9. BÖLÜM
🕯
Şarkı : Sena Şener ( sevmemeliyiz)
Keyifli okumlarrrrr...🦋
Her duygunun bir sonu vardır elbet ama yerine başka bir duygunun gelmeyeceğinin garantisi hiç bir zaman olmamıştır, duygular birbirlerinin ardına veren yaramaz birer çocuk gibiydi.
her zaman.
Bende bugün bir çok duygu yaşamıştım, ama içlerinden en çok da Ruhhanın bana karşı olan öfkeli bakışlarındaki burukluğum, onda anlamadığım bir şekilde tanıdık bir şey olmasına rağmen ondaki sebepsiz öfke beni üzmüştü. Hiç tanımadığımız birine nasıl öfke dolu bakabilirdi ki. Bunu anlamıyorum işte. düşüncellerle oturduğum masadan kalkıp evime giderken Ediz’in çocuk sesiyle onun varlığını hatırlamıştım.
Düşünceler etrafımızda kimlerin olduğunu unutup dalgınlaştırıyordu. Her zaman. “BayQ, gidiyor musun?” sesinde telaş vardı belki biraz da tedirginlik. Üzgün olduğu besbelliydi. suratını iyice incelemeyi bitirip başımla evet anlamında sallayarak “paydos ufaklık” her zamanki hissizlikle demiştim, galiba benim sekiz yıllık yaşantımda yaptığım en iyi şey rol kesip hissiz bir duvar gibi davranmak.
En kolayıydı...
Ediz bana doğru bir adım atı ve kocaman beklenti dolu gözlerle “benim bir meskenim yok BayQ” dedi tahminimce ona kalacak yer vermemi istiyordu, haklıydıda. Dövme salonuna kısa bir göz gezdirdiğimde Ediz’in sarı saçlarını karıştırıp “benim evde kalmak istermisin, tek başımayım zaten” tek başınayım demek bile insanın yüreğine dokunuyormuş.
Dokundu.
yanlızlık insanı hem güçlü hemde en güçsüz birine çeviriyordu ve tıpkı benim gibi nasıl bir ruh halinde olduğunu asla çözemiyordu, en azından ben çözemiyordum. Ben daha kim olduğumu bilmiyorum neyi çözecektim Allah aşkına...
“burada da kalabilirim aslında” bu küçük çocuğun bu kadar büyük bir mahcubiyetle bana bakması normal olmamalıydı. “saçmalama, ufaklık burada kalamasın, bu mahallenin elektrikle ilgili sorunu var her gece kesilir elektrikler” karanlıktan korka bilir bu önemli değildi. Asıl önemli olan , bu dondurucu havada elektrikler kesilirse asla ısınamazdı.
Asla.
“karanlıktan korkmuyorum BayQ, ben aydınlıktan korkuyorum, bir şey olmaz bana” bende karanlıktan , siyahtan korkmuyordum bende tıpkı Ediz gibi aydınlıktan ,beyazdan korkuyordum. “karanlık güvenlidir, karanlık saklar BayQ” dediğin de
Ediz’in acısını yüreğime bir kor ateş gibi düşmüştü. Cemal denen pedofili psikopatın, tecavüzcünün bu küçük çocuğa büyük travmalar yaşatması damarlarımda bir sinir dalgası dolanmasına yetiyordu. Umarım onunla hiç bir zaman karşılaşmazdım aksi taktirde onun ebesini beleyeceğimden fazlasını yapacaktım...
“karanlıktan korktuğun için değil, elektrikler kesilince donarak geberirsin Ediz” baskın bir tonla söylemiştim “geberirim demesen olmaz mı BayQ, daha kibarca açıklayabilirdin bana” kafayı yememe az kaldı, zaten yeterince kibar biriyim daha nasıl kibar olabilirdim ki? Her zaman daha fazlasını istenilmemeliydi. Benden anca bu kadar oluyordu.
Yeterdi zaten.
