Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25. Bölüm

@orion

 

YİRMİBEŞiNCİ BÖLÜM

 

⏳️

 

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unumayalım canlarım...

 

Bu ara da finale son üç bölüm... biraz buruk geçiyor bu günler, iki yıl önce başladığım serüvenin sonuna geliyorum, Mila'nın acıları acılarım oldu, yalnızlı yalnızlığım... bir çok yönden karekterlerime bağlanmışım farkında olmadan, onlarla şimdi vedalaşmak, tıpkı en sevdiğiniz arkadaşlarınızla farklı şehirlere savrulup da kaldığınız şehirde yalnız olmak gibi... onlar benim hep kalbimde kalacaklar... Memul hep aklımda kalacaksınn 🥹🥹🥹

 

keyifli okumalar, umarım seveceğiniz bir bölüm olur...

🎀

 

O, gitti ve ben yine tek başıma kaldım. Bu sefer ki yalnızlığım fiziken bir yalnızlık değil . Benim bu seferki yalnızlığım kalp yalnızlığım. Onun gidişinden kaynaklanan bir yalnızlık.

 

Hayatımda ilk kez kendimi düşündüm ve onu kendi isteğim üzerime onu affettiğimi söyleyip kendimden uzaklaştım. Affetmememe rağmen affettiğimi söylemekle üstelik bu yalnızlık. Gidişinin üzerinden tam olarak bir hafta oldu ve ben bu bir haftada bin kez öldüm, aynı zamanda da bin kez de dirildim. Canım yanıyor, kalbim sıkışıyor. Hastalıklı, içinde anemin sıktığı kurşunla kalbim beni öldürecekmiş gibi yaşıyordum ama aynı zamanda da yaşamıyordum.

 

Kafamda bir süredir meşgul olan sorulardan biri de “imkânı olsaydı, tekrar çocuk olmak mı yoksa daha fazla büyümek mi?” diye soru yöneltiyordum kendime. Bir haftadır ne istediğimi düşünüyorum ben dünyaya pembe gözlüklerin akasından bakan bir çocuk olmak istiyor muyum diye çok düşündüm ne yazık ki bu ilk şıka kocaman bir hayır demek istiyorum.

 

Çünkü bem tekrar çocuk olmak istemiyorum.

 

Zaten ben çocukken de hayatım şimdi hayatımdan pek farklı değildi ne de olsa. Tabi tek farkla, her şeyi anlamıyordum. O zamanlar benim tek derdim sevilmekti. Onu bile tam olarak anladığım söylenilemez. Diğer şıkka da bakınca yine kocaman bir hayırdan başka bir cevap veremiyorum. Ne yani, daha fazla büyüyüp de daha fazlamı üzülmemem mi gerekiyor.

 

Buna ruhum ne kadar dayana bilir ki.

İstemiyorum.

 

Ben, bu aşağılık, alçak olan dünya da daha fazla nefes almak istemiyorum. Ben artık daha fazla bu dünya da oyalanmak istemiyordum. Nefeslerim canımı yakıyorsa neden yaşıyorum ki? Bu dünya bana zülüm ettiren insanları barındırıyorsa, neden yaşıyorum daha fazla? Soruların şıklarında olmayan bir cevaba kocaman bir evet diyorum şimdilerde. Evet, ben yaşamak istemiyorum.

Ölmek istiyorum.

 

***

 

Artık tamamen dikişlerim iyileşti fakat kalbimdeki kurşun bana aslında kalbime zarar vermeye devam ediyormuş, gerçi bu umurumda değil benim. Benim asıl umurumda olan şey annemin ne halde olduğuydu. Annem artık babamın kendince oluşturduğu evden hastanesinde değildi ve durumunun daha iyiye mi yoksa daha kötüye mi gittiğini bilmiyorum. Bu bilinmezlik her bir nöronum birbirine bağlanıp sorulu elektrik akımına beni itiyorken en sonunda yanımda oturan babama sormak için yeltendiğim vakit babam fısıltıyla “anneni görmek istermisin kızım?” aynı şeyimi düşünüyorduk.

