Pazar sabahı, hava oldukça kapalıydı. Sabaha karşı yoğun bir sağanak başlamış, gün boyunca da dinecek gibi görünüyordu.. Muhtemelen bugün kafeye gelen giden pek olmayacaktı. Samet’e bugün de gelmemesi için mesaj attı. Kendisi de taksiyle kafeye ulaştı. Kakao’yu bir sırt çantasının içine koymuş, çantayı göğsüne takmıştı. Bu sayede kediyi ıslanmadan - ve tabi çıldırmadan- taşıyabilmişti.
Saat on gibi yağmur mola verdiğinde, Refik Amca gelip masasına kurulmuştu. Birkaç kişi de gelip gitmişti ama o kadar. Zaten sonra yağmur tekrar başlamıştı.
Refik Amca gazetesini okuyor, Kakao da ayaklarının dibinde uyukluyordu. Melis ise onun karşı masasında sadece oturup düşünüyordu.Kafeye alınacaklar için eline kağıt kalem almıştı ama doğru düzgün bir şey yazmamıştı bile. Yalnızca sayfaya arada bir çizikler atıp duruyordu. Dün geceyi düşünüyordu. Acaba biraz fazla sert davranmış olabilir miydi? Adama resmen tacizci muamelesi yapmıştı. Daha kötüsü adam bunu fark etmişti. Yine görüşeceklerdi, biliyordu. Çünkü Kakao’yu istiyordu. Kediye bakarken ikisini birden kaybetmenin düşüncesi ile ağırlaştı. Daha kötüsü biri zaten hiç onun olmamıştı bile.
-Kapı açılıp Emre içeri girdiğinde Melis bu düşüncelerden tam sıyrılamamıştı bile. Emre, elinde bir gazeteyle Refik Amca’nın masasına geldi.
-Oturabilir miyim Refik Amca?
-Refik Amca, gözlüklerinin üzerinden bakarak adamı süzdü. Eliyle otur işareti yaptı.
-Geç geç.
Emre paltosunu çıkarırken, kedi adamı çoktan fark etmiş, bacaklarında dolaşmaya başlamıştı bile. Yaşlı adamın karşısına otururken, Melis’e dönüp;
-Ben de bir çay alabilir miyim? diye sordu.
Melis, şaşkın şaşkın hiç kıpırdamadan adamı seyrediyordu:
- Ha? ha tabi?
O çayları koyarken Emre kucağında kedi ile gazetesini açıp okumaya başladı. Sonra Refik Amca siyasetle ilgili bir laf atınca muhabbet etmeye başladılar. Bu böyle saatler sürdü. Melis onların karşısındaki masada oturuyor ve sohbeti yarım yamalak dinliyordu. Konuya hiç dahil olmuyordu. Bundan birkaç saat sonra ne olacağı, bugünün nasıl sonlanacağı hakkında bir fikri yoktu. Emre’nin ise dikkati tamamen sohbette görünüyordu.
-Sen nereliydin Refik Amca?
-Ankaralıyım ben.
-Ne zaman geldin buraya?
-Ohooo taa 82’de geldim. Dur 83. Evet evet 83’te geldim. Amca oğlu şantiyede çalışıyordu benim. E ben de işsizim o zamanlar. Dedi “gel, senin de rıskın çıkar” Ben de hanımla kızı alıp geldim.
-Ondan önce ne iş yapıyordun ki?
-Ben PTT’de çalışıyordum. Babam dedi ne yapacaksın, çiftçiyiz biz. Dedim “yok, ben memur olacağım” Bizim köyde de bir bendim sınavı kazanan. E tabi beklemiyorlar bizden çıksın, söylemedi ama çok gururlandı sonra da. Anladım ben tabii tanımaz mıyım babamı?
Rafet Amca konuşurken Melis de dikkat kesilmeye başlamıştı. Anlattığı bazı şeyleri duymuştu ama bazıları hakkında daha önce hiç konuşmamışlardı. Masaya baktı. Çaylar bitmişti. Hiç sormadan iki adamın da çayını yenilerken, sohbeti dikkatle dinlemeye başlamıştı.
