Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26. Bölüm

@orion

 

YİRMİALTINCI BÖLÜM

 

 

⏳️

 

 

keyifli okumalarrr

 

 

Uzun bir vakit, hatta öyle demeliyim ki; ilk kez hasarsız ve uzun bir vakitten sonra annem tedaviyi kabul etti, gerçekten kabul etmiş bir şekildeydi bu sefer ve babam , dayımla birlikte eve dönebilmiştik. Babam yol boyunca defalarca annemin o hallerini sorgulasa da benim ağzımdan tek bir laf bile alamamıştı. Şaşkındı babam ,özellikle de şiddetle annemin kaldığı odanın kapısın açtığı zamanki durumu görünce afallaması normaldi. O da aslında hiç bir zaman annemin bana sıkıca sarılmış bir şekilde durup saçlarımı okşayarak ve hatta ara ara saçlarıma ve yanaklarıma küçük buseler kondurup ninni söylemesini babam dahil hiç kimse beklemiyordu.

 

 

Kim bilebilirdi ki annemin beni sevmesi için öncesinde kendimi öldüreceğiminin sözünü vermemi. Kimse bilemezdi.

Bu bir sır...

Onun iyileşmesine karşın benim yok olmam...

 

galiba anneler çocuklarını sevmeyebilirmiş, yani en azından benim annem öyle. Ve evet şimdi zaman benim için kısıtlı. Benim ölmeden önce öğrenmem gerek şeyleri öğrenme vaktim gelmişti. Artık ortada hiç bir sır kalmadan benim yok olmam lazımdı... bunu kendim için istiyorum, çünkü ben artık daha fazla aptal yerine konulmak istemiyorum ya da yabancı demeliydim, bunu kendim için yapmalıydım. İlk kez kendim için bir şeye karar veriyorum tamda kadeh kaldırılacak bir gün benim için...

 

 

hiç zaman kaybetmeden odamdan dışarı çıkıp babamın yanına salona gitmek için merdivenlerden heyecan ve bir o kadarda keyifle aşağıya iniyordum. İçimdeki kızlar için için keşke daha önce kendin için bir şeyler yapsaydın Mila diye serzenişte bulunuyordu. Onların karşısında boynum bükük bir haldeydim. Keşke ben herkesten önce kendimi sevebilseydim ancak sevgi nedir bilmeyen insanların kendilerini sevmelerinden ziyade sevgiyi başkalarında ararlardı.

 

 

Bende tama olarak o insanlardandım. İç sesimle eşlik ettiğim yol nihayet bitti ve ben babamı tahmin ettiğim gibi salonda koltuğa oturmuş başı koltuğa yaslı bir şekilde tavanı izleyerek bulmuştum. Saatlerce tavana bakmak, dışardan bakılınca öylesine dalmalar gibi görünüyorken aslında zihnin içindeki karmaşıklar, düğümler ve kalbindeki insanların açtığı yaralar ve bunlar gibi gürültülü zihnin düğümleri çözülmesinden başka bir şey değildi. Ben bunları nerden mi biliyorum? Ben zamanında hemde çoğu zamanda gürültülü, kalabalık ve yaralı bir ruhla saatlerce tavanı izleyen biriydim, tabi ara ara hayatta mıyım hala diye nabzımı kontrol etmemi bile anlatmıyorum.

 

 

Meşakkatli bir iş o beyaz, pürüzlü, tam ortaya kocaman bir avizeli tavana bakmak kolay değil. Hem ruha hem zihne hemde kalbe bir darbe. Karanlığa ittiğin şeylerin ortaya çıkışı o tavanı izlemek. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği didiklemekti. Usulca babamın omzuna yabancı biriymişim gibi dokundum, babam dokunuşumu hissetmedi, omuzunun üzerinde bulunduğu elimi omuzunu sıkarak, tok bir sesle “baba” dediğim an irkilerek bana döndü. Ben bu irkilişe normalde uyanmak derim.

 

Babam yüzündeki ifadeyi toplayarak şefkatli bir sesle “kızım” dedi ve ben yine kanadım. Her şey bu kadar geç olmak zorunda mıydı?... babamın tam karşısına oturup mermer, beyaz, orta sehpaya oturdum ve kendimi cesaretlendirmek için kısa, derin bir nefes aldım. Bakışlarım babamın etrafı yaşlandığını beli eden göz etrafındaki kırışıklarında bir kaç saniye oyalandıktan sonra “baba. Annemin kaldığı o ev de neden koruma diktin?” diye damadan düşer gibi sormuştum babamın sorumla önce tek kaşı havalandı daha sonra da nerden çıktı bu soru bakışlarını atıktan sonra “nerden çıktı bu soru?” diyerek söze dökmüştü mimiklerini. “merak ediyorum” dedim “tabi özelse haddimi aşmak istemem. Nede olsa benim bilmem gereken şeyler kısıtlıdır ya haddimi aştıysam şimdiden affınıza sığınıyorum babacım” diyerek de devam ettim.

 

 

Babam yorgun bakışları benden bir an bile ayırmadan “bir tehdit altındaydık Mila” öne doğru bükülüp dirseklerini dizlerinin üstüne koyup ellerini önde buluşturarak söyleyeceklerine devam etti “sadece annenin kaldığı yer korunmuyordu Mila, sende korunuyordun. Hayatlarımız tehlikedeydi” şimdi Arel’in beni Aryadan aldığında neden tehlikede olduğuma dair telaşlanıp bana kızdığını.

 

 

“peki bundan Arel’in haberi var mıydı baba?” , “hayır. Arel korumaları gördüğü gibi yakalamış ve nedenini sorgulatmıştı” taşlar şimdi yerine oturuyordu. “peki baba kim tehdit ediyordu bizi?” Diye çok makul bir soru yöneltmiştim ancak babam her kim aklına gelmişse sinirlenmişti.

 

 

Sıkı sıkı sıktığı yumruklarından bakışlarımı babamın gözlerine çıkardığımda babam burun delikleri açılacak kadar bir soluk aldı ve tek nefeste “Helin’in, psikopat kocası ”diye tiksinerek söyledi. ne? Halam ölmüştü, nasıl yani neden? Karma karışık olmuştum Ali abiyi en son ne zaman bile gördüğümü hatırlayamadığım biriydi öyle ki simasını bile tam olarak hatırlamıyordum artık şimdi ne oldu da bu adam bize karşı bir gard almıştı. “neden peki? Neden tehdit ediyor” sordum , sormam gerekiyordu çünkü babam sorduğum sorulara tek cevap veriyordu akışına göre bir şeyleri anlatmıyordu. Zaten sırf öyleydi diye biz kaybetmiştik

 

 

“senin için” ardından başını iki elinin arasına alıp “Helin öldüğün hamileydi. O kaza Alinin elinden hem çocuğunu hem de karısını almıştı. Biliyorsun Mila, Helin hayattayken kısmen sana annelik yapmıştı, bende olmayınca Alide babalık” diyip sustu pişmandı babam belliydi her halinde ama ben halam ve Ali abimin bana anne ve babalık yaptığını hatırlamıyordum.

 

 

Bu hafıza denen şey iyi anılarımı silip de geriye kötü anılarımı bırakmıştı sanki. Bakışlarım hala babamdayken babam “annenin sağlık durumundan haberdar değildi, bir gün şirkete beni ziyaret etmeye geldiğinde annenin durumu hakkında onu da bilgilendirdiğim zaman bana “Simay bu haldeyken Milaya bakamsın, onu bana ver ben babası olurum” dedi ilkte neye uğradığımı şaşırdım ne diyorsun gibisinden konuştum ama o bana “Helin sizin yüzünüzden öldü, Helin o gün Milayı sizden almak için sana geliyordu Merih, sen Milaya doğru düzgün babalık etseydin ne Helin ne de çocuğum ölecekti. Sen babalık nedir bilmediğin için kardeşin yeğenini kurtarmak için geliyordu.” Haklıydı Mila, Ali söylediği her kelimesinde haklıydı” dedi sesindeki utancı hissedebiliyordum. Ancak öyle bir şey vardı ki babam utanmanın ve bana mahçup olmanın yanında beni Ali abiye vermenin doğru olduğu kanısına varmış gibide bakıyordu.

