Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@orion

 

 

ALTINCI BÖLÜM

                                  🕯

Kapı tıklandı tam üç kez

tak,

tak ,

tak,

“gel” dedim ve de o da içeriye bir gün ışığı gibi sızmıştı ya da bana öyle gelmişti. Demek onu damgalatacaktım. Ona dokunacaktım. Ruhhaya . Bu düşünce bile kanımda heyecan tohumlarıyla dans eden bir akışı görebiliyordum. Nitekim biliyordum ki bu aşk değildi. Evet bu aşk değildi , bu enteresan bir şekilde güçlü bir çekimdi sanki. Bir tanışıklığın bakışında var olmaktı ve bu gördüğüm şeyler beni ona doğru çekiyordu. İtiyordu.

 

“merhaba” dedi incecik çıkan bir sesle ancak gözlerinde hala bilmediğim bir nedenden dolayı öfke vardı. “merhaba Ruhha”dedim, adını söylememlydm. “buyur yerine geç sen” diye devam ettim sonra. Ruhha başını tamam anlamında salladıktan sonra sendeleyerek oturduğun da bakışlarımı bacaklarından çekip yeşilin en güzel tonuna sahip olan gözlerine baktım. Özlemle bakıyor gibiydim. Ben bakıyordum o gözlere ama sadece gözlerim bakmıyor, kalbim ve ruhumda gözlerime eşlik ediyor gibiydi. Ve yüreğimde bilinmez bir hasret vardı o gözlere sanki. Hep aradığım gözlermiydi bu gözler, yüreğim hasretti sanki.

 

Neydi bu duygu, beni esir alan bu his ve de ona adım adım yaklaştıran. Düşüncelerimi toparlamalıydım. Böylesine özlemle bakmayı kesmeliydim. Tanımadığım birine ne özlemi BayQ. Kendine gel artık. Tak en şahanesinden tepkisizliğin maskesini. Hadi BayQ.

 

“nasıl bir şey istiyorsun ve de nerene?” diye sordum, ruhsuzca, his barındırmayan bir ses tonumla. Ruhha gözlerini maviliklerime bir kaç saniye diktikten sonra boğazını temizledikten kısa bir süre sonra “mum. Yanan bir mum istiyorum. Sağ bacağımdan sarmaşıklar şeklinde gelerek sol koluma yol alacak şekilde.” Diye istediğini açık bir şekilde söylediğinde her zamankinden başka bir şekilde onun duruş pozisyonu ve de yüz hattını çizip istediği damgayı çizip “böyle mi istiyorsn?” diye defteri ona doğru uzatım. Defteri elimden alıp kısık gözlerle inceledikten sonra defteri

Uzattı bana ve nasıl bir tınısı bilmediğim bir tonda “evet. Öyle.” Dedi başımı tamam anlamında salladıktan sonra ben eldivenlerimi giydiğim zaman ona doğru kısa bir bakış attığım zaman o, Pantolonlarını soyuyordu ve ben onun nasıl pantolonlarını soyduğunu merak ediyorum hatta iç çamaşırlarının rengini bile.

Saçmalıyordum galiba.

 

Bu saçmalığıma rağmen bakışlarımı ondan ayırmıyor ve onun incecik parmaklarının pantolonunu nasıl bacaklarından aşağıya doğru sıyırdığını izlerken şok geçirmiştim. Ruhhanın sağ bacağının protez olması benim ağzı açık bir şekilde şaşırmamı sağlamıştı.

 

Bakışlarımı üstünde hisseden Ruha “çocukken öyle değildi” dedi nefret dolu bir sesle. “nasıl oldu? Yani anlatmak istersen tabi” merak ediyordum. Anlatsın istiyordum. Nasıl olmuştu. Nasıl bacağını kaybetmişti. “kötü bir çocuk yüzünden oldu. O çocuk önce babama zarar verdi sonra da onun yüzünden babamda bana zarar verdi hatta bu da yetmezmiş gibi onun yüzünden annem beni terk etti.” Dedi öfke ve nefret karışımı bir tınıda. “o çocuk neden yaptı bunu peki? Yani bir çocuk nasıl sebep olabilir bunca şeye?” diye soru sordum. Neden sorduğumu da bilmiyordum ama sordum işte.

