47. Bölüm

Aynı şeyi severken 14. kısım

Öykü yıldırım
oykuden

Melis yaşadığı şoka rağmen hiç tepki vermedi. Gökhan’ın saçma sorusuna karşılık, garip hiçbir şey yokmuş gibi zoraki bir tebessüm takındı yüzüne. Kafasını hafifçe onaylar anlamda salladı ve arkasını dönüp banyoya girdi.

Emre, banyonun kapı sesini duyar duymaz, kardeşinin üstüne doğru yürümeye başladı. Gözlerini kısarak adama odaklandı. Yumrukları sıkılı, ağız kısmı tamamen gerilmişti. Gökhan aynı muzip ifade ile abisine baksa da suçluluk duygusu yüzünden okunuyordu. Defne olayı toparlamak için araya girdi.

- Biz gidelim bence

- Yok gitmeyin siz. Hem çok önemli işiniz yok mu? Davetli listesi hazırlayacaksınız daha.

Bu sözleri söylerken oldukça tehditkar bir şekilde kardeşine bakıyordu. Bakışında zerre yumuşama yoktu.

- Hadi. Hadi kahvaltıya, derken Gökhan'ın omzuna serçe vurdu.

Gökhan ise hiç bir şey söylemedi. Masaya oturdu. İnfaz kararını bekleyen bir suçlu gibi abisinin patlayacağı anı bekliyordu.

Melis yüzünü yıkayarak kendini sakinleştirdi. Ağlamayacaktı. Hiçbir şekilde bu konuyu açmayacaktı. Gayet sakin davranacaktı. Oradaki herkes “Benin için de çok önemli değildi zaten.” mesajını almalıydı. Üzüntü ya da kırgınlığını bunu hiç önemsemeyecek, hiç tanımadığı bu insanlara gösterecek kadar zayıf değildi. Buradan hiçbir şey olmamış gibi sakince çıkıp gidecek ve bir daha da bu noktaya gelmeyecekti. Ama bir sorun vardı. O da Kakao. Kakao’yu almadan Emre ile ilişiğini kesemezdi. Sakin kalırsa her şeyi daha rahat halledeceğinin bilincindeydi. Bu nedenle kendini telkin ederek salona geçti.

 

Emre tezgahın başında çay koyuyor, misafirleri ise masada yan yana oturuyorlardı. Melis’in gelişi ile panik havası geri geldi. Gergin bir tanışmadan sonra masaya oturdular. Havadan sudan konuştular, kafeden bahsettiler, Melis’in evini su basmasıyla ilgili bir kaç cümle de eklendikten sonra konuşacak konu kalmamış gibiydi. Bütün bu sohbet süresince Emre Melis’in nasıl olduğunu anlamak için sık sık kaçamak bakışlar atıyordu. Eli ayağına dolanmış bir şekilde kadının hareketlerini takip ediyor, eksiği olup olmadığını soruyor, daha bitmeden çayını tazeliyordu. Arta kalan zamanlarda da gerginliği bozmak için anlamsız şaka yapma girişimini sürdüren kardeşine tehditkar bakışlar atıyordu.

 

Gökhan durumu kurtarmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Ancak bir yanda abisinin ateş fışkıran gözleri diğer yandan Defne’nin dürtüklemeleri sonucunda pes etti. Ve sustu. O da susunca masada uzun bir sessizlik oldu.

Defne dayanamadı ve konuyu değiştirmek adına not defteri ile kalem çıkardı. Davetli listesini hazırlamak için sevgilisine döndü. Konu odağı kayınca masadaki gerginlik biraz olsun azalmıştı. Defne kendi ailelerini saymayı unuttuklarını fark edince

 

- Şimdi siz 4 kişisiniz, diye hesaba devam edecekti ki;

- Beş, dedi Gökhan

- Kendini sayma.

- Annem, babam, abim, Sude, Melis. Beş işte.

