Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23. BÖLÜM

@orion

Yirmiüçüncü Bölüm

⏳️

Uyanmıştım ama hâlâ gözlerimi açmamakta ısrarcıydım ve bu ısrarım uykuya düşkünlük olarak nitelendirilemezdi

asla.

Benim gözlerimi açmamanın sebebi, çam kozalağın ve sandal ağacının birbirine harmanlandığı eşsiz olan ve benim nazarımda sadece tek bir insanda olan o kokunun , her soluk aldığımda içeme dolmasıydı ve tabi özlediğim o sıcaklıkta vardı.

 

Onunla uzun bir vakitten sonra ilk kez birlikte yatıyorduk ve ben bunu iliklerime kadar özlemiştim. Keşke onu unutsaydım diyordum içimden, nede olsa bana bir açıklama yapmadan ve de benim onun evine geleceğimi düşünerek sevdiğim renkte olan mor kağıda çizdiği virgülü asla unutamadığım için onu, unutmak istiyordum ve onu asla özlemek istemiyordum.

İşte sadece istemiyordum.

 

Gerçektende bazı şeyler istek dışında oluyordu. Arel, ah Arel Bora ,saçlarımdan parmaklarını usulca gezdirmeye devam ettiriyor ve ara ara yüzümün hemen hemen her bir karışına yakıcı , naif ve kalbimi yerinden oynatacak buseler konduruyordu. Bu duyguyu ne kadar sersemde aklımın bir yerlerin onun neden , aslında benim için neden geldiğisorusuvardı.

 

Neticede insanlar terk ettiği kimsenin yanına uğramazlardı. Onun davranışları bir biriyle tezat bir durumdaydı ayrıca en sinir olduğum durumlardan biride benim onu unutmamış olmamı biliyor oluşuydu yani bu da oluyordu ki o, çok iyi hatta ve hatta mükemmel bir oyuncuydu nasıl da doktora karşı büyük bir performans göstermişti öyle . Peki bana ne demeli?

 

Her zamanki salaklığımdan ödün vermeden hemen de inanmıştım, hatta bir kez daha onun beni gerçekten sevdiğine içten içe kânnat getirmiştim. İşte benimde salaklığımın ayrı bir level işte. Ve ben hala bir gurursuz gibi uyandığım halde beni terk eden bu adamın saçlarıma dokunmasına ve onun beni öpmesine hiç bir şey demeden onun bunu sürdürmesine göz yumuyordum, hemde zevkle. Gerçektende gurursuzun.

Ve utanmazın Önde gideniydim.

 

Benim şu an şimdi bağıra çağıra hesap sormam gerekiyorken ben n’apıyordum öyle. Bir kez daha yanağıma ve ardında saçlarımdan derince bir nefes aldıktan sonra anlıma bir buse kondurduğunda onun gerçektende kadınların kokusuna zaafı olduğuna tatmin olmuştum ve ben artık bana dokunmasına tahammül etmemeliydim. Aslında tahammülden ziyade zevk duyuyordum. Bunu artık kesmeliydim. Her şeyin bir sınırı olmalıydı. Terk ettiği birine karşı hiç bir şey olmamış gibi davranamazdı. Buna hakkı yoktu, ben buna asla taviz vermezdim. Ve vermemek için gözlerimi sanki yeni uykudan uyanıyormuşum gibi ağırdan açtığımda gözlerim, onun acı, en acı kahve gözleriyle buluşmuştu.

 

Normalde olsa karşımda bu gözlerin önünde canımı vermek bile bana önemsiz gelirken şimdi o gözlere bakınca acımı, o gece göğün benim için nasıl ağladığını, renklerimin nasıl birbirine karışıp siyahlaştığını hatırlıyordu.

Ah tabi virgül!.