 

 

Her zaman derim, paramparçayım, kimsesizim , yalnızım... ben bu gün gerçek anlamda istenilmediğimi iliklerime kadar hissetim. Bir insanı ailesi bile mi istemez? Beni neden kimse sevmiyor, her kes neden beni terk ediyor? Ve kendime sorduğum sorulardan en büyüğüde neden ben hep bir şeyleri bekliyorum? Memul olmaktan ziyade bekleyen olmak çok büyük, felaket bir dert. Dayanamıyorum artık bu hislere, bu demek oluyor ki benim içim yok olma vakti çoktan gelmiş de ben uzatmalara oynuyormuşum.

 

 

Ne kadar da yazık biriyim ve hatta ne kadar da müşkül bir durumdayım. Artık istenilmediğimde tam anlamıyla emin olduğumdan boğazım ister istemez düğümlüydü artık ve başım yerde, zar zor çıkardığım sesimle “özür dilerim baba” dedim nasıl baktığını bilmiyorum fakat ben ondan bu özrümü doğduğum için dilemiştim.

 

 

Doğduğun için özür dilemek , herkesin harcı değil. Ruhu yaralı, yüreği kırıntılar haline gelmiş insanlar yapabilir ancak bunu. Artık dinlediğimi dinlemiştim, öğrenmem gerekeni öğrendim hatta ne hissetmem gerektiğini bile hissettiğim bir durumdaydım, yani ben payıma düşeni almıştım. Artık zaman kalkma zamanı. Kalktım oturduğum yerden merdivenlere doğru yol alırken arkamı dönüp babama göz ucuyla baktığımda kendime ait hiç bir şey görmedim. Zaten kimse bana ait de değildi. Vazgeçmek gerekiyor diyorlar ya bende vazgeçtim. Bugün ben annemden , babamdan ve bu kocaman evden vazgeçtim. En çok da babamın anlattıklarının devamını dinlemekten birini anlamaya çalışmaktan vazgeçtim. Bir imkanı olsaydı da kendimden, şiirlerimden , kendi hayatımı anlatan şarkılardan vazgeçmeden önce vazgeçseydim.

 

 

Her neyse, oldu bitti , zaten her zaman bu iki kelime anlatmıyorumdur bütün hayatımızı. Oldu ve bitti, ha bir de birinin kolunda görmüştüm yaşandı ve bitti. Evet benim arkamdan söyleyecekleri tek bir cümle varsa o da buydur. Mila öldü demezler Mila yaşadı ve bitti ve daha nicesi...artık dinlemem gereken ikinci kişiye geldi. Doğrusu ona gideceğim için sabırsızlanıyorum, onu özlemiştim nede olsa ayların özlemi vardı üzerimde şimdi her şeyi dinleme vakti ve de yok olmadan önceki tek arzum onunla vakit geçirmek yarını düşünmeden, gerçi benim artık doğru düzgün bir yarınım olmayacak bir kaç gün için de ya da bir kaç saat içinde Mila Ak intihar etti haberi yayılır, televizyonlarda ise on sekiz yaşındaki kız çocuğu nedeni bilinmeyen bir şekilde canına kaydı diye de haber yapar herhalde. İntihar annem için iyileşmek, benim için yok olmak ve de beni sevenler içinde azap demek .

 

 

Beni sevenlerin sırtımda sapladığı bıçak izlerini görünce onlara vereceğim en güzel cezanın bu olduğunu daha şimdi fark ettiğimi desem ne dersiniz? İntihar etmek başkalarını cezalandırmak. Belki ben ölecem, yok olacağım ama onların akıllarına her geldiğimde kendilerinden utanacaklar. Sevdiklerime ömürlük azap paye ettim.

 

...

 

Sırt çantama bir kaç günlük kıyafetlerimi koyduktan sonra yazdığım iki mektuptan daha doğrusu yazdığım notlardan babama ait olanı yatağımın üstüne koyup odamdan çıktım ve istikametimi babanın odasına doğru çevirdim. Herkes veda edilmeyi hak eder, herkes gidişteki son bakışı görmeyi hak eder. Bana layık görmedikleri vedayı ben herkese hak biçiyorum ve artık veda vakti. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde babam yorgun ve bitkin bir şekilde yatağının kenarına oturmuş ifadesiz bir şekilde pencereye bakakalmıştı ya da dalmıştı da diyebilirim.