 

Galiba öyle düşünüyorduk.

 

Üstelik babamın artık annemi benden kaçırmayıp ta benimde onunla görmem için bir teklifte bulunmuştu. Ah keşke öncesinde de öyle davranabilseydi de bu kadar kırgınlık ruhumda sancılanmasaydı. “evet. İstiyorum” dedim bir çırpıda, babam ufak bir tebessümle “korkuyorum” dedi, sesi ve yüz ifadesi öyle bir tutarsızdı ki onun gözlerinden ne hissettiğine bakmak istedim fakat babamın gözleri kapalı bir şekilde oturduğu koltuktan başını geri doğru yatırmış bir şekildeydi.

 

Babamın bu durumundan dolayı tereddütle “neyden korkuyorsun?” diye sordum. Babam başını sağ omuzuna koyup bana tarifini bilmediğim bir şekilde bakarak “her şeyden, korkuyorum” sitemli bir sesle söylemişti. “baba, biraz açarmısın?” bana içindekilerini döksün diye sormuştum bu soruyu ama babam yaklaşık bir veya iki dakika sesiz kaldıktan sonra “anneni durumu hakkında, annenin sana olan bakışlarından, anneni görmek için ona yaklaşıpta zarar görmenden korkuyorum kızım. Seni kaybetmekten korkuyorum” boğazımda birer düğüm varmış gibi yutkunduktan sonra “Simaya olan aşkımdan, seni tekrar ihmal etmekten korkuyorum. Beni affetmemişken, seni tekrar kimsesizleştirip benden kopmandan korkuyorum. Mila, kızım ben olası tüm olasılıklardan korkuyorum” dedi büyük bir müşküliyetle.

 

 

Babam konuştukça ben kırılıyordum, acaba kalbim daha ne kadar kırılabilirdi ki. Babamın bu sözleri demek oluyordu ki benim seni ihmal ettme olasılığım hala mevcut. Evet ben söylediğinden bunu anladım. Etsin, bakmasın gerçi artık umurumda da değil . Açıkçası bu günlerde benim umurumda olan hiç bir şey yok. Nasıl tarif edilir bilmiyorum ama sanki her şeyin rengi solmuş gibi, her şey herkes siyah beyaz, ilgimi çekmiyor.

 

***

 

Yaralarımı, kanayışlarımı ve ben de nice kapanmayanları seviyor olmam, onları sevdiklerimin açmasıydı.

 

Zaten beni en çok sevdiklerim, canım dediğim insanlar kanamışlardı.

 

Şimdi beni en çok yaralayan, en çok yanlızlığa terk eden canım dediğim insanın yanına gidiyorum. Gönlümüm bir parçası kırık dökük, buruk ancak bir yandan da anneme gideceğim diye özlem dolu. Galiba ben asla ders almıyorum.

 

Kaç saat sürdüğü bilmediğimiz yolculukta babamın gerginlikleri ve benim ise karma karışık duygularımla gelmiştik ve evet şu an akıl ve ruh sağlığı özel hastane yazan tabelalı kocaman bir binanın önünde ben, babam ve dayım öylece dikiliyorduk üçümüz de ileriye doğru tek bir adım bile atamıyoruz. Artık daha fazla dayanamayacağımdan bir güç almak için kaburgalarım kırılacak derecede derin bir nefes çektikten sonra soğuk, buz, donduracak bir tonda “hadi” diyip ileri kocaman bir adım atığım zaman babam ve dayım da benden güç almışlarmış gibi onlarda oldukları yerden hareketlendiler. Bir kaç dakika sonra annemi göreceğim, evet onu göreceğim...