 

Önce telefonuma sonrada kağıda çizimizdi hakkını yememeliydim. Ve bu olanlar bir kez daha kendilerini bana hatırlattığında kaşlarım sanki birbirine değecek şekilde çatım ve onu kendimden uzaklaştırmak için iterek “sen ne yaptığını sanıyorsun!” diye sert ve baskın bir seste sıktığım dişlerimin arasından söylemiştim. O ise bana daha çok yaklaşmak için bedenime dikkatli bir şekilde yaklaşığında “uzaklaş benden!” diye diye göğüsüne yumruklarımı indirdiğimde bir süre sonra elimin kana bulaştığını görmüştüm. Telaşla gözlerine baktığımda acıyla olması muhtemel bir şekilde dişlerini sıkıp gözlerini yumuyordu. Onu bir kez daha dikkatle gözlediğimde siyak kazağında koyulaşmış bir ıslaklığın olduğunu gördüğüm an korluyla “kan” dedim, o sesimi duyduğunda gözlerini yarılayıp gözlerimin içine belli belirsiz bir şekilde baktıktan sonra yataktan kalktı ve arkasına bakmadan çıkıp gitmişti ve ben düşüncelerimle ve elimde olan kan iziyle sanki bir sınavın içindeydim artık.

 

******

Babam odaya geldiğinde yüzünde buruk bir gülümseme ve gri gözlerinde birer mahcubiyet vardı. Babamın gözlerindeki mahcubiyeti bilmiyordum ve ben artık bir şeyleri bilmemekten nefret ediyordum. Hiç bir şey bilmemek insanı aptallaştırıyordu ve asla mutlu etmiyordu insanı.

 

Bir de cehalet mutluk getiriyor diye birer zırvanalıklardan bahsediyorlar, bu asla doğru değil ben Karanın kuzenim olduğunu bilmediğimde mutlu değildim mesela. Tamam belki Kara benim arkadaşım oldu hatta görünmez bağlarla kardeş saydık birbirimizi ancak Karayı ben Arya sayesinde tanımış ve onunla zamanla samimi olmuştum. Ve bu aklıma gelince çıldırmış gibi oluyordum. Ben çok yalnızdım çok.

 

Annem vardı, babam vardı, kuzenim varmış, dayım varmış. Ne yazık ki ben onlar varken bile yapayalnızdım , ben kendimi kimsesiz hissediyordum, gerçi bu gerçeğin hala farkında ve hala adım Mila olduğunu bildiğim gibi biliyorum. Çünkü ben hala kimsesizim. Her şeyi olan bir kimsesiz. Ben bugün bu hastanede olmasam diyelim, o kurşun bana hiç atılmadı, o silah hiç ateşlenmediğini varsayarsak babam bile şu an benim yanımda değil, annemin yanında olurdu ve ayrıca beni tekrar iki katlı , altı odalı, bahçesi olan kocaman eve gönderir ve annemin yanında kalmaya devam eder.

 

Tabi ara ara kendini ben ve annemle bölüşürdü. Bunu nasıl atlardım. Bir yandan istiyorum ki, çok büyük bir hafıza kaybı yaşasaydım, hayatımı, tanıdığım tüm insanları ve hatta kalbimin sesini , yüreğimin hislerini bile unutsaydım ve belki tek başına başka bir hayatıma başlasaydım diyorum. Ne güzel olurdu benim için.

 

En güzeli olanı da ; babamın beni kimsesizleştiğimde, yapayalnız bırakmışında her şey senin iyiliğin içindi demezdi ya da ne bileyim ben kuzenimi en yakın arkadaşımın sevgilisi olarak değil gerçekten kuzenim olarak tanırdım ve de en ağırı da beni terk eden sevgilimin sırf annem bana sıkmış olduğu kuşun yüzünden vicdan yapıp beni görmeye gelmezdi belkide...