 

 

Genzimden ufak bir ses çıkarttığım da her ne düşünüyorsa sıyrılıp başını bana doğru çevirdi ve sakin bir tonda “Mila?” dedi , dudaklarıma sakil duran bir gülümsemeyle “baba” diyip yanına oturdum ve ona sımsıkı sarıldım. Burnumun direği sızladı, ağlamak istiyorum hemde şu an, ağlamamamın da gerektekinin farkındayım. “kızım?” dedi babam beklememişti , şaşkındı . Haklıydıda birden bire sarılmıştım, kollarımı babamın omuzlarından indirip sakin bir sesle “baba ben Arel’e gidiyorum, onu görmem lazım” gözlerinin içine bakıyordum.

 

 

Babamın gözlerinde bana ait bir şeyler bulmak için fakat yoktu, benim babamın gri olan gözlerinde bir kez daha bana ait hiç bir şey yoktu. Kalbim yok oldu sanki. Eskiden insanların gözlerine baktığımda her şeyi tamamen anlamazdım, ancak şimdi, şimdi her şeyi görüyordum. Canım yanıyor , babamın kalbinde bile yerim yokmuş benim. Tıpkı aneminde de olmadığı gibi. Ben baştan aşağı gereksiz bir sorumluktan ibarettim onun için. Oysa daha iki gün önce benim yaşamam için uygun dönör arıyorlardı. Meğerse o da sorumluktan ibaretmiş.

 

 

“ne zaman dönersin peki?” dönmeyeceğim diyemedim, yok olacağım, baba ben Arel’den sonra bu dünyada nefes alamayacağım söyleyemeden “bir kaç gün Arel de kalacam” dedim babam ise hiç itiraz etmeden, nedenini sormadan “tamam” dedi. Aryanın babası öyle değildi sorar didikler Aryanın babasına gideceği saati bildirmek zorunda kalırdı, babası Aryanın başına bir şeyler gelmesinden korkardı diye varacağı yere kadar arar daha sonra bir dakika bile geç kaldığındaysa babası ve annesi onu telefonla defalarca arar mesajlar çekerlerdi. Peki benim babam ise umursamıyor.

 

 

Benim başıma tıpkı milyonlarca kadın gibi bir çok vaka gele bilir, sokağa çıkışım demek eve sapa sağlam döneceğim demek değil. Dışarda olası sapık, katil, hırsız... ve bir çok türden insan bulunurken babama bakın, ebeveyn olmak böyle değildir. Ölmeye karar vermeseydim torunlarına nasıl bir ebeveyn olduğumu, ve anne baba olmak neymiş gösterirdim. Ancak ben ölüyorum. Daha fazla dayanamadım çıktım beni sorumluluk olarak gören babamın odasından. Dışarı çıkmadan Adonisimi de alıp öyle çıktım en azından ben olmadığım zamanlarda Arel ona iyi bakardı, severdi. Arel babam gibi değil sonuçta.

 

 

Arel sevdiği insanları sorumluluk olarak görmez, onun hayatındaysan hayatındasındır koruyup kollayan biridir. Beni terk etmiş olsada öyle biri işte. Onu babamla kıyaslamak belki yanlış ama, babamın hayatında en çok sevdiği kişi, annem. Annemin hastanede yatması bile onu derinden etkilemişe benziyordu. Beni ise sadece sever ancak canından canmışım kadar sevmez. Zaten kimse beni böylesine sevmedi ki, ben her zaman , başkalarının önünden arta kalan sevgilere layıktım.

 

 

Çünkü ben ufacık şefkat kırıntısı görmeye bile muhtacım. İstenilen ne bileyim işte benim için savaşmaya hazır birilerini hiç bir zaman etrafımda görmedim. Demek istediğim ben hep seven taraf oldum, fakat hiç bir zaman sevilen taraf olmadım. Bir vakit sevilen taraftım Mert’in beni sevdiği zamanlarda onunda ben değerini bilemedim. Sonra Arel tarafından sevildiğimi sanmıştım ya da gerçekten öyleydi ama benim için o duygu ben o evin kapısında sırılsıklam olduğumda tek bir yaş dökemediğim zamanda önemini kaybetmişti.

