Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@orion

SEKİZİNCİ BÖLÜM

⏳️

 

Bekleyişlerin sonu gelir miydi?

Memullara kavuşulur muydu?

memul sadece bir insan değildi bunu anlamıştım ,memul bazen bir duygu ,bazen bir his ,bazen de bir nefesti , memul bazen demekti , hayatımda eksikliğini hissettiğim her şey benim memularımdı .

Evrende bekleyenler ve beklenilenler, umulanlar, memullar vardı. Ruhların bekleyişiydi dünya, ruhların yaralarıydı hayat, ruhların vazgeçişiydi memullar...

ilk kez yalnızlığımı hissetmiyordum . İlk kez boğazımı sıkacak derecede olan yalnızlığım, bana uğramamıştı, beni terk etmiş gibi hissediyordum. Ne yazık ki , bir yanım tekrar geri geleceğine dair fısıldıyordu ruhuma. alışma mutluluğa, alışma güzel duygulara diyordu . Tıkadım kulağımı olumsuz olan tüm seslere . Bana kötü hissettiren fısıldamalara , sağır oldum, sadece duygularımı dinliyordum ve kalbime hareket ediyordum artık . Arel hayatımdaydı , Adinos hayatımdaydı , Adinosa bakınca nefesini duyabiliyordum , bu koca evde benle beraber bir nefes daha vardı. Bir can, bir varlık daha vardı, ikimizdik tek değildim artık, bu kocaman evde ... duygularım vardı karşılık bulduğum duygularım vardı. ilk kez mutluydum, ilk kez içten bir sevinç hissediyordum. Kapı çaldığında yerimden kalkıp kapıyı açmaya gittim , gelen kuryeydi siparişleri getirmişti poşetleri içeriye koyup kapıyı kapattım ve yerden poşetleri alıp mutfağa taşıdım . Poşetin, içindekilerini yerleştirmek için işe koyuldum. Her şeyi yerleştirdikten sonra mutfaktan çıktım . Tekrar salona gittiğimde Adonis hala uyuyordu , kapı zili çalmasıyla koşarak kapıyı açmaya gittim. Gelen Arya olmalıydı. Kapıyı açtığımda , Aryaydı kapıyı açar açmaz bana sarıldı " ay Mila çok mutluyum" diyerek benden ayrılıp içeriye girdi arkasından gülümseyerek " bende" dedim . Arya salona girdiğinde kaldığı yerde çivilenmiş gibiydi,

bana doğru dönüp " bu kim ?" dedi yanından ayrıldım ve Adinosun yanına gidip oturdum. Bakışlarımı Aryaya çevirerek " tanıştırayım , Adonis benim ev arkadaşım olur kendisi ve senin de kuman " diyip güldüm " ne üstüme gül mü kokluyorsun?" diyerek yanımıza geldi " hım olabilir" diyip kahkaha atım " oy yy bu çok tatlı ama Mila" dedi sesinden Adonise karşı olan şefkatini hissetmiştim " evet " dedim Adonise her baktığımda yüreğimde ona karşı olan şefkat ve sevgiyi hissediyordum.

 

Çok kısa zaman da onunla güçlü bir bağ kurmuştum . Arya Adinosun sırtını okşuyordu, Arya ya dönüp " bir şeyler istemisin " dedim, Arya kocaman gözlerle " Mila ben açım " dedi sesi mahçup çıkmıştı . Çenesini parmak uçlarımla tutup " bende açım" diyip dudak büzdüm , ardından" makarnaya ne dersin, yanına köfte hazırlarım" Arya bir yumurta bile kırmayı beceremediği için tek başıma hazırlayacaktım. " süper olur derim, hamarat Milam" dedi " tamam o zaman ben mutfağa kaçar " diyerek mutfağa doğru yürüdüm , mutfağa girdiğimde telefonumun bura da olduğunu görüp rahatlamıştım, bu aralar arayanım çoktu.

 

Tabi ailem ,âh yani babam demem lazımdı . Babam hariç, o da beni nadir arardı zaten . Annem aklıma, yüreğime düşmüştü , az kaldı doğum gününe , bu yıl doğum gününde onun yanına gidecektim . Babamın izin verip vermemesi umurumda değildi artık. Annem hakkında hiçbir haber vermiyordu babam , acaba annem nasıldır şimdi, gerçi babam onun yanındaydı . O öyle demese bile biliyordum , annemle olduğunu , annemin iyileşmesini istiyordum, bu hasretin bitmesini istiyordum artık, annem tedaviyi kabul etsin istiyordum " Mila hayatta her istediğimiz olmaz" diye mırıldandım. Kendime öğüt verecek duruma gelmiştim artık. Acılar büyütür, yaralar olgunlaştır.

 

Peki kanayan yaralar ne yapardı , bunu hâlâ bilmiyordum.

Aşağılık hayat böyleydi işte, isteklerimizle dolu kalbimizin , farklı anların yaşatmasıydı. Hayatımız, isteklerimiz ve yaptıklarımızla geçiyordu. Ömür eskitiyorduk kanayan ruhlarla, belki de kabuklanmaya yüz tutmuş yaralarla ama bir türlü iz olamamış yaralarla çürütüyorduk ruhumuzu ve ruha sadık olmayan bedenimizi...

 

yemeği pişirmeden önce çalma listemden herhangi bir şarkı açıp makarnanın suyunu ocağa koydum öyle deli gibi esme başım dönüyor, makarna paketini çıkartım ve mutfak tezgahın üstüne koydum daha sonra buzluktan köfteleri çıkartım. Hasretini verme baharının yerine. köfteler buzlarını çözene kadar salata yapmaya karar vermiştim. Öyle arada bir bakma içim gidiyor . Gözyaşımı derme gülümün yerine . Salatanın malzemeleri buz dolabından çıkartıp yıkadım ve salatayı hazırlamaya başladım. Ölüm ol da düş peşime . Ecel ol da al canımı . Mevsim salatası yapacaktım . Kısa sürede salatayı hazırladığım da köfteler buzlarını çözmüştü bile , köfteleri de kızartıp tabağa koydum ve makarnayı da pişirdikten sonra tabakları indirip servislemeye başladım. Yine de dayanamam sana ben . Tabakları salondaki yemek masasına götürdüğümde Adinos uyanmıştı ve Arya onunla fotoğraf çekip duruyordu,

 

onlara bakıp " Adinos, oğlum işte teyzen öyle biri alışman lazım " diyerek elimde ki tabakları masaya yerleştirdim. Arya bana bakarak " benim gibisini daha nerde bulacak "dediğinde bir kahkaha atıp " bulamaz kuzum , senin gibisi yok everen de, bitane tek vardı onuda biz kaptık" dedim ,sözlerimle beraber Aryayla aynı anda kahkaha patlattık, mutfağa geçip içecekleri ve diğer eksikleride aldım ve müziği kapatıp telefonumu da alarak salona geçtim " hadi Arya , masa hazır " seslenip masaya oturdum. Yemeklere bakınca aç olduğumu hatırlamıştım. Pek iştahım yoktu , zaten düzenli olarak öğünlerimi yemiyordum. Arya masaya oturduğunda " afiyet olsun " diyerek yemeğime başladım gerçektende güzel olmuştu . Mutfak konusunda da iyiydim . Arya tabağından kafasını kaldırmayarak " çok lezzetli Mila" dedi " afiyet olsun " diyerek yemeklerimizi yemeye devam ettik . Yemek boyunca Arel’in bana itirafını ve Karayla konuştuklarını anlatıp durduk, iki yakın kız arkadaşların yaptığı durum kritiğini yapmıştık...

Arya gittikten sonra Adinosla biraz oynayıp tekrar test çözmek için masaya oturdum ,derslerim bitmişti Adinosa baktığımda benim beyaz tüy yumağım uyumuştu .

Duş almak için odama doğru gittim ve odamın kapısında dururken babamın odasına göz ucuyla baktım , geçenlerde gördüğüm kabusum gözlerimin önünden tüm detaylarıyla geçiyordu. Tanıdık kötü duygular ve yanında merakım beni babamın odasına girmem için çaba sarf ediyordu.

 

Duygularıma teslim olup babamın odasına doğru yürümeye başladım. Bir adım, iki adım . Küçük ve korkak adımlar atıyordum . Üç adım , boğazımı yakan acıyı hissetim , boğazımda oluşan düğüm yutkunmamı zorluyordu . Dört adım , odaya yaklaşıyordum , kararlıydım o odaya girecektim . Beş adım ve sır , kabus, bekleyişlerim ve umutlarım. Babamın odasının kapısında durdum ve kapının kolunu sıkıca kavradım . Derin bir nefes alarak kapıyı açtım , odaya girdiğimde değişen hiç bir şey yoktu oda küçükken girdiğim gibiydi ve tıpkı o kabus gibiydi , tek bir farkı vardı odanın ; babam, kitaplığı büyütmüştü , tıpkı kabusum da gördüğüm kitaplık gibi. Kitaplar anahtarımızdır , uzakta sandığımız çıkış baş ucumuzda diye annemin sesi fısıldadı kulağıma .

 

Kitaplığın önünde dikildiğimde kabusumda annemin, beni nasıl öldürtmek istediği, söylediği sözler, bıçağı tutuşu ve bıçağı bana saplaması , gözümün önüme geldi. Korkuyordum, yutkunmakta zorluk çekiyordum. Elimle boğazımı tutup , derin derin soluklar almaya başladım . Kendimi dinginleştirdiğimde , kendimi kitapları incelerken buldum, kitaplara teker teker göz gezdirirken bakışlarım o kitapta takılı kaldı , ayırmadım bakışlarımı o kitaptan.

 

O kitap , Pablo Neruda’ nın şiirlerinin bulunduğu kitaptı . Çocukken annem bana Ölü bir arkadaşın yassını tutuyorum şiirini okuyordu her zaman " anne neden bana hep aynı şiiri okuyorsun ?" diye sormuştum , annem saçlarımı okşayarak " bende öyleyim , hiç gelmeyecek bir memulun yassını tutuyorum kızım" sözleri kulaklarım da yankılanıyordu . Annem , odadaydı sanki , yanımdaydı sanki kitaplar anahtarımızdır diyordu, aldığım her nefes kaburgalarımı kıracak gibiydi , aldığım nefeslerden burnumun içi sızlıyordu , nefeslerim bana yetmiyormuş gibiydi , kitabı yerinden almak için uzandığımda bir süre elim kitapta öylece kalmıştı , cesaret edip kitabı yerinden alamıyordum.

 

Durdum , durdum ne kadar durduğumu bilmeden öylece durdum. Taki içimdeki güçlü ses bana o kitabı çek ve değiştir dediğinde , o güçlü , cesaretli sese kulak verdim ve tüm cesaretimi toplayıp kitabı yerinden çektim. Kitabı yerinden çektiğimde , kitaplık ikiye ayrıldı ve karşımda bir kapı oluşmuştu . Kitaplıkta bir kapı gizliydi , kitaplığın arkasında bir sır vardı . Gizlenmeyi başaramayan sırlar vardı . Siyah , ahşap kapıyı tüm gücümle sola doğru kaydırdım . Kaydırmamla kapının aralanması bir olmuştu . Kapıyı geçebileceğim kadar kaydırıp içeri girdiğimde odanın içinde başka bir oda vardı . odanın her yeri pembenin her tonundaydı, pembe duvarlar , pembe olan iki koltuk , pembe loş ışıklar ve kocaman pembe mumlar vardı .

