Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm

@orion

 

DÖRTÜNCÜ BÖLÜM

 

                                🕯

 

 

şarkı: Ayça ÖZEFE (sende yalnız kal)

 

 

keyifli okumalar kuzularım

🤍

 

Nedensizce yaşlı kadına beslediğim hayranlıktan dolayı Ediz’e temkinlice baktım ve merakıma yenik düşerek “Ediz yaşlı kadın seni evine götürmüştü. Anlatsana bana yaşlı kadını “ bu kadar açık olamamalıydım düşüncesiyle “ demek istediğim şey, yaşlı kadınla anılarını ve devamında neler yaşadığını sormaktı amacım” diye düzelttiğimde Ediz’in yüzünde normal karşılıyor gibi bir ifade vardı. Üstelik de beni haddinden fazla tanıyormuş gibi bakıyordu.

 

 

Dışardan biri, bize baktığında kardeş ve yahut akraba sanırdı bizi. Çünkü birbirimize benzememiz de bu düşünceyi zihinlere sokardı. Ediz parlayan gözlerle “BayanK” dedi ne demeye çalıştığını anlamadığımdan “BayanK?” diye soruyla tekrarladım.

 

“ona yaşlı kadın deme. Yakışmıyor yaşlı kadın sıfatı”

 

“Hımm”

 

“Evet. O yaşlı kadın değil. O BayanK”

 

“BayanK”

 

“Benim biricik BayanK’am “

 

“Senin biricik BayanK ’an”

 

“Evet”

 

Diyip başını aşağıya yukarıya doğru salladıktan sonra öfkesiz olan gözyaşlarıyla gözlerinin dolduğunu gördüm. Ediz’in hüzünlü, acı dolu gözyaşlarının sebebini sormama kalmadan boğazını temizleyerek sertçe yutkunduktan sonra bana en içten samimiyetiyle bakıp “benim biricik BayanK’ am. Beni kaybolmuş oğlu sanıp evine götürdü ve bir Güzel karnımı doyurduktan sonra en içten merhameti ve hala canlı olan anne şefkatiyle olan sesiyle

'Evladım. Senin Behçet olmadığını biliyorum.'

 

Demesiyle nasıl davranacağımı şaşırdım, dilim tutuldu. Olduğum yerde dondum sanki.

'Sen evden mi kaçtın?'

Diye sorduğunda ise ona hayır anlamada kafa sallamakla kalmıştım. Ama o benim bu suskunluğum ve ona söylediğim yalana karşı samimiyetle gülümseyip

 

'Nerden çıktın da geldin bu mahalleye bakalım?'

 

Diyip dudaklarındaki aynı samimiyete olan gerilme devam ettiriyordu. BayanK ’nın bu davranışlarından güç alıp yetimhanede neler yaşadığımı ve nasıl kaçtığımı en ince ayrıntısına kadar anlattığım zaman polisi arayacağını beklerken o boncuk ipleri olan gözlüğünü çıkarıp

 

'kaçmakla iyi yapmışsın. Ruhunun can çekiştiği ve vücudunun ızdırablar içinde olduğu bir yerde kalmak büyük aptallıktır zaten.'

 

Diyip başımı okşadığında ilk kez bir tarafımın eksikliği için ağlamak istiyordum. Öyle bir ağlamak istiyordum ki göler , denizler ve hatta okyanusları dolduracağına ağlamak geliyordu içimden . Ve ben ağlamama ramak kaldığım zaman bile ağlamadım. Çünkü değmezdi ağlamam . Hele ki tanımadığım, açıkçası hatırlamadığım anne ve baba unvanıyla adlandırılan insanlar için gözyaşlarımı israf edemezdim. BayQ biliyor musunuz, bazen gözyaşlarımızı kimin için akıtacağımızı da iyi seçmeliyiz aksi taktirde akan her bir tuzlu , sıcak su damları birer israf veyahut birer ızdırap oluveriyor insana. En çokta ızdırap. Çünkü akıtılan her gözyaşı ruhta oluşan yaraların üzerine tuz basmaktan başka bir şey değil. Belkide gözlerden akan tuzlu damlalara ruhumuzdaki kan gölüne dönüşmüş yarlarda birikiyor ki ondan canımız yanıyor ve daha sonrasında da o tahammül edilemeyen acıya alışıyordur insan” diyip siyah tavanı loşlaştıran yıldız desenli ile kapladığım küçük ufak ledlere baktığında oldukça derin düşüncelere dalmıştım.

 

 

Bu düşüncelerim öyle derin ve öyle karanlıktı ki bana ait olan siyahlık bile aydınlık kalırdı. Ediz yanağında olan bir kaç gözyaşıyla gülümseyerek “BayQ” diye seslendi bana. “hım-mm” diye homurtulu bir ses çıkarttığımda , o hala tavana bakar bir durumda

 

“ölen ruhlar yıldız olur dimi?”