 

Ruhha soruma cevap vermeden üstünde sadece siyah bir boxer ve protez ayağıyla oturduğu yerde mükemmel görünüyordu. Bir kaç saniye sonra cevap vermediğini anladığımdan ayağının baş parmağından başlayarak yumuşak tenine yanan mum damgalatma çalışmasını yapıyorken Ruhha sırt üstü uzandı ve çok iyi bildiğim bir şarkıyı mırıldanıyordu. Onun bana eşsiz gelen sesinin melodisi kulaklarım sefa çekiyordu. Söylediği şarkı Emre Aydından olmasından yanı sıra onun sen beni unutamasın nakaratına geldiği zamanki boğazında oluşan bir yumrudan dolayı sesinin kısıldığını ve şarkıyı yarıda bıraktığı zaman ben ruhumda sessizce , sadece benim duyacağım bir mırıltıyla kalbimle söylemiştim. Keza bende Ruhha gibi bu şarkıda bir şeylerin bende koptuğunu hissetmiştim.

 

Bir burukluk oldu ruhumda, bir acı duydum tarifi zor olan bir acıydı bu. Ne yazık ki ben bu acıyı anlamaya çalıştığımda elim duraksamış başladığım işi bitiremez hâle geldiğimi de görüyordum ama kıpırdanamıyordum bir türlü. Kaç dakika düşündüm bu acının sebebini, belkide kaç saat demeliydim bu düşünme vaktini. Ve ben böylece düşüne dururken omuzum da tanıdık olan ve bolca yabancı olan bir dokunuşu hissettiğim an açığa çıkan müzzderip, çılgın ve de dibine kadar sebepsiz histen oluşan bu alçak düşüncemi bir tarafa , hayır karanlık ve de bir daha düşünmemek için uğramayacağım zihnimin bir köşesine atıp omuzumdaki elin kalbimde, yüreğimde ve hatta ruhumda kuşların ötüşlerinin.

 

Karanlığıma beyazı karıştırmam istemesem de, o karanlık yerlerime ihtişamlı bir ışık parlamasın, yüreğimin en kurak topraklarına baharın gelmesi gibi hissetmiştim. Peki ben bu duyguları neden hissetmiştim? Bir insan veyahut bir şahsiyet olan bu kadın nasıl yapabiliyordu bunu, nasıl hem bir yabancı, hem de en tanıdık, en yakın biri olmayı başarıyordu.

 

Acaba adı Ruhha diye mi? Hem bazı sorular cevapsız kalmaz, bazen bütün sorular cevapsız kalabilirdi tıpkı şimdi benim kendime sorduğum sorular gibi. Ve insan en çokta cevabını bilmediği soruları kendine sorar. Bir başkasına değil sadece kendine. Nede olsa cevabını bildiği soruları bir başkasına sorma gibi insani alışkanlıklarımız vardır atadan kalma.

 

Bende de o hastalık var galiba. Çünkü , ben hiç bir zaman cevabını bilmediğim soruları bir başkasına sormam. Ya bir tahminim vardır, ya da cevabını biliyordum. Ve bu karakterimin tezat bir özelliğinin en küçük ve de en saçma bir parçası ise bilmediğim tüm sorularla kendimi yiyip bitirmeye, kemirmek gibi saçma sapan ve de çılgın bir özeliktir benim bu parçam. “neden devam etmiyorsun?” diye sorduğu an bir kez daha daldığım derin sulardan başımı göğe kaldırıp bir kaç saniye kendime gelmek için güneşi görmeye meyilli gözlerimi kapatıp açtım ve de kendime geldiğim an sıkıntılı bir nefes verdikten sonra “bugün hepsini yapmasak diyorum” dedim. Ve ben biliyordum ki ilk kez kendime ve bir başkasına yalan söylüyordum hatta oyunculuk sergilemeye bile başlamıştım.

