim mi var?” diyip Arel’e buruşturulmuş yüzümle baktım hem biz sevgilide değildik ve Kara bana yalan söylüyordu. Allahtan her şeyi hatırlıyorum da beni terk eden adamı bana sevgilimmişim gibi yutturamıyordu aptal.
“Mila. Ben “ dedi Arel Bora Eris , ona olan nefretim üst doruklardaydı artık. Canını yakmak için benzin tutmuş bir şekilde karşısındaydım artık. Bir zamanlar onun canı yanmasın, üzülmesin diye dünyaları veriyordum oysa ama o beni terk eti alçak.
“kusura bakmayın ben sizi hatırlamıyorum” diyip üzülmüşüm gibi suratımla bakarken Arel bana kısık gözlerle baktıktan sonra “doktor” ardından Karaya çatık kaşlarla bakıp “kalk lan oradan. Doktoru çağır” diye gürlüyorken ben korkmadığım bir durumdayken bile korkuyormuşum gibi ellerimi kulaklarıma yerleştirdim ve bacaklarımı kendime doğru çektiğimde Arel bana doğru nazikçe yaklaşarak “korkma güzelim. Bir şey yok sakin ol” ardından saçlarıma dokunduğunda kadifemsi bir sesle “beni gerçekten unutun mu? Mila?” dediğinde “ha-hatırlamıyorum” diye rolüme sadık kalıp kekelediğimde Arel bu sefer acı kahve gözlerini kocaman açıp “nasıl ya , nasıl beni unutursun” diye mırıldanırken Karanın çağırmaya gittiği doktor geldiğinde Arel otoriter bir sesle “hatırlamıyor. Beni hatırlamıyor” diye gürlüyordu.
Orta yaşlarında olan doktor Areli umursamayarak bana doğru yaklaştı ve kulağıma “çok iyi oynuyorsunuz Mila hanım” diye fısıldayışından sonra zorla yutkunmuştum. Bende oluşan korku dalgalarının yanı sıra doktor Arel’e ciddi bir şekilde bakıp “siz hatırlaması normal yaşadığı çok ağır bir durum ve zihnin kendini koruma altına almıştır” diye anlamadığım türden ama benim lehime olan konuşma yapmıştı.
Arel anlına sertçe vurduktan sonra “neden beni unutu. Ben olayda değildim. Beni hatırlaması gerekiyordu” diye yakındı bu sefer ama doktor benim tarafımda olmakta kararlıydı ve Arel’e benim demek istediklerimi doktorun ağızından duymuştum “belkide sizi unutmayı istediği için utmuştur” deyişi hala kulaklarımdaydı.
Arel doktorla bir şeyler konuşmaya devam ederken zihnim artık anne ve babamı düşünmekle meşgul olmuştu. Yanıma oturan Karaya bakarak “Kara babam nerede?” diye sordum ve bu soruşumun yanında annemin benden nefret etmesini kabullenmememe rağmen babamın da beni görmeye gelmediği düşüncesi beni içten içe kemiriyordu. Babam annem olmadan yapamaz bunu biliyorum.
Ben çok kötü bir durumda olsam bile annemi yalnız bırakmaz, onun tedavisi için kendi oluşturduğu evden hastanesinde normal bir hastaneye bile yatırmayacağını bilişim kanayan yerlerimin daha çok kanamasına sebebe oluyordu. “Merih amca burada. Yan oda da. Borayla beraber gözlerini kırpmadan başında bekliyordu. Aç ve uykusuz. En sonunda ona iğne vurup yatırdık Mila” babam başımda mı beklemiş ? Hiç gitmemiş mi? “Mila, baban seni çok seviyor. Sen vurulunca adamın canından can gitti” babam .
Keşke sevgisini gösterseydi. “annem nasıl Kara?” soruşumla Kara yapma Mila der gibi bakmıştı ve sorumu yanıtsız bırakılışında dolayı bir kez daha güçlükle “Kara, annemi sordum. O nasıl?”