-E ne oldu da ayrıldın işinden Refik Amca, diye sormaya devam etti Emre.
Herkese ne olduysa bana da o oldu, diye yanıtladı içli içli gülerek. Sonra ona anlamsız bakan iki çift gözü görünce devam etti:
- Darbe oldu, darbe.
Bu çıkışında hiddetle karışık bir alay. yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı. Karşısında duran iki genç, onlar daha doğmadan önce yaşanan ama büyüklerinden hep dinledikleri, bir geçmişle yine yüzyüze gelmişti. İkisi de farklı kişilerden, farklı hikayeler dinlemişti. Ortak noktası ise hiçbir hikayenin eğlenceli olmamasıydı. Bu nedenle diyecek bir şeyleri yoktu. Merakla karışık bir karamsarlık ifadesi ile yaşlı adamın anlatacaklarını bekliyorlardı.
-80 darbesinde herkese bir şeyler oldu. Kimisi öldü; kimisi yas tuttu; kimisi tutuklandı; kimisi bekledi. Herkes ama herkes korktu. Bilmem ki, o dönem daha şanslı olduğunu düşünen ya da daha şanssız olduğunu düşünen var mıdır? Öncesinde her yerde grevler, eylemler… E ben de delikanlıyım o zamanlar. Şimdi sen kaç yaşındasın?
Bu soruyu Emre’ye bakarak sormuştu;
- 31.
-İşte senin yaşında yoktum, dedikten sonra kafasını yukarı doğru kaldırıp hesap yapmaya başladı. Ardından devam etti.
-Tabi ya, yoktum sen yaşında o zaman. Herkes “hak” diyor, “eşitlik” diyor. Kötü bir şey mi diyor da ben yanlarında olmayacağım? Ama noldu biliyor musunuz? Benim hanımın gebe olduğunu öğrendiğim gün “haa” dedim kendime. “Artık dur Refik” dedim. Dedim de noldu? Dört ay geçmeden darbe oldu. Beni de aldılar içeri paldır küldür.
- Eee sonra noldu, panik halde sormuştu bunu Melis.
- Nolcak? Beraat. Ama 14 ay sonra.
- E o zaman kızın doğduğunda yoktun?
- Doğduğunda yoktum; ilk kelimesinde yoktum; ilk adımında yoktum…
Bir an sessizlik oldu. Sessizlikten rahatsız olan Melis çayları yenilemek için ayağa kalktığı sırada Emre söze başladı?
- E çıkınca ne yaptın buraya gelene kadar Refik Amca?
- Bulduğum her işi yaptım. Yaptım yapmasına da açıkçası hamallıktan başka da iş vermediler bana. Babama gittim. Köylüyüz ya biz. “Toprağımız var, eker biçeriz” dedim. Dedim amma babam da istemedi beni. Başlarına iş açarım diye.
- Eşin ne yaptı sen içerideyken?
- Babasına gitti. Çok iyi adamdı rahmetli.
Bunun üzerine Refik Amca pencereden dışarıya bakarak derin bir nefes çekti. Belli ki geçmişini düşünüyordu. Kimse söyleyecek bir şey bulamadı. En son yaşlı adam birden ayaklanarak;
- Yağmur durmu çocuklar. Ben gidiyorum. Tekrar başlarsa işimiz zor.
- Ben bırakırım seni, arabayla geldim, dedi Emre, o da ayaklanmıştı.
Refik Amca, Emre’nin omuzuna otur anlamında dokundu. Gülerek Melis’i parmağıyla gösterdi.
- Sen onu bırak. O geçe kalacak, yağmur başlar o zamana.
-Ya Refik Amca, ben seni bir bırakayım onu da gelir bırakırım. hadi gel gidelim.
- Öyle mi? Peki o zaman, derken yüzü hala gülüyordu. Biliyorum da anlamamazlıktan geliyorum, der gibi bir gülüştü bu.
İki adam kafenin kapısından konuşarak çıktılar. Melis ise bir yandan Refik Amca’nın anlattıklarının etkisi altındaydı. Bir yandan da Emre’nin geri dönme konusunda ciddi olup olmadığını düşünüyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.9k Okunma |
906 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |