FİNAL
⏳️
Memule veda ediyoruz artık, bu dünyadan çıkıyoruz ama başka evrende tekrar görüşeceğizz 💗
keyifli okumallarr 🦋
Arel Relictadan beni bir hınçla çıkarıp hiç bir şey demeden arabaya bindirdiğinden beri yaklaşık olarak üç saattir yoldayız.
Neredeyiz ve nereye gidiyoruz bilmiyorum ve Arel’in sessizliği beni korkutuyordu. Yol boyunca tek bir kelime söylemedi ancak bir anda arabayı frenlediğinde öne doğru savrulmuştum, zorla taktırdığı emniyet kemeri olmasaydı şu an camdan fırlayabilirdim.
Arel “in” diyip arabadan indiğinde kendimi toparladıktan sonra bende inmiştim. Arel yanıma gelip ellimi tutuğunda hiç bir tepki vermemeye özen gösteriyordum. Açıkçası nasıl bir tepki vereceğimide bilmiyordum, susmak en iyisiydi. Özelikle de daha önce onla geldiğimiz, ona ait olduğunu bildiğim yarısı denizin içinde ve yarısı da karada olan mekana neden geldiğimiz sormamaya özen gösterip suratına baktığımda nefes alış verişleri hızlanmış ve hoyratça baktığı yöne ise gözlerindeki nefreti görebiliyordum.
Arel denizden nefret ediyordu, en küçük hücresine kadar nefret ediyordu.
Peki neden?
Bu nefretinin sebebi ne?..
ben mekanın içine gireceğimizi zannederken Arel beni çekiştirerek, aslında sürükleyerek denize doğru çekiyordu, adımları fazlasıyla büyük ve hızlı olduğundan arkasından sürükleniyordum. Kumlara bata çıka bata çıka yürümekte zorluk çektiğimden “biraz yavaş olamaz mıyız?” diye sordum fakat Arel’in beni duyduğundan emin olmuyordum, çünkü beni normal şartlarda kucağına alırdı, hele ki zorlandığımı gördüğünde...
nereye gittiğimizi bilmiyordum ta ki ötede bir sokak lambasına benzer bir şey ve bir de bank görene kadar. Biz oraya doğru yürüyorduk da burada o bank ve sokak lambasının bulunması saçmaydı... bank’a vardığımızda Arel gür bir sesle “bak” dedi banka baktığımda hiç bir şey tam olarak görünmüyordu ancak sokak lambasının yardımıyla bankın her bir köşesine detaylıca baktığımda şok olmuştum...
Anne, gitme...
anne beni bırakma...
anne..
çöz beni anne...
korkuyorum...
bırakma beni...
yalvarırım anne...
anne ...
artık benim annem olmayacak mı?...
anne beni de yanına al...
baba annem , beni ve kendini bağladı...
Baba...
imdat...
yardım edin...
annem ölüyor...
Cenk annem kendini öldürdü...
her bir kelime ve cümle o kadar ağırdı ki, bu bankka bunları yazan kimse, benden daha çok kalbi kırılmıştı... annesi, annemden daha çok kalbini kırmış birini görüyordum.
İlk kez.
Bu yazılanların ağırlığıyla başımı kaldırıp Arel baktığımda onun denize doğru baktığını gördüm “onlar benim yakarışlarım dı Mila” dediğinde midem kasıldı, nefes almakta zorluk çektim... Arel, hayır. Onun annesi...
Arel gür ve acıdan bir kahkaha atıp bana döndü ve işaret parmağını banka uzatarak “beni burada oturttu, ellerimi ve ayaklarımı bağlayıp oturttu . Mila, annem ben altı yaşındayken elimi ve ayağımı bağladı” aldığı nefesler ona yetmiyormuşçasına derin derin soluklar aldıktan sonra önceki kahkahasından daha gür bir kahkaha atı ve saçlarını setçe çekti “beni burada oturttuğunda ne yaptığını bilmek istermisin?” diye sordu sert bir sesle ,
bilmek istemiyordum anlamıştım, kafamı sağa sola sallamamı önemseyip parmağını bu sefer denizin hırçın dalgalarına yöneltti “beni burada bıraktıktan sonra o da önce ayaklarını daha sonra bir elini de bağladığı ayaklarına kelepçeleyerek intihar etti... annem benim gözümün önünde intihar etti, Mila, annem benim gözümün önünde ölüyordu. Annem çırpınıyordu Mila, annem tek eliyle yardım istiyordu Mila” diye haykırdı
adımı öyle bir acıyla haykırarak söyledi ki kalbimin durduğunu sandım...
“peki ne için ölmek istedi, biliyor musun?”
kulaklarımı kapatmak istemiştim ama Arel ben daha kulaklarımı kapatmadan “annemin kırmızı elbisesine yanlışlıkla pasta döktüğüm için, sırf annesinden kalan son şeyin o elbise olduğundan dolayı kendini öldürdü Mila” dedi suçlukla ardından dizlerinin üzerine düştü. devirmez dediğim adam gözlerimin önünde devrilmişti. Tüm kalkanlarını indirmiş önümde çırıl çıplak bir ruhla durup gözyaşı döküyordu...
Arelle benim kalbimiz aynı yerden kırıktı, ikimizin de kalbini annelerimiz kırmıştı ve ikimizde iyileşmeyi bir türlü beceremiyorduk.
Arel’in suratını iki avucumun arasına alıp “ senin suçun değildi sevgilim” dedim ağlamaktan sesim pütürlü çıkmıştı Arel söylediklerimi dinlememiş olmalıydı ki bir umutla gözlerime bakıp “yıksaydı geçemez miydi o pasta lekesi, ha Mila, yıkansaydı o elbise geçmez miydi?” diyip omuzları sarsıla sarsıla ağlamıştı. Anlından öptüm ve ona daha sıkı sarılarak “geçerdi Arel, yıkansaydı geçerdi” dedim ancak o benim sıkı
sarılmama karşılık vermek yerine gözlerimin derinlerine içimi parçalayacak gibi bakıp “benim sevdiklerim kendini öldürüyor Mila, önce annem kendini orada öldürdü, sonra babam kendini yaşarken öldürdü, şimdiyse tıpkı sende anne ve babam gibi kendini öldüreceksin”
boğazından derin acıyla hıçkırdıktan sonra “ben kime ailem dediysem, kimi çok sevdiysem onlar kendini öldürüyorlar Mila tıpkı senin de yapacağın gibi” acıyla demişti.
Arel niyetimi nasıl biliyordu, benim kendimi öldüreceğimi nerden biliyordu Arel? Şaşkın gözlerle bakmakla kalmıştım çünkü diyecek hiç bir sözüm yoktu ancak Arel “Ali enişten bana söyledi Mila, annenin odasında kamera varmış. Görüntüleri izlediği gibi bana söyledi” dedi hayal kırıklığıyla.
“senin bugün bana herkesi Relictaya çağırtmanı düşününce eniştenin doğru söylediğine kanat getirdim. Mila sen hepimizle vedalaşmak için geldin, önce benimle daha sonra Kara, Cenk ve Aryayla”
ne diyeceğimi bilemiyordum, zaten ne denirdi ki. İnkar edemezdim çünkü doğruları öğrenmişti ve de niyetimin ne olduğunuda... “Arel, ben” diyip sustuğumda
Arel yaşlı olan gözleriyle tüm muhtaçlıkla “Mila, benim için yaşayamaz mısın? En azından benim için bunu yapamaz mısın?” gözyaşlarım tekrar yanaklarıma akın ettiğinde Arel ellerimi tutup “Mila, ne olur, sana yalvarırım beni yalnız bırakma. Ölmek istiyorsan benimle birlikte öl, birlikte yaparız, birlikte son nefesimizi veririz ama beni yalnız bırakma Mila”
o birlikte ölmemizi teklif etmişti , ancak ben onun benle birlikte ölmek istemesine rağmen onun nefes almasını istiyordum, onun öldüğünü düşünmek bile kanayan kalbimin, daha çok kanamasını sağlıyordu...
ben onun için yaşardım, ama onun ölmesine asla izin vermezdim...
“yaşayalım biz Arel, biz birbirimiz için yaşayalım” dediğimde nasıl yaptı bilmiyorum ama birden onun kollarının arasında bulmuştum kendimi... Arel saçlarımdan derin bir soluk alıp “biz nefes alalım” diyip sımsıkı sarılmaya devam ettik, biz bu gece sadece kendimiz için bir karar aldık ama bunu asla annem bilmeyecekti keza babamda öyle...
***
Arelle birlikte onun evine saba karşı gelmiştik, ikimizde geldiğimiz gibi kafayı vurmuştuk çünkü artık ruhumuzun kaldıramadığı acı duygular bedenimizi yoruyordu, zaten hep öyle değil miydi, ruh hasta olmadan beden sağlığından olmazdı...
Arel hâlâ uyumaya devam ederken ben onun yakışıklı suratını izlemeye devam ediyordum ve bu seyredişimi bozan Arel’in telefonundan gelen üç mesaj sesiyle meraklanıp beni tarafında olan komidinin üstünden telefonunu alıp mesajlarına baktım neyseki Arel telefonuna şifre koymamıştı, gerçi önceden telefonun şifresi var mıydı varsa da hatırlamıyordum , zaten önemli. Olan şu an şifrenin olmaması...
gelen mesajlara baktığımda anlık bir şok yaşamıştım. Ali eniştemin Arel’e şunları yazmıştı
‘talih sonuçları çıktı, Milaya uygunsun’
bu mesajı bir kaç kere okumama rağmen anlamamıştım ama ekranı kaydırıp önceki mesajları okuyunca her şeyi anlamıştı...
‘Ali abi, bende bir tahlil yapayım belki benim kalbim uygundur’
‘Bora, saçmalama sen yeni nakil oldun’
‘umurumda değil’
‘ölürsün’
‘ben Mila için yaşamayı seçmiştim, onun için ölsemde gam yemem’
‘Mila istemez bunu, ben yurt dışından da uygun dönör arıyorum bulunur elbet’
‘Milan’ın daha fazla zamanı yok’
‘şu anlık iyi, üç günlük ömrü kalmış gibi konuşup beni sinirlendirme çocuk’
‘kusura bakma Ali abi ama ben öyle eli kolu bağlı oturamam’
‘eli kolu bağlı oturmuyorsun zaten, arıyoruz ve bulacağız,'
'içimden bir hissin uygun dönörün ben olduğunu söylüyor’
‘içindeki siktiğim sesinle ilgilenmiyorum, Milayı üzecek hiç bir şeyi yapmam ,yapılmasına da izin vermem zaten yeterince acı çekti daha fazlası olmayacak çocuk’
...
Arel nasıl? Hayır bunu kabul edemem ama dün akşam yaşayacağız, birlikte nefes alacağız sözleri yalan mıydı? O ölecekti ve ben nefes alacaktım öyle mi, bunu nasıl düşüne bilirdi? Net bir şekilde hatırlamadığım Ali eniştem bile beni tanıyorken Arel nasıl olurda beni tanıyamazdı, kendini nasıl feda edebilirdi üstelik ben sırf onun için yaşamayı seçmişken...
gözyaşlarıma ve hıçkırıklarıma daha fazla engel olamıyordum öğrendiklerimin karşısında yüreğim artık dayanmıyordu. Ben artık acı çekmek istemiyordum ama benim sevdiklerim beni kahrediyordu, bu hayatta en büyük zararı bana sevdiklerim veriyordu.
Koluma dokunan Arel’in eline bakıp kolumu çektim ve onun gözlerine hayal kırıklığıyla bakarak “dün gece , birlikte yaşayacağız, birlikte nefes alacağından kastın kalbini bana vermek miydi Arel” dediğimde sert bir küfür savurup
“telefonuma mı baktın Mila?”
“sence burada tek sorun telefonuna mı bakmam?”
diyip acı kahvelerinin en derinine baktım ki onun ölme düşüncesi bile beni nasıl perişan ettiğini görsün istedim, gözlerimdeki anlamı anlamış olmalıydı ki gözlerini kapatıp açtı ve sakin bir ses tonuyla “Mila, seni kaybedemem” dedi sadece bu cümlesi bana kahkaha attırmıştı sinirle saçlarımı geriye itip “salakmısın sen, sen öldüğünde beni kaybetmiş olacaksın. “
ben onu kaybedecektim,
Arel suskunluğuna devam ederken ben sinirle “ne sanıyorsun, sen bana kalbini verdikten sonra ölüp gideceksin, bende başka biriyle birlikte olup iki çocuklu bir hayat mı sürdürecektim?” diye çıkıştığımda Arel’in yüzündeki tüm kaslar gerilmişti “başka bir adam? İki çocuk? Lan” okulun en kıvrak zekalı erkeklerinden olan Arel Bora Ersin zekasından şüphe ediyordum şu an.
Acaba benim için ölmeye karar verirken ne düşünüyor olabilirdi...
“ben öldükten sonra başka biriyle evlenip iki çocuk mu yapacaksın Mila? Sana inanamıyorum beni aldatmayı nasıl düşüne bilirsin?” kafayı yiyecektim biz neden her sabah aptal aptal kavga ediyorduk. Anlamış olduğu şeyi bozmadan “ne sanıyordun, ömür boyu yas mı tutacaktım?” sinirden yakışıklı yüzü kıpkırmızı olmuştu
“siktir, vermiyorum kalbimi falan, dayan biraz daha buluruz uygun bir dönör”
”senden kalbini isteyen yok zaten yaprak kafalı”
söylediklerimi asla dinlemiyor bu adam sinirden yataktan çıkıp “ben burada hanımefendimiz için ölmeye razı geleyim, o gitsin başka herifle iki çocuk yapsın” ardından bana bakıp “ bir kez bile olsun benle evlenmedin ula, benim ne eksiğim var o heriften?” bunu gerçekten soruyor muydu?
“söylesene Mila, benim ne eksiğim var o heriften?” cidden soruyordu. “sen bana kiraz çiçeğim demiyorsun, o bana diyor onunla evlenmeyeceğim de kiminle evleneceğim” dediğimde bir ayağını yatağın üzerinde diz çöküp üzerime eğilerek “sikerim o herifi Mila, sana kim kiraz çiçeğim diyor? Sen benim sakuramsın, başkasının değil”
“ama sen demiyorsun”
“ula şimdilik demiyoruz, vakti gelince diyeceğiz. Sende hemen ilk diyene nikah kıydın öylemi?”
“peki ne zaman demeyi düşünüyorsun?”
“o herifi boşadığın an” keyifle gülümseyip “boşadım bile onu, şimdi bana kiraz çiçeğim diyebilirsin” dediğimde çatık kaşları düzelmişti artık, hatta tahminimce şu an ne yaşadığımızı sorguluyordu...
“e hadi desene bekliyorum seni “ sabırsızlıkla demiştim , Arel gamzesi görünecek şekilde gülümseyerek “beni aptala çevirdin kiraz çiçeğim” dedikten sonra dudaklarıma kapanmıştı.
Ben ise dudaklarının dudaklarımın üzerindeki hissin mutluğundan ziyade bana kiraz çiçeğim demesinin mutluğunu yaşıyordum... sadece insanlar, anılar özlenmezmiş bazen itamlar ve hitaplar da özlenirmiş ve ben şimdi fark ediyordum...
dudaklarımızı kısa bir an ayrıldığında kendimizi sevişerek bulmuştuk, Arel , çıplak bacağımı okşayıp ve aynı zamanda göğsümü öperken “Arel Ali eniştem nasıl biri?” diye sordum, çünkü hatıralarımda ona ait ufak tefek bir görüntü vardı. Arel sol göğsüme dilini sürdükten sonra başını kaldırıp gözlerimin en içine bakarak “Ali abinin enişten olduğunu bilmeseydim, baban olduğunu sanırdım yavrum. Üzgünüm ama babanın bir türlü beceremediği babalığı o uzaktan yapıyor, kendini hiç açığa vurmadan yapıyor hemde”
Arel gözlerimdeki şaşkınlıktan dolayı bacağımdaki elini çekip yüzüme çıkartı ve çıplak bedenimiz yapışık bir durumda olmasını ikimizde sorun etmeyerek o yanağımı okşadı ve ben de ensesini okşayarak ondan cevap bekleyen gözlerle bakıyordum.
Belki sevişme esnasında bunu yapmam çok saçmaydı ama aklımdakilerini de def edemiyordum.. Arel de sevişme esnasında muhabbet etmemizi tuhaf bulmuş olacak ki başını sağa sola sallayıp tebbesüm ederek “bu esnada nasıl sohbet ediyoruz anlamıyorum ama maddem merak ediyorsun bu biçimde anlatmamdan zevk aldığımı beli etmeliyim” diyip kendini hiç kaldırmadan tüm vücudumdan süründüğünde erkekliğinin tam bacak arama yerleşmişti.
Ve ben bir kez daha uyarılmıştım, zaten onunla seviştiğimizde kaç kez orgazmı olduğumu sayamıyordum. Ve şu an bacak aram zonkluyordu...
küçük bir iniltiden sonra “mümkünse hızlı anlatırmısın?” dediğimde Arel’in üstümde hırlamasıyla bacaklarımı daha fazla aralamıştım ve belim ritmik hareketler ile aşağıya ve yukarıya doğru kıvrılıyordu...
Arel bu halime zevkle gülümseyerek bir kez daha beni çıldırtacak şekilde bana sürtünüp
“yıllardır seni takip ettiriyormuş olası bir tehlikeden korumak için şimdilerde ortaya çıkmasının nedeni ise son bir kaç ay önce yaşadıkların, senin daha fazla üzülmene dayanamadığından babana seni yanına alacağını söylemiş ancak baban şiddetle karşı çıktığından babanda Ali abiden sözde korumak için iki koruma peşine taktırmıştı, zaten bende fark etmiştim, neyse ancak Ali abinin sana oluşturduğu güvenlik çemberi bambaşkaydı kiraz çiçeğim adam seni kızı bellemiş gibi seni babandan bile korumaya başlamıştı”
Arel nefes nefese kalmıştı, derin bir nefes aldı daha sonra bacağım arasındaki erkliğinin daha fazla sertleştiğinden olsa gerek boğazından hırıltılı bir ses çıkmıştı.
“yavrum soracağın başka bir şey var mı?” zorda olduğunu belli ediyordu, bende zordaydım çünkü bacak aramda bulunan şey daha çok serleşip büyüyordu ve o aleti hissetmek ise çıldırtıyordu beni. Belim ritmik hareketlerine devam ediyorken Arel benden cevap beklediğinden kıpırdamamaya özen gösteriyordu, başımı hayır anlamında salladığımda ne zaman bacaklarımın arasına başını koyup marifetli diliyle beni çıldırdığını anlamamıştım, hatta benim başını kadınlığıma basmamın bile nasıl ve ne zaman yaptığımın farkında bile değildim, tek bildiğim şey biz sevişiyorduk...
***
13 Yıl Sonra.
Uyandığımda Arel yatakta yoktu, Allah bilir yine ne çeviriyorlardı? Sabahlığımı giyip önünü kapattım ve salona doğru yürürken Mert “bu gün, bu saate kalkmamalıydın, daha erken kalkabilirdin Mila” Mert iki gündür bize gelmişti ve iki gündür Kübra’yla arası bozulduğundan tüm çileyi biz çekiyorduk, gerçi daha çok Arel çekiyordu resmen bu gıcık herif kocama dert anlatmaktan uyutmuyordu.
“her şeyi dün gece hazırlamıştım ve üstelik saat daha yedi, duyanda öğlen uyandım sanacak” Mert eliyle kolunu gösterip “dilde pabuç maşallah” dediğinde “Kübra hâlâ aramdı mı seni” diyip iki alimi belime koymuştum. sabah sabah benle uğraşmanın cezasını veriyordum ki Helin paytak adımlarla babasının elini tuta tuta geliyordu üstelik “amii” diye bağırmasından dudaklarımda kocaman bir gülümseme oluşmuştu
Helin’i kucağıma aldığımda Arel şakağımdan öptükten sonra “yavrum sen neden o yasaklı isimi söyledin şimdi” diye Mert’i gösterip “dayanamıyorum anlasana” diye dert yakınmıştı.