 

Duvarların her birinde, annemin tabloları, resimleri vardı ve koltukların karşısında dev bir televizyon vardı . Bu televizyonun burada olması tuhafıma gitmişti. Pembeye boyanmış ahşap sehpadan kumandayı alıp televizyonu açtım. Televizyonu açtığım an annemin görüntüsüyle sarsılmıştım, şoka, transa girmiştim, televizyonda annem vardı . Annemin üstünde; beyaz , kolları uzun bir elbise vardı. Tıpkı kabusumda giydiği elbise gibi , annem yatağın da cenin pozisyonunda yatıyordu , rengi solmuştu, en son gördüğümden daha çok zayıflamıştı. Sıska vücudu küçük bir çocuğu anımsatıyordu .

 

Annemin odasının kapısı açılmıştı , babam içeri girdi , babamı gördüm, odaya girmişti, yorgun, halsiz bakıyordu anneme ve boynu ile yanağında çizikler vardı. O çiziklerin , derin çizikler olduğunu buradan bile görebiliyordum. Babam, anneme yaklaşıp yatağın ucuna oturdu ardından elini annemin saçlarına uzatıp okşamaya başladı. Sakince, sevgiyle okşuyordu annemin saçlarını. Annem , babamın dokunuşuyla uyanıp ona döndü ve sakince yatakta oturur pozisyonu alıp babama gülümsedi. Annem babama gülümsemişti. Gülümsemeler bir umut, bir dermandı . Babam, elini annemin saçlarından bir an bile olsun kaldırmadan saçlarını okşamaya devam etmişti, aynı duygularla, aynı bakışlarla annemin saçlarını okşuyordu .

 

Annem hâlâ babama gülümsüyordu ve yüzündeki gülümsemesini yok etmeden babama sarıldı , sarılışıyla babamda anneme sarıldı . En son onları ne zaman öyle gördüğümü hatırlamıyordum , öyle güzel görünüyorlardı ki , ömrüm boyunca onların izleyebilirdim, onlar hep sarılsın ve ben hep onları seyredeyim...

 

içime bir umut tohumu ekilmişti , annemin iyileştiğine dair düşünceler zihnimde koştururken , gönlümde havayı fişekler patlayıp partiler veriyordu. Mutluydum, ağlıyordum ama bu gözyaşlarım bir üzüntüden değildi . Bu gözyaşlarım mutluluk gözyaşlarımdı . Sadece üzüntüden, mutsuzluktan ağlamazmış insan , mutluktanda süzülürmüş tüm gözyaşları. Mutluluğun yaşları yanağımdan boynuma doğru süzülüyordu. Annem iyileşiyor muydu ? tedaviyi kabul ettmişmiydi artık?.. onları tüm hayranlığımla seyrediyordum, onların bu duruşlarına aşık olmuşçasına bakıyordum. Annem yavaşça başını kaldırıp kapıya baktı.

 

Kapıya bakmasıyla yüzündeki ifade , bakışları aniden değişti. Ağızının içinden bir şeyler diyordu ama ses duyulmuyordu, kumandayı alıp sesi açmaya çalıştığımda annemin sesi duyulmuyordu , orada ne oluyordu. Anneme ne oluyordu...

 

annem dehşetle babamdan ayrılıp işaret parmağıyla kapıyı gösterdi . Kapıda kimse yoktu , oda da anne ve babamdan başka kimse yoktu. Babam , annemi sakinleştirmeye çalışıyordu ama annem bir türlü sakinleşmiyordu. Annem kendini kaybetmişti , annem kendinde değildi, annem çıldırmıştı. Elleri saçlarına gitti , setçe , kopartırcasına saçlarını çekiyordu, yataktan aşağı inip etrafında dönmeye başladı . Babam onu sakinleştirmek için yanına gitti ama babamı sertçe itti. Babam annemin itişiyle sendeleyip yatağa düştü ama asla pes etmeyip tekrar ona yaklaşıp annemin saçlarını ellerinden kurtarmaya çalışıyordu , bir süre sonra annem saçlarını çekmeyi bırakıp babamın boğazına yapıştı .

 

Annem , babamı boğazını sıkmaya başladı. O hissi biliyordum , o duyguyu yaşamıştım. Babam ondan kurtulmayı denemiyordu , çırpınmıyordu , yardım seslenişlerinde bulunmuyordu sadece ağlıyordu , sessizce gözyaşı döküyordu , hiç bir zaman görmediğim gözyaşlarını annemin önünde döküyordu . Babam , annemin onu boğmasına izin veriyor gibiydi, annem ellerini babamın boğazından çekti ve iki ellini babamın yüzüne götürüp bastıra bastıra yüzünü çizmeye başladı. Annem babamın yüzünden boğazına kadar çiziyordu. Babam tekrar anneme karşı koymuyordu, babam kendini korumuyordu, öylece durup annemin ona işkenceler etmesine izin veriyordu .

 

Annem kriz geçiriyordu. Anne ve babamı böyle göremeye dayanamıyordum artık . Bir kaç dakika önce onları izlemekten keyif ederken şimdi onları izlerken ızdırap çekiyordum, yüreğim parçalanıyordu, kalbim sıkışıyordu , nefes almakta zorlanıyordum, nefes alamıyordum , yüreğimden bin bir parça düşüp kırıldı , paramparça oldu , yanıp kül oldu filizlenen umutlar artık saklayamazdım külleri sert bir rüzgar esti ve götürdü, artık küllerde yoktu ellerimde , hiç bir şey yoktu.

 

Tüm filizlenmiş umutlarım birer birer kurudular , çöl oldu umut bahçelerim, yetişmez orda; ne bir çiçek nede bir bitki... zehirli , karanlık , susuz topraklar olmuştu, anne ve babama ayırdığım bahçelerim . Bir kaç dakika öncesine kadar onlar için kalbimde beslediğim; mutluklarım , sevinçlerim...

 

hepsi yok olup yerine karanlık duygular almıştı . Onları böyle gördüğümde artık ayakta durmakta zorluk çekiyordum, vücudum da derman kalmamıştı artık. Tüm vücudum titriyordu, mutluk gözyaşlarım kurudu , yerine acı dolu gözyaşlarım aldı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Acıyı en derinlerime kadar hissediyordum. Nefes almakta zorlanıyordum , aldığım her nefes ciğerlerimi parçalıyordu, aldığım her nefes canımı acıtıyordu...

 

televizyona tekrar baktığım da ettiğimde annem artık bayılmıştı. Tıpkı beni bıçakladıktan sonra bayıldığı gibi bayılmıştı. Babam annemi yerden kaldırıp kucağına almıştı. Annem, babamın kucağında küçük bir çocuk gibiydi, babam onu yatağına yatırıp anlından öpüp odadan çıkmıştı. Annem baygın halde yatarken daha fazla seyretmeye yüreğim dayanamazdı artık , kumandayı aldım ve televizyonu kapattım.

 

Yerde dizlerimin üstünde oturmaya devam etmiştim . İnsanlar paramparça olurken ,ben bin bir parça olmaya devam ediyordum . Gözyaşlarım kurumuştu ama kalbim ağlamaya devam ediyordu , yüreğim sıkışıyordu, ruhum kanıyordu, ruhum bıçak darbeleriyle kanıyordu, ruhum acıyordu. İşe yaramaz hayatım ruhuma ağır geliyordu, ruhum kaldıramıyordu artık bu hayattı .

 

Parmak uçlarımdan kirpik uçlarıma kadar canım yanıyordu. Babam nasıl dayana biliyordu ? Bunca acıya nasıl göğüs gerebiliyordu? babamın annemi uzaktan bile nasıl olduğunu kontrol ediyordu . Babam ne güzel bir adamış meğer . Az önce gördüklerimin karşısında babama olan hayranlığım katbe kat artmıştı. Bunca yıl annem için fedakarlıklar yapıyormuş ve ben bunu görememiştim, kendimle olan savaşımdan babamı görmemiştim, babamın canı yanıyordu, babamın ruhu eriyordu , babam can çekişiyordu ama ben görmemiştim. Annem hastaydı ama ben sağlıklıydım.

 

Benim babama elimi uzatmam gerekirken onun uzattığı elini bile tutmuyordum. O her gece bu oda da can çekişiyorken ,ben onun sesiz çığlıklarını duymuyordum , kendimden başka kimseyi görmüyordum kendi duygularımdan başka hiç bir duyguyu önemsememiştim , kördüm, sağırdım . Bunca yıl bu gizli odayıda fark etmemiştim. Babamın odasına en son çocukken girmiştim. Büyüdüm ben, niye peki hiç ona bakmak için girmedim ben bu odaya ? Babamı hiç merak etmedim, en basitinden o da insandı , o hiç hastalanmış mıydı ? bunu bile hatırlamıyorum. Babama ilgisizdim .

 

Babamın sağlığı hakkında bile hiç bir bilgim yok benim . Ben bencildim , ben bencilim , Annemi de anlamıyordum , anlamaya bile çalışmamıştım ki . Ben ne annemi ne de babamı anlayabilmiştim, hep onları suçlayarak hayatımı sürdürüyordum, başka ailelerle kıyaslamakla yaş büyütüyordum. Hep yakınıyordum; annem neden şizofreni diye , babam neden hep işiyle meşgul , nedenini hiç sorgulamadan yakınıp şikâyet ediyordum. Onları anlamadan karar vermiştim hep . Onlar kötü ebeveynler, başarısız ebeveyneler diye.

 

Onları suçlarken , onlarda kusur ararken ,kendimi avutuyordum sadece. Görmez insan en yakınını , duymaz onun çığlıklarını , ona sağır olur, kör olur yakınında bile olsa değişmez bu kanun. Hep yara ben de diye , kanayan ruh benim diye odaklanmıştım kendime, oysa benim bir babam vardı . Âh babam , hiç merak etmediğim babam , âh annem hep suçladığım annem... oturduğum yerden kalkıp televizyonun yanında ki kasaya doğru yürüdüm .

 

Kasanın kolunu çektiğimde açılmıyordu ,şifreliydi . Dört haneli bir şifre vardı kasada, ne vardı ki bu kadar, merak ediyordum. ilk denemem ; anne ve babamın evlik tarihini yaptığımda yanlış çıkmıştı daha sonra babamın doğum tarihini girdiğimde yine şifre yanlış diyordu. Şifre neydi ? benim doğum tarihim olamazdı nefes almak için kafamı kasadan kaldırıp tavana baktım. Odaya göz gezdirdiğimde bu oda annemin sevdiği renkteydi , annemin tablolarıyla doluydu, hatta annem gibi kokuyordu " buldum, annemin doğum tarihi kesin " diye gürleyip şifreyi yazdım 25.09 doğru şifre dediğim de kasanın kolunu çevirdim, kasa açıldığında üç tane , üst üste siyah kalın defter ve bir kaç belgeler bulunuyordu. Defterlerden birini alıp içine baktığımda annemin el yazısıyla yazılmıştı , bunlar onun günlükleriydi onun hisleri, duyguları ve anılarıydı hepsi karşımda duran üç kara kaplı defterde yazılıydı.

 

Üç defteride kasadan alıp kucağıma koydum ardından belgelere baktığımda Talat ŞAHOĞLU adın da bilgiler vardı ŞAHOĞLU bu soyadı, annemin kızlık soyadıydı Talat ŞAHOĞLU kimdi peki? annemle ne gibi bir bağlantısı vardı ? bu ismi ilk kez duyuyordum, belgelerin hepsini kontrol ettiğimde sadece hangi yılda? nerede olduğuna dair bilgiler yazıyordu ? belgeleri geri kasaya koydum. Kucağımda ki günlükleri, kasaya geri koymayacaktım. Bu günlükleri okuyacaktım . Saklanan sırlar , anılar ve hisler bu defterlerdeydi . Tüm bilgiler kucağımda ki defterlerdeydi. Her sır gibi bu defterdeki sırlarda açığa çıkacaktı . Dünyada hangi sır gizli kalmış ki bu defterde yazılanlar gizli kalabilecek . Okuyup öğrenecektim, hatta anlayacaktım neden ve niçin? ...

