@orion
|
İKİNCİ BÖLÜM 🕯
Şarkı; Cem Adrian(zincir)
oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım..
keyifli okumallarr
Hafıza dediğimiz şey zihnin birer oyunu ve insanlar oyunu bilmeden oynuyorlar. Tehlikeli geçmişten kaçmayı öğreten zihin hafızayı zayıflatır, güçlenmeni istediğinde ise güçlü bir hafızayla bin bir parçaya bölüp uzaklaşır. Bu oyunda hakemde oyuncuda zihindir ve ortalıkta görünen sadece hafızadır.
Kızarmış mavi gözler artık gözpınarlarındaki yaşları tutmaya direnemeyip süzüldüğünde Ediz’in ağızından iniltili bir hıçkırık çıkmıştı. Büyük bir ihtimale boğazı düğümlenmiş ve yutkunmakta zorluk çekiyordur.
Bunların hepsini nerden biliyorsanız diye soraraanız, cevabım sekiz yılık hatıralarımın, belirli zamanlarda yaşadığımdan biliyorum derim, çünkü hiç bir acıyı yaşamadan anlayamazsınız...
Ediz’in gözyaşlarına daha fazla dayanamadığımdan sesimi yumuşatarak “bak Ediz acılar paylaşınca azalır derler, aslında öyle bir şey yok ve eğer anlatmak istemiyorsan anlatma” diyim ardından tüm samimiyetimle “anlatmak istersen dinlerim. Sadece dinlerim” diye ekledim, Ediz sözlerimle gözyaşlarını sildi ve masum bakışlarla “peki bana inanır mısın?” diye sordu. İnanır mıydım. Bilinmezlik ...
sorusuna karşılık olarak susmuştum. Ne diyeceğimden ziyade daha çok gerçekten inanıp inanmayacağımı düşünüyordum. Herkese inanılır mıydı ki. Ya da küçük bir çocuğun söylediklerine. Oysa çocuklar yalan söylemez. Ediz bir kez daha çatallaşmış sesiyle “anlatırsam inanır mısın?” diye sorduğunda inanılmaya muhtaç olduğunu mavi olan gözlerinde görmüştüm ve inanılmaya muhtaçlık durumu sadece dürüst olacak cümlelerden oluşur. Ona kısık olan gözlerle “inanırım” dedim
inanacaktım.
Ediz’e kocaman bir hediye vermişim gibi gülümsedi daha sonra anlatacaklarından olmalı ki gözlerine korku ve öfke yerleşti. “ben yetimhaneye ne zaman verildim hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey gözümü açtığımdan itibaren oradaydım” diyip sesli bir şekilde Yutkundu. Yutkunması düğümlüydü, belkide hatırlamadığının düğümü ya da daha büyük bir şeyin...
ona bakmayı sürdürmüştüm, bakışlarım bir an bile olsun ayırmadım ondan. Belki bir meraktı benim bu hâllerim veya anlama çabasıydı. Belkide birinin geçmişi benim hatırlamadığım geçmişime birer ışık arama arzusu...
bilmiyordum neden böyle dikkatli dinlediğimi ancak duygularım karşımda duran çocuktan yanaydı. Ediz’in sağ gözü seyirdi ve öfkeden olmalıydı ki burun delikleri büyük bir oranda açılmıştı.
“orada olmamın iki cevabı olabilirdi. Ya yetimhane doğurmuştur beni ya da ailem tarafından terk edilmişimdir. İki ihtimalden birini seçme yetisi bende olduğu için ,bende yetimhanenin beni doğurduğunu seçip kabul ettim” dedi.
Çünkü onun için en acı olan ailesi tarafından terk edilmesiydi.
“İnsanlar her zaman kaçar” dediğimde başını sapa sola sallayıp “insanlar kaçmaya mecbur bırakılır” ardından derince bir nefes alıp “ve iki seçenekten kolayını seçer” dediğinde “iki seçenekten işine geleni seçer “ diye mırıldandım ama Ediz benim söylediklerimi umursamayarak “iki gece yetimhanede kaldığım günde Soner diye bir çocuğun gece gece Celalin onu kaldırmasını görmüştüm. Celal bu durumu daha sık tekrarladığından sabah olduğu zaman Soner’in yanına gidip Celal seni geceleri nereye götürüyor? Diye sordum” dedi.