Doğruyu söylemek gerekirse bu hali çok tatlı görünüyordu. Yaşlanmış Adinos bacaklarımızın etrafından dolandıktan sonra bahçeye çıkmıştı artık.
“Kübra’yla dün akşam konuştum ben” deyişimle dudağını büzen Mert merakla gözlerimim içine bakıp “ne konuştunuz?” diye sorduğunda gür bir kahkaha atıp “buraya geldiğinde ona sorarsın” Mert Kübra’nın da Helin’in üçüncü yaş doğum günü partisine geleceğini duyduğunda yanımızdan tam ayrılırken Arel kolundan tutup “nereye lan?” diye sordu Mert ise acelece “üstüme başıma çeki düzen vermeye, çık yolumdan” Mert hamile karısının hormonlarıyla başı dertteydi umarım Kübra ona daha feci şeyler yapardı mesela uyutmazdı...
Arel Merte yol verdikten sonra ben ve Helin’e aşkla bakmıştı. Yılar önce kurduğumuz hayal gerçek olmuştu...
Helin’in yanağından öpüp “naptınız babanla bakayım?” diye sorarken Arel beni ayıplar gibi bakmıştı, bende ona ne anlamında baktığımda “ana, kız nasıl dedikoduya başlayacağınızı çok iyi biliyorsunuz. Helin’e naptınız diye sorduğumda dün dışarda yediğiniz yemeğe kadar anlatmaya çalıştı yavrum”
bundan şikayetçi olamazdı dimi?
Ona göz devirip tüm dikkatimi kızıma verdiğimde Helin şen bir sesle “babi bahçeye bil tane daha kilaz ağacı dilti belde babiye yaldim ertim sonla da, düm düştüm” diyip kolundaki kızarıklığı bana gösterdiği gibi koluna ıslak bir öpücük bıraktım “acıyor mu kızım?” Diye sorduğumda Helin “halıyır” demişti ama ben Arel’e önemli bir şeyin olup olmadığını sorar gözlerle baktığımda Arel’de hayır anlamında bakmıştı bana.
Lise yılarımızdan bu yana bakışlarımızdan birbirimizin ne anlatmak istediğimizi anlıyordu tabi yıllar geçince sürümümüzde gelişmişti, birbirimize bir bakışla dünyaları anlatabiliyorduk...
****
Arel’e üstümü değiştirip geleceğimi söylediğimde , o da Helin’in doğum gününe özel olarak seçtiği elbiseyi giydirmek için Helin’in odasına girmiştiler, üstüme Helin’le aynı renkte olan pembe kalem bir elbise giyip uzun saçlarımı tarayıp arkaya atmıştım ve de yüzüme çok az bir makyaj yapıp tekrar salona indiğimde deri koltukta babamı görmüştüm, huysuz ihtiyar her yerde gazete okuyordu...
ona doğru yürüdüğümde siyah harelerini gazeteden ayırıp bana bakmıştı tüm sevgisiyle
“ efil efil yürümekten ziyade babana koşmaya ne dersin Mila?”
“prensesler koşmaz baba”
“kim çıkartı bunu”
“Arel, Helin’e söylerken duymuştum”
“demeki o sadece Helin için geçerliymiş”
“ne yani ben prenses değil miyim baba?”
“aşk olsun yavrum” dediğinde mutlukla gülümseyip “ben de prenses olduğumu biliyordum” diyip babamın oturduğu koltuğun koluna oturmuştum
“işte senin sorununda bu, cümlenin tamamını dinlemiyorsun” dinliyordum, “dinliyorum” diyede sesli söylemiştim babam ise kânnat getirmiş gibi “dinliyor olsaydın, senin prenses olmadığını söylerdim” dediğinde dudaklarımı büzüp “ben neyim o zaman?” babam bu halime koca bir kahkaha atıktan sonra “sen yavrusun, hemde benim yavrum” dediğinde içim yumuş yumuş olduğundan yanağına ıslak kocaman bir öpücük yapıştırdığımda Arel’in “hoş geldin Ali abi” deyişiyle merdivenlerden inen kocam ve kızıma baktım.