 

Ruhhanın bakışlarından öfke dışında görmediğim bir duyguyla “neden?” diye sordu düz bir sesle. “gözlerinde neden öfke var?” diye merakla sordum bende. Çünkü ben bunu daha çok merak ediyordum. Ruhha ilk kez onda gördüğüm bir afallamayla . Ah ben zaten kızı ilk kez görüyorum yine saçmaladım. “öfkemi var?” diye sordu o eşsiz melodi sesinde oluşan duygusuz bir sesle. Başımı aşağıya ve de yukarıya salladım ve net bir şekilde “evet. Seni gördüğüm zamandan, bu zamana kadar bir tek duygu gördüm gözlerinde. O da öfke!” dedim bir tespitte bulunmuş gibi, Ruhhanın kaşları bir saniyeliğine havaya kalkmıştı. “gerçekten sadece öfkemi gördün” dedi sitemle.

 

Ne diyeceğimi şaşırmıştım. “ne bileyim gözler yalan söylemez ve de hiç bir şeyi gizleyemez Ruhha ve ben bu duygudan başka bir duygu göremiyorum. Tabi bir dakika önceki afallamış halini gördüğümü var saymasak” diye açıkladım ciddiyetle. “aslında öfke yok gözlerimde. Ya da vardır. Bilmiyorum. Yerleşmiş demeki bir şekilde” diye açıklamış olması bu sefer beni şaşırtsa da takmış olduğum maske tepkisiz kalmamı sağlıyordu. “nasıl bir öfke yerleşmiş ki yer almış o yosun gözlerinde öyle. Oysa o gözler bir ormanın huzurunu gösterecek kadar eşsiz hatta bir denizin dibindeki yosunların can bulması gibi ihtişamlı” söyledikten hemen sonra pişman olmuştum. Şu an yaptığım şey tüpe düz kıza yürümek. “yani bir yazar öyle ithaf ediyordu da yeşil gözlü olan insanlara” diye dümeni benim yararıma çektiğimi düşünsem de Ruhha ona yürüdüğümü ve hatta benim ondan etkilendiğimi sanacak kadar detaylı bir şekilde suratımın her bir noktasına bakarken takınmış olduğum maskenin sarsıldığına ve hatta gerçek beni görmesi an meselesiydi şu vakit.

 

Bu olmamalıydı tamam belki bu tepkisizliğim, duygularımı, mimiklerimi saklamak adına oluşturduğum suratımda yer alan bu hâlim birer dolandırıcılık ama bunu yapmam lazım ve ne yazık ki bu an içerisinde bulunduğum vakitte ben dahil olmak üzere maskemin de sarsıldığı için sakil bir şekilde karşımda gülüyor gibi bir görüntü vardı sanki. Bu demek oluyordu ki şu an tehlikedeyim. Her an gerçek beni görecek olması. BayQ yu anlamak üzere olacak olması zırhsız ve silahsız bir şekilde savaşın içine girmek gibi tehlike arz ediyordu bana. Kendime gelmeli ve duygusuz, buz ,sert, gamsız ve de tepkisiz bir şekilde kendimi zorlamam lazım.

 

“teşekkür ederim Q. Daha önceden de çocukluk arkadaşım da bana gözlerimin normal bir yeşil renkte olmadığını söylemişti ve keza o da senin gibi yeşil gözlerimin yosun yeşili olduğunu söylemişti. Ve biliyor musun Q ben o zamanlar onun gözlerime ettiği iltifatı o kadar çok sevmiştim ki gözlerime “ Aa gözlerin ne kadar güzel” diye iltifat eden insanlara karşı “benim gözlerim çok güzel , çünkü rengi yosun yeşili “ derdim ve hatta onun gözleri de tıpkı senin gibi okyanus mavisi gibiydi.” Diyip bir ah çektiğini boğazından gelen incecik ses anlatıyordu. Ruhha setçe yutkunduktan sonra “işte onun gözleri de benim için eşsizdi tabi o zamanlar ve ben de ona okyanus renkli mavi diyordum. Ama o pek sevmezdi bu hitabımı. “ hafif bir tebbesüm peyda olmuştu dudaklarına. Ve gözlerine ise bir parça özlem yerleştiğine yemin edebilirdim şu an. Ne şanslı bir çocukmuş o okyanus renkli mavi gözlü çocuk. Böylesi bir yeşilden iltifat almış olması muazzam olması gerek. Ben hiç almadım da. Almışsam da hatırlamıyorum.

