Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24. BÖLÜM

@orion

 

YİRMİDÖRTÜNCÜ BÖLÜM

 

⏳️

 

Kara ve Arya, onun gelişinden bir kaç dakika sonra gittiğinde o hâlâ bana bakmayı sürdürüyordu. Bana öyle bir bakıyordu ki kalbim sızlıyordu.

Nasıl bir insan suçlu olduğu halde suçlayıcı bakabilirdi ki.

Ama o bana öyle bakıyordu,

sanki karşısında kocaman bir hayal kırıklığıymışım gibi, sanki söylememem gerekenleri söylemişim gibi bakıyordu bana. Bana iğrençmişim gibi bakıyordu ve ben acı , en acı kahveyi andıran bakışların ardında eziliyordum. Daha fazla bu bakışlara maruz kalmaya dayanamadığımdan sakin bir ses tonumla “niye bana öyle bakıyorsun?” diye sordum, ama asıl soru neden buradasın? Her zaman derim ya hayat bazen sormamız gereken önemli soruları kayırıp, basit sorular sordurtuyor. Hiç sekmez bu, bu her zaman böyleydi ve böyle kalacaktı. Sonuçta an diye bir durum vardır hayatta.

 

Bir kaç adımda bana yaklaştı ve aynı bakışlarını sürdürüp “nasıl bakıyormuşum ben?” ardından kahkaha attı ve bir kez daha hayal kırıklığıyla “söylesene Mila, ben nasıl bakıyormuşum?” diye sordu ama soru barındıran bir ses tonu değildi asla. Bana daha fazla yaklaştı ve bu sefer de gözlerinin doluluğunu boşaltan bir yaşı silip

“ben nasıl bakıyorum sana.

Ben sana nasıl bakıyorum Mila!

Benim bakışlarımdan ne anlıyorsun sen!

Sen, benim bakışlarımdan hangi anlamları çıkartıyorsun Mila!

Ha, anlatsana!”

dedi sert ve yüksek çıkan bir sesle, ben ise dudaklarımı aralayıp cevap verecekken işaret parmağını yukarıya doğru kaldırdı ve alayla gülümseyerek “ ben söylim, sen yorma kendini!” dedi ve tekrar alayla güldü “benim seni sevmediğimi görüyorsun, dimi Mila?” kalbim kıyıldı, sanki ölüp ölüp dirildim. Bu gerçeği yüzüme söylemesi gerekmiyordu.

 

O, delirmiş gibi güldü ve yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdı

“Mila, ben seni hiç bir zaman sevmedim!” dedi baskın bir tonda, bu sözleri duymaya hazır olmayan

Ben ise ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Benim ağlamamam gerekiyordu. Hiç kimse sevmediğini söyleyen birinin ağızından seni sevmiyorum diye bir cümle duyduğunda ağlamaz çünkü.

 

“Mila, ben sana ne zaman seni seviyorum dedim ha, benim sana karşı olan duygularımın karşılığı seni seviyor muydu ha? Ben seni iliklerime kadar hissediyorken sen nasıl” dedi ve sustu. Daha sonra gözlerindeki hayal kırıklığı daha fazla artarak “peki Mila, sen nasıl kolayca beni sevmediğini söyleyebiliyorsun?” diye sordu ve benim kalbim yok oldu.

 

Ne diyeceğimi, nasıl bakacağımı, nasıl tepki vereceğimi bile artık bilemez bir duruma düştüm. “Mila, ben senin gözlerinde bana olan aşkını görüyorken, sen nasıl oluyor da gözlerimdeki hissedişlerimi görmüyorsun?” ikinci sorusunu sordu ama ben hiç bir sorusunu sormadan geçmişte, aslında hemen hemen beş hafta önce yaşanılanların hissettirdiği nefretle “beni terk eden birine karşı bir şeyler hissediyor olamam dimi?” diye sordum, ama o, o sanki gözleriyle, acı kahve olan gözleriyle bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibi baktı bu sefer ve ne yazık ki ben hiç bir şey anlamıyordum.