Arel “ve Ali abi yavru, olmakla beraber benim kiraz çiçeğim” diyip anlımı öptüğünde Helin’de hevesle “ve le benim anniyim” diyerek dedesinin kucağına oturdu ve sağ olsun babam “Çocuk” diyip Arel’e baktı ve “baba diyeceksin kaç kere söyleyeceğim sana sıpa” yılardır aynı uyarıyı yapıyor ve Arel de yılardır “kusura bakma baba, boşluğuma geliyor” aynı mazeretti üretiyordu.
Arel babamın bu uyarısını seviyordu , bunu biliyordum çünkü babamın arkasından Ali babam diyordu ancak babamı görünce de abi diyordu. Akıllanamaz bir kocam vardı...
babam bana bakıp “yeni bir ihale aldık mimar hanım projeler seni bekliyor” dediği an ağlaya bilirdim, oysa yeni izin almıştım ne yani bir ay işe ara verseydim ne olacaktı, bu adam on üç yıldır bana ne çektiriyordu öyle, üniversite hayatımı bile kısıtlama getirdiğini unutmamıştım üstelik, şimdi ise uygun gördüğü aralıklarda tek işi aksatmama izin veriyordu. Acaba onun soyadını almayıp kızı olamamlımıydım? Hadi be ordan o seçtiğim en iyi baba, bir yıkıntının altından beni çıkaran en önemli insan, ve de mükemmel bir baba. Öz babamın bana yapmadığı babalığı yapan kişi.... iç sesim şu an karşımda olsaydı boğardım galiba...
“bir ay izin almıştım. Kusura bakma ama tatil yapacam” dediğimde ne tatili der gibi bana baktığında “aslında bu mevsimde hiç tatil yapılmazmış Arel dimi?” yaz ayılarındayız ve tam tatil zamanı, ve hayırsız kocam karşımda sırıtıp “tatil yapılacak güzel ayların olduğundan haberdarım galiba” deyişini asla unutmayacaktım intikam soğuk yenilen bir yemektir. Ne olurdu sanki kendini kötü yapsaydı bizde bir aylığına tatil yapsaydık, anaca bir göze girmeler falan...
“aferin damat” diyip Arel’e elini uzattığı an Arel hemen babamın elini öpüp anlına koymuştu, yağcı...
Ben Arel’e içimden saydırıp kötü kötü baktığım sırada Kara, karnı burnunda Arya , Cenk ve bu sefer kim olduğunu bilmediğim sevgilisi ve onların arkasından da Kübra gelmiştiler, Mert Kübra’yı görür görmez yanına koşup eşine yardı edip bizim yanımıza geldiğinde kısa bir muhabbetten sonra Helin’in ısrarlarıyla pastayı erken üflemiştik ve de herkes çok mutluydu, aslında bu mutluk ve huzur verici ortamı hepimizin hakkıydı kimimiz derin acılar çekti, gerçeklerle yüzleşti ve de kimiz yalanların içinde yüzdü ama her birimiz tüm zorluklardan başarıyla çıkıp şu anki kendi kurduğumuz ailelerimizde ,kendimizin hissedemediğimiz , aç olduğumuz sevgiyi çocuklarımıza ve de eşlerimize gösteriyorduk.
İşte bazı acılar bir zincir gibi kanatırdı, bazı acılar ise kanamasına rağmen oraya çiçek ektiriyordu belkide çiçek ekmek isteyen biri herhaluker de o çiçeği ekerdi tıpkı bizim gibi...