“iyi. Olduğundan fazla iyi. Kuzen canını acıtmak istemem ama artık uyan, annen seni sevmiyor. Annen senin ölmeni istiyor. Sen kanlar içinde yatarken o kahkaha atıyordu. Hayır Mila o sizin sevginizi hak etmiyor, bu halam bile olsa. Yeter artı! kendinizi daha ne kadar yıpratacaksınız? Baban onu hastaneye kaldırtmakla dünyanın en doğru kararını verdi. Bunu daha önce yapmalıydı” diye tüm gerçekleri yüzüme çarpıtığında ağlamak için kendimi zor tutuyordum ve bu bastırışımdan dolayı oluşan öfkemle Karaya “sus Kara “ diye tiz sesimle bağırdığımda Kara sert bir tonda “sus Kara ha. Doğruları söylüyorum Mila. Annen seni kaç kez öldürtmek istedi ha. kaç kez. Bilmiyor muyum sanıyorsun ,bak vücuduna daha kaç tane iz gerekiyor annenin seni sevmediğini anlaman için. Kaç tane Mila. O seni sevmiyor. Nefret ediyor senden , öldürmek istiyor seni anla artık . Anla. Anlaman için toprağın altına mı girmeni bekleyemem ann-“ sözünü yarıda kesip “o benim annem” “biyolojik annen” “hasta ne yaptığını bilmiyor” “hasta. İstediği kadar hasta olsun Mila. Bir an olsun seni sevmeyen bir annen “ “hasta” “sevmiyor seni” “iyileşirse sever” “Sevmeyecek. Hasta haliyle babanı seviyor, babamı seviyor hatta beni bile seviyor Mila. Seni sevmiyor” “sus Kara. Yeter!” “Doğrular acıtıyor kuzen” “Yeter!” “anlaman için canını acıtmam gerekse bile bunu yaparım. Çünkü benim toprağa verecek bir kuzenim yok. Anlıyor musun? ben seni kaybedemem. Bunu sen istesen bile ben seni kaybetmem . Sen benim kardeşimsin çünkü” “Babamın yanına gidecem ben” diyip yataktan kalkmaya çalıştığımda Kara tekerlekli sandalyeyi alıp yanıma doğru geldiğinde “yürüye bilirim” diye çıkışıp ayağa kalktığımda başımın döndüğünü hissetim “kalbinde bir kurşun var. Bir ayda zor toparlanırsın” “Yürüye bilirim” “kabinde bir kurşun var Mila. Bayılırsın”
baş dönmem daha da fazla olduğundan Karanın getirdiği tekerlekli sandalyeye oturup “babama götür beni” diye çıkıştığımda Kara boyun eğip beni babamın odasına doğru götürürken Arel’in duvarın dibine yaslanmış ve başını öne eğip ağızının içinde “unutmuş beni. Unutmuş beni. Unutmuş beni” diye mırıldandığında onu oracıktan kaldırıp ben seni unutmadım kalk .
Ben seni seviyorum kalbimin yangın yeri. Demek istiyordum. Ama diyemezdim ki, çünkü onu asla affedemiyorum bir türlü. Belki sevgimden affedemiyordum. Üç yılık kalp atışımı affedemiyorum ben sevgim onu afteme engel oluyor. Birini çok sevmekte yasaklanmalı... bakışlarımdan mı yoksa varlığımızı fark ettiği bilinmez ki eğilmiş başını kaldırıp bana bakıp sadece dudaklarından “hayata tutunduğum tek dalım” diye okumuştum sesiz cümlesini.