Bu sözün üstüne Defne, Gökhan’a acır gözlerle bakmaya başladı. Melis derin bir iç geçirdi. Emre ise önce başını eğip parmaklarıyla gözlerini ovaladı. Ardından kafasını kaldırıp Gökhan’a bakarak tehditkar ve alaycı bir gülümseme takındı. Gökhan bu ifadenin anlamını biliyordu: “ Devam et sen. Et ki sana yapacaklarım konusunda şüphem kalmasın.”


 

- Defne boğazını temizleyerek not defterine geri döndü. Bir süre sonra sessizliğ gozan yine o oldu.

- Gökhan

- Hıı

- Babanı çağıracak mıyız?

 

Bu soru ile birlikte Gökhan’ın yüzünde her koşulda var olmayı başaran o muzip ifade birden silindi. Kadının ne sorduğunu biliyordu ama bilmemezden gelerek konuyu kapatmaya çalıştı.

 

- Geliyor ya.

- Hikmet amcayı demiyorum. Öz babanı diyorum.

 

Gökhan oturduğu sandalyede geriye doğru gitti. Masaya yavaş ama gergin bir şekilde vurarak ayağa kalktı. Pencere tarafına gitti. Defne sevgilisinin bu hareketini çok içerlemiş ve olduğu pozisyonda kalmıştı. Emre dayanamadı;

- Geç otur şuraya, artist artist hareketler yapma.

 

Abisine ters bakışlar fırlatan Gökhan yerine tekrar oturdu. Oturduğu yerde bacaklarını istemsizce yer vurmaya ve sallanmaya başladı. Sabırsızlığı ve öfkesi her halinden belli oluyordu. Birden defneye dönüp gergin bir tonla;

- Sen neden canın sıkıldıkça bu konuyu açıyorsun?

- Canım sıkıldıkça değil Gökhan, adam seni defalarca aradı. Görüşmek istemedin tamam ama pişman olmandan korkuyorum, bunları söylerken sakinliğini hala koruyabilmişti. Anlayışlı bir dil kullanmaya özellikle dikkat ediyordu ama karşısındaki adam durumu hiç de böyle anlamamıştı. Ve sesin tonunu giderek yükselmeye başlamıştı.

- Sana ne? Seni ne ilgilendiriyor benim pişmanlığım? Sana noluyor?

 

Bu duydukları karşısında Defne iyiden iyiye bozulmuştu. Kızgın, kırgın ve biraz da şaşkındı. Emre

- Gökhan, diye araya girdi uyaran bir ses tonuyla.

- Ne Gökhan, ne Gökhan? Her seferinde diyorum ki açma şu konuyu. Her seferinde uyarıyorum. her seferinde.

- Anlatmıyorsun bile. Sadece üstünü kapatıyorsun. O zaman bana neden bu kadar öfkeli olduğunu anlat, diye yakarır bir sesle konuştu Defne

- Sana ne?

- Gökhan, diye yeniledi Emre. Bu defa daha yüksek perdeden çıkmıştı.

 

Gökhan bu son uyarıyla birlikte üslubunu biraz daha yumuşatarak devam etti. Yine de hala kızgın olduğu belliydi.

- Benim için tamamen kapanmış bir konu. Anlatmaya da düşünmeye de tekrar açmaya da gerek görmüyorum. Biliyorsun ama sürekli ısrar ediyorsun.

- Allah aşkına Gökhan eski sevgilinden bahsetmiyoruz. Babandan bahsediyoruz. Nasıl kapanabilir ya? Böyle bir şey mümkün mü?

- Babam değil o benim.

- Baban, diye belirterek araya girdi Emre. Sonra da sakince devam etti;

- Sevip sevmemen önemli değil. İstediğin kadar inkar et aynaya her baktığında bile görüyorsun. Bugüne kadar konuşmamanız hata. Kaçarak yok edemezsin.