 

 

Ve şimdi ansızın tekrar ne olacağını, beni neler bekleyeceğini bilmeden, sırt çantamın içerisine sıkıştırdığım beni idare edebilecek kıyafetlerle kapısına gideceğim. Merdivenlerden aşağıya indiğimde babamın hala bıraktığım yerde oturması canımı sıktığından yanına giderek sakin ve bir o kadar bana mahrum edilen sevgiyle “baba” dedim tüm içtenlikle babam sesimi duyumsadığı an başını bana doğru çevirdiğinde “iyimisin? İstersen odana gidip dinlen” diye tek nefeste cümlemi tamladığımda babam başını sağa sola sallayıp “anneni düşünüyorum” derin bir nefes aldıktan sonra “onu hastanede öylesine yalnız başına bırakmak istemiyorum. Aklım onda, ne içiyor, nasıl bir halde, atakları nasıl... diye düşünmekten delirecekmişim gibi oluyorum artık kızım” diye serzenişte bulunmuştu.

 

 

Belki bencilce ama babam beni yalnız bıraktığında ben yalnızıyım diye öylesine derinlere dalmamıştı. Canım acıdı ve bir o kadarda hayran kaldım babama. En azından annemi çok seviyor, bende çok seviyorum ve o yüzden ölecem ve bu sayede annem iyileşecek. Derin bir tebbesüm peyda oldu halsiz olan dudaklarıma bu düşüncelerimden dolayı ama sözcüklerim asla öyle değildi “annemi hastaneden al baba. Buraya , bu eve getir” dedim, nede olsa her şey artık beliydi ben olmayacaktım ve annemin hastanede değilde evde tedavi görmesi hem babam hemde annem için kolay olacaktı.

 

 

“ama” diye söze girdiğinde babamın ne diyeceğini umursamayarak “lütfen” dedim babam ise ısrar etmeden “tamam kızım sen öyle istiyorsan, öyle yaparız. Ben her şeyi ayarlıyım o zaman” dedi ve oturduğu yerden kalktı ve saçlarıma birer buse kondurduktan sonra merdivenlerden yukarı çıktığında son bir kez bile olsa cadının Rapunzeli hapsettiği kuleye bakar gibi evime baktım, galiba bana ait olarak gördüğüm tek şey bu ev. Acısıyla, tatlısıyla, gözyaşımla en çok bu ev var tüm anılarımda.

 

 

Cansız olan eşyalar kimsesizliğime şahit oluyordu da insanlar şahit olduklarına kör olup, habersiz olmayı seçiyorlar...

 

dünyayı bencil insanlar kirletmiş olmalı ki kimse kimsenin yarasına merhem sürmeyi akıl edemiyor artık. Herkes herkese nedensizce düşman, ve bir o kadar da dost hemde en yalancı ve düzenbazından. Artık her şey çok kirli...

 

 

Kapıyı çarpıp çıkarken babam beni görmemişti bile, çünkü mutluydu ve aşıktı hemde kızını görmeyecek kadarda kördü. Bunları çok geç fark etim, bir zamanlar annemin hastalığından beni sevmemesine anlayış göstertiyorken babamın beni sevip de sorumluklarından dolayı yalnız bıraktığını her zaman düşünmüşümdür fakat durum asla böyle değil. Yeni fark etim ben birer sorumluktan ibaretmişim. Öylesine kocaman bir sorumluğum ki babam benim yaşamam lazımmış gibi sevgi gösteriyor.

 

 

Hatta bahsi artırıyorum, babam sorumluğunu evlat sevgisi sanıyor. Çünkü aksi iddia bile edilemez. Benim sorumluluğum ve bunu acı bir şekilde kabul ettim. Uzatmaya da gerek yok birinin gözlerinde kendinize ait birer bulgu göremiyorsanız oraya ait değilsinizdir ve ait olmadığınız hiç bir yerde ısrarcı olmamak lazım. Bende tam olarak öyle yapıyorum. Ailemi terk ediyorum ve bu da yetmezmiş gibi tüm sevdiklerimi terk ediyorum.

 

 

Ancak terk etmeden önce sevdiğim herkesle sesiz sedasız vedalaşmalıyım, herkes birer vedayı hak eder. Tabi bir zamanlar bana hak göremeyenlerde vardı. Şimdide sırtımda çocukluğumdan bu yaşıma kadar gelen acılarımı, hayal kırıklığım ve asla gerçekleşemeyecek yarınlarımla Arel Bora ERİSİN evine gideceğim. Bir insan korkar mı bir yere gitmeye ben korkuyorum peki bir insan korktuğu yere gider mi? Ben gidiyorum. Benim canımı sadece insanlar yakmıyor ki, ben kendimi üzüp, canımı yakmayı becerebiliyorum öylede nezih yeteneklerim var benim. Ve ben karşımda bekleyen taksiye onun evinin adresi verecem o evin kapısını çalacam, açılır mı, açılmaz mı? muamma olduğunu bile bile oraya gideceğim.