 

gerçektende her şeyin bir sınırı olmalıydı. Benim kalbim artık daha fazla yaraya dayanamıyor çünkü. Ben çok yoruldum, çok bittim, çok var oldum ama hiç bu kadar yok olupta var olmadım. Etrafımdaki insanlar artık kendimden nefret etmemi sağlıyorlar, keşke ben onlardan nefret edebilseydim. Ne yazık ki benim onlara duyduğum sevgi o kadar büyük ki onlardan değil nefret, onları sevmemeyi bile engelleyemiyorum.

 

Benim onlara tek bir cezam var , o da onlara kızıp , olanları yüzlerine vurmak. Bundan başka ne kalbimden ne de elimden hiç bir şey gelmiyor. Tıpkı ellimden annemi iyileştirmek gelmediği gibi. Çünkü bazı şeyler imkansızdır, ne kadar uğraşıp çabalasanız bile imkansızdır. Bu her zaman öyle değilimdir zaten imkânsız imkânsızdır , bir yerde kabul etmek lazım.

Benim gibi.

 

Annemin iyileşemeyeceğini, benim sevdiklerimden nefret edemeyeceğim gibi kabullenmek gibi... ben zihnimde olan biteni tartarken babam saçlarımı sevip okşuyordu. Canım yandı, burnumun direği sızladı. Neden şimdi saçlarımı seviyordu ki? Sevmesin kimse saçlarımı. Babam saçlarıma şefkatle küçük ama derin bir buse kondurduğunda yüreğimin hangi yeri filizlendi ve hangi yeri ateş aldı bilmiyordum ama kalbimin her bir yanı sarsıldı, çünkü şiddetli bir deprem oldu. “kızım” dedi babam fısıldar gibi ardından benim bir şey demeyeceğimi anladığında derin bir nefes aldı ve sanki bir şeyi itiraf edecek gibi gözlerime baktı “ben çok korktum. Kızım. Milam , seni kaybettiğimi sandım... seni öyle görünce kızım ben paramparça oldum. Ben daha sana doymadan seni kaybettiğimi sandım “ dedi pürüzlü sesiyle. Onun gri gözlerinin dolmasıyla benim göz pınarlarımda olan yaşlar aşağıya doğru boca ettiğinde babamın elini tutup “bir şey olmadı baba. İyim ben” dedim teselli verir gibi.

 

Aslına bakılırsa bu teselli değildi bu gerçeklerdi , ben iyiydim tek bir sorunum vardı o da duygusal olarak harbeden beter bir halde olduğumdu. Babam elinin içindeki elimi dudaklarına götürdü ve şefkatle, baba şefkatliğiyle öptükten sonra nabzımın olduğu yerden bileğimi tutu ve bir kaç saniye nabzımı hissettiğinden gülümsedi ama bu minnettar gülüşünün yanında pişmanlık akan haliyle pürüzlü ve çatallaşmaya müsait ses tonuyla “özür dilerim kızım. İmkânsızın peşimden koşup seni ihmal ettiğim için özür dilerim” dedi ben tam dudaklarımı aralayıp bir şeyler söylenmeye yeltenirken babam bana fırsat vermeden gözlerimin içine bakmayı sürdürerek “Mila, ben istedim ki bizde bir aile olalım. Annen iyileşsin ve bizde bir aile olalım. Sen , ben varken bile anne hasreti çekme diye Simayın iyileşmesini çok istedim kızım. Tamam. Biliyorum kendim için en çok istedim. Bencilce bunu biliyorum ama kızım ben anneni hala ilk günkü gibi aşığım. Benim ona olan aşkım bir gram bile azalmadı. Ama Mila ben bir hata yaptım.” Dedi ve içine bir kaç soluk çekti “ benim en büyük hatam kızım, imkânsızın peşinden koşarken gözümün nurumu kimsesizleştirdim. Milam ben özür dilerim. Seni yalnız bıraktığım için çok özür dilerim” gözyaşlarını elinin tersiyle sildikten sonra boğazında oluşan bir kaç düğümle “seni, o evde yalnız bıraktığım için özür dilerim kızım. Ben hep sandım ki sen sağlıklısın , senin bana ihtiyacın yok, sen kendine bakarsın, annen kendine bakamaz diye seni duygu açlığına ve yalnızlığa terk etim. Ben , sen vurulunca anladım kızım yanlış yaptığımı. Sen ban masal anlatırken ki serzenişlerinden, masaldaki yalnız prensesten anlamdım kızım sen bana baba benim hayatım boktan dediğinde bile ben seni şımarık olarak nitelendirdim.”