 

anneler kutsal varlıklardırlar bunu sadece ben demiyorum bunu evrende hemen herkes diyor, benim annemde kutsal bir varlık, değeri asla ölçenilmez bir varlık. Canımı ne kadar yakmış olsa da hatta beni sevmiyor olsada o benim için hep kutsal olarak kalacak zaten. Ben annemi her zaman çok sevdim ve sevmeyede devam edeceğim o beni sevmese bile.

 

Kim bilir beni doğurduğu için ne kadar da pişmandır şimdi. Annemle Odin dertlidir şu an işimi bitirmedikleri için. Keşke dertlenmeseler. Öyle ya da böyle ben bir gün ölceğim zaten...

 

Annemin doktoruyla birlikte, annemin kaldığı odaya doğru yürüyoruz. Babam gergin ve stresli, dayım ise pişmanlık dahil olmak üzere üzerine kötü duygularla kaplı bir karabulut vardı.

Ve ben artık

ne Hissettiğimi bilmiyorum.

 

Gerçek manada anneme kızgın olmam lazım ne bileyim beni neden sevmedin diye hesap sormam lazımken ben Areli özlüyordum. Uzun zamandır görmüyorum. Gerçi ona ben dememiş miydim uzak dur diye o da bir güzel uzak duruyor işte...

 

kafamda milyonlarca soru var. İlki Arel neden gitti, ikincisi annem beni vurmadan önce babam neden korumalarla sarmıştı evi... ve bunlar gibi bir çok soru, cevabını bilmediğim hatta merak bile etmediğim sorular bunlar. Şimdi ki odak noktam sadece annem, uyuşturuyorlarmış kriz zamanında. Bakalım beni görünce ne derecede bir kriz yaşayacak. Ve evet son bir adım, annemin kaldığı odanın önündeyiz. Babam temkinli bir şekil de koluma dokunup “Mila, emin misin? Bende geleyim senle içeri, en azından ben varken daha fazla kötüleşmez” diye öneride bulunduğun zaman kafamı sağa sola saldım ve ardından derince bir nefes aldıktan sonra “eminim. Annemle tek başıma konuşmak istiyorum” diye kesin yargılı bir cümle dökülmüştü dilimden kapının kolunu kavrayıp son bir kez babam ve dayıma göz ucuyla baktıktan sonra kapıyı açıp içeri girdim.

 

 

Annem beyaz bir yatağın üzerinde uzanıyor, siyah saçları dağınık ve bir kaç tutam da yüzüne dökülmüştü. Bakışlarımı annemden zorlukla çekip kaldığı odaya göz gezdirdiğimde ne bir tablo ne de saat vardı . Sadece yeşil tonlarında boyanmış soğuk, boş duvarla vardı. İşte benim hissizliğimde şu vakite kadardı. Yüreğimde dinmeyen acı katbe kat eklenip devam ediyordu, boğazımda dikenli tellerle sarılmış gibi yanıyor, yutkunamıyordum. Usulca anneme doğru yaklaştığımda teller boğazımı daha çok sıkıyormuş gibiydi sanki.

 

Burnumun direği sızlanmış ve göğsümde bir yumruyla annemin yatağının köşesine oturdum ve usulca, sakin ve bir o kadar nazik bir şekilde annemin zayıflıktan oluşan kemikli yüzünden saçları çektim ardından sessizce okşadım. Ben annemin saçlarını şimdi 18 yaşımda ilk kez seviyordum. Hatta ilk kez dokunuyordum o saçlara. Oysa burada yatan cılız beden benim annemdi, neden öyle olmak zorun da kaldık ki. Şimdi benimde herkes gibi anneme sıkı sıkı sarılıp hayatımda olan biten her şeyi anlatmam lazımdı, annemden akıl almalıydım ya da ne bileyim annemin beni düşünüp de yapmak istediklerimi kısıtlamasına karşın asilik yapıp, hayatımı tam da yaşımda olan kızlar gibi güle eğlene yaşamalıydım ama ben ne yapıyorum? On sekiz yaşımda olup seksen yaşındaki bir kadın gibi hissediyorum.