 

“ hatta bir keresinde öyle bir sinirlenmişti ki, yeni taşındığımız mahallede bir kaç tur peşimden kovalayıp saçımı çekmek bile istiyordu. İşte babamı gördüğü anda ise beni kovalamaktan vazgeçip arkasına bakmadan koşmaya başladı” dedi ve gözlerine yine derin bir öfke yerleşmişti tekrardan” Q ,o çocuk benim ayağımın yok olmasının sebebi. Ondan nefret ediyorum. O olmasaydı annem ve ayağımda yok olmazdı. Hayatımı değiştiren çocuktan nefret ediyorum!” dedi nefretle, büyük bir öfke patlaması an meselesiydi. Bana öyle bir öfkeyle bakıyordu ki o çocuğun ben bile olduğundan şüphe ettiğim zaman aralığına hapis olduğumu sandım. “Sonra hiç görüştün mü o çocukla?” Diye sordum pat diye ya da bam da diyebilirim veya dan diye. Ruhhanın gözlerinde tekrar öfkenin en hiddetli karartısı yerleştiğinde alt dudağını ısırdı ve gür bir kahkaha attı, onun bu kahkahası bilinçsizce ve dürtüsel olarak kaşlarımın yukarıya doğru havalandığını hissettiğim bir kaç saniye içinde eski ifademe geri döndüğümde Ruhha tüm dikkatiyle beni seyrediyordu.

 

Beni seyredişi bittikten sonra Ay’ı anımsatan yüzünde ifadesizliğin en baskın olduğu bir duruşla “görmedim! Ben onu görsem bile nafile” dedi ve gözlerini benden kaçırdı. Ben ise nerden geldiği bilinmez merak duygumla bir kez daha tedirginlikle “peki o görse mesela seni? Sonuçta iyi ya da kötü çocukluk arkadaşın. Ondan intikam almak ister miydin mesela?” Diye soru bomdarmanına sokmuş gibi bir halim vardı ve ben sekiz yılda hatırladığım süre boyunca ilk kez birine hatta bir kadına karşı hem merak hem de bir çekim hissediyordum. Açıkçası bu duygu beni ufaktan da olsa korkutuyor. Birini tanımadan ona çekilmek gibisi yok gibi. Ama aşk değil bundan eminim.

 

Adını bilmediğim bu duygunun adı asla aşk değil. Bence değil. Olsa aşk derdim galiba. “Alırdım. İntikamımı alırdım Q. Her şeyi geç annemin beni sırf o çocuğu benden çok sevip bana “ seni doğurduğum için çok pişmanım keşke senin yerine Rüzgarı ben doğursaydım. Onu ben var etseydim. Rüzgar haklı sen çekilmez kızın tekisin . Bak annen olarak benim bile sana tahammülüm olmadığı için sana bir kaç satırlık sözlerle veda ediyorum. Buna mecburdum çünkü sen kocaman bir hatta en büyük yanlışımsın.” Demezdi!” Annesinin sözlerini sitemle dudaklarından döküldüğünde sessizliğe kapılmış ve bir süre öyle kaldığı zaman onu anlaya bilecek bir empati yeteneğimin olmadığını anlamıştım ama Ruhhanın annesinin sırf bir çocuğu sevdiği için kızına böyle ağır cümleler kurmasının sebebi asla Rüzgar olmadığının da kânnat getirmiştim.

 

Ruhha annesinin yaptığı bu eylemi ve babasının ayağını kesmesinin en büyük sorumlusunu, en büyük suçunu Rüzgar denen çocuğa atması ve bu yüzden kalbini öfkeyle ve intikam hırsıyla kirletmesi çok yanlış bir davranıştı ve bu yaşına kadar kimsenin ona “ Ruhha öyle değil. Çocukluğundaki çocuğu suçlama. Sorun anne ve babanda” dememesi ve Ruhhanın öylece hayatına devam etmesi çok üzücüydü ve ben bunları düşündüğümde kalbimin derinliklerinde Ruhha için üzülen toprakların varlığı doğmuş gönlümün mabedinde yerini büyük bir ölçüde yer edinmişti. “Rüzgarın suçu yok” diye zihnimdeki düşüncelerim dudaklarımdan mırıltılı bir ses olarak çıktığını duyduğumda Ruhhanın gözleri en öfke dolu bir şekilde beni bulduğu sırada ne diyeceğimi şaşırmış, nasıl davranacağımı bilemez bir hâle bürünmüştüm. “Rüzgar suçsuz mu diyorsun bana? Öylemi!” Sesinin tınısı duvarları titretecek kadar yüksek çıkmıştı.