 

Bir kez daha yüzüne bocalan yaşları sildiğine boğazından acı bir nida çıkmıştı “senin öl- ...o vurulduğun an gözlerimin önünden gitmiyor. Ben seni kaybettiğimi sandım ve ben anladım ki kızım, ben annensiz değil, sensiz yaşayamazmışım. Ben sensiz değil bir dakika bir saniye bile nefes almak istemiyorum kızım. Sen benim her şeyimsin. Sen benim en değerlimsin “ diyip bir kez daha ağlamaktan kızaran gözlerine yerleşen pişmanlığını koruyarak “kızım. Milam özür dilerim. Beni affet güzel kızım” dediğinde bende akan gözyaşlarımı sildim ve yüzüme samimi bir gülümseme yerleştirip “ooo baba sen gerçektende ihtiyarlaşmışsın. Sen ağladın diye niye beni ağlatıyorsun ya” dediğimde babam keyiften uzak küçük bir gülümsemeyle bana karşılık verdiğinde ben de yüzümdeki gülümsemeyi korumaya çalışarak “bir de sana şöyleyim, ağlayınca yüzün daha çok kırışıyor ve bir de çok çirkin görünüyorsun” derin bir nefesi içime çekip “ben çirkin baba istemiyorum ona göre yani, bilmem anlatabildim mi” dediğimde babam küçük bir kahkaha attığında bende göğsümün ağrısına rağmen ona eşlik etmiştim.

 

Biz gülerken Kara sanki baskın varmış gibi kapıyı açtığında babam çatık kaşlarla Karaya baktığı sırada Kara babamın bakışlarını hiç umursamadan yatağımın diğer tarafına dikilerek “ya Merih amca bu kızın niye bu kadar çirkin” diye dalga geçerken babama fırsat bırakmadan ben Karanın ağzının payını vermek için uzandığım yatakta kendimi dikleştirdikten sonra Karanın gözlerinin içine bakıp alaycı bir gülümsemeyle “acaba sana biri neden öküz olduğunu soruyor mu sevgili kuzenim” dediğimde Kara La baliğini belli eden bir bakış attığında “aslında Milacım Arya söylüyor ama ben onun bana öküz demesinin altında ki iltifatı hissedebiliyorum” dedi ben bu dediklerine daha fazla dayanamayıp Karanın metaforuna kocaman bir kahkaha patlattığımda babamda benle beraber gülümsedikten sonra “ben çıkığımda Kara da sulu bir çocuk olduğunun farkına varsın” diye laf sokup dışarıya çıktığında Kara babamın arkasından teessüf ederim der gibi baktı ve bana doğru dönüp “şimdi bu ne yani? Sulu bir çocukmuşum . Mila ben sulu muyum ya” sitemle yakınışında gözlerimde de bir cevap arıyor gibi bakıyordu “saçmalama Kara ya “ nefes aldım ve bir darbeyi ben indirmeye hazırlanırken

 

Kara “dimi ya vallahi Merih amca bana ayıp etti” dediğinden sonra “tabiki sulu bir çocuksun Kara” diye dalga geçtiğimde Kara bana yok artık diyip “ayıp. Hemde çok ayıp. Yani ben istiyor bur’da sen eğlen, sen ediyorsun bana hakaret” canım Kara”m benim yüzüme kocaman ve samimi bir gülümseme yelleştirip “ ben istiyor sana takılmak, sen atıyor bana tirip” dediğimde ikimizde kahkaha atmıştık.