 

“sevme beni Mila. Beni hiç bir zaman sevme. Ben, senin beni sevmeni istemiyorum zaten” dedi kırgınlıkla,

 

ardından bir elimi, kalbinin olduğu yerde tutup “bak, sen hep buradasın, her zaman da burada kalacaksın” dediği an elimi hınçla çektim ve gür bir kahkaha attım. “madem ben her zaman oradaydım, neden, bana hiç bir şey söylemeden, sadece bir virgül armağan edipte çekip gittin? Ha söylesene sen bana, neden?” dedim sitemle. Adem elması hareket etiğini hissettiğim sırada o, tok bir sesle “mecburdum. Mecburdum Mila” dedi,

 

kafamda şimşekler çaktı, gök sanki nefretle gürledi ve kanımda dolaşan öfke dalgalarına teslim olmuş gibi, nefret ve öfkeyle “defol! Daha önce mecbur kalıp gittin ya şimdi, yine aynı şekilde siktirol git! İstemiyorum seni hayatımda, etrafımda olmandan iğreniyorum! Defol!” dedim ama o gitmek adına hiç bir eylemde bulunmadığı gibi dudaklarını dudaklarıma kapadı.

 

Ondan nefret ediyorum sırf beni öptüğü için ve yine onu çok seviyorum sırf onu öptüğüm için. Onu özlemiştim, onu hala özlüyordum ama geçmiş bir karabasan gibi her zaman peşimde ve ben onun mecburum dediği şeyi affedemiyordum, ki neye mecbur kaldığını bile söylememişken neyi affediyordum ki ben. Af dilemiyor, affetmemi beklemiyor gibi beni öpmeye devam ediyordu ve bende geçmişi yaşadığım terk edilişi kısa bir zaman olsa bile unutmuş gibi ona karşılık veriyordum.

 

Bu öpüşmemiz kalbimin bir yerini yaralıyordu ve aynı zaman da açık olan yaralarımın üstüne, hiç bir zaman kanamamak için birer kabuk oluyordu. Karşıt olan eylemler ve bir o kadarda bir birine zıt olan duygular besliyordum. Bir insan birinden hem nefret edip, hem de nasıl oluyor da onu bu denli çok sevebilir ki? Ben nasıl becerebiliyordum bunu, hem onu istiyordum, hem de onu istemiyorum. Arel Bora Eris, hayatımın, eylemlerimin ve duygularımın kocaman bir yapboz parçası.

 

Soluk almak için dudaklarımız kısa bir an birbirinden ayrıldığında bu sefer ben ona susamışım gibi dudaklarına yapıştım. Onu hırsla öpüyordum, o da bana aynı şekilde karşılık veriyorken bir elini saçlarıma götürdü ve saçlarımı nazikçe okşamaya başladı. Ben çok sevdiğim dokunuşlarıyla mest oluyordum ancak kendimi kaybetmemek için büyük bir mücadele veriyordum kendimle.

 

Sanki hayat bizi kocaman bir bilinmezliğe sürüklemişte biz, düştüğümüz bilinmezlikte savrulup savrulup birbirimize çarpıyorduk. Ne acıdır ki birbirimize çarptığımızda hasar görenlerde ikimizdik. Biz birbirimiz yaralıyorduk. Sanki bu kez de yaralama sırası bana gelenmişçesine dudaklarımı , onun çok sevdiğim dudaklarından ayırdım ve dudaklarım dudaklarına değecek bir şekilde “bunu veda say Arel Bora Eris, benim senle kavgam bitti” diyip ondan tamamen uzaklaştığım zaman , o söylediklerimle bir kaç dakika gözlerimin içine bakmayı sürdürdü ardından hafif bir tebessümden sonra anlıma küçük bir buse kondurdu ve derin çıkan bir ses tonuyla “bizim kavgamız bitmez güzelim” diyerek göz kırptı ben, şaşkınlıkla ona bakarken o , bu sefer elime birer öpücük kondurdu ve “seni hissediyorum” diyip odadan çıktığında ben kendimi boğan bir şaşkınlıkla hala cebelleşiyordum.

 

Yalan söylediğimi ve de bu adam benim hissettiklerimi, duygularımı nasıl oluyordu da gözlerime bakarak anlıyordu. Oysa ben ağızımdan çıkan sözlerin canımı acıttığını bile bile söylüyordum ama o asla etkilenmiyor, üstelik gerçek duygularımı anılıyordu. Ondan nefret ediyorum. Onu çok seviyorum...