 

 

 

                                                                    ***

 

telefon sesiyle elektrik çarpılmış gibi yerimden sıçramıştım. Telefonumu alıp baktığımda arayan Arel’di . Hiç bir şey belli etmemek için derin bir nefes alarak telefonu açtım " efendim " dedim sesim kısık çıkmıştı " kiraz çiçeğim" sesimin tonu ayarlayarak " evet o benim " dedim Arel’e hiç bir şey sezdirmemeliydim , şuan olmazdı . Ben bir şeyleri anlamadan ona anlatamazdım.

 

Önce benim bu günlükleri okuyup gerçekleri öğrenmem gerekiyordu , Arel gülerek " nasılsın güzelim? " ardından "evde canın sıkılmıyor dimi?" diye sordu Arel canım sıkılmıyor, canım acıyor . Arel iyi değilim iyi rolü yapmakta acıtıyor demek istiyordum bunların hiç birini demeden "hayır , canım sıkılmıyor, zaten Arya da bir saat önce çıktı " dedim " hım " dedi " evde yalnızsın o zaman " dediğinde " hayır , Adonis var , yalnız değilim " dedim evet yalnız değildim, Adonis vardı, hem fiziksel olarak hemde manevi olarak yalnız değildim, ben sadece eksiktim , " beni istemez misin yanında " bu bir soruydu ama o başka şekilde söylemişti " Arelll " dedim "nee Arelll “ dedi sonra " diyorum bu akşam benim mekana gidelim , gelirmisin benle?" diye sorduğunda şaşırarak " senin mekanın mı var ?" diye sordum , mekanın olduğunu bilmiyordum "var tabi ki " dediğinde hala şaşkınlığım üzerimdeyken "bilmiyordum " diyebildim, Arel " cevap vermedin kiraz çiçeğim" sakin bir tonla " Arel bilmiyorum, Adinos tam iyileşmedi daha , onu yalnız bırakamam " dediğimde Arel " yapma kiraz çiçeğim, Cenkle konuştum yalnız kalmasından hiç bir sakınca yok " Cenk bize yardım eden adamdı ya da veteriner demeliydim .

 

Kendimi iyi hissetmiyordum , kafamı dağıtmam gerekiyordu, Arel’le dışarı çıkmam kafamı dağıtmam için iyi gelebilirdi , sağlam bir kafaya sahip olmalıydım ki ...

 

" tamam o zaman geliyorum" dedim " işte benim kızım, saat 8 de seni almaya gelecem " işte benim kızım dediğin de sevinmem gerekiyordu ama ben sevinecek dermanı kendimde bulamıyordum " Arel , Aryalarda bizle gelsin mi? " çekinerek söylemiştim " onlar hep ordalar zaten " bir şok daha " ne, hep mi?" diye soruvermiştim " sen bilmiyor musun güzelim? Kara mekandan hiç çıkmıyor ki otomatikman Arya da orda" dedi şaşırmıştım, şoklardaydım, bugün geçirdiğim kaçıncı şoktu, kaçıncı gizli kapaklı şeylerdi öyle. Arya bana hiç bahsetmemişti böyle bir şeyi , bilmediğimi beli edercesine " bilmiyordum , haberim yoktu " dedim" hım" dedi bilmememe şaşırmış gibiydi " tamam o zaman Aryaya sürpriz yapalım " dedi ama daha çok Mila Aryaya baskın yap gibiydi " Arya beni görünce şok olacak " dediğimde gülmüştü " tamam o zaman saat 8 de sendeyim " dedi " tamam " diyip telefonu kapattım. Saate baktığımda saat altıydı, günlükleri alıp odadan çıktım ve kapıyı kapattığımda kitaplık otomatikman birleşip eski haline döndü .

 

Pablo Neruda’ nın şiir kitabını yerine yerleştirip odaya göz ucuyla baktıktan sonra çıkıp kapıyı kapattım . Kucağımdaki günlüklere sarılı bir şekilde odama gittim ve günlükleri saklamak için odama göz gezdiriyordum, en son giysi dolabımı açtım ve giysilerimin arkasına koymamın doğru olacağını düşünerek, günlükleri bir kazağımın içine koyup giysilerimin arkasına sakladım ve ardından dolaptan siyah geniş paça pantolonumu ve üstüme de kırmızı tişört ve siyah deri ceketimi alıp yatağıma koyup dolabımın kapasını özenle kapatıp banyoya girdim.

 

Saçlarımı yıkamam gerekiyordu, kısa bir duş alıp banyodan çıktım ve zaman kaybetmeden çıkarttığım giysileri giyip saçlarımı kurutum, saçlarım konusunda çok şanslıydım. Çünkü , kuruttuktan sonra saçlarım hiç bir zaman kabarmazdı , aynaya baktığımda yüzüm solgun görünüyordu , göz altlarıma biraz kapatıcı sürüp göz makyajı yaptım ve pembe bir ruj sürüp aynaya baktım iyi görünüyordum tek bişey eksikti, o da gülümseme yüzüme samimi bir gülümseme takıp açık olan saçlarımı kulak arakama koydum, saate baktığımda saat 7.30 geçiyordu sırt çantamla ceketimi alıp odadan çıktığım da babamın odasına göz ucuyla baktım, az önce gördüklerimi düşündüğümde yüreğime saplanan hançer yerinden oynayıp daha da derinlere saplıyor gibiydi, kendimi toparlayıp aşağıya indiğimde Adinos kanepeden bana havlıyordu, ona gülümseyerek " Adinos, oğlum nasılım?" diyip etrafımda döndüm , Adonis bir kez daha havladığında onaylar olarak sayıp yanına gittim ve onunla oynarken mama kaplarına bakındım, hepsi doluydu acıkıp ya da susadığında kolayca ihtiyaçlarını giderebilirdi.

 

Dışardan korna sesi geliyordu saate baktığımda saat 8 olmuştu Adinosu kanepeden kaldırdım ve öpüp yere indirdim. Bu onun için daha sağlıklı olacaktı , ayağı bu durumdayken yüksek bir yere bırakıp gidemezdim , çantamla ceketimi kanepeden alıp kapıya doğru yürürken telefonum çalıyordu , ekrana baktığımda arayan Arel’di onu bekletmeden

"efendim "

" kiraz çiçeğim kapıdayım "

" duydum kornanın sesini, geliyorum birazdan "

"tamam yavrum" diyip telefonu kapattı.

Yavrum mu demişti ? evden çıkıp arabasının yolcu kapısının önünde durdum . Arel camı açıp " ne oldu ?" dedi sesi yumuşaktı , ona göz devirerek sağıma baktım. Ne yapıyordum öyle, yaptığım anlamsızdı, bunun farkındaydım ama nedense kapımı açmasını istiyordum " kiraz çiçeğim? " dedi sesi bu sefer tedirgin çıkmıştı ama ben onu duymazlıktan gelmiştim. Arel arabadan inip yanıma geldi ve ellerimi tutarak " iyimisin , bir şey mi oldu ?" dedi "hayır, bir şey olmadı " ona baktığımda gözlerini kısmış bana bakıyordu " eminmisin ?" Sorgulayıcı bir tondu " evet" dediğimde " o zaman niye binmiyorsun" diyip kafasıyla arabayı gösterdi, omuz silkeleyerek "kapımı açmayacak mısın ?" diye sordum, kahkaha atıp alnımdan öptü "sen şimdi bunun için mi binmedin?" dediğinde onu hiç bekletmeden " evet , olamaz mı yani hayret bir şey ya ?" gülmeye devam ederek " yo olabilir de beklemediğim bir an da oldu sadece" dedi ona göz devirerek " ilk datemiz ve sen kapımı açmadın " dedim evet kapımı açmasını istiyordum, bu bizim sevgili olarak çıktığımız ilk akşam buluşmamızdı bunu yapabilirdi.

Bir süre yüzüme alık alık bakmıştı .

 

Ben ise dediklerimi düşündüğümde Arya gibi saçmaladığımı fark ettim , bu halim bana komik gelip kahkaha attım . Arel’in suratına baktığımda şaşırmış gözlerle bana bakıyordu , haklıydı çocuk, karşısın da dengesizin bir duruyordu şuan . Dayanamayıp " biraz saçmaladım" ardından " öyle bakmasana ya " dedim , hala halime gülüyordum , sinirlerim bozulmuştu. Arel beklemediğim bir an da ensemden tutup beni öptü , dudaklarını dudaklarımda hissetmiştim , elim yanağına gitmiş, öpmesine karşılık vererek bende onu öptüm , yavaş ve sakince öpüyordu beni , gökyüzüne çıkmış gibi hissediyordum , sanki ikimiz gökyüzündeydik .

 

Gökyüzünde yıldızlarla beraber dans ediyormuşuz gibiydik , kalbimin tanıdık sesi kulağıma geliyordu, kalbim bir melodi gibiydi, kalbim son şiddetle atıp sesini bana duyuruyordu ve biz bu melodide dans ediyorduk. Dukalarımız birbirinden ayrıldığında gökten yavaşça süzüldüğümü hisseder gibi olmuştum , suratımı iki elinin arasına alıp " kiraz çiçeğim " diyerek kollarını belime sıkıca sardı , bende kollarımı kaldırıp omuzlarına sardım ve başımı boyun girintisine koyup , başımı döndüren, odunsu kokusunu içime çektim. Ciğerlerim kokusuyla ziyafet ediyordu . Ben onun kollarında huzuru tadıyordum, şefkati sıcaklığı hissediyordum...

 

Birbirimizden ayrıldığımızda anlımdan öpüp kapımı açıp "buyurun prenses" diyip eliyle koltuğu işaret etti koltuğa oturduğumda kapımı kapatıp sürücü koltuğuna yerini almıştı bile. Prenses , ben hiç bir zaman prenses olmamıştım ki, hem prenses olsaydım bile hangi prenses olurdum , beklemelerin prensesimi? Kim yazardı ki böyle bir prensesi , hangi kitaba konu olurdum . Beni ancak ruhu hasta olarak doğmuş ve dünyada nefes almayı sürdüğü zamanlar da ruhu yavaş yavaş ölen bir yazar yazardı ancak .

 

Böyle bir yazar var mıydı ki bu evrende? Beni anlatan bir kitap yazılsa bile benim gibi birini kim okumak isterdi ki , hayatı boyunca hep bekleyen bir prensesi okur muydu insanlar ? Belkide üşenir yazmaz ruhu hastalanmış yazar, ya da okunmayacağını bildiği için, hatta belki de yazarken empati yapacağı için boş verip başka bir hikaye yazar...