Ediz’in omuzundan tutup önüme çektikten sonra “düş önüme yer cücesi” dediğimde benim ufaklık arkası dönük bir şekilde “bende tıpkı sen gibi olacam. Sen olacam ben BayQ. bana ufaklı deme artık” demeye devam edeceğim. “dillinin de maşallahı var, dünyayı bir kaç tur atacak uzunlukta” dediklerimle dilini çıkarıp baktı Ediz, “benim dilim kısa ama BayQ” bilge bir tutumla söylemişti, Ediz’e mecazları ve hangi cümlenin ne anlama geleceğini öğretmeliydim.
“sen aptalsın Ediz, o yüzden sus artık”. Dövme yani tattoart salonumu kapatıp eve doğru yürürken soğuktan Ediz’in dişleri birbirine çarpıyordu. Dirençsizlik muhtaçlığı getirirdi normalde ama bu ufaklık da işler öyle gitmiyor galiba. Aksi taktirde soğuk diye dil dökmesi lazımdı fakat bu çocuk diş tıkırtısını hiçe sayıp soğuktan kızarmış yanaklarına bilmem kaç beden büyük ceketimin koluyla dokunarak “BayQ, sence insanlar kızdıklarında ya da bir şeye alındığında hemen karşısındaki insana söylemeli mi? Yoksa yüreğinin derinliklerine mi gömeli?”
Diş takırtısının sesini bir kez daha duyumsadığımda onu kucağıma aldım ve nerden çıktı bu soru bakışları atıktan sonra “sıcağına sıcağına dökülmeli” diye kestirip atmıştım ancak bu ufaklığın normalde zehir gibi olan zekası duraksamış olmalı ki , Ediz sıkıntıyla kıpırdandı ve mavilerinin derinlerinde yerleşmiş merakla çekinerek “şey BayQ.. ben sanki anlamadım gibi. Biraz daha açık olurmusun?” dedi. Merak iyi bir şey hatta bende meraklı bir insanım ama insanları soru yağmuruna da tutmuyorum.
Bu günü saymasam tutmazdım. İnsanlar anlatır , bende sesiz sakin can kulağıyla dinlerim. Olay tam olarak bundan ibaretti..
Neyse çocukluğuna veriyorum diye düşündüğümden sakin bir ses tonuyla “yani olayın olduğu an konuşmalı, biriktirildiğinde ufacık bir toz tanesi kadar olamayacak bir hadise, tüm birikmişler çarşafın altından çıkıp kocaman bir patlama yaratarak tüm bağları kopartır, bu birini çok sevmiş olsan bile o bağı kopartır, ufaklık. ”
bu sözlerim gerçek düşüncelerimdi, ufacık bir kıvılcım kocaman bir volkan yaratır ve ateş herkesi yakar, geriye sadece küller kalırdı. Bazende geriye koca bir hiçlik kalırdı..
Ediz bana daha fazla sokularak “güçlü bağlar kopmaz BayQ. Kopuyorsa o kadarda güçlü değilmiş demek” ,
“kopar ufaklık. Güçlü bağlarda kopar,”
tüm bağlar kopar.
”nasıl kopabilir ki? Güçlü sonuçta”,
bir taraf fedakarsa o güçlü bap kopmazdı ancak...
“tüm birkmişler döküldüğünde koca bir kırgınlık oluştuğundan kopulur. Ediz”
kırgınlıklarınla boğuşurken ipe asılırsın bazen de. Tabi bu söylediklerimi söylemedim, çocuk kalbi bilmiyordu şu an dünyayı...
sözlerimden anlamayan Ediz bana bir kez daha merakla “kırgınlığın kızgınlıktan ne farkı var ki BayQ? Yetimhanedeyken Soner hep bize kızıyor ama ona sarılınca biraz da olsa bize gülüp oynuyordu , peki kırgınlık nasıl bir şey?”
çocuk kalbi bunu tatmıştı aslında ama sevdiklerinin olmadığından olsa gerek bir insanın sevdiğine kırıldığından haberi yoktu, o sadece ruhu kırık dökük, harabe bir çocuktu ve buna rağmen hâlâ çocuk kalmayı başarmıştı, hâlâ nefes alabiliyordu. Kendimle kıyasladığımda ben asla Ediz gibi güçlü bir çocuk olamazdım, dayanamazdım, onun gibi her şeye rağmen, tüm yaşadıklarına rağmen...
yaşam mücadelesi veremez, göğüs gelemezdim...
Ediz’in başını kar eldivenlerim giyinik bile olsa başını okşadım ve ilk kez ona karşı bir maskemi indirerek , şefkat barındıran bir sesle “Ediz, sevdiğimiz insanlara kırıldığımız da onları sevmekten vazgeçmeyiz fakat onlara artık eski pencerenizden de bakamayız da. Eski çiçek dolu bahar, bahçe olan pencere yok olup yerine kasvetli, ve her şeyin altından istemesek bile bir kötülük olduğunu sahipleyen bir pencere yer alır. Ve o çiçekleri karşımızdaki insanlar yakar , yok edip, iz bırakmazlar ufaklık, çünkü Ediz hiç kimse sevdiğine bile isteye tuğladan duvarlar örmez” söylediklerimle Ediz başını aşağıya ve yukarıya usulca salladı. “anladım BayQ, kızgın olmak geçici bir duygu kırgınlık ise baki” burukluk akmıştı sesinden.
Ediz’i kucağımdan indirip , kucağıma almadan ceketimin kollarıyla bedenine bağladığım düğümü çözdükten sonra oturduğum sokağın yakınlarındaki giyim mağazasını Ediz’e işaret edip “hadi sana bir kaç bir şey alalım” deyişimle gözlerinde mutluk parıltısı yer edinmişti ve bu mavilerindeki mutluk benim de dudaklarıma küçük bir gülümseme peyda etmişti...
küçük bir çocuğun mutluğu tüm maskelerimi indirebilecek güçtendi çünkü kalbime dokunan bu duygu suratıma yereden gerçek bir gerilme vardı. Ediz’le birlikte mağazaya girdiğimizde on beş veya on altı yaşlarında siyah saçlı ve bir gözü mavi diğer gözü ise kahverengi renkli olan kız çekingenlikle “hoş geldiniz efendim” diyip gözlerini bir saniye bile olsun Ediz’e değdirmeden bana bakmayı sürdürmeye başlamıştı. Yanımda bulunan Ediz’i yok sayması kaba bir davranıştı. Hiç kimse zararı dokunmamışsa birini yok saymamalıydı.. çocuk bile olsa saygı gösterilmeliydi. “çocuk kıyafetlerine bakmak için gelmiştik” çoğul eki kullanmaya özen göstermiştim. Ve başımı sağa tarafa döndürüp Ediz’i gösterdim. Görmüyorsa, göstermeliydim.. Küçük kız kaşlarını önce belli belirsiz şüpheyle çatı daha sonra surat ifadesini düzeltip çalışan müşteri mesafesiyle “tabi efendim, çocuk reyonumuz bu taraftadır” diyerek çocuk kıyafetleri tarafı gösterdiğinde baş hareketiyle teşekkür edip reyona doğru giderekken Ediz uzun bir suskunluktan sonra pantolonumun köşesini çekiştirip “BayQ, gördün mü?” ona baktığım zaman mavi hareleri kocaman açılmıştı. Büyük ihtimalle farklı renkte gözleri olan o kızın gözlerini soracaktı...
“neyi ufaklık?” tahmin ettiğim şeyden emin olsamda bildiğim yollarda yürümeyi her zaman sevmişimdir. Çünkü güven vericiydi bildiğimiz yollar, sıkıcı olsa bile. “ablanın gözü iki renkliydi” şok içinde kalmış gibi söylemişti. “olabilir” diyerek kestirip attım ancak Ediz meraklı bir çocuk olduğundan dolayı “nasıl olabilir BayQ?” diyip merakla açılmış maviliklerini , onunla aynı olan maviliklerime kenetlediği zaman bıkkın bir ifadeyle “olabilir Ediz, dünya burası her şey mümkün” diyip Ediz’e göre bir şeyler bakmaya başlamıştım bile lakin Ediz beni hiç şaşırtmadan “ama BayQ” ona kısa bir bakış atım “benimkilerin ikiside aynı ama” sözleriyle beraber gözlerini kocaman açıp benle aynı renkte olan mavilerini göstermişti.