 

Ve ben asla yüksek sese tahammül edemiyordum “alçalt o sesini Ruhha! Benim mekanımda kimse, hiç bir varlık sesini yükseltemez!” Dedim sert bir ikazla. Ve bu benim yüksek ses karşı verdiğim en yumuşak tepkim. Aksi takdirde böylesine yüksek çıktığı ses tınısından dolayı bir saniye beklemez kolundan tutup dışarıya atardım. Tıpkı bir yıl öncesinde mekanıma gelen Gamze gibi.

 

“BayQ omuzumdan koluma doğru küçük demetlerle lavanta çizmeni istiyorum ve her lavantanın altında kendi adını yazmanı. Ve de adının yanın da benim adım olsun ancak isimlerimiz italik bir yazıyla olsun. Çünkü ben italik yazılara bayılıyorum.” Dediğinde Allahtan sabır dilenmeye başlamıştım bile “senin adını yazarım ben demetlerin altına” diye karşılık verdiğimde Gamze dudaklarını aşağıya doğru büzmüş ve bana kocaman gözlerle bakarak “ama biz dün gece birlikte olduk BayQ. Benim adımın yanında senin adın olmalı ki bir dahaki birlikteliğimizde ikimizde birbirimize ait olduğumuz unutmayalım.

 

Hoş ben unutmam zaten. Nede olsa birlikte olduğun tek kadınım ve bu beni onurlandırıyor BayQ” demişti en cilve ve arzu dolu bir duruşla. Nefret ediyordum işte böylesine kadınlardan bir erkek için kendilerini cinsel bir obje olarak kullandırtıyorlardı. Öyle bir hırsa bürünüyorlardı ki Gamze gibi kadınlar herkesi arzulayan birinin yatağına girmeyi marifet sanıyorlardı. Gerçektende alçalmış bir hâl bu.

 

“Sarhoştum Gamze!” Dedim sert bir tavırla ve bu doğruydu ben nasıl birlikte olduğumuzu bile hatırlamıyordum. Hatırladığım tek şey Gamzenin evinde çırılçıplak bir şekilde yatakta olmasıydı. Hatta sabah uyandığımda bunun bir kabus olduğunu bile düşünmüşlüğüm vardı. Ben böyle bir şey nasıl yapabilmiştim hala aklım almıyordu. Kendi değerlerime saygısızlık yaptığım ilk andı Gamze söylediğim cümleden hiç alınmamış bir tavır sergiledikten sonra bana doğru yaklaştı ve hiç beklemediğim, tahmin bile etmediğim bir an da dudaklarını dudaklarıma hapis ettirdi ve bana sıkıca sarılıyordu ,ben onu bir kaç kez itmeme rağmen daha çok arzu ve hazla dudaklarıma kapanıp bedenini bedenimle bir bütün oluşturacak şekilde birleştirmeye çalışıyordu.

 

Gamzenin bu hayasızlığına daha fazla dayanamayarak onu sertçe kendimden ittiğimde Gamze yüzünde bir gülümsemeyle karşıma dikilmeye devam ederek “sen gerçekten sert birisin BayQ” gür bir kahkaha attıktan sonra bana doğru yaklaştı ve kısa boyundan dolayı bana altan bakarak “gece fark etmiştim zaten” dediğinde tüm vücudumda sinir dalgasının dolaştığını ve hatta bu sinir dalgasının Gamzenin hareketleri ve imalarıyla beni teslim alacağını bile hissediyordum.