“Celal kim” diye sordum bende. Kişilerin kim olduğu öğrenirsem olayları daha iyi anlayacağımdan emindim. Ediz tiksinir bir şekilde “bizim katın temizlikçisiydi” dedi “Soner’i gece gece neden götürüyordu ve nereye götürüyordu?” diye sordum. Ediz geçmişine sanki buradan, şu anki zamandan bakıyor gibi dalmış bir şekilde “sırasıyla anlatacağım” dedi sakinlikle, bu sakinliğiyle bende koltuğuma daha fazla yaslanıp “anlat bakalım” dedim düz bir tonla.
Ediz sertçe yutkundu ve elleriyle oynayarak “Soner’e sorduğum soruya karşılık olarak Soner yatağından kalktı ve beni kaloriferlere itekleyip üstüme doğru eğildi ve bağırarak burası hepimizin cezası olacak ve biz meskensiziz . Bu binanın adı yetimhane olmamalıydı meskensizlerin binası olmalıydı dediğinde yüksek sesinden korkmuştum. Bu hâlde artık Soner’e nasıl davranacağımı bilemiyordum. Bana nasıl baktığını bir görseydin kendini bir yerlerden atardın”
meskensizlerin binası.
Bu söz kulaklarımda yankılanmaya başlamıştı ve hatta midemin bulandığına yemin edebilirdim. Vücudumun gösterdiği bu reaksiyonda neyin nesiydi? Ve de duygularımın tuhaflığını anlayamıyordum. Bir başkasının söyleceklerinden korkabilir miydi insan. Ben neden Ediz’in söyleceklerinden hem korkuyor ve hemde merak ediyordum?
Ediz gözlerimin içine bakarak “zaten Soner’de bir hafta sonra kendini yaslandığım kaloriferin üstünde olan pencereden atmıştı. Neden intihar ettiğinide hiç kimse bilmiyordu. Bildiğimiz tek şey vardı , o da Soner’in hiç birimizle konuşmadığı ve hepimize meskensizler diyip durmasıydı tabii saldırganlığını ve sadece benim Celale geceleri bir yerlere gittiğini görmemi saymasak “ Celal denen adamın küçük bir çocuğu geceleri başka bir yere götürmesi oldukça tuhafıma gitmişti. Soner ve Celalin arasında ne gibi bir bağlantı vardı? Her bir cümle kafamda milyonlarca soru işaretiyle karşılık veriyordu.
“bir şeyleri merak etmek inansın kendisine yapacağı en büyük kötülük biliyor musun BayQ” soru olan kelimeleri kullanmıştı ama soru sormuyordu ve hatta benim ona cevap vermemi beklemeden, öksürdü ve oturduğu koltukta daha bir yer almak için kıpırdadıktan sonra tekrar gözlerini bana kenetleyerek “Soner’in Celale geceleri nereye gittiğini merak etmeseydim, Celal Soner’e yaptıklarını belkide bana da yapmayacaktı” suratımdaki umursamazlık ifadesi bozulmuştu ve ben aynı umursamazlık ifadeyi güçlükle suratıma tekrar yerleştirdikten sonra “Celal ne yapıyordu geceleri?” diye sordum , Ediz gür bir kahkaha attıktan sonra “ne yapmıyor ki” ardından zorlukla yutkundu ve yanında göz seğirmesiyle beraber gözlerine yerleştirdiği utangaçlıkla “geceleri herkes uyurken Celal seçtiği bir çocuğu alıp uykusundan uyandırır ama nasıl uyandırır ; şefkatle, sevgi göstererek sanki bir babanın evladını uyandırır gibi uyandırır. Tabi bende muhtaçtım o duygulara, uzattığı kocaman elini sevinçle ,gülümsemeyle ve de en içtenlikle tutup karanlık olan odadan çıktık. Cemalin beni nereye götüreceğinden habersiz olduğumdan içimden Soner’in ne kadar şanslı olduğunu geçiriyordum” diyip bir önceki kahkahasından daha gür bir kahkaha atıktan sonra birer damla gözyaşının yanaklarından süzüldüğünü görmüştüm.
“şans”
kahkahasına devam etikten sonra zorlukla yutkunduktan bir kaç dakika önce süzülen gözyaşlarını sildiğinden hemen sonra başını yukarıya kaldırdı. Bu hareketi gözyaşlarına teslim olmaması içimdi, gözyaşı akıtmak istemiyordu. Belkide benim önümde kanamak istemiyordur...