Bu hâline ona bakmadan ufak bir dudak gerdim. İtiraf etmeliyim ki bu çocuk , tıpkı bana haber vermeden yok olan arkadaşlarım kadar iyi hissettiriyordu, üstelik onca yaşadığı hadiselere rağmen...
elime beyaz bir kapüşonlu üst alıp Ediz’in önüne tutuğumda tekrardan güvenli bir limanda olmak için hissiz olan maskemi taktım ve düz bir şekilde “nasıl bu?” Ediz yüzünü buruşturup önünde tutuğum beyaz kapüşonluyu iki eliyle itti ve tiksinti duyduğunu belli eden tonla “bu iğrenç rengi istemiyorum BayQ” hatırladıklarıyla gözleri dolmuştu artık. Yarası derindi, yarası belkide kaburgalarını kırıyordu fakat gözyaşları akıtabiliyordu...
acaba olabilseydi, kanayan yaralarının kanı gözlerinden akar mıydı? Böyle bir şey mümkün olsaydı Ediz’le beraber kan ağlayabilirdim.
Lakin ağlamaktan nefret ediyorum,
ağlamak, sızlanmak bana göre değil. Nedensizce çektiğim acılar, nerden geldiğini bilmediğim kalp kırıklığım dağ olup boyumu geçmişken bile tek bir damla gözyaşı dökmemiştim bu koca sekiz yılımda. çünkü sevmezdim ben sızlanmayı, yaş dökmeyi ve tanrının yardımıyla da sular damla damla akmadı mavi harelerimden... bir gün beni ağlayarak görürler ise ya da ben ağladığımı gözyaşlarımdan dolayı fark edersem iyi olmadığımı, artık ufak bir güç belki de dayanaklık duygum olmadığımın kanıtı olacaktı ve bunu herkes görecekti ve tabi bende yaralarıma sadık kalmış bir şekilde fark edecektim yani yenilecektim kendi kendime. Hissede hissede, kanaya kanaya... Neyseki öyle bir eylemi gerçekleştirmeyeceğim.
Asla.
Dayana bildiğim kadar dayanmayı öğrendim. Öğrenmeye de devam etmekten başka çarem yoktu.
Meskensizlerin anca saklı acıları olurdu zaten. Gizli saklı ve bir o kadarda yaralı, en dikiş tutmayanından. Ve nereden geldiği asla beli olmayan sızıntıları olurdu, o yüzden hayatım da gözyaşlarına yer yoktu.
Hiç bir zaman.
“böylesine ihanet eden, korumayan bir rengi üstümde taşımayacağım BayQ” küçücük bedeni sinirden titriyor dişleri birbirine çarpıyordu. Yaşatan , yaşayanı hiç bir zaman anlamazdı derler acaba o alçak herif yaşattığını yaşıyormuydur. Tek temennim Ediz’e yaptıklarının iki mislini yaşamasıydı fakat Sekiz yıl boyunca bir çok şeye tanık olmuştum lakin yaşatanın, aynı şeyi yaşadığını hiç bir zaman görmemiştim. Bu yüzden aynı yaraya sahip olmadan ,hiç bir zaman karşındakinin acısını anlayamazdık, empati yeteneğimiz sadece merhametimizden kaynaklanıyordu çünkü.
Acırdık ama hissedemezdik, aynı yaraya sahip değilsen, o yaranın acısını sadece üzülmekle kalırsın. Tabi merhamet sahipiysen. Çünkü herkeste olmazdı. Sekiz yıl boyunca öyle insanlar gördüm ki insan demeye bin şahit gerekirdi...
Yıldızı yakmayı ve yorum yapnayı unutmayın ballarım, hepinizi seviyorum bir dahaki bölümde görüşmek üzere...🦋❄️💕💖🥂🕯🎃🌙👒
Okur Yorumları | Yorum Ekle |