 

Boğazımı temizleyip ve kendimi öfkenin kollarından ayırmak için bir kaç kez derin nefesler aldıktan sonra Gamzenin gözlerinin derinliklerine bakarak “Gamze ben hatırlamıyorum ve bu konu burada sona ersin. Sen de artık bu konu hakkında tek bir söz dahi etme artık!” baskın bir tonlama ile söylemiştim ama Gamze bu sözlerimden hiç etkilenmeden büyük adımlarla bana yaklaşıp dudaklarını dudaklarıma bastırdığında vücudumda dolaşan öfke dalgalarına bu sefer hiç kulaç atmadan, dalgalara teslim olmuş bir hâldeydim artık ve bu hâl Gamzeyi sertçe kendimden uzaklaştırıp onu kendimden bir kaç metre uzaklığa savurmama yetmemiş ve üstüne doğru yürümeye başlamıştım “bak bana Gamze! Bir daha buraya gelirsen olacaklardan ben sorumlu değilim!” Diye sert ve yüksek çıkan sesimle ona karşı koymuştum. O gün yaşadığım ve yaşattığım her şey sanki gözlerimin önüne gelmişti ve hatta görseller yetmemiş gibi ben ve Gamzenin sesi kulaklarımda yankılanıyordu.

 

Benim hatırladığım , aslında sekiz yıllık yaşantımda hatırladığım geçmişimdi ancak sınırlıydı tabi ve ben bazen her yaşanmışlığı hatırlamak istemiyordum. Ne kadar iyi ,güzel anılarım olsa bile beni yaralayan anılarımda vardı elbet mesela sekiz yıl boyunca beni hiç bir açıklama yapmadan terk eden dostlarım vardı , onlar ile çok güzel ve bir daha yaşamız mümkün olmayan anılar biriktirmiştim ve ben onların ayrılık kokan meskenlerine, ilk tanıştığımız yerlere her gün gidiyor, onları bekliyorum.

 

Umut ya, bir gün gelirler diye. Belkide ben gelmeyen birilerini bekliyorumdur ama ne yazıktır ki bana onları kendimden bir parçaymış gibi görüyordum.

 

Bugün Ediz’le tanıştığımızda da aynı hisse kapılmıştım hatta Ruhhada da hepsinde tanışıklığın hissine kapılıyordum. Ve bu hisse ne kadar karşı koysamda onlara çekilmeden edemiyordum. Bu çekip sanki beni hatırlamadığım geçmişinin birer izi ya da pusulası mı bilmem ama onların bana hissettirdiği şey , aslında benim dürtüsel olarak onları görünce duyduğum bu duygu, hem beni iyi hissettiriyor , hemde yaşamadığım, nedenini bilmediğim hatta adını bile koymadığım hem yabancı hem de tanıdık olan bir acıyla sarmalıyor kalbimi. Ve bu acı yüreğimi sertçe sıkıp kanatıyormuş gibi güçlü bir ağrı yaşadığım şey.

                                                                                 🕯

Ruhha pantolonun giydikten sonra oda da kalmaya devam ettiği için ben de hiç yapmadığım bir şekilde Ruhhayla oturmaya devam etmiştim. İkimizde birbirimize bakıyorduk. Ruhhanın bana olan bakışları sıradan ve öfke doluyken ben, ona sanki çözümlenmeyen bir bulmaca gibi bakıyordum ama bir türlü onun gözerindeki olan öfkeyi, aslında bana karşı olan öfkesini anlamıyor gibi bir yerlere de bağlayamıyordum.

 

Bu çok tuhaf bir durumdu benim için, nede olsa onu ilk kez görüyordum ve de onunda beni ilk kez gördüğüne emindim ve hâl böyleyken nasıl olurda insan ilk kez gördüğü birine gözlerine yerleşen bir öfke barındırabilirdi ki. Peki bana ne demeli? Ben niye kıza çekiliyorum. Hiç bir kızın yanında boş boş oturmayan ben neden Ruhhanın yanında çalışmadan, hiç bir şekilde diyalog kurmadan, sadece ona bakarak durmak saçma değil miydi? Ve de tuhaf.