***

Hastaneden çıkmadan önce son tahlillerimi ve kalbimin ne durumda olduğuna dair son kez gerekli hastane, hasta ve doktor ritüellerini yaptıktan sonra eve gelmiştik. Tabi sadece ben ve babam değil, bizimle beraber Arya, Kara, dayım, Cenk ve o. Hepsinin gözlerinde kocaman bir telaş ve bana uygun bir dönör bulma bir arayışı vardı.

 

Babam tüm irtibatını seferber ederken , Cenk ve Arel Bora Eris’ de yurt dışından benim için dönör bulmak için bir telefonunbrnaçp diğerini kapatıyorlardı. Eve geldiğimizden bu yana üç saat geçmesine rağmen benden başka kimse oturmuyor herkes telefon başındaydı, ne saçama bir durumun içindeydim öyle, bana gerekli olan kalp için benden başka herkes koşuşturuyorken ben hadimden fazla rahattım. Bu rahatlığım tamamen boşvermişliktenmi kaynaklanıyordu yoksa yaşamak mı istemiyordum bilmiyordum, ama onların bu koşuşturmalarından sıkılıp odama gitmem gerekiyordu, duş almam lazımdı. Resmen hastane kokuyordum.

 

Aryanın bana getirdiği kıyafetler bile bu kokuyu yok etmiyordu. Uzandığım rahat koltuğumuzdan yavaşça doğrulup ayağa kalkerken o,panikle “dur! N’apıyorsun, öyle aniden kalkılır mı hiç. Canın zaten acıyor, birde yardın almadan kalkıpta dikişlerini patlatacaksın” dediğinde Cenk beli belirsiz bir şeyler mırıldanmıştı. Babam yanıma gelip bir kolumdan tutarak “sen kalkma kızım, ne istiyorsan ben getireyim” dedi şefkatle ama ben hasta muamelesi görmekten hem sıkılmıştım ve hemde bunalmıştım artık. “yeter artık, ben iyiyim. Böyle davranmanıza gerek yok” sitemle demiştim ama benim gerizekalı kuzenim ona yakışan bir patavatsızlıkla “kesermisin artık o cırtlak sesini ve bizi dinle artık” dediğinde anımda çatık kaşlarla ona baktım ama o asla borazan sesini kesmiyordu “bakmana zaten sana kızgınım, beni daha fazla kızdırmamak için ben ne zaman iyisin dediğimde o zaman iyiyim diyeceksin. Hayret bir şey ya bir abi sözü dinle” diye hayıflandığında babama bakıp “baba. Bu geri zekâlıya bir şeyler fırlat ,Yoksa katil olacam!” sinirle demiştim ve babam bana kaşları yukarda bir şekilde baka kaldığında Arel Bora Eris babamın şokeliğine aldırmayıp yaslandığı kanepedeki yastığı aline alıp sertçe Karanın kafasına fırlattığı zaman Cenk panikle “siktir! N’apıyorsun sen” diye ona yaklaştı ve bir süre sadece gözlerle bir şey anlatmıştılar birbirine.

 

Karanın borazan sesini tekrar duyduğumda ise bakışlarımı Cenk ve ondan çekip gerizekalı kuzenime çevirdim ve bana saydırmasını bir kaç saniye dinledikten sonra hayıflanarak “vallahi babam haklı sen sulusun Kara. Bu sulukla bu yaşa nasıl geldin zaten onu da anlamıyorum” diyerek bir adım merdivenlere atığım zaman dayım kahkaha atıp “mucize Mila. Taktiri ilahi. Bende arada düşünmüyor değilim” dediğinde dayımla birlikte kocaman bir kahkaha atarken Arya, Karanın yanına gitti ve elini tutu .