“Karanlık koridordan da geçtiğimizde benim yüzümde hâlâ kocaman bir gülümseme vardı ama nasıl bir gülümseme. Üç koridorun sonunda hiç bir zaman açık olmayan bir odanın kapısının önünde durduk. Kapı beyazdı, hatta kapının altından beyaz ışığın gelmesi bile odanın beyaz ve aydınlık olduğunu gösteriyordu bana. O zamanlarda karanlıktan korktuğum için aydınlık bana daha güven veriyordu. Celal beyaz olan kapıyı açtığında , karanlığa alışmış gözlerimi rahatsız edecek bir aydınlıkla karşılaştım. Hani olur ya peri masalarında bir kapı açılır ışık saçılır, aynı öyle bir kapıydı bu” diyip susmuştu. Ona ne diyebilirdim ya da ne sorabilirdim ki. Benim kullanabileceğim cümlelerim yoktu ona karşı , onun anlatacaklarını dinlemelerim vardı sadece Ediz de bunun farkındaydı . Farkında oluşunu bakışlarındaki keskinlikten anlıyordum. Zaten benim kullanacağım her bir kelime israftan başka bir şey olmayacaktı.
Karanlık olan ofisin her bir bakışını yarım ağız gülümsemeyle “buranın tersi bir odaydı” siyah ona huzur mu vermişti, gözlerinde siyahı sevdiğini hissetmiştim. Ediz’e yok denecek bir tebessümle karşılık verdiğimde Ediz bana göz devirdi ve kendi anlatacaklarına odaklanarak “beyaz kapı açıldı ve ap aydınlık, bem beyaz olan odaya girdiğimden sonra Celal kapıyı kapattı ve kilitledi. Beni nasıl bir şekilde uyandırdıysa o kapının kilitlemesinden bir gram bile korkmamıştım. Onun ufacık şefkati benim ona sonsuz bir güven duymamı sağlamıştı. BayQ oda nasıldı biliyor musun?” diye sordu , kalbimin küçük bir yerinde korku filizleriyle “nasıldı?” diye sorduğumda , o mavi olan gözlerinin beyazını süsleyen kızarıklara rağmen gözyaşı akıtmamaya hâlâ direniyordu. Belkide bir kaç damla daha gözyaşı akıtsaydı ruhu rahatlardı ama bu küçük beden bunu yapmayı güçsüzlük görüyor olmalıydı ki benim karşımda bir kaç denizi doldurabilecek tuzlu damları gözünden akıtmaktan çekiniyordu.
“beyaz tavan, beyaz duvarlar, beyaz yer döşemesi ve penceresiz ama asla kötü kokmuyordu. Saklanmak isteyen biri asla o odada saklanamazdı, beyaz asla kimseyi saklamazdı. Beyaz dürüstü , beyaz kimseye yardım eli uzatmaz nasılsa onu gösteriyordu... ben o gece beyazın neden temizliği , saflığı simgelediğini öğrendim BayQ”
beyaz saklamaz , beyaz yardım etmez, beyaz rengini korumla meşgul çünkü ama siyah daha fazla karanlığa gömülüp kendine ihanet ede ede herkese yardım eli uzatır, bencil bir renk değildi siyah. Herkesin korktuğu siyak, herkesin dışladığı siyah sadık bir renktir...
Tüm merakımla “Celale o odada ne yaptınız peki?” ne yapmış oldukları beni derinden merakın kollarına itmişti. Ediz kaşlarını çatı ve tiksinmiş bakışlarla ellerine bakarak “ben odayı gözlemlerken o arkamdaydı. İlkte ufacık bir ses çıkmıyordu ikimizden ama daha sonra üç adım atarak karşıma bir dev gibi dikilmişti. Karanlıkta farkettmediğim giysilerine baktığımda onunda tamamen beyaz giyindiğini gördüğümde afallanmıştım. Çünkü Celal asla beyaz giymezdi tabi gündüz gözüyle. Ona Celal amca? Dediğimde ,baş parmağını dudaklarıma bastırıp ben Philetor ve sende benim Kleinosumsun bu macerada senden memnun kalırsam sen benim yoldaşım olacaksın diye tekrarlıyordu bana ancak ben onun ne dediğinden zere bir şey anlamıyordum” bu isimler yunan mitolojisinde okuduğum tanrı isimlerimdendi fakat hikayeleri bir türlü zayıf hafızama uğramıyordu.