Ona hala bir yabancıymış gibi bakmaya devam edip Karaya “beni babama götür” dedim ama boğazımda birer yumru ,yüreğimde milyonlarca hıçkırıklar vardı. O hem benim kıyametim hem de benim doğuşum. O beni Anka gibi küle çevirip sonra o küllerden doğuşumu sağlayan insan. Tıpkı şarkıda dediği gibi ceplerimde cümleler saklayamazsın. Boğazın düğmelenir ya konuşamazsın. Benim Arel’e hissettiklerim öyle işte ama Emre Aydının söylediğinden farklı olarak ben onu ölsem unutamam. Anımsarım aniden işte ben onu çok sevi-... her neyse her şeyin yanında onun beni bir virgüle ile terk etiğini unutmamalıyım ve bunun getirdiği durumla Affedemem. Bazen affetmemeli insan. Bazen affetmek saygısızlık oluyor insana. Ben kendime bu saygısızlığı yapamam. Onu her şeyden çok sevmiş olsamada bunu yapamam...
babamın kaldığı odaya girdiğimizde yorgun düşmüş bedeni halsiz ve güçsüz bir şekilde yatakta uzanıyor bir şekilde dururken burnumun direği sızlanmıştı. Benim güçlü, her şeyin üstünden başarıyla gelen babam güçsüz duruyordu. Alışık olduğum halinden eser yoktu. Şimdi uyansa bana dese ki her şey senin iğliğin için. Dese ben kırılıp, öfkelensem de onun sesine muhtaç kalmış gibiydim.
Ona muhtacım hemde en küçük hücrelerime kadar. Annemin suratıma, gözlerimin içine baka baka benden nefret etiğini söyleyip tetiği çektiği andan beri daha bir muhtacım. Belki de Kara haklıdır, iyileşmek istemiyorsa bir insan dünyasında mutludur ve ben ve babam annemi iyileştirmek için tedavi görmesini zorlamamız onun için birer tehdittir belkide.
O Odinle mutlu ve kızından nefret ediyor en acısı da o beni şu an öldüğümü sanıp daha çok mutlu olan halinin, rahatlığını ve başarısını bozmamak amacıyla beni ölü olarak bilmesi herkes için daha iyidir. Babam güçlü bir şekilde öksürdüğünde Kara acelece yanımdan hareketlenip babama su uzatırken bende içimde bulunduğum kaostan sirkelenip babama baktım.
Şükürler olsun ki babam gözünü açtığı an benle göz göze gelmişti ve ben annemin yaptıklarından dolayı babama buruk bir gülümsemeyle olduğum yerde acı çekmeye devam ediyordum. Bu böyle bir acı ve öyle bir yara ki Arel Boran Erisin gelmesinden dolayı dirilen ruhum ve tekrar kulağıma duyulan şarkılar ve zihnimde aşk ve ruhlara hitap eden şiirler gezemesin rağmen ben sanki küçülüp , kalp ağrısı çekiyordum. “Mila. Kızım. Şükürler olsun Allah’ım” dedi bitkin çıkan sesiyle “baba” dedikten sonra uzunca yutkunduktan sonra “iyimisin?” dedim ama iyi değildi.
Belki fiziki olarak iyidir, iyide görünüyordu ama kalbinin, ruhunun paramparça olduğunu biliyordum. “Aslan gibi kuzen görmüyor musun?” diyen Karaya babamla birlikte aynı anda baktığımızda Kara kahkaha attıktan sonra “oha. Aynı tepki. Aynı bakış. Baba kız olduğunuz üç dünya öteden anlaşılıyor” dediğinde babam Karanın dedikleriyle gür bir kahkaha atıp oturur bir pozisyonda kucağımda olan ellerimi tutarak “aslında sen iyimisin? Acın sızın var mı bitanem?” dediğinde beni yaralayan bir durumdayken bile kocaman bir gülümsemeyle “iyim ben. Alt tarafı kalbimde bir kurşun varmış o kadar” kalbimdeki kurşun annemin bana attığı kurşun, ya da sıktığı demeliydim.