 

Dünyada ki en güzel şeylerden biride arkadaşlarımızın bizim her anımızda yanımızda olması ve bundan da önemlisi ise her koşulda anlamasıdır. Benim hayatım da gerek Arya olsun , gerek Kara olsun çok önemli yer kaplıyorlar. Onları geçekten de çok seviyorum. Sırf onlar hayatımda olduğu için kendimi dünyanın şanslıların arasında yer verebilirdim. Kara kahkahalarımıza ara verdikten sonra “Mila, Aryayı aradım ve senin vurulduğunu söyledim ve şimdi buraya geliyor haberin olsun” dediğinde ben yeni yeni Aryanın gelmeme nedenini anlıyordum.

 

Demeki kimse ona haber vermemiş, çünkü ben biliyordum ki Arya benim bu halde olduğumu bilse zaman kaybetmeden yanımda olurdu daha öncelerde olduğu gibi. Bazı arkadaşlıklar ,dostluğa ve de kardeşlik bağı kadar kuvvetli bir bağ haline gelebiliyormuş. Arya benim için o bağlardan ve bu günlerde kuzenim olduğunu öğrendiğim Kara da o bağlardan kalbime bağlanmış insanlardan. Bu kardeşlik düşüncem bir anlık sırıtmama yol açtığı yüzden Karada bana aynı samimiyetle gülümseyerek “ne oldu? Niye gevşetin o at ağızını” demesiyle koluna gücüm yetene kadar bir yumruk atıp, ona yazıklar olsun bakışlarımla “salak, bende kafamın içinden seni sevdiğimi falan ölçüyordum” bir nefes aldıktan sonra “sevmiyorum seni alçak. Babam haklı sen sulusun” dedim ardın ama Kara dediklerime hiç alınmadan elimi tutu ve “bende seni çok seviyorum kuzen. Ayrıca artık bana ismimle hitap etmeyi bıraksan mı diyorum, çünkü ben çok rahatsız oluyorum da” dediği zaman gözlerim ne dermiş gibi açıldı ve ”hazretlerimize isimiyle değilde neyle hitap etmem gerekiyor acaba?” Diye üste üsten konuşmuştum ama Kara gözlerimin içine ciddi bir şekilde bakarak

“abi” dedi

“ne?” dedim

daha neler der gibi ama Kara istifini bozmamaya yeminli gibiydi “abi diyeceksin kızım bana” dedi, kafamı sağa sola sallayıp küçük bir kahkaha eşikliğinde “sen kafayı yemişsin “ diye sitem ettim, ama Karanın ciddi bakışları bozulmadan kaldığından dolayı , Karanın gerçektende bu konuda karalı olduğunu görüyordum.

 

Ama bu saçmalıktı, Kara delirmiş olmalıydı , ne abisi be kırk yılık Kara birde abi mi oldu şimdi? Üstelik ben ona abi diyecem asla! “ Kara bırak saçmalamayı , sana abi falan demiyecem bu bir, bir daha bana bu konuyu açma bu da iki!” Dedim kararlı çıkan sesimle ama Kara daha bir üstüme gelir gibi sesini dozajını artırıp “kızım abi diyeceksin bitti!” Dediğinde ona dil çıkartıp “rüyanda görürsün! Abi diyecekmişim daha neler. Hayvan herif!..” diye saydırdığım zaman aralığında kapıya öküzmüş gibi açılmasıyla Kara hayvanıyla aynı anda bakışlarımızı kapıyı öküz gibi açmış olan Aryaya çevirdik.