 

Arel , bana dönüp " vanilya" dedi , anlamsız bakışlarla " vanilya mı? " diye sordum " tenin, Kiraz çiçeğim , vanilya kokuyor " şaşırmış gözlerle ona baktığımda, o " saçların da yasemin kokuyor, iki farklı kokuyu aynı an da taşıyorsun" dedi, şaşırmıştım bu kadar iyi buruna sahip olması onun için bir nimet olmalıydı, çünkü parfümümü çok nadir sıkıyordum, ve bu gün duştan çıktıktan sonra hiç sıkmamıştım, Arya da bana vanilya tenine hapis olmuş diyordu , parfüm sıkmasan bile benden vanilya kokusunun geldiğini söylemişti ," iyi koku alıyorsun " diyip gülümsedim ,üst dudağını kıvırarak "burnum iyi iş görüyor “ dedi , şimdi tam zamanıydı " Arel kokumu biliyorsun ama bir şey aklıma takılıyor " diyip arkasından "neden bana kiraz çiçeği diyorsun peki?" diye sordum, sonunda sorabilmiştim nedenini merak ediyordum bunu, bana ilk dediğinde de anlamamıştım .

 

Kiraz çiçeği gibi kokmadığımı biliyordum, hatta hiç bir kokum, şampuanım, losyonumda da o koku yoktu. Neden bana kiraz çiçeğim diyordu ? Gözlerine baktığımda şefkatini hissediyordum ama sadece şefkat değildi . Şefkatin yanında başka bir şey de vardı, şefkatin yanında aşk vardı . Arel bana aşkla bakıyordu.

Acaba o da gözlerime bakınca ona olan aşkımı görüyor muydu?

kucağımda olan ellerimi alıp öptü ve bakışlarını ellerimden çekip gözlerime kaldırdı " sen , benim kiraz çiçeğimsin çünkü " derin bir nefes alıp " sen benim sakuramsın , ölümle yaşam arasında olan çizgim , yeniden doğuşumsun kiraz çiçeğim " dedi sesindeki kadifelik ona tekrar aşık olmamı sağlıyordu, ona hiç bir şey diyememiştim Arel’in üstümde ki etkisiydi bu ,suskunluğum. Kendine her zaman hayran bırakıyordu beni. Elimi yüzüne götürüp yanağını okşayarak " seni seviyorum Arel . Bundan üç yıl öncede , şimdi ve gelecekte de sevecem seni " dedim evet söylemiştim, ona üç yıldır platonik olduğumu söylemiştim söylememin verdiği huzura kavuştuğumu hissetim. Gizli kalmaz hiç bir sır, gerçekler ortaya serilir . Söylememle omuzlarımdan yükümü alıp yok etmiştim, gerçekleri ona haykırmıştım. Bilsin istemiştim.

 

Her sır gibi hiç bir duyguda gizli kalamazdı, ben duygularımı ona söylemiştim . Kalbim sevgisiyle çarpıyordu, kalbim söylediklerimin huzuruyla çarpıyordu , kalbim onundu, bana ise sadece kan pompalıyordu kalbim , gözlerini kısıp bana baktı " üç yıl mı?" diye sordu, sesinde ki şaşkınlığı gizleyemiyordu, bunca yıl onu ondan gizli sevmeyi başarmıştım, ona hiç fark ettirmeden bunu başarmıştım , bu benim başarımdı" üç yıldır beni mi seviyorsun? Öyle dedin dimi yanlış duymadım?" ona gülümseyerek " platoniktim sana" dememle dişleri gözükecek derecede gülümseyerek başımı göğüsüne yaslayıp saçlarımdan öptü " hiç fark ettirmedin kiraz çiçeğim , hem de hiç" gülümsemesini daha çok büyüterek " sınıfına gelirken bile fark etmemiştim " dedi , başımı göğsünden kaldırıp ona bakarak " bu da benim başarım diyelim " dedim , yanağımdan öpüp önüne döndü ve arabayı çalıştırıp sürdü, hala kocaman gülümsüyordu böyle mutlu olacağını bilseydim daha önce söylerdim " üç yıldır ha" dedi " tamam Arel anlamışsın artık" dedim bana bakıp " üç yıl ha kiraz çiçeğim" dedi , yüzünde ki gülümsemesi biraz olsun değişmemişti, ara ara durup aynı şeyi tekrarlıyordu, kulaklarına inanmıyordu sanki. En sonunda "Arel tamam ama aynı şeyi tekrarlayıp duruyorsun “ diye yakındım " kızım üç yıldır beni seviyormuşsun benden mutlusu var mı bu hayata " pencereyi açıp dışarıya doğru bağırarak " ulan millet ,üç yıldır seviyor beni " diye haykırdı " Arelll ! Sakin mi olsan artık " dememe kalmayıp ensemden tutup kendine doğru çekti, başım göğüsünde yerini almıştı , kalp atışını duyuya biliyordum. Kalbi çok hızlı atıyordu ,kalbi benim gibi hızlı atıyordu ,ben atışlarını dinlerken o kafamdan defalarca öpüp kokumu içine çekiyordu " üç yıldır seviyor" dedi sesi kısıktı, başımı göğsünden çekip yerime düzgünce yerleşip pencereden baktığım da siyah bir tabelada mor pembe ışıklarla yazılan RELİCTA adlı bir mekanın önünde durduk .

 

Mekanın ara sokakta olması yanlış, geldik düşünceleri zihnim de dolanıyordu. Arel’e dönüp burası mı? bakışlarından attım, Arel "geldik kiraz çiçeğim" dediğinde kemerimi çözüp arabadan indim ve onun yanı gitmiştim. Arel elimden tutup mekanın ismine baktı , onun mekanıydı ,muhtemelen her gün uğruyor olmalı. Arel’in gözlerin de ismini konduramadığım bir duygu belirmişti.

 

Mekanın ismi , büyük harflerle yazılmıştı . Mekan ara sokaktaydı , neden böyle bir yerde açma gereği duymuştu ki? Ve zihnimde dolanan binlerce sorular... kapının önünde iri yarı, siyah takım elbiseli , biri kel , iki adam duruyordu, yaşça büyük olan adamlar Arel’e saygıyla bakıyordu. Adamlar bana göz ucuyla bakıp tekrar bakışlarını Arel’e çevirip " hoş geldin Bora " dediler ,Arel sağımızda ki adamın omuzuna dokunarak "eyvallah " dedikten sonra içeri girdik . İçeriye girdiğimizde; mor olan duvarlarda tablolar vardı, ne resimleri olduğu belli olmayan tablolarda rastgele yeşil, mavi ve kırmızı boylardan oluşan tablolardı bunlar. Tavana baktığımda tavanın tümü ayna olduğunu fark ettim . Ahşap merdivenlerden indiğimizde karşımızda ki ahşap barın etrafında yarı çıplak bir şekilde dolanan kadınlar ve onların yanında duran adamlar duruyorlardı . Bardan bakışlarımı çekip , ortam da gezdirdiğimde çılgınca dans eden insanlara baktım , yaşıma göre uygunsuz hareketlerle dans etmelerine rağmen rahatsız olmuyordum , aksine onları özgür buluyordum . Neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu takmadan dans ediyorlardı. Arel’e dönüp baktığım sırada bana bakıp gülümsüyordu " Arel burası bar " müziğin sesinden duyulmak için bağırmıştım. Arel bana doğru eğilip " evet kiraz çiçeğim " diyip gülümsedi , parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi ve elimi sımsıkı tutmuştu, Arel ile beraber kalabalığın arasından sıyrılıp merdivenlere doğru yürüyorduk.

 

Arel atik hareketlerle insanların arasından geçmemi sağlıyordu. Üst kata geldiğimizde yok denilecek kadar insan olduğunu gördüm . Bu katta bulunan insanlar daha sakindiler . Koltuklardan birine yerleştiğimizde Arel elimi öpüp " burası aşağıya göre daha sakin " dedi, onu onaylarcasına " öyle gerçekten de" dedim, yeşil, mor , pembe , mavi ışıklar aralıksız olarak renk değiştiriyordu ve yüksek seste "U Can't touch This " çalınıyordu. İnsanların bu hallerine hayran kalmıştım , özgür ve kendileri gibiydiler. Arel’e dönüp " baksana Arel , insanlar nasıl da özgürce dans ediyorlar" dedim Arel keyifle gülümseyip " bir kaç saatliğine öyleler " dedi ,

"Bir kaç saatliğine gerçek dünyadan kopuklar" dedim , başımdan öpüp "öyle güzelim" dedi sesinde yine anlamadığım bir ton vardı . Bir yaşanmışlık vardı gözlerinde . Garson kıyafetli bir adam yanımıza gelip " hoş geldiniz Bora bey " garson yüzüne takındığı ifadeyi bozmadan "ne istersiniz?" dedi , sadece okuldakiler değil burada da herkes ona Bora diyordu, kimseye Arel dedirtmiyordu okulda . Burada da dedirtmiyordu. Herkese karşı Bora denmesi için direten adam sadece benim ona Arel dememe bişey demiyordu. Kendimi özel hissetmiştim ilk ismini sadece benim söylemem beni mutlu etmişti .

 

Arel bana bakıp " bir portakal suyu bir de viski alalım biz" dedi garson arkasını dönüp gittiğinde " içkimi içeceksin ?" diye sordum, kahkaha atarak " her halde kızım " böyle bir şeyi gerinerek söylemişti " bende içeçeceğim o zaman" kaşlarını çatıp " saçmalama güzelim, içmeyeceksin " dediğinde, direterek " sen neden içiyorsun o zaman ?" her bir kelimemi basarak söylemiştim, bana doğru yaklaşıp " içmeyeceksin kiraz çiçeğim bitti , bu konuda benle inatlaşmanı istemiyorum" sesi netti ama benim güçlü bir inadım vardı " sen buna karar veremesin " dedim ,sesim en az onun kadar net çıkmıştı, ardından " ben " cümlemi tamamlama izin vermeyip beni öpmüştü.

 

Dudakları dudaklarımdayken belimden beni kendine doğru çekip tutkuyla dudaklarıyla dudaklarımla dans ediyordu. Ellerim ensesindeydi kendimde olmadan ensesini okşuyordum, dudaklarının hareketlenmesinden tırnaklarımı ensesine bastırdığımı hissediyordum, dudaklarını dudaklarından yavaşça ayırıp gözlerimi öptü . İkimizde derin nefesler alıyorduk, göğüs kafeslerimiz nefeslerimizden görünür bir şekilde inip kalkıyordu . Bakışlarım adem elmasına kaydığında o da benim gibi derin derin yutkunuyordu, bakışlarımı adem elmasından çekip gözlerine tekrar kaldırdığımda o da bana bakıyordu daha çok sakinleşmeye çalışıyor gibiydi , nefeslerini kontrol etmeye çalışıyordu .

 

Elimi göğüsüne koyduğumda kalbi elimin altında şiddetli bir şekilde atıyordu. Tıpkı benim kalbim gibi . Kalbi sanki avucuma deyiyor gibiydi ona bakıp " Arel kalbin" diyebildim " kalbim " dedi nefeslerinin arasından " çok hızlı atıyor" dedim , elini göğsüme götürüp "seninde " diyip gülümsedi

" kalbimiz deli gibi çarpıyor" diyip nefes aldım "hayır kiraz çiçeğim , kalbimiz dans ediyor" dedi, kalbimiz kendi melodisiyle dans ediyordu.

Gülümsedim,

gülümsedi,

gözlerime uzunca baktıktan sonra "kiraz çiçeğim , gözlerinin eşsizliğini farkında mısın? " diyip nefes aldı " kehribarların bir dünya ve şimdi kehribarların sadece bana bakıyor kiraz çiçeğim" diyip gülümsedi ,gülümsedim , o da göz rengime kehribar diyordu bir kez daha beni sevdiğinden emin olmuştum , çünkü insanlar sevdiği kişinin her bir ayrıntısına özenle bakıp , onun her bir ayrıntısına basit kelimelerden ziyade , süslü, değerli kılan kelimeler kullanırdı . Arel’in bana söylediği de öyleydi, ona olan sevgimle göğüsüm kabarmıştı .