Her neyse bende tam olarak neye ne sıfat vereceğimi bilmiyorum artık. O kurşun benden nefret ettiğini ve o bakışlarından daha çok acıtmıyordu canımı. Nasıl bir sevgiyse benim anneme duyduğum; karnımdaki oluşturduğu izi sevdiğim gibi göğsümde hatta kalbimde oluşturduğu bu taze izi de sevmeye başlamıştım. Annemi sevdiğim gibi. Her şeye rağmen. O beni sevmemesine rağmen ben onu seviyordum. O benim annem. Hasta olan annem. “çıkartamıyorlar” dedi babam boğazı düğümlü bir şekilde “çıkarttıklarında. Seni...” kaybederiz mi acaba bilmiyordum devamını ama babamın bu eksik sözleri ve çaresiz gri gözleri bana bunu düşündürüyordu.
“ameliyat. Yeni. Yeni bir kalp için arıyoruz. Bulacağız kızım” dedi bu sefer kesik kesik olan sesiyle “sorun yok baba. İyim ben. Hem ne gerek var yeni bir kalbe, benimki yetiyor hatta artıyor bile” diyip kahkaha atım ama canım feci derece acımıştı. Dikişlerim mi tazeydi neydi bu acı “o kalp eskidi artık kuzen. Yenisi gelene kadar idare edeceksin sadece” Karanın sözleriyle çenemi yamultup dediklerini dudak hareketleriyle yamulta yamulta tekrarladığımda Kara sitemle “bak ya. Merih amca kızına bir şey de. Haddinden fazla gıcık” diye babama şikayet etmişti. Babam, Karaya ile hiç bir göz kontağı kurmadan “kızım her şeyi yapabilir” ne de güzel söylemişti babam bu sözleri ve ne de güzel gösteriyordu sevgisini.
Beni kaybetmesine ramak kaldığı için mi diye artık gösteriyordu ya da iyileşene kadar mı bu sevgisi. Artık ne nasıl bilmiyorum tek bildiğim şey değer vaktinde bilinmeli yoksa değerini bilmediğimiz her şey bir gün elimizden kayıp gidecek olmasıdır.
Karayla birlikte babamın odasından çıkıp benim kaldığım odaya doğru yol aldığımızda koridorun başından büyük adımlarla bize doğru yaklaşan Cenk’e gözüm takılmıştı. Karada tıpkı benim gibi Cenk’i görmüş olmalıydı ki tekerlekli sandalyeyi ittirmiyordu artık. Yaklaşık bir veya üç dakikada yanımıza kadar gelen Cenk’e samimi bir şekilde gülümsediğimde Cenk iki dizinin üstüne çöküp meraklı ve telaş dolu bakışlarıyla
“Mila, iyimisin? Nasıl hissediyorsun? Ağrın var mı?” dediğinde telaşına tezat olan sesimle “sakin ol Cenk. İyiyim ben sadece bir kurşun taşıyorum” hiç bir şey yokmuş ve basit bir şeymiş gibi söylediğimde bile Cenk’in panik dolu bakışların yerini hâlâ hiç bir duygu barındırmadan “bir de ben seni muayene edeyim” dedi sitemle ardından derin bir nefes alıp bıkkınlıkla “amına koyayım biri iyileşiyor diğeri –“ diye sözünü tamamlamadan Arel ,Cenk’in omuzuna elini yerleştirip bana vay be diye bakarak “Cenk’i hatırlıyorsun demek?” diye sorduğunda ben burada açık verdiğimi yeni fark ettirmiştim artık ve durumu kurtarmak için elimden geleni yapmam gerekiyordu.
Arel’e ondan öğrendiğim duygusuz bakışları gözlerim yerleştirip “Cenk çok sevdiğim bir arkadaşım benim. Siz nerden tanıyorsunuz?” diye kıvırdım. Ve aslında doğrusunu söylemek gerekirse siz demek bana zor geliyordu ama yapacak bir şey yok mesafe her şeydir sonuçta.