 

Kara alınmış bir tavırla “ cık, cık, cık” dediğinde bu sefer salondaki herkes kahkahalara boğulmuştular. Bazen gerizekalı kuzenim beni çıldırtsa bile bir şekilde hem beni hemde bulunduğumuz ortamın keyiflenmesini sağlıyordu. İsmine karşıt olarak rengârenk biri. Bir süre keyifle gülümsedikten sonra arkamı dönüp merdivenin ilk basamağına çıktığımda zaman o, “Nereye?” diye sormuştu, soru banaydı ama ben üstüme alınmadan ikinci basamağa da çıkmıştım ki dibe kadar gelip “bir şeye mi ihtiyacın var? Sen zahmet etme bana söyle ben getirim. Merdivenler seni çok yorar” diye beni sinir etmeyi başarmıştı.

 

Çenemi dikleştirerek başımı ona doğru çevirerek “bundan sana ne?” diye çıkıştım Arel Bora Eris’e, galiba artık ona tahammül edemiyordum. Terk etmişti beni ve bu da yetmemiş gibi geri dönmüştü alçak! “Arel, doğru söylüyor Mila, tamam hastaneden taburcu olabilirsin ama dikişlerin var ve üstelik kalbinde bir kurşunlasın.

 

Merdiven gibi basit şeyler seni bitkin bir hale çevirir hatta çok fazla yürümek bile bayılmana sebep olur ve Mila bunlar gibi bir çok semptom var daha saymadığım” diye engin bilgilerini paylaşan Cenk’e okkalı bit küfür savurmak istemiştim ama ne yazık ki ben iyi bir kızdım dimi? “Cenk, doktor son kontörlerimi yaptı benim iyiyim, bu kadar abartmanıza gerek yok ya. Sizi gören benim ölüm döşeğinde yatığımı düşünecek” bıkkınlıkla karşılık vermiştim ki Kara patavatsızlık yaparak “o kalbin değişmediği sürece o halde görmemiz iki ayımız alamayacak zaten. Amına koyayım böyle işin içine bu ne-“ gerçekleri sitemli bir dille kulaklarımızın pasını temizlediği zaman Arya, Karanın cümlesini yarıda keserek “sevgilim, sen çok mu konuşuyorsun acaba?” uyarısını soru şeklinde yapmıştı ama bu kes sesini gerizekalı! demekti bence.

 

Dayım ve babam aynı anda “ben geleyim seninle” dediğinde uzun bir off çekip “duş alacam, gelmenize gerek yok tamam mı! Bir rahat bırakın beni bunaltıyorsunuz beni. Alan açın artık bana da nefes alabileyim ya yeter!” ben serzenişte bulunduğum zaman Arel Bora Eris bir kaç adım atıp benden tamamen uzaklaşmıştı.

 

Üstüne mi alınmıştı bütün sözlerimi? Ama ben onu dahil etmemiştim ki. Off Mila salakmısın? onuda dahil et. O beni terk etti. Virgülü unutmamam lazım. Karayla bile vedalaşmıştı üstelik. O iğrenç bir insan. Birde çok zayıflamış yemek yememiş kesin başka ülkelerde, eğlenmekten fırsat mı kalmıştır alçağın. Nefret ediyorum ondan. Onu sevmekten de nefret ediyorum. Off herkesten nefret ediyorum artık.

 

***

 

Zar zor çıktığım merdivenlerden odama geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Yatağımda bir kaç dakika dinlendikten sonra banyoya doğru gidip Cenk’in bana vermiş olduğu talimatlarla duşumu aldım ve tekrar odama gelip üstümdeki bornozumu çıkarttığımda iki göğsümün arasında iyileşmek üzere olan dikişlerime bakarken komadan sonra iki kez kalp krizi geçirdikten sonra doktorlar kurşunu çıkaramadıkları yanı sıra, kurşunun hasar verdiği kalp kapakçığıma anjiyo yapılmıştı ve ben her zamanki vurmaz duymazlığımla onunla konuştuktan sonra sinir krizi geçip yatığım yatağı dağıtığım için yeni dikişler atılmıştı.