Kara yamacıma gelip “kuzen bu da babamdan sana” diyip küçük hediye kutusunu verdiğinde kutuyu açtım ve içinden çıkan kum saatiyle şoke olmuştum, yıllar önce Karanın bana doğum günümde verdiği kum saatiyle aynıydı.. Karaya şaşkın gözlerle bakıp “kum saati?, yıllar önce senin bana hediye etiğinin aynısı” diye söylediğimde Kara mahçup bir ifadeyle “aslında onuda babam sana vermişti. Tıpkı yılar öncede yine Arel’e sorup ne alacağım diye sormuştu o da bunu alması gerektiğini söylemiş ve de benim bunlardan şimdi haberim oluyor... işte Babam sana kum saati aldığından da ben sana hediye alamamıştım aynı zamanda da Arel de o zaman almamıştı “ diyip onu gösterdi “bence ona kızmalısın. On sekizinci yaş günündü” oysa ben hediye almayı hiç sevmezdim o zamanlar da, hediye aldığımda mahçup hissederdim kendimi ve Arel bunu çok iyi bildiğinden olsa gerek o zaman bana hediye almamıştı ama şimdilerde ise kendimi her güzel şeye layık bulduğum için hediye alırken öyle duygular hissetmiyordum.
Karaya göz devirip “dayım neden gelmedi?” dediğimde Kara “son çalışmasıyla NASA’nın kabul görmesiyle birlikte artık orada çalışacakmış “ hayallerinin peşinden koşan adam.
Karaya sormam gereken bir soru daha vardı . Ve ben bu soruyu sormak için şu an kendimi hazır hissediyordum. “onlar nasıllar?” diye sordum Kara kimleri kast ettiğimi bildiğinden “Simay halam iyileşti yani on üç yıl ömceki halinden eser yok ve hala tedavi görüyor ve Merih amcamla İzlanda’da yaşıyorlar ve son duyumlarıma göre beş yıl önce küçük bir kız çocuğu evlat edinmişlerdi yani anlayacağın ikisinin keyifleri de yerinde “dedikten sonra telefonu çalmıştı Kara benden müsaade isteyip kalktığında ben, sözde anne ve babamın bana yaşattıklarını düşünüyordum öyle şeyler yaşamıştım ki hala bile terapi görüyordum.
Sırf annem iyileşsin diye kendimi öldürmek bile istemiştim ve ben tam ölümün kıyısındayken babama baba ben edebîyen dünyanızdan gidiyorum, diye not bırakmıştım fakat Ali babamın o notun hiç açılmadığını ve koyduğum küçük siyah zarfta nasıl kapattıysam öyle getirdiğinde ben o gün gerçek olmasa bile kağıt üstünde ölmüştüm.
Tüm haberler Mila Ak adında bir kızın öldüğünü haber etmişti, ancak babam beni teşhis etmek yerine cenazemi kaldırmıştı ve böylece adım Mila olmasına rağmen Ali babamın soyadını alıp nüfusta da Helin halamla onun kızı olmuştum. Ve ben öz anne ve babamdan görmediğim sevgi ve ilgiyi Ali babamdan görmüştüm, benim tek bir gözyaşıma dünyaları yakar, bir baba deyişimle dünyaları önüme seren bir adamdı, o benim seçtiğim baba ve aynı zamanda bir anneydi kısacası o benim her şeyimdi.
Ve ben Mila Gezer Eris, on sekiz yıl sonra noksan olduğum her şey bana verilmişti, gıptayla baktığım tüm şeyler benim olmuştu. Artık hayali kurduğum aileye sahibim...
dayımın bana hediye etiği kum saatiyle oynarken kum saatinin diğer yüzünde şöyle yazıyordu
“daha güzel günler memulun olsun. Mutluk kalbinde saklı”
dudaklarıma küçük bir tebbesüm konmuştu bu cümleden dolayı. Ve evet ben artık bu günlerimden daha güzel günleri bekleyecektim ailemle birlikte daha güzel günlerimiz olacaktı çünkü memul sadece bir insan değildi. Memul bazen bir his, bazen bir an, ve bazende bir duyguydu yani memul beklenendi...
artık ben güzel olan her şeyi bekleyecektim...
SON
Canlarım oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım, hoşçakalınnnn💝💕💖😍😘🥰🪔
Okur Yorumları | Yorum Ekle |