“etrafımda dönüp ben bir tanrıyım diyordu bir süre öyle yaptığında onun delirmiş olduğunu düşünüp korkmaya başlamıştım. Bu korkuma rağmen hâlâ ona güveniyordum. Bağırmadım, çağırmadım sadece ondan uzaklaşıp beyaz duvarın bir köşesinin dibinde oturup onu seyrettim. Onun bu davranışları ne kadar sürdü bilmiyordum. Belki on dakika , belkide yirmi dakika emin değilim. Delirmiş hareketleri bittikten sonra karşımda durdu ve beyaz olan kemerini çıkartı” küçücük çocuğa şiddet mi uygulamıştı. Artık daha fazla ifadesiz bakamayacağımı anladığımda , nasıl çıkmış olduğu ses tonumla “seni dövdü mü?” diye sordum, Ediz bir âh çekip “keşke dövseydi beni, kemiklerimi kırsaydı abi” BayQ dedikten sonra abi demesi ve beni dövseydi kekesiyle ne diyeceğimi şaşırmıştım.
“kemerini çıkarttıktan sonra beyaz gömleğinin her bir düğmesini sakince ve yavaş hareketlerle iliklerinden çıkartı. Celal karşımda sadece beyaz renkte boxerleriyle kaldığında bakışlarımı vücuduna değdirmeden sadece onun gözlerine bakıyordum. Ben onun bu hâlinden utanıp bakamazken o ise yüzünde iğrenç bir gülümsemeyle karşımda hiç utanmadan dikiliyordu. Celal suratındaki iğrenç gülümsemesinin yanında diliyle dudaklarını ıslatıp emdikten sonra benim biricik Kleinosum, Philetorunun paçavrasından kurtarmıyacakmısın? Diye sorduğunda ne dediğini anlamadığım bakışları atıyordum ve onun bu hâlinden daha fazla korkmaya başlamıştım”
lanet olsun ki mitolojideki hikayeyi Ediz’in anlattıktan sonra hatırlamıştım . Mitolojiye göre çocuk iki ay boyunca Celal denen iğrenç adamdan cinsel istismar gördüğü anlamına geliyordu. Ediz kısa bir yutkunuşundan sonra “Celal aynı şeyleri tekrarladığından ona ben ne dediğini anlamıyorum diyip ağlamaya başlamıştım, Celal ağlama benim biricik Kleinosum , senin anlayacağın dilde tekrarlayacağım. Ediz indir bu külotları, kurtar beni bu paçavradan diye haykırdığında dehşete düşmüştüm , transtaydım artık idrak ettiğim şey korkudan sıcak suların üstüme aktığını hissediyordum. Bir kez daha yüksek bir sesle indir dedim bu külotları sana dediğinde beni hapseden korkumla önünde diz çöküp boxerlerini aşağıya doğru indirdim.” Dediğinde yaslandığım koltuktan sırtımı kamburlaştırıp masaya doğru eğilip “yeter artık Ediz. Artık anlatma”
aslında artık anlatma dayanamıyorum demekti bu sözlerim, yüreğim daha fazla kaldıramayacağını anlamıştım. Ediz’in yaşadığı bu durum benin yüreğime birer hançer saplıyormuş gibi hissetmeme sebep olmuştu, geçmişi olmayan ruhumda sanki kapanmayan kocaman birer yara açıldığını hissediyordum.
Ediz alaycı bir gülümsemeyle “ ne oldu BayQ, dinleyemiyor musunuz, ama ben korkaklığına rağmen anlatacağım. Çünkü ben yaşadım” korkak demesi ağrıma gittiğinden tekrar tüm umursamazlık maskelerimden en güçlüsünü alıp yüzüme takınarak ona baktım ve elimle buyur anlat der gibi işaret verdim. Ediz bana göz devirip, bir an titreyen dudaklarıyla “boxerlerini tamamen indirdiğimde artık önümde tamamen çıplaktı ve ben onun bu hâlini gördükten hemen sonra gözlerimi sıkıca yumdum . Bir yandan da ayıptı bu durum nede olsa. Ama o bana göz yummayı, kendi oluşturduğum küçücük karanlığı bile çok görmüştü bana.