 

Acı kahvelerini , kehribarlarımdan çekmiyordu. Sanki bir film sahnesinde gibiymişiz gibi birbirimize bakıyorduk. Filmlerde böyle bakışmaların arka fonunda slow şarkılar çalarken bizim arka fonda çalınan şarkı hareketliydi ama ne ben ne de Arel hareketli , yüksek seste olan müziğe kulak vermiyorduk . Bizim melodimiz , şarkımız kalp atış seslerimizdi ... atışlarımız eşsiz müzikler üreten bir orkestra.

 

                                                     ***

 

 

Garson yanımıza gelip içeceklerimizi masanın üzerine koyup gitti. Arel masaya uzanıp portakal suyunu bana uzatıp "afiyet olsun güzelim " diyip gülümsedi , ona göz devirerek bardağı ondan aldım ve bir kaç yudum aldığımda Arya ve Karanın bize doğru geldiğini gördüm, ve Arel de bir saniye bile olsun bakışlarını kaçırmamış gibi beni seyrediyordu .

 

Acı kahvelerinin sadece bana bakması , kahvelerinin sadece benim için parlaması için her şeyi yapabilirdim. Onca acıya rağmen her şeyi yapabilirdim. Aşkın kutsallığıyla güçlenir derlerdi . Yanağından öpüp " Aryalar geliyorlar " dedim ,kahvelerini benden ayırıp onlara çevirdi . Arya ve Kara yanımıza geldiğinde Arya , inanmıyorum der gibi bana bakıyordu, ona sert bakmaya çalışarak " beklemiyor muydunuz Arya hanım" dedim , Arya gözlerini daha fazla açıp " sen buraya ,Mila söyleyecektim sana " dedi " ama söylemedin, Arya" yanıma oturup ellerimi tutarak " Mila üzgünüm" dedi , ona tirip numaramı bitirip gülümsedim , ona kızamazdım en yakın arkadaşım da, dostum da olsa onun bir özel hayatı vardı .

 

Bilmemi isteseydi söylerdi , kimseye bu yüzden kızıp darılamazdım. Kendince küçük sırıydı onun, keşke bilseydi sırlar asla saklanılmaz diye . Sırlar ancak tek bir kişi bilince açığa çıkmazdı , sırlarını kendin dışında kime söylenilmişse veya kim farkına varmışsa o an sır olmaktan çıkar birer günah ,birer kabahat ... şeklini alır. Arel’e bakıp

" Borayla mı geldin ?" diye sordu, yüzüme samimi bir gülümseme yerleştirip " sevgilim getirdi" diyip ona baktım, evet demiştim üç yıldır uzaktan sevdiğim adama sevgilim demiştim. Belki başkası için beş harften oluşan bir kelimeydi ama benim için üç yıllık kalp atışıydı. Arel’e baktığımda hoşuna gitmiş olmalıydı ki dişleri görünecek derecede gülümseyip elimi öptü , gülümsemesiyle belirginleşen gamzesiyle " sevgilim " diyip beni kendine doğru çekip başımı boyun ve göğsünün ortalarında ki yere yerleştirdi , kokusunu derince içime çektim ve bellimde olan eline parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim. Sanki bir kelepçeydi bu. Onu kendime kelepçelemişim gibi tutmuştum elini.

 

Arel başımdan öperek " sevgilim " dedi , gülümsemesiyle , bir kez daha sağ yanağında buluna gamzesi belirginleşmişti . O gamzeye gömsünler beni , o gamzede tüketeyim örümü . Başımı kaldırıp " sadece sağ yanağında gamzen var " dedim , keşke içimden geçirdiklerimi söyleseydim demekten alamıyordum kendimi "hım" dedi sesi buğulanmış gibi çıkıyordu , acı kahvelerine tüm benliğimle bakıp gülümsedim " gamzeni seviyorum "dedim anlamış mıdır ki o gamzede yaşamak istediğimi? " sadece gamzemi mi seviyorsun kiraz çiçeğim?" hayır ,ben seni sana ait olan her şeyi ve adın geçtiği her şeyi seviyorum demekten kendimi alı koyup , onu yanıtsız bırakarak Arya ya döndüm . Söylenilmez bazı şeyler , anlaşılsın diye ben de aynısını yaptım , o anlasın istedim.

 

Kara da Aryanın yanına oturduktan sonra Arya ellerini şıplatıp " ay sonunda ya, sonunda " dedi ardından derin bir nefes alıp " sizi böyle görmek çok güzel " diyip başını Karanın göğüsüne koydu. Arya , ben ve Arel’e bir annenin evladının mürvettini görecek şekilde bakıyordu bize. Aryaya gülümsemekle kalmıştım sadece . Göğsündeyken her nefes alışımda onun kokusunu alıyordum, sandal ağacı ve çam kozalağın birleşmesiyle oluşan kokusunu, sıcak teni beni ısıtıyordu , sıcak teni benim ateşimdi ve ben o ateşte var oluyordum .

 

Arel kulağıma eğilip " çok güzel olduk " diyip yanağımdan öptü, evet sevgilim çok güzel olduk . Beni öpmesinden rahatsız olmuyordum , insanların yanında veya yalnız, bununla ilgilenmiyordum onunlayken dünyada sadece ikimiz varmışız gibi hissediyordum. Sadece biz vardık ve sadece kalplerimiz vardı . Birbirimiz için atan kalplerimiz , duygularımız vardı. Birbirimizi görünce ,yaşam bulan duygularımız ...

 

bizi seviyordum ,

onu seviyordum,

onu seviyorum

ve onu hep sevecem .

Kalbim sadece onun için çarptığını hissediyordum, kalbim onun için çarptığında renkleniyordu dünyam ve ben renklenmiş dünyamda kanayan ruhuma rağmen rengârenk renklere boyanıyordum. Arel " soğuk teninin, sıcak tenimle bir şenlik yaratıyor " dedi tenim soğuktu, teni sıcaktı . Yan yana gelince ılık olmalıydık ama ben onunla ısınıyordum. Onun benimle ılıması birer şenlikti . Başımı ona doğru kaldırdığım da suratlarımız birbirine temas ediyordu , solukları yüzüme değip ısıtıyordu, nefesleri suratımın her bir noktasına ulaşıyordu, nefesleri nefeslerimdi . Gülümseyip , bir kaç tutam saçlarımı kulağımın arkasına atığında elini saçlarımdan çekmedi ve saçlarımı okşamaya başladı .

 

Okşadığı saçlarım ellerinin altında can buluyordu , acı kahvelerini saçlarımdan ayırıp gözlerimle buluşturdu. Derin bir nefes alarak " güzelim Karayla bir kaç işimiz var , bir saatliğine halledip gelecem " dedi sesi kadifemsi çıkmıştı beni bırakmak istemiyormuş gibi bakıyordu . kafamı tamam anlamında sallayıp "tamam" dediğimde anlımdan öpüp aramızda ki mesafeyi artırdı ve Karaya bakarak " Kara " dedi, Kara Arel’e bakıp "tamam kardeşim " diyerek Aryanın dudağından küçük bir öpücük kondurup oturduğu yerden kalktı .

 

Arel’de yanımdan kalkıp Karayla birlikte merdivenlerden indiklerinde Aryayla yalnız kalmıştık. Arya bana yaklaşıp " kızım ben demin ne gördüm" diyip kıkırdadı , suratıma kocaman bir gülümseme yerleştirip " Arya onu çok seviyorum" Arel’e demediğimi Aryaya diyordum " onu biliyoruz kızım " diyerek kahkaha attı "bir şey yaptım " dedim ekleyerek " ona daha önceden aşık olduğumu söyledim" dedim pat diye söylemiştim. Arya şaşkın gözlerle bana bakıp" söyledin mi gerçekten? nasıl tepki verdi “ dediğinde , Arel’e itiraf ettiğim an gözümde canlanmıştı. Gülümseyerek " delirdi, mutlu oldu, hatta yol boyunca üç yıldır onu sevdiğimi tekrarlamıştı" dedim, Arya kahkaha attı ve bende ona eşlik edercesine kahkaha attım. Arya "üç yılın sonunda Mila " mavi gözlerine bakarak

" üç yılık kalp atışı" dedim,

Arel benim üç yılımdı , üç yılık kalp atışım , üç yılık hayallerimdi . Ona dairdi hayallerim. Şimdiyse kaç günlük gerçeğim, kaç günlük gerçekleşen hayallerim... Aryanın telefonu çaldığında panikle yerinden kalkıp " annem arıyor " dedi telaşlanmıştı, telaşlanmasıda gerekiyordu . Sevim teyzenin böyle bir mekanda olduğunu öğrenirse Aryanın hayatı okul ve ev olarak geçerdi. Arya bitecekti. Sevim teyze çok iyi bir anneydi gerçekten , kaç kez Aryalarda kaldığımda sevgisini, şefkatini bana da gösteriyordu, kaldığım gecelerde zorla ballı süt içirip öyle yatırıyordu. Annemin bana yapmadığı ballı sütü Sevim teyzenin ellerinden içmiştim, anne yemeklerinide onun ellerinden tatmıştım ve annemin bana yapmadığı, göstermediği bir çok şeyi Sevim teyzeden görmüştüm.

 

Hani derledi ya en çokta bir yabancıdan gördüğüm sevgi ve şefkat acıttı canımı diye , benimde en çok canımı başka birinden hissettiğim annelik acıtı canımı , kahreti beni...

 

Sevim teyze çok yumuşak huylu , mükemmel biriydi, her insanın sınırları olduğu gibi onun da kırmızı çizgisi böyle mekanlardı , defalarca Aryayla beni böyle mekânlara adım atmamamız için tembihlemişti ama biz şu an o mekandaydık . Arel olmasaydı asla adım atmaz , önünden bile geçemeyeceğim mekandaydım. Sırf Arel yanımdaydı diye buradaydım. Kural başka biri var olunca esnetiliyordu .

 

Aryaya bakıp " sıçtın " dediğimde Arya anlına şaplat atarak "boku yedim Mila , boku yedim" onunla aynı fikirde olduğumu belli edip "zahmet ettme sen, Sevim teyze zaten sana yedirecek o boku" alt dudağını ısırıp " Mila , ben lavabo da konuşacam" dediğinde " sesler?" diye sordum, bu gürültüde anlaşılırdı çünkü. Arya bilmiş bir edayla " tuvalette daha az duyuluyor , burası gibi değil" diyip ardından "senle arkadaşımızın doğum günü partisindeyiz ona göre " diye beni her türlü olasılığa karşı tembihlemişti " tamam partideyiz" portakal suyumu kaldırarak" iyiki doğdun bilmediğim arkadaş" diyip kahkaha attım.

 

Arya lavaboya gittiğinde tek başına kalmıştım. Özgürlükleriyle beni kendilerine hayran bırakan insanlara bakıyordum . Delicesine dans edenler , öpüşenler ve içip içip sızanlara bakıyordum, normal de olsa böyle bir mekana adım bile atmayacağım yere Arel’le gelmiştim. Bir ay önce biri bana; Arel’le öyle bir yere geleceğimi söyleseydi ihtimal bire vermez saçmaladıklarını söylerdim ama şimdi bunu yaşıyordum, ihtimal vermediğim bir şeyin tam içindeydim. Hayat bazen bize beklenmedik sürprizler yapabiliyordu yeter ki umudumuzu kaybetmeyelim, ben Arel’le olabilme umuduyla üç yıl yaşamıştım, üç yıl onun hayalini kurmuştum ve şimdi o hayallerimi yaşıyordum, gerçektende hayallerimiz tanrıya ulaşan dualarımızdır. Dua edilmez, bazen dilek dilenmez, sadece hayal edilir . İnsan zihni boşuna hayaller üretmezmiş meğer...