 

“Ölen ruhlar yıldız olur Ediz. Ve kayan yıldızlar dirilen ruhlar olur” diye düşüncemi söylemiştim. Ediz tavana bakmayı sürdürüp

 

“o zaman BayQ bana tavandaki yıldızların sahibini anlatırmısın?”

“Keşke anlata bilsem Ediz”

“keşke?”

“Evet. Keşke anlata bilsem”

“Unutun mu? niye?”

“Unuttum. Her şeyi unuttum. Kendimi bile “

“Nasıl? Nasıl olurda her şeyi unutabildin?”

 

dediği zaman ona nasıl oldu bilmiyorum ama unuttum ve hatta ona siyaha boyadığım tavanda neden ledlerden yıldızlar yapma gereğini duyduğumu, bilmeden yaptığımı ve o , yıldızların bana ait olan her yer de olmadığı zaman kendimi nasıl eksik ve yanın da eşlik eden suçluluk duygusuyla kaplandığımı söyleyemeden oturduğum koltuğa daha bir yaslanmış halde oturup umursamaz gülümsememi suratıma bir maske geçirir gibi yapıp “eksik bıraktın, BayanK ile anını” diye bana yönelmiş okları tekrar ona ve geçmişine yöneltim.

 

Evet kaçıyordum, belki kendimden , gerçeklerlerken. Hatırlamadığım gerçeğimden, kaçmak acı versede kaçıyordum işte. Bazen insanın kaçmaktan başka çaresinde kalmıyormuş bu hayatta ve ben kendimi her zaman çaresiz , güçsüz durumda buluyordum. Hep bu durumda olduğum için canımı , hatta ruhumu acıtmaya devam eden sahte mimiklerle duygularımı gizleyip güçlüymüşüm imajını veriyordum herkese ,fakat kimse bilmiyor ki ruhum defalarca tökezleyip düşüyor ve her defasında daha fazla yaralar alıyor.

 

“Beni dinlemeyi sevdin galiba?” diyen Ediz’in sesini işittiğimde daldığım düşüncelerimden yarı dalgın bir şekilde kurtulmaya çalışarak “galiba. Ya da ben dinlemeyi seviyorumdur” diye karşılık verdiğimde Ediz kendinden hoş olan ses tonuyla “belkide birini dinlemek , bir yere ışık olur diye dinlemeyi seviyorsundur” diye cevaplamıştı.

 

 

Beni anlayan bu küçük çocuğa hayranlığımı gizleyemediğim bakışlarımla “galiba” diyebildiğimde o küçük bir dudak kıvırmadan sonra duruşunu düzenleyerek, tıpkı benim gibi sırtını oturduğu siyah koltuğa yaslayıp hep yaptığı gibi sanki şu anından geçmişine birer seyirciymiş gibi bakmayı sürdürerek “BayanK” dediğinde hiç bir şey söylemeden onun anlatacaklarına odaklanmaya çalışıyordum.

 

 

“Beni doğurmayan ama annem olan kişi. BayanK. O kadar iyi bir insandı ki onu unutmak büyük bir saygısızlık. Onu unutan insanların bileğinde derince çizikler olmalı hatta. Biricik BayanK , beni evine almasaydı kim bilir şuan nerelerde nefes alıyor olurdum ya da alamazdım. O öyle iyi bir insandı ki bir kimliğim olmamasına rağmen beni evlat edinmişti. Bir başkası olsa, belki evinden atar veyahut evlat edindiğinde bile ölen oğlunun ismiyle seslenir, öyle bir nüfus cüzdanı çıkartırdı ama o öyle bir insan değildi. O benim adımla bir nüfus cüzdanı çıkartıp öyle sahiplenmişti beni.” Dedikten sonra boğazını temizlediği bir kaç dakikada sanki geçmişin küçük sevimli bir anı gözlerinin önüne gelmiş gibi gülümsedi.

 

 

Bende tıpkı onun gülümsemesi gibi aynı ifadeyle eşlik ederek baktığım zaman Ediz parlayan umut kokan bakışlarla bana bakıp eksik bıraktığı anısına devam edecekken muhtemelen sipariş ettiğim yiyeceklerin getiren kuryecinin “affedersiniz” diyen erkeksi sesini işitir işitmez yerimden kalkıp siparişleri getiren kuryenin karşısına dikilip elindekilerini aldıktan sonra tekrar çalışma, aslında müşterilerime tasarımlarımı önerdiğim odaya geçip Ediz’in karşısındaki siyah deri koltuğa oturup bana meraklı gözlerle bakan Ediz’e hiç bir söz söylemeden kuryenin getirdiği yiyecekleri açtım ve orta sehpaya yerleştirdikten bir kaç saniye sonra bir abi edasıyla “hadi Ediz” diyip ilk lokmayı ağızıma attığımda ne kadar aç olduğumu iliklerime kadar hissetmiştim.

