Emre, kapıyı açıp eve girdiğinde Zorro saniye kaybetmeden üzerine atladı. Bir an şaşırdı adam. O kadar uzun zaman olmuştu ki, bunu beklemiyordu açıkçası. İçinde kalan bir parça öfke de bu olayla uçup gitti. Kendisini gerçekten keyifli hissediyordu. Bu akşam eski rutinine geri dönmeye çalıştı.
Kitap okumayı denedi. Ancak ne kafasını toplayıp okuduklarına odaklanabiliyor ne de Zorro başka şeyle ilgilenmesine izin veriyordu. Koltuktan yere indi. Halının üzerine bağdaş kurarak, haylaz kedisiyle sert bir oyuna girişti. Bundan keyif alması gerekiyordu. Aslında alıyordu da ama tüm ilgisini oyuna yönlendirmekte güçlük çekiyordu. Dün aklına gelmeden duramıyordu. Sabah zaten tam bir felaketti. Sonra düşündü; Melis’in bu olaylara hiçbir tepki vermeyişi kötü hissettiriyordu, evet. Öte yandan telafi edilmesi gereken bir yanlış anlaşılma vardı. Bu noktada inada bindirmek sadece kadın açısından değil, kendisi için de anlamsızdı. Konuşulmaları şarttı. Ama nasıl bir adım atması gerektiğini seçemiyordu. Melis hiçbir şey olmamış gibi yaptıysa onun da bu şekilde mi devam etmesi gerekirdi? En azından ilk iletişimi kurana kadar. Telefonu alıp kamerasını açtı. Çok rezil görünmediğine karar verdi. Zorro’ya sıkıca sarıldı ve bir fotoğraf çekti. Başka hiçbir şey demeden bu fotoğrafı Melis’e yolladı.
Melis, evdeki kalabalık dağıldığında üçlü kanepeye atmıştı. Gürültü olsun diye televizyonu açmıştı. Pek de ekrana baktığı söylenemezdi. Kendisini halsiz ve yorgun hissediyordu. O kadar uzun bir iki gün geçmişti ki, bitkin düşmüştü artık. Aklı ise karman çormandı. Dün sabah çok mutsuz ve umutsuz hissediyordu; akşamına heyecanlı ve mutluydu; evin halini görünce panik ve çaresizlik üstüne çullanmıştı; gece ise keyifliydi. Bugün sabah kırılmıştı; sonra öfkelenmişti; ardından da şaşırmıştı. Bütün bu duyguları çok yoğun ve çok içten hissetmişti. Şimdi ise ne hissedeceğine karar verememişti.
Bütün gün Gökhanla birlikte geçmişti. Ve eğer doğru anladıysa insanlarla uğraşmayı seven biriydi. Sabah kırdığı pot muhtemelen abisiyle uğraşmak için söylenen öylesine bir cümleydi. Böyle düşününce duruma gülüyordu ancak emin olamamanın verdiği bir kırgınlık da vardı içinde. “Keşke anlatabileceğim biri olsa” diye geçirdi içinden. Teyzesini aramayı düşündü, sonra velisine danışmak için biraz büyük olduğuna karar verdi. Hem teyzesi şu an kim bilir nerede kendini eğlenceye vurmuştu. İlk defa bu gece kardeşleri ile daha yakın olmadığına, onlarla büyümediğine hayıflandı. Teyzesiyle gitmek istemeseydi ne olacağını düşündü. Telefona bakıp, onun ne kadar işe yaramaz bir nesne olduğuna kanaat getirmişken bir mesaj geldi.
Melis, Emre’nin kediyle sarmaş dolaş fotoğrafını gördüğünde gülümsedi. Bu görüntü hoşuna gitmişti. Yine de kıskanmadığını söyleyemezdi. Kakao’yu özlemişti. Adamı da özlemişti. Kendini biraz dışlanmış hissetti. Diğer yandan Emre’nin hiçbir şey demeden ona nispet yaparak, şakalaşma çabasına biraz içerledi. Bu karmaşık duygular içinde yazıp yazıp sildi. Sonra fotoğrafa tekrar baktı. Görüntüyü incelerken koltukta duran kitap dikkatini çekti. Fotoğrafı büyütüp kitaba baktı : Vahşetin Çağrısı. Kitabın olduğu kısmı yuvarlak içine alıp işaretledi. Gözleri kısık, yüzünde hınzır bir gülüşle yazdı;
“ Bu kitabı daha yeni mi okuyorsun? Yakıştıramadım doğrusu.”
Aslında adamın kitabı ne zaman okuduğu elbette ki umrunda değildi. Sadece konuyu başka yere çekip karşısındaki adamı sıkıştırma ihtimalinden hoşlanmıştı. Emre mesajı gördüğünde bu çabayı fark etti. Gülümsedi ama yine de ciddiyetle cevap verdi:
“ Çok sevdiğim bir kitap. Ara ara tekrar okuyorum.”
Aldığı cevap üzerine Melisin sırıtışı belirginleşti ama bu defa yüzünde ve yazış biçiminde hırs ve inat karışımı bir hal de vardı. Mesajı yollar yollamaz, telefon elinde bekleyen Emre vakit kaybetmeden açtı. Kadının yazdığını gördüğünde yüzündeki sırıtış dondu kaldı:
“ Neden bu kitap? Meşhur cazibenin kaynağı bu mu yoksa?”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
15.4k Okunma |
1.53k Oy |
0 Takip |
65 Bölümlü Kitap |