 

Bunun üzerine Gökhan bakışlarını öne doğru eğdi, kafasından bir şeylerin yanlış olduğu geçiyordu. Haklı olduğunu içten içe düşünüyordu. Belki de herkes haklıydı. Sonra bu kavga süresince konuşmaya hiç dahil olmayan Melis zayıf ve biraz da kararsız bir sesle;

 

- Aslında… Bir kişi rahatsız oluyorsa, anlatmak istememesi oldukça doğal bence.

Gökhan bu desteği hiç beklenmedik yerden almıştı. Kafasını kaldırıp anlaşılmış olmanın verdiği rahatlamayla nefes verdi. Abisi tek kaşı kalkmış bir şekilde Melis’e dikti gözlerini.

 

- Anlatmak istememesi doğal. Ama anlatmaması doğal değil.

- Hayır, o da doğal, diye cevap verdi hızlıca. Sonra Defne’ye döndü ve yumuşak bir sesle;

- Yanlış anlama hatalı olduğunu söylemiyorum. Sadece ikiniz de haksız değilsiniz bence. Sonra Emre’ye dönerek, sert bir şekilde devam etti.

- İnsanların bazı hassasiyetleri olabileceğini anlamak bu kadar zor olmamalı bence. Bu çıkışında az önceki konunun bilenmişliği de vardı aslında. Ancak Melis o an bu kontrolsüzlüğünü fark etmemişti.

- Sorumluluklardan “hassasiyet” bahanesiyle kaçamazsın.

- Hassasiyet bir bahane değildir.

- Sadece kendini hislerine ve durumuna duyarlılık göstermek, hassasiyet değil bencilliktir.

- Değildir. Bencillik kendi çıkarı için başkasını görmezden gelmektir. Hatta belki de kullanmaktır.

 

Melis’in son sözleriyle birlikte Emre, konunun aslında bir kaç saat önceki potla ilgili olduğunu anladı. Bütün öfkesine rağmen geri çeilmenin daha uygun olduğunu fark etti;

- Tamam, oturup kavram tartışacak değiliz. Çıkalım artık. Ben üstümü değiştiriyorum.

 

Dünkü yağmurdan sonra hava yumuşamıştı. Yerler hala ıslak, hava tertemizdi. Dışarı çıkan dörtlünün hepsinin yüzü asıktı. Hepsi memnuniyetsiz görünüyordu. İki kardeş yan yana duran iki arabaya doğru yöneldi. En arkadan Melis geliyordu. Defne Emre’nin olduğu tarafa yürüdü.

 

- Nereye gidiyorsun, diye seslendi Gökhan. Defne;

- İşe gidiyorum. Çekim var bugün.

- İşe gidiyorsun, diye sordu imalı bir sesle. Çekim olmadığına adı gibi emindi. Sonra ona ters ters bakmaya devam eden adama dönerek devam etti;

- Çekim var yani bugün, öyle mi?

- hıı, diye yanıtladı Emre yüzünde alayla karışık bir inat vardı.

Bu cevap karşısında sinirlenmiş olsa da, abisi gibi alaycı bir tavır takındı. Fazlasıyla tiyatral bir halde

- Tamam o zaman. Biz tutmayalım sizi. Sizin aceleniz de vardır şimdi. Ne yapalım? Melis, seni ben bırakayım bari. Şimdi işleri aksamasın.

Bunu derken gözünü abisinden hiç ayırmamıştı. Melis şaşkın ve tedirgin bir halde Gökhan’ın olduğu yöne doğru yürürken, Gökhan’ın gözünde zafer kıvılcımları beliriyordu. Emre dişlerini sıkarak kardeşine ölümcül bir bakış daha attıktan sonra arabaya bindi.

Bölüm : 27.12.2024 10:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Öykü yıldırım / BEN, KEDİM, SEVGİLİM / Aynı şeyi severken 14. kısım
Öykü yıldırım
BEN, KEDİM, SEVGİLİM

7.11k Okunma

907 Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...