 

 

Açlık öyle bir şeydi ki ilk mide kazınmasından sonra bir şeyler yemediğiniz zaman artık vücut buna alışır ve normal bir asit üretme olduğunu sanıp tepkisiz kalır , taki midenize ilk lokmayı atığınızda midenizde açlıktan oluşan ağrıyı hissetmenizle açlığınız tekrar gün yüzüne çıkar, tıpkı geçmişimiz gibi. Umuyorum ki bu küçük çocuğun anlatığı acılı geçmişi benim ışığım olur da bende geçmişime dair ufakta olsa bir şeyler hatırlayabilsem. Aksi taktirde şuan olduğum gibi geleceğime odaklanamıyor, ne hissettiğimden bi haber ortalıkta savruluyorum gibiyim.

 

 

Bu durum da en korktuğum şey ise bir gün bu savruluşumdan dolayı duygularımı kaybetmem ya da kendimi kaybetmem . Buradaki kendimi kaybetmedeki temel anlam, bedenimi değil, ruhumu yani zayıf hafızam olan sağlıklı zihnimin hastalanmasıyla kaybolmam. Sırf bu korkum yüzünden sabahları, akşamları ve hatta yatmadan önce hem hafızayı geliştirme hemde zihni sağlıklı tutmaya yararlar adına binlerce podcast’leri dinliyorum. Tabi bu konuların yanında da felsefe ve bir çok bilim dalına merakımdan dolayı ansiklopedi okuduğumu, hatta kendi kendime öğrendiğim İtalyanca, Fransızca, Rusça ve İngilizceyi ana dilim gibi öğrenip konuştuğumu göz ardı edemem. Bu hayatta nedenini bilmediğim bir şekilde bilimle ve bir çok şeyi bilmem gerektiği düşüncesindeyim.

 

 

Bundan sekiz yıl öncesinde de öyle miydim acaba? bilmiyorum ama bu duygunun bende böylece güçlü bir şekilde yerleşmesinin belki ve en güzel ihtimaliyle, anne ve babamdan gelmesidir düşüncesi zihnimde kol dolanırken ben bu düşünceye inanmak isterken bile bir yanım bana bağıra çağıra hatta ruhumu hırpalaya hırpalaya peki öyle ise neden seni bulmadılar diye düşüncemden vazgeçmeye zorlayan bunun gibi binlerce cümlelerle karşımdaydı.

 

 

Bu her zaman böyleydi ; insanın bir yanı melek ve bir yanı şeytan, tıpkı çizgi filmlerde olduğu gibi. Bana hükmeden düşüncelerimde o çizgi filmlerde olan karakterlerin omuzlarında yerini alan ,beyazlar giyinen , kanatları olan melek ve kırmızı boynuzları olan ve hatta elinde asası olan şeytanı simgeler gibi düşüncelerimle yaşıyorum. Yaşamaya devam ediyorum bu sekiz yıllık yaşantımı. Ve bu sekiz yıllık yaşantımda çoğunlukla şeytan ve melek olan düşüncelerimin arasında kalan ruhumla can çekişiyordum, hatta öyle bir acıdır ki bu, kendimi saatlerce idman yapmakta ya da uzunca kilometre koşmakta buluyordum. Çünkü taraf seçmektense bedenime acı çektirip susturmak işime geliyor.

 

 

“yine daldın BayQ” diyen Ediz’in sesiyle başımı eğip, bakışlarımı diktiğim pidelerden ayırıp Ediz’e abi şefkatimden feragat etmeyerek “niye yemiyorsun? Hadi zıkkımlanalım da işe aç başlamayalım” dediğim zaman Ediz hem gülümser, hemde şaşkın bir ifadeyle mavi gözlerini onun gibi mavi olan gözlerime dikip “zıkkımlanalım?” dediğinden anlamıştım ki tuhafına gitmişti “benden kibar laflar çıkmaz. Zaten beceremem de ben öyle şeyler. Oğlum ben oluruna yaşıyorum” ufak bir gülümsemeyle dediğimde

 

“oluruna yaşıyorsun BayQ”

 

“oluruna Ediz. Nasıl işime geliyorsa” diyip göz kırptığım sırada Ediz çekingen tavırlarla uzandığı pideyi yemeye çalıştığından onu rahat hissettirmek için sert bir dilde “ha, bu arada karşımda utanan, çekinen yaratıklar istemiyorum” dediğim zaman “yaratık değilim” diye çıkışan Ediz’i umursamayarak karnımı doyurmaya devam ettim.

 

 

Milyonlarca cevapların arasından sadece susmayı seçmem karşım duran çocuğun yaşına göre hem büyük cevapları ve idalı sorularının hatta savunmalarından dolayı sadece yemek yemeyi seçtim.

Sessizce.

 

Suskunluğun bulaşıcılığından o da tıpkı benim gibi susup karnını doyurmaya devam ediyordu. Elbet ruhların açlığından karınların dolu olmasının hiç bir nedeni olmasada insan vücudunun reaksiyonla tepkilerinden davranılması kaçınılmaz bir durumdur.

 

 

Ballarım oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım,

 

Bir daha ki bölümde görüşmek üzereee 🩷🩷🩷🩷🫂🦋🎀💖

 

 

 

 

 

Loading...
0%