 

 

Evet bunu yapacağım korkularımın üstüne üstüne kocaman adımlar atıp taksiye bindim ve adresi şoföre verdim. Yol uzun değil yol hüzün sanki, yol koca bir virgül ve de kocaman bir gurursuzluk. Yol yaraya tuz basmak gibi kanıtıyor. Yola baktım, gökyüzüne baktım, asfalta baktım kafam dağılsın diye , hayır imkanı yok dağılmıyor ben o gecede kalmışım bir kere, unutur muyum o geceyi bilmiyorum ama her şey bana o yağmuru, kapıyı, o acıyı hatırlatıyor.

 

 

“geldik abla” şoförün sesiyle kendimi toparlamak için bir kaç soluk aldım ve taksiden indim. Bakışlarım önce gökyüzüne çıkardım kararmış bir hava ve oldukça bulutlu muhtemelen yağmur yağacak gibi, umarım gökte gürler... bakışlarım bahçenin ışıklandırmasında şu an , açıkçası evin kapısından başka her yere dikkatlice ve uzun uzun bakıyorum. Belki de kaçıyorumdur. Ancak elinde sonunda bakmam gereken yere adım adım vardıktan sonra bakamamak imkansız.

 

 

Kaç nefes aldım, kaç nefes verdim bilmiyorum, kendimi cesaretlendirmek için aklıma ölümü, annemin iyileşmesini ailemin bensiz mutlu olacağını düşünmem yeterli olmuştu. Ve ben tüm cesaretimle zile bir kez bastığımda ışıkları açık olan evde birinin kapı açmasını beklemeden hemen arkamı dönüp gitmeye kalkıştığımda o gece bana açılmayan kaşı benim tek bir çalışımda açılmıştı.

 

 

“Mila?” diyen sesini duyduğumda gözümün önüne gelen fotoğraf karelerini bir yere atarak ona döndüğümde Arel’in üzerinde gri bir eşofman ve üstü çıplak bir şekildeydi. Dövme yaptırmış göğüsüne kadar uzanan kiraz ağacı ve küçük bir kız onun yanında da yavru bir köpek vardı. Dövmesine dikkatlice tam bakamıyordum ancak dövmeli olan göğsüyle bakışlarım oyalanmıştı ki onun bana “ hoş geldin” deyişinden sonra acı kahve gözlerine bakmayı akıl etmiştim.

 

 

Nasıl çıktığı bilmediğim sesimle “hoş buldum” dedim galiba ilk kez bunu gerçek anlamada doğru yapıyordum. Normalde de bana hoş geldin diye kapıyı açan yoktu. Gerçi kapıyı açan hep ben oluyorum genelde ondandır galiba. Ah şu an kimsesizliğimi ve yalnızlığımı hatırlamamak için zihnim bahaneler uyduruyor. Arel bana gamzesi görünecek şekilde gülümseyerek “gel içeriye” dediği zaman , dudaklarıma küçük bir tebbesüm kondurarak içeriye girdiğim anda kendi sesimle dumur olmuştum.

 

 

Salondan benim sesim mi geliyordu hatta Arel’in sesside geliyordu onu beklemeden salona girdiğimde dev ekranda Arelle çektiğimiz videolarımız vardı. Ben gülüyordum, o gülüyordu biz mutluyduk...

 

 

ama bizim ayrılacağımız sabahın gecesiydi. Beni terk etmeden önce çektiğimiz videolarımızdı. Keşke demekten nefret ediyorum ancak keşke böyle olmasaydı. Hayat bize keşke iyi davransaydı ya da biz, bize kıymasaydık...bizi kimse bitiremezdi, bizi bizden başkası yok edemezdi. Hiç kimsenin asla gücünün yetmediği yıkımı biz kendimiz yaptık... bize de helal olsundu....

 

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım :)))

 

bir daha ki bölümde görüşmek üzere 👻😍🥰🎀🦋😘⏳️🌙

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%