 

Arya gözlerimin içine baka baka koşar adımlarla yaklaştığında Arya öküzü ve Kara hayvanını belli eden bir imayla “demeki neymiş ,her iki sevgilide hayvan olunca işler böyle ilerliyormuş” dedim ama Kara terbiyesiz olduğu için bana göz devirmiş ve sevgilisine at ağızlı bir eril olarak gülümsediğinde Arya çoktan yanıma varmış ve ağlamaya başlamıştı. “Ay Arya vallahi iç gözyaşı çekemem. Zaten sevgilin olacak bu hayvan da ashabımı bozuyor” sitemlediğim zaman Arya gözyaşları arasında kahkaha atıp “ ee ben diyordum benim sevgilim öküz” dedi.

 

Bakışlarımı kısa bir an Kara da tutup tekrar Aryaya çevirip “Aryanikom görüyorum ki sana da bulaştırmış çünkü o kapıyı öyle açma adetti öküzlerde tek var sanıyorum” dediğimde Arya teessüf ediyorum diye bakıp ardından gülümserken “bulaştı galiba. Kendimi hemen toparlamam lazım” dedi. Kara kahkaha atığında ise bana abi diyeceksin dediği için yaptığı her eylem batığından dolayı “ne sırıtıyorsun at ağızlı!” Diye çıkıştığımda Arya da kahkaha atmıştı, ardından Arya gözlerimin içine tereddütle baktı ve ses ayarını kendine uygun bulduğu bir tınıda “Bora ge-“ sözünü kesip “Aryanikom , Adonisimide getirdin mi? Çok özledim onu” Adonisim, benim oğlum. Onu gerçektende çok özledim...

 

“ay getirdim o tüy yumağını” bıkkınlıkla demişti, “oğlum teyzesini üzdü mü ki öyle diyorsun” dedim Arya başını evet anlamında sallayıp “kızım bu nasıl bir köpek Allah’ım , alışmıyor bana . Dili olsa anne anne diye ağlayacak” Aryanın dedikleriyle kocaman bir kahkaha atıp onu dinlemeye devam ettiğimde Arya “ya Mila, öyle bir seni aradı ki en son odamda unuttuğun hırkayı alıp “al kokla tüy yumağı “ deyip önüne attım oda alıp kokladı daha sonra üstüne yatıp uyukladı. Vallahide ben şok. Sonra hırkansan kokun mu bitti her ne olduysa seni arayamadım ama Borayı aradım sesini hoparlöre aldığımda sakinleşti en sonunda” dediğinde Arel’in , Adonisle konuşup durulmasıyla benim kafamsa şimşekler patlamıştı “Arya sen neden benim oğlumu onla görüştürüyorsun?” Dedim sertçe , Arya kaşlarını yukarı kaldırıp “hani ikinizin köpeği ya “ dediğinde ben daha da öfkeyle çıkan bir sesle “Adonis benim! O benim köpeğim! Onun üstünde kimsenin ama kimsenin hak sahibi gibi bir durumu yok!” Dedim her bir kelimemi bastıra bastıra ve kesin içerikli bir tonda söylemiştim ama Arya beni bu tavrımı asla ciddiye almayarak tedirginlik barındıran bir gülümsemeyle “kuzum istersen velayet savası falan açalım daha kesin kara olur. Herkes için!” Diyip bir nefes molası aldığı zaman dudaklarımı aralayıp onu bir kez daha ikaz edeceğim zaman

 

Arya benim konuşmama izin vermeden bıkkınlıkla gözlerimin en derinlerine bakarak “Bora Adonisi çocuğu gibi görüyor Mila, bunu ondan esirgeyemezsin. Hem zaten Bora döndü sonuçta dimi? Her şey yoluna girecek” dedi sitemle ama ben hiç bir şeyin yolunda gitse bile ben ve Arel Bora Eris arasında hiç bir şey asla yolun da gitmeyecekti. Ve bu konuda Adonisi çocuğu gibi görmüş olması bile değiştirmeyecekti. Onun, beni tek bir vedayı bile bana çok gördüğünü , en acısıda bizim ayrılışımızın bir virgülle olmasını kaldırabilecek ne bir yüreğim ve onu affedecekte bir tahammül seviyem yoktu. Bilinmesi gerekiyordu dimi, her gidişin bir dönüşü , her dönüşün bir kaybedişi vardı sonuçta. Artık benim gibi ,herkesin anlaması gerekiyordu ki Arel Boranın bir daha benim kalbimin topraklarına ayak basması yasaklanmış ve kalbimin tüm kapıları ona tamamen ve bir daha hiç açılmayacak üzere kapanmıştı.