Arel kaşlarını havaya kaldırarak “nerden tanıyorsun Cenk’i?” Diye sertçe sormuştu ve bende tıpkı onun gibi kaşlarımı havalandırıp yüzüme hoşgörülü bir gülümseme yerleştirilmiş bir şekilde “köpeğim var benim” köpeğimiz, Adonisimiz demek varken ben böyle söylemiştim.
“onun başından bir kaza geçti gece vakti” dedim ne söyleceğimi tartmam için duraksıyordum. Arel de ban öylemi dermiş gibi bakıp sağ elini pantolonun cebine koyduğunda daha fazla geriliyordum ancak asla geri adım atamazdım. “ işte bende sesten dolayı hemen sokağa çıktığımda köpeğim acılar içinde havlıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum, korkuyordum. Neyseki şansıma Cenk bizim evin sokağından geçiyordu ve ben ve köpeğimi öyle görünce hemen durdu ve bize yardım etti.” Dediğimde Cenk’in bana o Cenk ben miyim diye baktığını göz ucuyla ona baktığımda görmüştüm.
Arel’in kahkaha sesi koridoru doldurduğunda ben ona dik dik bakıyordum. Hatta bence gülmemesi gerekiyordu. Ne yani onu hatırlamak istemiyordum. Tamam unutmamıştım ama unutmuş numarası yapıyordum ve hatırlamak istemiyordum. Nede olsa Arel Bora Eris kişisi, karşımda kahkaha attan bu herif bana hiç bir şey demeden gitmişti ve dan diye çıkıp gelmişti. Ve bende onu unuttum işte o kadar basit ve ben haklıyım sonuçta.
“çok güzel hikaye” dedi aniden ciddileşen bir ifadeyle. İnanmıyordu bana. Ay ben ne saçmalıyorum şimdi. Zaten o unutmadı ki , öyle demesi de normal. İçimdeki kızlar ne halt ediyorlar orada çıksınlar bana bir yol göstersinler şimdi ben ona ne diyeceğim.
Arel’e anlamsız, ne diyorsun anlamıyorum der bakışlarla baktığımda Cenk Karaya, ardından Arel’e ve daha sonrada bana bakıp “Mila biz böyle tanışmadık” dedi şaşkınlık içerisinde dedi. Ona tatbikîde böyle tanışmadık Cenk demek vardı ama asla demezdim bunu. Ben dudaklarımı aralayıp bir yalan daha uyduracağım sırada Arel benim konuşmama izin vermeyerek derin bir soluk verip “beni hatırlamıyor Cenk. Bu yüzdende kafasından senle tanışma hikâyesi uydurmuş!” dedi sert bir tavırla ve onu unutmadığıma emin olmuş bir şekilde bakıyordu.
Çatık kaşlarla “efendim?” dedim daha neler diye bir bakışla ancak Arel bana tek bir kelime sarf etmeden bakışlarıyla sana inanmıyorum der gibi bakmıştı. Ona , ondan daha sert bir bakışla bakıp “siz benim hikaye uydurduğumu söylediniz?” diye çıkıştığımda Arel net bir tavırla “bu sizi falan çıkar artık Mila!” artık Mila diyordu. Ardından arkasını dönüp ilerlerken “amına koyayım siz ne be, ulan siz ne, ben siz miyim. Sikeyim böyle durumu!” diye ağız dolu küfürler sarf ederken ben duyumsamazlıktan gelmeye çalışıyordum.
Kara ve Cenkte sanki aşık olmuşlar gibi bakışırken başımı kaldırıp Karaya “yoruldum beni odaya götürsene beni” diye emir verdim ama kibarca. Kara beni ikiletmeden Cenkle son kez bakışıp beni odama getirdiğinde yatağın üstüne uzattıktan sonra izin isteyip gittiğinde bende yorgun olan bedenimle kendimi uykunun tatlı kollarına bıraktım.
KEYİFLİ OKUMALAR ;*))))
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın ballarım
💝🫂⏳️🎀🦋
|
0% |