 

 

                                                                        ***

 

 

Bir tarafımız bastırılmış şeytan

Bir tarafımız açığa çıkarmak için çabaladığımız melek,

Kaldı ruhumuz ikisinin arasında ,

Sıkıştı ruhumuz , kanadı kararsızlıktan,

Baktı vicdan ruhumuza , hâlâ çıkamamıştı karasızlıktan,

Yardım etti ruhumuza ,buldu bir çıkış yol.

Kazandı en sonunda aşkımız

Kazandık sonunda aşkımız.

 

 

"affedersin " tanımadığım bir sesti bu, başımı çevirdiğimde ; mavi gözlü , kıvırcık , kulağında kadar uzanan sarı saçlı , burnun üstünden elmacık kemiklerine doğru uzanan çilleri olan , uzun boylu, beyaz gömlekli bir adam bana sesleniyordu. Adamı süzmeyi bırakıp "buyrun" dedim adam elindeki sarı tonlarında olan iki içecekten birini bana uzatarak "oturabilir miyim? " diye sordu sesi, bir spikeri anımsatacak kadar net ve erkeksiydi sesi, tok bir sesle " hayır" ardından " arkadaşlarımı bekliyorum " dedim sesimdeki netlik anlaşılıyordu , adam beni umursamayıp tutuğu içecekleri masaya koyup yanıma oturdu. Aramızda ki mesafe az denilecek kadardı , ondan uzaklaşıp mesafeyi artırdım ve kaşlarımı çatarak " sana oturabilirsin dediğimi hatırlamıyorum" gürleyerek demiştim, bir türlü sevemiyordum laubali ve hadsiz insanları ve bu adamı da sevememiştim, Adam bana doğru eğilip "sıkma kendini o kadar , gevşe " dediğinde nefesini yüzümde hissetmiştim, saçlarıma dokunarak "burada biraz eğlenip sonra bana gidelim ne dersin güzellik?" diyerek gülümsedi, midemin bulandığını hissetmiştim , iğrenç gülüşü ve teklifi öfkelenmeme sebep oluyordu. Sinirle yerimden kalkıp "defol" diyip tiksindiğim bakışlar attım, yerinden kalkıp önüme geçip kolumdan tutarak " sende baya naz ettin" diyip çekiştirmeye başlamıştı beni, kolumu ondan kurtarmaya çalıştığımda başarısızlıkla sonuçlanıyordu.

 

Dişlerimin arasından tıslayarak " bırak" dedim , adam kolumu bırakmadı aksine daha sıkı tutarak " dans edeceğiz" dedi yüzünde iğrenç bir gülümseme kondurup beni çekiştirmeye devam ediyordu.

 

Çabalarım sonuç almıştı , kolumu ondan kurtarıp suratına sertçe bir tokat attım. Adam başını bana çevirip, kaşlarını çatı ve elini havaya kaldırıp bana vuracakken bir el kolunu tutup önüme geçmişti . Sandal ağacı ve çam kozalağın harmanlanmış olan odunsu kokusunu duydum , koku önümdeydi, koku bana yakındı.

 

Arel önüme geçmişti , adamın boğazından tutup karşıdaki duvara fırlattı ve büyük adımlarla yanına gidip yumruklarını adamın suratına indiriyordu

" lan sen, benim kızıma nasıl el kaldırırsın Oruspu çocuğu, sikerim o eli" ayağa kalkmak için çabalayan adamın saçlarından tutup "amına koyayım , ulan sen siktiğimin hangi cesaretiyle , benim sevgilimle konuşursun" sevgilim demişti, sahiplenmişti bir yanım havayi fişekler patlatırken , diğer yanım korkudan kulaklarını kapatıp saklanıyordu , suratına bir kez daha yumruğu indirirken" lan sikikten peyda" küfürleri kulağımı dolduruyordu , Arel onu savurduğunda " siktiğimin Oruspu evladı, ulan piç " yumruklarını adamın yüzüne geçirmeye devam ediyordu, adamın yüzü , gözü kan içindeydi , Arel böyle dövmeye devam ederse adam ölecekti , bağırarak "Arel " dedim , beni duymamıştı , çıldırmıştı adamı öldürecek gibiydi ,kolunu tutup " Arel" diye bağırdım bir kez daha, bakışlarını adamdan çekip bana çevirdiğinde "Arel bırak ölecek " diyebildim , nefes nefeseydim, sesim birazdan ağlayacak olacağımı belli ediyordu , Arel adamı bırakıp kollarımdan tutu ve çatılmış kaşlarla " siktiğimin piçi , sana vuracaktı " dediğinde fısıldayarak "bırak onu" dedim güçlükle , Arel elektriğe basmış gibiydi , çatık kaşları birbirine değecek gibi bana bakıp “sen, sen ne diyorsun ? kimse benim kızıma el kaldıramaz" dedi öyle bir bağırmıştı ki korkudan irkildim, beni bırakıp tekrar adamı dövmeye devam ediyordu , korkudan titremeye başlamıştım, göz yaşlarım , göz pınarlarımda daha fazla tutunamayarak yanaklarıma doğru süzüldü.

 

İlk hissedilişim, ilk farkına vardığım gözyaşlarım...

ıslak gözlerle " Arel " diyebildim, sesim cılız çıkmıştı. Cılız sesimle bir kez daha “ Arel” dedim, Arel adamı bırakıp , tekrar kollarımı tutmuştu, kollarımı çok sıkı tutuyordu, canımı yakıyordu, acıdan inleyip " Arel bırak" dedim sesim yüksek çıkmıştı, beni duymuyor gibiydi.

 

Gözlerinden ateş fışkırıyor , öfkesi bir türlü dinmiyordu . Her saniye katlanıp bir volkanı andırıyor gibiydi, bir kez daha " AREL" diyerek bağırdım , bu sefer sesimle kendine gelmiş olmalıydı ki kollarımı bıraktı , beni bırakmasıyla ondan bir adım uzaklaştığım zaman, bileğimden sıkıca tutu .

 

Tutuğu yerlere sanki kezzap döküyormuş gibi canım yanıyordu, bileğimi öyle bir sıkıyordu ki acı bir inleme çıkmıştı ağızımdan. Bir kaç saat öncesine kadar dokunduğu her yer çiçek açıyorken şimdi suladığı çiçekleri kopartıp öldürüyordu , çiçekler soluyordu , çiçekler solduğu için kokuları çıkıyordu, ölü çiçeklerin kokusu baskın olurdu, baskın çiçek kokusu alıyordum. Bileğimi ondan kurtarmaya çalışarak "bırak " diye inledim, çatık olan kaşlarını birbirine değecek kadar çatmıştı ve bir adım bana doğru yaklaşıp

 

" BIRAKMAM " diye hırladı ,

bileğimi elinin içinde hareket ettirmeye çalıştığımda canım daha fazla yanıyordu, en sonunda çabalamayı bırakıp sadece ona baktım. Gözlerini benden çekip bakışlarını adama çevirdi ve baş parmağını adama doğru kaldırıp, "amına koyduğumun piçi ,senle daha işim bitmedi " diyip göz işaretiyle yanımızda bulunan iki takım elbiseli adamlara işaret verdi , adamlar işareti alır almaz adamı duvarın dibinden alıp sürükleyerek kaldırdı. Adamın ayakta duracak hali yoktu , onu tutan iki adamın kuvvetiyle Arel’in karşısında dik durabiliyordu, dik değildi sadece ayakta tutuluyordu. Arel adamın saçlarından tutup kafasını sağa yatırdı ve adamın kulağına bir şeyler fısıldayıp saçlarını sertçe bıraktı.

 

Takım elbiseli adamlara bağırarak "götürün" diye emir verdiğinde sesi o kadar gür çıkmıştı ki kulağımın çınladığını hissetim, bakışlarını bana çevirip "gidiyoruz" dedi , bu bir emirdi cevap vermemi beklemeyerek beni arkasından sürüklüyordu , büyük adımlar atıyordu, ona yetişmekte zorlanıyordum, geride kaldığım için tutuğu bileğim daha çok yanıyordu , mekandan arabanın önüne geldiğimizde bileğimi bırakmayarak yolcu kapısına sürükleyip kapıyı açtı ve bağırarak " bin " dedi sesinden korkmuştum , gözlerinden korkmuştum , acı kahveleri en koyu rengini almıştı.

 

Beklemeden arabaya bindiğimde gözlerim kapalıydı. Şoför kapısının sert kapandığını duydum, o da binmişti nefes seslerini duyuyordum, aldığı nefesler bile öfkeli olduğunu beli ediyordu . Arabayı çalıştırıp " tak emniyet kemerini " dedi , bağırmıştı , onu dinlemedim kollarımı göğsümde bağlayıp arabayı sürmesini bekledim , arabanın motor sesi beni sağır edecek şekilde çalıştırır şekildeydi , bana baktı ve tekrar bağırarak " tak şu siktiğim kemeri" dedi sesi irkilmeme sebep olmuştu , ona bakmayarak kemeri takıp karşıma bakmayı sürdürdüm, Arel arabayı ara sokaktan çıkartıp ana yola sürüdü , hızlı kullanıyordu hayır hızlı kullanmıyordu çok hızlı kullanıyordu, bir yarış arabasındaymışım gibi hissetmeme sebep olmuştu, önümüzde ki arabalara makas atıp önlerine geçiyordu.

 

Korku beni esir almıştı nefes almakta güçlük çekiyordum, bakışlarımı ona çevirip " Arel yavaşla " dedim beni duymuyor gibiydi koluna dokunup "Arel yavaşla " dedim sesim gür çıkmasına rağmen beni duymuyordu sanki , ağlamaya başlamıştım artık . Kuruyan yaşların üstüne taze sıcak yaşlar dökmeye başladım. Bir kez daha bağırarak " Arel korkuyorum" dedim bakışlarını yoldan çekip bana çevirdi ve arabayı sağa çekip bana doğru döndü

" kiraz çiçeğim" dedi , sesi fısıldar gibiydi elini yüzüme uzattığında geriye doğru çekildim, bana dokunmasını istemiyordum, elini indirip " kiraz çiçeğim" dedi kemeri çıkartıp arabadan indiğimde benle beraber inip yanım geldi ve ellerimi tutarak

" kiraz çiçeğim" dedi bir kez daha . Bakışlarımı gözlerine sabitleyip " ben taksiyle gidecem" dedim " hayır “ dedi sesinde yumuşaklık vardı , gözlerindeki kahveler sevdiğim tona dönüşmüştü , öfkesi geçmişti, sakinleşmişti göz ucuyla arabaya baktığımda binmek istemiyordum . Arel’in beni eve bırakmasını istemiyordum, bakışlarımı Arel’e çevirip " taksiyle gitmek istiyorum" dedim sesim kısık kısık çıkmıştı , bana doğru bir adım atı ve ellerimi tutmaya yeltenirken bir adım geriye gittim , gözlerime bakıp " benden korkuyorsun , hayır , hayır korkma kiraz çiçeğim" sesi fısıldar gibiydi , gözlerine hüzün yerleşmişti , saçımı kulağımın arkasına atıp " ben taksiyle gidecem " dedim, kafasını tamam anlamında salladı . Yola baktığımda şansıma bir taksi geliyordu.