 

Benim bunu anladığım gibi herkesin anlaması lazım. Hem Aryanın , onu savunması da çok sakildi. Tamam Kara savunsun , kuzenim olmasına rağmen savunsun bana , ama Arya onu savunamaz ve üstelik benim ona Arel gitti, beni terk etti ve dahası olanların tüm ayrıntılarıyla anatışımından verdiği tepkiyle , Arel Boranın geldiği süreçte nasıl olurda Arya ona karşı yumuşamıştı, onun benim hayatımda arkadaş olarak kalması bile bana saygısızlık oluyordu.

 

“Mila, bir şey demiyecekmisin?” Dedi Arya , sessizliğimden dolayı. Aslında ona onca şey söylemek varken ben sadece bıkkın bir nefes verip “Adonis ,benim ve hiç kimse onun hakkında bir hak iddia edemez Arya!” Dedim , Arya dudaklarını yarılayıp bana cevap verecek esnada onun konuşmasına izin vermeden “yorgunum , dinlenmek istiyorum izinizle” diyip onlara baktıktan sonra gözlerimi kapatma gereği duymuştum ama ne Kara ne de Arya çıkma adına herhangi bir ses çıkartmadıkları gibi üstelik Arel Bora hakkında konuşuyorlardı ve ben onların beni Arel Boranın beni çok sevdiği adında efsaneler , hikâyeler dinlemeye maruz kalıyordum. Bir süre Arya ve bana abi demeye çalıştıran gerizekalı kuzenime daha fazla dayanamadığımdan hala bir kolum gözlerimin üstündeyken hırsla çıkan sesimle “bakın bana! Ben onu sevmiyorum ve sizde artık bunu anlayın!” Dedim sertçe ama ben hala onu seviyordum ve bu bilişim canımı acıtıyordu.

 

Bir insanı sevmekle, sevmek istemek arasındaki uçurumu görmek can acıtan bir şey olduğunu ben anca bu yaşımda tatmıştım. Gönül isterdi ki tatmayayım ama hayat bu ne zaman neyi yaşatacağı pekte belli değildir sonuçta. “ve size diyorum, sevmediğim bir insanın beni sevip sevmemesi umurum da değil! Tamam bir zamanlar onu sevmiş olabilirim ki bence o hislerim sevgi değildi. Arya sen de Kara da çok iyi biliyorsunuz ki Arel Bora Eris okul da popüler ve tüm kızlar ona hayrandı, herkes onunla sevgili olmak istiyordu hatta inanmayacaksınız ama onunla yatmak isteyenler de varmış , ki bunu da bana o ima etmişti . Her neyse, şimdi onun okuldaki popülerliği hakkında övgüler yapamayacağım. Benim demek istediğim şey” derin bir nefes aldım ve kuracağım diğer yalancı cümlelerim için kendimi hazırladım “Arya sende bilirsinki ben ona, üç yıl da sadece onunla olabileceğimiz bir zamanı kolluyordum. Bak kabul ben de o zamanlar, hatta onun gittiği zamana kadar onu çok sevdiğimi ve aşık olduğumu zannediyordum ama çocuklar ,ben o gittiğin de anladım. Ben sadece onu elde etmek istiyordum. Bilmiyordum niye öyle bir şeye taktım. Benlik değil normalde ama ne bileyim takıntı yaptım galiba ve iyiki o gece. O gittiğin de ben fark ettim. Geç olmadan fark ettim. Arya , Kara ben onu sevmediğimi anladım. O yüzden onu unutmuşum gibi yapıyordum. Belki gider etrafımda dolaşmaz diye. Zaten ben de anlamıyorum niye burada, vicdan yapıyor sanırım ama yapmaması lazım çünkü olanlarla yakından, uzaktan ilgisi yok”