 

Gerçektende ucube olduğumu kanıtlıyorum şu an. Kaç dakika sürdüğünü bilmediğim bakışmanın ve de suskunluğun getirdiği sessizlikten sonra Ruhha yerinden kıpırdanarak daha rahat bir oturuşta ve hatta tamamen bana dönmüş bir şekilde oturduktan sonra saçlarını iki kulağının arasına yerleştirdikten üç veya dört saniye sonra kontrolcü bir bakışla bana bakıp “BayQ” dedi, ardından sesli bir nefes verdikten sonra “Q, Eva’yı tanıyor musun?” sesi kesik kesik çıkmıştı, teredüt vardı sesinde. Ruhha gözlerimin içine alıştığım öfkesinin yanında endişe ile bakarken Eva’nın kim olduğunu zihnimde tartıyordum ancak ben, Eva diye birini asla tanımadığımıda biliyordum. Şimdi Ruhhanın sorusuna dürüst bir cevap verip konuyu kapatsa mı yoksa üstüne gidip Eva’yı tanıyorum demek mi mantıklıydı? Gerçekten kendimi iki taşın arasında sıkışmış hissediyordum.

 

Normalde olsa tanımıyorum diyip tepkisiz kalan ben ,şimdi Evanın kim olduğunun öğrenme ateşindeymişim gibi bir dürtü vardı ve bu dürtü beni hapis etmiş gibi dudaklarımdan “evet tanıyorum. Sen neden sordun ki Eva’yı?” diye yalan söylemiştim ve

Neden öyle davrandığımı da bilmiyordum.

 

Lanet olsun ki ben böyle davranışlardan da nefret ederim ve davranış dediğim şey ise yalandan başka bir şey değil. Ruhha kaşlarını çatmış ve dudakları da bir parça açık kalmıştı. Ama ben onun gösterdiği tepkiye karşın sözlerimin arkasında duran bir tavırla “neden Eva’yı soruyorsun!” diye sordum ve Ruhha benim bu ses tonumdan asla Eva’yı tanımadığımı çıkartamazdı. Nede olsa ben tepkisizliğin kitabını yazmış bir insanım ve artırarak söylemek gerekirse mimiklerden, ses tonuma kadar maskelenebilirdim kendimi, tabi sekiz yılda bu hale gelmenin ise bir kaç denemelerim bile olmuştu.

 

Aslına bakılırsa eski dostlarım, beni sebepsiz yere terk eden dostlarım; Atlas, Deniz ve de Buğra. Zaman zaman onları çok özlüyorum ama onlar beni terk etmiş ve kâinat üzerinde hiç bir varlığa güvenmemi sağlamışlardı. Ve zamanla kendimi insanlarda korumam için öyle bir yol izlemiştim ,fakat hâlâ insanlara güvenme isteğim yüreğimde yerini koruyordu ama sadece koruyordu, çünkü benim yüreğim insanlara güvenmek istese bile zihnim buna engel olmak içim beni her zaman doğru yola yönlendiriyor.

 

Çünkü ben biliyorum ki bir güven bir canlı veya yaralı ruhu öldürüp yok edebilirdi. Ve ben asla ruhumun ölmesini, yok olmasını istemiyorum o yüzdendir ki her zaman zihnim beni yönlendirdiği yolda yürürüm. Tabi kalbimi dinlediğim zamanlarım oluyor ,mesela bugün olduğu gibi, çünkü ben bugün zihnimi değilde kalbimi dinlemiştim, üzülmüştüm o küçük çocuğa. Ediz’e. Hatta Ediz öyle bir çocuktu ki onu hem kendime benzetiyor ve de onun düşüncelerine hayranlık duyuyordum.

 

Yüreğim onu kabul etmişti. Yüreğim, ruhum ona tanıdık bir gözle bakmıştı ama zihnim asla böyle hissetmiyordu. Zihnim ondan uzak durmam gerektiğini ve bir kez daha bana kimseye güvenmem gerektiğini , insanların sırtımdan vuracağını hatırlatmasına rağmen ben kalbimle hareket etmiştim ve de iyiki de öyle yapmışım. Günün sonunda ya da hangi vakit de, bilmediğim bir zamanda Ediz de gidecek olsa bile iyiki diyorum, çok saçma bir şekilde Ruhan’ında iyiki buraya sırf dövme yaptırmak için gelmiş olsa bile ben iyiki onu gördüm diye içimden geçiriyordum, çünkü onun yosun yeşili ve de gözlerinde anlamdıramadığım öfkesinin yanında bana hissettirdiği tanıdıklık duygusundan dolayı olsa gerektir ki onu iyiki gördüm ve iyiki şu an bir diyalog halindeyiz diye şükrediyordum...