 

Elimi havaya kaldırıp taksiye dur işareti yaptım. Taksi arabanın önünde durmuştu. Göz ucuyla Arel’e bakıp " iyi geceler " diyip onun cevap vermesini beklemeyip taksiye bindim ve beklemeden şoföre adresi verip oturduğum yerden arkama baktım . Hâlâ aynı yerde durup taksiye bakıyordu. İkimizde bir yangının ortasında gibiydik , birimizin bir el uzatmasıyla kurtulacaktık bu ızdıraptan ama ben onun elini tutmak için direnirken onun öfkesi harlıyordu ateşi , en yakıcı ateşe dönüştürüyordu , korkuyordum elini tutmaktan , korkuma rağmen aşkım galip geliyordu bana, celladıma aşıktım.

 

Aşık olduğum adam hem kurtarıcım hem de celladımdı. Önüme döndüm ve başımı pencereye yasladım . Yaşamak ne tuhaf bir şey , yaşadığın hayat uzunca bir zaman gibiyken, yaşadığımız yılları anlatmak ise bir , iki cümleyi dolup taşıyordu . Kendimize, hayatımıza ve en önemlisi duygularımıza büyük bir haksızlık değil mi bu? Zor geçirilmiş günler , kötü duygular ardından mutlukları sadece

ben bir ara çok üzülmüştüm ya da bu tarihler de çok mutluydum demek büyük haksızlıktı.

 

Kocaman yaşamımızı iki cümleye sığdırmaktır hayat... Olanlar gözümün önünden geçiyordu . Arel’in nasıl gözünün döndüğünü bir türlü unutamıyordum. Arel’in gözü kimseyi görmemişti , öfkesinden beni görmemişti , öfkesi ağır basmıştı...

 

yüreğim sızlıyordu, iki isme sahip olan adam, diğer adı gibi davranıyordu. Arel değilde Bora ismi gibi davranıyordu , Arel isminin naifliği yoktu onda bu akşam , o anda Bora olmuştu, o orada Boraydı. Eve vardığımızda şoföre ücreti verip taksiden indiğimde taksi önümden uzaklaştığı zaman ardından başka bir araba sesinin geldiğini duydum , başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim, gelen Arel’di . Arel arabasından inip yanıma geldi " kiraz çiçeğim" dedi sesi yumuşaktı, yanıma geldiği an da bir kaç su dalmasının yüzüme çarptığını hissetim , su damları şiddetini artırıyordu.

 

Yağmur yağıyordu, başımı gökyüzüne kaldırıp yağmurun yüzümü ıslatmasına izin verdim. Bakışlarımı Arel’e indirip gülümseyerek " yağmur yağıyor" dedim Arel beni seyrediyordu . Kahvelerinin en derinine bakıp " yağmuru seviyorum Arel" dedim, yağmur beni mutlu etmişti , yağmurdan ıslamış saçlarıma dokunarak " bende kiraz çiçeğim, bende seviyorum " dedi sesi kadifemsi çıkmıştı , derin nefes alıp "yağmur insanları temizler Arel " dedim, yağmura kattığım anlamı onunla paylaşarak söylemiştim , bana doğru yaklaşarak " yağmur insanları temizler kiraz çiçeğim" dedi ona doğru bir adım yaklaşıp, “yağmur insanı iyileştirir" dedi , yanağına dokunarak " iyileştirir mi Arel ?" diye sordum, derin bir nefes alıp " iyileştirir kiraz çiçeğim , tıpkı sarılmak gibi iyileştirir" sesi boğuktu bakışlarında adlandıramadığım bir duygu vardı , ona doğru bir adım atıp sıkıca sarıldım ,sıkıca sarıldı , kokusunu içime çektim, kokusunu tüm hücrelerimde hapsetmek istiyordum , ona olan aşkım galip gelmişti, ona olan aşkım ona yaklaşmamı sağlıyordu, kalbim zihnime galip gelmişti.

 

Yağmur bizi sırılsıklam etmesine rağmen, hiçbir şeyi umursamadan sarılıyorduk, iyileşmek için sarılıyor , temizlemek için ıslanıyorduk. Ensesini okşayıp boynundan öptüm , boynunu koklayarak

" Arel kokun başımı döndürüyor" dedim, derin bir nefes alıp başını boyun girintimden kaldırıp "kokun benim hapishanem" dedi sesiyle ,bakışıyla tüm hücrelerime sevgisini hissettirmişti, yanağımı okşadı ve sıcak dudaklarını dudaklarımla buluşturdu , yavaş ve naif hareketlerine sakince karşılık verdim , dudaklarım onunla bir kez daha var olurken kalbim deli gibi çarpıyordu .

 

Dudaklarını dudaklarımdan ayırdıktan sonra işaret parmağıyla dudaklarımın üzerinde gezdirmeye başlamıştı, dudaklarım parmağının altında bir bahçeye dönmüş gibi çiçeklenmişti adeta. Gözlerim kahvelerindeyken onun kahveleri dudaklarımdaydı. Acı kahvelerini gözlerimle buluşturup "çilek " dedi sesi fısıldar şeklindeydi , tebbesüm edip " çileğin tadını alıyorum " dedi sesi bir şeyleri itiraf ediyormuş gibi çıkmıştı , bende onu her öptüğümde o tadı alıyordum onun da alması gülümseme sebep olmuştu tebessümüm ederek " bende o tadı alıyorum " dedim, sesim fısıldar şeklindeydi , sözlerimin ardından dişleri görünecek şeklinde gülümsedi ve sıcak dudaklarını anlıma bastırıp saç diplerimi koklayarak " yaseminlerin yağmurdan saçlarında bahçe açmış gibi" dedi anlımla olan mesafesini artırıp gözlerimin içine baktı bakışlarını sonra saçlarıma çevirip "hastalanacaksın " dedi şefkatle, onu süzerek

" sende sırılsıklam olmuşsun" dedim. Siyah gömleği onunla bir bütün olmuş gibi üstüne yapışmıştı . Biraz daha yağmurun altında kalmaya devam edersek ikimizde hastalanacaktık. Kollarından ayrılıp acelece kapıyı açıp içeri girdik . Üstümdeki ceketi çıkarıp askılığa asıp ona baktığımda bakışları, kollarım ve bileğim arasında geziniyordu . Bakışlarıyla , bakışlarımı kollarım ve bileğime indirdiğimde , bileğim ve kollarım morarmıştı .

 

Aşk mor rengiymiydi yoksa kayboluşun rengiymiydi? Acı mor veya acıyan mor denilmeli bedende oluşan acılara . Kaşlarını çatarak " hayır, bunu, " yalvarır gibi " hayır ben yapmadım dimi ?" Kemikli parmaklarını dalgalı saçlarından geçirip " Ben yaptım bunu sana ,ulan nasıl yapabildim" başını yumruklamaya başladı yanına yaklaşıp "şşş, yapma" acı kahveleri dolu bir şekilde " özür dilerim, özür dilerim, çok özür dilerim, kendimde değildim kiraz çiçeğim özür dilerim, ne olur affet beni" acıyla yutkunup " kendimde değildim , bunu nasıl , özür dilerim " dedi boğazında acı varmış gibiydi, boğazı düğümlü gibiydi, nefes almakta zorlanıyor gibi söylemişti , ona doğru bir adım daha yaklaşıp "şşşş" diyip suratını iki elimin arasına aldım, ben ona bakarken o , bana bakmıyor, acı kahvelerini benden esirgiyordu, kısaca bakıp tekrar gözlerini benden kaçırıp uzaklaştı " ben sana zarar veriyorum " dedi ağlayacak gibiydi ,sesindeki hüznü hissetmiştim, derin bir nefes alıp "sana zarar verdim " diyip kafasını tekrar yumrukluyordu, o benden uzaklaşırken ben ona yaklaşıp " Arel yapma , hayır" diyip yumruklarını tutup ellerini aşağıya indirdim ve gözlerinin içine bakıp" sakin ol Arel " dedim gözlerimin içine bakıp " özür dilerim" dedi sesi kısık çıkmıştı, yanağına dokunup " sorun yok Arel" diyip ona sarıldım , boynundan öpüp onu sakinleştirmeye çalıştım, nefesleri düzelmeye başladığında kafasını dağıtmak için " hadi üstümüzü değişelim yoksa hastalanacaz" diyip gülümsedim ve elinden tutup onu salona doğru götürdüm.

 

Adonis bizi fark eder etmez havlayıp üç ayağını üstüne basarak bize doğru koştu , dizlerimin üstünde durup " Adonis , oğlum" diyip kollarımı açtım Adonis yanıma geldiğinde onu kucağıma alarak " ne yaptın bakayım bensiz " diyip kafasından öptüm. Adonis yüzümü yalayıp havlıyordu , canım Adonisim. Ona kocaman gülümseyerek ayağa kalktım ve Adonisi Arel’e uzatarak " hadi oğlum biraz babaya git " diyip Adonisi Arel’e uzatım. Arel zorlukla olsa tebbesüm etmeye çalışarak Adonisi kucağına aldı " ben gidiyim üstümü değiştireyim" diyerek onlardan uzaklaşıp merdivenleri çıkmaya başladım.

 

Odama girer girmez giysi dolabımı açıp ; siyah eşofmanlarımla ,pembe sweatimi çıkarıp giydim ve banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ardından kurulanmamız için iki havlu çıkardım, havlulardan birini saçlarıma sardım ve diğer havluyu alıp odamdan çıkıp babamın odasının önünde durdum bu gün gördüğüm görüntülerin her bir sahnesi zihnimde şimşekler çaktırıyor gibiydi ,derin bir nefes alıp odaya girdim ,oda karanlıktı elimi duvara sürterek hareket ediyordum ,neyse ki lamba anahtarını bulup açtım ve zaman kaybetmeden babamın dolabından gri eşofmanıyla lacivert kazağını çıkarıp dolabını kapattım ve arkamı dolaba dönüp odadan çıkarken göz ucuyla kitaplığa baktım .

 

 

Babamın duyduğu üzüntüyü yüreğimde hissetmiştim , boğazımda bir yumru varmış gibi yutkunmakta zorlanıyordum , acının bir sonu olurdu ya da beli etmemenin bir sınırı, benim acılarımın ne bir sonu ne de acılarımı beli etmeme gibi bir yeteneğim vardı , sonsuz gizli acılarım vardı benim bu hayatta , kimsenin fark edemediği acılarım.

 

Derin bir kaç nefes alıp odadan hızlıca çıktım. Belkide kaçtım. Bende kaçabiliyordum bazı gerçeklerden. Ne de olsa insanlar kaçar gerçeklerden , en çokta hatalı olduklarında kaçarlar. Dudaklarıma zorda olsa bir tebbesüm koyup salona indim .

 

Arel , Adonise bir şeyler anlatıyordu ama adım seslerimi duyup susmuştu . Başını bana çevirip elimdekilere baktığında bana bu ne bakışlarından atmıştı . Yanına gidip elimdekileri ona uzatarak " üstünü değiş, sırılsıklamsın " dedim üst dudağını kıvırarak "tamam " diyip gömleğinin düğmelerini açmaya başladı " odamda giyin istersen " dedim sesimde utangaçlık vardı , evet utanmıştım yanaklarımın kızardığını hissediyordum , benim yanımda soyunamazdı . Üst dudağını sağa doğru kıvırıp " yoo burada giyinebilirim" diyip gömleğini çıkartıp sehpanın üstüne koydu , karşımda üstü olmadan duruyordu. Başka değişle yarı çıplaktı. Bakışlarımı vücudundan çekemiyordum, aktif spor yapıyor olmalıydı , göğüs ve karın kasları çok gelişmişti bir süre kıvrımlı vücuduna baktıktan sonra bakışlarımı kaslı damarlı kollarına çevirdim , kartal dövmesi gözüme çarpmıştı. Bu dövmesini göstermişti ama dövme tek bir kartalla kalmıyordu, sırtına doğru uzanıyordu , bakışlarımı gözleriyle buluşturup " dövmen sırtına doğrumu uzuyor ?" diye sordum "görmek istemisin kiraz çiçeğim" diye sordu, kafamı evet anlamında salladığım zaman bana arkasını döndü. Pürüzsüz sırtı bana dönükken dövmeye dikkatlice baktığımda küçük kartalların sırtına doğru uzadığını görmüştüm dikkatimi çeken şey son kartalın altında el yazıyla RELİCTA yazılmasıydı.