 

 

Bu yaşımda gülüp eğlenmem gerekirken ben hemen hemen her gün gözyaşı döküyordum. Hatta öyle ki, aldığım nefeslerden nefret ediyorum. Belki de artık her şeyden... usulca yanağımdan inerken gözyaşlarım annemin eli elimin üstünde hissetim. Korktun mu deseniz evet diye cevaplarım şu an tüm uzuvlarımda sert bir ürperti geçti. Peki şimdi ne olacak? Annem bana saldıracak mı tekrar ,yoksa beni bağrına mı basacak? Oysa artık ben, annemin beni bağrına basması için her şeyi yapabilirim...

 

Annemin ufak bir sevgi kırıntısı için her şeyimi ona vaad edecek durumdayım. Bir insan, bir insana bu kadar da muhtaç olmaz diyor içimdeki sakin kız, diyecek tek bir sözüm yok ki ne kendime , ne de başka birine. Çocukken de öyleydi, aslında hatırladığım kesit kesit , net olmayan anılarım da. Sonuçta ben bebek denilecek yaştayken annem bizimle yaşamamaya başlamıştı, nerden hatırlayacaktım ki ...

 

annem gözlerimin içine baktı ben ise korka korka, muhtaçlıkla ve de en çok kocaman bir beklentiyle anneme bakıyordum. Göz pınarlarımda biriken yaşlarıma inat anneme tebbesüm ederek “anne” dedim fısıldar bir şekilde. Çok isterdim o da bana kızım ya da Mila desin ama o “şeytan! Sen hala gebermedin mi?” şiddetle demişti, ardından yanağımda olan elimi sertçe çekip beni omuzlarımdan ittirerek “iblis, benim doğurduğum uğursuz... sen ölmeliydin, seni yok edecem. Bu sefer yarım kalan işini bitirecem” dedikten sonra beni yatağın en ucuna ittirmeye başladığında sırt üstü yatağa uzandım tam kalkmak için hareketlendiğimde annem anlamadığım bir zamanda üstüme atlayıp ince cılız parmaklarıyla boğazıma yapışarak en tiksinti dolu bakışı ve en iğrenmiş sesiyle “seni geberteceğim! İBLİS ! seni yok edeceğim “ demesine aldırmadan kırılmış kalbin ve artık ölmüş ruhumla boğazımda olan ellerinin üstüne ellerimi yerleştirip “anne, beni sen öldürme. Ben yaparım” zorlukla dediklerimle annem gözlerini kocaman açtı ve gür bir kahkaha atarak “seni kaltak. Benim bir iblise inanacağımı sanmıyorsun dimi?”

 

“yemin ederim anne, ben kendimi öldürecem. Sana söz veriyorum. Hem san hem de Odine söz veriyorum” dedim kendimden emin bir şekilde.

 

Evet bunu yapacaktım

ama tek bir şartla.

 

Annem dediklerime ikna olmuştu ki ellerini boğazımdan çekmişti ancak hala karnımın üzerinde oturmaya devam ediyordu. Yüreğime sanki kor ateşler düştü ben bir kez bile , annemin karnında oturup çocuksu bedenimde bile bir kahkaha atmazken annem karnımın üzerimde oturmuş beni öldürmek için herhangi bir açık vermiyordu. Kara haklıydı annem beni asla sevmedi sevmeyecek ben kendimi kandırıyorum.

 

Bir insan sizi seviyorsa hiç bir şey bahane olmaz, sevgi sevgidir sonuçta, birini seviyorsan hafızan bile yerinde değilken bile hissedersin. Benim annem şizofreni olabilir , hatta ileri derecede bir hastalığı da olabilir bu asla bahane değil ufacık bile benim kızı olduğumu hissetmeyip sevmiyorsa, sağlıklı olduğu zamnda sevmeyecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%