 

“aa-arkadaşım ondan sordum” dedi kekeleyerek, daha sonra düşünceli ve hatta sorgulayıcı bir tavırla “güzel kız dimi? Özelikle gözleri” dedi ve sanki nabzımı ölçüyor gibiydi. Hiç tanımadığım Eva hakkında hiç düşünmeden “evet. Çok güzel bir kız” dedim Ruhha kaşlarını yukarıya kaldırdı “hakikaten Q, Eva’nın gözleri ne renkti?” diye sordu. Tanımadığım bir kızın gözlerini bilemedim dimi. Sikeyim öyle durumu. Her zamanki gibi davranmam gerekirdi ne oluyordu da yalan söylüyordum şimdi. “hiç kimseye o kadar dikkatli bakmam Ruhha!” dedim sertçe ve açık kapı bırakmak istemediğimden “ve de Eva’nın güzel olup olmadığınıda bilmiyorum! Sadece ona minimal bir dövme yaptığımı hatırlıyorum o kadar!” diye sert çıkışıp ikinci veya üçüncü yalanımı söylemiştim ve şükürler olsun ki Ruhha yalanıma inanmış gibi yutkundu ve derin bir nefes verdiğini görmüştüm.

 

Rahatlamıştı ama ne için rahatladığını da bilmiyordum. Zaten Ruhha gizemlerle dolu bir kızdı. Acaba geçmişinde daha neler yaşamış ki böyle birine dönüşmüştü. Bence böyle biri ol ak onu yoruyor olmalıydı, çünkü tahmin ediyorum ki böylesine bir öfke ve sırlara yaşamak insanın ruhunu kemirirdi ve zamanla yok ederdi. Galiba bu kız kendine zara verdiğinin bile farkında değildi.

 

Ruhha oturduğu yerden ayaklandığında bana son ve duygusuz bir bakış atıktan sonra kapıya doğru yöneldiği zaman profosenliğime yakışır bir şekilde bir sesle “Ruhha. Dövmenin bitmesi uzun zaman alacak gibi. Haftada bir kezmi gelirsin randevularına yoksa bi-“ yumuşak bir sesle cümlemi yarıda kesip , kendinden emin bir melodiyle “haftada bir kaç kez gelirim ben” demişti, bende her zamanki gibi sıfır duygu barındıran bakışlarım ve sesimle “tamam o zaman, ben sana bir randevu çizelgesi hazırlayıp mail veya mesaj yoluyla gönderirim” dediğimde kaşları bir kez daha havalandıktan sonra başını tamam anlamında salladı ve “görüşürüz Q” diyip kapıyı çıkınca kapatmıştı.

 

Bende çok geçmeden oda da çıktığımda Ediz yolumu kesmişti. Bu çocuğun yol kesme gibi huyu olmalıydı, çünkü aksi taktirde iki kez uyguladığı bu davranış asla normal değildi. Sanki ben çok da normalmişim gibi bacak kadar çocuk hakkında ne düşünüyorum. Ediz karşımda dikildiğinde ona , hayırdır anlamında göz kırptığım zaman Ediz tedirginlik ve sitem dolu bir sesle “kendini kaptırmaya yakınsın BayQ. Kaptırma kendini!” dedi baskın bir tonda ama ben onu anlamıyordum, neye , kime kaptırıyordum kendimi acaba Ediz ne saçmalıyordu? Ediz’le aynı boyda olmak için dizlerimin üzerine çöktüm ve bıkkın bir şekilde “kime, neye kaptırıyormuşum kendimi?” dedim ama Ediz bana bir cevap vermeden başını sağa sola sallayıp

 

“üzüleceksin” dedi fısıldar gibi ve şimdi de gözyaşı döküyordu.

 

Ne oluyordu öyle Ediz neden bu ruh haline girmişti. Olanlardan ve söylenilenlerden ilk kez hiç bir şey anlamıyordum. Üstelik Ediz’in gözyaşları ruhumu daraltıyordu, onun sıcak ve tuzlu olan gözyaşları sanki kalbimi sıkıştırıyordu. Bu kadar çabuk mu değer verdim bu ufaklığa?

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%