 

Relicta, mekanıyla aynıydı , İngilizcem ileri düzeydeydi ama bu farklı bir dildeydi . Parmak uçlarımla dövmesine dokundum, dokunmamla sırtı gerildiğini gördüm " Relicta" dedim, parmak uçlarımla dövmelerinin üzerinde gezinmeye devam ediyordum " anlamı ne?" diye sordum , önüne dönüp gözlerime bakarak" terk edilen" dedi , boğazı düğümledi , sol gözü doldu , zorlukla nefes aldı , kahveleri en koyu rengini almıştı gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum, gözleri gözlerimdeydi ama bana bakmıyormuş gibiydi fiziken gözleri bendeydi ama sanki başka bişey görüyor gibiydi. Gözlerinin önünde başka görüntü varmış gibi bakıyordu, ellerini yumruk yapmıştı, parmakları kırılcaya sıkıyordu, gözlerinin önüne ne gelmişti de böylesine onu bu hale getirmişti .

 

Yumruk yaptığı eli tutup " Arel" dedim , sesimle kendine gelmiş gibi bakıyordu, yumruklarını gevşetti ve beni kendine çekip sarıldı. Yüzüm tenindeydi , o ise başımdan öpüp " o benim yaram kiraz çiçeğim" dedi kafamı kaldırıp "anlatmak istersen Arel , dinlerim belki anlayamam ama dinlerim" dedim anlımdan öpüpüp "dinlermisin?" dedi sesi öyle bir çıkmıştı ki sanki kimse onu hiç bir zaman dinlememiş gibiydi , onu böyle görmeye alışık değildim, o hep güçlüydü, onun bakışları hep duygusuzdu, onunla beraber olduğumuzdan itibaren bakışlarında ki duyguları; sessizliğindeki sesini duyabiliyordum , irislerine bakıp " dinlerim sevgilim " dedim üst dudağın sağa doğru kıvırdı, hitabım hoşuna gitmiş gibiydi ondan ayrılıp lacivert kazağı ona uzatım , elimden kazağı alıp kafasından geçirip giydi , eli kemerine gittiğini fark ettiğimde elektiriye çarpılmış gibi arkamı döndüm. Omuzuma hafifçe dürterek " sevgilim arkanı neden dönüyorsun ?" diyip kahkaha attı ,ona dönüp elimdeki eşofmanı yüzüne fırlatıp " kahve yapmaya gidiyorum" diyip mutfağa doğru yürüdüm. arkamdan bağırarak "sevgilim böyle olmaz ama" diyip kahkaha attı, arkam dönük bir şekilde "bir daha sana böyle kelimeler kullanmıyacam" dediğimde bir şeyler homurdanmıştı , umursamayıp mutfağa girdim ve ketıla su koyup kaynattım ve iki kupa çıkartım , kahveleri hazırlayıp mutfaktan çıktığımda eşofmanlarını giymişti Adonisi kucağından yere indirip bana baktı .

 

Yanına geldiğimde, pembe fincanı ona uzatım. Arel fincana bakıp " beyazını alayım ben " dedi " ne fark ediyor al işte" dedim " kızım pembe bu pembe" dedi, kahkaha atarak " al işte" diyip kupayı eline verip kanepeye oturdum . Ona baktığımda kupaya bakıp gülümsüyordu . Kahvesinden bir yudum alarak "ah kiraz çiçeğim, bana neler yaptırıyorsun öyle" diyip yanıma oturdu "nasıl olmuş bakalım kahven, pembe panter" diyip kahkaha attım bana öyle bir bakıyordu ki gülmemi engelleyemiyordum " ulan başkası dese görürdü gününü de sen olunca elim ayağım bağlanıyor işte" diyip kahvesini orta sehpaya koyduğunda bana doğru kaydı, o bana doğru kayınca bende boş olan tarafıma kayıdım, bir kez daha bana doğru kaydığında son boş olan tarafa kaydım.

 

Artık aramızda bir yastık kadar boşluk kalmıştı, Arel bana doğru bir kez daha kayıp boşluğu kapattığında kanepenin koluyla Arel arasında sıkışmıştım. Arel’le dönerek " sıkıştım biraz kaysana" dedim, üst dudağını sağa kıvırırarak "kaymamdan başka bir alternatifim var kiraz çiçeğim” dedi "neymiş o alternatifin" dedim beklemediğim anda beni kucağına oturtup " kucağım rahattır kiraz çiçeğim" dedi, bir eli belimde ve diğer eliyle de saçlarımdaki havluyu çıkartı.

 

Belimdeki elini çekip havluyla saçlarımı kurutmaya başladı . Saçlarımın nemini aldıktan sonra havluyu kenara bırakmıştı, bende onun saçlarını kurutmam için kanepe kolunu üstünde ona getirdiğim havluya uzandım ve havluyu kafasına koyup " kurutalım seni pembe panter " diyip kahkaha atım , belimden tutup kendine doğru çektiğinde hareketini umursamayarak saçlarını kurutmaya devam ettim.

 

Tam kurduğundan emin olduktan sonra havluyu kucağıma indirdim ve burnundan öpüp "kurulandın" diyip tebbesüm ettim, burnuma fiske atıp aynı benim gibi tebbesüm etmişti . Kucağından inmek için hareketlendiğimde belimi sıkıca tutup "ne yapıyorsun?" dedi sesi boğuk çıkmıştı ona bakıp "kalkmaya çalışıyorum " belimden daha sıkı tutup " izin vermiyorum " dedi , sesi netti , gözlerimi belerterek baktığımda " kızım ne öyle bakıyorsun , izim vermiyorum" dediğinde , kaşlarımı çatıp "izin isteyende yok zaten" diyip kalkmaya çalıştığımda beni kendine hapsetmiş gibiydi , çabalarım başarısızlıkla sonuçlanıyordu , kollarımı boynuna dolayıp " izin vermiyor musun?" dedim sesim cilveli çıkmıştı " hıhı" diye homurdandı , yüzüne yavaş yavaş yaklaştırdığında belimdeki ellerini gevşettiğini hissettiğim an kucağından indim, ona bakıp gülümseyerek "öyle inerler canım" diyip ortalığı toplamaya başladığımda kanepeden kalkıp "ulan zaafımla oynadın" sitem etmişti ,

 

kahkaha atıp ortalığı toplamaya devam ettim, elimdekileri alıp çamaşır odasına atıp geri geldiğimde dudakları aralanmış bir şekilde bana bakıyordu " ne öyle bakıyorsun?" dedim ensesini kaşıyarak" yok bir şey " diyip üst dudağını yana doğru kıvırdı, ona omuz silkeleyip kanepede oturdum, başımda dikildiğinden " ayakta mı bekleyeceksin?" dediğim an kahveleri hâlâ aynı bakıyordu ama kendinde gelmiş gibiydi artık.

 

Yanıma oturduğun da "kahveni beğendin mi?" diye sordum , sütlü ve şekerli yapmıştım . Arel genelde kahvesini sütsüz ve şekersiz içerdi , zift gibi kahve, teneffüslerde seyrettiğim adamın kahvesini bilmeyecek değildim herhalde, Arel pembe kupasına bir bakış atıp "normalde içmem öyle şekerli sütlü kahveler ama sırf sen yaptın diye içiyorum " gülümseyerek "biliyorum öyle kahve içmediğini" dediğimde, gözlerimin içine bakıp " kızım madem biliyordun, niye bana eziyet çektiriyorsun o zaman , yapsaydın ya sevdiğim şekilde" yanımdaki yastığı ona vurarak "ya sen ne odun herifsin , kaktüs herif, sebebini niye sormuyorsun " dedim " ulan ne sebebi , bu basbaya işkence" kaşlarımı çatıp "zıkkım iç Arel" hayır zıkkım içme ama sen öyle duy,

 

sinirlendiriyordu beni , yaptığım kahvenin anlamı vardı , sebebini sormuyordu bir türlü "onuda içerim yavrum " kaşlarımı daha fazla çatıp "ya sorsana artık sebebin Allah’ın kaktüsü" dedim , Arel kahkaha atıp " ulan kaktüs herif ne ? Az sevgi sözcüğü kullan" omuzuna vurup "artık sor Arel ya " bilerek mi sormuyordu? "Tamam tamam , söyle bakalım neden bana şerbet gibi kahve yaptın ?" Çok şükür sordurttum

 

" kaktüs herif, sana böyle kahve yaptım çünkü her ne kadar karanlıkta olsan bile aydınlığı hisset diye ve her ne kadar acılar içinde olsan bile bir umut olarak şeker gibi umudu hisset diye yaptım , tıpkı kara deftere beyaz kalemle yazı yazmak gibi ve tıpkı karanlık bir odada ışığı aramak gibi " nihayet benim içtiğim kahvenin anlamını ona söyleye bilmiştim , Arel’in diyecek hiç bir şeyinin olmadığını fark ettim , onu dilsiz bırakmıştım sanki . Saçlarımı okşayıp "beni kelimesiz bıraktın kiraz çiçeğim" dedi hayranlıkla , ona gülümseyip

 

"bir dahakine sana işkence çektirmiyecem, zift gibi kahvenden yaparım'" dedim, bu bir laf sokuştu, elime bir buse kondurup "bir dahakine böyle yaparsın , çünkü artık kahvemi , sütlü ve şekerli içiyorum" şaşırmıştım, kaşlarımın havalandığını hissetmiştim , surat ifademin farkında olarak "evet kiraz çiçeğim artık öyle içiçecem" dediğinde tamam anlamında ona baş salladım. Arelle bir süre hiç bir söz söylemeden bir süre sesiz kaldıktan sonra ona bakıp " Arel bir şeyler izleyelim ya da oyun oynayalım" dedim, hevesle "oyun oynayalım" dedi sesi cüretkardı "tamam hangi oyunu oynayalım" diyip kararı ona bırakmıştım "doğruluk, cesaretlik oynayalım" dedi , pek sevmezdim bu oyunu ama o olunca her şeyi seviyordum işte " ama bu oyun iki kişilik oynanılmaz" dedim " oynanılmaz ama biz oynayalım kiraz çiçeğim" dedi , oynamamızı istiyordu , onu kırmadan " tamam oynayalım" diyip gülümsedim .

 

 

 

 

Kendine bile yalan söyler insanoğlu

Doğrular acıtırdı yüreğini

Belki bir cesaret beklerdi kalbinden

Umuttu adı cesaret ,

Çıktı ortaya ihtişamlı cesaret

Kaçtı, saklandı tüm yalanlar

Ortaya serildi doğrular

Hem çıplak , hem aydınlık şekilde

Kanadı , can çekişti yalanlarla aldatılan ruh.

Bir zaman durdu kanı , kabuk bağladı yarası ,

Kaşıdı yarasını , öldürdü ruhunu.

 

Loading...
0%