 

Bir süre sonra o dikişlere bakmaktan bıktıktan sonra, üstüme oversize olan balıkçıl siyah tişörtümü ve de altına siyah renkte olan taytımı giydikten sonra yatağa oturdum ve saçlarımı havluyla kurutmaya başlarken kapımın çalınmasıyla yaptığım işe mola verdim “gel” dediğimde kapı sessizce açılmıştı ve o, sanki bir gün ışığı gibi odama sızıyordu. Beni baştan aşağıya süzdükten sonra odaya tamamen girdi ve çekmecemin içinden beyaz bir çift çorap alıp ayağıma geçirmeye kalkıştığında ayağımı kendime doğru çekip “ne yapıyorsun sen?” ifadesiz bir suratla söylemiştim ama yüzüme bakmadan belli belirsiz bir hırıltıyla bir şeyler geveledikten sonra ayağımı tekrar kendine doğru çektiğinde bu sefer sinirle “hey, kime diyorum ben!” dediğimde o bir ayağıma çorabı giydirip diğer ayağıma da çorap giydirmenin eşliğinde “benim bir adım var. Hey, Sen... şeyler değilim!” demesiyle dumur olmuştum.

 

Bir süre affalanmış suratımla ona baktıktan sonra “pardon. BORA!” dediğim zaman başını bir refleks olarak kaldırıp gözlerimin en derinine, sanki ruhuma bakar gibi bakıp kaşlarını çatmıştı. Sinirlenmiş miydi? Saçmalama Mila! O, hırıltılı ve baskın bir tonda “BORA mı?” dedi ve üstelik üzerime üzerime eğiliyordu. Terbiyesiz!

 

“evet. Yani zaten herkes de diyor. Şimdi niye sorun ediyorsun ki?” aptala mı yatıyorum ben. Evet galiba. Hissediyorum demişti bana fakat terk ettiği gerçeğini değiştirmiyor bu. Üstelik ne gibi mecburiyetinin olduğunu da söylemedi. “sen, herkes misin Mila!” bu salak niye bana ikide bir Mila diyor ki, yani eskiden demiyordu off demesinde biz sanki birlikte miyiz ki bana kiraz çiçeğim desin. Ben ona bakmayı sürdürürken o daha fazla bana yaklaşıp “benim adım Arel! Ve bir tek senin söylemeni istiyorum. Her zaman olduğu gibi” diye baskın ve çatık kaşlarla söyledi ama ben onun bu tonundan asla etkilenmedim ve de üstelik kahkaha atığımdan eliyle ağızımı kapattı “şşş” gözlerimi kırpıştırdım, ne yani kahkaham mı batıyor ona pislik “baban duyacak. Tuvalet bahanesiyle geldim” dediğinde fal taşı gibi gözlerim açılmıştı ve o benim bu halimden keyif alır gibi gülümsedi. Üstelik yanağındaki çukuru beli edecek şekilde. Burnunu saç diplerime sokup derin bir nefes çektikten sonra elini ağızımdan çekip benden biraz denecek kadar uzaklaştı ve o çok sevdiğim ses tonuyla “saçlarını tarayabilir miyim?” dedi ama sesinde muhtaçlıkta vardı. Kıyamadım. Onun dokunuşlarını ve kokusunun biraz daha yakından duymak için “tara” dedim fısıldar gibi.

 

Onun evet dememden çocuk gülüşünü hafızama kazıdım. Birini affetmeden, nasıl sevebiliyor ve birini severken nasıl nefret edebiliyor bir insan. Zaaf mıydı Arel Bora Eris ,yoksa bağımlılık mı? neydi benim için. Cevabı her neyeyse ben her zaman onunla buluyordum kendimi. Hep en yakınımda. O, tarağı alıp saçlarımı ilk taradığı gibi tararken ben artık göz yaşlarımı tutamıyordum ve onun yanında da ağlamaktansa nefret ediyordum. Boğazımdan iniltili bir hıçkırık çıkınca beni kendine döndürdü ve suratımı iki avucumun arasına alıp tedirginlikle “ne oldu güzelim, saçlarını mı acıttım. Özür dilerim...” sözleriyle kafamı hayır anlamında sallayıp kalbimdeki tüm gerçekler artık beni boğuyordu ve ilk kez birine ,ona, Arel Bora Erise anlatmak istiyordum.

 

“Annem , benim saçlarımı hiç taramadı biliyor musun. Ben çok bekledim onu, ama o hiç iyileşmedi, hiç saçlarımı taramak için bana gelmedi. Çocuktum ben, çok küçüktüm, kimseye taratmazdım saçlarımı, bir tek babam, babam taradı. Sonra o da taramadı. Ben kendime bir söz vermiştim” sertçe yutkundum “ama ben o sözü senin benim saçımı tararken çiğnedim. Üstelik hiç değmeyen biri için çiğnedim” gözleri hüzünle doldu.