Bu şeklimi gördüğünde kahkaha eşliğinde gür bir sesle benim biricik Kleinosum, aç gözlerini diye haykırırken ben gözlerimi daha fazla yumdum, bu küçük karanlık onu daha fazla kızdırdığından daha gür bir sesle aç sana diyorum o gözleri, mücevherlerin kutsallığımla parlasın, kutsallığım mücevherlerinle şenlensin. Açta kutsallığım hareketlensin , bu gece birer kutlama olsun ikimize. Gözlerimi açıp gözleriyle buluşturduğumda onun kahkahası daha çok büyüdü , daha fazla boş odada yankılandı iğrenç kahkahası. Bakışlarım gözlerindeyken onun dili dışarda anlam veremediğim bir şekilde dönüyor ve eşliğinde derin derin nefesler alıyordu. Aslında ikimizde derin nefesler alıyorduk ama benim korkudandı derin nefeslerim. Buluştur şimdi mücevherlerini kutsallığıma, diye haykırdı en yüksek bir seste , sesinden irkildim ve korku dolu bakışlarımı penisine indirdim.
Benim korku dolu bakışlarımı penisinde gördüğünde iniltili bir sesle gördün mü biricik Kleinosum? Mücevherlerin nasılda kutsallığımı hareket ettirdi. Şimdi senin yaptıklarınla kutlama yapacağız benim biricik Kleinosum sözleri, kurduğu her bir cümle ruhuma birer ok saplayıp en derin yaralar hâlini alıyorken o iniltili sesler eşliğinde kahkahalar atıp anlamadığım şekilde hareketlerle karşımda dikiliyordu. Celal uzun bir iniltiden sonra aynı tonda gürleyerek ellerimi tutu ve penisine yerleştirip tut ve okşa biricik Kleinosum, okşa ki kutlamayı tamamlayalım dediğinde ona boğun eğip penisine yerleştirdiği ellerimle o organı tutum ve sanki etten bir oyuncakla oynuyormuşum gibi okşadım ve ben oynamaya çalıştığım da o ise bedenini bana doğru ve geriye doğru hareketlendirip iniltili sesler çıkartıyor hatta beraberinde derin nefeslerinin yerine geçen sık sık nefesler alıyordu . Nefes nefese kalmış bir şekilde çok iyi yapıyorsun sevgili Kleinosum, seni daha fazla arzuluyorum. Benim biricik Kleinosum dediğinde gözyaşlarıma daha fazla direnemeyip akıtmıştım ortalığa , o gözyaşlarımla kaç göl, kaç deniz dolardı... elimde olan organ sertliğini kaybettikten sonra bir sıvı verdiğinde elimi dehşetle çekip bakışlarımı yerde birikmeye yüz tutacak sıvıya bakışlarımı indirdiğim zaman , o hem inilti ve hemde gür bir kahkahayla korkma benim biricik Kleinosum o benim kutsallığımın suyu. Senin sayende şenliğimiz bu suyla kutlanıyor ve benim sayemde de mücevherlerin o suyla kutlanıyor. O sözleri söylerken nasılda zevkten dört köşeydi ama o bulutların arasından süzülürken ben yerin dibine cehenneme ulaşıyordum sanki”
ruhlara kaç bıçak saplanabilirdi bunun bir sınırı var mıydı? Ya da açılan yaralar nasıl dikiş tutardı böylece derin yaralar...
benim dinlerken bile dayanamadığım böyle bir şeyi bu küçük çocuk yaşamıştı, küçük beden nasıl dayana biliyordu öyle. Soner’in intihar etmesindeki sebep ve de bu çocuğun o yerden kaçtığı sebep bes belli ortadaydı .
Oysa anne ve babası olmayan çocukların en güvenilir meskeni değil miydi o kurumlar, nasıl böyle bir şey yaşanabiliyordu. Hayatlar ruhlara ağır geliyordu olgunluk yaşanmışlıklarla kazanılıyordu veya kazandırılıyordu. Ediz’e tek bir söz israf etmeden baktığımda o ise başını yukarıya kaldırmış akmak için çabalayan gözyaşlarını bir kez daha geldiği yere geri göndermeye çalışıyordu. Küçücük bedeni ona zıt olan kocaman bir acıyı yüreğinde taşıyordu.
Acı yaşların değil ,yüreklerin genişliğiyle taşınıyordu. Yürekler geniş olmasaydı dağ kadar çok , dev kadar kocaman acılar nereye sığabilirdi. Ne çok gözyaşı dökülmeli azaltmak için onca can yanışlara, yaşanılmayan ama hissedilen yanmalara ...
Yorumlarda bululalaım ballarımmm
|
0% |