 

ben ne demiştim öyle şimdi oturup kalbimden çıkmayan ama dilimden dökülen cümleler için hüngür hüngür ağlamak geliyordu içimden. Ben ne zaman bu kadar yalancı olmuştum. Yalandan nefret eden, tiksinen ben şimdi çok rahat bir şekilde yalanlar söylüyorum .

 

Aşağılık bir insan oluyordum. Kendimden nefret ediyorum. Arya “ama Mila sen ona hayran değildin” dediğinde kendime son yumruk darbesi indirecekmişim gibi sert davranarak, derin bir nefes koyverdikten sonra “Arya, ben onu sevmiyorum” seviyorum hatta onu öyle bir seviyorum ki , onu sevmediğimi söylemek damağımda acı bir tat bırakıyordu.

 

“Neyse ben onu sevmiyorum, o da beni sevmiyor sorun yok artık. Siz de öyle davranıp da adama vicdan yaptırmayın” dedikten sonra Karanın sesiz bir mırıltıyla “bora” deyişini duyumsadığımda kolumu gözlerimden kaldırıp biraz dikleşerek karşımda nasıl geldiğini duymadığım Arel Bora Erise baka kalmıştım. Gözlerinin kahvesi kırgınlıkla bulanmıştı , dolmuştu gözleri ama bu dolu gözler sarf ettiğim sözlerimden değildi. Bunu çok iyi biliyordum. Onu her gördüğüm an onun beni nasıl terk ettiğiyle yüzleşiyordum. Bu his beni öyle bir sinirlendiriyordu ki kendimi dizginleyemiyordum bile.

 

Bir yanım geçmişe bakıyor ,onunla olduğum mutlu zamanlara ve bir yanımda şu anıma bakıyor, geçmişimin bir yalandan olduğunu kulağıma fısıldıyordu. Onun beni sevmediğini, sadece eğlendiğini fısıldıyordu. En çokta beni nasıl terk ettiğini fısıldıyor. Oysa biz, o gün ayrılmalıydık , bizim sonumuz o gün gelmişti. Ben o gece onun evinde kalmamalıydım. Ben bir hata yaptım ve sonucunda da tüm renklerim, şiirlerim ve kulağıma eşsiz ve de hayatımı anlatan tüm şarkılarım solmuştu. Tıpkı anneme küçükken verdiğim papatyalar gibi solmuştu ve tıpkı onlar gibi kokusu keskindi.

 

Bir şeyler soluyordu ve o zaman, o bir şeylerin kokusu, acısı, gözyaşları göze, kulağa ve de kalbe geliyordu. En çokta kalbe geliyordu. Mesala şu an çok isterdim dilimde doladığım şarkıları anlatmak ve de kendi uydurduğum ve benim için kalp yaram diye nitelendirdiğim şiirlerimin olması ama yoktu artık çünkü ben tüm renklerin birbirine karışmış bir siyahtım.

 

Çok isterdim şu an bir şarkı mırıldamak veyahut şiirler söylemek ama yok içimden gelmiyor mesela artık mor renkte bir şeyler bile giymek istemiyorum. Sadece siyah olan ben ve dikiş tutmayan yaraları kanayan ruhumla oturup bir şeyleri halletmek istiyorum ama o bile bana çok zor , çok ağır ve çok meşakkatli bir şeymiş gibi geliyor. Belkide kendime fazla olduğum içindir bilmiyorum ne olduğunu ancak tek bir şey biliyorum , ben çok yoruldum...

 

oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım ballarım

Bir dqhaki bölümde görüşmek üzere 😘

 

 

Loading...
0%