Ama benim ruhum ölmüştü

o geldi dirildi tamam fakat hala yara bere içinde ve hala kanıyor.

Bu sefer yaralar çok acıtıyor.

Ölüyorum sanıyorum ama ölmüyorum.

Canım çok acıyor...

“bak benim bu hayatta her şeyim var” buruk bir gerilme dudaklarıma peyda olmuştu “Babam var, annem var, dayım, kuzenim, en yakın arkadaşım.... ama ben yapa yalnız hissediyorum. Kimsesiz hissediyorum. Çocuk olan yaşımdan beri bu böyle. Bitmiyor bu his. Neden her şeyi olan bir kimsesizim ki ben. Ben çok mu kötüyüm de tanrı bana böyle bir ceza verdi?” bir cevap almayı beklemedim “ Ben onları severken onlar beni terk ediyorlar” dedim.

 

Elimin tersiyle artık hissettiğim sıcak yaşlarımı yanaklarımdan silip burnumu çektim. Onun, gözlerinin içine bakarak

“senide sevdim,

sende terk ettin.

Herkes gibi.

Herkes gibi veda bile etmeden. Sonra kafana esip geldin tıpkı herkes gibi!”

gerçekleri dedim.

Artık yüreğimde bu acıyla kalamazdım. Zaten söyledim de geçmedi. Çünkü ben hep yalnız bırakılıyorum. Mesela tamamen iyileştiğim vakit geldiğinde bu evi dolduran hiç bir insan kalmayacak. Ben bunu adımın Mila olduğunu bildiğim kadar iyi biliyordum. Herkes yine gidecek ve ben tekrar yalnız kalacağım.

 

Yalnızlık gibi ,yalnız bırakmakta alışkanlıktır. Beklemediğim bir an da beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı saçlarımın arasından boğuk bir sesle

 

“özür dilerim. Mecburdum. Özür dilerim. Ben” deyip sustu ama ben susmadım “özür dileme. Benden özür dileme. Hiç bir mecburiyetini de önemsemiyorum artık, çünkü sen babamı arayıp iyi olmadığımı söylediğin zaman” sustum sonra sarılı bir şekilde tekrar dudaklarımı aralayıp “sen her şeyi planlamıştın. Şimdi gelişin benim için önemli değil. Git. Hayatımdan çık” dediğim zaman ona sarılmayı bıraktım ve uzaklaştığımda gözleri gözlerimdeydi ve ben acı kahvelerine bakarak

 

“git. Hayatımdan çık Arel. Seni affediyorum”

öldüm sanki.

Gözlerinde tutuğu yaşlar yanaklarına aktı.

Artık burnundan nefes almıyormuş gibi ağızından kısık bir nefes aldı. Zor yutkundu kötü hissetmişti ama benim kadar değil. Elimi tutup “yapma Mila. Bize bunu yapma. Her şeyi halledebiliriz” bir elimi elinin üstüne koyup “üzgünüm. Biz artık hiç bir şeyi halledemeyiz, senin gittiğin gün biz bitmiştik zaten. Biz yok olmuştuk Arel. Şimdi lütfen, lütfen Arel git” gözlerime baktı baktı baktı, sonra kafasını hayır anlamında sallayıp “hayır! Sen, bizden vazgeçmiş olabilirsin ama ben vazgeçmiyecem” diyip odadan dışarı çıktı.

 

Kaçtı belkide ama bizden artık olmazdı. Ben kendi iyiliğim için bile olsa onunla artık beraber olmayacaktım...

 

hayatta bazen vazgeçmek gerekiyordu ki daha fazla kanamak için, bende kalbimde aşk ve birer yumruyla vazgeçmiştim bizden, ondan, kendimden ve yine kendimi düşünmeliydim ki her şeye rağmen hayatta kalabileyim aksi taktirde ben var olmayacaktım...

 

 

oy vermeyi ve yorun yapmayı unutmayalım ballarım. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere sarıldınız 🫂🎀🩷

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%